1. Dr. ABDULLAH ABDÜŞŞEKÜR'ün GÖRÜŞLERİ
Sayın Dr. Ebü'l-Vefa et-Teftazani, İslâm davetinin en birleştirici noktası olması bakımından camiin tesirinden bahsetti. Ben onun bu konuşmasında tasavvufa daha ağırlık vermesini beklerdim. Benim düşünceme göre gençlerin ekserisinin tasavvuf telakkisi tashihe muhtaçtır. "Tasavvuf bir ahlaki değerler manzumesi ve şahsiyetin teşekkülüne müessir örnek davranışlar mecmuasıdır. "Mevcud ahlaki değerler, şüphesiz islâmi değerlerdir. Tasavvuf erbabı amelî ve nazarî tefsir ile temayüz ettiğinden Kur'an'ın manasını en iyi anlayabilen kimselerdir. Amelî tefsir, kitab-ı ilahide varid olduğu şekilde ayetin gösterdiğine itaat ve ayet-i kerimeyi zamanın gerektirdiği şekilde dakik ve ince şekilde anlamaktır. Mesela sûfi, Allah Teala'nın: "Onlar yeryüzünde gezip görmüyorlar mı? (Gafir 82) "Yeryüzünde gezip görün" (en-Neml, 69) ayetlerini okuduğu zaman onu en derin, en veciz şekilde tefsir ederek dinleyenin gönlüne tesir edecek manalar çıkarır ve "Yeryüzünü gezip görün" ayetine: "İşte şunlar köşkleri, şunlar da kabirleri, gezin görün bunları" manasını verir. Bu manada bir tefsir bana göre, kalbe tesir gücü bakımından daha seri, daha mukni ve daha mucizdir. Bu ayetin işaret etmek istediği ibret de budur. Hayattan, meliklikten, ölümden, fena veya bekadan alınacak ibret de budur. İkinci olarak bizim gençlere tasavvufu tam olarak tanıtmamız gerekmektedir. Açık ve net bir surette; klasik usullerle değil. Nitekim şu anda biz, sayın Teftazani'den el-Kettani'nin tasavvufu "ahlak" olarak tarif ettiğini öğrendik. Ahlaki üstünlüğün tasavvufi üstünlük demek olduğunu işittik. Öyleyse biz gençlere, "Tasavvuf kısaca kalbin kötü hasletlerden temizlenmesidir" diyelim. Bundan fazlasını söylemeye gerek yok. Çünkü bunun manasını gençler uzun uzadıya açıklamalara gerek kalmadan anlayabileceklerdir. Kalb, sadr; yani batın tasfiye olduktan sonra bunun safiyeti dışarıya yansıyacaktır. Gençlerimize amel noktasında da ehl-i tarikin değerlerini öğretmek zorundayız. Çünkü tarikat sadece ibadet demek değildir. Ehl-i tarik ve sûfiler nezdinde ibadet, elle yapılan işlere varıncaya kadar her ameli kapsayan bir anlayıştır. Nitekim Ebul-Hasen eş-Şazili ihvanına dua edince şöyle derdi: "Çalışınız, çünkü dünyasında hayır olmayanın ahiretinde de hayır yoktur." Gençlerin, bu sözlerin sûfiyye imamlarından birine aid, şahsî ve kavli değerler olduğunu bilmesi gerekir. Ahmet el-Bedevi de ihvanına şöyle nasihat ederdi: "Önce ekmeğinizi kazanın, sonra Rabbınıza ibadet edin." Bu sözler bizi tasavvufun, kalp temizliği amel ve üretim demek olduğu fikrine götürür. Tasavvuf aynı zamanda güven ve karşılıklı anlayıştır. Öyleyse tasavvuf, iyimserliktir. Kötümserlik değildir. Tasavvuf korkaklığı da reddeder ve gerçek sûfi Allah'tan başkasından korkmaz. İnsan, mahlukattan korkmayıp onlara zarar ve eziyet de vermeyince iyimser olarak yaşar. Kötümserliği terk eder. Böyle biri, arzuladığı ve tama ettiği şeye kul köle olandan pek tabii-üstündür. Çünkü o, insanın kendisine arzu ettiği şeyleri vermekten aciz olduğunu görür. Nitekim Ebu Hazim'e devlet idarecilerinden birisi, "Dile benden ne dilersen" diyor. Ebu Hazim ona: "Madem ki sen gerçek bir idarecisin, elinde de kudretin var, öyleyse bana cenneti ver" diyor. Aslında bu adam Ebu Hazim'e zorla bir şeyler yaptırmak istiyordu veya kendisinin el sürmeye güç yetiremediği şeyleri Ebu Hazim'e yaptırmak istiyordu. Onun için de böyle bir teklifle onu bağlamak istedi. Ebu Hazim daha akıllı davranarak onun yolunu kesti. Tasavvufun manasını gençlere iyice öğrettikten sonra, tasavvufi değerleri ve tasavvufi şahsiyetleri onlara iyice anlatmalıyız ki, gençlerin izleyebilecekleri yolu, onlara göstermek mümkün olsun.
Neşir organlarının tesirine gelince bugün biz nüfusu 50 milyona varan geniş bir beşeri çevrede yaşıyoruz. Bu sebeple neşir organlarının toplum üzerindeki tesiri bütün çıplaklığıyla ve gerçekleriyle gözlerimizin önünde duruyor. Bunun gençlerin bilhassa dinî, millî ve insanî duygularla yetiştirilmesindeki rolü meydandadır. Hakk Teala Hazretleri buyuruyor: "Sen insanlara öğüt ver, çünkü senin görevin öğüt vermektir." (el-Gaşiye, 21) "Nasihat et, çünkü öğüt, mü'minlere fayda verir." (ez-Zariyat, 55) Gençlere inanç değerlerini ve manevi büyüklerini, yaşantılarını tanıtmak ve öğretmek faydalı öğütler cümlesindendir. Ahlakî ve fikrî değerler etrafında yapılacak fikrî mülakatlar İslâm ahlakının umdelerini üzerinde taşıyan örnek insanların hayatları, toplumda amir ve memurun, talebe ile hocanın, çiftçi ile işçi, esnaf ve komşuların birbirlerine karşı muameleleri ile alakalı günlük programlar, haftalık programlar, gençlerimizin kalplerine ulaşma yollarındandır. Bu programlar sayesinde gençlerimiz yüce ahlak şekillerini gönüllerine yerleştirme imkanı bularak, yüksek ahlakî değerlere ererler. Okuyarak, duyarak ve seyrederek öğrendiği bu değerlerin ışığında, yol alırlar. Bu örneklerin tanıtılmasında neşir organlarına büyük görevler düşmektedir. Nitekim batılılar kendi büyüklerini fikir ve siyaset adamlarının hayatlarını yazarak televizyon ve radyo vasıtasıyla halka anlatmaya başlayınca batılı gençler kendi milletlerine hizmet sahalarına yönelmeye ve hayatlarını bu sağlam esaslara göre düzenlemeye başladılar. Bizler de gençlerimize sözün iyisini, üslubun güzel ve yumuşak olanını kelam ve yaşayışın düzgününü öğretebildiğimiz zaman İslâm ümmetinin talihini güldürebiliriz.
Hz.Peygamber (s.a.)'den öğrendiğimize göre "Güzel ve hoş söz sadakadır. Yolda yürüyene eza verecek taşı kaldırmak da sadakadır. Yolda kalmışa veya ihtiyar sahibine yardım etmek de sadakadır. Kötü söz söylememek de bir sadakadır. İnsana insanlık değerini vermek de sadakadır." Bütün bunlar insanın Allah'a, topluma ve insanlara karşı riayet edeceği adabı gösterir. Bu yüzden neşir organları gençlerimize, İslâm tarihinin örnek şahsiyetlerini ve manevi değerlerini tanıtmaya yönelmelidir.
2. Dr. ABDURRAHMAN EN-NECCAR'ın GÖRÜŞLERİ Ben, tasavvufun safa ve tasfiye ile münasebetine işaret ederek gençlerimizin nefislerinin esaretinden kurtarılması gereğini belirtmek istiyorum. Çünkü gençler, İslâm binasının temel taşlarıdır. Zeyd (r.a.) Rasülüllah (s.a.) ile karşılaştığı bir sabah, efendimiz ona sordu: "Nasıl sabahladın ya Zeyd? O da: "Hayrı ve hayır ehillerini sever olduğum halde sabahladım. Gücüm yettikçe hayra koşarım, eğer bir hayrı kaçıracak olursam üzülürüm" dedi. Zeyd'in bu sözü üzerine efendimiz O'nu kucakladı ve: "Bu sıfat Allah'ı sevenlerin sıfatıdır". Ki insan bu sayede nefsinin zararından kurtularak safa içinde yaşar. Buradan hareketle ben sözü pek yeni olmayan bir yola getirmek istiyorum.
Olay, Somali'de vuku bulmuş. Olayın vuku bulduğu bölgeye bizzat gittim ve gördüm. Olay şöyle: Avrupa'dan bir Hıristiyan misyoner kadın Somali'ye gelip kabilelerin arasına yerleşiyor. Uzun süre aralarında yaşayarak dillerini öğrendikten sonra burada küçük bir hastane kuruyor. Hastaneye, doktorlar, hastabakıcılar getiriyor. Hastalar oraya gelince tedavi imkanı buluyor ve tedavi yapan doktor hastaya: "Bunun sana Rabb hediyye olarak gönderdi" diyor. Bir başkası da, "Bunu sana Meryem hediye etti" diyor. Bu suretle oralarda belli ölçüde Hıristiyanlığı yayma imkanı buluyorlar. Bu misyoner kadın Hıristiyanlık dinini anlatarak, hiçbir dini inancı bulunmayan bu yerlileri Hıristiyanlığa çağırıyordu. Halkın bir kısmını bu şekilde yetiştirdi. İçlerinden zeki bulduğu bir genci seçerek o bölgede papaz olarak seviyeye getirdi. Bu papaz, Hıristiyanlığı yaymak için memleketinden ayrıldı. Bir gece esen hafif rüzgar ve yaprak hışırtılarının arasında kalbini ürperten hoş bir takım sesler duydu. Sesin geldiği tarafa doğru merakla gitti. Orada ilahiler okuyarak zikir yapan bir derviş topluluğuna rastladı. Bunların kimler olduğunu sordu. "Müslüman dervişler" olduğu bildirilince gönlüne İslâm sevgisi düştü. O mıntıkada imamlık yapan bu dervişlerden biriyle görüşerek Müslüman oldu ve aynı camide güzel sesiyle ezan okumaya başladı. Misyoner kadın zaman zaman bu bölgeyi ziyarete gelirdi; zira emrine bir helikopter tahsis edilmişti. Onunla Afrika içlerine kadar kabileleri dolaşırdı. Bir gün papaz olarak yetiştirdiği bu zatın evine giderken kulağına aşina bir ses ilişti. Ses yabancı değildi, fakat sözler yabancıydı. Çünkü o sesin sahibi, Müslüman olduğu camide ezan okuyordu. Sonra soruşturdu ki, papaz diye yetiştirdiği zat tasavvuf ve sûfilerin tesiriyle hak dini bularak Müslüman olmuş, papazlık yerine müezzinlik yapmaya başlamıştı. Ben bu bölgeye kadar giderek işin aslını soruşturdum ve köy halkı bana olayı aynıyla anlattılar. İşte bu, tasavvufun kalpler ve ruh üzerindeki tesiridir, gençlerin İslâm'a yaklaştırılmasında bundan istifade edilmelidir. "Büyük sûfilerin Cihad'la ilgili tavırları gençlere yeterince anlatılamamıştır."
3. EŞ-ŞEYH MANSUR ER-RİFAİ UBEYD'in GÖRÜŞLERİ Söz, tasavvuf ve gençlikten açılınca, gençlerimizin neden tasavvufa yaklaşmak istemedikleri sorusuna cevap vermemiz gerekir. Çünkü gençlere sûfilerin vehim ve hayal içinde yaşadıkları anlatıla gelmiştir. Onlara büyük sûfilerin cihadla ilgili tavır ve davranışlarını gereği gibi anlatamadık. Bizler Ahmed el -Bedevi ve İbrahim ed-Düsûki gibi büyük sûfilerin, insanların gönlüne iyilik ve iyi amelin tohumlarını ektikleri gibi cihadda da ordunun ilk safhalarında çarpıştıklarını biliyoruz. Seyyid el-Bedevi, yaşadığı çağın insanlarına ilim öğretiyor, onları her türlü hayra, kemale ve müsmir amele yönlendiriyordu. Fakat O'na dair hiçbir şey okumamış bazı kimseler, cehaletlerine bakmadan onunla ilgili şeyler yazmaya cesaret gösterebiliyorlar. Hatta bazıları İmam Şarani ve Ali el-Havvas gibi şeyhleri ele alarak, "Bunlar toplumda asalak olarak yaşadılar" diyebiliyorlar. Fakat vakıa onların söylediklerinin aksinedir. Bizden beklenen, İslâm davetine hizmet eden ve bunun için müesseseler kurarak İslâm toplumunun korunmasını sağlayan davetçileri vazıh bir şekilde gençlerimize anlatmaktır. Tasavvuf erbabı, kendilerini toplumdan koparmadıkları gibi ibadet ve muamelatta halka örnek olmuşlardır. "Hak gözlerden uzak tutulunca batılı yaygınlaştırmak kolay olur." Bugün, neşir organları gençlerimizin zihninden bu nadir şahsiyetlerin izlerini silmeye ve unutturmaya çalışmaktadır. Eğer biz tasavvuf fikrini yaygınlaştırmak istiyorsak gençler için örnekleri de çoğaltmalıyız. "Gerçek tasavvuf şeriat ve hakikate sarılmak, kitap ve sünnet yolunda yürümektir." 4. Dr. AHMED ÖMER HAŞİM'in GÖRÜŞLERİ Bu ümmetin gençlerinin örneğine uygun şekilde yetiştirilmesinde tasavvufun küçümsenemeyecek bir rolü vardır. Tasavvuf, söz ve tarikat olmaktan çok, güzel amel ve iyi davranıştır. Tasavvufun şiarı hakikattir. Hakikat şeriat ve tarikatin de şiarıdır. Hakikatin de şeriat çerçevesinde olması gerekir. Şeriata uygun olmayan hakikat, hakikat değil, batıldır. Tasavvuf, bağlarına mücahede ve evradın yanı sıra amel ve sülûkü de şart koşar.
Tasavvufi müesseselerde, tarikatlarda, şeyhler müridlerinden istikamet üzere olmak, haramlardan sakınmak ve ibadetlere müdavim olmak üzere ahid alırlar. Bu muahede, kısa zamanda semeresini vererek tarikatların saflarına, genç, ihtiyar, zikre düşkün ve kitab-ı ilahiyi okuyan ve kelime-i tevhidi söyleyen kimseleri cezbetme imkanı sağlar. Gerçek tasavvuf saflarında ciddiyetsizlik, sapma ve hak yoldan ayrılma söz konusu değildir. Kendilerinde bu tür eksiklikler görülenlere sûfi demek mümkün değildir. Bunlar ancak kuru iddiacı veya tasavvuf saflarına başka yerlerden sızmış kimselerdir. Gerçek tasavvuf, şeriat ve hakikate sarılmaktır, kitap ve sünnet yolunda yürümektir. Şurası esefle belirtilmelidir ki, bazı dergiler tasavvuf ve sûfilere karşı harb ilan ederek halkın yaşantısında teşviş meydana getirmeye çalışıyorlar. Bazı büyük muasır sûfileri ele almak suretiyle onların namuslarına dil uzatarak itham etmekten, sövüp saymaktan çekinmedikleri gibi her türlü dedikodu, çekiştirme ve iftiradan geri durmuyorlar. Gençlerin ehl-i tarik saflarına çekilmesinde gençlere ahlaki ve manevi değerler kazandırılmasında tasavvufun rolünü görmezden gelerek ehl-i tasavvufa yükleniyorlar. İşin şaşılacak tarafı o ki, bu mecmualar, tasavvuf ve tasavvuf mensuplarına dil uzatırken Komünizm, Siyonizm, Bahaîlik, dinsizlik gibi sapık cereyanları bir yana bırakıp onlarla hiç uğraşmadan -varsa da yoksa da- tasavvufla uğraşmayı maharet sayıyorlar. Biz bu cemaat mensuplarına diyoruz ki, "Gelin tevhid sancağı altında birleşelim" İslâm ve tasavvuf düşmanlarına karşı birlikte mücadele edelim. Ey cemiyette söz sahibi olan ve eli kalem tutan kimseler. Bazı sapık tarikatlarda ve çarpık zihniyetli sûfilerde gördüğünüz sapmalar, tasavvuf değildir. Bunlar kuru iddialardır, gerçek tasavvufu asla temsil edemezler. Bozuk zihniyetlilerin sapıklığını diğerlerine hamletmeğe hakkımız yoktur. Biz ittifak ettiğimiz meselelerde birbirimize yardımcı olalım. Düşmanlarımızın körüklemeye çalıştığı fitne ateşini üflemenin manası yok. Bütün bu tür münakaşa ve sürtüşmelerin ardında -biz farkında olmasak bile- İslâm düşmanlarının tahrikleri vardır. Bu toplantı bile tasavvufun yaptığı hizmetlere bir örnektir. Benim bu söylediklerim, Müslümanların ve sûfilerin birbirlerini daha yakından tanımaları için ciddi ve samimi bir çağrıdır ki, bu ümmetin gençleri daha sıcak bir şekilde birbirlerine yaklaşsınlar ve kaynaşsınlar.
5.EBÛL VEFA -GANİMİ'nin GÖRÜŞLERİ Dr. Ahmed Ömer Haşim'in bu konuşmasından sonra oturum Başkanı Dr.Ebu'l-Vefa el-Ganimi şunları söyledi: "Prof.Dr.Ahmed Ömer Haşim'e teşekkür ederim. O'nun konuşması beni selefiyye ile sûfiler arasında meydana gelen ve bu ümmete birçok zararlar getiren mücadelenin esasına dair bazı açıklamalar yapmaya teşvik etti. Çünkü selefiyye imamları tasavvufu kabul etmiş ve onu inkara redde kalkışmamışlardır. Mesela, Şeyhul-İslâm İbn Teymiye, "et- Tuhfetü'l- Irakıyye"ve "Risale-tüs -sûfiyye ve'1-fukara" adlı eserlerinde tasavvufu ele alarak bu konuya aid görüşünü belirtmiştir. Onun bu eserlerindeki fikirlerinden kendisinin hiç de manevi kavramlardan ve tasavvufi izahlardan uzak olmadığı anlaşılmaktadır. Mesela sûfiyenin ele aldığı tevbe, şükür, sabır, rıza, tevekkül ve benzeri makam ve hal denilen ıstılah ve manaların her mü'min için gerekli olduğunu belirtmiştir. Tasavvuf imamlarından çoğunu kabul ederek fikirlerine saygı göstermiştir. Mesela Abdulkadir Geylanî'yi büyük bir takdirle yad etmektedir. Yine hemen 18 kadar sûfiyi eserlerinde takdirle saymaktadır. Onları redde kalkışmadığı gibi medh ve senada kusur göstermemiştir. İbnu'l-Kayyim'e gelince, o da tasavvufu inkar etmediği gibi Medaricüs-salikîn isimli eserini tasavvufi sahada yazmış ve açıkça tasavvufi ekole dahil olmuştur. İbn Abdülvahhab'a gelince, o da tasavvufu reddetmemiş, tasavvufi bir muhitte yetişmiştir. Oğluna aid Tevhid risalesinde şu ifadeler yer almaktadır: " Biz tasavvufi tarikatleri kitap ve sünnete bağlı olduğu sürece reddetmeyiz" Öyleyse sûfiyye ile selefiyye arasındaki bu çekişmenin esaslı bir dayanağı yoktur. Selefiyye ile sûfiyyenin İslâm düşmanları karşısında bir araya gelerek güç birliği yapmaları mümkündür. Çünkü bu iki kuvvetin çekişmesinden en çok istifade edecek olan pek tabii ki İslâm düşmanlarıdır. Zat-ı alilerinizin (Dr. Ahmed Ömer Haşim'i kasdediyor) bahsettiği ve bazı zamanlarda şiddetlenen tasavvufa hücum meselesini biz fazla mühim bulmuyor ve kınamıyoruz. Çünkü biz tasavvufu vakıaya uygun şekilde doğruca anlattığımız ve gerçek manasıyla ve basit ifadelerle tanıttığımız zaman, tasavvufun bir eğitim ve davranış sistemi olduğu ve bu sistem sayesinde islâmi faziletleri benimsetmenin mümkün olacağı anlaşılmış olur. Bu yüzden İslâm davetçilerinin bu ilme yönelmeleri gerekmektedir. Asrımızdaki İslâm davetçileri daha çok şekli bir davete ehemmiyet veriyorlar, İslâm'a şekli usullerle sülûk ve ahlak yönlerine itina göstermeden davet yapmaya çalışıyorlar. Bana göre herhangi bir İslâm davetçisinin her şeyden önce nefs terbiyesinden geçmiş olması, ikinci olarak da Allah'ın yoluna basiretle çağırması lazımdır. Nefs-i emmaresini terbiye etmeden ve onu doğruluğa tam olarak ram etmeden davete kalkışan kimsenin daveti hiçbir anlam ifade etmez. Buna ilave olarak da şunu söylemek istiyorum. Davette tasavvuf, metodu gereği, evvela gençleri saflarına çeker. Çünkü tasavvufun esası sevgi ve müsamahadır ve şu hadis-i şerif'e istinad eder. "Kolaylaştırın, zorlaştırmayın, müjdeleyin, nefret ettirmeyin." Bu yüzden sûfiler, insanları onlara iyi örnek olarak ve amel-i salih ile Allah'ın yoluna çekmeye çalışırlar. Tasavvuf kabalık yolu değildir. Nitekim Rasûlullah (s.a.) de şöyle buyurmaktadır: "Rıfk girdiği yeri süsler, güzelleştirir, kabalık da girdiği yeri lekeler, çirkinleştirir." Bu yüzden sûfiler eskiden beri tevbe ihtiyacında olanların tevbe etmelerini telkin ederler, isyankarların gönüllerine bile ümid tohumları ekerek Allah'ın yoluna çağırırlar. sûfilerin Allah yoluna davette böyle yumuşak olmalarını sağlayan nedir? Ataullah el-İskenderi'nin şu sözleri benim çok hoşuma gider: "sûfiler, herkese tahammül ederler, bir kişiye tahammül edemezler. Herkese insaf ederler, kendi nefislerine karşı ise kalp selametine ermiş olmalarına rağmen insaflı değillerdir." İşte tasavvuf budur. Sayın Dr.Ahmed Ömer Haşim'in sözleri beni böyle bir açıklama yapmaya sevketti. Tasavvuf bütün insanlara karşı merhamet ve dostluk esasına dayalı yüce bir davet sistemidir.
|