Türk Müslümanlığı’na Eleştirel Bir Yaklaşım (2) / Serdar TaştanMilli Din Oluşturma ÇalışmalarıSemavî dinlerin müşterek olduğu noktalardan biri evrensel oluşlarıdır. Bu hakikat, İslâmiyet kadar Musevîlik ve İsevîlik için de geçerli olduğu halde zamanla mezkur iki dinin tahribine paralel olarak bir millî din anlayışı doğmuştur. Mevzuumuz İslâm dairesi içinde yer alan Türklerin millî bir din meydana getirme çabaları olduğu halde konuya bu iki dindeki oluşumlar açısından bakmakta fayda vardır. Böylelikle meselenin daha kolay anlaşılacağı kanaatindeyiz.
Hz. Musa'nın getirdiği dinin ve ona gönderilen kitabın hiçbir zaman İsrailoğulları nezdinde rağbet bulmadığını iddia edebiliriz. Henüz Hz. Musa'nın yaşadığı dönemde onun Tur Dağı'na çıkmasını fırsat bilen kavmi, Samiri'nin önderliğinde bir altın buzağıya tapmaya başlamıştır. Nitekim daha sonraları İsrailoğulları, Musa şeriatına alternatif olarak Talmud'u ortaya çıkarmışlar ve onu Tevrat'a tercih etmişlerdir.
Talmud, Tevrat'a nazaran Yahudi karakterini daha iyi sergilemektedir. Bu eser, Yahudi milletinin maddî-manevî her türlü inanış ve yaşayışlarını içine alan bir "felsefî doktrin"dir. Pratikte Tevrat'tan önce gelir, Yahudi zihniyetinin ana kaynağıdır. Musa dinine aykırı fakat siyonizme uygun her görüşün menbaı bu kitaptır. Talmud adlı nizamnâmede şu esaslar bulunmaktadır:
Yahudiler dışındakileri devir devir imha ediniz.
Yahudi olmayanların malları, terk edilmiş mallar gibidir. Her Yahudinin bu emval üzerinde dilediği gibi tasarruf etme hakkına sahiptir.
Allah, Yahudilere diğer milletleri sömürme hakkını tanımıştır.
Allah indinde Yahudiler, meleklerden daha sevimlidir. Yahudiyi tokatlayan şahıs bunu Allah'a karşı işlemiş gibidir. Bir Yahudiyi dövenin cezası ölümdür.
Yahudiler olmasaydı dünyada bereket olmazdı. Güneş doğmaz, yağmur yağmazdı.
Yahudi olmayanlar köpek ve domuzdur. Yahudilerin bu insanlara merhameti haramdır. Yahudiler bu adamlara fenalık yapmakla Allah'a yaklaşırlar.41
Onların bu anlayışı, Tevrat'ın İlahî hüviyetinden insanî hüviyete düşmesi yani değiştirilmesi ile bu kitaba da sirayet etmiştir. Ahd-i Atik'te ırkçılık ile ilgili bablara rastlanmaktadır:
"Kavimler sana kulluk etsinler ve milletler sana baş eğsinler" (Tekvin, bab 27:29)
"…benim kavmimi, İsrailoğullarını.." (Çıkış, bab 3:10)
"Rab şöyle diyor: İsrail, oğlum, ilkimdir" (Çıkış, bab 4:22)
"Bana mukaddes olacaksınız; çünkü ben, Rab mukaddessim ve benim olmanız için sizi diğer kavimlerden ayırt ettim" (Leviler, bab 20:26)
"Kendisine böyle yakın Allah'ı olan hangi büyük millet vardır" (Tesniye, bab 4:7).
Yahudilerin bu millî din oluşturma çabaları bugünkü anlayışlarını da aksettirmektedir. Günümüzde Filistin'de yaşanan olaylara Talmudî anlayış çerçevesinde bakmak, onların katliamlarını açıklayacaktır kanaatindeyiz.
İsevîlik, Musevîliğe göre daha yumuşak bir ırkçılık izleyerek millî din haline gelmiştir. Bugün beyaz ve siyah ırkın kiliseleri birbirinden farklılık arz etmektedir. Ayrıca Hıristiyan dünyasının Ortodoks, Katolik, Protestan diye mezhebe dayalı -ve ırk ile bağlantılı- sınırlara ayrılması bunun bir tezahürüdür. Nitekim son zamanlarda Birleşmiş Milletler'in Kosova'ya müdahelesi de Balkanlar'da Rus, Sırp ve Yunanlılardan müteşekkil bir ortodoks üçgeninin endişesi olarak mütalaa edilmelidir.
İslâm âleminde de eskisine nazaran daha kuvvetli hissedilen bir milliyetçilik ve millet ile İslâmiyet'i terkip gayretleri gözlemlenmektedir. "Arap sosyalizmi, Arap birliği ve sosyalizm, İslâm sosyalizmi, ak devrim, Türk milliyetçiliği, (Turancılık)" gibi mefhumlar bunun tezahürüdür. Türkiye'de -bilhassa- Ziya Gökalp ile başlayan ve Türkleşmek, İslâmlaşmak, Muasırlaşmak şeklinde formüle edilen tez ile İslâm öncesi orta Asya ve Anadolu kimliği; Nasır dönemi Mısır'da Arap/Afrika/İslâm kimlikleri, Sedat döneminde Firavun kimliği, Lübnan'da Finikeli kimliği, Irak'ta Babil kimliği ön plana çıkarılmaya çalışılmıştır.42 Mevzuumuz Türk Müslümanlığı olduğu için, bu millî din meydana getirme çalışmalarını yalnızca Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde değerlendireceğiz.
