Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 8 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: Şeyh Muhammed Nazım Adil Hakkani: MEHDÎ A.S. Hakkında (1981)
MesajGönderilme zamanı: 17.02.11, 15:57 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 13.03.09, 06:08
Mesajlar: 291
Şeyh Muhammed Nazım Adil KIBRISÎ el-Hakkani K.S.

MEHDÎ A.S. Hakkında Tarihî İfşaat

1981, Sultançiftliği, İSTANBUL


Bismillâhirrahmanirrahim

Allah, Besmele-i şerîfe olan ulûm hakîkatinden bizim kalplerimize de versin. Sahib’in zamanında «Bismillâhirrahmanirrahîm» ile olan tecelliyi o za­manda yaşayacak olan bütün ümmet-i Muhammed, bu şimdiki teknikçilerin rüyalarında bile hayal ede­meyecekleri işleri göreceklerdir. Şimdiki teknikleri kendilerine çok yüksek görünüyor. Bundan ileri bir teknik terakki düşünemiyorlar, bundan ilerisini akıl edemiyorlar. O zamanda bu Cenabı Allah’ın Bismillâhirrahmanirrahîm’ e tahsis etmiş olduğu rahmet tecellileri ile harika işler, mucizeli kerametler bütün millete göründüğü vakit; o zamandaki insan­lar bu tekniği adeta roket süratinin yanında karınca­nın debelenmesi gibi sayacaklardır. Besmele-i Şerîfe has olan o kadar manevi kuvvet membâları, inâyet membâı açılacaktır.

Eskiden dükkân sahipleri perde indirir, içerde ya yatar, ya camiye gider, ya evine dönerdi. Böyle olduğu gibi evliyaların hepsi evvelden âyân olarak görünürlerdi, şimdi böyle setrlerini perdeleyivermişler.

─ Neden?

Alış-veriş çok durgun. Hazret bana hikâye etti:

«Şâm-ı Şerifte câmide halvet ve riyâzette bulunuyordum. Bir gün orada hizmette iken Ekabiru’l Ricâlden büyük Evliyalardan olan Salâhaddin-î Mağribî Hazretleri oraya hâzır oldu.
«Bende hal var o zaman» diyor, Şeyh Hazretleri.

Dedim ki; «Nedir bu sizdeki mürüvvet kıtlığı? Sizde hiç mürüvvet namına bir şey kalmadı mı? Neye gizlenip duruyorsunuz?»

Ebu Bekir de yakında otururmuş. "Ebu Be­kir! Git içeriye, bizim aileye söyle, çayı hazır etsin", diyerek onu oradan savdım. Ondan sonra böyle söylediğimde Selahattin-î Mağribî Hazretleri dedi ki:

«Ya ahî! Bize, bizim sözü dinleyecek ve kabul ede­cek yerinde bir kimse gösteriniz biz meydana çıka­lım. Kalblerine tesir edecek bir kimse gösterin ona göre bizdeki ulûmu meydana dökelim!»

O vakit Şeyh Efendi Hazretleri öyle söyledi:

«Nâazım Efendi! Bırak ulema sınıfını. Ulema sınıfın­da tesir sıfır, zaten sıfırın altına da düştü. Ulemanın ilminden millete hidayet vesîlesi olacak kuvvet büsbütün düşmüştür.»

Ulemaların milleti bu akım­larından kurtarıp Hakk canibine döndürmeye ilmi kudretlerinin de artık bir gücü kalmamıştır, sıfıra düşmüştür.
Bir defa Mısır’a gitmiştim. İskenderiye’de bir genç âlim benim yanıma yaklaştı.

«Nerdensin?» di­ye, bana sordu.

«Şam’dan geliyorum» dedim.

«Bu İskenderiye’de yüzellibin Ezherî âlim vardır» de­di.

Bir Ezher âlimi buraya gelirse bizim âlimler dut yemiş bülbül gibi mahpus kalırlar. Onun yanında konuşacak bir cümle bulamazlar. Ezherî âlimler öyle kuvvetli âlim; Mısır ehlinin hem lîsanları, hem okumaları itiba­riyle onların ilmi ve hafızası da, natı­kası da, dilleri de kuvvetli.

O vakit dedim ki:

«Maşallah! Hem sana, hem o yüzellibin âlime. Yüzelli­bin âlimin bulunduğuna bu memleket şehâdet edi­yor mu? Yüzellibin âlimin bu­lunduğu bir memleket bu halde mi olacak? Böyle mi olması lâzımdır? Nerde sizin ilmî kudretiniz? Demek ki sıfırdır. Bu kadar ifsat olduğu vakitte yüzellibin âlimi bana niye söylersin? Nerde sizin ilminiz­den istifade eden kimseler? Sen bana demek iste­din ki, bu memleketin hepsi hastadır. Doktoru yok mu? Yüzellibin doktor! Yüzellibin doktor olduğu memlekette bu kadar hasta olur mu? Demek ki sizin hiç tedavi edeniniz yok yahut verdiğiniz ilaçlar, hepsi müddeti geçen ilaçlar…!»

Şimdi üzerinde tarif var. Eskiden bu yok idi. Şim­di o da yeni îcâd: “Bu tarihten bu tarihe kadardır, ondan sonra dök ilacı. Kuvveti, tesiri kalmaz.” Eskiden ilacın bozulduğu duyulmazdı, şimdi vakti geçti, dök gitsin.

«Ya sizin verdiğiniz ilaçların vakti geçti, ya da siz hastalıktan anlamazsınız.» Öyle ya, yüzellibin âlimin bulunduğu memlekette bu kadar fesat, bu kadar hasta insan, bu kadar itikatı bozuk adam na­sıl olur?

Hazret; «Bu akım önünde kayaları devirip giden müthiş bir sel gibidir. Allah’tan kaçış cereyanı bu. Bu akım, Allah’tan kaçmak akımıdır. Öyle müthiş derecede akıyor ki, önüne gelen ne varsa devirip götürecek. Büyük dehşetli kayaları da süpürüp gö­türen öyle bir selin önüne onu durdurmak için âlim­ler oraya toplanmışlar, ellerine kürek almışlar ve yanlarında dağlar gibi saman var. Seli durdurmak için o samanı kürekleyip selin önüne atıyorlar. İşte onların yaptığı iş o.»

─ Öyle müthiş seli saman dur­durabilir mi? İmkânı var mı?

İmkânı yok. Bununla beraber söylediklerinde, eğer hakkını verip söylerlerse onlara dair fazîlet vardır. İşte biz durdurmaya uğraşıyoruz durmuyorsa o başka mesele.

Şeyh Efendi Hazretleri bana;

« Bırak âlimleri, bütün evliyalar da bütün peygamberlerin kuvveti ile de bu kaçan insanlara yetişmeye imkân yoktur » dedi. Öyle bir seğirtiyorlar. Allah’tan kaçışta, onların arkasından yetişip de önleyecek kimse yok. Evliyaların kuvveti yetişmiyor şimdi. Önleseler, söndürebilirler lâkin öyle bir koşup kaçıyorlar ki, evliyalar velâyet kuvveti ile bile ar­kasından yetişemiyorlar.

Salâhaddin Mağ­ribî Hazretleri, «Bize bir dinleyecek kimse gösteriniz de, onlara bizim ilmimizden söyleyelim» dedi, «Bizi dinlemeyen bir kimseye bir söz söylediğimizde, biz o ilmi zâyi etmiş oluruz, malâyani yapmış oluruz.»

Lüzumsuz yere onu atıp zay etmekle, en ednâ mertebede malâyani olur. Ancak Cenabı Allah bir kimseye kendi kudretin­den giydirip o seğirtip kaçanları önleyecektir. On­lara «dur!» diyecek, «buraya kadar!» dediğinde ona karşı duracak bir kimse yoktur. «Dur!» dediği anda onlar durmaya mahkûmdur. Mucizeli bir hal olma­dan, hem geçmiş evliyalarda olan kerametlerde kâfi değil, onlarda olan ulûmda kâfi değil.

Şeyh Efendi Hazretleri ile ilk defa bu âlemde teşerrüf ettiğim vakitte,

«Oğlum! Seni biz teslim al­dık» dedi. Sultanûl Evliya ile ilk mülakat olduğum gün, Şam’da Şeyh Hasan-ı Râi Hazretlerinde idik. Geçen senelerde onun kabrini açtıklarında olduğu gibi çıktığını söylediler. Hazret, orada yedi sene halvet ve riyazette bulundu. Burada Fatih Çarşamba’da Erzurumlu Hacı Süleyman Efendi Haz­retleri vardı; Üçyüzonüç Nebiyyül Mürselin kıdeminde olan mürşid-i izamdan. O beni oraya sevk eyledi.

Şimdi, Sahibüzzaman Mehdi Aleyhisselâm, bütün gelmiş geçmiş evliyaların hepsine verilen ilim­lerden üst olarak yediyüz ilme mazhar olmuştur. Cenabı Allah ona bütün evliyalardan ziyade olarak hiç bir evliyaya açılma­yan hakikat membâından yediyüz ilim vermiştir.

─ İlim dediği vakitte, ne gibi bir kuvvet var?

Al­lah’ın beyanına bak, bizim sözümüze bakma. Orada bizim sözümüz yoktur. Cenabı Allah Hakk sözü söyletiyor. İlimdeki kudrete bak sen. Estaîzübillah,

فَاقْصُصِ الْقَصَصَ لَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ

«Faksusil kasasa leallehüm yetefekkerûn»[1] «Ey Habibim! Onlara geçmişlerin kıssalarından söyle ki onlar düşünsünler ve onların hikmetlerinden bilsinler.»

Cenabı Hakk Süleyman Peygamberin Saba melîkesi Belkıs ile olan kıssasını bildiriyor. Ne zamanki Süleyman Aleyhisselâm,«Kim bana şimdi Belkısın tahtını buraya getirir?» dedi­ğinde bir ifrit dedi ki,

«Bu meclisten kalkmadan ev­vel ben getiririm».

Estaîzübillah,

قَالَ الَّذِي عِندَهُ عِلْمٌ مِّنَ الْكِتَابِ أَنَا آتِيكَ بِهِ قَبْلَ أَن يَرْتَدَّ إِلَيْكَ طَرْفُكَ

«Kalellezi indehu ilmum minel-kitab ene atîke bihi kable ey yertedde ileyke terfük»[2]

İfrit, «Ben bu meclisten kalkmadan getiri­rim» dediğinde, ona karşılık kendisine kitaptan ilim verilen bir zat dedi ki, «Gözümü kırpıp açıncaya ka­dar getiririm!» İlmin kudretini gösteriyor Allah, ha­berin olsun. Ben âlimim deyip boşuna lakırdı söyle­me. Süleyman Peygamberin yanında kitaptan kendisine ilim verilen bir kimse «Gözümü daha kırpıp açıncaya kadar buraya getiririm!» dediği anında oraya hâ­zır etti. İlmin kudretine bak sen, ilimde kuvvet var.

Hazreti Mehdî’ye o yediyüz ilim verildiği vakitte, o ilme has olan kuvvetle beraber olduğu halde verildi. Bütün bu âlemi hidayete sevk etmesi, bütün bâtılı mutlaka mahvetmesi içindir. Süleyman Peygamber’in veziri Asaf’a verilen, onlara tahsis olan ulûmdan bir ilim idi. Hazreti Mehdi aleyhisselâma verilen yediyüz derece, ilim derecelerinden ziyade kendisine verilmiştir ve her ilme göre bir salâhiyet, bir kuvvet onun emrine verilmiştir. Ona göre bütün bu dünyada, Estiaîzübillah:

وَقُلْ جَاء الْحَقُّ وَزَهَقَ الْبَاطِلُ إِنَّ الْبَاطِلَ كَانَ زَهُوقاً

«Ve Kul câel Hakku ve zehekal batıl innel bâtıle kâne zehukâ»[3]

«De ki, Ey Habibim! Hak geldi, bâ­tıl zâil oldu. Şüphesiz bâtıl yok olmaya mahkûmdur»

Bu ayetin sırrının hakîkati, Hazreti Mehdî’de meydana çıkacaktır. Yeryüzünde bâtıl namına zâhir ve bâtında bir şey kalmayacaktır. Hatta kalbinde bâ­tılı tutan kimseyi de süpürüp götürecek.

Hazret bana bunu da söyledi;
«Oğlum! Sahibüzzaman olan Mehdi Aleyhisselâm bâtıl üzerine kurulmuş olan ne kadar müessese varsa, bâtıl temele oturtul­muş ne kadar kuruluş varsa ehli ile beraber ata­cak, bütün Hakk kuruluşları meydana çıkacaktır.»

İş­te, ilim dediğinde böyle ilim olacak. O vakit cehalet tamamı ile yok olup herkesin kendi makamına, iman derecesine göre ilim ona açılacaktır, o ilim de verile­cektir.

─ İlim nedir?

İlim, Allah’ın bizi kurbiyyetine iten kuvvettir. İlim ile kurbiyyet makamlarına biz yürüye­biliriz. O zaman ki ilim, hikmet membâındandır. Hikmet, ilmin ruhu mesabesindedir, hikmetsiz ilmin faydası yoktur. Ruhsuz ilim faydasızdır. İbliste ilim vardı, hikmet yoktu. Hikmet olmadığından Âdem peygambere secde etmedi. Edep dâiresinden dışarıda kaldı. Hikmet sahibinde edep vardır. Allah, bizim kalplerimize de, o hikmet membâlarından açsın.

Mehdi Aleyhisselâmın Şam’da oluşu konusuna gelince, şimdi Şam’da değildir lâkin zuhuru için emir olunduğunda, şimdi bulunduğu makamda tekbir alıp hâzır olacaktır. Halen hayattadır, lâkin Şam’da değildir. Hicaz kıtasında Necid ile Yemen arasında Rubu’l Halî denilen bir yer var;

. Orada hayat namına hiçbir şey yoktur, nebatta yoktur,

· Orası seyyar kum denizleridir,

· Oradan ne kuş uçar, ne de kervan geçer,

· Oradan geçmek memnû,

· Orası bomboş bir yer.

Mehdi (A.S.), o mıntıkada bir makamda duru­yor, «Kubbetüssüedâ» denen bir makam vardır.
Melâike-i Kirâm’ın binâ etmiş olduğu bir kubbedir.

Ø Sahibuzzaman Hazretleri de orada,

Ø Kırk halifeleri orada,

Ø Yedi vezirleri orada,

Ø Nebi Razil orada

Ø Ve büyük evliyalardan kendilerine izin verilenler orada hazır olur.

Sıradan bir kimsenin oraya yaklaşmasına im­kân yoktur. Cin taifesi de orayı ihata etmiştir.
Ge­lene dokunduğu gibi işini bitirir.

