Muhyiddin Şekur ile Söyleşi: "TASAVVUF İSLAM'da Derinleşmek İsteyenlerin Yoludur" Mahmut BIYIKLI
Efendim, sizinle daha önce yapılan söyleşilere baktık. Biz, biraz daha farklı bir mecrada, seyr ü süluk bahsinde merak ettiğimiz noktaları sormak istiyoruz… Doğulular, bu sûfî hayatın derinliklerini kendi içlerinde yaşıyor ve muhafaza ediyorlar. Uygun bir tabir ise, bu şahsi macerayı aktarırken perdeyi tam açmıyorlar. Fakat Batılılara baktığımızda daha açık, daha cesur, hatta cüretkâr, bir şekilde iç yolculuklarından bahsettiklerini görüyoruz. Sizin de eserlerinize baktığımızda aynı hali, bu cesur aktarımı görüyoruz. Burada Batı kültürünün vermiş olduğu kendine has bir özgüven mi söz konusu? Yoksa Şark kültüründeki, mahreme sığınma, halin ifşasından çekinme hali mi bu duruş farkına vesile oluyor?
Önemli bir soru fakat bu soruya tam bir karşılık veremeyeceğim. Bana göre, tasavvuf Doğu’ya ve Batı’ya has bir şey değil. Kendi açımdan konuya yaklaşmam gerekirse, halen bir keşif süreci içindeyim. Kitaplarımda paylaştıklarım, yaşadıklarımın tamamı değil ama dediğiniz gibi genel olarak açık olmaya çalışıyorum, çünkü insanlara imanlarını, manevî hayatlarını nasıl daha canlı ve yoğun bir şekilde yaşayabileceklerini örneklemek istiyorum. Çünkü böyle bir vakıa var, böyle bir imkân var. Bunu anlatmayı, bunu göstermeyi hedefliyorum. Tecrübelerimi yaşarken ve anlatırken bu kadar rağbet göreceğini düşünmüyordum. Yaşarken, bir gün bunları yazıya dökeceğim ve insanların bundan bu kadar etkileneceğini hesap etmemiştim.
Efendim, biz de Batılı tekniği uygulayalım ve açık açık soralım istiyoruz. Sizce, insanların bu konuda anlatılanlara olağanüstü derecede ilgi göstermesinin en önemli sebebi ne? Okurun içsel arayışı mı, yaşanılanların gerçekten özgün olması mı, ya da genel anlamda sûfî hayata yönelik entelektüel bir merak mı söz konusu?
Bunlar gerçekten ilginç sorular. Daha önce üstünde düşündüğüm şeyler değil. Beni hazırlıksız yakaladınız. Ben sadece, kendi deneyimlerini yazmak istedim. Şeyhim beni bu süreçte çok teşvik etti. Şeyhimin teşvikleriyle, ‘yaz’ dediği için yazdım. Yapmaya çalıştığım şey, söylediklerimi iletirken, hem söylediklerime hem de kendime karşı dürüst olmak. Bu da tahminimce okurların beklentisiyle örtüşüyor, okurların kalbine dokunuyor. Sorduğunuz şey çok önemli. Ben de arayış içindeydim. Sorularım vardı. Bu süreçte sorularımın cevaplandığını Allah bana gösteriyordu. Bu sebeple sizin sunduğunuz seçenekler içinde birinci seçenek daha güçlü bir seçenek olabilir. Hızlı bir dünyaya doğuyoruz. Hayatın hızına yetişemeyen insanların içinde sürekli bir arayış var. Adını koyamasak da fark edilmeyi bekleyen, bilinmek isteyen bir tarafımız var. O yüzden birçok insan modern dünya ile içsel dünyaları arasında sıkışıp kalıyor. İkisi arasında parçalanıyoruz. Ben kendimi bir Batılı olarak tanımlamam ama insanların gözünde Amerikalı, Batılı, İslâmî hayatın içinden gelmeyen, teknolojinin son derece hızlı geliştiği dünyadan birisinin bu tarz bir içsel yolculuğu yaşaması, insanlara çok ilginç geliyor olabilir.
Elimizde Gölgeler Koridoru var… Türünü değerlendirirken hikâye mi, roman mı, menâkıbname mi diye sorguluyoruz. Siz kitabınızı ne olarak tarif ediyorsunuz? Kitaptaki anlatıları tasavvuf geleneğindeki menâkıbnamelere benzetebilir miyiz? Bu geleneğin bir devamı mı? İki kitabın içinde de bolca menkıbe var. Buradan yola çıkarak sufî eğitiminde kıssaların önemi nedir? Şeyh efendinin, ustanın sizi eğitirken menkıbeleri kullanma metodu ne idi? Sufî eğitiminde menkıbelerin rolünü değerlendirir misiniz?
Yine beklemediğim ilginç bir soru. Ben bir roman yazmıyorum. Hedefim bir roman veya bir hikâye anlatmak değil. Bütün arzum, kendi yaşantımı en dürüst, en güzel şekilde nasıl anlatırım, nasıl aktarırım, bunu çabası içindeyim. Tek hedeflediğim şey budur. Oturup Şeyhü’l-Ekber Muhyiddin ibn-i Arabî Hazretleri veya Bayezid-i Bistami Hazretleri nasıl anlatmış, ben de onlar gibi anlatayım veya o üslubu kullanayım, bu tür bir şeyi gözetmiyorum. Deneyimlerimi en güzel, en dürüst şekilde nasıl aktarırım, onun arayışındayım, bunu gerçekleştirmeye çalışıyorum. Okurların kendileri için henüz yaşamadıkları ama yaşamaları mümkün olan şeyleri düşünmelerini istedim. Bu adamın başına gelenler, belki benim için de mümkündür diye düşünüyorlarsa o zaman ben kendimi başarılı sayarım.
Bunların yazılması için Şeyh efendinin sizi ısrarla teşvik etmesindeki amacı nedir?
Onun amacı da aynı, ikimizin amacı da aynı, hiçbir fark yok. İnsanların aslında doğuştan getirdikleri arayışlarına makul cevaplar bulabilmesini sağlamak…
Kitaplar hem ülkemizde hem de Batı’da yayınlanıyor, dağıtılıyor, okura sunuluyor. Türkiye’de olağanüstü derecede ilgi görmesinin sebebi sizce ne olabilir? Türkiye’de farklı bir manevî açlık ve arayış mı söz konusu? Hazine aslında bu topraklarda da siz bir anlamda hazineden kullanıyor yine hazinenin üstünde oturanlara mı satıyorsunuz?
Bu ilginin sebebini ben değerlendiremem. Burada yaşamıyorum. Türkiye coğrafyası üzerinde bir etüdüm de yok. Fakat şunu biliyorum ki Türkiye’de hâlâ aktif cemaatler var, hâlâ çok harika tasavvuf şeyhleri yaşıyor ve bu iç yolculuk macerasını dirayetle yönlendiriyor. Bunun farkında olmayan büyük bir kesimin varlığının söz konusu olduğu fikrine katılıyorum. İslâm âlemi içinde tasavvufa inananlar var, karşı duranlar var, bir de olumlu bakan sempatizanlar var.
Tasavvufa itiraz edenlerle karşılaştınız mı? Onlarla bir tartışma yaşadınız mı? Bu zor bahiste davanızı ifade ederken nasıl bir anlatım dili kullandınız?
Evet, tasavvufa olumsuz bakan, tasavvufu inkâr eden insanlarla karşılaştım. Böyle insanlar var. Kuzey Amerika’da hem İslâm’ın hem tasavvufun karşısında duranlar var. İnsanlar önyargılarını aktarıp bunun üzerine fikir geliştirebiliyorlar. Ben, insanlarla ilişkilerimde insanların bulundukları yerde olmaya çalışıyorum. Onları kendi noktama çekmeye çalışmaktan ziyade, onların bulunduğu noktadan bakmaya çalışıyorum. Velev ki, kaba davrandılar, kötü bir şey oldu, kendimi o mekândan, onların varlığından, onların olduğu yerden uzaklaştırmaya, onlardan uzak durmaya çalışıyorum. Gidip de insanları ikna etme, onları kendi tarafıma çekme veya sadece benim bakış açımın doğru olduğuna ikna etme çabasında değilim. Böyle bakmıyorum duruma. Daha ziyade, temel şeyler üzerinden insanlarla birleşmeye, ilgi, ilişki kurmaya çalışıyorum. Örneğin kendi adıma dürüst olmaya çalışıyorum. Bir şeyi konuşarak anlatmaktan çok dinlemeye çalışıyorum. İnsanlar ne diyorlar, bunu merak ediyor ve insanları dinliyorum. Dünyayı nasıl görüyorlar, bunu anlamaya çalışıyorum. İkna etmeye çalışmaktan ziyade bunları yapmaya çalışıyorum. Bu sebeple kitaplarımda fikir empoze etmeye çalışmaktan ziyade kendi tecrübelerimi, deneyimlerimi paylaşıyorum. Fikir değil, deneyim paylaşıyorum. Bu da insanları etkiliyor herhalde. Batı’da aynı zamanda hem tasavvuf hem İslâm karşıtlığı var; bir de yaygın olduğunu duyduğumuz ‘İslâmsız sûfîlik’ anlayışı var. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? İslâmsız tasavvuf diye bir şey söz konusu olamaz; ancak ikisi bir arada yürür. En yüksek mertebe İslâm’dır. Müslüman açısından doğru bakış açısı budur. Tasavvuf, İslâm’da derinleşmek isteyenlerin yoludur. Tasavvuf Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat anlayışının içinde yer alır. Farz olan dört rekatsa, ben sekiz veya daha fazlasını kılmak isteyebilirim, daha fazla derinleşmek isteyebilirim. Tasavvuf, bende bu ibadet aşkını uyandırma yolunun adıdır. Yoksa ibadetler İslam’ın özüne aittir. Başka hiçbir manevi oluşumda bu şekilde yer almaz. Tasavvufu siz nasıl tarif ediyorsunuz? Tasavvuf, insanın manevî hayatına yaklaşımında kullanabileceği, zamana tabi olmayan yaşayan, canlı, insan tabiatına çok uygun bir yoldur. Manevî yaşamdan kastım şudur; şüpheden uzak, insanın bir amacının olduğundan emin olarak, kalbinde bir huzur ve tatmin duygusuyla panikten uzak bir yaşam... Tasavvuf, insanı bu hayat tarzına ulaştıran yaşanabilir ve ulaşılabilir bir yoldur. Dünyada olup biten ne olursa olsun tasavvuf varlığını hep sürdürecektir. Çünkü bu, Yaratıcı’nın tercihidir. Bazılarına Kendisini arasın bulsun tanısın diye daha fazla aşk ve şevk vermiştir…
İç yolculukta şeyhin rolü nedir? Tasavvufun ön gördüğü teslimiyet, -aklın, fikrin ötesinde tamamen teslim olmak- nasıl izah edilir? Teslimiyet bu yolculukta neden önemlidir?
Yine çok önemli bir soru… Tasavvuf bir felsefe değildir. Şeyhler, müridler şurada ne yapıyorlar acaba, diye gidilecek bir yol değildir. Bir tarafta merakı, arzusu olan, yardım arayışı içinde, isteyen, talep eden bir mürid vardır; bir tarafta da mürşid vardır. Mürşidin rolü nedir dersek, Hak yolda belli, güvenilir ve geçerli bir silsileye bağlı olması şartı vardır. Kişisel ve manevî iyi özellikleri, kaliteli bir yaratılışı olması gerekir. Çünkü müride iç yolculuğunda yardım etme sorumluluğu taşıyor. Bu çok ciddi, büyük bir sorumluluktur. Kişinin kendi içindeki hidayeti bulmasını sağlar. Müridin özgürleşmesi, bağımsızlaşması, kendinden emin bir şekilde ilerlemesi yönünde onu teşvik eden kişidir mürşid. Mürid evrende pozitif, olumlu bir kuvvet olarak ancak mürşidi ile durur. İnsanların rehbere ihtiyacı vardır. Eğer rehberi, mürşidi bulursanız bu çok büyük bir nimettir. Bu, size çok ciddi şekilde yardım edildiğinin göstergesidir. Tasavvuf bir kulüp veya yarışma değildir. Ancak çok samimi bir kalple yaklaşılacak bir şeydir. Bulmak isteyen kişinin Allah’a, yaratıcısına yönelmesi gerekiyor. Kişinin bunu Allah’tan istemesi gerekir. Çünkü mürşidler de isterler. Mürşidler de yardım alırlar. Bu bir şov değildir, kulüp değildir. Tasavvuf öyle bir yol ki, burada hedef, insanın imanda yakine ulaşması, şüpheden uzak durması, tüm yaratılmışlara sevgi ile hizmet etmesidir.
Şeyh mi müridi bulur, mürid mi şeyhi bulur?
