HZ. HÜSEYİN BİN ALİ BİN EBÛ TÂLİB
[ R. A. ] Künyesi *Ebû Abdullah (Abdullah'ın Babası)
Lâkabları *Şehid *Zeki *Mübârek *Tâbi-li'emr’illah (Allah’ın emrine uyan)
Hayatı *Doğumu: 625 - Ölümü: 680
Hz. Hüseyin, Hicret’in 4. yılında Şaban ayının 3. gününde Medine-i Münevvere’de dünyaya gelmişlerdir. Hz. Ali ile Hz.Fâtıma’tüz-Zehrâ’nın ikinci oğullarıdır. Rasûlullah bir hadîslerinde;“Hasan ve Hüseyin, cennet gençlerinin iki ulusudur” demiştir. Hz. Hüseyin'in 5 erkek, 3 kız olmak üzere 8 evlâtları olmuştur. Erkek evlâdının üçünün adı Ali’dir; içlerinden sadece Ali Zeynel Âbidin kendilerinden sonra hayatta kalmış ve soyları Hz.İmâm Zeynel Âbidin Âli’den yürümüştür.
Oğullarından Ali Ekber ile süt emer bir çağda bulunan Ali Asgar ise Kerbelâ’da şehit olmuşlardır.
Hz. Hüseyin, babası Hz.Ali’nin yanından hiç ayrılmadı. Babası ile birlikte katıldığıCemel ve Sıffîn savaşlarında yiğitlik gösterdi. Hz.Hüseyin, ağabeyi Hz.Hasan’ın, Hz. Muâviye ile uzlaştıklarını duyunca, huzûrlarına varıp sebebini sormuşlardı:. Hz. Hasan’ın kardeşine cevapları şu olmuştu; “Bundan önce babam Hz.Ali’nin uzlaşmasına sebep olan şey, bana da sebep oldu.” Hz. Hasan’ın vefâtlarından sonra Iraklılar, Hz. Muâviye aleyhine hareket tasarlamışlar, Hz. Hüseyin’e biat etmek istemişlerdi. Hz. Hüseyin’den; “Hz. Muâviye ile aramızda uzlaşma var; onu bozmak olmaz; Hz. Muâviye ölünce gerekeni yapacağım” cevabını almışlardı. Hz. Hüseyin, kardeşleri Hz. Hasan’ın vefâtlarından 9 yıl sonra ve Hz. Muâviye’nin ölümünden 2 yıl önce Mekke’ye gitmişlerdir. Burada Hâşim oğullarıyla,“Ehl-i Beyt” dostlarını toplayıp onlara bir hutbe îrâd buyurmuşlar; “Ehl-i Beyt’e” yapılan zulümlerden bahsedip: “Bugün ben size bâzı şeyler sormak istiyorum; sözlerim doğruysa gerçekleyin; değilse yalanlayın; sözlerimi duyun, yazın, yayın; sonra şehirlerinize boylarınıza dönünce emin olduğunuz, inandığınız kişilere sözlerimi duyurun, onları çağırın; çünkü ben, bu gerçeğin pörsüyüp yıpranmasından, yitip gitmesinden korkuyorum; ama; «Allah, kâfirler hoşlanmasa da nûrunu tamamlar»” (Saf 8. âyet) “Zâlimlerin her tarafı tuttuğunu, Müslümanların onlara âdetâ kul-köle kesildiklerini, îmansız kişilerin iş başına geçtiklerini, inananlara acımadıklarını, zayıflara şiddetli davrandıklarını, bütün bunlara karşı da Allah’ın kendilerine ululuk ihsân ettiği kişilerin sustuklarını, bu yüzden gazaba uğramaları ihtimâlinin pek kuvvetli olduğunu anlatmışlar” ve hutbenin sonunda;“Allahım” buyurmuşlardı; “Sen bilirsin ki bu sözlerim, hükmetmeye rağbetimden, mal-mülk elde etmeyi dilediğimden değil; ancak senin dîninin yollarını göstermek, şehirlerini mâmur bir hâle getirmek istediğimden. Böylece de mazlûm ve çâresiz kullarının esenliğe ulaşmalarını, emirlerini, hükümlerini yerine getirebilmelerini sağlamak istiyorum.” Ve sözlerini şöyle bitirmişlerdi; “Ey ümmet, bize yardım etmezseniz, hakkımızda insâfa gelmezseniz, zâlimler size musallat olurlar..." Hz. Muâviye, Hicret’in 54. yılının sonlarında oğlu Yezîd’i, halîfe olmak üzere yerine seçmişti. O yıl Şam halkı, Yezîd’e biat etmişler; Hz. Muâviye, Medine’ye gitmiş orada halka bu biat işini açmış, oğlunu övmüştü. Hz. Hüseyin ve Hâşim oğulları Yezid bin Muaviye'ye biat etmemişlerdir. Hz. Muâviye, Hicret’in 60. yılında, 83 yaşında iken öldü ve yerine oğlu Yezîd geçti. Hz. Hüseyin, Medine’de kendilerine rastlayan ve Yezîd’e bey’at etmesini öğütleyen Mervan’ın sözlerine karşı; “İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râci’ûn” (Biz, Allah’ın kullarıyız, ancak O’na döneriz.) (Bakara 156.âyet) âyetini okuduktan sonra; “Esenlik İslâm’a” buyurmuş ve “Başımız sağ olsun; çünkü ümmet, Yezîd gibi birinin hükmü altına girmekle büyük bir belâya uğradı” demiştir. Yezîd, Medine Vâlisi Velîd bin Utbe'ye; “Hz. Hüseyin’den hemen biat almasını, bu hususta hiçbir geciktirmeye meydan vermemesini emreden” bir mektup gönderdi. Bunun üzerine Medine Vâlisi Velîd tarafından, Hz. Hüseyin’e derhal haber gönderildi ve biata çağrıldı.Hz. Hüseyin kendisine yapılan bu resmi biate dâvetten bir gün sonra, Hicri 60.yılı Recep ayının 29. günü; Hz.Rasûlullah’ın, Hz.Fâtıma’tüz Zehrâ’nın ve “Ehl-i Beyt’in” kabirlerini ziyaret edip, Medine-i Münevvere’den çıktılar ve Mekke-i Mükerreme’nin yolunu tuttular.
Hz. Hüseyin Mekke’ye hareketlerinden önce, Hâşim oğullarına; “Kendileriyle gelenlerin şehid olacaklarını, fakat kendilerine uymayıp kalanların da bir fethe, bir huzûra erişemeyeceklerini bildiren muhtasar bir mektup yazdılar. Ayrıca kardeşleri Muhammed Hanefiyye’ye yazılı bir vasiyetnâme verdi. Bu vasiyetnâmede Allah’ın birliğine, Hz.Muhammed’in risâletine, şehâdetle başlıyor; âhiretin, cennetin, cehennemin gerçek olduğunu bildiriyor, sonra kıyâmlarının hedefini anlatıyordu; fesat koparmak, zulmetmek için kıyâm etmediklerini, cedlerinin ümmetini düzene sokmak, ma’rufu buyurmak, münkeri nehyetmek, cedlerinin ve babalarının yolunda yürümek için bu işe giriştiklerini, amaçlarını kabûl edip dâvetlerine uyanlardan memnun olacaklarını, kabûl etmeyip kendilerine yardımda bulunmayanlara, hatta kendileriyle savaşa kalkışanlara, sabırla karşı duracaklarını, bir tek kişi kalsalar da yine bu yolu bırakmayacaklarını” ifade ediyorlar; “Ancak Allah’a dayandıklarını” bildiriyorlardı. Hz. Hüseyin, Hicret’in 60.yılı Şaban ayının 4.günü Mekke’ye vardı. Bunun üzerine Kûfe’liler, Hz. Hüseyin’e yardım edeceklerine söz vermişler, kendilerine Irak’a gelmeleri için mektuplar yollamaya başlamışlardı.
Hz. Hüseyin, kendilerinden önce Kûfe’ye amcaları Akîl’in oğlu Müslim’i, ahvâli anlamaya, halktan kendilerine biat almaya ve sonucu kendilerine bildirmeye memûr ederek göndermişlerdi. Müslim Akîl, Medine’de Rasulullah'ın kabrini ziyaret ettikten sonra Kûfe’ye yöneldi ve oraya ulaştı. Kûfeliler Muhtar’ın evinde, rivayete göre onsekiz veya yirmisekiz bin kişi Hz. Hüseyin adına Müslim Akîl’e gelip biat ettiler. Kûfelilerden Ümeyye oğulları tarafını güdenler, Kûfe Vâlisi Numân’ın bu hâle bir çare bulamayacağını, çetin birinin Kûfe’ye Vâli olarak gönderilmesini Yezîd’e bildirdiler. Yezîd bunun üzerine Ubeydullah İbn-i Ziyad’ı Kûfe’ye Vâli tâyin etmişti. Ubeydullah Kûfe’ye vardığının ertesi günü, halkı mescide toplayıp; “Kimin evinde Yezîd’e isyân eden biri bulunursa onu, evinin kapısında astıracağını” söyledi; onları korkuttu. “Kendisine yardım edenlere para-pul vereceğini” söylemeyi de ihmal etmedi. Kûfe’de bulunan Müslim Akîl, bunu duyunca Muhtar’ın evinden çıkıp, Urve oğlu Hânî’nin evine gitti. Müslim Akîl’i yakalayıp Ubeydullah’ın yanına götürdüler ve Hicretin 60.yılı Zilhicce ayının 8. günü şehid ettiler. Hz. Hüseyin’de o gün “Ehl-i Beyt’i” ile Irak’a doğru yola çıkmışlardı. Hz.İmâm Mekke’de kan dökülmemesini istiyordu. Bunu kardeşi Muhammed’e de anlatmıştı.
Kardeşi Muhammed “Bari bu çoluğu-çocuğu götürme.”dedi. Hz. Hüseyin, kardeşine: “Rüyada Hz.Peygamber’i gördüğünü, Irak’a gitmesini emrettiğini, Allah’ın kendisini kana bulanmış, çoluğunun çocuğunun esir edilmiş olarak görmek istediğini” bildirdiğini söyledi.