Hatta Şeyh Efendi Hazretleri, onu da söylemiş­ti:
Orada, bir büyük mağara vardır, onların maka­mı o mağaranın içerisindedir. Orası seferberlikten sonra işgale uğradığı zaman, İngilizler de, Fransız­lar da o taraflara uğradıklarında, bir devriye orada acayip bir haller görüp de «ne var, içe­riye bakalım» diye içeriye girmiş. Bir kişi dışarıya çıkmamış. Cin muhafızlar dokunduğu gibi onları cansız bırakıp vücutlarını da alıp denize atmışlar. Arkasından bü­yük projektörlerle arama yapmak üzere bir askerî birlik girmiş.
«İngiliz'in bir bölük askeri arama yapmaya geldi» diyor.
«Nerde kayboldu bunlar? »
«Bunun içerisinde»
On­lardan da bir kişi çıkmadan, cinler onlara da dokunup kaybetmiş. Kimse bir daha içeriye girip orayı teftiş etmemiş. Bu, İkinci harpten önceki vukuattır.

Biz Medine-i Münevvere’de iken Şeyh Efendi Hazretlerine bir haberci geldi. Sahib’in hizmetini gö­ren postacı evliya var, o Hazrete gelip Sahib’in kendisini davet ettiğini söyledi. Hazretin makamı, milletin içerisinde de görünmek olduğu için cismanî kuvvetle milletin içinde idi, ruhanî kuvvetle daima orada, Sahip’le beraberdir. Lâkin cismanî vücut ile de davet ettiğinde avcı kelbi ile çıkar, (hâşa minel huzur ) o surette bizi beraberine aldı. Tayy ile oraya al­dı, yürüyüşle değil göz açıp yumuncaya kadar oraya vardırdı. O makama indiğimizde, Sahip oradaydı. Mağaranın ağzı yetmiş zîra yani yetmiş arşın gelir. Hazret geldiğinde, Sahibuzzaman ellerini açıp o yetmiş arşın ağzı olan mağarayı böyle tuttu. İki eli oradan oraya yetişti. Sonra Hazrete yürüdü, o kucaklayıp öptüğü va­kit yukardan öper. Sahibuzzaman boylu-boslu, gayet heybetli, onun yüz yapısına da kimse bak­maya doyamaz. İşte, şeyhimizle böyle kavuşup, dedi ki,

«Ya Seyyidî! Sizinle görüşmek için bize emir olundu. Sizi onun için davet ettik, bilirsin buradan içeriye zâhir­de girmeye izin yoktur. Siz içeriye girerseniz dışarı­ya çıkamazsınız. Sizinle burada görüşmek de cis­manî kuvvetin hakkıdır» dedi.

Şeyh Efendi Hazret­leri, o meclisi nazarla bana gösterdi.

Bunları, sizin yakın kuvvetiniz artması için söyletiyor.

İşte Sahip, Şam’da değil o makamdadır. Lâkin kendisinin zuhuru emrolunduğunda Allahu Ekber, Allahu Ekber, Allahu Ekber diyerekten Şam’ın kıyısında tekbir alır ve Şam’a girer. Girdiğinde bü­tün millet orada ona bey’at etmek için gelirler, o da kabul eder.

İlk bey’at Arafat dağında oldu. Onikibin evliya­lar bey’at etti, oradaki bey’at bitti.

Dedik ya, avcı kelbini yanında taşıdığı gibi Hazret’in beraberinde idim, Sahib’e onikibin zatın bey’at ettiğinde.

İkincisinde, rüya yolu ile bey’at var. Rüyada çok kimseler Hz. Mehdî Aleyhisselâm'ı görüp ona bey’at ettiler.

Üçüncüsü umumî olacaktır; bütün Ehlü'l İslâm ona bey’at etmek için Şam’a yetişen gelecek.
Sonra Hâlifetullah olduğuna dair bey’at alacaktır. Umumî bey’at aldıktan sonra doğru yürüyüp yedi konakta, bu bizim buradaki milletin İslama yaptığı hizmetin mükâfatı olarak İstanbul’a inecek.

Millete hiz­metinden dolayı, Ehl-i Sünnet ve’l cemaat’a hizme­tinden dolayı ve Sancak-ı Şerif te sizde saklıdır, Mehdi İstanbul’a gelip teşrif edecek, sizi şereflendirecektir. Sen hiç korkma, o vakit bizim ahbapları görelim. İnşâllah beraber geleceğim. Şimdi kırılmış bit gibi duruyoruz.
Kimsenin haberi yok ama inşallahur Rahman buraya bir geliş var. İnşallah orada «Lâilaheillallah» çektiğimiz vakitte, bu İstanbul Sahip’le girerken bir baştan bir başa kaynattırılacak.

Teknik ne, silâh ne canım? Biiznillâh teknikleri de çöpe, silâhları da çöpe atılacak.
Allah, hepinizin dînini­zi artırsın. Kim dinleyip kabul ederse, o günlere, o saadet gününe onları da yetiştirsin. Ka­bul etmeyenler de yetişmesin. Madem istemiyor, kabul etmiyor, etmesin.

Deccal, Horasan cihetinden gelir, ilk Filistin’e iner. Yanında yetmiş bin taylasanlı yâhudla İs­rail’e inecek. İsrail, onu bekliyor, onun için orada kurulmuştur.
Geldiğinde oturacak yerini bilsin diye onların meclislerinde büyük bir taht vardır, oraya kimseyi oturtmazlar.
Onlar âhir zamanda gelecek peygam­ber diye bilir, hâlbuki kitaplarında yazılı olan Efendimizdir. «O değil, o değil» derken, şimdi işleri Deccal’a kaldı. Gelip oraya oturup, ondan sonra ilâm eder ki,

«Bütün dünyanın hâkimi benim. Tanrı­nız da benim, secde ediniz.»

