Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 23 mesaj ]  Sayfaya git 1, 2, 3  Sonraki
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: Tasavvufun Gençliğe Takdimi Nasıl Olmalıdır? -Mısır Örneği-
MesajGönderilme zamanı: 29.01.10, 19:41 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 26.12.08, 08:19
Mesajlar: 583
Gençliğin Eğitiminde Tasavvufun Rolü

Prof. Dr. Hasan Kâmil Yılmaz



GENÇLİK her milletin ümidi ve istikbali demektir. Gençlik güzel yetiştirilir, kendisini bekleyen görev ve sorumluluklara layıkı vechile hazırlanırsa, milletinin ilerlemesinde rol oynayacağı gibi, o milletin milletlerarasında layık olduğu yere ulaşmasına da tesir eder. Bu düşünceden hareketle "et-Tasavvuf'ül İslâmî" mecmuası Prof. Dr. Ebul-Vefa el-Ganimî et- Taftazani'nin başkanlığında bir toplantı düzenledi. Bu toplantıya her biri kendi sahasında otorite 10 kişi katıldı. "Gençlik ve Tasavvuf" konusunun tartışıldığı toplantıda konuşmacılar şunlardı:

1-Dr.Abdullah Abdüşşekür (Vakıflar Bakanı Birinci Yardımcısı)
2-Dr.Abdurrahman en-Neccar (Vakıflar Bakanlığı Yardımcısı)
3-Şeyh Mansur er-Rıfai Abid (Camiler İdaresi Genel Müd.)
4-Dr.Ahmet Ömer Haşim (Ezher Üniversitesi, Usûlüddin (İlahiyat) Fak.
5-Dr.el-Hüseyni Ebü Ferha, Ezher Üniversitesi, Usûlüddin (İlahiyat) Fak. Tefsir Bölümü Başkanı.
6-Üstad Ahmed Atıf (Dekahliye İslâm Bankası Müdürü)
7-Dr.Abdülmun'im Hafaci (Ezher Üniversitesi Arap Dili Fakültesi Eski Dekanı)
8-Dr.Abdullah en-Neccar (Ezher Üniversitesi Şeriat ve Kanun Fak. Öğretim Görevlisi)
9-Şeyh Hasan eş-Şinnavi (Tarikat-i Ahmediyye Şeyhi)
10-Üstad Muhammed Tahir Hıraşi.

AÇILIŞ KONUŞMASI

Toplantının açış konuşmasını Meşayıh-ı Turuk-ı Sûfiyye reisi ve Kahire Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Ebul-Vefa el-Ganimi et-Taftazani yaptı ve şunları söyledi:

"Allah'a sonsuz hamd'ü sena ve Rasul-i Ekrem'ine, al ve ashabına sayısız salat ü selam olsun.
Bu toplantıda "Gençliğin eğitiminde tasavvufun rolü "gibi mühim bir konu ele alınacaktır. Bilindiği gibi tasavvuf, İslâm ahlakı ve İslâm'ın yaşanması demektir. Nitekim İbn'ül-Kayyim, Medaricüs-salikîn adlı eserinde "Tasavvuf "dan bahseden alimlerin, "tasavvufun ahlak demek olduğunda birleştiklerini" belirtmektedir. El-Kettani, "Tasavvuf ahlaktır, ahlakça senden üstün olan tasavvufi bakımdan da üstündür," diyor. İlk devir sûfilerinden Muhammed el-Cerîrî de, "Tasavvuf, iyi ahlakı benimsemek, kötü ahlaktan uzaklaşmaktır" buyuruyor.

Tasavvuf, İslâm ahlakı demek olduğuna göre bu toplantıda bizim yapacağımız iş, "Gençleri ilim ve yaşayış açısından islâmi değerlere bağlı olarak nasıl yetiştirebiliriz? Gençleri, "İslâm'ı örnekle yaşamak" demek olan tasavvuf yoluna tekrar nasıl cezbedebiliriz?" konularını ele alarak çözüme kavuşturmaya çalışmaktır. Bildiğiniz gibi, meşayıh-ı sûfiyye "örnekle eğitim" ve "iktida"ya ağırlık vermişlerdir. Bu bakımdan "güzel örneğe tabi olmak" manasına gelen "iktida"nın İslâm'da büyük önemi vardır. Nitekim Rasûlullah (s.a.) bile "iktida" ile emrolunmuştur. "İşte onlar, Allah'ın doğru yola ulaştırdığı kimselerdir. Onların yoluna uy (iktida et)" (el-En'am, 90). Rasûlullah (s.a.) bize sahabilere iktida etmeyi, uymayı emrederek "Ashabım yıldızlar gibidir. Onlardan birine iktida eden, tabi olan doğru yolu bulur," buyurur. Bizler, kainatın efendisi (s.a.)'ne iktida etmekle memuruz. Nitekim, rabbımız Teala, "Allah'ı ve ahiret gününü umarak Allah'ı çokça zikredenler için Rasulü zîşanda güzel bir örnek vardır" (el-Ahzab 21) buyurmaktadır.

Zamanımızda gençlerin her sahada örnek olabilecekleri ideal şahsiyet meselesi büyük önem kazanmış bulunmaktadır. Gençlerin okulda, üniversitede, işyerinde ittiba edip özenecekleri örnek şahsiyetlere bugün her zamankinden daha çok ihtiyaç vardır. Pek tabii gençlerin örnek şahsiyette aradığı bir takım değerler vardır. Ve bu değerleri taşıyan örnek şahsiyetlerin önce okulda bulunması gerekmektedir. Bu yüzden biz inşallah gençlik üzerinde okul, üniversite ve camiin tesiri üzerinde ağırlıklı olarak duracağız. Çünkü cami fikir hareketlerinin kaynağı ve gençleri bir fikre yönlendirmenin merkezi durumundadır. Bu yüzden konuşmamız, gençlere kazandırılması gereken değerler, bu değerlerin kazanılmasında okulun, üniversitenin, camiin ve tanıtma organlarının televizyon, radyo, matbuat ve reklam vasıtalarının rolü konusunda olacaktır. Filvaki neşir organlarının gençliğin yetişmesindeki rolü okuldan daha geri değildir. Konuyu görüşlerinize açıyorum.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Gençliğin Eğitiminde Tasavvufun Rolü
MesajGönderilme zamanı: 29.01.10, 19:42 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 26.12.08, 08:19
Mesajlar: 583
1. Dr. ABDULLAH ABDÜŞŞEKÜR'ün GÖRÜŞLERİ

