“HAZNEVİ”LER SURİYE’NİN ŞEYH SAİDİ Mİ YAPILMAK İSTENİYOR?..
Hazneviler dediğimiz sadece Suriye ve Irak’ta değil, Türkiye’de de yakından tanınan Haznevi ailesi, Suriye’nin sınırımıza en yakın bölgelerinden Kamışlı’da yaşıyor. Nakşibendi silsilesinin bu kıymetli halkasının mensupları, aynı zamanda Mardin başta olmak üzere çok sayıda bölgede muhabbet görüyor.
İşte bu ailenin önder isimlerinden Şeyh Maşuk Haznevi, 10 Mayıs 2005 tarihinde kaçırılmış ve tam 21 gün sonra öldürülmüş olarak bulunmuştu. Kısa bir süre sonra Şam yönetimi, Yasin Matar El Hindi ve Muhammed Matar El Abdullah isimli iki şahsın cinayetin sanıkları olarak yakalandığını ve olayın siyasi bir cinayet olmadığını açıklamıştı. Suriye İçişleri Bakanlığı ve o tarihte konuşan tüm yetkililer “normal bir cinayet” olarak tanımlasa da, hadiselerin seyri bu tezi daha baştan geçersiz kılıyor. Çünkü Hazneviler, sadece kendi bölgelerindeki Kürtleri değil, geniş bir alanda onbinlerce insanı etkileyen bir yapıya sahip. Böyle bir kaçırılmanın ve ardından işlenen cinayetin, Suriye’nin yakın geleceğinden bağımsız düşünülmesi akla yatkın görünmüyor.
Hazneviler için “laiklik yanlısı, Irak’taki direnişe karşı çıkıyorlar” gibi yaklaşımların da bu ailenin bölgedeki konumunu tanımayanlar tarafından yapılmış değerlendirmeler olduğunu söylemek gerekiyor. Oysa bu cinayetin ardından Saadet Partisi yöneticilerinden Ömer Vehbi Hatipoğlu’nun yaptığı değerlendirmeler, ne yazık ki yeterince yankı bulmadı. Hatipoğlu, özetle şunları söylüyordu: “Haznevi’nin hunharca öldürülmesi CIA ve MOSSAD’ın bölgedeki provokatif eylemlerinin bir yenisidir.” Ailenin sadece Suriye’de değil, Irak’ta ve özellikle Türkiye’de çok önemli bir konumu olduğunu hatırlatan Hatipoğlu’nun şu değerlendirmesi de üzerinde uzun uzun durmayı gerektiriyor: “Muhtemel bir işgal sürecinde Hazneviler, Suriye’de ciddi bir direniş potansiyeline sahiptirler. Bu nedenle suikast, bu potansiyeli ortadan kaldırmaya yönelik siyasi bir eylem olarak değerlendirilebilir.”
Bunları hatırladıktan sonra şu haberi, birlikte ve yorumsuz okuyalım: “Suriye’nin Haseki kenti Kamışlı ilçesinde oturan, hem Türkiye hem Suriye vatandaşı olan Nakşibendi tarikatı lideri Şeyh Muhammed Haznevi ile ailesinden 4 kişi, Umre ziyareti için gittiği Suudi Arabistan’ın Medine kentinde geçirdiği trafik kazasında yaşamını yitirdi. Kazaya araçlarına çarpan bir tanker neden oldu.”[1]
Aynı büyük aileden, birkaç ay içinde gelen kayıplar. Suriye’de yapılmak istenenler, bu pencereden bakılınca hayli farklı görünüyor. Haznevi ailesinin başına gelenler, sadece kendi bölgesinde değil, Suriye’deki farklı Sünni topluluklar arasında da büyük kaynamalara neden oldu. Suriye içindeki ve dışındaki bazı Kürt milliyetçisi gruplar, bu hadiseyi kendi hareketlerinin parantezine almak için büyük çaba sarfettiler. Ancak şu ana kadar istediklerini elde edebilmiş değiller.
Haznevilerin bu süreçte nasıl bir rol üstlenecekleri, Suriye’de Beşar Esad’a karşı şekillendirilmek istenen muhalefet açısından büyük önem taşıyor. Haznevi ailesinin, rejimi değiştirmeye değil, muhtemelen terbiye etmeye yönelik bu tür operasyonlarda kendi müntesiplerini olabildiğince geride tutma gayretleriyle, onlara yönelik “laiklik yanlısı, Irak’taki direnişe karşı çıkıyorlar” suçlamaları ne kadar uyumlu değil mi?
Suriye’deki azınlık yönetimine karşı el altından “iktidar” mesajları alan Sünni grupların, özellikle de en etkinleri olan İhvan-ı Müslimin’in nasıl bir tavır alacağı, büyük bir dikkatle izleniyor.
Soru çok açık ve herkesin akl-ı selim ile vereceği cevabı bekliyor: Oğul Esad’a karşı örgütlenecek bir muhalefete, mesela İhvan gibi hassasiyetleri olan bir yapıya, gerçekten iktidar teslim edilecek midir? Yoksa tüm bunlar, Şam’ın geleneksel kıvraklığını sonuna kadar kullanan mevcut rejimi, istenen kıvama getirme stratejisi midir?
Suriye’de böylesine kritik bir dönemde bir Nakşibendi topluluğun önderlerinin hedef seçilmesi, bu satırlara sığmayacak kadar önemlidir. Sadece şu kadarını söyleyip tamamlayalım.
Siz Suriye’de ya da İslam Dünyası’nın herhangi bir yerinde, bu zorlukların sadece siyasi basiretle mi bertaraf edileceğine inanıyorsunuz?
Yoksa unuttuğumuz başka değerler mi var?[2]
Büyük İsrail için zemin hazırlanıyor..
Oluşturdukları uluslararası baskı ile İsrail için tehdit olarak görülen Suriye askerlerini Lübnan’dan çıkarttıran ABD, Fransa ve İngiltere bir adım daha ile giderek Şam’a yaptırım koydurmanın yollarını arıyorlar.
BM Güvenlik Konseyi daimi üyelerinden ABD, Fransa ve İngiltere Suriye’ye yönelik ortak bir karar tasarısı hazırlayarak Konsey üyeleri arasında dolaştırmaya başladı. Suriye’nin, adı Lübnan eski Başbakanı Refik Hariri suikastına karışan hükümet yetkililerini tutuklamaya ve BM soruşturma komisyonu ile işbirliğine çağrıldığı karar tasarısında, aksi halde Şam yönetiminin muhtemel yaptırımlarla karşı karşıya kalabileceği uyarısında bulunuluyor.
Söz konusu 3 ülkenin Güvenlik Konseyi’nden geçirmeyi planladığı karar tasarısında, Suriye’ye suikastla ilgili bütün yetkilileri ya da kişileri sorgulanmak üzere BM soruşturma komisyonu için koşulsuz olarak hazır bulundurması talimatı veriliyor.
Karar tasarısında ayrıca, Suriye’nin soruşturma kapsamında ilgili vatandaşlarının komisyon tarafından Suriye dışında ve Suriyeli bir başka görevlinin gözetiminde olmaksızın sorgulanmasına müsaade etmesi gerektiği de vurgulanıyor.
Karar tasarısında, Suriye’nin soruşturma kapsamında tam bir işbirliği sergilememesi durumunda Güvenlik Konseyi’nin, yaptırımlar dâhil daha ileri önlemler almayı gündemine alacağı ifade ediliyor.
Askeri açıdan zorlamayı öngören BM Şartı’nın 7. Bölümü çerçevesinde hazırlanan karar tasarısında ayrıca, soruşturma komisyonu tarafından Hariri suikastına karıştıkları belirlenen kişilere seyahat yasağı ve mal varlıklarının dondurulması gibi tedbirler uygulanacağı da kaydediliyor.
“Bir terör eylemine karışan herhangi birinin, soruşturmayı sırf kendisi engellediği ya da iyi niyetle işbirliği yapmadığı için hesap vermekten kurtulmasının kabul edilemez olduğu” ifade edilen karar tasarısında, Mehlis raporunun vardığı sonuçlara atfen, “Suriye’nin bu terörist eyleme karıştığına dair şüpheler ve bugüne kadar soruşturma ile yeterli işbirliği göstermemesi, cevabı bulunamamış soruların önemli bir kısmını açıklığa kavuşturmak konusunda Suriyeli yetkililere sorumluluk yüklemektedir” denildi.
Şam yönetiminin terörizmi resmen kınamasının da istendiği karar tasarısında Suriye, terörist eylemlerin bütün türlerine ve terörist gruplara verdiği desteği kesin olarak durdurmayı taahhüt etmeye ve bu taahhüdünü somut eylemlerle göstermeye çağrıldı. Bu arada kukla Kürt lideri Yahudi asıllı Barzani Amerika da devlet başkanı gibi karşılandı.
Bush, Barzani’ye övgüler yağdırdıABD Başkanı George W. Bush, Beyaz Saray’da dün bir araya geldiği Irak Kürdistan Bölgesel Hükümeti Başkanı Mesud Barzani’ye övgüler yağdırdı. Bush, “Başkan Barzani’yi Beyaz Saray’da ağırlamak benim için bir onur. Kendisi bir diktatöre baş kaldırmış cesur bir adam” diye konuştu.
Barzani’nin geleneksel kıyafetine de değinen Bush, “Çok kısa bir zaman önce Barzani, bu kıyafeti giyseydi Saddam’ın adamları tarafından yakalanır, öldürülürdü. Ancak burada rahatlıkla bu kıyafeti ile dolaşabiliyor, çünkü burası özgürlükler ülkesi. Irak’ta da artık istediği gibi giyiniyor çünkü Irak da özgür bir ülke” şeklinde konuştu.
Bush, Barzani’yi kastederek, “Başkan’ın Irak’ın geleceği ile ilgili, değişik din ve geçmişe sahip insanların barış içinde hep birlikte yaşayabileceği net bir vizyonu var” dedi.
Mesud Barzani ise Kürdistan halkı adına ABD’ye teşekkürlerini sunarak, “Kürdistan’da ve Irak’ın genelinde Bush’un cesaretinin büyük değer gördüğünü söyledi. Koalisyon güçlerinin Irak’tan geri çekilmesi halinde meydanın teröristlere bırakılacağını belirten Barzani, “Zaferden başka hiçbir şeyi düşünmemeliyiz. ABD’nin desteği sayesinde Irak ve Kürdistan halkı başarıyı elde edecek” dedi.
Amerika’nın İslam’a Bakışı
Amerikan Girişim Enstitüsü’nden Reuel Marc Gerecht: “Ortadoğu’da demokrasiye geçişin en hayati aktörleri, Şii mollalarla Sünni köktendinciler olacaktır, tabii Amerikalılarla birlikte.”“Bin Ladincilerin sonunu, getirse getirse Ayetullah Sistani gibi Şii mollalar ve Müslüman Kardeşler gibi Sünni köktendinciler getirir, Batı yanlısı laikler ya da ılımlılar değil. Çünkü terörü alt etmek onun köklerine vurmakla mümkündür. Ve bu köklere yeterince yakın olan tek grup da İslamcılardır.”
