Başkan Muhsin, delikanlı Muhsin
Selçuk Özdağ
2009-06-11 Çile sadece insanlara, insanların seçilmiş seciyelerine mahsus bir iş. Çile çekiyorum diyen herkes çile çekmiş sayılmaz.
Çilenin büyüklüğü derdin büyüklüğü ile muvazidir diyenler, insanı, insanda ki his farklılıklarını anlayamayan tiplerdir. İnsan dertlerinin büyüklüğü kadar çile çekmez, herkes hassasiyeti ölçüsünde çile çeker.
İşte hassasiyetleri –vatan, insan, insanlık, devlet, insan hakları- çok yüksek olan Muhsin Başkan’la 1977 yılında tanışmıştım. Ben Manisa Ülkü Ocakları Başkan yardımcısı O ise Ülkü Ocakları Genel Başkanı idi. Hareketimizin Gençlik Liderlerinin tamamını tanıyordum. Fakat bu yağız Anadolu delikanlısına nedense kanım ısınmış, güvenmiş ve itimat etmiştim.
Ankara’dayım ve mecburi seyahatteyim Muhsin başkanın bir sohbetine iştirak ettim. Hitabeti güçlü değil, lakin kelimeleri seçerek, düşünce imbiğinden geçirerek kullanıyor. “Heyecan, akıl ve gönül olmazsa bir fikir, bir dava başarılı olamaz” diyor ama çok daha önemli bir cümlesini hatırlıyorum: “Bugün inandıkları fikirler uğruna cezaevine girenler, yarın hürriyetlerine kavuştuklarında, her şeyi fikrim ve inandıklarım uğruna yaptım diyebilmek yüceliğini gösteren kametlerin çokluğu dünyevilik isteyenlerden çok olursa fikrimiz iktidar olur aksi durumda vay o mücadeleye yazık o insancıklara!”
Bugünün dünyasında dürüstlük mağlubiyetle iç içedir. Eskiden “en iyi politika doğruluktur” esprisi bir gelenek halini almıştı, şimdi ki dünyamızda doğrunun hiç şansı yok. Genç Yiğitlerden, Delikanlı Muhsin Yazıcıoğlu siyasetin gülen yüzü, dürüst ve doğru sözlüsü idi. O doğrucu Davut’tu. O Taptuk Emre’nin dergahına hep doğru odun taşıyan Yunus gibi siyasetin arenasına doğru dosdoğru sözler taşıyan çağımızın yunus’u idi... “Sözüm odun gibi olsun ama doğru olsun” diyen adeta özdeşleştiği Mehmet Akif gibi, sözünü dorularla süsleyen bir fikir, bir iman ve irade adamıydı.
12 Eylül hazan rüzgârları O nu Mamak, Beni de Şirinyer Askeri cezaevine, cinnet mustatiline savurmuştu. 1987 başlarında tahliye olmuştuk. Siyaset yapmak, vakıf kurmak, milletine aşka hizmet etmek istiyordu. Arkadaşlarımızın bir kısmı hala mecburi ikametlerinde çile dolduruyorlardı. 12 Eylül öncesi Manisa’da Gençlik Liderimiz olan Salih Cerit’i cezaevinde ziyaret ettim. Ülkücülerin, Alperenlerin siyasi oluşumlarını merak ediyor benden bilgiler almak istiyordu. “Başkanım, şu, şu kişilerden lider olur diyorlar hayır hiçbirinde liderlik kumaşı ve dokusu göremiyorum, fakat bazı ufak tefek giderilebilecek eksikliklerine rağmen bizim beraber olacağımız, liderimiz diyebileceğimiz kişi Muhsin Yazıcıoğlu’dur. Salih başkan da bana rüyalarla amel olmaz fakat nübüvetin 46’da biri de rüyadır. Geçenlerde bir rüya gördüm bir camide varlık sebebimiz Hz.Muhammet(sav) Efendimiz etrafında sahabeler ve İmam-ı Rabbani, Abdulkadir Geylani gibi evliyalarla sohbet ediyor, ben (Salih Cerit), sen (Selçuk Özdağ), İrfan sönmez ve murat sancakla içeri girip sohbeti dinlemek istiyoruz. Bizleri önce içeri almadılar o esnada bir ses duydum, Muhsin Yazıcıoğlu geliyor dediler. Ve bizim giremediğimiz kapıdan içeri girdiler ve peygamberimizin iltifatına mazhar olup, sohbet halkasına dâhil oldular ve hemen akabinde de bizleri içeri aldılar. Ve bizlerde Muhsin Yazıcıoğlu’nunun arkasında da peygamberimizi dinledik dedi, ilave etti benim de kanaatim, liderimiz Muhsin yazıcıoğlu’dur.”
Bu sohbetimizden 5 yıl sonra Büyük Birlik partisi kuruldu. Bizlerin aktif olarak siyaset arenasında yer alacağımız, vefatına kadar 17 yıl devam eden safahat başladı.
Tarihte bizim jenerasyondan daha muzdarip bir nesil var mıdır? Tahayyül edemiyorum? Muhsin Yazıcıoğlu ve bizleri siyaset arenasında barındırmak istemeyenler her gün üzerimize çeşitli vesilelerle bir kürek toprak serptiler adeta. Her seferinde direndik çünkü biliyorduk ki, direnenler kazanırlar.
Muhsin Yazıcıoğlu ve arkadaşları, hataları putlaştıran, faziletleri yerin dibine sokan bir cemiyette siyaset yaptılar. Yanlışların ve yalanların mağrur ve güçlü, gerçeklerin ise boynu bükük bırakıldığı bir agorada Hz.İbrahim gibi Anadolu platosunda insanımızı hakikate çağırdılar. Duyuracak olan Allah’tı. Önemli olan mükellefiyetimizi yerine getirmekti. O da emirleri bildirmek yasaklardan uzaklaştırmaktı. Günümüzde insanlar hakikate ram olmak yerini dünyaya zebun olmak gibi bir aczi yetin içerisinde. Muhsin Yazıcıoğlu’nu düşmanlarının anlamaması değil dostlarının anlamazlıktan gelmesi üzdü. Ama o hep bu anlamsız anlamamayı yıkmak istedi. Başarıya, bireysel hürriyete, ülke bağımsızlığına atılmış en önemli adım olarak da bunu görüyordu.
Konfiçyus “öldürmeyen her darbe insanı yüceltir.” diyor. Doğrudur insan acılarla büyür onlara tahammül göstermekle yücelir. Tarihte cemiyetin dizginlerini eline geçirmiş yüce kametlerin hemen tamamı çilelerin, işkencelerin demirden cenderesinden geçebilmiş insanlardır, hayatı sadece bir zevk vasıtası olarak görenler arasında tek irade kahramanı çıkmış değildir.
Zaten insan olmanın en önemli şartlarından biri sızılı bir yüreğe, hisseden, duyan bir kafaya sahip olmak demektir. İnsan kafasında ve gönlünde sadece kendine ait dertleri taşımamalıdır. İnsan, topyekün insanlığın çilelerini kafasında depolamasını bilen kendisi için değil ama cemiyeti için ağlayan adamdır.
İşte delikanlı, genç yiğitlerden Muhsin Yazıcıoğlu milleti için, İslam dünyası ve dahası insanlık için siyaset yapan onların dertlerini dert edinen bir bucuk milyar hücreli, bir yürekti. Ama her hücresini bir Müslüman’a hasredip kendine hiç ama hiçbir şey bir yürekti.
Sözü fazla uzatmaya gerek yok. Ağla ey yüreğim sabaha kadar.
Yüreği olanlar ağlayın şimdi.
Türkiye bir genç yiğidini, bir delikanlısını, bir alperenini kaybetti. Milletimizin, İslam âleminin başı sağolsun. Muhsin Yazıcıoğlunun vefatından sonra yapılan olağan üstü kongrede de anlaşılmıştır ki, yeri doldurulamaz. Çünkü Yazıcıoğlu’nda liderlik kumaşı, devlet adamlığı nosyonu vardı. Kaht-ı Ricale, devlet adamına ne kadar muhtacız.
Unutulmamalıdır ki âlemde şer oğuzda er tükenmez.
Bir fatiha okumaz mısınız?
***
Serdar Arseven - Vakit
sarseven@hotmail.com 2009-04-09
Şehit Yazıcıoğlu’nun misyonunu yarınlara taşıyacak bir tercih? Şehit Muhsin Yazıcıoğlu’nun vefatından bu yana, “Büyük Birlik” dâvâsına gönül veren dostlarımızla çok daha sık görüşmeye başladık...
Bilemiyorum; belki de acıyı paylaşmak için böyle yapıyoruzdur, öyle bir psikolojidir...
İyi adam, dostlarını buluşturuyordur vefatından sonra da... Böyle düşünmek en iyisi.
•
Efendim; uzun zaman dilimlerinde, Şehit Yazıcıoğlu’nun “katledilip katledilmediğini” de tartışıyoruz haliyle...
Eldekiler, özellikle “helikopter kazasının ardından yaşananlara” ilişkin bilgiler bizi “cinayete” götürüyorsa da... Ne bileyim, acele hüküm vermek, kanaat belirtmek istemiyoruz işte!..
Bakalım, ANADOLU’DA VAKİT adına bir “teknik ekip” çalışıyor...
Bağımsız uzmanların hazırladığı bir rapor gelecek önümüze... Neticelerini sizlerle paylaşırız kısmetse...
•
Şimdiii...
Acaba zamanı mı değil mi?..
Bir meselenin üzerinde durmak istiyorum: BBP’nin geleceği ne olacak?..
Bu salt bir parti meselesi filan değil,
Rahmetli Yazıcıoğlu’nun sıklıkla ifade ettiği üzere, BBP ismi sadece bir “partiyi” temsil etmiyordu... Merhum, meseleyi partinin ötesinde “Büyük Birlik Projesi” olarak ele alıyordu...
Kültür coğrafyamızın “güç birliği”ydi projenin “ana aks”ı.
Büyük Birlik, emperyalizmin Türkiye’yi bölme planlarına direnebilecek yapıların bana göre en önemlisiydi.
Kürt kardeşlerimizi, Türkiye’den uzaklaştırmak için ellerinden geleni yapan “resmî”-“gayri resmî” odakların planlarını boşa çıkartmak için, o bölgelere de “gül” uzatıyordu Rahmetli.
Birlikte çıktığımız Güneydoğu seferinde “Kürt kardeşlerimizle nasıl kaynaştığını” ve onlara “Bizi birleştiren inançlarımızdır, aynı kıbleye yöneliyoruz, bundan daha geniş bir ortak payda olabilir mi?” hitabında bulunduğunu aktarmıştık...
Dahası, Şehit Yazıcıoğlu’nun Kuzey Irak’a ilişkin de “ezber bozan” politikaları vardı...
Mesela; o, zamanında Osmanlı’ya bağlılığını bildiren aşiretlerle zaman zaman bir araya gelirdi.
Bazılarını cenaze merasiminde de gördüğümüz “Barzani ve Talabani dışındaki” Kuzey Irak önderleri ile yakın teması vardı Merhum’un... Bunlar Amerika’nın ve İsrail’in bölgeye ilişkin hesapları ile örtüşmeyen girişimlerdi.
Şehit Muhsin Yazıcıoğlu “oyunu” bozuyordu, “farklı” Kürt temsilcileri ile buluşarak ve projeler geliştirerek!..
Ben, Şehit Muhsin Yazıcıoğlu’nu aramızdan alan “olay”ın sadece bununla sınırlı kalmayacağını, ikinci bir hamle olarak Büyük Birlik Partisi’ni de “yiyip bitirmeyi” hedeflediğini düşünüyorum...
Sadece ben değil; Büyük Birlik dâvâsına ömürlerini vermiş çok sayıda dostum da “bir sonraki adımı” kestirmeye çalışıyor ve tedbir almak istiyor...
Evet, bugüne kadar arzu ettiği oy oranlarının yanından bile geçememiş olsa da, çok büyük bir özgül ağırlığa sahip bulunan BBP’nin geleceği ne olacak?..
Bir yerlerde yapılan planların yankıları geliyor kulağıma;
Bu partinin başına “derin devlet” politikalarına yakın bazı isimlerin getirilmek istendiğine dair bir şeyler duyuyorum...
Evet BBP camiası hassastır, bu tür oyunları boşa çıkartacak hassasiyet ve dikkate sahiptir ama... Ben yine de, “dikkatin fazlası göz çıkartmaz” diyerek, endişeleri yansıtmak istiyorum.
Irkçı olmasın, derin devletin adamı olmasın, Şehit Yazıcıoğlu’nun “gül”leri uç uca ekleyerek oluşturduğu “sevgi ve anlayış” köprülerini yıkıp atacak türden bir zat olmasın.
Ergenekon’a dikkat, Merhum Yazıcıoğlu’nun sıklıkla işaret ettiği “kâzib şöhretlere” dikkat, helikopter kazası(!!!)nın ulaşmak istediği nokta neydi, buralara dikkat!..
•
Şehit Muhsin Yazıcıoğlu, sadece Türklerin değil, Arapların da, Kürtlerin de sevdiği bir siyaset adamıydı.
Mozayiği oluşturan bütün unsurların kendilerine yakın hissettikleri bir liderdi.
Ufku genişti, körü körüne muhalefet yapan tiplerden değildi, makul çözümlere açıktı, kavgacı bir yapısı yoktu ancak gerektiğinde kavga etmekten geri durmazdı...
Aşırılıklardan uzaktı; millete hizmet etmeyen devlete saygı göstermezdi...
Bununla birlikte, devleti de iyice ayaklar altına alan yaklaşımlara da karşı çıkardı...
Benim en çok üzerinde durduğum da; hiç kimseyi “mensubiyetinden” dolayı suçlamazdı... Şu veya bu ırka mensup bulunmanın kişilere üstünlük sağlamayacağını bilir, ona göre hareket ederdi...
Ben de zaten, medyanın hiç mi hiç ilgi göstermediği dönemlerde O’nun yakınında olmaya ve mesajlarını elimden geldiğince kamuoyuna yansıtmaya çalıştım...
O, tuttuğum yolun doğru olup olmadığını kestirebilmek için başvurduğum kaynaklardandı benim...
Birkaç kişi var böyle, mesela Mustafa Karahasanoğlu ağabey, Selami Çekmegil ağabey, Vakit’teki diğer dostlarım.
Ve kaybettiğim Muhsin Başkan.
•
Uzatmadan ifade edeyim ki; BBP’nin başına Şehit Yazıcıoğlu’nun birleştirici anlayışını hiçbir şekilde temsil edemeyecek, ırkçı tavrı öne çıkan bir isim getirilecek olursa... Yazıcıoğlu’nu aramızdan alan ‘kaza’(!!!)’nın sonrasındaki adım buysa ve başarı ile uygulanırsa BBP kaybeder... BBP kaybederse de Türkiye’nin kaybı büyük olur!..
•
Şöyle bitirmiş olalım: İnşallah; Şehit Muhsin Yazıcıoğlu’nun ruhunu rahat ettirecek bir tercih ortaya koyar camiası...
Öyle yapar.