Sayın Dr. Ebü'l-Vefa et-Teftazani, İslâm davetinin en birleştirici noktası olması bakımından camiin tesirinden bahsetti. Ben onun bu konuşmasında tasavvufa daha ağırlık vermesini beklerdim. Benim düşünceme göre gençlerin ekserisinin tasavvuf telakkisi tashihe muhtaçtır. "Tasavvuf bir ahlaki değerler manzumesi ve şahsiyetin teşekkülüne müessir örnek davranışlar mecmuasıdır.
"Mevcud ahlaki değerler, şüphesiz islâmi değerlerdir. Tasavvuf erbabı amelî ve nazarî tefsir ile temayüz ettiğinden Kur'an'ın manasını en iyi anlayabilen kimselerdir. Amelî tefsir, kitab-ı ilahide varid olduğu şekilde ayetin gösterdiğine itaat ve ayet-i kerimeyi zamanın gerektirdiği şekilde dakik ve ince şekilde anlamaktır. Mesela sûfi, Allah Teala'nın: "Onlar yeryüzünde gezip görmüyorlar mı? (Gafir 82) "Yeryüzünde gezip görün" (en-Neml, 69) ayetlerini okuduğu zaman onu en derin, en veciz şekilde tefsir ederek dinleyenin gönlüne tesir edecek manalar çıkarır ve "Yeryüzünü gezip görün" ayetine: "İşte şunlar köşkleri, şunlar da kabirleri, gezin görün bunları" manasını verir. Bu manada bir tefsir bana göre, kalbe tesir gücü bakımından daha seri, daha mukni ve daha mucizdir. Bu ayetin işaret etmek istediği ibret de budur. Hayattan, meliklikten, ölümden, fena veya bekadan alınacak ibret de budur.
İkinci olarak bizim gençlere tasavvufu tam olarak tanıtmamız gerekmektedir. Açık ve net bir surette; klasik usullerle değil. Nitekim şu anda biz, sayın Teftazani'den el-Kettani'nin tasavvufu "ahlak" olarak tarif ettiğini öğrendik. Ahlaki üstünlüğün tasavvufi üstünlük demek olduğunu işittik. Öyleyse biz gençlere, "Tasavvuf kısaca kalbin kötü hasletlerden temizlenmesidir" diyelim. Bundan fazlasını söylemeye gerek yok. Çünkü bunun manasını gençler uzun uzadıya açıklamalara gerek kalmadan anlayabileceklerdir. Kalb, sadr; yani batın tasfiye olduktan sonra bunun safiyeti dışarıya yansıyacaktır. Gençlerimize amel noktasında da ehl-i tarikin değerlerini öğretmek zorundayız. Çünkü tarikat sadece ibadet demek değildir. Ehl-i tarik ve sûfiler nezdinde ibadet, elle yapılan işlere varıncaya kadar her ameli kapsayan bir anlayıştır. Nitekim Ebul-Hasen eş-Şazili ihvanına dua edince şöyle derdi: "Çalışınız, çünkü dünyasında hayır olmayanın ahiretinde de hayır yoktur." Gençlerin, bu sözlerin sûfiyye imamlarından birine aid, şahsî ve kavli değerler olduğunu bilmesi gerekir. Ahmet el-Bedevi de ihvanına şöyle nasihat ederdi: "Önce ekmeğinizi kazanın, sonra Rabbınıza ibadet edin." Bu sözler bizi tasavvufun, kalp temizliği amel ve üretim demek olduğu fikrine götürür. Tasavvuf aynı zamanda güven ve karşılıklı anlayıştır. Öyleyse tasavvuf, iyimserliktir. Kötümserlik değildir. Tasavvuf korkaklığı da reddeder ve gerçek sûfi Allah'tan başkasından korkmaz. İnsan, mahlukattan korkmayıp onlara zarar ve eziyet de vermeyince iyimser olarak yaşar. Kötümserliği terk eder. Böyle biri, arzuladığı ve tama ettiği şeye kul köle olandan pek tabii-üstündür. Çünkü o, insanın kendisine arzu ettiği şeyleri vermekten aciz olduğunu görür. Nitekim Ebu Hazim'e devlet idarecilerinden birisi, "Dile benden ne dilersen" diyor. Ebu Hazim ona: "Madem ki sen gerçek bir idarecisin, elinde de kudretin var, öyleyse bana cenneti ver" diyor. Aslında bu adam Ebu Hazim'e zorla bir şeyler yaptırmak istiyordu veya kendisinin el sürmeye güç yetiremediği şeyleri Ebu Hazim'e yaptırmak istiyordu. Onun için de böyle bir teklifle onu bağlamak istedi. Ebu Hazim daha akıllı davranarak onun yolunu kesti. Tasavvufun manasını gençlere iyice öğrettikten sonra, tasavvufi değerleri ve tasavvufi şahsiyetleri onlara iyice anlatmalıyız ki, gençlerin izleyebilecekleri yolu, onlara göstermek mümkün olsun.

Neşir organlarının tesirine gelince bugün biz nüfusu 50 milyona varan geniş bir beşeri çevrede yaşıyoruz. Bu sebeple neşir organlarının toplum üzerindeki tesiri bütün çıplaklığıyla ve gerçekleriyle gözlerimizin önünde duruyor. Bunun gençlerin bilhassa dinî, millî ve insanî duygularla yetiştirilmesindeki rolü meydandadır. Hakk Teala Hazretleri buyuruyor: "Sen insanlara öğüt ver, çünkü senin görevin öğüt vermektir." (el-Gaşiye, 21) "Nasihat et, çünkü öğüt, mü'minlere fayda verir." (ez-Zariyat, 55) Gençlere inanç değerlerini ve manevi büyüklerini, yaşantılarını tanıtmak ve öğretmek faydalı öğütler cümlesindendir. Ahlakî ve fikrî değerler etrafında yapılacak fikrî mülakatlar İslâm ahlakının umdelerini üzerinde taşıyan örnek insanların hayatları, toplumda amir ve memurun, talebe ile hocanın, çiftçi ile işçi, esnaf ve komşuların birbirlerine karşı muameleleri ile alakalı günlük programlar, haftalık programlar, gençlerimizin kalplerine ulaşma yollarındandır. Bu programlar sayesinde gençlerimiz yüce ahlak şekillerini gönüllerine yerleştirme imkanı bularak, yüksek ahlakî değerlere ererler. Okuyarak, duyarak ve seyrederek öğrendiği bu değerlerin ışığında, yol alırlar. Bu örneklerin tanıtılmasında neşir organlarına büyük görevler düşmektedir. Nitekim batılılar kendi büyüklerini fikir ve siyaset adamlarının hayatlarını yazarak televizyon ve radyo vasıtasıyla halka anlatmaya başlayınca batılı gençler kendi milletlerine hizmet sahalarına yönelmeye ve hayatlarını bu sağlam esaslara göre düzenlemeye başladılar. Bizler de gençlerimize sözün iyisini, üslubun güzel ve yumuşak olanını kelam ve yaşayışın düzgününü öğretebildiğimiz zaman İslâm ümmetinin talihini güldürebiliriz.

Hz.Peygamber (s.a.)'den öğrendiğimize göre "Güzel ve hoş söz sadakadır. Yolda yürüyene eza verecek taşı kaldırmak da sadakadır. Yolda kalmışa veya ihtiyar sahibine yardım etmek de sadakadır. Kötü söz söylememek de bir sadakadır. İnsana insanlık değerini vermek de sadakadır." Bütün bunlar insanın Allah'a, topluma ve insanlara karşı riayet edeceği adabı gösterir. Bu yüzden neşir organları gençlerimize, İslâm tarihinin örnek şahsiyetlerini ve manevi değerlerini tanıtmaya yönelmelidir.


2. Dr. ABDURRAHMAN EN-NECCAR'ın GÖRÜŞLERİ
Ben, tasavvufun safa ve tasfiye ile münasebetine işaret ederek gençlerimizin nefislerinin esaretinden kurtarılması gereğini belirtmek istiyorum. Çünkü gençler, İslâm binasının temel taşlarıdır. Zeyd (r.a.) Rasülüllah (s.a.) ile karşılaştığı bir sabah, efendimiz ona sordu: "Nasıl sabahladın ya Zeyd? O da: "Hayrı ve hayır ehillerini sever olduğum halde sabahladım. Gücüm yettikçe hayra koşarım, eğer bir hayrı kaçıracak olursam üzülürüm" dedi. Zeyd'in bu sözü üzerine efendimiz O'nu kucakladı ve: "Bu sıfat Allah'ı sevenlerin sıfatıdır". Ki insan bu sayede nefsinin zararından kurtularak safa içinde yaşar. Buradan hareketle ben sözü pek yeni olmayan bir yola getirmek istiyorum.

Olay, Somali'de vuku bulmuş. Olayın vuku bulduğu bölgeye bizzat gittim ve gördüm. Olay şöyle: Avrupa'dan bir Hıristiyan misyoner kadın Somali'ye gelip kabilelerin arasına yerleşiyor. Uzun süre aralarında yaşayarak dillerini öğrendikten sonra burada küçük bir hastane kuruyor. Hastaneye, doktorlar, hastabakıcılar getiriyor. Hastalar oraya gelince tedavi imkanı buluyor ve tedavi yapan doktor hastaya: "Bunun sana Rabb hediyye olarak gönderdi" diyor. Bir başkası da, "Bunu sana Meryem hediye etti" diyor. Bu suretle oralarda belli ölçüde Hıristiyanlığı yayma imkanı buluyorlar. Bu misyoner kadın Hıristiyanlık dinini anlatarak, hiçbir dini inancı bulunmayan bu yerlileri Hıristiyanlığa çağırıyordu. Halkın bir kısmını bu şekilde yetiştirdi. İçlerinden zeki bulduğu bir genci seçerek o bölgede papaz olarak seviyeye getirdi. Bu papaz, Hıristiyanlığı yaymak için memleketinden ayrıldı. Bir gece esen hafif rüzgar ve yaprak hışırtılarının arasında kalbini ürperten hoş bir takım sesler duydu. Sesin geldiği tarafa doğru merakla gitti. Orada ilahiler okuyarak zikir yapan bir derviş topluluğuna rastladı. Bunların kimler olduğunu sordu. "Müslüman dervişler" olduğu bildirilince gönlüne İslâm sevgisi düştü. O mıntıkada imamlık yapan bu dervişlerden biriyle görüşerek Müslüman oldu ve aynı camide güzel sesiyle ezan okumaya başladı. Misyoner kadın zaman zaman bu bölgeyi ziyarete gelirdi; zira emrine bir helikopter tahsis edilmişti. Onunla Afrika içlerine kadar kabileleri dolaşırdı. Bir gün papaz olarak yetiştirdiği bu zatın evine giderken kulağına aşina bir ses ilişti. Ses yabancı değildi, fakat sözler yabancıydı. Çünkü o sesin sahibi, Müslüman olduğu camide ezan okuyordu. Sonra soruşturdu ki, papaz diye yetiştirdiği zat tasavvuf ve sûfilerin tesiriyle hak dini bularak Müslüman olmuş, papazlık yerine müezzinlik yapmaya başlamıştı. Ben bu bölgeye kadar giderek işin aslını soruşturdum ve köy halkı bana olayı aynıyla anlattılar. İşte bu, tasavvufun kalpler ve ruh üzerindeki tesiridir, gençlerin İslâm'a yaklaştırılmasında bundan istifade edilmelidir. "Büyük sûfilerin Cihad'la ilgili tavırları gençlere yeterince anlatılamamıştır."

3. EŞ-ŞEYH MANSUR ER-RİFAİ UBEYD'in GÖRÜŞLERİ
Söz, tasavvuf ve gençlikten açılınca, gençlerimizin neden tasavvufa yaklaşmak istemedikleri sorusuna cevap vermemiz gerekir. Çünkü gençlere sûfilerin vehim ve hayal içinde yaşadıkları anlatıla gelmiştir. Onlara büyük sûfilerin cihadla ilgili tavır ve davranışlarını gereği gibi anlatamadık. Bizler Ahmed el -Bedevi ve İbrahim ed-Düsûki gibi büyük sûfilerin, insanların gönlüne iyilik ve iyi amelin tohumlarını ektikleri gibi cihadda da ordunun ilk safhalarında çarpıştıklarını biliyoruz. Seyyid el-Bedevi, yaşadığı çağın insanlarına ilim öğretiyor, onları her türlü hayra, kemale ve müsmir amele yönlendiriyordu. Fakat O'na dair hiçbir şey okumamış bazı kimseler, cehaletlerine bakmadan onunla ilgili şeyler yazmaya cesaret gösterebiliyorlar. Hatta bazıları İmam Şarani ve Ali el-Havvas gibi şeyhleri ele alarak, "Bunlar toplumda asalak olarak yaşadılar" diyebiliyorlar. Fakat vakıa onların söylediklerinin aksinedir. Bizden beklenen, İslâm davetine hizmet eden ve bunun için müesseseler kurarak İslâm toplumunun korunmasını sağlayan davetçileri vazıh bir şekilde gençlerimize anlatmaktır. Tasavvuf erbabı, kendilerini toplumdan koparmadıkları gibi ibadet ve muamelatta halka örnek olmuşlardır. "Hak gözlerden uzak tutulunca batılı yaygınlaştırmak kolay olur." Bugün, neşir organları gençlerimizin zihninden bu nadir şahsiyetlerin izlerini silmeye ve unutturmaya çalışmaktadır. Eğer biz tasavvuf fikrini yaygınlaştırmak istiyorsak gençler için örnekleri de çoğaltmalıyız.
"Gerçek tasavvuf şeriat ve hakikate sarılmak, kitap ve sünnet yolunda yürümektir."

4. Dr. AHMED ÖMER HAŞİM'in GÖRÜŞLERİ
Bu ümmetin gençlerinin örneğine uygun şekilde yetiştirilmesinde tasavvufun küçümsenemeyecek bir rolü vardır. Tasavvuf, söz ve tarikat olmaktan çok, güzel amel ve iyi davranıştır. Tasavvufun şiarı hakikattir. Hakikat şeriat ve tarikatin de şiarıdır. Hakikatin de şeriat çerçevesinde olması gerekir. Şeriata uygun olmayan hakikat, hakikat değil, batıldır. Tasavvuf, bağlarına mücahede ve evradın yanı sıra amel ve sülûkü de şart koşar.

Tasavvufi müesseselerde, tarikatlarda, şeyhler müridlerinden istikamet üzere olmak, haramlardan sakınmak ve ibadetlere müdavim olmak üzere ahid alırlar. Bu muahede, kısa zamanda semeresini vererek tarikatların saflarına, genç, ihtiyar, zikre düşkün ve kitab-ı ilahiyi okuyan ve kelime-i tevhidi söyleyen kimseleri cezbetme imkanı sağlar. Gerçek tasavvuf saflarında ciddiyetsizlik, sapma ve hak yoldan ayrılma söz konusu değildir. Kendilerinde bu tür eksiklikler görülenlere sûfi demek mümkün değildir. Bunlar ancak kuru iddiacı veya tasavvuf saflarına başka yerlerden sızmış kimselerdir. Gerçek tasavvuf, şeriat ve hakikate sarılmaktır, kitap ve sünnet yolunda yürümektir. Şurası esefle belirtilmelidir ki, bazı dergiler tasavvuf ve sûfilere karşı harb ilan ederek halkın yaşantısında teşviş meydana getirmeye çalışıyorlar. Bazı büyük muasır sûfileri ele almak suretiyle onların namuslarına dil uzatarak itham etmekten, sövüp saymaktan çekinmedikleri gibi her türlü dedikodu, çekiştirme ve iftiradan geri durmuyorlar. Gençlerin ehl-i tarik saflarına çekilmesinde gençlere ahlaki ve manevi değerler kazandırılmasında tasavvufun rolünü görmezden gelerek ehl-i tasavvufa yükleniyorlar. İşin şaşılacak tarafı o ki, bu mecmualar, tasavvuf ve tasavvuf mensuplarına dil uzatırken Komünizm, Siyonizm, Bahaîlik, dinsizlik gibi sapık cereyanları bir yana bırakıp onlarla hiç uğraşmadan -varsa da yoksa da- tasavvufla uğraşmayı maharet sayıyorlar. Biz bu cemaat mensuplarına diyoruz ki, "Gelin tevhid sancağı altında birleşelim" İslâm ve tasavvuf düşmanlarına karşı birlikte mücadele edelim. Ey cemiyette söz sahibi olan ve eli kalem tutan kimseler. Bazı sapık tarikatlarda ve çarpık zihniyetli sûfilerde gördüğünüz sapmalar, tasavvuf değildir. Bunlar kuru iddialardır, gerçek tasavvufu asla temsil edemezler. Bozuk zihniyetlilerin sapıklığını diğerlerine hamletmeğe hakkımız yoktur. Biz ittifak ettiğimiz meselelerde birbirimize yardımcı olalım. Düşmanlarımızın körüklemeye çalıştığı fitne ateşini üflemenin manası yok. Bütün bu tür münakaşa ve sürtüşmelerin ardında -biz farkında olmasak bile- İslâm düşmanlarının tahrikleri vardır. Bu toplantı bile tasavvufun yaptığı hizmetlere bir örnektir.
Benim bu söylediklerim, Müslümanların ve sûfilerin birbirlerini daha yakından tanımaları için ciddi ve samimi bir çağrıdır ki, bu ümmetin gençleri daha sıcak bir şekilde birbirlerine yaklaşsınlar ve kaynaşsınlar.

5.EBÛL VEFA -GANİMİ'nin GÖRÜŞLERİ
Dr. Ahmed Ömer Haşim'in bu konuşmasından sonra oturum Başkanı Dr.Ebu'l-Vefa el-Ganimi şunları söyledi:
"Prof.Dr.Ahmed Ömer Haşim'e teşekkür ederim. O'nun konuşması beni selefiyye ile sûfiler arasında meydana gelen ve bu ümmete birçok zararlar getiren mücadelenin esasına dair bazı açıklamalar yapmaya teşvik etti. Çünkü selefiyye imamları tasavvufu kabul etmiş ve onu inkara redde kalkışmamışlardır. Mesela, Şeyhul-İslâm İbn Teymiye, "et- Tuhfetü'l- Irakıyye"ve "Risale-tüs -sûfiyye ve'1-fukara" adlı eserlerinde tasavvufu ele alarak bu konuya aid görüşünü belirtmiştir. Onun bu eserlerindeki fikirlerinden kendisinin hiç de manevi kavramlardan ve tasavvufi izahlardan uzak olmadığı anlaşılmaktadır. Mesela sûfiyenin ele aldığı tevbe, şükür, sabır, rıza, tevekkül ve benzeri makam ve hal denilen ıstılah ve manaların her mü'min için gerekli olduğunu belirtmiştir. Tasavvuf imamlarından çoğunu kabul ederek fikirlerine saygı göstermiştir. Mesela Abdulkadir Geylanî'yi büyük bir takdirle yad etmektedir. Yine hemen 18 kadar sûfiyi eserlerinde takdirle saymaktadır. Onları redde kalkışmadığı gibi medh ve senada kusur göstermemiştir.
İbnu'l-Kayyim'e gelince, o da tasavvufu inkar etmediği gibi Medaricüs-salikîn isimli eserini tasavvufi sahada yazmış ve açıkça tasavvufi ekole dahil olmuştur. İbn Abdülvahhab'a gelince, o da tasavvufu reddetmemiş, tasavvufi bir muhitte yetişmiştir. Oğluna aid Tevhid risalesinde şu ifadeler yer almaktadır: " Biz tasavvufi tarikatleri kitap ve sünnete bağlı olduğu sürece reddetmeyiz" Öyleyse sûfiyye ile selefiyye arasındaki bu çekişmenin esaslı bir dayanağı yoktur. Selefiyye ile sûfiyyenin İslâm düşmanları karşısında bir araya gelerek güç birliği yapmaları mümkündür. Çünkü bu iki kuvvetin çekişmesinden en çok istifade edecek olan pek tabii ki İslâm düşmanlarıdır. Zat-ı alilerinizin (Dr. Ahmed Ömer Haşim'i kasdediyor) bahsettiği ve bazı zamanlarda şiddetlenen tasavvufa hücum meselesini biz fazla mühim bulmuyor ve kınamıyoruz. Çünkü biz tasavvufu vakıaya uygun şekilde doğruca anlattığımız ve gerçek manasıyla ve basit ifadelerle tanıttığımız zaman, tasavvufun bir eğitim ve davranış sistemi olduğu ve bu sistem sayesinde islâmi faziletleri benimsetmenin mümkün olacağı anlaşılmış olur. Bu yüzden İslâm davetçilerinin bu ilme yönelmeleri gerekmektedir. Asrımızdaki İslâm davetçileri daha çok şekli bir davete ehemmiyet veriyorlar, İslâm'a şekli usullerle sülûk ve ahlak yönlerine itina göstermeden davet yapmaya çalışıyorlar. Bana göre herhangi bir İslâm davetçisinin her şeyden önce nefs terbiyesinden geçmiş olması, ikinci olarak da Allah'ın yoluna basiretle çağırması lazımdır. Nefs-i emmaresini terbiye etmeden ve onu doğruluğa tam olarak ram etmeden davete kalkışan kimsenin daveti hiçbir anlam ifade etmez. Buna ilave olarak da şunu söylemek istiyorum. Davette tasavvuf, metodu gereği, evvela gençleri saflarına çeker. Çünkü tasavvufun esası sevgi ve müsamahadır ve şu hadis-i şerif'e istinad eder. "Kolaylaştırın, zorlaştırmayın, müjdeleyin, nefret ettirmeyin." Bu yüzden sûfiler, insanları onlara iyi örnek olarak ve amel-i salih ile Allah'ın yoluna çekmeye çalışırlar. Tasavvuf kabalık yolu değildir. Nitekim Rasûlullah (s.a.) de şöyle buyurmaktadır: "Rıfk girdiği yeri süsler, güzelleştirir, kabalık da girdiği yeri lekeler, çirkinleştirir." Bu yüzden sûfiler eskiden beri tevbe ihtiyacında olanların tevbe etmelerini telkin ederler, isyankarların gönüllerine bile ümid tohumları ekerek Allah'ın yoluna çağırırlar. sûfilerin Allah yoluna davette böyle yumuşak olmalarını sağlayan nedir? Ataullah el-İskenderi'nin şu sözleri benim çok hoşuma gider: "sûfiler, herkese tahammül ederler, bir kişiye tahammül edemezler. Herkese insaf ederler, kendi nefislerine karşı ise kalp selametine ermiş olmalarına rağmen insaflı değillerdir." İşte tasavvuf budur. Sayın Dr.Ahmed Ömer Haşim'in sözleri beni böyle bir açıklama yapmaya sevketti. Tasavvuf bütün insanlara karşı merhamet ve dostluk esasına dayalı yüce bir davet sistemidir.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Gençliğin Eğitiminde Tasavvufun Rolü
MesajGönderilme zamanı: 29.01.10, 19:43 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 26.12.08, 08:19
Mesajlar: 583
6.ŞEYH HASAN eş-ŞİNNAVÎ

HZ. PEYGAMBER VE GENÇLERİN EĞİTİMİ
ÖNCE böyle bir ilim ve irfan toplantısına katılmaktan şeref duyduğumu belirtmeliyim. Gençlerin tasavvurla irtibatının topluma hayırlı ve faydalı birer ferd olarak kazandırılmaları bakımından önemi beyanı zaruri bir husustur. Özellikle asrımızda bunun büyük önemi vardır. Dinimiz bizi ruhi yüceliklere, manevi olgunluklara davet ederken günümüzde madde ruha hükümran olarak esareti altına almıştır. Bu bakımdan yaşadığımız çağda tasavvufun önemi açıktır. Bizi manevi olgunluğa çağıran tasavvuf ricali, Allah'ın kalplerine irfan libası giydirdiği ve kulları arasında kendilerini ihsan sıfatıyla tahsis ettiği kimselerdir. Bunlar insanları Hakk'ın davetine çağırırlar, insanlara hayır ve takvada örnek olurlar. Onlara uyanlar hidayete erer, onları inkara kalkışan azar ve sapıtır. Allah onları beşeri sıkıntılardan tasfiye ederek Ahadiyet'i müşahede makamına yükseltmiştir. Bu yüzdendir ki kendilerine süfiyye denilmiştir.
Mutasavvife, bildikleriyle amel eden mukarreblerdir. Nefislerini tezkiye, kalplerini tasyife etmiş kimselerdir onlar. Eşyanın hakikatine aşina olmuşlardır. Dünya onlara bütün cazibesiyle zahir olmuş, fakat onlar reddetmişlerdir. Ahiret de bütün güzellikleriyle onlara görünmüş, onlar da ona talib olmuşlar ve: "Söyle Habibim işte bu benim yolumdur, ben ve bana tabi olanlar biz Allah'ın yoluna "Basiretle" davet ediyoruz" (Yusuf 12/108) diyerek Allah'ın yoluna davet ederler. Onların bu konuda ki önderleri Peygamberimiz (s.a.)'dir. Bu yol vahiyden önce ona ilham şeklinde tecelli ediyordu. Allah'ın melekütuna bakıyor, Allah'ın nimetlerini düşünüyor, Allah da onun kalbine nur yağdırıyor, sevgisini veriyor, manevi yakınlığını artırıyordu. Neticede Hakk'a ünsiyet kesbediyor ve müşahedeye eriyordu. Aleyhissalatu vesselam, Gar-i Hira'da pek çok günler Rabbına iltica ediyor, halveti ihtiyar ediyordu. Bu suretle nefsi tezkiye ve kalbi tasfiye olarak vahy-i ilahiyi telakkiye hazır hale gelir. Nitekim İmam el-Büsirî bu manada şunları söyleyerek bu görüşü doğrulamıştır:
"Çocukluğunda halveti ihtiyar ederek, ibadet ve zühde ülfet kesbetti. Temiz tabiatlıların hali böyledir. Hidayet kalbe girince organlar ibadet için dinçlik kazanırlar."

Allah Teala, O'na risalet görevini verip, nur-ı mübini lutfedince ashabı bu suretle rabbani hidayetten faydalandılar ve O'nun mescidinde tasavvuf büyükleri, geceleri abid, gündüzleri mücahid olan kimseler yetişti. Manevi safvetin ve tasavvufun ilk devirlerinde tasavvufun yayılmasını sağlayan suffe ehli olmuştur ki bunlar tasavvufu Allah Rasûlünden öğrenmişlerdi. Nitekim onlar hakkında şu ayet-i kerime nazil olmuştur:
"Nefsini sabah akşam, rızasını isteyerek Rablarına yalvaranlarla beraber tut." (el-Kehf-18/28)

Rasulullah (s.a.) gençlerin gönüllerine tasavvuf prensiplerini yerleştirmeye son derece düşkündü. Bu suretle onlarla birlikte manevi temizliğe, iffet ve imana çağıran prensipleri geliştirmek istiyordu. Nübüvvet mektebinde yetişen bu gençlerden biri de imamlar imamı, ilim şehrinin kapısı, Fatıma'nın zevci Rasülullah'ın amcazadesi Hazret-i Ali-kerremallahu vechehdir. Nitekim Rasulullah (s.a.) de onun feyzine şehadet etmiştir. Bir zat, mutasavvifeyi şöyle anlatır. "Onlar fazilet sahipleridir. Sözleri doğruluk, libasları iktisad, yürüyüşleri tevazudur. Gözlerini haramdan sakınırlar, kendilerine faydalı olan ilme kulak verirler, az amellerinden dolayı memnun olmazlar, çok amellerini gözlerinde büyütmezler. Nefislerini itham ederek amellerinden korkarlar."

İmam Ali radıyallahu anh "Sufi amal-i saliha yapan kimsedir. İlim ile hılmi, amel île kavli birleştirip korku üzere olmak da amel-i şalinadir, akşam ve sabah gayret ve himmeti, şükür ve zikirdir," derken şüphesiz bu hakikati ifade buyurmuştur.

Tasavvufu İmam Ali'den fazıl imamlar tevarüs etmiştir ki, onların eliyle de pek çok kimse yetişmiş, kendileri faydalandığı gibi kendilerinden de faydalanılmıştır. Mesela bunlardan misal olmak üzere ehl-i suffe'den Ebu Hûreyre (r.a.)'yi ele alalım, o genç yaşına rağmen Rasülullah (s.a)'in hadislerini ümmete aktarma görevini üstlenmiş ve İslam davetini elinde taşımış ve bu yüzden derin ilmi ve hilmi ile meşhur olmuş bir genç sahabidir. Belki de Rasulullah (s.a.)'in gençlerin gönüllerine tasavvuf tohumlarını ekmesinin hikmeti, onların vatanın koruyucuları, ümmetin temel taşları ve ümmetin kalkınmasının amilleri olmasındandır. Çünkü devlet onların omuzlarında ve onların destekleriyle yükselecektir. Bunun için Cenab-ı Peygamber (s.a.) "Allah Teali beni beşir ve nezir bir peygamber olarak gönderdiğinde gençler bana tabi oldu, ihtiyarlar muhalefet etti." buyurmuş, sonra da: "Sonra üzerinden uzun zaman geçmek suretiyle kalpler katılaşmış." (el-Hadid 57/16) ayet-i kerimesini okudu. İslam, gençler için en güzel hidayet rehberidir. Keşke biz Cenab-ı Peygamber (s.a.)'ın gençlere olan itinasını, onların yetişmesi hususundaki gayretini ve onların gönlüne faziletlerin yerleştirilmesi konusundaki himmetini anlayabilsek... Buna en güzel delil de. Peygamberimizin Abdullah b. Abbas'ı atının arkasına bindirip, telkinde bulunurken söyledikleridir: "Allah'ın hukukuna riayet et ki Allah da seni korusun. Allah'ın hukukuna riayet edersen O'nu önünde bulursun. Dileyeceğini Allah'tan dile. Yardım istediğinde de Allah'tan iste. Bilesin ki bütün bir millet sana faydalı olmak için bir araya gelseler Allah'ın sana takdir ettiğinden başkasın yapamazlar. Yine bütün millet sana zarar vermek için bir araya gelseler, Allah'ın yazdığından başka sana bir zarar ulaştıramazlar kalemler kurudu, sayfalar dürüldü, yani kader bellidir."
"KARDEŞİNİ ALLAH İÇİN SEVMEK"
Cenab-ı Peygamber (s.a)'in gençlerin gönlüne yerleştirmeyi arzuladığı yüce prensiplerden biri de "el-Hubbu fillah- Allah için sevmektir." Peygamberimiz, bu hasletin gençlerin yolunu aydınlatan bir kandil olmasını ve gençlerin bununla ahlaklanarak ayak kaymasından kurtulmalarını arzulardı.
Hz. Peygamber (s.a.)'in hadislerinde belirtildiğine göre Zıll-i ilahiden başka hiçbir gölgenin bulunmadığı ve güneşin insanların başlarına yaklaştığı kıyamet gününde arş-ı ilahi gölgesinde gölgelenecek yedi grup kimseden ikisi de şunlardır. "Biri Allah'a ibadetle yetişen genç, diğeri birbirlerini Allah için seven, Allah için bir araya gelip Allah için ayrılan iki kişi."
Siret kitaplarının rivayetine göre Rasulullah (s.a.) yolda bir gençle karşılaşarak nereye gittiğini sordu. O da, "bir dindar kardeşini Allah için ziyarete gittiğini" söyleyince Efendimiz sordu: "Senin ona ihtiyacın var mı? O da, "hayır, ben onu Allah için severim," deyince Rasulullah (s.a.) o gence, "Allah'ın da kendisini sevdiğini" haber vererek cennetle müjdeledi. İşte tasavvufun temel prensiplerinden biri de budur: "Kardeşini Allah için sevmek!"

7.ŞEYH AHMED SABRİ EL-FERGALÎ

FİKİR ve kalem erbabı olan üstadlarımız bu konuda kıymetli fikirlerini serdettiler. Ben de bunlara, bu meydandaki ordunun bir neferi olmam hasebiyle ameli bir fikir ilave etmek istiyorum.

En güzel örnek ve büyük liderlik vasfı Peygamberimiz (s.a.)'e ve O'ndan önceki peygamberlere aid olduğuna göre biz önce onların ahlakını ve gençlik yıllarına aid davranışlarını öğrenmeliyiz. Nitekim Kur'an-ı Kerim de İbrahim (a.s.) hakkında: "Onları diline dolayan, İbrahim isimli bir genç işittik, dediler." (el-Enbiya 21, 60), buyurmaktadır... Hakk Teala Ashab-ı Kehfi'de: "Onlar Rablarına inanmış gençlerdi."

Biz de onların hidayetlerini artırmıştık" (el-Kehf, 18/13) Şu anda bir de Rabbını tanıyarak yakın nuruyla izzete eren ve Allah'ın din düşmanlarına karşı temkin nasib ettiği Davud Peygamberin kıssası hatırıma geldi. Ben tasavvuf ricalinin ve tasavvufa mensup gençlerin bu değerlerle bezenmesi gerektiğine inanıyorum.

Davud, (a.s) kavminin kalplerinin Calüt korkusuyla titrediğini gördü. Devrin meliki Talüt, kavmini ürküten bu Calüt'u öldürüp kavmini bu beladan kurtarana kızlarından birini mükafat olarak vereceğini ilan etti. Davud (a.s) gönlünü hamiyet duyguları sarınca bir kafirin, kavminin gençlerine saldırmasını kendisi için ayıp sayarak Talüt'un huzuruna vardı ve ondan Calüt ile mubareze etmek ve onu öldürmek üzere izin istedi. Davud o zamanlar pek genç bir delikanlıydı. Talüt, kendisinden bu işi daha münasip birine bırakmasını istedi ise de Davud: "Yaşımın küçüklüğü, vücudumun zayıflığı seni aldatmasın iman gücü, beden gücünden üstündür. Sen benim küçüklüğüme bakma, ben babamın koyunlarına saldıran bir aslanla boğuşup onu öldürmüştüm," dedi. Bu sözler üzerine Talüt'un gönlü Davud'un sadakatından emin, niyyetinden mutmain oldu. Davud'a bir elbise giydirerek kılıcını eliyle kuşattı, başına da miğfer geçirerek zafer duasında bulundu. Davud'a bu kılıç, miğfer ve zırh nevinden şeyler ağır geldi, hepsini çıkarıp atarak asasını ve yerden topladığı bazı taşları alıp azgın kafir Calüt ile mücadeleye gitti. Talüt "Bu nasıl döğüş ki, iple, sapanla yapılıyor. Burası, kılıç ve ok yeridir." dedi. Davud (a.s) "Allah Teala, beni yırtıcı hayvanların elinden koruduğu gibi bu azgından da dilediği şekilde koruyacaktır." diye karşılık verdi ve mubareze meydanına gitti. Yanında sağlam imanından, kaleleri parçalayıp orduları dağıtacak azimetinden başka hiçbir şey yoktu. Bütün gözler ona çevrildi, kalpler onun namına korkuyla doldu. Calüt da kendisini görünce şaşırarak, onu küçümsedi ve "Nedir bu elindeki asa? Kılıcın nerede senin? Serçe avına çıktığını mı sanıyorsun? Hayattan hoşlanmıyor, yaşamayı sevmiyorsun her halde? Biraz sonra kurtlara ve kuşlara yem olacaksın. Hayat defterin dürülecek" dedi. Davud şöyle cevap verdi: "Bu senin sonun olacak ey şaki, göreceksin ki, kılıcın da bir fayda vermeyecek. Ben seninle Allah adıyla dövüşüyorum. Ey mağrur, görecesin ki Hakk'ın gücü her gücün üstündedir. Öldürecek olan kılıç değil, Allah'ın gücüdür. Çünkü gerçek güç ve kuvvet O'nundur. O'nu yenebilecek hiçbir güç yoktur," dedi ve omuzundaki çantadan bir taş çıkararak sapanına yerleştirdi. Sapanı Calüt'a doğru çevirip Allah'a sığınarak taşı fırlattı. Calüt basından ağır yaralandı. Sapan taşları peşpeşe gelince koca kafir cansız yere düştü.
Müminler tekbir getirerek Calüt'un ordusuna saldırıp Allah'ın yardımıyla onları hezimete uğrattılar. Böylece zafer bayrağı inananlar adına yükselmiş oldu. Davud'un şanı İsrail oğullarının gözünde büyüdü. Talut'da vaadinde durarak Davud'u kızlarından biriyle evlendirdi. Böylece Davut'laTalüt arasında sıhrî bir bağ da kurularak Davud'un şanı iyice yüceldi. "Bu Allah'ın bir lütfudur, onu dilediğine verir". (el-Maide (5), 54). Nitekim Kur'an'da: "Talüt'un askerleri Calüt ve askerlerine karşı çıktıklarında şöyle dediler: "Rabbımız, üzerimize (yağmur gibi) sabır yağdır, ayaklarımızı sağlam tut ve o kafir millete karşı bize yardım et. Allah'ın izniyle onları hezimete uğrattılar. Davud, Calüt'u öldürdü.
Allah Davud'a hükümdarlık ve hikmet verdi ve ona dilediğini öğretti, (el Bakara (2)250-251)

8. ÜSTAD MUHAMMED TAHİR HIRAŞİ

Sözlerime bir hadis-i şerifle başlamak istiyorum. Ebu Hureyre'nin rivayet ettiği bu hadis-i şerif şöyledir: "Yedi grup insan vardır ki Allah Teala hiçbir gölgenin bulunmadığı kıyamet gününde onları Arş'ın gölgesinde gölgeleyecektir. Onlar da 1- Adil devlet reisi, 2- Allah'a ibadetle yetişen genç, 3- Kalbi camiye bağlı, cemaat ehli kişi,
4- Birbirlerini Allah için seven, bu sevgiyle biraraya gelen bu sevgiyle ayrılan iki kişi, 5- Tenhalar da Allah'ı zikrederek gözyaşı akıtabilen kimse, 6- Güzel ve mevki sahibi bir kadının kötü teklifine "Ben Allah'tan korkarım" diyerek karşı çıkabilen mümin. 7-Verdiği sadakayı gizleyen, hatta sağ elinin verdiğinden solu haberdar olmayan kişi."

