Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 3 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: İlmin ve Lezzetinin Üstünlüğü
MesajGönderilme zamanı: 17.03.11, 06:41 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 14.12.08, 22:59
Mesajlar: 666
Fahri Razi Hz.:

İlmin Üstünlüğüne Dair Akli Deliller

İlmin üstünlüğünü gösteren akli delillere gelince bunlar da çoktur:

1) İşler dört kısımdır:

a) Aklın razı olduğu fakat şehvetin razı olmadığı işler. (Dünyadaki hastalık ve illet, zillet, gıllet, yani mesela yoksulluk ve horlanma gibi kötülüklerdir)

b) Şehvetin razı olduğu, fakat aklın razı olmadığı işler. (Bütün günahlardır)

c) Hem aklın hem de şehvetin razı olduğu işler. (ilim'dir)

d) Aklın da, şehvetin de razı olmadığı işler. (Cehalettir)

Buna göre İlmin cehalet karşısındaki durumu cennetin cehennem karşısındaki durumu gibidir. Akıl ve şehvet cehenneme razı olmadıkları gibi cehalete de razı olmazlar.

Akılla şehvet cennete razı oldukları gibi ilme de razı olurlar. Buna göre cehalete razı olan kimse mevcud bir ateşe razı olmuş; ilimle meşgul olan kimse de hazır bir cennete dalmış demektir.

İlmi cehalete tercih eden herkese "Cennette durmayı alışkanlık haline getirdin. Onun için gir cennete" denilir. Cehaletle yetinen kimseye de "Cehennemde durmayı alışkanlık haline getirdin. Onun için cehenneme gir" denilir.

İlmin cennet, cehaletin ise cehennem olduğuna şu delalet eder: Lezzetin kemali sevgiliye ulaşmada, elemin kemali ise sevgiliden uzaklaşmadadır. Yaralamak, şüphesiz acı verir; çünkü yaralamak, bedende birbiriyle kaynaşmış cüzlerden birini diğerinden ayırır. Kaynaşmaktan maksat, cüzlerin bir arada bulunmasıdır. Bu yaralama, bu bütünlüğün kaybolmasını gerektirince, böylece o sevilenin de gitmesini ve uzaklaşması neticesini verir. Bu da muhakkak ki elem verici bir hadise olur. Ateşle yakmak, yaralamaktan daha fazla acı verir; çünkü yaralamak ancak belirli bir parçanın diğer parçadan uzaklaşmasını ifade eder. Ateş ise, bütün parçaların içine nüfuz edip dalar. Böylece ateş, bütün cüzlerin birbirinden uzaklaştırılmasını gerektirir. Ateş ile yanmadaki ayrılıklar daha şiddetli olunca, oradaki acı da çok çetin olur.

Lezzete gelince, bu sevilene vasıl olmaktan ibarettir. Buna göre yeme lezzeti bedene uygun düşen yiyecekleri almadan ibarettir. Bakma lezzeti de böyle meydana gelir. Çünkü görme kuvveti, görülen şeyleri idrak etmeye düşkündür. Bu sebeble görülen şeyleri idrak etmek görme kuvveti için bir lezzettir. Böylece bununla, lezzetin sevilen şeyi idrak etmekten; elemin sevilmeyen şeyleri idrak etmekten ibaret olduğu ortaya çıkmış olur.

Bunu iyice kavradığında biz deriz ki idrak ne kadar şümullü ve ne kadar güçlü olur ise idrak edilen şey de ne kadar şerefli, ne kadar mükemmel, ne kadar temiz ve ne kadar kalıcı olursa, bunu idrakten elde edilen lezzetin de daha kıymetli ve daha mükemmel olması gerekir.

Şüphesiz ilmin yeri ruhdur. Ruh bedenin en kıymetli unsurudur.

"Allah göklerin ve yerin nurudur" (Nur, 35) ayetinin tefsirinde izahı geleceği gibi,

Akli İdrakin en derin ve en kıymetli idrak olduğunda şüphe yoktur. Şüphesiz malum (yani bilinen şeyler de) kıymetlidir. Çünkü malum, alemlerin Rabbi olan Allah Teala ile O'nun, melekler, felekler, unsurlar, cansızlar, bitkiler ve hayvanlardan müteşekkil mahlukatı ve bütün ahkamı, emirleri ve yüklediği mükellefiyetlerdir. Bunları bilmeden daha yüce hangi malum vardır. Böylece ilmin kemalinin ve lezzetinin üstünde başka bir kemal ve lezzet; cehalet bahtsızlığının ve onun noksanlığının üstünde başka bir bahtsızlık ve noksanlık olmadığı ortaya çıkmış olur. Bu söylediklerimizin doğruluğunu şu da göstermektedir: Birimize ilmi bir mesele sorulduğunda eğer onu bilir ve doğru cevab vermeye muktedir olursa bundan dolayı sevinir ve sürür bulur. Eğer onu bilemezse utancından başını yere eğer. Bu, ilimden hasıl olan lezzetin, tadın, lezzetlerin en mükemmeli, cehaletten hasıl olan şekavetin (bahtsızlığın) da bahtsızlıkların en ilerisi olduğuna delalet eder.

Burada ilmin üstünlüğünü gösteren başka naslar (ayet ve hadisler) da var.

***

İmam Kurtubi:

Küfür (inkar), imanın zıddıdır. Ayet-i Kerime'de kastedilen de odur.

Bazen nimet ve yapılan iyiliğin inkar edilmesi anlamına da kullanılır. Hz. Peygamber'in küsuf hadisinde kadınlar hakkındaki şu ifadesi şöyledir: "...ve cehennemi gördüm. Bugün gibi dehşet verici bir manzarayı hiçbir zaman görmüş değilim. Cehennem halkının çoğunluğunun da kadınlardan olduğunu gördüm." Niçin böyledir ey Allah'ın Resulü? diye sorulunca Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "Küfürleri sebebiyle." Ona: Kadınlar Allah'ı inkar edip kafir mi oluyorlar? diye sorulunca şu cevabı verdi: " Onlar kocaya karşı nankörlük ederler, iyiliğe karşı nankörlük ederler. Onlardan birisine zaman boyunca iyilik yapsan sonra da senden bir şey (eğrilik) görse: Zaten senden hayır namına bir şey görmedim, der." Bunu Buhari ve başkaları rivayet etmiştir.


***

Buna delil ümmetin şu husus üzerine icma etmiş olmasıdır: Şanı yüce Allah, cehennem ehlinden olduğunu bildiği kimseyi sevmez. Aksine o kimseye gazap eder. Diğer taraftan cennet ehlinden olduğu kimseleri de sever.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: İlmin ve Lezzetinin Üstünlüğü
MesajGönderilme zamanı: 17.03.11, 06:53 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 14.12.08, 22:59
Mesajlar: 666
İmam Suyuti Hz. diyor ki:

"Şunu bilesiniz ki usül ilminde maruf olan şartları taşıyan -kavli olsun fiili olsun- Hadisler hüccettir (delildir). Resulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) bu Hadislerini inkar eden kimse küfre girer ve İslam dairesinden çıkar, Yahudilerle, Hıristiyanlarla veya Allah Teala’nın murad ettiği diğer kafir fırkalarla beraber haşr olunur." (Miftahu'l-cenne, s.18)

İbni Hazm der ki;

Resulullah sallallahu aleyhi ve sellemin din konusunda konuştuğu her söz, Allah’tan bir vahiydir. Bunda şüphe yoktur. Allah’tan inen vahyin hepsinin 'indirilmiş bir zikir' olduğu konusunda şeriat ve lügat alimleri ittifak etmişlerdir. Vahyin hepsi korunmuştur. Allah’ın korumasını üstlendiği her şeyin, zayi edilmeyeceği garantilenmiştir. Aksi halde Allah’ın kelamı, yalan olurdu. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin din konusunda konuştuğu şeylerin zayi edileceğine ve aralarına batılın karışacağına dair hiçbir yol yoktur. Buraya bir yol bulunsaydı, Allah Teala’nın; 'O zikri biz indirdik, Onun koruyucusu da elbette biziz.' Kavlinin yalan olması gerekirdi ki bunu Müslüman söylemez

Korunması vaad edilen zikr’i, Kur’an’a hamledenlerin delili yoktur. Zikr, Allah’ın Kur’an’dan, Kur’an’ı açıklayan ve vahiy olan sünnetten, peygamberine inen her şeye verilen bir isimdir. Zira Allah Teala; 'Onları açık delillerle ve kitaplarla gönderdik, sana da zikri indirdik ki, kendilerine indirileni insanlara açıklayasın, ta ki düşünüp öğüt alsınlar' ayetiyle Resulullah’ı Kur’an’ı açıklamaya da memur kılmıştır.


Eyyub es-Sehtiyani (131/748) şöyle demektedir:

Bir kişiye bir sünneti aktardığında, ‘Bunu bırak sen bize Kur’an’dan haber ver’ derse, bil ki o sapıtmıştır.” (Hakim, Kitabu Ma’rifeti Ulumi’l-Hadis, Medine–1977, s. 65. Suyuti, a.g.e. s. 56.)


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: İlmin ve Lezzetinin Üstünlüğü
MesajGönderilme zamanı: 17.03.11, 08:32 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 14.12.08, 22:59
Mesajlar: 666
Sadece Kitap (Kur'an) ile yetinme düşüncesi, ehl-i sünnetten olmayan nasipsiz kimselere aittir. Çünkü bunlar, bu aşırı düşüncelerini "Kitab'ın her şeyi beyan etmiş olduğu" esası üzerine kurmakta ve sünnetin getirdiği hükümleri bir tarafa atmaktadırlar.

Bu da onların, ehl-i sünnet yolundan ayrılmaları ve Kur'an'ı, iniş amacına uymayacak şekilde tevil etmeleri gibi bir tutuma girmek sonucunu doğurmuştur.