Oradaki talebeler söyledi: Yahudiler böyle bir film çevirip onu Londra’da televizyonda göstermişler. Bir acayip isimle, o filmin adını koymuşlar. Harikulade işler gösteren bir kimse geldi, geliyor diyerekten kendi kitaplarına göre bir film ile onu intizar edip duruyorlar. Yahudiler bilir, on­lar hazır da beklerler.

İsrail devletinin orada muvakkat olarak kurulu­şundaki hikmet odur. Allah onlara kırk gün dünya hâkimiyeti verecektir. Kırk gün buzağıya taptılar, onları kırk gün buzağının üstüne bindirecek.
Gezsin­ler, kırk gün dünya onların elindedir. Şimdi, bütün dünyada alttan alta, onlar hâkimdir. Lâkin o vakit zahirde de bütün yahudiler, bütün dünyanın idaresi­ni ellerine alır.

Ø Deccal, Şam’a giremez.

Ø Mekke Medine’ye gire­mez.

Ordusu; bütün yahudiler ordusunda, bütün veled-i zîna olan kimseler ordusunda, bütün edepsiz, şerefsiz kadınlar da arkasında. İşte bu hippiler-mippiler onun arkasına takılıp bir ucu mağripte bir ucu maşrıkta ordusu ile dolaşacak. İş yok, güç yok, oyun-eğlence çok. Milletin istediği o. O zamanda çalgıyı çengiyi duyan, oyun - eğlenceyi duyan, iş-güç yok diye onun arkasına takılıp dolaşacak. Tâ ki Hazreti Îsa inzâl olsun, Hazreti Îsa inzâl olduğunda gökten indiğinde Deccal’ı katleder. Bütün yahudileri, Deccal’ın askerini de tüketip mağripten maşrığa yeryüzünde «Lâ-ilahe İllallah» yazar. İnşallah o saadet günlerine de yetişiriz. Dâbbetü’l arz ise İsa aleyhisselâmın sonralarında çıkar.

Karaköy’de Yeraltı Câmi’si vardır, Hazreti Mehdî a.s. yedi günlük olduğunda, onu tesmiye için orada Efendimiz a.s.’ın ruhaniyeti ve evliyaların hâzır olduğu bir mecliste ictimâ olup Hızır a.s. o bebeği getirdi. Yedi günlük bebek, günde bir aylık büyümek sureti ile yedi aylık olarak geldi. Peygamberimiz onu «Muhammedü’l Mehdî» diye tesmi­ye etti. Sonra kendisi mübârek elini koyup vaktin sahibi olduğuna dair ondan bey’at üzerine durup bütün evliyalar da orada bey’at et­tiler. Ondan sonra burada durdurulmadı, tekrar yerine döndürüldü. Onun buraya gelişi Sancak-ı Şerif’i teslim almak için olacaktır, vazîfesi odur. Şimdi kırk yaşını bul­du ve ilerledi. Lâkin kırktan elliye kadar kırk diye hesap olunur.

Bulutu gördüğünüzde, yağmur her­halde yağar diye tahmin ettiğimiz gibi bu Ehlullah ortalığın haline baktığında onun gelişini öyle ya­kın görüyor. Onun ordusu ile gelip kuzular da kesi­lip, ziyafetler de verilir. Zikirlerde çekilip, ondan sonra göz açıp yumuncaya kadar yerimize dönece­ğiz. Arabaya binmeye hacet yok, atların üzerinde. Atlara bindiğimizde; bizim bineceğimiz atlar inşallah ufka basarak gidecek.

Altı ay, o genç halinde Mehdî’ye verilecek o mane­vî ilimlerin temelini Şeyh Şerafeddin Hazretleri döşedi.
Ondan sonra hizmet, bizim Hazrete oldu, şim­di bizim Hazretten oraya kuvvet aşılanır.
Ondan sonra o, meydana çıkacaktır.

Allahu, Hû, Hakk, Hayy. Zikrettik. Zikrin dışında mıyız? Zaten zikrin içindeyiz.

Şâh-ı Nakşibendî Hazretlerine müridleri,
«Elhamdüllah, sizi bulduk ya Seyyidî!» demişler.
O vakit Şâh-ı Nakşibendî Hazretleri bir perde yaptı, kendisini kaybetti. Onlar «Nerdedir?» diyerekten oraya buraya koşup ara­maya başladılar. Sonra zâ­hir oldu, dedi ki,
«Ben Buradayım. Siz mi beni bul­dunuz? Yoksa ben mi sizi buldum? Hele bulun bakalım. Beni buldunuzsa niye burada bulamadınız?»

İşte, onlar bizi buluyor. Müridleri o mürşidler buluyor, topluyor.

Şimdi; ya Anadolu’da, ya Arabistan’da, ya buradaki meşayıhlardan, bu hakîkat membâlarını söyleyecek bir kimse, bu söze mezun olan şeyh yoktur.
Bu, büyük şeyhimiz Hazretlerine açılmış bir kapı­dır. Ona izin vardı, izinle söyleniyor, söyleyen O'dur, bizi zannetme. Bunu söyleyebilecek bir adam varsa, ben onun ayağının altını öperim.

Mehdî’den haberi olmayan, Mehdî’den haber bilmeyen, haber söylemeyen adam daha çok uzaktadır. O, o haberi ona bildirecek adam ister.

Siz Cenabı Allah’a şükrediniz ki, size bu haberleri işittirecek kimseyi ayağınıza yolla­dı ve size bu gibi hakîkatleri kabul edecek, tasdik edecek bir kalpte vermiş, şeksiz - şüphesiz amen­na ve saddaknâ diyorsunuz.

Hazreti Mehdî a.s. buraya geldiğin­de, buradan Sancak-ı Şerifi, emanetleri de teslim al­dığında, o zaman Deccal’ın huruç ettiğine dair ha­ber gelecek ve kendisi buradan hareket edecektir.
O zaman bütün dünyada ne kadar ehli iman varsa ilân olur ki;
«Deccal’ın fitnesinden sakınmak isteyen Şam’a, Mekke’ye, Medine’ye girip orada kendini gözetsin!»

Bu İstanbul’da bir veliyyullah var. Boğazda, sen onu bilmezsin. Bir tek Peygamber Aleyhisselâm’dan doğ­rudan emir alan, evliyadan bü­yük bir zât burada bulunuyor. O, İstanbul’da emânetleri gözeten zattır. Yedi düvelin kuvveti gelse onların çemberini kırıp ta içeriye adım ata­cak kuvvet yoktur. Bu emânet Hazret-i Mehdî’nindir. Kim çalacak? Kim yaklaşabilir oraya? Yaklaşan bir kişi yanar, onun alevi görünür.

Vaktin Sahibi, tevhid sancağını açıp tamamıyla zulmü ortadan kaldırıncaya kadar bu insanlar arasındaki ihtilaflar devam edecektir. Hakk sahibinin hakkını, herkesin hakkını ve hukukunu adaletle tak­sim ettiği vakit; ihtilaf, kavga, ikilik, üçlük bi­tecektir. Şimdi herkes kendi yanında haklıdır.

Cenabı Allah’ın (C.C.) onlara olan muameleleri ni­yetlerine göredir: iki taraf, üç taraf, dediğimiz kaç taraf olursa olsun onların niyetlerine göre Cenabı Allah (C.C.) onları muhakeme eder. Binaenaleyh ni­yeti hayır olan, Allah yanında niyeti makbul olan kimseye, Allah’ın muameleleri, Allah’ın rahmeti ola­caktır. Niyeti şer olduğu vakitte, o zamanda Allah’ın ona karşı intikamı haktır. Cenabı Allah intikam alıcıdır.

Bu ahir zamanda bu fitnelerin olacağını aleyhisselâtü vesselâm Efendimiz haber vermiş, tâ vaktin Sahibi çıkıncaya kadar da devamını bildirmiştir ki, ölen ne için öldüğünü bilmeyecek, öldü­ren de ne için öldürdüğünü bilmeyecek. Ölen «ne için öldüm?», öldüren «ne için öldürdüm?» ondan ha­beri olmayacak diye bildirmiştir. Öyle karanlık bir devirdir şimdi. Onun için Allah, vaktin Sahibini bize tez gönderip o nuru açsın.

Bizim silâhımız «Allahu Ekber» dir. Bizim silâhı­mız üzerine silâhları varsa gelsinler.
Siz, o silâhla si­lâhlanın korkmayın.

Bu sözü ben size, doğrudan Peygamberin emri ile söyledim.

Ve Minallahi Tevfik.


[1] Araf Sûresi: 176
[2] Neml Sûresi: 40
[3] İsra Sûresi: 81

----------------
Açıklamalar:
* Ebu Bekir: Hz. Şeyh Abdullah Dağıstanî Hz. ile Şam'a hicret eden ve hizmete bakan bir mürid.
* Sahip; Sahibü'z-Zaman: Mehdi A.S.'ın bir ünvanı.
* İkinci harp: II.Dünya Savaşı, 1941-1945 yıllarında gerçekleşti.

KAYNAK:
Şeyh Muhammed Nazım Adil Hakkani

TASAVVUFÎ SOHBETLER

İkinci Baskı: 2010

http://sites.google.com/site/hakkanisohbet/hakkani13


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Şeyh Muhammed Nazım Adil Hakkani: MEHDÎ A.S. Hakkında (1981)
MesajGönderilme zamanı: 17.02.11, 16:21 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 26.12.08, 08:19
Mesajlar: 583
Alıntı:
Şimdi kırk yaşını bul­du ve ilerledi. Lâkin kırktan elliye kadar kırk diye hesap olunur.

sohbet tarihi 1981
şu halde mehdi a.s şu an en az 70 yaşında olmalı bu görüşe göre. :?:


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Şeyh Muhammed Nazım Adil Hakkani: MEHDÎ A.S. Hakkında (1981)
MesajGönderilme zamanı: 17.02.11, 17:10 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 07.12.10, 00:24
Mesajlar: 424
dua yazdı:
Alıntı:
Şimdi kırk yaşını bul­du ve ilerledi. Lâkin kırktan elliye kadar kırk diye hesap olunur.
sohbet tarihi 1981
şu halde mehdi a.s şu an en az 70 yaşında olmalı bu görüşe göre. :?:


Mehdî A.S. ile ilgili hadisler de dahil tüm haberlerin "müteşabih" olduğunu bu sohbet o kadar güzel gösteriyor ki...

Bir de şu çok önemli: Piyasaya "ben Mehdi'yim diyemem ama herbirşeyim tıpkı O'na benziyor" diyen; ya da başka başka sözlerle Mehdi olduğuna önce kendisini sonra da ilim-bilim bilmez cahilleri inandıranların tüm iddialarını havaya uçuran (Hz. Şeyh'in sevdiği tabir ile berhava eden) bir sohbet bu...

"Vallahü hayru'l mâkirîn..."

***

Sohbet yazıya aktarılırken bazı imla hataları olmuş...

Fakat orijinal metne sadık kalınması için dokunulmamış olmalı...


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Şeyh Muhammed Nazım Adil Hakkani: MEHDÎ A.S. Hakkında (1981)
MesajGönderilme zamanı: 17.02.11, 23:41 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 22.12.10, 12:15
Mesajlar: 91
Kur'ân deryâsına nüfûz etme yolunda bilinmesi elzem iki temel mesele vardır.

Birincisi; Varlık meselesi.
İkincisi; Âfak ve Enfüs Meselesidir. Ya da Büyük Âlem ve küçük âlem (insân) meselesi.

Bu meseleleri bilmeyenler, Kur'ân ilimlerinde derinlere inemezler.

Mehdî Meselesiyle alâkalı ilâhî haberleri, birbirine karıştırmadan anlayabilmek için evvelâ insânın, Kâinâtın bir kardeşi (eşi, çifti) ve nüshâsı (kopyası) olarak yaratıldığını bilmek gerekir. Bu bilgiden sonra Enfüsün âfâka tatbikine dâir bilgilenmek gerekir. Mesele, uydurma ve zayıf hâdislerle birlikte harmân edildiğinde daha problemli hâle gelmektedir. Kul, aynen rü'yâda olduğu gibi keşif yolu ile çok doğru ve ilâhî mesajlar alsa da, bu mesâj aynen rü'yâ'da olduğu gibi ta'bîr ve ilime dayalı tevîl ile çözüldüğü gibi. Bu mesele de yukarıda belirttiğim ikinci ilimle ve zayıf hadîslerin ayıklanmasıyla çözülebilir. Kişi veliyy bile olsa bu çözüm çok müşkülâtlı bir iştir.

Mehdî Meselesiyle alâkalı ilâhî haberleri, birbirine karıştırmadan anlayabilmek için evvelâ insânın, Kâinâtın bir kardeşi (eşi, çifti) ve nüshâsı (kopyası) olarak yaratıldığını bilmek gerekir. Bu bilgiden sonra Enfüsün âfâka tatbikine dâir bilgilenmek gerekir.

Meselâ, Kur'ân'da zikredilen Kıyâmet ahvâli ve sahnesi, doğal yollardan ölen bir insânın iç âleminin tafsîlâtlı ve büyütülmüş eşidir.

Meselâ, Kadir gecesinin kadri ve kıymeti ramâzan'ın 27. gecesi olmasından değil, Kemâle mazhâr olmaya namzet bir kulun, Kıyâmetinin koptuğu ve Rûh-u A'zâmın o gece o kula rûh olduğu ve Kur'ân'ın bütün hakikatlerinin o gece o kulun özüne indirilmiş olmasından kaynaklanır.

Ya da arefe gecesinin fazîletleri, takvîmde belirli olan bayram gününün öncesindeki günün zât'ından kaynaklanmaz. Arefe gününe inanılmaz bir değer yükleyen,, kemâle mazhâr olmaya namzet kulun, hayvânî ve şehvânî cihetlerinin katledildiği günün arefesi olması sebebiyledir. Takvimdeki gün (Kadir gecesi veyâ arefe günü) meselenin sûretinden ibârettir. Mes'elenin hakikati kulda cereyân eder.

Meselâ, Hicâz'daki coğrâfî Kâbe, İnsân-ı kâmilin kalbinin tafsîlâtlı bir sûreti gibidir.

Büyük kıyâmetten önce Mehdî'nin çıkması zarûrî olduğu gibi.
Her insânın ölümünden önce kendi içinde mehdî çıkar ve bu çıkış her insânda çeşitli hâller ile tezâhür eder. Hâller çeşitli de olsa, hâllerin ortak paydası mutluluk, sağlık ve zindeliktir.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Şeyh Muhammed Nazım Adil Hakkani: MEHDÎ A.S. Hakkında (1981)
MesajGönderilme zamanı: 18.02.11, 09:49 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 07.12.10, 00:24
Mesajlar: 424
Şeyh Muhammed Nazım Adil KIBRISÎ der ki yazdı:

Bismillâhirrahmanirrahim


Biz Medine-i Münevvere’de iken Şeyh ABDULLAH DAĞISTANÎ Efendi Hazretlerine bir haberci geldi. Sahib’in hizmetini gö­ren postacı evliya var, o Hazrete gelip Sahib’in kendisini davet ettiğini söyledi.

Hazretin makamı, milletin içerisinde de görünmek olduğu için cismanî kuvvetle milletin içinde idi, ruhanî kuvvetle daima orada, Sahip’le beraberdir. Lâkin cismanî vücut ile de davet ettiğinde avcı kelbi ile çıkar, (hâşa minel huzur ) o surette bizi beraberine aldı.

Tayy ile oraya al­dı, yürüyüşle değil göz açıp yumuncaya kadar oraya vardırdı. O makama indiğimizde, Sahip oradaydı. Mağaranın ağzı yetmiş zîra yani yetmiş arşın gelir. Hazret geldiğinde, Sahibuzzaman ellerini açıp o yetmiş arşın ağzı olan mağarayı böyle tuttu. İki eli oradan oraya yetişti. Sonra Hazrete yürüdü, o kucaklayıp öptüğü va­kit yukardan öper. Sahibuzzaman boylu-boslu, gayet heybetli, onun yüz yapısına da kimse bak­maya doyamaz. İşte, şeyhimiz ABDULLAH DAĞISTANÎ ile böyle kavuşup, dedi ki:

«Ya Seyyidî! Sizinle görüşmek için bize emir olundu. Sizi onun için davet ettik, bilirsin buradan içeriye zâhir­de girmeye izin yoktur. Siz içeriye girerseniz dışarı­ya çıkamazsınız. Sizinle burada görüşmek de cis­manî kuvvetin hakkıdır» dedi.

Şeyh ABDULLAH DAĞISTANÎ Efendi Hazret­leri, o meclisi nazarla bana gösterdi.

Bunları, sizin yakîn kuvvetiniz artması için söyletiyor.

KAYNAK:
Şeyh Muhammed Nazım Adil Hakkani

TASAVVUFÎ SOHBETLER

İkinci Baskı: 2010

http://sites.google.com/site/hakkanisohbet/hakkani13



Burada nakledilen vakıa ABDULLAH DAĞISTANÎ Hz. ile Şeyh M. Nazım KIBRISÎ Hz.nin Medine-i Münevvere'de 1967 yılında olduğunu hatırladığım halvetleri sırasında olan bir olaydır.

ABDULLAH DAĞISTANÎ Hz. nin irtihal tarihi 1973 olduğuna göre sohbette anlatılan olayların üzerinden geçen süre en az 40 yıllıktır...

Ledün ilminden konuşan evliyaullah sohbetine aşina olanlar hemen anlar ki bu anlatılanlar başka bir iklimin sözleridir. Bu nedenle de zahiri kıstasların ölçemeyeceği işlerdendir.

***

Bu kıssadan çıkartacağımız hisse; eğer bir gün Mehdî A.S. dünya üzerindeki icraatına başlayacaksa o gün o icraat içerisinde bir rolü olacaklar bir şekilde haberlendirilecektir. Muhtemel ki bu haberlendirilme o zamanın kebîr evliyaullahı vasıtası ile olacak... Telaşa gerek yok !

***

Şeyh Adnan Kabbani'nin sufiforum'da yer alan sohbeti Mehdi a.s. temessülü ile Hz. Pir Abdullah Dağıstanî ve Şeyh M. Nazım Kıbrısî görüşmesinin tarihini verdi: 1967

viewtopic.php?f=107&t=1799&start=10


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Şeyh Muhammed Nazım Adil Hakkani: MEHDÎ A.S. Hakkında (1981)
MesajGönderilme zamanı: 16.03.11, 16:05 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 13.03.09, 06:08
Mesajlar: 291
Hz. Şeyh Muhammed Nazım el-Haqqani: "Sahibüz-zaman ( MEHDÎ A.S.) çıkışı ile aramızda bir harp; azim bir muharebe kaldı. "Melhame-yi Kübrâ" derler ona... Diğer mukaddes kitablardaki Armageddon..."

(00.34 - 01.50 dk.)

http://saltanat.org/Player/TabId/266/Vi ... 32011.aspx

5 Mart 2011 günü verilen mülakat...

***

NYLON MEHDİ ve yardakçıları kahrolacak bu sohbeti işitince....


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Şeyh Muhammed Nazım Adil Hakkani: MEHDÎ A.S. Hakkında (1981)
MesajGönderilme zamanı: 19.04.11, 13:45 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 07.12.10, 00:24
Mesajlar: 424
Alıntı:
Hicaz kıtasında Necid ile Yemen arasında Rubu’l Halî denilen bir yer var;

. Orada hayat namına hiçbir şey yoktur, nebatta yoktur,

· Orası seyyar kum denizleridir,

· Oradan ne kuş uçar, ne de kervan geçer,

· Oradan geçmek memnû,

· Orası bomboş bir yer.

Mehdi (A.S.), o mıntıkada bir makamda duru­yor, «Kubbetüssüedâ» denen bir makam vardır.
Melâike-i Kirâm’ın binâ etmiş olduğu bir kubbedir.

Ø Sahibuzzaman Hazretleri de orada...


Google-Earth ile bu mıntıkayı keşfedebilir miyiz acaba? Denemeğe değer...


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 8 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 6 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye