İSLÂMİYET VE MİLLETLER
S. Ahmed Arvasi
İslâmiyet, üniversel (âlemşümul) bir davettir. Irkları ve milletleri hem kabul ve tasdik eder, hem de «İslâm kardeşliği şuuru» içinde işbirliği yapmaya çağırır. İslâm kardeşliği, milleti yok etmeye çalışan komünist ve masonik beynelmilelciliğe (internationalisme'e) asla benzemez ve benzetilemez. İslâmiyet, komünistlik ve masonluk gibi milliyetleri ve ırkları inkâr ederek kozmopolit bir dünya kurmak dâvası peşinde değildir. Yüce ve mukaddes kitabımıza göre, insanlar, Âdemoğulları olarak aynı kökten gelmiş olmakla beraber, çeşitli millî ve ırkî şubeler ve dallara bölünmüşlerdir. Bu durum, ilâhî bir irâde olup inkâr ve ihmal edilmesi mümkün olmayan biyolojik, psikolojik, ekonomik, sosyolojik ve politik bir vakıadır. Bu konuda Kur'ân-ı Kerîm'in emirleri o kadar açıktır ki, «Ey insanlar, biz sizleri bir erkekle bir kadından yarattık ve birbirinizle tanışasanız diye, sizi şubelere (ırklara, milletlere) ve kabilelere ayırdık. Şüphesiz ki, Allah yanında en şerefli takvada en ileri olanınızdır.» Hucurat Sûresi, âyet: 13). Yine, «O gökleri, o yeri yaratması, dillerinizin ve renklerinizin birbirine uymaması da O'nun âyetlerindendir. Hakikat, bunlarda bilenler için elbette ibretler vardır.» (Er-Rûm Sûresi, âyet: 22). Bu âyet-i kerime mealleri, hiçbir tevile meydan bırakmadan, dinimizin ırklar ve milletler karşısındaki tavrını ortaya koyar. Öte yandan, yüce Peygamberimizin (O'na selâm olsun): «kişi kavmini sevmekle kınanamaz» ve «kavmin efendisi hizmet edendir» tarzında ifade buyurdukları meşhur hadîsleri,, konuyu daha da aydınlığa çıkarmaktadır. «İslâm sosyolojisinde», milletler ve ırklar, insanlık kadar gerçektirler ve ancak bunların «şerefi», Allah yolunda gösterecekleri hizmet ölçüsünde değişir, islâm'a göre «şeref», et ve kemikte değil, renk ve biçimde değil, ancak «takvada en ileri olmak»tadır. Bize göre, sarı saçlı bir Alman ile kıvırcık saçlı kara derili bir zenci, «insan olmak haysiyeti» itibarı ile eşittirler. Yine, «beyaz insan» ile «zenci», İslâm olmakla şereflenmişlerse, «din kardeşi» olurlar, manevî rütbe ile şerefleri, bu imanın gerektirdiği aşk, ahlâk ve aksiyon oranında değişir. Bu fazilet yarışında, ileride olmak ise bir renk ve kafatası meselesi değildir. Yüce peygamberimiz, takva yarışına katılmayıp faziletlerle değil «et ve kemik» üstünlüğü, «renk ve kafatası biçiminde şeref» iddia ederek, «cahiliye devri âdetlerine saparak» kavmiyetçilik yapmayı men etmişlerdir. Yüce Peygamberimiz, insanların, «kavmiyet» adları ile çağırılmalarını sevdiklerini bildikleri için, kendisine «sahabî» olmak şerefine ulaşan başka kavimlerin çocuklarını, bir taraftan «islâm kardeşliği şuuru» ile mukaddes bağırlarına basarlarken, diğer taraftan da «Bilâl El-Habeşî», «Selman El-Fa-risî», «Süheyl El-Rumî»... olarak çağırırlardı. İslâm tarihindeki bu gelenek, hâlâ devam etmektedir. Evet, İslâmiyet, millî hüviyetimizi koruyarak, bizi âlem-şumul bir davetle bağrına basarak her iki dünyada mutlu kılmak istemektedir: BARIŞ BUDUR.
|