Bu konuda Hz. Peygamber'den şöyle bir rivayet gelmektedir: "Ümmetim hakkında en çok korktuğum iki şey vardır: Kur'an ve süt. Kur'an'dan korkum, mü'minlerle tartışmak için onu münafıkların öğrenmiş olmasıdır. Sütten korkuma gelince, (onu üretmek için) kırsal kesimlere giderler (cami ve cemaati bırakırlar) şehvetlerine uyarlar ve sonunda namazı terk ederler" [1]

Bazı haberlerde ise şöyle gelmiştir: Hz. Ömer şöyle demiştir: "Bir kavim gelecek ve Kur'an'ın müteşabihatı ile sizinle tartışmaya gireceklerdir. Siz, onlara hadislerle mukabele edin. Çünkü hadislere vakıf olanlar, ALLAH'ın kitabını daha iyi bilenlerdir."

Ebu'd-Derda ise: "Sizin hakkınızda endişe ettiklerimden biri de alimin sürçmesi ve münafıkın Kur'an ile tartışmaya girmesidir" demiştir.

Yine Hz. Ömer'den şöyle söylediği nakledilmiştir: "Üç şey vardır ki dini yıkar: Alimin sürçmesi, münafıkın Kur'an ile tartışmaya girmesi ve saptırıcı imamlar."

İbn Mesud ise: "Öyle kavimler göreceksiniz ki kendileri arkalarına atmış oldukları halde sizi ALLAH'ın kitabına çağıracaklardır. O zamanda siz ilme sarılın ve bid'at çıkarmaktan sakının, ifrata düşmekten kaçının, köklü ve güzel olana yapışın" demiştir.

Hz. Ömer: "Sizin hakkınızda iki tip insandan korkuyorum: Biri, uygun olmayacak şekilde Kur'an'ı tevile kalkışan kimsedir. Diğeri de kardeşiyle mülk yarışma girendir" demiştir.

Bu manada daha başka sözler de vardır …

"Yüce ALLAH ilmi, insanların arasından bir çırpıda çekip çıkararak almaz; aksine ilmi, alimleri alarak alır. Sonunda hiçbir alim bırakmayınca insanlar kendilerine cahil başlar edinirler, onlara sorular yöneltilir, onlar da bilgisizce fetva verirler; böylece hem kendileri sapar, hem de başkalarını saptırırlar." [2]

Hakikaten bid'at ehlinin pek çoğu bu şekilde davranmışlar, hadisleri bir tarafa atmışlar ve Kur'an'ı yersiz bir şekilde tevile yeltenmişler ve sonunda da hem kendileri sapmış, hem de başkalarını saptırmışlardır.

Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Benden size ulaşan hadisleri ALLAH'ın kitabına vurunuz; eğer ALLAH'ın kitabına uygun düşerse; onu ben söylemişimdir, eğer ALLAH'ın kitabına uygun düşmezse, onu asla ben söylememişimdir. ALLAH beni hidayete ulaştırmış iken, ben nasıl olur da ona (Kitab'a) muhalefet edebilirim."

Abdurrahman b. el-Mehdi, bu hadisi zındıkların ve Haricilerin uydurmuş olduğunu söylemiştir.

Bazıları şöyle demişlerdir: Nakledile gelen haberlerin sağlamlarını sakatlarından ayırmada mahir olan ilim erbabınca bu sözlerin Hz. Peygamber'den sadır olması mümkün olamaz. [3]

Bazıları bu hadisi, yine kendi yöntemiyle reddederek şöyle demişlerdir:

Biz her şeyden önce bu hadisi ALLAH'ın kitabına arz ederiz ve ona itimat ederiz. Biz bu hadisi vakıa Kitab'a arz ettiğimizde, onun ALLAH'ın kitabına muhalif olduğunu görmekteyiz.

Çünkü biz Kitap'ta, Resulullah’ın hadisleri içerisinde sadece Kitab'a uygun olanların alınmasını gerekli kılan bir esas görmemekteyiz; aksine ALLAH'ın kitabı, bize mutlak surette O’na uymamızı istemekte ve ona itaat etmemizi emretmekte, her hal ve durumda ona muhalefet etmekten kesin olarak sakındırmaktadır. Bu, sünnetin, sonuç itibarıyla Kur'an'a çıktığı ve ona dayandığı görüşünde olanları ilzam edecek delillerdendir.

Bu noktada hem önceki nesillerden hem de sonra gelenlerden bazı gruplar doğru yoldan ayrılmışlardır. Dolayısıyla böylesi bir görüşe sahip olmak ve ona meyletmek, dosdoğru yoldan ayrılmak anlamına gelmektedir.

ALLAH Teala, lütfu ile bizi böyle bir sonuçtan korusun!

[1] Ahmed, 4/146, 156.
[2] Buhari, İlim, 34 ; Müslim, İlim, 13. Daha önce geçmişti [1/74].
[3] Çünkü bu söz, terkip bakımından kötü ve Hz. Peygamber'in (s.a.) eşsiz üslubundan çok uzaktır.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 3 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 0 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye