Senin için ağlıyorum ama senle gurur duyarak
Mehmet Ali BULUT
Haber 7
28 Mart 2009 Onun ne âlihimmet bir insan, ne bahadır bir evlat olduğunu dost düşman herkes bilir…
Bilir amma geldi geçti işte o da herkes gibi…
Çünkü bu dünya Ankalar için sadece, sonsuzluk ummanı içinde küçük bir adacıktan ibarettir. Göçmen kuşların konup nefeslendikleri bir adacık…
İki cihan serveri, erler eri, sonsuzluk kervanının zülcenaheyn rehberi Efendimiz derler ki “Bu cihan yurdunda Adem için zaman, bir demden ibarettir. Ve kim ki o ‘dem’i, bir ‘adem’ olmaktan kurtarır, işte o Allah dostu bir erdir….”
Ben onu öyle bir er bildim, öyle bildik, öyle bildiler.
Allah Hz. Musa (as) için ‘Ve kane Muhlasan nebiyya’ buyurur. O ‘muhlas’tı der. ‘Muhlis’in de ötesinde... Muhlis, samimi olandır. Muhlas ise, karşısındakini bile erliği, mertliği, dürüstülüğü, yiğitliği ve ihlasıyla ihlaslı olmaya mecbur edendir. O kadar net ve samimidir ki, ona karşı hile yapmaya gerek duymazsınız. İşte o öyle bir kumaştı.
Bediuzzaman, ‘Bir insanın himmeti kendi milleti ise o bir millet kadar büyüktür’ der.
Evet o bir millet kadar büyüktür.
Bir gün bir genç emanet etti bana. “Kardeşim, o cins bir kumaştır. Bu millet adına ona sahip çıkmak lazım” demişti. Onun istediği kadar yapamadım ama o genç, 10 senedir, her Pazartesi, her Cuma, iki eli kanda olsa, beni arar, hürmetini bildirir, aramızda çok yaş olmamasına rağmen, ‘elini öperim’ der. En küçük bir şeye ihtiyacım olduğunu sezdiğinde atlar gelir…
Hayatımda onun kadar dikkatli, vefalı ve görevini bilen birini görmedim. O delikanlı bana Muhsin kardeşin bir emaneti idi, ‘İstanbul’u bilmez göz kulak ol’ diye. Kendisi için hatır koydukları böyle ise, kendisini siz düşünün.
* * *
Aramızda bazı nebi gönüllü adamlar vardır.
Biz onları anlayamayız. Gözyaşlarıyla dalga geçeriz, ‘hep ağlıyor’, diye…
Yüzlerindeki hüznü anlayamayız, ‘o hiç gülmez’ diye.
Saflıkları, duruşları, toklukları bize tuhaf görünür. Anlayamayız yüreklerindeki yüceliği erliği, fedakarlığı.
Bir gün TGRT’yi ziyarete gelmişti. Genel Yayın müdürünü ziyaret ediyordu. Ben İHA haber müdürü idim. Geldiğinden haberim yoktu. Beni sormuş, çağırdılar. Yukarı çıktım. Genel yayın müdürü onu kendi makamına oturtmuştu. Kapıdan başımı uzattım. İçeri kalabalıktı, beni görünce yerinden kalkıp geldi kapıya kadar ve kucaklaştık. Utandım. O gün “bu kadar tevazu ile bu güzel adam hiçbir şey yapamaz bu çarşıda” diye düşünmüştüm.
Evet, onun malları bu çarşıda fazla alıcı bulmadı!
Üftade hazretlerinin, saf katışıksız süt sattığı için kimsenin sütünü almadığı müridine söylediği ‘Sen de sütüne biraz su kat evladım!” şeklindeki latifesini hatırladım. Ve anladım ki, Muhsin kardeşin katıksız, saf, temiz, helal sütüne verebilecek kadar temiz paramız yokmuş ki, Allah şu helale bu murdarı nasip etmedi.
Evet o nebi gönüllü bir Anka idi. Nebiler, bilirsiniz, herhangi bir mümini, bir ananın çocuğunu sevdiği kadar severler. Hatta daha fazla… O yüzden biz onların şefkatini, merhametini anlayamıyoruz. Yüksek himmetlerini algılayamıyoruz.
Muhsin kardeş öyle muhlass, nebi gönüllü bir anka idi.
Ve göçüp gitti. Ardından yürek yangınları bırakarak... Çünük yapabilecek çok şeyi vardı. Hele bir ‘büyük aile’ projeleri vardı ki, belki de Anadolu’nun bahtını değiştirecek bir proje idi. O projenin mimarı Cevdet Tellioğlu. Projenin ortaya çıkışında emeğim var diyemem ama katkım olmadı değil. Bence de büyük değişimlere yol açacak bir proje.
Bireysel menfaati değil, toplumun ve milletin menfaatini öne çıkaran, ayağı yere basan bir proje. Cevdet bey, “Abi bunu Muhsin beye götüreceğim” dediği zaman, “Hah” demiştim “bu proje ancak ona yakışır!” Nitekim dinler dinlemez, hemen sahip çıkmıştı.
Bir şeyde milletin menfaati varsa, emin olabilirdiniz ki Muhsin kardeşim, ya o işin içindedir, ya arkasında ya önündedir. Ama asla karşısında olmazdı. Son konuşmasını dikkatle dinleyin. Sanki Rahman onun dilini kullanıyor gibi…
Bir anekdot daha anlatarak bitireyim. Bir dostum aradı, aramaların yapıldığı kinci günün sabahında. Dedi ki, “abi büyük ihtimalle Muhsin kardeş gitti”. Nereden biliyorsun dedim: Şöyle dedi:
“Gece saat üç gibi rüyama girdi. Sağ yumruğunu havaya kaldırmış, bir çocuk saflığı ve coşkusuyla “Şehid oldum ben şehid” dedi. Yataktan sıçradım. Baktım ki rüya imiş… “
Evet geçip gitti.
Ve bir millet, istikbalini, toprağa attığı tohumlarıyla, yani şehidleriyle ve gazileriyle besler. Garantiler.
Bediuzzaman da öyle demiyor mu, I. Dünya Savaşın’da verdiğimiz şehidler ve gaziler için? Onları milletin istikbali adına toprağa atılmış tohumlar gibi görür ve ‘istikbalde gelecek güzel günlerin’ gerekçesi sayar.
2002 yılında Bediuzzaman’ın, ‘kendisine bedel’ Kore’ye gönderdiği gazi talebesi Bayram abi, bir kaza sonucu hayatını kaybetmeden iki gün önce, yanında kalanlardan birine rüyada, “Allah bu milletin kadası için bir kurban alınacak” denilmiş. İki gün sonra Bayram abi düz yoldu kaza yapıp vefat etti.
Bazen güzel şeylerin büyük bedelleri oluyor işte.
Eminim ki o da bizim istikbalimiz için seçilen bir kurban oldu. Gerçi ben helikopterin kazaen düştüğüne inanmıyorum. Önceki yazımda da belirttim. Ta baştan beridir kalbim itiraz ediyor kaza olmasına. Ama delilim de yok. Kaza kabul edeceğiz yani. O yüzden de onu kaderin seçtiği bir kurban diye biliyorum bu miletin kadası için.
Ona da yakışır hani! İsmail’in (Türk millet’nin) yerine kurban olmak ne muazzam bir makam!
Bak vefatıyla nereye varacağı kestirilemeyen sisayi tartışmalar bıçakle kesilir gibi kesildi. Siyaset sahnesine edep, sükunet ve vakar geldi. İnşallah kaybı da bu Milet için, çekirdeğin, filiz için kendi varlığından geçmesi gibi manalara, maksatlara ve gayelere vesile olur.
Sen de ey kardeş, iyiliklerden bükülmüş ipliğinle, içimizde ebedi yaşayan ‘can’ olacaksın. Ne demişti Mevlana:
“Bir gün gidersin sen de. Tek tek gidenler gibi…
Yok olmak istemiyor musun?
İyi şeylerden evladın olsun.
İyiliklerin bükülmüş ipliğidir kalan…
Odur dünyaya direk olanların canı…”
Eminim dünyaya direk olanlardan biri olup gittin. Ama yine de özümüz göynüyor, içimiz yanıyor. Yunus da öyle dememiş miydi:
Bu dünyada bir nesneye / yanar içim göynür özüm
Yiğit iken ölenlere / gök ekini biçmiş gibi
….
Yunus Emre bu dünyada / iki kişi kalır derler
Meğer Hızır, İlyas ola / abıhayat içmiş gibi…
Sen ‘hızır’a ‘llyas’ oldun. Çünkü Hızır ve İlyas, yeniden doğuşun sembolüdür. Musa’nın balığı yok olmasaydı, Hızırla buluşamazdı. Sen bizi Hızırla buluşturmak için suya atlayan balık oldun ki biz dönüşümümüzü, dirilişimizi tamamlayalım diye… Çünkü şehid oldun. Ve bu topraklar yaşadıkça sen de dalgalanacaksın havamızda, toprağımızda can diye, dirlik diye, düzen diye…
Selam olsun sana! Ve bizden salat ve selam ilet, perde ardında bekleyen canlar canı Nebiye.
Ağuşunu açmış bekliyor seni… Uğurlar olsun kardeşim!
Senin için ağlıyorum ama Senle gurur duyarak!
Mehmet Ali Bulut - Haber 7
mabulut@gmail.com