Kime sorduğunuza göre değişir. Şeyhle mürid farklı cevaplar verebilir size. Ben müridi bulan şeyhler tanıyorum, biliyorum, müridin haberi bile yoktur; bulunduğunun farkında bile değildir. Genellikle, mürid samimi bir şekilde ararsa önünde kapılar açılır. Az önce söylediğim ihtimal de vardır, mürid bulunduğunun farkında bile değildir. Kendisi arıyordu, kapı önüne açıldı zanneder ama onun tahminin çok öncesinde zaten mürşid onu bulmuştur. İzini sürdüğünüz, beslendiğiniz, mübarek, ârif kutlu insanların, özellikle kendi şeyhiniz başta olmak üzere, ortak özellikleri nelerdir? Hepsinin kalbî özellikleri, kalp kalitesi çok kuvvetliydi. Hepsi de sevecendi ve sevebilme kapasitesi çok yüksek insanlardı. Hepsi çok merhametliydi. Birlikte olduğunuz zaman sizinle olduğunu hissettiğiniz insanlardı. Sizinleyken etrafa bakan, kafası başka yerde olan insanlar değillerdi. Orada sizinle birlikte olduğunu hissettiğiniz insanlardı. Sevecen bir anne veya baba gibiydiler, bunun bir cinsiyeti de yoktur. Çünkü benim ilk deneyimimi yaşadığım kişi annemdir. Hepsi de az sözle çok fazla şey söyler. Hepsi de geniş fikirli, geniş düşünebilen, ufuk sahibi insanlardır. Hepsi de çok cömert insanlardı, ellerinde ne varsa para, zaman vb. çok cömert davranırlardı. Düşünürsem çok daha fazla şeyler söylerim ama şu anda aklıma gelenler bunlar.
Türkçemizde güzel bir söz var; bir ayet-i kerimeden ilhamını almış: ‘Bitmez güzelin vasfı ağaçlar kalem olsa.’ diye… Bu sözü burada söyleyebiliriz. Evet. Sayılamayacak kadar çok seçkin özellikleri var hepsinin… Biraz da sosyolojik olarak bakacak olursak, tasavvuf modern hayatın hangi problemlerine şifa sunuyor, çare oluyor?
Temelde en büyük problemimiz, zihin dağınıklığı, kafa karışıklığı... Her ilgi merkezi bizi kendine çekebiliyor. Çok kolay aklımız çelinebiliyor. Dikkat dağınıklığı yaşıyoruz, o kadar çok şey bizi kendi tarafına çekmeye çalışıyor ki, bu yüzden çok meşgulüz. Aynı anda birçok başka şeyle ilgileniyoruz. Böylece zihnimiz darmadağın oluyor. Mesela cep telefonları…. Harika bir icat ama İstanbul yollarında şahit olduk: bir şoför trafiğin en sıkışık anında, en kritik noktalarında bir yandan elleri direksiyonda bir yandan da cep telefonlarıyla uğraşabiliyor... Bunu bir örnek olarak verdim ama en temel dikkat dağınıklığı insanın kendinden uzak olmasıdır, kendine dikkat edememesidir. Kendi hakikatinden uzak yaşamasıdır. Fakat tasavvuf, ancak kişinin kendi merakı, isteği, arayışı varsa yardım edebilir. Az önce söylediğim özelliklere sahip insanla tanışırsanız ne mutlu size, derim.
Kitapta, “Marifetullaha ulaşabilmek için âşık olmak gerekir.” deniliyor. Bu aşk nasıl yakalanır, aramakla bulunur mu, bulanlar yalnız arayanlar mı?
Bu aşkı yakalamak için yapılabilecek bir şey yok. Çünkü Allah vergisidir, kul mesaisi değildir. Herkes bir formül istiyor. Bir formül olsun, ben de onu yapayım, diyorlar. Bu yazgı meselesidir, zorluklara dayanma gücüne göre isteyene değil, Yaratıcı’nın istediğine verilir. Herkes bu yükü kaldıramaz çünkü. Siz bunu istersiniz, talep edersiniz ve bunu beklerken dengenizi kaybetmezsiniz, hak etmediğinizi de bile bile bunun bize geleceğinden emin olarak yaşarsınız; işte o zaman bu nimet sizin de kapınızı çalabilir.
Efendim, çok keyifli, çok feyizli ve çok samimi bir söyleşi oldu. Sizin kitaplarınızdan tanıdığımız o içtenliğinize ve dürüstlüğünüze bizzat şahit olmuş olduk. Sizi ve eserlerinizi seviyoruz. Rabbimiz sa’yinizi meşkur etsin; nice arayış sahibine örnek olmaya devam etme gücü bahşetsin inşallah.
Ben de çok keyif aldım. Daha önce pek karşılaşmadığım tarzda düşündürücü ve ufuk açıcı sorularınız, içtenliğiniz ve şahsınıza yakışan neşeliliğiniz ve mizah gücünüz için teşekkür ederim. Sizleri tanımaktan mutluluk duydum. Dualarımız müşterek olsun.
|