Tanzimat sonrası ortaya çıkan fikir akımları, pragmatik bir yaklaşımla devleti içinde bulunduğu durumdan ancak kendi fikir sistemlerinin ve uygulamalarının kurtaracağına iman etmişlerdir. Bu akımların en mühimleri Osmanlıcılık, İslâmcılık, Batıcılık ve Milliyetçilik'tir.
Osmanlıcılık akımı dini sosyal bütünleşmeyi sağlayıcı bir araç olarak görüyordu. "Bilâ tefrik-i cins u mezheb" şeklinde formülleştirilen ve bir Osmanlı milleti meydana getirmeye çalışan bu fikrin dine karşı bir teori geliştirmediği, buna mukabil ekalliyetlere ait dinî kurumlar da dahil olmak üzere, bütün dinî kurumları kontrol altına alarak merkeziyetçi bir yapılanmaya gitmiştir. Ancak bu fikir, etnikliği ve dinî aidiyeti görmezden gelerek Osmanlı milleti oluşturmak çabaları içinde iken batıda yükselen değer milliyetçilik, Osmanlıya da sirayet etmiş ve bu fikrin geçerli bir yanının olmadığı anlaşılmıştır.
İslâmcılık akımı ise, halifelik statüsünden de yararlanarak ve etnik unsuru görmezden gelerek ümmetçilik fikri etrafında bir millet oluşturmak istemiştir. Ancak bu fikir yeni bir fikir değildir. Dünyanın Darü'l-harb ve Darü'l-İslâm diye ikiye ayrıldığı düşünülürse bu teori çok önceleri ortaya atılmıştır. Bu fikir dönemin bir çok aydını tarafından benimsenmiş olmasına rağmen, İmparatorluğun çökmesine paralel olarak uygulanma imkanı bulamamıştır.
Batıcılar ise, Avrupa’da görülen pozitivist ve rasyonalist akımları Osmanlı Devleti'nin kurtuluşu için reçete olarak görmüşlerdir. Batıcı akımdan Abdullah Cevdet gibi bazı radikaller medeniyetin bir bütün olduğunu, onun gülü ve dikeniyle birlikte kabul edilmesi gerektiği tezini savunmuştur. Bu görüş dinde reformun gerekliliğine inanmıştır. A. Cevdet'in çıkardığı İctihad isimli dergide Kılıçzade hakkı imzasıyla yayımlanan Pek Uyanık Bir Uyku bu bakımdan manidârdır: "Ya Hafız levhasının altına bir sigorta levhasının asılması; İslâmiyet'in şartını bir tüfek bin fişek, daimi ve taze üç günlük idareye tabi bir torba ekmek sahibi olmak düsturunu da ekleyerek altıya çıkarılması; kadınların diledikleri tarz ve biçimde telebbüs edecekleri; kızların tahsilleri ve bekarlıkları müddetince Müslüman Boşnak ve Çerkesler'de câri olan âdet-i müstehsene üzere asla tesettür etmeyecekleri; tekkeler, zaviyeler ve mekteblerin ilgâ olunması; evliyaya nezirlerin men edilmesi; muhtelif mezheplerin söz sahiplerinin bir araya gelerek yeni bir mezheb kabul etmeleri, hutbelerin Türkçe ve asrın ihtiyaçlarına göre irad edilmesi43 gibi o dönem için radikal olan fikirler, ancak Cumhuriyet Türkiye'sinde mümkün olmuştur.
Milliyetçilik akımı ise Osmanlı Devleti'nin kurtuluşunun Türk milleti sayesinde mümkün olacağını ve "dilleri aynı olan kavimler birliği" anlamına gelen Turan'ı savunmuştur. Milliyetçilik, muasırlaşma ve İslâmlaşmadan da vazgeçmediği içi batıcılık ve İslâmcılık fikirleri ile münasebet içinde bulunmuştur. Bu da her iki akımdan dolaylı olarak etkilenmesine sebep olmuştur. Bugün savunulan Türk Müslümanlığı da aslında Türkleşmek, İslâmlaşmak, Muasırlaşmak formülünün yansımasıdır.
Milliyetçiliğin siyasî olduğu kadar ideolojik öncülüğünü de yapan, hars ve tehzib fikri etrafında yeni bir oluşum sağlamak isteyen Ziya Gökalp'in dinî kültürel bir unsur olarak mütalaa etmesi ve "dinde Türkçülük" şeklinde yeni bir formül geliştirmesi de milliyetçilerin, millî bir din ortaya koyma çabası içinde olduklarını göstermektedir. Bu fikir bugünde birçok milliyetçi tarafından savunulmaktadır.
Gökalp'e göre dinî Türkçülük, "din kitaplarının ve hutbelerle vaazların Türkçe olması44 demektir. Ancak o, bu fikrini daha da ileri götürerek ve İmam-ı Azam'ın bir fetvasına istinaden namazdaki surelerin millî lisanda okunmasının caiz olduğu fikrini öne sürmüştür45. Onun bu fikirleri uygulama alanı bulmuş ve Cumhuriyet döneminde ezan Türkçeleştirilmiştir.
Gökalp'in temelini attığı bu görüş, daha sonraları gündemi yine meşgul edecektir. 1925 yılında "ibadeti zamana uydurmak" isteği ile İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi uzmanlarınca bir program oluşturulur. Başkanlığını Gökalp ekolünden gelen Fuad Köprülü'nün yaptığı komisyon, 20 Haziran 1928 yılında reform programını yayınladı. Buna göre, bütün içtimaî müesseselerin millîleştirilmesi (din de içtimaî bir müessese telakki edilmiştir), dinî hayatın ilmî tefekkürler ve usullerle ıslahı yoluna gidilmiş ve alınan tedbirler şöyle sıralanmıştır:
"Evvelâ ibadetin şeklinde: Mebetleri-miz temiz, muntazam, kabil-ı ziyaret ve kabil-ı iskân bir hale getirilmelidir. Mabetlerde sıralar, elbiselikler tesis edilmeli ve temiz ayakkabılarla mabetlere girilmesi terviç edilmelidir. Bu, dinî ıslahatın ibadete olan sıhhî şartıdır.
Saniyen ibadetin dilinde: İbadet lisanı Türkçe olmalıdır. Ayinlerin, duaların, hutbelerin Türkçe şekilleri kabul ve istimal edilmelidir. Bunlar yalnız hafızanın sermayesi olarak değil, mektup ve muharrer olarak dahi istimal edilebilmelidir. Ve mabetlerde bu esasta teşkilat yapılmalıdır.
Salisen ibadetin sıfatında: İbadetin son derece bediî, müheyyiç ve ruhanî bir şekilde yapılması temin edilmelidir. Bunun için usulü dairesinde teganniye müstait müezzinler, imamlar yetiştirmek lazımdır. Ayrıca, mabetlere musiki aletlerinin kabulü dahi lazım gelir. Mabetlerde ilâhi mahiyetinde asrî ve enstrümantal musikiye katî ihtiyaç vardır.
Rabian ibadetin fikriyatında: Hutbele-rin matbu şekilleri kâfi değildir. Hitabet kıraatten ayrı bir şeydir; hutbelerde mühim olan mahiyet, doğrudan doğruya ilmî, yahut iktisadî fikirler değil, doğrudan doğruya dinî olan kıymetler ve ma'kulelerdir.46"
Hayatın bütün öteki alanlarında yer alan aktif gelişme sürecine dini de uydurma47 amacı taşıyan bu reform planı, o dönem için çok radikal bulunmuş ve devlet komisyonu dağıtmak zorunda kalmıştır. Ancak şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki, bu reform planı devlet tarafından ezanı Türkçeye ve camiileri meyhaneye çevirecek kadar daha radikal bir seyir içinde uygulanmıştır. Asırlardan beri ilahî dille okunan ezana ve ibadete alışmış millet ve aydınlar nezdinde bu hareket tepki ile karşılanmıştır.
Bediüzzaman Said Nursî de Mektubat isimli eserinde ezan ve ibadet dilinin millîleştirilmesini savunanlara şiddetle karşı çıkmaktadır. "Ehl-ı ilhada kapılan ulemâü's-sû', milleti aldatmak için diyorlar ki: İmam-ı Âzam, sair imamlara muhalif olarak demiş ki: İhtiyaç olsa, diyâr-ı baîdede, Arabî hiç bilmeyenlere, ihtiyaç derecesine göre, Fâtiha yerine Fârisî tercümesi cevâzı var. öyle ise, biz de muhtâcız, Türkçe okuyabiliriz?48
Said Nursî bu soruya, böyle bir şeyin ancak İslam ülkelerinden uzak kalındığında, ihtiyac-ı hakikiye binâen ve cennet ehlinin lisanı sayılan Farisî lisanıyla yalnızca Fatiha'ya mahsus olarak verileceğini belirtir. O, bu hususta cevaz gösterenleri ve bu fetvayı millî din oluşturma yolunda kullananları karşılaştırır ve millî din teorisyenleri ve mimarları hakkındaki görüşlerini şu nihaî hükmü koyarak tamamlamaktadır: "(Fatiha'nın Farsça okunmasına) kuvvet-i îmândan gelen bir hamiyet-i İslâmiye ile, maânî-i mukaddesenin, avâmın tefehhümüne medâr olmak için cevâz gösterilmiş. Halbuki zaaf-ı îmândan gelen ve menfî fikr-i milliyetten çıkan ve lisân-ı Arabîye karşı-nefret ve zaaf-ı îmândan tevellüd eden meyl-i tahrip sâikasıyla tercüme edip, Arabî aslını terk etmek, dini terk etmektir.49"
Millî din oluşturma gayretlerinin en radikali 1934 yılında A. İbrahim'den gelmiştir. Onun "Millî Din Duygusu ve Öz Türk Dini" isimli kitabı basımından hemen sonra toplatıldığı için hem yazar hem de eser hakkında fazla bilgimiz yoktur. Eserin Beyrut'ta 1937 yılında Türk basını hakkında çıkan İngilizce özeti daha sonraları Almanca'ya çevrilmiştir. Nihayet bu özet, Almanca çevirisine sadık kalınarak Turgut Akpınar tarafından Türkçe'ye tercüme edilmiştir. Eserin orjinalini bizim de aradığımızı fakat bulamadığımızı üzüntüyle belirtmeliyiz. Ancak Akpınar ile hususî konuşmamızda, onun yazar hakkındaki intibaanı ilginç bulduk. Ona göre bu eser Rum veya Ermeni biri tarafından yazılmıştır. Böyle olsa bile eserinden, A. İbrahim'in kendini Türk gibi hissettiği anlaşılmaktadır.
İbrahim'e göre İslâmiyet, "bizim için millî değildir. Bu yüzden İslâmiyet yerine millî ve mükemmel bir din yaratmakla yükümlüyüz." O, bu görüşünü desteklemek amacıyla şöyle bir tez ileri sürer: "eski dinler, modern insana bir şey ifade etmediği için, gelişmeye elverişli değillerdir. Biz modern ve gelişmeye kabiliyeti olan bir dine muhtacız. İslâmiyet'e modern bir şekil vermeğe muktedir değiliz. Bu belki, İslâm'ın sabah namazı, abdest, sarhoş edici içkilerin yasaklanması, insanların eşitliği vb. gibi güzel esasları için imkansız değildir. Bugün milletler açıkça dinleri, ilmî ve millî esaslara göre değiştirmeye gayret etmektedirler. Yeni dinler milletlerin kendi benliklerine uygun bir şekil alacaklardır. Gerçek bir din ise şüphesiz millî ve yerli olan dindir. İslâmiyet bize yabancıdır, çünkü millî yani "Türk'e has" değildir.50"
Yazarın cumhuriyet inkılaplarından ilham aldığı da görülmektedir. Nitekim mezkur yazının devamında bu açıkça görülmektedir. "Memleketimizde Arap dili ve kültürü çökmeğe başlamıştır. Bu bizim millî amacımızdır. Bu yüzden İslâmiyet de çekiciliğini kaybetmeğe başlayacaktır. Millî bir dine ihtiyacımız vardır." A. İbrahim'e göre gerçek din, bir milletin özünden kaynaklanır. "Bu sebeple İslâm dini Araplar için millî bir dindir, fakat asla bizim için değil. Millî hayatın atılımları karşısında, millî olmayan bir din ölüp gitmeye mahkumdur." Bundan sonra ise yazar, yeni dinin teorileri ve pratikleri üzerinde durmaktadır. "Biz inancımızı değiştirmek zorundayız. Bir insanın en yüksek ideali ve dini halkına, milletine sevgi olmalıdır. Dinî ibadet yerlerinde, millî şarkılar söylenmelidir. Arap kültüründen kurtulmak ve kendi milliyetimize sahip olmak için Mekke'yi gösteren mihrabımızın yönünü değiştirmeliyiz. Bizim yöneleceğimiz cihet Sakarya olmalıdır. Biz Türklüğü yüceltmeli ve bütün Türk vatandaşlarına el uzatmalıyız…" İbrahim'in millî din için örnek aldığı da Luther'dir. Ona göre Luther, "ilmi ve dini birleştirmiş ve batı hayatının ihtiyaçlarına, gereksinimlerine uygun bir din yaratmıştır. Asil Türk milleti de aynı şeyi yapabilir."
Daha sonra İslâm dininin esaslarını sorgulayan yazar, "ideal bir Tanrı"nın zaruretine inanmakla beraber, diğer esasları reddetmektedir. İşe meleklerin varlığını sorgulamakla başlar ve biraz mistik bir ifade kullanarak meleklerin varlığını reddeder. Ona göre "Yaratıcı sonsuzluğu doldurduğundan, Tanrı ile insanlar arasında hiçbir aracı mevcut olamaz. Vahiyler mevcuddur fakat bunlar Tanrı'nın vahiyleri değildir. Birkaç olağanüstü şahsiyet geniş cemaatleri, yüksek ideallerine bağlayabilmek ve onları bu ideallere göre şekillendirmek için kendilerinin peygamber olduklarını, vahiyler aldıklarını söylerler. Fakat bunlar Tanrı'dan gelmezler.
Yazar hiçbir dini nihaî din olarak kabul etmez. O sadece, daima gelişen millî bir dinin kabulünden yanadır. İslâm dininin ibadet hükümlerini gereksiz bulur. "Türkiye'nin dini hangi din olmalıdır" sorusunu sorar ve buna kendine göre bir cevap verir: "Yabancı bir dinin bizim dinimiz olmasına imkan yoktur. Bu, milliyetçiliğin esaslarına aykırıdır. Bu din bizi, sevgi ve heyecanla milletimize bağlayamaz. Biz Türkler'in dinini, Türkler'in Tanrısını, Türkler'in benliğinde aramalıyız. Din bir milletin uzuvlarını birbirine bağlayan bir kuvvettir. Hiçbir millet dinsiz olamaz. Bu nedenle bizi biraraya getiren ve heyecanla dolduran bir dine muhtacız.
A.İbrahim, eserinin son bölümü olduğunu tahmin ettiğimiz kısımda ise millî dinin ve Türkler'in millî dininin oluşumuna katkıda bulunacak esasları maddeler halinde sıralamaktadır.
"Millî Dinin Esasları
1- Dinin temeli ahlakîlik olmalıdır. Bu esas, korku veya mükafat olamaz.
2- Din ilimle mutabakat, çalışma halinde olmalıdır. İlimsiz din kör kuvvet, inançsız ilim kuru bir gerçektir. Her ikisi elele yürümelidir.
3- Din, halka rehberlik etmeli, ona biraraya gelmekte ve birliğini hissetmekte yardımcı olmalıdır. Din insanda insanlığa karşı duyulan kezâ kendi milletine olan sevgiyi geliştirmelidir, insanları sınıf ayrımlarından uzak tutmalı ve gelişme için müşterek çalışmada birleştirici olmalıdır.
4- Diğer bir esas musikidir. Musiki kelimelerle ifade edilemeyen yüce duyguları uyandırabilir. millî din için, musikiyi bir temel olarak tanımalıyız.
5- Diğer bir temel unsur şüphesiz millî dildir.
Bu esasların ne kadar sürdüğünü bilmiyoruz. Ancak göre bunların milliyetçilik fikri ekseninde olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Zira hemen arkasından gelen "Türkler'in Millî Dini" bölümü iddiamızı destekler mahiyettedir. Bu bölümde ancak üç madde hakkında malumat sahibiyiz.
1- Türkler'in dini Türk edebiyatından ve Türk musikisinden doğacaktır. Edebiyat ve musikimizi imkanlar ölçüsünde geliştirmenin yollarını aramalıyız.
2- Camiiler modernize edilmelidir… Bir din devamlı olarak yeni esaslara ve fikirlere göre kendini geliştirmelidir.
3- Yazarlarımızla Ankara ve İstanbul'daki önderler bir birlik oluşturmalı ve millî, dinî bir dergi çıkarmalı ve bu dergi bütün yurda dağıtılmalıdır. Böylece, millî bir dine kavuşabiliriz.51"
Eser, radikal bulunup toplatılmasına rağmen aynı görevi devletin üstlendiğini iddia edebiliriz. Atatürk ve millî şef dönemindeki uygulamalar bunun bir tezahürüdür.
A. İbrahim'in eserinin neşredildiği yıllarda yazılması hasebiyle Said Nursi'ye ait Yirmi Dokuzuncu Mektub'un, İbrahim'e karşı da bir cevap özelliği taşıdığı iddia edilebilir. Nursi, İslâm'ın esaslarının değiştiren ehl-i bid'a'nın batılı inkılapçılardan mülhem olarak böyle bir fikri savunduklarını nakletmektedir. Avrupalıların, katolik mezhebini beğenmeyerek, başta ihtilalciler, inkılapçılar, feylesoflar Protestanlık mezhebine iltizam ederek, Fransız ihtilalinden istifade ile Katolik mezhebini tahrip edip Protestanlığı ilan ettiklerini savunan batılı taklitçiler buna istinaden İslâmiyet'te de böyle bir inkılabın olacağını savunmuşlardır. Said Nursi, bu fikre şiddetle karşı çıkmış ve "füruat-ı İslamiye'nin değişmeye kabil bir libas hükmünde olmadığını, değiştirildiği takdirde esas dinin baki kalmayacağını savunmuş ve dini değiştirmeye çalışanların Allah'ı inkar ettiğini yazmıştır.52
Dine saldıranlar batılıların din ve din adamlarına saldırarak terakki ettikleri ve taassubu yıktıklarını ileri sürmüşlerdir. Bizi taassubun geri bıraktığı iddiası ile İslamiyet'i yıkmak istemişlerdir. Bediüzzaman bizi yıkanın din olmadığını, İslam'da ruhban sınıfı ve taassubun bulunmadığını iddia etmiş ve bununla amaçlananın İslam'ı yıkmak olduğunu belirtmiştir.
Türkiye'de demokrasinin çiçek açması ile Atatürkçülüğün tehlikeye girdiğini görenler bu defa da dinde reform adında, kaynağını Kemalizm'den alan bir İslâm anlayışı ileri sürdüler. Emekli bir sosyal bilgiler öğretmeni olan Osman Nuri Çerman bu işi üstlenmişti. Dinimizde Reform: Kemalizm ismi ile çıkan dergi, millî din oluşturmak amacıyla Kemalizm Müslümanlığı'nın ideogluğuna soyunmuştur. Çerman, Kemalizm'in tanımını şöyle yapmaktadır: "devletimizin banisi, milletimizin fedakar, sadık hadimi, insanlık idealinin mümtaz siması eşsiz kahraman Atatürk'ün beyanları Kemalizm'dir.53" Yazar bundan sonra ise İslâm ile Kemalizm'i birleştirmek için onun kaynağını dinden aldığını iddia etmektedir. "Kemalizm İslâm dininin esasları olan (ahlak, fazilet, millî duygu, hürriyet, istiklal, vatan aşkı, hak ve hakikatseverlik, ilim ve medeniyet) prensiplerini öz dilimizle açıkladığı için kutsal ve daima hayra yarayan reformun yan şeklidir. Kemalizm: akıl, ilim ve mantığa uymayan masallardan, safsatalardan, uydurmalardan, hilei şeriyyelerden temizlenmiş İslâm dinidir. Çünkü ulu Atatürk'ün sözlerinde ne varsa Kur'an'da da vardır. Kur'an'ın hatta bütün kutsal kitapların ruhundaki cevher-ı asli Kemalizm'in prensiplerinde yer almıştır.54" Çerman'ın din tanımlaması da Kemalizm kadar ilginçtir. Ona göre din, "insanların sağlık selâmetleri için aklın bulabildiklerini tertip teyit tanzim eden ve Allah'a izafe edilen prensiplerdir.55" Yazar Kemalistliği hakiki dindarlık sayar ve Tanrıya imanın Kemalizm'in prensiplerine iman olduğunu ileri sürer. Buna göre ise "mabedimiz: bütün vatan, mihrabımız: bütün millet, Anıtkabir de Kâbemiz olabilir56".
Yazar bu açıklamalarından sonra dinde reform ile maksatlarının ne olduğunu anlatmaktadır. Buna göre
1- Tanrıya millî dille ibadet,
2- Kur'an'ın Kemalizm'e de uygun olan ahlak, fazilet, medeniyet ve ilim aşılayan ayetlerini Türkçeleştirerek millete öğretmek…,
3- İnsanların vasıtaya muhtaç olmadan tanrı ile başbaşa dua ve ibadet edebilmesini sağlamak,
4- Her türlü din ve mezhep sahiplerine, Türk ve Türkiye düşmanı olmadıkça saygı göstermek ve kin beslememek,
5- Din adamlarını eğitimime tabi tutarak Kemalizm'in esaslarını öğrtmek
6- Camiilerimizi modern sıhhat ve temizlik kaideleri ile döşeyerek konforlu hale getirmek
7- Devlet kanunlarını da vatandaş şuuruna yerleştirmek…
8- Dinde, dilde, gelenekte adetlerimizde Arap tesirini sıfıra indirmek, millî birlik ve benliğimizi batı medeniyetinin ahengi içinde, Kemalizm'in ışığı altında müstakil kalmasını sağlamak,
9- Hulasa, dini; vatan ve milletin menfaatine, Kur'an ve ilme uymayan mukaddesat oyunları ile Arap menfaatine hizmet eden manevi bir baskı olmaktan korumak ve kurtarmak…
Çerman, derginin bütün sayılarında ter verdiği reform programları ile hayatın her safhasına el atmıştır. İslâm'ın haram saydıklarını helalleştirerek çağdağ asrın ibâhiyesi kisvesine bürünür.
Dergide dikkat çeken bir diğer mevzuu ise Besim Atalay imzası ile yayınlanmış "Millî Din" başlıklı yazıdır. Bu yazıda millî kimliklerine uymayan dinleri kabul etmeyen kavimlerin benliklerini yitirdiklerinden bahsedilmektedir. Yazar Yahudilerin benliğini korumasından ise övgü ile bahsetmektedir. "Yahudiliği kurtaran, millî dinleridir. Dinler millî bir şekil almadıkça, onu kabul edenlerin ruhlarına, kafalarına, benliklerine, iyice işleyip yerleşmedikçe hiç bir fayda vermez, böylesi olmıyan bir din aslında kuvvetli olsa bile zaiftir." Atalay, sonunda şu hükme varır: "İslâm dini de Türkçeleşmedikçe millî din olamaz. Ancak ve ancak Arap idealizmine, Türk'ü Araplaştırmaya yarar. Dinde reform ve Kemalizm, Türk'ü Türklüğünden ayırmadan dindar yapabilir.57"
Dergi, Kemalizm ismini korumasına rağmen bazen Dinimizde Reform kısmına eklemeler veya kısaltmalar yapmıştır. 1960 yılında dergi, İdeal Türkiye İçin Dinimizde Reform: Kemalizm ismi ile çıkmıştır. Artık idealizmi, dini ve Kemalizm'i birleştirmek gayesindedir. Bu amaçla yayınlanan Kemalist Türk'ün Kelime-ı Şehadeti dikkat çekmektedir. Bu yeni dine girişin ilk şartı olan sözler şöyle idi: "Bir karşılık beklemeden, ahlak, adalet, hukuk ve insan hakları prensiplerinden ve vicdanî kanaatlerimden başka bir sınırla bağlı olmaksızın kendimi Türk milletine adadım.
Vatanın ve milletin mutluluğuna ve milletin egemenliğine aykırı bir ülkü gütmeyeceğim.58"
Benzer görüşler yani, devlet ile İslâm'ı ve İslâm ile Kemalizm'i barıştırma çabaları günümüze kadar Türk Müslümanlığı, Türk-İslâm Sentezi, Türk-İslâm Terkibi gibi isimlerle gelmiştir. Bu hareket özellikle 12 Eylül sonrası devlet ve ordu tarafından da desteklenmiştir. İhtilali yapanlar kitlesel ve popüler bir ideolojiden yoksun olduklarından bu açığı kapatmanın endişesi içine düşmüşlerdi. Onun için dayanakları, Aydınlar Ocağı'nın ürettiği "Türk-İslâm sentezi" (bu görüş aslında Türk-İslam ve Batı Sentezi'dir) oldu. Yumuşatılmış bir İslâm anlayışı ile Kemalizm'in terkibini yapan ve devleti kutsallaştıran bu kurum ve bu kuruma mensup -çoğu akademisyen- insanlar yalnızca bununla da kalmamıştı. Atatürk, dini hurafelerden temizlemiş ve ona gerçek değerini dindar bir insandı, Alevîlik bir Türk tarikatıydı ve Kürtler Türk'tü. Böylelikle Türk Müslümanlığı toplumun tamamını bir çatı altında toplayan ve bütünleşmeyi sağlayan bir proje olarak telakki edildi. Böylelikle toplum, Tanrı Dağı kadar Türkleşecek ve Hira Dağı kadar Müslümanlaşacaktı. Üretilen teori devlet için bulunmaz bir nimetti. Bu yüzden pragmatik bir yaklaşımla bu görüşü resmî söylem haline getirdi. Nihayetinde devlet kutsallaşmış, Türk gerçek kimliğini bulmuş ve Atatürk gerçek bir dindar olmuştu. Ortaokulların Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi kitaplarına da bu görüş sirayet etmiş ve Atatürk'e göre din yorumları kitaplarda yer almıştır.
Yukarıda verdiğimiz millî din yaratma çabalarının hepsinde ortak olan nokta, dinin kültürün bir öğesi sayılmasıdır. Böylelikle din kültür dairesi içinde siyasî çıkarlar için esneklik kazanmaktadır. Bu da sistemle bütünleşmiş İslam'ın dışında ve devletle barışık olmayan İslam(cı)ların kamuoyunda -sistemle bütünleşmediklerinden dolayı- menfi bir şekilde lanse edilmelerine sebep olmaktadır. Bugün İslamiyet ile milliyetçiliği birleştiren bir çok insan bulunmasına rağmen, özellikle Said Nursi'ye bağlılığını dile getiren bir kısım insanların da sistemle barışıklığının bir neticesi olarak Türk Müslümanlığı'nı bir toplum projesi şeklinde sunması dikkate değer bir noktadır. Oysa Said Nursi'nin bu konudaki görüşleri açıkça meydandadır. O, Tahribatçı ehl-i bid'ayı iki kısıma ayırarak bunlardan birincisini "sadık ahmak" ıtlakına masadak biçare ulemaü's-sû olarak nitelendirmekte ve zaafa düşmüş din şeceresini milliyet toprağına dikmek isteyen bu insanların yaptıklarını ahmakça ve tahripkar bir hareket saymaktadır. İkinci kısımda mütalaa ettiği "milliyeti İslamiyetle aşılamaya" çalışanlardan ise sarhoş hamiyetfüruş diye bahsetmektedir. Bu fikirde geçici bir zevk olabileceğini ancak akıbetinin hatalı olduğunu kaydetmiştir.59
Nitekim bugün Türk Müslümanlığı adına ileri sürülen projelerin bu fikirlerden âri olduğunu düşünmek istesek de, bunun 28 Şubat sürecinden sonra tekrar gündeme gelmesi haklı olarak endişelenmemize sebep olmaktadır.