Hz. Hüseyin, Kûfe’ye hareketinden önce şu kısa hutbeyi okudu:“Hamd Allah’a, Allah neyi dilerse o olur; güç kuvvet, ancak onunla elde edilir. Salât-ü selâm Rasûl’üne olsun. Ölüm, genç kızın boynuna takılan gerdanlık gibi Âdem oğullarının boyunlarına takılmıştır; onlara ezelden yazılmıştır. Yâkub, nasıl Yûsuf’u özlediyse ben de geçmişlerimi öylesine özlemişimdir ve ulaşacağım şehâdet yerini Allah benim için hazırlamıştır. Allah’ın kudret kalemiyle yazılmış olan ölümden kurtuluş yoktur. Biz «Ehl-i Beyt», Allah’ın rızâsına uymuşuz; ondan râzıyım; belâsına sabrederiz; sabredenlerin ecirlerine ereriz. Hz.Rasûlullah’ın bedeninden bir parçanın O'ndan ayrılmasına imkân yoktur; o kutluluk yerinde cennette O'nunla beraberdir; O'nun gözü, bizimle aydınlanacaktır; vaadine, bizimle vefâ edecektir. Bize canını fedâ etmeye, bizimle can vermeye hazır olanlar, Allah’a kavuşacaklarına tam inançla inanmış bulunanlar, bizimle gelirler; ben Allah dilerse sabahleyin hareket ediyorum.”
Tam o sırada Kûfe’den gelen birisinin verdiği Müslim Akil’in şehâdet haberini alan Hz. Hüseyin:
“İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râci’ûn!” (Biz Allah’ın kullarıyız, ancak O’na döneriz) (Bakara 156.âyet) dedi ve kederinden ağladı.Bu acı haber üzerine Hz. Hüseyin’e, Kûfe’ye gitmeyelim diyenler oldu. Müslim Akil’in çocukları ise: “Yâ İmâm” dediler; “Kûfelilerden Müslim’in kanını almayınca bizim dönmemiz mümkün değildir! Hiç kimse gitmese bile bari biz gidelim, ya intikam alırız, ya şehâdete erişiriz.” Hz. Hüseyin: “Bunlardan sonra, yaşayışta hayır yok” dedi. Sonunda hepsi Kûfe’ye gitmeye azmettiler.
Hz. Hüseyin yola devam ederken sahrada, Riyâhi oğlu Hur’un askerleri ile karşı karşıya geldi. Hz. Hüseyin onun ismini sordu ve; “Ey Hur, bizim lehimiz için mi, aleyhimiz için mi geldin?"Hur cevap verdi: “Yâ Hüseyin! Kûfe vâlisi Ubeydullah İbn-i Ziyad tarafından senin Kûfe’den başka bir yere gitmene müsâade etmemeğe memurum!”Hz.Hüseyin: “Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh (Allah’tan başka kuvvet ve kudret sahibi yoktur)” dedi ve ilâve etti; “Ey Hur. Şimdi namaz kılalım, sonra nereye gideceksek oraya gidelim!” Hep beraber namaz kılındıktan sonra Hz. Hüseyin Allah’a hamd-ü senâ, Rasûl’üne salât-ü selâmdan sonra bir hutbe beyân buyurdu ve Kûfe ahalisini kendisine muhatap tutarak şöyle buyurdu:
“Ey Muhammed ümmeti! Benim, Yezîd’in boyunduruğu altına girmem münasip görülmeyip, onun makbûl sayılmayan itâatinin altına geçmediğim apâşikâr anlaşılmıştı. Mekke’de karar kılıp oturuyordum. Siz ey Kûfeliler, bana tevâtürlü mektuplar gönderdiniz. Sevgi ve saygı arzettiniz. «İmâmımız, uyacak kimsemiz yok!» diyerek benim buraya gelmeme lüzûm gösterdiniz. Eğer hâlâ o kararda iseniz ben bana lâzım olanı yaptım. Siz de kendinize düşeni yapınız. Eğer saâdet mülküne gitmekte dünya sevgisi çölünün dikeni eteğinize yapışmış ise ve yaptığınız işe pişman iseniz yolumun dikeni olmayın! Geldiğim gibi dönüp gideyim. Çünkü ben bu diyâra gelmeyi savaşmak ve öldürmek için kendi re’yimle, arzumla istemiş değilim. Kan dökülmesine de râzı değilim.”
Hur: “Ey Ali oğlu Hüseyin, benim bu mektuplardan haberim yoktur” dedi.Hz.İmâm: “Senin haberin yoksa askerinin arasında haberleri olanlar çoktur” dedi. Sonra o mektupları orada hazır bulunanlara gösterdi, onları utandırdı.
Bu sırada Kûfe tarafından altı kişi acele ile gelerek, Ubeydullah İbn-i Ziyad’dan Hur’a bir mektup getirdiler. Gelen mektupta; “Hz. Hüseyin’in hemen hücum edilip yakalanarak Kûfe’ye getirilmesi” isteniyordu. Hur o mektubu okuduktan sonra mektubu Hz. Hüseyin’e göstererek dedi ki;
“Ey Haşîmi Peygamberinin kıymetlisi! Ubeydullah İbn-i Ziyad senin hususunda ne kadar ihtimâm ediyor. Ben senin hakkında ne tedbir alayım diye hayretteyim ve eğer seni affedip bıraksam Ubeydullah İbn-i Ziyad’dan korkarım. Eğer sana kıyarsam Allah’ımdan korkarım. Ama Allah korkusu, Ubeydullah İbn-i Ziyad korkusuna galiptir. Fakat vuruşma ve öldürüşmenin anlaşmaya, arkadaşlığa döneceğini ve Hak’kın bana size tâbi olmanın devleti içinde saâdeti müyesser edeceğini umarım. En iyisi şudur ki, gece karanlığı bastığı zaman göçüp ne tarafa murad ederseniz gidersiniz.”
Hz. Hüseyin, Hur’un teklifini uygun gördü ve o gece yanındaki ordusuyla yola düzüldü. Hz.İmâm: “Ey bu menzilleri ve konakları bilenler, bu menzil neresidir, biliyor musunuz?” diye sordu.Onlar:“Burası Mariye menzilidir!” dediler. Hz.İmâm: “Belki başka bir adı da olacak!” dedi. Onlar: “Bir adı da Kerbelâ’dır” dediler. Hz.İmâm:“Allahuekber!” dedi. “Burası Kerb ve Belâ (Hüzün ve Belâ) yeridir!” dedi.
Hz. Hüseyin, Kerbelâ’ya Hicret’in 61.yılının Muharrem ayının ikinci günü indiler ve çadırlarını kurdular. Burada, Irak ileri gelenlerine bir mektup yazıp Kays ile gönderdi. Fakat Kûfe’ye varmadan Ubeydullah’ın askerleri Kays’ı yakaladılar ve Ubeydullah’ın huzûruna getirdiler. Kays, Ubeydullah ile karşılaşınca ilk işi mektubu çıkarıp, okunmayacak bir şekilde yırtmak oldu. Kays o gün şehid edildi.
Ubeydullah, Hz. Hüseyin’in Kerbelâ’ya geldiğini öğrenince ona bir mektup yolladı. Mektup şöyleydi; “Ey Hüseyin! Bana Yezîd mektuplar yazarak şunları bildirdi: «Ali oğlu Hüseyin o taraflara geldiğinde, bana biat edeceğine dair kendisinden söz almadıkça hakkında bir karar verme, eğer teklifini kabul etmezse onu hiç düşünmeden derhal öldür!» Şimdi sana nasîhat ediyorum. Kendine acı! Yezîd’e bey’at etmeyi kabul et. Eğer kabul etmezsen savaş vasıtalarını hazırla!”
Mektubu getiren adam, Ubeydullah’ın yanına dönünce Ubeydullah İbn-i Ziyad orada bulunan meclis ehline döndü ve “Ey Şam ve Kûfe’nin ileri gelenleri; içinizde her kim ki Hüseyin ile harp ederse kendisine koca bir Vilâyeti vereceğim” dedi. Bu teklife hiç kimse sesini çıkartmadı. Sorusunu birkaç defa tekrarladı, yine kimseden cevap alamayınca, en sonunda; kendisinden çoktandır Rey Vâliliğini isteyen Sa’d İbn-i Vakkas’ın oğlu Ömer’i, Hz. Hüseyin ile savaşacak orduya kumandan tayin etti ve Ömer’e dedi ki;
“Emrine vereceğim kuvvet ile Kerbelâ’ya gidip Ali’nin oğlu Hüseyin’e, Yezîd’e biat etmesini teklif edeceksin. Kabul etmezse onun ve ona tâbi olanların başlarını kesip bana getireceksin. Bu önemli hizmeti yapmakla yükselme yolunu bulacaksın.”
Ubeydullah İbn-i Ziyad, onun bu isteğini kabul etti. Ömer evine gelince oğullarını çağırttı ve durumu onlara anlattı. Bunun üzerine büyük oğlu şu cevabı verdi: “Ey baba, bu ne cahilce sözdür? Bu ne gaflettir. Üzerine gideceğin şahsın Peygamber’in göz bebeği, Fâtıma’nın ciğerparesi olduğunu bilmiyor musun? Elbette bilirsin. Bile bile bu büyük vebâli yükleniyorsun. Senin baban Sa’d İbn-i Vakkas, hayatını Rasûlullah ve onun yakınları uğrunda harcamadı mı? Sen ise Rasûlullah’ın evlâdı üzerine gidiyorsun ve Rasûlullah’ın göz bebeği ile harbetmek istiyorsun. Ali’nin oğlu Hüseyin’i buraya davet edenler arasında sen de yok mu idin? Ona üst üste üç tane mektup yazmadın mı? Şimdi ise dünya nimetleri için böyle bir zâtın üzerine gidiyorsun. Ve âdetâ Peygamber’in kanını dökmek istiyorsun. Dünya nimetlerini sevmenin bütün hata ve kötülüklerin başı olduğunu bile bile, bu işi yüklenmek istiyorsun. Ey baba! Böyle bir şey yapacak olursan bunun lâneti kıyamete kadar senin ve soyunun üzerinde kalacaktır.”
Ömer büyük oğlunun sözlerinden hoşlanmadı, kızdı. Harîs bir genç olan küçük oğluna döndü. Küçük oğlu dedi ki; “Ey baba! Gerçi ağabeyimin sözleri doğrudur. Fakat onlar ilerde, gaibte olacak işlerdir. Hâlbuki Ubeydullah’ın ihsânı hazır ve önündedir. Elde hazır olan nimet elbette meçhul bir nimete tercih edilmelidir. Akıllı olan böyle bir nimeti tepmez.”
Bu sözler üzerine Sa’d oğlu Ömer, kendisi gibi düşünen küçük oğlunun sözlerini kabul etti. Çünkü mal ve hükmediş hırsı, gözünü bürümüştü. Ömer, Ubeydullah’ın yanına giderek teklifi kabul ettiğini bildirdi.Ömer İbn-i Sa’d’ın, teklifi kabul etmesinden sonra Ubeydullah İbn-i Ziyad, onun emrine beşbin kişilik bir kuvvet verdi ve onu Kerbelâ’ya, Hz. Hüseyin ile savaşmaya gönderdi.
Ömer İbn-i Sa’d’ın Kerbelâ’ya gelişi, Muharrem ayının 6. günüydü. Hur bin Riyâhi de ordusu ile Ömer İbn-i Sa’d’ın ordusuna katıldı. Ömer İbn-i Sa’d, Kerbelâ’ya gelince ilk iş olarak Hz. Hüseyin’e bir elçi gönderip neden geldiğini sordu.
Hz. Hüseyin Sa’d oğlu Ömer’e şu cevabı verdi; “Benim buralara gelmemin sebebi; bana arka arkaya göndermiş olduğunuz mektuplar ve davetlerinizdir, tarafınızdan gösterilen istektir. Bana üst üste mektuplar yazarak ve heyetler göndererek beni ısrarla çağırdınız. Ben de bu davetlerinizi kabul ederek; sizi dalâlet yolundan kurtarıp hidâyet yoluna sokmak, size insanlığı öğretmek, sizi ıslâh ederek size dîni öğretmek için geldik. Sizin göndermiş olduğunuz bu mektuplar üzerine, Mekke’den gönderdiğim amcamın oğlu Müslim ile iki yavrusunu zulümle şehit ettiniz. Onların şehit edildikleri haberini buraya gelirken yolda öğrendim. Ve şunu söyleyeyim ki, sizlerde artık hidâyet yoluna girmek cevherini görmüyorum. Bunun için Mekke’ye dönmek istiyorum. Eğer buna engel olursanız «Ehl-i Beyt»im ve bana uyanlarla birlikte buradan geri dönmek ve Hicaz’a gitmek kararındayım.”
Ömer İbn-i Sa’d, Hz. Hüseyin’den aldığı bu cevabı hemen Ubeydullah’a bildirdi.Ubeydullah’tan gelen emir üzerine, Ömer İbn-i Sa’d’ın askerleri Dicle suyunu, Hz. Hüseyin'in, ehlinden-ayâlinden ve ona uyanlardan kestiler. Bu olay Muharrem ayının 7. gününde oluyordu. Hemen o gün Hz. Hüseyin'in askerinde susuzluk başladı. Susuzluktan çocuklar ağlamaya başladılar. Geceleyin Hz. Hüseyin’in kardeşi Ali oğlu Abbas, yanına yirmi er alarak Fırat nehrine vardı. Muhafızları püskürttü ve yeteri kadar su getirerek ordugâha yetiştirdi.
Muharrem ayının 8. günü idi. Hz. Hüseyin'in askerlerinde, çocuklarında tekrar susuzluk baş gösterdi.Hz. Hüseyin: “Bu gece son gecemiz ve Cuma gecesidir. Ömrümüzün son günleridir. İbâdetle, tâatle, Kur’ân okumakla, bağışlanma dilemekle geçirelim bu gecemizi. Sabah olunca her ne yapmak lâzım gelirse yaparız” dedi. Kerbelâ’da Muharrem ayının 10. gecesiydi. Hz. Hüseyin’e tâbi olanların çoğu o gece çadırlarında, kimi Kur’ân okuyordu; kimi namaz kılıyordu, duâ ediyordu; kimi kılıcını bilemedeydi, kimi yayını denemedeydi.
Kadınların gözleri yaşlıydı; çocuklar titriyorlardı, susuzluk ciğerlerini yakmaktaydı. Kadınlar feryâd edip ağlamaya başladıklarında Hz.İmâm onları susturduktan sonra kardeşi Zeyneb’e; “Sen” dedi; “Kadınların ulususun üzerinde olan hakkım için beni kana bulanmış; şehit olmuş görünce başını açma; yüzünü yırtma; elbiseni parçalama; sesini yükseltme; feryâdınla düşmanları sevindirme” buyurmuştur.
Her iki taraftan da cenk safları sıralanınca, Hz. Hüseyin düşman askerinin karşısına çıkıp onlara dedi ki; “Ey merhametsiz kavm! Başımdaki sarık ve belimdeki kılıç, arkamdaki zırh, altımdaki at Hz.Rasûlullah’ındır. Ben Resûl sancağının vârisiyim. Zehra Betül’ün göz nûruyum. Hiçbir zaman yalan ve boş yere söz söyleyip ayak diremedim. Allah’a ve Resûl’e aykırı yol tutmadım. Bana mektuplar ve elçiler gönderdiniz. Üzerime hüccetler yolladınız. Beni bu diyâra getiren sizlersiniz. Bu fitneyi türlü sebeplerle kışkırtıp bu raddeye siz getirdiniz. Bu ne sahtekârlıktır! Ama hilenin yapısı sağlam değildir. Hilenin eseri yaşamaz.”
En sonunda Ömer İbn-i Sa’d, Hz. Hüseyin'in karşısına gelip; “Ey Hüseyin” dedi; “Yezîd’e bey’at etmedikçe, bu sözlerin bir faydası yok.” Sa’d oğlu bu sözleri söyledikten sonra, yayını gerip bir ok attı ve “Ey Kûfe halkı! Bilin ve şahit olun ki, Hüseyin ile savaşa başlayan ben oldum” dedi. Daha sonra Hz. Hüseyin, çadırlara döndü ve “Ey vefâlı dostlar!” dedi; “Ey canlarını fedâ edenler! Kavgaya hazır olun ve savaş araçlarını hazırlayın ki; bu dem kan dökülecek demdir.”
Bu olay Hicret’in 61.yılında, Muharrem ayının 10. Cuma günü sabahında geçiyordu. Düşman askeri, doğru bir rivâyete göre yirmi iki bin kişiydi. Hz. Hüseyin’in askeri ise yetmiş neferdi. Otuz kişi atlı, kalanı yaya idi. Savaş başlamıştı artık. Askerlerin safları düzenlenince Riyahi oğlu Hur, Sa’d oğlu Ömer’in huzuruna geldi; “Ey Sa’d oğlu!” dedi; “Gerçekten Hüseyin ile savaşın mutlaka yapılacağına karar verilmiş midir?” Sa’d oğlu; “Elbette karar verilmiştir” dedi.Hur:“Sen Rasûlullah’a kıyâmet gününde ne cevap vereceksin?” Bu söz üzerine Sa’d oğlu Ömer cevap vermedi.
Hur, kendi askerinin arasına döndü heyecandan titriyordu. Sonra kendinde olmadan bir nâra savurdu; “Allah’a minnetler olsun ki, gayb âleminden hidâyet nûrunun ışığını gördüm. O beni eğri yoldan doğru yola çevirdi!” dedi ve atını mahmuzladı, kendi askeri arasından çıktı. Hz. Hüseyin’in ordugâhına geldi ve Hz. Hüseyin'in huzûruna çıktı: “Acaba mü’minlerîn emiri özrümü kabul ediyor mu?” diye sordu.Hz.İmâm şu âyeti okudu;“Allah kullarının tövbelerini kabul eder.” (Tövbe 104. âyet) diye cevap verdi. Sonra da; “Ey Hur” dedi; “Lûtuf ve ihsân dergâhının kapıları özür dileyenlere dâimâ açıktır. Günahını itiraf eden kimse her zaman sevâbı kazanır ve dâimâ beğenilir.”
Hur, Hz. Hüseyin’den bu sözleri duyduktan sonra izin isteyip savaşa başladı. Yanında kardeşi, oğlu ve kölesi de vardı. Hur, savaşa başladıktan sonra Yezîd ordusundan birçok nâmerdi öldürdü ve sonunda kendisi de yaralandı, yere düştü; “Yetiş yâ İmâm” diye bağırdı.Hz.İmâm, hemen yetişip Hur’u o zâlimlerin elinden aldı, çadırların yanına getirdi. Hur o anda gözlerini açtı; “Ey zamanın imâmı! Benden râzı oldun mu?” dedi.Hz.İmâm:“Evet senden râzı oldum, sen annenin sana Hur adını verdiği gibi hürsün” dedi.Vefâlı Hur bu müjde ile, Hz. Hüseyin'in yüzüne baktı ve gülerek Hak’ka canını teslim etti. Hur’dan sonra kardeşi, oğlu ve kölesi de savaşmak için atılıp Yezîd’in askerleriyle savaştılar ve sonunda üçü de şehid oldular.
Savaş olanca şiddetiyle başlamıştı. Sıra Hz. Hasan’ın evlâtlarına gelmişti. Hz.Hasan Mücteba oğlu Abdullah, Hz.İmâm’dan izin alıp meydana atıldı, savaştı; bir çok Yezîd askerini öldürdü ve sonunda o da şehit olup Rab’bine kavuştu. Abdullah’ın şehâdetinden sonra Hz.Hasan Mücteba oğlu Kasım amcasından izin alıp meydana çıktı. Şehzade Kasım savaşta bir çok Yezîd askerini öldürdü, sonunda yaralandı, yere düştü; “Ey amca, beni bul!” diye haykırdı. Hz. Hüseyin hemen yetişti, Kasım’ı o zâlimlerin arasından aldı, çadıra getirdi. “Ehl-i Beyt” hatunları başına toplaşıp ağlaştılar. Bu anda Kasım da şehit olup Rab’bine kavuştu.
Hz.Ali Murtazâ evlâtlarından sonra şehit olmak sırası Hz.Ali oğlu Abbas’a gelmişti. O, askerin sancaktarı, muzaffer askerin başbuğu idi. Hz.Abbas, ordusunun sancağını toprağa sapladı. Hz.İmâm’dan şu niyâzda bulundu:“Ey sabır ve tahammül gemisinin demiri! Benim de yüce âlemin bayrak yükselteni olmamım vakti yaklaştı. Âhiret âlemine gitmem gerek.” Hz. Hüseyin ağlayarak; “Ey Abbas!” dedi; “Sen İslâm ordusunun sancaktarı idin. Bu anda asker, fânîlik çölünden beka ülkesine göç etti. Sana da o diyâra bayrak çekmek münasip düştü. Ama sana nasîhatım şudur;«Meydana girince bu zâlimlere hücceti yenileme yolunda nasîhat ver»”
Hz.Abbas bu sözleri kabul etti, savaş meydanına yürüdü. Hz.Abbas’ın şehâdetinden sonra, şehitlik sırası Hz. Hüseyin’e ve evlâtlarına gelmişti. Hz. Hüseyin'in oğlu Ali Ekber, o zamanlar on sekiz yaşındaydı. Ali Ekber, Rasûlullah’a çok benzerdi. “Ehl-i Beyt” Rasûlullah’ı görmek istediler mi ona bakarlardı. Hz. Hüseyin evlâdının şehâdetini görmemek için silahlandı, meydana doğru yürüdü. Oğlu Ali Ekber, o anda Hz. Hüseyin'e yalvardı, izin istedi. Hz.İmâm, onun ısrarından üzüntü duydu. Kendi mübarek eliyle savaş aletleri hazırladı ve oğlunu meydana saldı. Düşman askeri ona hücum ettiler ve vücudunda çok yaralar açtı, en sonunda atından düştü; “Babacığım, beni bul” diye bir nâra savurdu. Hz.İmâm, o nârayı işitince, meydana atılıp, şehzade Ali Ekber’i çadıra getirdiler. Şehzade bu anda ruhunu Hak’ka teslim etti.
Şehzade Ali Ekber’in şehit olmasından sonra “Ehl-i Beyt” hatunları ağlaştılar, matemlerini yenilediler.
Hz. Hüseyin , evlâtlarını büyüklere emanet yolu ile teslim etti. Hepsini Allah’a ısmarladı. Sonra onlara vedâ edip, gazâ meydanına yürüdü. Hz.İmâm gazâ meydanına yürüdüğü anda, süt emer bir yaşta olan çocuğu Ali Asgar’ın, susuzluk acısı ile neredeyse ölüm derecesine geldiğini kendisine bildirdiler.
Hz. Hüseyin’e bu hali bildirdikleri zaman, Hz. İmâm o masum 1,5 yaşındaki çocuğu eline almış, düşman askerine karşı tutmuş; Yezîd ordusuna karşı; “Ey zâlimler!” dedi; “Diyelim ki, ben günahkârım. Fakat şu günahsız çocuğa niçin bir damla su vermezsiniz?” Hz. Hüseyin'e şu cevabı verdiler; “Ey Hüseyin! Ubeydullah İbn-i Ziyad’ın kesin buyruğu bir yudum su verilmemesi hakkındadır. Bu değişmez. Ve biat etmeyince, ne sana, ne evlâdına su içmek nasîb olmayacaktır.”
Hz. Hüseyin ümitsizlendi, geri dönmek üzere iken Yezîd ordusundan birisi yayını kurup bir ok attı. Atılan ok Hz. Hüseyin'in kucağındaki Ali Asgar’a rastladı. Ok masum çocuğun o mübarek boğazından geçti, Hz. Hüseyin'in mübarek koluna saplandı. Hz.İmâm o masumun boğazından oku çekip çıkardı ve sonra o yavruyu annesine götürüp; “Ey biçâre!” dedi; “Oğlun şehâdet şerbetini içti.”
Hz. Hüseyin'in Şehadeti
Böylece o masum çocuğun şehit olması ile yetmiş iki kişinin şehit olması tamamlanmıştı. Hasta olan oğlu Hz.Zeynel Abidin’den başka sağlar arasında Hz. Hüseyin’e yardımcı kimse kalmamıştı. Rivâyet edilmiştir ki; Hz.Zeynel Abidin, babası ile yalnız kaldığını görünce, kendine dikkat ederek yatağından dışarı çıktı, çok zayıftı, titriyordu. Kendisine savaş silahı hazırlıyordu. Tam meydana yürüyecekti ki, Hz. Hüseyin; “Ey gözümün nûru!” diye haykırdı; “Şimdi sana şehitlik izni yoktur. Çünkü seyyidlik silsilesi sana bağlıdır. Mustafa ve Murtazâ’nın soyunun bekâsı senin sağ kalmana bağlıdır!” dedi. Hz.Zeynel Abidin’de ; “Ey baba! Ben şehâdet şerbetinden nasıl mahrum kalırım” dedi. Hz. Hüseyin:“Ey ciğer köşem!” dedi; “Belâ meclisinde şehâdet kadehini içmene henüz sıra gelmemiştir.” Sonra oğlu Hz.Zeynel Abidin’i bağrına bastı. Yüzünü yüzüne sürdü, ona vedâ etti ve dedi ki: “Ey gözümün nûru! Sabırlı olmak yolundan ayrılma ki, o yol Peygamberlerin ve evliyânın ahlâk yoludur. Eğer bize bu musîbet nasîb olmasaydı bizden sonra gelecek Müslüman kişilere bir belâ inse onu ilâhi bir gazab diye düşünerek üzüleceklerdi. Ne saâdet ki, belâ bizim yanımızda hakikat ehlinin sevgilisidir. Ve musîbetin başa gelmesi ümmetin Allah’tan korkanları için teselli sebebidir.”
Böylece Hz.İmâm, vasiyetlerini tamamladıktan ve emanetleri oğluna teslim ettikten sonra savaş elbiselerini giyindi ve “Ehl-i Beyt’e”; “Allah’a ısmarladık” diyerek meydana yürüdü ve dedi ki; “Ben Rasûlullah’ın oğluyum, ben Allah’ın velîsi Ali Murtazâ’nın evlâdıyım.”
Hz. Hüseyin, daha sonra o zâlimler topluluğuna son bir defa söz söyleyerek dedi ki; “Ey zâlim kavm? Ey gaddar topluluk! O yüce Allah’ın kahredici kahrından çekinin ki; Firavun’un tayfasını Nil ırmağının selleri içinde boğdu. Fil ashâbının askerini Ebabil kuşlarının hücumu ile mağlup etti. Korkun o Allah’tan ki; o Cebbar’ın gazabından ki, Lût kavmi âsilerinin şehrini darmadağın etti. Nûh oğullarının yurduna ölüm selleri yürüttü. Ey zâlimler! Eğer kazâ dîvânının Hâkimine, Hz.Resûl’ün şeriâtına inanıyor ve bunlara boyun eğiyorsanız bu işlerin sonunu anın, bu zulümlerden tövbe edin. Bana amân verin ki; bu çocukları bu kadınları gurbette ayak altında ezdirmeden, Habeş diyârı yönlerine veya Anadolu’ya alıp gideyim. Bu Arap adası ile Babil topraklarını size teslim edeyim. Eğer muharebeden vazgeçme imkânı yoksa, bâri birer birer meydana gelin!”
Hz. Hüseyin’in bu sözlerinden sonra, askerlerinin inançlarını değiştireceğini anlayan Yezîd ordusunun başındakiler; “Ey Hüseyin! Bizim savaşımız Yezîd’in emriyledir. Senin kurtuluşun ona biat etmektir. Ya kabul edip biat edersin, ya ölüme boyun eğersin!” dediler. Sonra ok atıcılara şu emri verdiler:
“Hüseyin’i göz açtırmadan ok yağmuruna tutun!” Askerler de Hz. Hüseyin'in üzerine ok yağdırmaya başladılar.
Hz. Hüseyin de meydanda dolaşıp;“Er istiyorum!” dedi ve karşısına çıkanları birer vuruşta öldürdü. Hz. Hüseyin o sapık askerleri dağıttıktan sonra, atını Dicle'ye eriştirdi. Bir yudum su içip hararetini söndürmek istedi. Ama kadınların ve çocukların susayışlarını hatırladı, su içmedi.
Sonunda düşman askerinin hücumları ile Hz. Hüseyin'i yaraladılar. Hz. Hüseyin birçok yara almıştı, yaraların çokluğundan ve susuzluktan güçsüz düşmüştü. Ömer İbn-i Sa’d Hz. Hüseyin'in bu halini görünce öldürülmesini istedi.
Hz. Hüseyin yere düştüğü zaman Sa’d oğlu Ömer’in emriyle bir vuruşcu Hz. Hüseyin'i öldürmeye gitti. O zaman Hz. Hüseyin: “Ey fukara!” dedi; “Beni öldürecek adam sen değilsin. Bu kötü işe çalışma ki, yazıktır. Sonra cehennem ateşine uğrarsın.” O adam ağlayarak; “Ey Rasûlullah’ın oğlu! Bu halde iken bile bize hâlâ acıyorsun. Hak ehli olduğuna şüphem kalmadı!” dedi ve elindeki kılıcı korkusuzca geriye dönüp, Sa’d oğlu Ömer’e fırlattı. Ömer’in adamları koştular, kılıcın ona vurmasına engel oldular ve daha sonra o adamı yaraladılar. O da yaralı bedeniyle Hz. Hüseyin'in yanına geldi; “Ey İmâm Hüseyin!” dedi; “Senin için beni şehid ediyorlar!” Hz.İmâm da; “Mücâhidlerin ameli kaybolmaz!” dedi. Sonra o kişiyi şehit ettiler.
Böylece her yönden kılıçlar çekilip Yezîd’in nimetlerine ve iltifatına kavuşmak ümidiyle o alçak emre uyuluyordu. Bu alçaklık yalnız iki kişiye erişti. Birisi Enes oğlu Sinan, birisi de Şimir Zilcevşen’di. Bu iki zalim Hz. Hüseyin’i şehid etmek için üzerine yürüdüler. Zalim Şimir öne atılarak Hz. Hüseyin'in karşısında dikildi. Hz.İmâm dedi ki; “Ey Şimir! Benim öldürülmem sana mukadder kılınmıştır. Ama bugün hangi gün ve hangi vakittir? Ve bu ay hangi aydır?” Şimir bedbahtı: “Muharrem ayıdır. Ve Cuma günüdür. Vakit de namaz vaktidir!” diye cevap verdi.
Hz. Hüseyin:“Ey zâlim!” dedi; “Böyle bir haram ayında, Cuma gününde, namaz vaktinde İslâm hatipleri minber başında Atamın vasıflarını anlatırlar. Ve zengin, fakir kullar camiye yüz tutarlar. Sen nasıl olur da bu kötü işi yapmağa kalkarsın? Ey Şimir üzerimden çekil biraz mühlet ver. Ben de kurumuş dudağımla namaz kılayım. Çünkü namazda iken şehit olmak bana miras kalmıştır. Ben de o baba saâdetini bulayım.” Hz.Hüseyin biraz kuvvet bularak oturdu, kıbleye yöneldi ve namaza durdu. Hz. Hüseyin namazda secdeye baş koymuşken, kaldırmasına zaman bırakılmadan şehid edildi.
Hz. Hüseyin, Hicret’in 61. yılı (Milâdi 680) Muharrem ayının 10.günü Cuma öğlen namazı vakti Kerbelâ’da, Mûaviye oğlu Yezîd ordusu tarafından, şehid edilmiştir. Türbesi Kerbelâ (Irak)’dadır.
Hz. Hüseyin şehâdetlerinde, 57 yaşlarında idi. Hz.Rasûlullah’la 6, Hz.Ali ile 37 yıl yaşamışlar, kardeşleri Hz.Hasan’dan sonra da 10 yıldan biraz fazla ömür sürmüşlerdir.
Hz. Hüseyin’in şehâdetinden sonra savaş bitti. “Ehl-i Beyt” kadınları ve çocukları Şam’a götürüldüler. Hz. Hüseyin’den sonra imâmetin, Hz. Hüseyin’in oğlu Hz. Zeynel Âbidin'e intikal ettiği kabul edilir.
|