Bu sözler Amerikan sağının önde gelen düşünce üretim kurumlarından Amerikan Girişim Enstitüsü’nde görevli Reuel Marc Gerecht’e ait. Şunlar da onun: “Ortadoğu’da demokrasiye geçişin en hayati aktörleri de Şii mollalarla Sünni köktendinciler olacaktır, tabii Amerikalılarla birlikte.”Gerecht, Ortadoğu’da yıllarca CIA ajanlığı yaptı. Ardından sivil hayata geçti. Yeni-muhafazakâr (neo-con) saflara katıldı ve ABD’nin en popüler terör, Ortadoğu ve İslamcılık uzmanlarından biri oldu. Gerecht’in “İslamcı Paradoks: Şii Mollalar, Sünni Köktendinciler ve Yaklaşan Arap Demokrasisi” kitabında geliştirdiği yaklaşım, hiç kuşkusuz Soğuk Savaş’ın “Yeşil Kuşak” teorisini çağrıştırıyor. ABD o dönem komünizme karşı İslami akımlara yeşil ışık yakmış ve yıllar sonra en büyük düşmanı olacak olan El Kaide’yi Afganistan’da kendi elleriyle doğurtup büyütmüştü. Bu acı ders nedeniyle olsa gerek Gerecht’in önerileri Bush yönetimi ve ona yakın çevrelere pek de sıcak gelmedi; ama bunlara tümüyle sırt çevirdikleri de söylenemez.
Önceki gün Washington’daki Amerikan sağının “realist” kanadının ana üslerinden Nixon Center, Gerecht ile ABD’nin en hızlı İslamcılık düşmanlarından, Ortadoğu Forumu kurucusu ve yöneticisi Prof. Daniel Pipes’ı buluşturdu. Merkezin Uluslararası Güvenlik ve Enerji Programı Direktörü Zeyno Baran’ın yönettiği panelde ana soru “İslamcıları ne yapmalıyız?”dı. Gerecht ile Prof. Pipes görünüşte iki uç fikri savundu. Ama aslında ikisi de İslamcılardan zerre kadar hazetmiyor, Amerikan çıkarlarını koruma perspektifinden yola çıkıyor ve İslam toplumlarının kaderini tayin hakkını esas olarak ABD’de -yani kendilerinde- görüyordu.
Prof. Pipes’in, demokrasinin terörün panzehiri olmadığı yolundaki ısrarı dikkat çekiciydi. Son günlerde ABD’de farklı kesimler tarafından epey sık dile getirilen bu çıkarsama İslam dünyası için yeni tehler içerebilir…[3]
Siyonist sömürüye İslamist kılıf: Yeşil SermayeUçak sanayiini kurmak mı, gerçek kalkınmadır, yoksa Galataport ihalesi yapmak mı? Ah keşke Galataport heveslileri bu ikisi arasındaki farkı bir anlayabilseler... Türkiye bu hallere düşmezdi.
Bu işin ilmini bilenler, kalkınmaya muhtaç ülkelere örnek olarak Japonya modelini gösterirler. Çünkü Japonya, önce batıdaki sanayileşme ve müsbet ilimlerde çağ atlama hamlelerinde, bu kalkınmaları yapacak elemanları yetiştirmekle işe başlamıştır. Batı teknolojisinin, araştırıcı, keşfedici, rakip teknolojileri sollayarak ileriye gidici aktivitesini, kendi ülkesinde başlatma becerisini göstermiştir. Daha açık bir ifadeyle, taklitçiliğe iltifat etmemiş, asla aşağılık kompleksine kapılmamıştır.
Biz, Türk milleti olarak, elbette Japonya’nın başardığı devrimden daha âlâsını yapacak kabiliyetlere sahip idik. Ama ülkeyi yönetenlerin çoğunun ne yazık ki bu tarakta bezleri yoktu.
Mustafa Kemal Paşa; 1923 yılında, yani Millî Mücadele kazanılır kazanılmaz, şu özetlediğimiz gerçekleri görmüş, “Savaş sonucunda siyasî egemenliğimizi kazanmış olmamız bize yetmez, biz vakit kaybetmeden Ağır sanayimizi kurmalıyız, siyasi bağımsızlığımızı, ekonomik bağımsızlığımızla takviye etmeliyiz” diyerek, Sanayi Teşvik Kanunu’nu çıkartarak, gerçek anlamda çağ atlamanın işaretini vermişti.
Ama ondan sonra gelenler, Bizim Ağır Sanayi kurmak neyimize, biz ancak bir tarım ülkesi olabiliriz diye, batılı uzmanların tavsiyelerine uyarak Sanayi Teşvik Kanununu rafa kaldırdılar.
Sonrasını biliyorsunuz. Millî Görüş siyasi hareketine kadar, gerçek manada sanayileşme hamlesinden kimse söz etmedi. Ancak 1974 senesinde “Millî Selâmet Partisi-CHP koalisyonu” döneminde, Muhterem Prof. Dr. Necmeddin Erbakan, bu gecikmiş millî davaya el atmış ve 48 kişilik bir kadro ile girmiş olduğumuz koalisyonun, bir kanadı olarak mükemmel bir planlama ile Ağır Sanayi hamlesini çağın ihtiyaçlarını da nazara alarak yürürlüğe koymuştur.
Ama bilindiği gibi, ülkemizin sanayileşmesini ve Atatürk’ün deyimiyle “Çağdaş Uygarlık Seviyesi’nin Üzerine Çıkmasını” kıskanan emperyalistler ve o emperyalistlerle işbirliği yapan bedbahtlar, Ağır Sanayi hamlemizi iptal ettirebilmek için yapmadıklarını bırakmadılar.
Önce Millî Görüşü, koalisyondan uzaklaştırmak için Ecevit’i tahrik ederek koalisyonu bozdurdular. Bizler bu hileyi önlemek için Demirel ile koalisyon kurduk, hamlelerimize devam ettik. Bu sefer de yine dışardan ve içerden Millî Görüş kadrosunu meclisin dışına atmak için, Ana Muhalefet olan Ecevit’in ve bizim ortağımız olan Demirel’in imzasıyla 1977 senesinde bir erken seçim yaptırdılar, uzun etmeyelim, sonunda yine Meclis’te biz vardık. Koalisyon ortağı olarak Ağır Sanayi ve Manevi Gelişme hamlelerimize sahip çıktık.
Ve bildiğiniz gibi Adalet Partisi’nden transfer edilen 12 kişinin katılımıyla, yapay bir Güneş Motel modeli hükümet iş başına getirildi. Hem Ağır Sanayi ve hem de Manevi gelişme reform ve hamleleri iptal ettirildi.Bir Alman işadamı bir arkadaşımıza: (Sizin milletiniz ne yapıp yapıp Sayın Erbakan’ı tek başına iktidara getirmeli, çünkü dünyada sanayi ve teknoloji devrimi yapacak 10 kişi varsa, Sayın Erbakan onlardan birisidir) demişti.
Milletimizin gerçek manada kalkınmasında, tekerimize taş konmasaydı elbette ki, Türkiye bugün, Batı Almanya ve Japonya gibi bir ekonomi ve sanayi devi olacaktı. IMF gibi, Avrupa Birliği gibi, muhannetlere muhtaç duruma düşmeyecektik. Elâleme avuç açıp, parça parça “hem egemenliğimizi ve hem de vatanımızı ipotek altına sokmayacaktık.
Bu konu bu makaleye sığmadı. Kaldığımız yerden devam edeceğiz. Ama Ağır Sanayi hamlesi ile Galataport heveslilerine anlayacakları dilden bir misal vererek bugünkü yazımı bitiriyorum: Evet, belki Galataport’un ve 300 metrelik gökdelen kulelerinin yapımcıları, bizim insanlarımıza tepeden bakarak bıyık altından gülecekler. Ama eğer emperyalistler ve onların etkisi altından çıkamayanlar şunu bilsinler ki gerçek kalkınmanın yolu uçak sanayini kurmaktan ve teknolojide çağı yakalamaktan geçer. Galataport’tan-Zeyporttan ve (İstanbul Towers’tan) geçmez. Üstelik “Yeşil Sermaye, Arap parası, İslami yatırım” gibi kılıflar altında, yine Siyonist sömürü canavarının cirit attığını, gafil zevzekler sezemez..[4]
İyi niyetli ve insani gayretli Musevilerle, siyonist ve emperyalist Yahudileri birbirinden ayırmak, bütün Yahudileri aynı kefeye koymamak gerektiğini sık sık vurguluyoruz.