Rasulullah (s.a.)'in bu tasnifindeki yedi kişiden ikincisinin "Allah'a ibadetle yetişen genç" olduğunu görüyoruz. Allah'ın rahmetine ve sonsuz mağfiretine layık olacak olanlar sadece hadiste zikri geçen bu genç ve diğer altı sınıf değildir. Fakat bunlar Allah'ın çirkin ve kötülüklerden koruyarak Arşı'nın gölgesinde gölgelendireceği özel ikrama mazhar kimselerdir. Bu ikram ve bu makam ikramların ve makamların en yükseğidir. Ayrıca gençlik zinde güç demektir. Bu güç sayesinde insan bir taraftan dünyaya aid zor işlere, ibadet ve taatın zorluklarıyla nafile ibadetlerin güçlüğüne katlanma imkanına sahiptir. Tasavvufun metodu da insanları nafile ibadetler vasıtasiyle Allah'a yaklaştırmaktır ki bu da selef-i salihinin yoludur. Nitekim Abdullah bin Ömer (r.a), Rasûlullah (s.a)'in "Gece namazları müminin şerefi, insanlardan müstağni olması da izzetidir." hadis-i şerifine istinaden geceleri çok namaz kılar, çok Kur'an okurdu. Kur'an okuyarak sabahladığı oturdu. Rasulullah (s.a), onu bu konuda uyarır ve bazı şeyler söylerdi. O da: "Ya Rasulullah beni bırak da gençliğimden ve gücümden biraz manevi yolda istifade edeyim." derdi. Allah Rasulu'nün ashabının gençlerinin ekserisinin, metodu bu şekilde idi.

İslam, gençlerin en iyi şekilde yetiştirilmesi ve sağlam meslek sahibi olmaları için bir takım usuller koymuştur. Gençleri büyüklere aid işlerde çalıştırarak yetiştirmek bu cinsten bir usuldür. Nitekim haber'de varid olduğuna göre Rasûlullah (s.a), Hazret-i Ali'yi pek genç yasma rağmen bazı beldelere kadı olarak göndermiştir. Yine Muaz b. Cebel (r.a) Yemen'e vali olarak tayin olduğu zaman 12-13 yaşlarında idi ve Rasûlullah (s.a) onu şöyle imtihan etmişti. "İnsanlara ne ile hükmedeceksin?"
Muaz: "Allah'ın kitabı ile" "Onda bulamazsan?" Rasulünün sünnetiyle" "Onda da bulamazsan?" "İctihad ve reyimle" demişti. Rasûlullah (s.a) de: "Allah'ın Rasulünün elçisini Allah'ın ve Rasülünün hoşlandığı yola muaffak kılan Allah'a hamdolsun" buyurdu.

Rasulullah (s.a) Üsame b.Zeyd (r.a.) ordu kumandanı olarak tayin etmişti. İçinde büyük sahabilerin de bulunduğu bu orduyu teçhiz edip sefere yollamak Hazret-i Ebübekir'e nasib olmuştu. Ebübekir (r.a) orduyu halife sıfatıyla yolcu ederken Üsame ile birlikte yürüyordu. Üsame (r.a.) ise: "Ya ata bin, veya geri dön artık" diyerek Ebubekir'i geri dönmeye ikna etmek istediyse de o:
"Geri dönmek de, ata binmek de. istemiyorum. Ebubekir'in ayaklarının birkaç saat Allah yolunda tozlanmasını çok mu görüyorsun?" diye cevap vermişti.

İlim de hüsn-i terbiyeden sayılır. Bugün gençlerin, hayatın muhtelif devrelerinde lazım olacak bilgileri alacakları okullar vardır. İlimlerin en güzeli ve değerlisi İslam ilimlerdir. Çünkü bu ilimler insanın en değerli esasıdır. Bu ilimler sağlam olursa diğerleri de sağlam olur. Bu metodun sağlamlığını gören büyük sufiler, gençleri terbiye etmek için ilim halkaları teşkil etmişlerdir.

Cafer b. Muhammed'in genç yaşına rağmen babasıyla ilmi mubahaselere girdiği ve Cabir b. Abdullah'ın görüşlerine tabi olduğu ve O'na peygamber (s.a.)'ın huccetinden sorduğu rivayet edilir. Hulefe 'i Raşidin bu gibi genç alimlere yaklaşırlar ve onlara imkanlar sağlarlardı.

Sonuç olarak, gençlerin önüne Rasülullah (s.a.) in şu Hadis-i şerifini koymak istiyorum: "İnsanoğlu şu dört şeyden Rabbının huzurunda hesaba çekilmeden cennete veya cehenneme giremez:
1- Ömrünü nerede tükettiğinden,
2- Gençliğini nerede harcadığından,
3- Malı nereden kazanıp, nereye sarfettiğinden,
4- İşlediği amelden,"

sözlerimi bu surette tamamlar; Hak Teala'dan mağfiret dilerim.


Bu konuşmadan sonra oturum başkanı Prof. Dr. et-Taftazanî oturumu, katılanlara teşekkür ederek kapattı.

Aktaran:Prof. Dr. Hasan Kâmil Yılmaz

KAYNAK: ALTINOLUK

Gençliğin Eğitiminde Tasavvufun Rolü

Hasan Kâmil Yılmaz; 1987-Subat, Sayı:012, Sayfa:015


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Gençliğin Eğitiminde Tasavvufun Rolü
MesajGönderilme zamanı: 29.01.10, 19:44 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 26.12.08, 08:19
Mesajlar: 583
Tasavvufta genç açılımı için forumdaki kardeşlerin değerli görüşlerini de rica ediyorum.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Gençliğin Eğitiminde Tasavvufun Rolü
MesajGönderilme zamanı: 03.02.10, 12:25 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 05.01.10, 21:01
Mesajlar: 488
dua yazdı:
Tasavvufta genç açılımı için forumdaki kardeşlerin değerli görüşlerini de rica ediyorum.


Türkiye'nin gençlerine tasavvuf ilacı lazım değil midir?


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Gençliğin Eğitiminde Tasavvufun Rolü
MesajGönderilme zamanı: 03.02.10, 13:10 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 26.12.08, 08:19
Mesajlar: 583
Günümüzde tasavvuf neredeyse genelde yaşlıların din içerikli bir sosyal faaliyet gibi gördükleri bir alan olmuştur.Fıtraten tasavvufa yönelmiş gençlerinde devam edebilecekleri genç gruplar bulmalarıda çok kolay değildir.

Rasulullah,Tebliğe başladığında Ona ilk iman edenlerin çoğu gençlerdi.Çünkü kemikleşerek kalp aynalarını karartmış günah perdeleri yoktu gönüllerinde.

fıtraten fazla bozulmamış insanınsa fıtrat dinini kabullenmesi kadar doğal ne olabilir.
Aslında tasavuf,gençler arasında revaç bulmuyorsa,suç onların değil bizlerindir.Çünkü gençler, tasavvufu en kolay kabullenebilecek sınıftır.

"Tasavvuf herkesin kârı değildir" sözü de bize çok tatmin edici gelmiyor.Çünkü osmanlı zamanında halkın yüzde 90 ının tasavvufla alakası vardı. Belki kemal bulanı azınlık olabilir ama yolda olmak bile,yolsuz olmaktan yüzbin kat yeğdir.

Aslında gençler tasavvufu neden tercih etmiyor yerine,kendimize şunları sormalıyız belkide;

Tasavvufu ne kadar temsil edebiliyoruz?
Gençlere tasavvufu (islamın bütününü,zahir ve batınını)ulaştırmak adına ne yapıyoruz?
Onların dinamizmine ayak uydurabilecek coşkunlukta bir iç alemimiz var mı?
Onları fıtratları kirlenmemiş,kalp aynaları henüz kararmamış tertemiz sayfalar olarak mı, çoluk çocuk bunlar anlamaz gözüyle mi görüyoruz.?

ve sorular çoğaltılabilir.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Gençliğin Eğitiminde Tasavvufun Rolü
MesajGönderilme zamanı: 04.02.10, 09:50 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 05.01.10, 21:01
Mesajlar: 488
Başka bir yerde "Neden hep RNK ve Risaleci cemaat ile ilgili insanı bunaltan yazılar ekleniyor?" diye sormuştun dua kardaş...

Cevabın burada: Açtığın -ve bence de çok önemli noktalar içeren- bu konunun gördüğü (daha doğrusu görmediği) ilgide ve yazılanlarda (daha doğrusu yazılmayanlarda) gizli sorduğunun yanıtı...

Herkesin etrafında; cemaat çevresinde; okulunda kafası karışık ; kalbi bulanık bir sürü genç var; akrabası-yakını vb... Ama her cemaatten tek-tük birkaç kişi dışında hiç kimse sormuyor:

Ehl-i tasavvuf bu gençlerin Allah yolunda seyri sulûk ile istikamete kavuşturulması için ne yapabilir?


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Gençliğin Eğitiminde Tasavvufun Rolü
MesajGönderilme zamanı: 05.02.10, 02:40 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 22.01.10, 04:41
Mesajlar: 345
dua yazdı:
Günümüzde tasavvuf neredeyse genelde yaşlıların din içerikli bir sosyal faaliyet gibi gördükleri bir alan olmuştur.Fıtraten tasavvufa yönelmiş gençlerinde devam edebilecekleri genç gruplar bulmalarıda çok kolay değildir.

Rasulullah,Tebliğe başladığında Ona ilk iman edenlerin çoğu gençlerdi.Çünkü kemikleşerek kalp aynalarını karartmış günah perdeleri yoktu gönüllerinde.

fıtraten fazla bozulmamış insanınsa fıtrat dinini kabullenmesi kadar doğal ne olabilir.
Aslında tasavuf,gençler arasında revaç bulmuyorsa,suç onların değil bizlerindir.Çünkü gençler, tasavvufu en kolay kabullenebilecek sınıftır.

"Tasavvuf herkesin kârı değildir" sözü de bize çok tatmin edici gelmiyor.Çünkü osmanlı zamanında halkın yüzde 90 ının tasavvufla alakası vardı. Belki kemal bulanı azınlık olabilir ama yolda olmak bile,yolsuz olmaktan yüzbin kat yeğdir.

Aslında gençler tasavvufu neden tercih etmiyor yerine,kendimize şunları sormalıyız belkide;

Tasavvufu ne kadar temsil edebiliyoruz?
Gençlere tasavvufu (islamın bütününü,zahir ve batınını)ulaştırmak adına ne yapıyoruz?
Onların dinamizmine ayak uydurabilecek coşkunlukta bir iç alemimiz var mı?
Onları fıtratları kirlenmemiş,kalp aynaları henüz kararmamış tertemiz sayfalar olarak mı, çoluk çocuk bunlar anlamaz gözüyle mi görüyoruz.?

ve sorular çoğaltılabilir.


güzel ifade etmişsiniz Allah razı olsun..

azizim, bu fakire göre tasavvuf meyli, tarikat meşrebi 'çok özel' bir nasibtir o sebeble cenab-ı Hakk onu herkese ihsan (sevdirme/seçtirme) etmiyor.. ya da şöyle diyelim herkesin "mâ hulika leh"i o davayı hamle müsait değil.. zaten kişi eğer müstaid olup Hakk âna hidayet kılmasa (hâşa) Mevla'ya zulüm lazım gelirdi..

şu da var: tarikat ve tasavvuf 'kuru tebliğ' ile de intişar etmiyor.. (hatta bu ters tepme bile yapar)

ama bu davanın 'güvâhı/şahidi' olan kimselerin muamelesi başkadır.. onlar herşeyden evvel ilk görüşte 'temsilleri' ile gönüllerde bir tema (ayna) haline gelirler ve teveccühleri ile müstaid kimselerin ayn-ı sabite'lerinde meknuz olan cevherleri tahrik ve teshir ederek ortaya çıkarırlar..

bize düşen vazife şudur:

temsil kabiliyetimizi artırmak.. bu da ilim amel ihlas ve ahlak-ı hamide ister.. bunlarla daim Allah aşk ôduna har vermelidir.. işte o şana yâran (enis ve celis) çok olur.. vesselam..


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Gençliğin Eğitiminde Tasavvufun Rolü
MesajGönderilme zamanı: 07.02.10, 22:58 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 05.01.10, 21:01
Mesajlar: 488
TûTî yazdı:

bu fakire göre tasavvuf meyli, tarikat meşrebi 'çok özel' bir nasibtir o sebeble cenab-ı Hakk onu herkese ihsan (sevdirme/seçtirme) etmiyor..

ya da şöyle diyelim herkesin "mâ hulika leh"i o davayı hamle müsait değil..

zaten kişi eğer müstaid olup Hakk âna hidayet kılmasa (hâşa) Mevla'ya zulüm lazım gelirdi..


Burada murad-murid ile "muhib "ayrımı gerekiyor...

Çok az âdem "murad'dır...

Bazı âdem "mürid" olma istidadı taşır... Bazısı mürşidine erer; bazısı zahirde eremez...

Fakat bütün insanlar "muhib" olabilir ; bilhassa bütün muminler...

Tasavvufta muhib makamında olmak için fazla teferruata gerek yok: Evliyaullahı sevmek ve asgariden tâzim (aleyhlerinde olmamak, istihza vb. tavırlardan kaçınmak) kâfi...


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Gençliğin Eğitiminde Tasavvufun Rolü
MesajGönderilme zamanı: 08.02.10, 04:28 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 22.01.10, 04:41
Mesajlar: 345
Konuyu bir de tersine çevirelim:

Gençlerin 'gençlik ve delilik çağıyla' tasavvuf/tarikat eğitiminde mazhar oldukları seri pişmeler ve leziz semereler..


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 23 mesaj ]  Sayfaya git 1, 2, 3  Sonraki

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 0 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye