Tasavvuf ve İman Hizmeti
Aydın BAŞAR
Altınoluk Dergisi
Hiçbir dönemde inanan insanlar, imanlarını son nefeslerini varıncaya kadar muhafaza edebileceklerinden emin olamamışlardır. Hatta Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem zamanında sahabenin büyüklerinden Hz. Ömer radıyallâhu anh bile bundan emin olamadığından, münafıklar listesinde isminin yazılı olup olmadığını merak etmiş ve soruşturmuştur. Çünkü o, her dönemde imanın bir risk altında olduğunu, şeytanın her zaman ve her koşulda görevini yerine getirerek insanları tüm gücüyle imandan uzaklaştırmaya çalıştığını çok iyi bilmekteydi. O zaman da şimdiki gibi mal, mülk, evlat, altın, gümüş, para pul, şehvet ve şöhret gibi faktörler tüm gösteriş ve süsüyle insanları Yüce Allah’tan uzaklaştırmaktaydı. Bu faktörler o zamanlar günümüzdeki kadar yaygın olmasa da o dönemin de kendisine göre bir şeytanı vardı. Ve bu şeytan insanları yoldan çıkarma konusunda zamana ve zemine göre en uygun hileleri bulmakta ve insanları bir şekilde aldatmayı başarmaktaydı. Şeytanın her dönem farklı yöntemlerle vazifesini ifa etmesi, imanın her dönem bir risk altında olduğunu göstermektedir. Evliyasından avama kadar hiçbir kimsenin imanı garanti altında olmadığından iman hakikatlerinin yayılması her asırda ayrı bir öneme haizdir. Bu nedenle insanlığın her asrı bir “iman kurtarma dönemi” olarak değerlendirilebilir. Çünkü cennet ucuz değil ve onu satın alabilecek yegane değer de imandır.
Hz. Adem aleyhisselam’dan Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e kadar tüm peygamber insanlığın iki cihanda kurtuluşu için hep iman hakikatlerini anlatmış ve açıklamışlardır. Son peygamberden sonra ise, iman hakikatlerini insanlara anlatma görevini hadis-i şerife göre peygamber varisi olarak nitelendirilen değerli alimler ve veliler üstlenmişlerdir. Elbette peygamber varisi olma şerefini kazanmış bu zatlar; kendilerini Allah yolunda iman hizmetine adamış, yaşantılarında hal ve kal (davranış ve söz) bütünlüğünü sergileyen Allah’ın sevgili kullarıdır.
İman hizmetleri konusunda tarih boyunca birçok farklı kesimin gayretleri söz konusudur. Ve her bir kesim bu konuda ayrı bir boşluğu doldurmuştur. Osmanlı padişahları gibi imanlı devlet adamlarının hizmetlerini veya Mezhep imamları gibi fıkıh alimlerinin hizmetlerini buna örnek olarak verebiliriz. Bu konuda zikredilebilecek en önemli kesimlerden biri de hiç şüphesiz tarikat çevreleridir.
Allah dostları kendilerine verilen bir nefesi bile israf etmeyen ve tüm vakitlerini Yüce Allah’a ve onun iman davasına hizmete adamış büyük şahsiyetlerdir. Orta Asya’nın Müslümanlaşmasında büyük rolü olan Ahmet Yesevi, Hindistan’da İslam’ın yayılmasında çok emeği olan İmam-ı Rabbani, Kuzey Afrika’da Ahmet Senusi, Anadolu’da Hacı Bektaş Veli, Hacı Bayram Veli ve Mevlana bu büyük mutasavvıflardan bazılarıdır.
Geçmişte olduğu gibi günümüzde de tasavvuf yolunu takip eden zatların iman hizmetleri konusundaki gayretleri küçümsenemeyecek kadar önemli bir yere sahiptir. Bu zatların iman hizmeti sadece yaşantıları ile sınırlı kalmayıp, manevi evlatları sayesinde vefat ettikten sonra bile devam etmektedir. Bu durumu Sezai Karakoç şöyle ifade etmektedir: “Veliler hayatlarında da, öldükten sonra da, müminlere tesir etmek, onların gidişlerinde bir iyileşmeye, yükselmeye hizmet etmek anlamında tasarruf sahibidirler. Bu görevi de kendilerinden sonra, ya yetiştirdikleri, yetiştirdiklerinin yetiştirdikleri ve sonra onların yetiştirdikleri, bir zincir gibi uzayıp giden zatlar, ya da bizzat eserleri, daha doğrusu hem yetiştirdikleri insanlar, hem eserleri yerine getirir.”
Tarih boyunca tebliğ ve irşad adına yapılan bütün bu hizmetler göstermektedir ki tasavvuf birilerinin algılamak istediği gibi, güzel sözlerle gönül eğlendirme veya yoga ya da meditasyon gibi bir avutma mesleği değil, bizzat iman hizmetinin merkezidir. Mevlana’dan, Yunus Emre’den, İbni Arabi’den veya başka bir veliden etkilenerek Müslüman olan veya hayatına dini anlamda çeki düzen veren insanların çokluğu, bu tezimizi doğrulamaktadır. Niceliksel anlamdaki bu artış tasavvufun iman hizmetinin merkezi olduğuna bir işaret olduğu gibi, insanların imanı yaşamaktaki olumlu niteliksel değişimi de aynı gerçeğin başka bir kanıtıdır.
Velilerin iman hakikatlerini açıklamadaki üstünlüklerinin bir göstergesi de şudur: Onlar sadece sözlerle değil bizzat yaşantıları ile bunu ispatlarlar. Yani tasavvuf ehlinin sözleri, kendileri tarafından bizzat yaşanılan hakikatler olduğu için, onların muhataplarına tesir güçleri daha fazladır. Bir velinin ağzından dinlenilen iman hakikatleri, elbette ki diğer hatiplerin söyledikleri sözlerle aynı değerde değildir. İmam-ı Ahmed Bin Hanbel velilerin tesirli sözlerini dinlemek konusunda oğluna şöyle nasihat etmektedir: “Sofilerle sohbeti tavsiye ederim, onlar ilimleri ile murakabeden edindikleri feyz ile Allah korkusunu hakkıyla tanımalarıyla ve halkın mesavi ve abeslerinden uzak kalmakla ve ali himmet olmalarıyla bizi geçmişlerdir.”
Tasavvuf tarihinden okuduğumuz tüm gerçek velilerin sözleri fantastik sözler değil saf iman hakikatlerinin birer yansımasıdır. Çünkü onlar “”Ya hayır söyle ya sus” tavsiyesi gereğince, konuştukları zaman daima hayır söylemişler ve bu duygular ile iman hakikatlerini tüm berraklığı ve sadeliğiyle insanlara açıklamışlardır. Bu konuda Ferududdin Attar şöyle söyler: “Sufilerin sözleri Kur’an ve sünnetin şerhinden ibarettir.” Zira ünlü mutasavvıf Nasrabazî’nin de dediği gibi; “Tasavvuf heva heves ve bidatı terk ederek kitap ve sünnete dört elle sarılmaktır.”
Ne Abdulkadir Geylani hazretleri ne Bahauddin Nakşibendi hazretleri, ne Mevlana hazretleri ne de diğer velilerin sözleri cezbe halindeyken söylenmiş veya sadece tarikat zevki olan sofilerin feyz almaları için söylenmiş, insanı adeta uçup kaçıran, kulağa hpş gelen tatlı sözlerden ibaret değildir. Bizzat hayatın içinde olan hayata dair sözlerdir. İnsanların imanlarına fayda sağlamayacak, onları alıp bir adım ileriye götürmeyecek sözler, onların ilgi alanı dışındadır.
Onlar söz söylerlerken, insanların inançlarını kuvvetlendirmek, şüphelerini yok etmek ve böylece kalplerdeki Allah sevgisini artırmak amacıyla konuşurlar. Ve çoğu zaman da insanların kişisel sorunlarına bir çözüm olmak veya çeşitli toplumsal dertlere de bir deva bulmak niyetiyle söz söylerler. Bütün bu hayırlı konuşmaları ve şuana kadar ortaya konulmuş milyonlarca tasavvuf eseri, iman hizmetinin dışında zannetmek, ya izansızlık ya da insafsızlıktır. Evet, bu sözlerdeki asıl gaye insanların imanlarına bir katkı sağlamak ve onları hayra ve harekete yönlendirmektir. Yoksa söylenen sözlerle mest olmuş fakat hizmeti unutmuş bir zümre meydana getirmek için değildir. Fakat ab-ı hayat gibi nefesi olanların sözleriyle kalplere hayat vermesi de söz konusu olduğundan bu sözleri içselleştiren kalplerin bir takım lezzetler yaşaması da son derece doğaldır. Bu manevi lezzetleri de asla “biz bu lezzetlere müşteri değiliz” diyerek küçümsemek doğru değildir. Unutulmamalıdır ki bir işteki lezzet o işi yapmaya olan aşkı ve şevki artırır.
|