Ne diyelim İnşallah, Türk Müslümanlığı'ndan zararlı çıkanlar Müslümanlar olmaz.
Dipnotlar
1. Türkiye'de de tarih alanında yapılan çalışmaların ideolojik kisvelere büründüğü bilinen bir gerçektir. Bunun mihmandarlığını da resmî tarih anlayışı yapmıştır. "Kemalist resmî ideolojinin, İslâm'ı devre dışı bırakarak daha çok İslâm öncesi Türk tarihine referans veren milliyetçi bir yaklaşım içinde, Batı kültürüyle entegre olmaya yönelik bir tarih perspektifi biçiminde yürüttüğü saptırılmış tarih yaklaşımı, 1960'lardan itibaren, o zamanlar Türkiye'de henüz yükselmeye başlayan Marksist ideolojinin tarih perspektifiyle karşılık gördü. Bu yeni perspektif de, kendi amaçlarına yönelik yeni bir saptırılmış tarih veya tarihi saptırma sürecini başlattı. Pek çok tarihî konu ve kişi bundan nasibini aldı. Bu arada milliyetçi kesim de buna tepki olarak kendi tarih anlayışını ve yaklaşımını ortaya koyarken, aksi yönde bir başka tarihi saptırma kapısını açıyordu. Daha sonra 1970'li yılların sonlarıyla 1980'li yıllarda buna, İslâmcı kesimin saptırılmış tarih perspektifinin eklendiği görülür.
Bütün bu ideolojik kargaşa ortamında, 1980'lerden itibaren askerî yönetimce güçlendirilmeye çalışılan Kemalist tarih perspektifi, çok geçmeden siyasî iktidar değişimine paralel olarak bir başka saptırılmış tarih perspektifiyle, genellikle bazı popüler ve akademik çevrelerin de katıldığı, kamuoyunda "Türk-İslâm sentezci" denilen bir tarih perspektifi ve yaklaşımı ile yer değiştirdi." Geniş bilgi için bkz. Ahmet Yaşar Ocak, Türk Sufîliğine Bakışlar, İst.1996 s. 8-9.
2. Evliya kültü'nün Türk kültür hayatındaki yeri hakkında bkz. Ahmet Yaşar Ocak, Kültür Tarihi Olarak Menâkıbnâmeler, Ankara.1997.
3. Milliyetçi kesimde bu alanda yapılan bir çok çalışma vardır. Bunlar kısmî ilmîlik ile ekseriyetle hissiyâtı birleştirmiş çalışmalardır. Bu konuya kaynak teşkil etmesi açısından birkaçını aktarmakta fayda vardır. bkz. İbrahim Kafesoğlu, Türk-İslâm Sentezi (TİS), İst.1999.; Osman Turan, Türk Cihân Hâkimiyeti Mefkûresi Tarihi (TCHMT), İst.1979.; Sait Başer, Kutadgu Bilig'de Kut ve Töre'den Sevgi Toplumuna, İst.1995.; Sait Başer, Yahya Kemal'de Türk Müslümanlığı(YKTM), İst.1998.; S. Ahmed Arvasî, Türk-İslâm Ülküsü, İst.1999.
4. Geniş bilgi için bkz. İbrahim Kafesoğlu; Türk Millî Kültürü (TMK), İst.1989.
5. Cumhuriyetin ilk yıllarında resmî tarih tezinin oluşumu için bkz. Türk Tarihinin Ana Hatları, İst.1996.
6. İbrahim Kafesoğlu, TİS, s.49.
7. İbrahim Kafesoğlu, TİS, s.51-52.
8. Turgut Akpınar, Türk Tarihinde İslâmiyet, İst.1994.,s.68.
9. bkz. Osman Turan, TCHMT.; Selçuklular ve İslâmiyet, İst.1993.
10. Bediüzzaman Said Nursi, bu ayeti değerlendirirken, bu ayetin evveline de dikkat çekmektedir. "İşte, ey ehl-i Kur'ân olan şu vatanın evlâtları! Altı yüz sene değil, belki Abbâsîler zamanından beri bin senedir Kur'ân-ı Hakîmin bayraktarı olarak, bütün cihana karşı meydan okuyup Kur'ânı ilân etmişsiniz. Milliyetinizi Kur'ân'a ve İslâmiyete kal'a yaptınız. Bütün dünyayı susturdunuz, müthiş tehâcümâtı def' ettiniz; tâ .....ayetine güzel bir mâsadak oldunuz. Şimdi Avrupa'nın ve frenkmeşreb münâfıkların desîselerineuyup şu âyetin evvelindeki hitâbâ mâsadak olmaktan çekinmelisiniz ve korkmalısınız. Bediüzzaman Said Nursi, Mektûbât, İst.1997. s.312. Burada dikkat edilmesi gereken nokta Türklerin İslâmiyet'i kabüllerinden sonra bu ayetin sırrına mâsadak olduklarıdır. Yoksa İslâm öncesi için böyle bir durum söz konusu değildir. Nitekim bu ayetin hemen akabinde gelen iki ayet bu görüşü desteklemektedir. "Sizin dostunuz ancak Allah ve Resulü ile, namazlarını dosdoğru kılan, zekat veren ve Allah huzurunda rükûa varan mü'minlerdir. Kim Allah'ı, Resulünü ve imân edenleri dost edinirse şüphesiz Allah'a tâbi olan topluluk gerçek galiplerin tâ kendisidir." Maide: 55-56.
11. Ahmet Kahraman, a.g.e., s.72-73.
12. Turgut Akpınar, a.g.e., s.45.
13. Turgut Akpınar, a.g.e., s.69.
14. X. de Planhol, Coğrafî Konum, İslâm Tarihi Kültür ve Medeniyeti (çev. Kemal Kahraman), İst.1997., s.332.
15. Nizamülmülk tara-fından temeli atılan Nizamiye medreseleri, sünnî geleneği Batınîliğe karşı koruma endişesi ile teşekkül etmiştir.