Barışçı ve dayanışmacı Yahudilerle vatanımızı, imkânlarımız ve coğrafyamızı paylaşmaya razı ve hazır olduğumuzu özelikle ve önemle hatırlatıyoruz.
“Sadece kendilerini Efendi, başka herkesi hizmetçi” zanneden. Bütün insanlığı ezmeyi ve sömürmeyi mübah gören bu kimselerin her türlü başarıları ise yüksek akıl ve kabiliyetlerinden ve insani ferasetlerinden değil şeytani zekâvetlerinden dünyevi hırs hile ve hıyanetlerinden kaynaklandığını biliyoruz.
En Akılsız Kavim Kim?24.10.2005 tarihli bir gazetede şöyle bir haber yayınlandı: “Dünya nüfusunun sadece 14 milyonunu oluşturan Yahudiler, uluslararası finans piyasalarının en önemli oyuncuları olarak tanınıyor. Nobel Ödülü kazanan Amerikalıların yüzde 27’si Yahudi... IQ seviyesi 140’ın üzerinde olan Yahudilerin oranı Avrupalılardan 6 kat daha fazla... Amerikalı iki bilim adamına göre Yahudilerin zeki olması genetik... ABD’nin saygın dergilerinden New York Magazine, bu hafta sıradışı bir kapak konusuyla piyasaya çıktı.
“Yahudiler daha mı zeki?” sorusunu ortaya atan dergi, Utah Üniversitesi’nin uzmanları Gregory Cochran ve Henry Harpending’in çarpıcı bir araştırmasını yayınladı. ABD’li bilim adamlarına göre “Yahudiler kıvrak bir zekâya sahip olmalarını sağlayan genetik özellikler taşıyormuş ABD’li bilim adamlarının alıştırmasına geçmeden önce Yahudilerle ilgili verilere bir göz atalım. Bilimde iddialılar. Yahudiler dünya nüfusunun sadece yüzde 0.025’ini oluşturmasına rağmen küresel finans piyasalarının en önemli oyuncuları. Nüfusun yüzde 3’ünün Yahudi olduğu ABD’de, ekonominin yüzde 25’i yine Yahudiler’in elinde... Nobel Ödülü kazanan ABD’lilerin yüzde 27’si, bilgisayar dünyasının en saygın ödülü olarak bilmen ACM Tuning’i alanların yüzde 25’i Yahudi. Araştırmalara göre her 1000 Yahudi’den 23’ünün IQ (zekâ) seviyesi 140’ın üzerinde. Avrupalılar’ın ise sadece binde 3’ü 140’ın üzerinde IQ’ya sahip... 2. Dünya Savaşı’ndan önce Almanya nüfusunun yüzde 1’ini oluşturmalarına rağmen doktorların yarısı Yahudi asıllıydı. Neredeyse 1000 yıl öncesine dönüp Yahudiler’in yoğun olarak yaşadığı Fransa’ya göz attığımızda bir çarpıcı veriye daha ulaşıyoruz. 1090 yılında Fransa’daki Yahudi erkeklerin yüzde 80’ini sadece ticaretle uğraşmakla kalmıyor aynı zamanda “borç vererek” modern finans kurumlarının temelini atıyordu.”
İnsanların kasasına ve kesesine bakan, sinek gibi her bardağa düşen, paranın kokusunu kurdun kuzu kokusunu alışından daha fazla alan, batan geminin altınlarını alarak denize fırlayan ve orada boğulan adama akıllı mı denir?
İsrail oğullarının tarihi, Hıristiyanların tarihinden binlerce yıl öncesine dayanır. Eğer Yahudiler iyi bir siyaset gütmüş, akıllı davranmış olsalardı dünyanın en güzel yerlerinde en çok nüfusa sahip olarak güven içinde yaşamaları gerekirdi. Şu andaki nüfusları İspanya’daki çingenelerin nüfusuna denk değildir.
Akıllılık, Hz. Musa’nın eğittiği ve Firavun devletinin zulmüne son veren bir ümmeti, zalim bir çete topluluğuna dönüştürmek değildir.
Farenin biri, dağda otlamakta olan deveyi görünce “Bu et dağını yuvama bir götürürsem torunlarımın çalışmasına gerek kalmaz” demiş ve devenin yularından asılmış. Başı yumuşak olan hayvan da yürümüş. Fare kendi deliğine girmiş fakat deve girmemiş. Fare geri çıkmış deveye kızmış bunu gören deve başını bir sallamış, et dağının yularına sımsıkı sarılan fareyi bir yere çarpıp öldürmüş.
Filistin’de her gün Müslümanları öldürerek toprak çalan, öldürdüğü bu masum insanların çocuklarının bir gün kendilerini öldüreceğini bildiklerinden kale gibi sığınak evlerinde bile korku ile titreyen, karadan ve denizden beton duvarlar ören ölmesini bekleyen adamlara akıllı mı denir? Tarih boyunca katliama uğramalarının temelinde Hz. Musa’nın eğitimine değil de kendi hırslarına göre hareket etmeleri yatmaktadır. Bu millet kadar katliama uğrayan başka bir millet yoktur. En son olarak Almanya’da ekonominin tamamına yakınını tekellerine alarak Hitlerin yaptığı zulüme kendileri çanak tutmuşlardır.
“Yahudiler, kıvrak bir zekâya sahip olmalarını sağlayan genetik özelliklere sahip.” Diyen Utah Üniversitesi’nin uzmanları Gregory Cochran ve Henry Harpending’e ulaşması mümkün olanlar, onlara bin dört yüz yıl önce nazil olan şu ayeti ulaştırsınlar: “Andolsun sen onları, insanlardan ve (hatta) müşriklerden de hayata daha hırslı bulacaksın.”[5]
İşte bu hırsları nedeniyle tarih boyunca kendilerinin katledilmesine sebep olmuşlar. Bal tasını görünce kendine hakim olamayan sinek gibi tasın tam ortasına dalıp orada boğulup kalmışlar. Hâlbuki sineklerden rahatsız olanlar da o tası önlerine koymuş olabileceğini hesaba katmamışlar.
İngilizler, kendi içlerindeki Yahudilerden kurtulmak için size Sina çölünü verelim demişler ve elli yıldır orada Yahudileri tutmaya çalışıyorlar. Bunun farkında olan bir kısım Yahudi “Yaptığımız bu zulümler bizim başımıza bela olup yağacak” diye pankart açmaya başladı.[6]
[1] 25 Ekim 2005 tarihli gazeteler
[2] Milli Gazete / Nasuhi Güngör
[3] Vatan / Ruşen Çakır
[4] Milli Gazete / S.Arif Emre
[5] Bakara: 96
[6] Milli Gazete / M.Toptaş
Alıntı:
Şeyh Haznevi katliamının perde arkası aralanıyor
Ali CURA
Ankara - 09 Haziran 2005
Nakşi Şeyhi Maşuk Haznevi’nin hunharca öldürülmesi, Suriye’ye ve bölgeye karşı, CIA, MOSSAD eliyle yürütülen operasyonların bir devamı olduğunun kuvvetle muhtemel olduğunu belirten Saadet Partisi GİK Üyesi Ömer Vehbi Hatipoğlu, “Hazneviler 150 yıldır ilmi çalışmalar yapan bir ailedir. Maşuk Haznevi, Irak işgalinden sonra antiemperyalist bir mücadele içinde idi” dedi. Suriye’de işgalcilere karşı direnebilecek bir güç olduğu için Şeyh Maşuk Haznevi’nin hunharca katledilmesi ile, sömürgeci, vahşi işgalcilerin çirkin emellerinin ardı arkası kesilmiyor. Afganistan’da Şah Mesud, Filistin’de Şeyh Yasin ve Arafat, Lübnan’da Hariri suikastinin devamı; Maşuk Haznevi. Ö. Vehbi Hatipoğlu, “Haznevi’nin hunharca öldürülmesi CIA ve MOSSAD’ın bölgedeki provokatif eylemlerinin bir yenisidir” dedi.
***
Suriye’nin Kamışlı şehrinde pazar gün meydana gelen olayların perde arkası yavaş yavaş aralanıyor. Suriye’nin yanısıra Türkiye’de de pek çok taraftarı bulunan Şeyh Maşuk Haznevi’nin öldürülmesi olayının arkasında CIA, Mossad gibi dış güçlerin olabileceğine işaret eden Diyarbakır eski Milletvekili Ömer Vehbi Hatipoğlu, “Özellikle Irak’ın işgali sonrasında Şeyh Maşuk siyasi içerikli ciddi bir örgütlenme içerisinde olduğu ve antiemperyalist temele dayalı bir hareketi organize etmeye çalıştığı söylentileri yaygındır” dedi. Son zamanlarda yeniden ABD’nin hedefinde yer alan Suriye’de meydana gelen ilginç olaylar bölgenin sancılı bir dönemden geçtiğinin işaretçisi olarak değerlendiriliyor. Öldürülen Şeyh Maşuk Haznevi’nin Haznevi ailesine mensup olduğunu belirten Ömer Vehbi Hatipoğlu, bu ailenin Nakşibendi Tarikatı’nın Halidi kolundan olduğunu da aktardı. Dolayısıyla Şeyh Maşuk’un gerek Türkiye gerekse Irak ve Suriye’de çok geniş bir taraftarı bulunduğunu dile getiren Hatipoğlu, Haznevi’nin bölgede etkisi olan bir aile olduğunu vurguladı. Ailenin temel vasfının öğrencilere medrese eğitimi vermesi ve tasavvuf ile uğraşması ile tanındığını kaydeden Hatipoğlu şunları konuştu: “Hazneviler, yaklaşık 150 yıldır tamamen siyasetin dışında ilmi çalışmalar yapan bir aile olarak bilinir. Hafız Esad döneminde bu çalışmalar zaman zaman engellenmiş, hatta aile büyüklerinin yaşadığı yerlere insanların girişi engellenmek istenmiştir. Değişik yollarla baskı altında tutulmuşlardır. Bütün bu baskılara rağmen Haznevi ailesinin etkinliği gün geçtikçe artmıştır. Türkiye’de güçlü bir taraftar kitlesine sahip olan Menzil ve Nurşinli Şeyh Maşuk da Haznevi ailesine bağlıdır. Bu nedenle denebilir ki, Türkiye’deki etkisi ve taraftarı Suriye’den daha fazla olan bir ailedir. İşte bu suikastın arkasında ailenin güçlü konumu vardır. Suikaste uğrayan Şeyh Maşuk alim ve aynı zamanda mürşid konumunda olan bir zattır. Ancak onun Haznevi ailesinin diğer fertlerinden farklı bir tarafı, son yıllarda siyasi içerikli faaliyetlerde bulunmaya başlamasıdır. Özellikle Irak’ın işgali sonrasında Şeyh Maşuk siyasi içerikli ciddi bir örgüt kurmuş, antiemperyalist temele dayalı bir hareket oluşturmuştur diye söylentiler yaygındır. Eğer bu iddia gerçek ise merhum Maşuk gelecekte Irak’ta Mukteda Sadr’ın direniş potansiyeline sahiptir. Bu nedenle suikast, bu potansiyeli ortadan kaldırmaya yönelik siyasi bir eylem olarak değerlendirilebilir” Maşuk’un öldürülmesinin CIA ve Mossad gibi servislerin bölgede tamamen provokatif bir eylem meydana getirmesi maksadıyla gerçekleştirdiğini de kaydeden Hatipoğlu, suikastin sünni dünyasının bölgede rahatlıkla ayaklanmasına neden olabilecek bir özellik taşıdığına da işaret etti.
Milli Gazete