16. Osman Turan, Selçuklular ve İslâmiyet, s.6.
17. Geniş bilgi için bkz. Ümit Hassan, Osmanlılık Öncesinde Türklerin Kültür Kökenlerine Bakış, Türkiye Tarihi, İst.1995., c.1., s.353.
18. Geniş bilgi için bkz. Ahmet Yaşar Ocak, Babaîler İsyanı, İst.1996.
19. Ümit Hassan, a.g.m., s.355.
20. Ahmet Yaşar Ocak, Zındıklar ve Mül-hidler, İst.1998., s. 92.
21. Ahmet Yaşar Ocak, a.g.e., s.93.
22. Sünniliğin dogmatik bir yapı kazanmasında Sâdeddîn-i Teftazânî ve en-Nesefî'nin payı büyütür. Geniş bilgi için bkz. Ahmet Yaşar Ocak, a.g.e.
23. Hüseyin G. Yur-daydın, Düşünce ve Bilim Hayatı (1300-1600), Türkiye Tarihi, İst.1995, c.2., s.224-226.
24. Ahmet Yaşar Ocak, a.g.e., s.95.
25. Ahmet Yaşar Ocak, Babaîler İsyanı, s.77.
26. Ahmet Yaşar Ocak, a.g.e., s.77.
27. Ahmet Yaşar Ocak, a.g.e., s. 81.
28. Ahmet Yaşar Ocak, a.g.e., s.59.
29. Ahmet Yaşar Ocak, Zındıklar ve Mülhidler, s.120.
30. Fuad Köprülü, Anadolu'da İslâmiyet, İst.1996, s.45.
31. Ahmed Yesevî'nin hayatı ile ilgili geniş bilgi için bkz. Fuad Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar (TEİM), Ank.1991., Ahmed Yesevî, İA. c.1.; Kemal Eraslan, Ahmed Yesevî, TDVİA, c.2.
32. Fuad Köprülü, Anadolu'da İslâmiyet, s.46.
33. Fuad Köprülü, TEİM, s.18-19.
34. Bkz. Ahmet Yaşar Ocak, Kültür Tarihi Kaynağı Olarak Menâkıbnâmeler, Ank.1997.
35. Ahmet Yaşar O-cak, Türk Sufîliğine Bakışlar, s.33.
36. Geniş bilgi için bkz. Ömer Lütfi Barkan, Kolonizatör Türk Dervişleri, VD, II, 1942.
37. Ahmet Yaşar Ocak, Babaîler İsyanı, s.67-69.
38. Ahmet Yaşar O cak, a.g.e., s.82.
39. Ahmet Yaşar Ocak, Osmanlı İmparatorluğu'nda Marjinal Sûfîlik: Kalen-derîler, Ank.1992, s.89-90.
40. Bkz. Mustafa Akdağ, Türk Halkının Dirlik ve Düzenlik Kavgası Celalî İsyaları, İst. 1995.
41. Geniş bilgi için bkz. Yahya Kemal Taştan, Doğu'da Tarih Anlayışı 1: Kitab-ı Mukaddes'te Tarih Felsefesi, Alsancak, Isparta 1997, sayı: 4.
42. Geniş bilgi için bkz. Faik Bulut, İslamcı Örgütler, İst.1994.
43. Bu yazının tamamı tarafımızdan traskribe edilmiş ve neşredilmiştir. Bkz. Kılıçzade Hakkı, Pek Uyanık Bir Uyku (trns. Yahya Kemal Taştan), Alsancak, Isparta 1997, sayı 4.
44. Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları, Ank.1989., s.160.
45. Ziya Gökalp'in ideal vatan manzarasının tablosunu çizdiği şiiri de bu görüşünü destekler ma-hiyettedir:
"Bir ülke ki ca-miinde Türkçe ezan okunur,
Köylü anlar mâna-sın namazdaki duanın…
Bir ülke ki mektebinde Türkçe Kur'ân okunur,
Küçük büyük herkes bilir buyruğunu Hudanın…
Ey Türk oğlu, işte senin orasıdır vatanın!
46. Gotthard Jäschke, Yeni Türkiye'de İslâmlık, Ank.1972, s.40-41.
47. Gotthard Jäschke, a.g.e., s.42.
48. Bediüzzaman Said Nursî, a.g.e., s.420.
49. Bediüzzaman Said Nursî, a.g.e., s.420.
50. Turgut Akpınar, Türkler'in Din ve Hukuk Tarihi, İst.1999., s.28.
51. Eser hakkında geniş bilgi için bkz. Turgut Akpınar, a.g.e.
52. Bediüzzaman Said Nursî, a.g.e., s.421.
53. Osman Nuri Çeman, Dinimizde Kemalizm Reformunun Düsturları, Dinde Re-form: Kemalizm, İst. Aralık 1957., sayı:1, s.1.
54. Osman Nuri Çeman, a.g.m., s.2.
55. Osman Nuri Çeman, a.g.m., İst. Ağustos 1958, sayı 9. s.3.
56. Osman Nuri Çeman, a.g.m., s.3.
57. Besim Atalay, Millî Din, Dinde Reform: Kemalizm, İst. Nisan 1958., sayı:5, s.5.
58. Kemalist Türk'ün Kelime-ı Şehadeti, İdeal Türkiye İçin Dinimizde Reform: Kemalizm, İst. Temmuz 1960., sayı 32, s.2.
59. Geniş bilgi için bkz. Bediüzzaman Said Nursî, a.g.e., s.424.
http://www.koprudergisi.com/index.asp?B ... YaziNo=437