Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 1 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: 048 - FETİH SURESİ
MesajGönderilme zamanı: 03.01.09, 16:43 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 14.12.08, 12:14
Mesajlar: 1108
048 - FETİH SURESİ


1- Muhammed b. İbrahim el-Müzekkî, babasından, o Muhammed b. İshak es-Sakafî'den, o Hasan b. Ahmed b. Ebî Şuayb el-Harranî'den, o Muhammed b. Seleme'den, o Muhammed b. İshak'tan, o Zührî'den, o Urve'den, o da Misver b. Mahreme ve Mervan b. Hakem'den bize şunu rivayet etti:

"Fetih Sûresi Mekke ile Medine arasında Hudeybiye olayı hakkında indi. Bu sûre başından sonuna kadar bu vesileyle inmiştir."[1]

2- İbn Kesîr de bu Sûre'nin nüzul vaktini Hicretin altıncı senesi Zilka'de ayı olarak tesbit etmiştir.[2] Sûrenin nüzulü Cum'a Sûresinden sonradır.[3] Sûrenin indiği yer hakkında da rivayetler muhteliftir. Kimisi Hudeybiye'den sonra Medine-i Münevvere'ye dönüş yolunda geceleyin nazil olduğunu söylerken Hudeybiye'de, Kürâ'u'l-Gamîm'de, Dacnân (Mekke yakınlarında bir dağ)'da nazil olduğu rivayetleri vardır.[4]

3- Ahmed ibn İshâk es-Sülemî kanalıyla Hubeyb ibn Ebî Sabit'ten rivayette o şöyle anlatıyor: Ebu Vâil'e sormak için gelmiştim, şöyle dedi:

"Biz Sıffîn'de iken bir adam:

"Allah'ın kitabına çağrılanları görmedin mi?" dedi. Hz. Ali:

"Evet." dedi. Sehl ibn Huneyf de:

"Eğer birini itham edecekseniz, önce kendinizi itham edin. Ben şu anda sanki kendimizi Hudeybiye'de görür gibiyim." dedi. Hudeybiye ile elbette Hz. Peygamber (sa)'le müşrikler arasında yapılan barışı kastediyordu, şöyle devam etti: Şayet savaş görseydik (Allah'ın Rasûlü savaşı gerekli görseydi) elbette orada savaşırdık (fakat Allah'ın Rasûlü (sa) barışı uygun buldu da bildiğiniz şartlarla barış yapıldı). Ömer:

"Biz hak üzere, onlar bâtıl üzere değiller mi? Bizim ölülerimiz cennette, onlarınki cehennemde değil mi?" dedi. Rasûlullah (sa):

"Elbette öyle." buyurdu. Ömer yine:

"O halde neden dinimizi bu alçak dünya ile değiştik ve Allah aramızda hükmünü vermeden (savaşla ya onlar, ya biz zafere ermeden) dönüyoruz?" dedi. Rasûlullah:

"Ey Hattab'ın oğlu, hiç şüphesiz ben Allah'ın Rasûlü'yüm ve Allah beni asla zayi etmiyecektir." buyurdu. Ömer öfkeli bir şekilde döndü, sabredemedi bu sefer Ebu Bekr'e vardı ve ona:

"Ey Ebu Bekr, biz hak üzere, onlara bâtıl üzere değiller mi?" dedi. Hz. Ebu Bekr:

"Ey Hattab'ın oğlu, elbette o, Allah'ın rasûlü'dür ve Allah onu asla, ebediyyen zayi etmiyecektir." dedi ve işte bunun üzerine Feth Sûresi nazil oldu.[5]

Hadisi Tirmizî de kendi isnadıyla Hz. Ömer’den rivayetle benzer ifadelerle tahric etmiş ve hasen sahih olduğunu kaydetmiştir.[6]

4- İmam Ahmed de hadiseyi bizzat Hz. Ömer'den şöyle nakleder: Biz, Rasûlullah (sa) ile birlikte bir seferde idik. Hz. Peygamber (sa)'e bir şeyi üç kere sordum. Bana cevap vermedi. Kendi kendime:

"Ey Hattab'ın oğlu, annen senin ölümünü görsün. Rasûlullah'ı rahatsız ederek üç kere sordun, sana cevap vermedi." deyip binitime bindim ve hakkımda bir vahy nazil olur korkusuyla uzaklaştım. Birden birisinin beni çağırdığını ve:

"Ey Ömer, Ömer nerede?" dediğini işittim. Benim hakkımda bir şey nazil olduğunu sanarak geri döndüm. Hz. Peygamber (sa) buyurdu ki:

"Bu gece bana öyle bir sûre nazil oldu ki bana göre dünya ve içindekilerden daha sevgilidir. O: "Biz sana doğrusu apaçık bir fetih ihsan ettik. Tâ ki Allah senin geçmiş ve gelecek günahını bağışlasın, sana olan nimetini tamamlasın ve seni hidayete eriştirsin." süresidir."[7]

5- Bu hadiseyi Buhârî de İsmail kanalıyla Zeyd ibn Eslem'den rivayetle şöyle zikreder: Rasûlullah (sa) seferlerinden birisinde geceleyin yürürken (yol alırken) Ömer ibnu'l-Hattâb da onunla birlikte yürüyormuş. Ömer, Hz. Peygamber'e bir şeyi sormuş, Allah'ın Rasûlü cevap vermemiş, sonra tekrar sormuş, yine cevap vermemiş. Üçüncü kez sorduğunda da cevap alamamış ve kendi kendine:

"Annen senin ölümünü görsün ey Ömer, Rasûlullah'ı üç kere sorularınla rahatsız ettin ve her seferinde de sana cevap vermedi." dedim ve devemi hızlandırıp öne geçtim. Çok geçmeden birisinin yüksek sesle beni çağırdığını duydum ve:

"Benim hakkımda Kur'ân'dan bir şeyler nazil olmuş olmasından korkmuştum." dedim. Rasûlullah (sa)'a geldim, selâm verdim.

"Bu gece bana öyle bir sûre nazil oldu ki bana, üzerine güneş doğan her şeyden daha sevgilidir." buyurdu ve okudu: "Hiç kuşkusuz Biz Azîmüşşan sana apaçık bir fetih bahşeyledik... "[8]

6- Taberî'nin Muhammed ibn Abdullah kanalıyla Abdullah ibn Mes'ûd'dan rivayetinde ise o şöyle anlatıyor: Hudeybiye'den dönüşümüzde gecenin bitimine doğru konakladık ve uyuduk. Uyandığımızda güneş doğmuştu. Biz uyandığımızda Allah'ın Rasûlü (sa) de uyumaktaydı. Biz:

"Yüksek sesle konuşun ki sesinize uyansın." dedik. Rasûlullah (sa) uyanıp:

"Uyuyan veya unutan kimseye bu yaptığınız gibi yapın." buyurdular. Rasûlullah (sa)'ın devesini kaybetmiştik. Arayıp bulduk. Yuları bir ağaca takılmıştı. Ben, Rasûlullah (sa)'ın devesini getirdim, bindi. Biz yürüdüğümüz esnada Rasûlullah (sa)'a vahy gelmeye başladı. O'na vahy geldiği zaman üzerine bir ağırlık gelirdi. Vahyin gelmesi tamamlanıp o açılınca bize: "Doğrusu Biz sana apaçık bir fetih ihsan ettik." Sûresinin indiğini haber verdi.[9]

Âyetlerinin adedi, yirmi dokuzdur. [10]



1. Hiç kuşkusuz Biz Azîmüşşan sana apaçık bir fetih bahşeyledik.

2. Tâ ki Allah senin geçmiş ve gelecek günahını bağışlasın, sana olan nimetini tamamlasın ve seni doğru yola eriştirsin.



Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:

1- Mansur b. Ebî Mansur es-Samanî, Abdullah b. Muhammed el-Fami'den, o Muhammed b. İshak es-Sakafî'den, o Ebu'l-Eş'as'tan, o Mu'temir b. Süleyman'dan, o babasından, o Katade'den, o da Enes'ten şunu rivayet ederek dedi ki:

"Hudeybiye Gazvesi'nden döndüğümüzde bizimle ibadetlerimiz arasına bir tatsızlık girdi, Sanki biz hüzünle şiddetli elem arasındaydık. Bunun üzerine Allah Teala bu âyeti indirdi. Rasulullah (s.a.v.) buyurdu ki:

"Allah bana bir âyet indirdi, O âyet, bana dünyadan ve dünyada bulunan herşeyden daha sevimlidir,"[11]

2- Ata, İbn Abbas'tan rivâyeten şöyle dedi;

"Yahudiler: “Bana ve size ne yapılacağını bilmiyorum” (Ahkâf: 46/9) âyeti inince, Nebi (s.a.v.)'ye ve müslümanlara küfredip dediler ki:

"Ne yaptığını bilmeyen bir adama nasıl uyalım?" Bu söz Rasulullah (s.a.v.)'a çok ağır geldi. Allah Teala da bu âyeti indirdi.[12]

3- Abdullah ibn Mesleme kanalıyla Zeyd ibn Eslem'den, onun da babasından rivayette şöyle anlatmış: Rasûlullah (sa) seferlerinden birinde (Hudeybiye dönüşü olmalı) yol alırken Hz. Ömer de yanında gidiyormuş. Ömer, Efendimiz'e bir şey sormuş, Hz. Peygamber (sa) cevap vermemiş. Biraz sonra tekrar sorduğunda da cevap vermemiş. Ömer üçüncü kere sorduğunda Hz. Peygamber (sa) yine cevap vermeyince Ömer'in aklı başına gelmiş ve:

"Rasûlullah'a cevap vermediği halde üç kere sorarak ısrar ettim; korkarım şimdi benim hakkımda bir âyet iner." diye düşünüp devesini hızlandırıp Efendimiz (sa)'in yanından ayrılmış, insanların önüne geçmiş. O şöyle anlatır: Çok geçmeden birisinin beni çağırdığım duyunca benim hakkımda Kur'ân'dan bir âyet indiğini zannettim ve Rasûlullah (sa)'ın yanına geldim ve O'na selâm verdim.

"Bu gece bana öyle bir sûre nazil oldu ki o bana, üzerine güneş doğan herşeyden daha sevgilidir." buyurup "Hiç kuşkusuz Biz Azîmüşşan sana apaçık bir fetih bahşeyledik."i okudular.[13]

4- İmam Ahmed'in Abdullah ibn Mes'ûd'dan rivayetle tahric ettiği bir haberde o şöyle anlatıyor:

Rasûlullah ile Hudeybiye'den dönüyorduk. Kumluk bir yerde konakladık. Allah'ın Rasûlü (sa):

"Bizi kim koruyacak (Biz uyurken kim gözcülük edecek)?" diye sordular. Bilâl:

"Ben gözcülük ederim." dedi. Orada güneş doğuncaya kadar uyudular (Uyandıklarında güneş doğmuştu). İçlerinde Ömer'in de bulunduğu bazı sahâbîler uyandılar ve baktılar ki güneş doğmuş,

"Sabah namazını kılmadık, şimdi ne yapacağız, Rasûlullah'a soralım." dediler. O sırada Allah'ın Rasûlü (sa) de uyandı ve ona ne yapacaklarını sordular da Efendimiz:

"Daha önce nasıl yapmaktaysanız şimdi de öyle yapın (yani güneş doğmadan vakti içinde sabah namazını nasıl kılıyor idiyseniz şimdi de o şekilde kılın.)" buyurdular. Biz de o şekilde sabah namazını kıldık. Efendimiz (sa):

"Kim uyur veya unutur (da namazın vakti geçerse) böyle yapsın." buyurdular. Yola çıkılacağı zaman bir de baktılar ki Rasûlullah (sa)'ın devesi kaybolmuş. Onu aramaya çıktık ve ben onu, ipi bir ağaca takılmış halde buldum, getirdim, Allah'ın Rasûlü devesini bulmamıza sevinmiş olarak devesine bindiler. Ona vahy geldiği zaman bu ona ağır gelir, biz o halini ve dolayısıyla kendisine vahy geldiğini bilirdik. Devesine bindiğinde Efendimizde o hali gördük. Hz. Peygamber (sa) devesinden indiler, bizden ayrılarak yalnız başına bir yere çekildiler. Elbisesiyle başını örtüyorlardı. Bu hal (vahy indirilmesi hali) ona ağır geliyordu. Anladık ki kendisine vahy geliyor. Biraz sonra yanımıza geldi ve kendisine "Hiç şüphesiz Biz azîmüşşan sana apaçık bir fetih bahşettik..." âyetlerinin nazil olduğunu haber verdi. [14]



5. "İnanan erkek ve kadınları, içinde temelli kalacakları, içlerin­den ırmaklar akan cennetlere koyar, onların kötülüklerini örter. Allah katında büyük kurtuluş işte budur."



Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:

1- Said b. Muhammed el-Mukrî, Ebû Bekr Muhammed b. Ahmed el-Medinî'den, o Ahmed b. Abdirrahman es-Sekatî'den, o Yezid b. Harun'dan, o Hümam'dan, o Katade'den, o da Enes'ten bize şunu rivayet etti:

Fetih: 48/1 âyetleri inince, Rasulullah (s.a.v.)'ın Ashabı dedi ki:

"Ey Alah'ın Rasulü, Allah'ın sana verdiği kutlu olsun. Bizim için birşey yok mu?" Bunun üzerine Allah Teala bu âyeti indirdi."[15]

2- Muhammed b, Abdirrahman el-Fakih, Ebû Amr b. Ebî Hafs'tan, o Ahmed b. Ali el-Musilî'den, o Abdullah b. Ömer'den, o Yezid b. Zürey'den, o Said'den, o Katade'den, o da Enes'ten bize şu haberi rivayet etti:

Fetih: 48/1 âyeti, Nebî (s.a.v.)'ye Hudeybiye'den dönüşünde in­dirildi. Ashabını hüzün almıştı. Onlarla ibadetleri arasına perde çekildi. Hudeybiye'de kurban kestiler. Bu âyet indiği zaman Ashabı'na buyurdu ki:

"Bana, dünya ve içindekilerden daha hayırlı bir âyet indi." Nebî (s.a.v.) o âyeti Ashabı'na okuyunca kavminden bir adam dedi ki:

"Ey Allah'ın Rasulü, kutlu olsun. Allah sana ne yapacağını beyan etti. Ya bize ne yapacak?" Bunun üzerine Allah Teala bu âyeti indirdi."[16]

3- Mukâtil der ki: Abdullah ibn Übeyy bunu duyunca yanında bir grupla Hz. Peygamber (sa)'e geldi ve: "Peki Allah katında bize ne var?" dedi de "Ve Allah hakkında kötü zan besleyen münafık erkeklerle münafık kadınlara, müşrik erkeklerle müşrik kadınlara azâb etsin..." âyet-i kerimesi nazil oldu.[17]



11. Bedevilerden (seferden) geri kalmış olanlar, sana diyecekler ki, "Mallarımız ve ailelerimiz bizi alı­koydu. Allah'tan bizim bağışlanmamızı dile." Onlar kalblerinde olmayanı dilleriyle söylerler. De ki: Allah size bir zarar gelmesini dilerse veya bir fayda elde et­menizi isterse, O'na karşı sizin için, kim bir şeye sahip­tir. Kaldı ki, Allah, yaptıklarınızdan haberdârdır.



Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:

1- İbn Abbas'ın şöyle dediği rivayet olunmuştur; Rasulullah (s.a.v.) Fe­tih yılında Mekke'ye sefere çıkmak isteyince, Medine Bedevileri Rasulul­lah (s.a.v.) ile birlikte çıkmadilar. Halbuki Rasulullah (s.a.v) Kureyş'ten çekinerek, onların da kendisiyle birlikte sefere çıkmalarını istemişti. Rasu­lullah (s.a.v) umre için ihrama girmiş ve insanların, kendisinin savaş yap­mak istemediğini anlamaları için beraberinde kurbanını da sevketmişti. Bedeviler, Rasulullah (s.a.v.)la beraber sefere çıkmadılar ve sebep olarak meşguliyetlerini gösterdiler. Bunun üzerine, "Bedevilerden geri kalmış olanlar, sana diyecekler ki, "Mallarımız ve ailelerimiz bizi meşgul etti. Allah'tan bizim bağışlanmamızı dile..." ayeti indi.[18]

2- Mücâhid ve İbn Abbâs derler ki: Bu âyet-i kerime ile Gıfâr, Müzeyne, Cüheyne, Eslem, Eşca' ve Dîl bedevîleri kastedilmektedir. Bunlar, Medine-i Münevvere çevresinde bulunan bedevilerdir. Hz. Peygamber (sa), Hudeybiye senesi umre için ihrama girip kurbanlık hayvanları da yanlarına alıp yola çıktıklarında onların da kendileriyle birlikte gelmelerini emretmiş; onlar ise Kureyş'ten korkularından işi ağırdan alarak ve işlerinin çokluğundan dem vurarak çıkmak istemeyip geride bırakılmışlar, hattâ "Muhammed'le kendi evinde savaşmış ve onun ashabını öldürmüş olan bir kavme karşı mı gidip savaşacağız? Muhammed ve ashabı bu seferlerinden asla dönemiyecekler." gibi lâflar etmişler ve işte bunun üzerine bu âyet-i kerime onlar hakkında nazil olmuştur.[19]



17. Gözü kör olana vebal yok, topala da vebal yok, hastaya da vebal yok. Kim, Alah'a ve Peygamberine itaat ederse onu, altlarından ırmaklar akan cennetlere koyar. Kim de geri kalırsa onu elîm bir azâb ile azâblandırır.



Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:

1- Daha önce (Nûr, 61 âyetinin nüzul sebebinde geçtiği üzere) Atâ el-Horasânî ve Abdurrahman ibn Zeyd ibn Eslem bu âyet-i kerimenin Cihâd hakkında nazil olduğunu söylemişlerdir.[20]

2- İbn Abbâs'tan rivayette o şöyle diyor:

"Ama daha önce döndüğünüz gibi yine dönecek olursanız sizi elîm bir azâbla azâblandırır." (Feth, 48/16) âyet-i kerimesi nazil olduğunda sakatlığı olanlar:

"Ey Allah'ın elçisi, bizim durumumuz ne olacak?" dediler de onların bu yakınması üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu.[21]



18. Andolsun ki sana o ağacın altında biat ederlerken Allah o mü'minlerden hoşnut olmuştur. Kalblerinde olanı bilmiş de onlara sekîneti indirmiş ve onları pek yakın bir fetihle mükafatlandırmıştır.



Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:

1- İbni Ebi Hatim, İbni Cerir ve İbni Merduyeh’in Seleme ibnu'l-Ekva'dan rivayetinde o şöyle anlatıyor: (Hudeybiye'de) bizler öğle uykusunda iken bir de baktık Rasûlullah'ın münâdisi

"Ey insanlar bîat etmeye, ey insanlar bîat etmeye! Rûhu'1-Kuds (Cibrîl) indi" diye sesleniyor. Hemen bir semüra ağacı altındaki Rasûlullah (sa)'a gittik ve bîat ettik. İşte bunun üzerine Allah Tealâ: "Andolsun ki sana o ağacın altında bîat ederlerken Allah o mü'minlerden hoşnut olmuştur..." âyet-i kerimesini indirdi.[22]

Rasulullah (s.a.) bir elini diğerinin üstüne koymak suretiyle Hz. Os­man için kendisi biat etti. Bazıları

"Ne mutlu İbni Affan'a. Biz burada iken o Beytullah'ı tavaf ediyor." deyince Rasulullah (s.a.):

"Şu kadar yıl Mek­ke'de kalsa bile ben tavaf etmedikçe İbni Affan tavaf etmez." buyurdular. [23]

2- Rivayet olduğuna göre Rasulullah (s.a.) Hudeybiye'de konaklayınca Hıraş b. Umeyye el-Huzai'yi Mekke'lilere gönderdi. Mekke'liler onun gel­mesini arzu ettiler fakat Ehabiş onun Mekke'ye gitmesine mani oldu. Bu­nun üzerine Rasulullah (s.a.) onlara Osman b. Affan'ı gönderdi. Hz. Os­man'ı da hapsettiler ve öldürmeye yeltendiler. Rasulullah (s.a.) sayıları bin üç yüz, bin dört yüz veya bin beş yüz kadar olan ashabını çağırdı. Semure veya sidre ağacının altında toplanarak Kureyş'le savaşmak, onlardan kaç­mamak üzere Rasulullah'a (s.a.) biat ettiler. [24]

3- Buhari ve Müslim Yezid b. Ubeyd'in şöyle söylediğini rivayet etmişler­dir: Ben Seleme b. el-Ekva'a

"Ne üzere Rasulullah'a (s.a.) biat ettiniz" dedim.

"Ölmek üzere." diye cevap verdi. [25]

4- Müslim Makıl b. Yesar'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Ben Hudey­biye'de ağacın altında Bey'atu'r-Rıdvan'ın yapıldığı o günü bizzat müşahede ettim. İnsanlar Rasulullah'a (s.a.) biat ederken ben de Rasulullah'ın (s.a.) başında yüksek bir dalın üzerindeydim. Biz bin dört yüz kişiydik." Makıl b. Yesar demiştir ki:

"Biz ona ölmek üzere değil kaçmamak üzere biat ettik." [26]

5- Alimler bu iki rivayetin arasını bulmuşlar bir grup Seleme'den gelen rivayeti, bir grup da Makil'dan gelen rivayeti almışlardır. Buna göre bu iki hadiste anlatılmak istenen maksat aynıdır. O da Kureyş'le savaş için karşılaşma durumunda kaçmayıp sebat etmektir. [27]

6- Bu sebeple Cabir b. Abdullah şöyle demiştir:

"Biz ağacın altında ölmek ve kaçmamak üzere Rasulullah'a (s.a.) biat ettik. Cedde b. Kays dışında hiç kimse bu biati bozmadı. Cedde münafık idi. Cemaatle birlikte hareket etmeyip devesinin arkasına saklan­dı."

Burada görüldüğü üzere Cabir (r.a.) iki rivayetin arasını cemetmiştir. [28]

7- Ahmed, Müslim, Tirmizi ve Ebu Davud Cabir'den şöyle rivayet etmek­tedir: Rasulullah (s.a.)

"Ağacın altında biat edenlerden hiçbiri cehenneme gitmez." buyurmuştur. [29]


24. "Sizi onlara üstün kıldıktan sonra, Mekke bölgesinde, onların ellerini sizden, sizin ellerinizi onlardan geri tutan, savaşı önleyen O'dur. Allah yaptıklarınızı görendir."



Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:

1- Ebû Bekr Muhammed b. İbrahim el-Farisî, Muhammed b. İsa b. Amrveyh'ten, o İbrahim b. Muhammed'den, o Müslim'den, o Amr en-Nakıd'dan, o Yezid b. Harun'dan, o Hammad b. Seleme'den, o Sabit'ten, o da Enes'ten bize şunu rivayet etti:

"Mekke Ehli'nden seksen kişi silahlı olarak Ten'im Dağı'ndan Rasulullah (s.a.v.) üzerine indiler. Rasulullah (s.a.v.)'in ve Ashabı'nın gaflet anını gözetliyorlardı. Esirler aldılar ve sonra serbest bıraktılar. Allah Teala da bu âyeti bu sebepten dolayı in­dirdi."[30]

Bunun benzerini Müslim, Seleme İbni Ekva’dan, Ahmed ve Nesâî, Abdullah İbni Mugaffel el Müzenî'den, İbnu Abbas, İbnu İshak’tan anlattı. [31]

2- Abdullah b. Mağfel el-Müzenî şöyle dedi:

"Biz Hudeybiye'de Rasulullah (s.a.v.) ile beraber, Allah Teala'nın Kur'an'da "ağacın kökü" dediği yerde iken, birden üzeri­mize seksen kadar silahlı genç geliverdi. Yüzümüze atılıverdiler. Rasulullah (s.a.v.) on­lara beddua etti, Allah onların görmelerini aldı. Biz üsteledik ve onları yakaladık. Rasulullah (s.a.v.) onlara dedi ki:

"Siz Uhud zamanı gibi mi geldiniz? Uhud'da size bir emniyet verildi mi?" Dediler ki:

"Allah'ım, hayır." Rasulullah (s.a.v.) onları yollarına ser­best bıraktı. Allah Teala da bu âyeti indirdi.[32]

3- Vahidî'nin muhtasar olarak verdiği bu haber Ahmed ibn Hanbel'in Müsned'inde Zeyd ibn Habbâb kanalıyla yine Abdullah ibn Muğaffel el-Müzenî'den'den rivayetle şöyledir:

Allah Tealâ'nın Kur'ân'da zikrettiği ağacın altında Rasûlullah (sa) ile beraberdik. Ağacın bazı dalları Rasûlullah (sa) ile Hz. Ali ibn Ebî Tâlib'in sırtına değiyordu. Süheyl ibn Amr da Hz. Peygamber (sa)'in karşısındaydı. Rasûlullah (sa), Hz. Ali'ye:

"Rahman ve Rahîm Allah'ın adıyla yaz." buyurdu. Süheyl, Hz. Ali'nin elini tutarak:

"Biz, Rahman ve Rahîm'i bilmeyiz; bizim mes'elemizde bildiğimizi yaz." dedi. Hz. Peygamber (sa):

"Bismike Allahümme, yaz." buyurdu. Hz. Ali:

"Bu, Allah'ın Rasûlü Muhammed ile Mekke halkının üzerinde anlaştıkları antlaşmadır." yazmıştı. Süheyl ibn Amr yine onun elini tutarak:

"Şayet sen O'nun elçisi isen bu takdirde biz sana zulmetmiş oluruz. Bizim mes'elemizde bizim bildiğimizi yaz." dedi. Rasûlullah (sa):

"Bu, Abdullah'ın oğlu Muhammed'in, üzerinde anlaştığıdır, yaz." buyurdu. Biz bu durumda iken birdenbire silâhlı otuz genç üzerimize, saldırıya geçti. Rasûlullah (sa) onlara beddua etti de Allah onları sağır etti (başka bir rivayette gözlerini kör etti). Biz de üzerlerine yürüyüp onları yakaladık. Rasûlullah (sa) onlara:

"Herhangi bir kimsenin ahdiyle mi geldiniz? Veya herhangi bir kimse size eman verdi mi?" diye sordular. Onlar,

"hayır", dediler ve fakat yine de Hz. Peygamber (sa) onları serbest bıraktı ve işte bunun üzerine Allah Tealâ:

"Mekke'nin göbeğinde sizi onlara muzaffer kıldıktan sonra onların ellerini sizden, sizin ellerinizi de onlardan çeken O'dur." âyet-i kerimesini indirdi.[33]

Herhalde bu, Hudeybiye barış antlaşmasından hemen önce, o seferde meydana gelmiş olmalıdır ki tefsirlerde bu âyet-i kerime Hudeybiye musalahası hakkında nazil olan âyetlerden olarak gösterilmektedir.[34]

4- Beyhakî'nin Ebu Abdullah el-Hâfız kanalıyla Seleme ibnu'l-Ekva'dan rivayetle zikrettiği bir habere göre ise bu âyet-i kerimenin nüzulü, Hudeybiye'de barış görüşmeleri esnasında veya barış olduktan hemen sonradır. O şöyle anlatıyor:

Rasûlullah ile beraber Hudeybiye'ye geldik. Biz, bindört yüz kişiydik. Hudeybiye kuyusunun başında elli koyun vardı ki su onlara yetmemişti. Rasûlullah (sa) kuyunun yanına oturdu. Ya dua etti, ya içine tükürdü de suyu çoğalıp kabardı. Hem biz su içtik, hem de hayvanlarımızı suvardık.

Râvî anlatmaya şöyle devam eder: Sonra Rasûlullah (sa) ağacın altında bîata davet etti. İnsanların ilki olarak O'na bîat ettim. Sonra ashabı peşpeşe bîat etmeye başladılar. Nihayet Rasûlullah (sa):

"Ey Seleme bana bîat et." buyurdular. Ben:

"Ey Allah'ın elçisi, ben herkesten önce bîat etmiştim." dedim. Rasûlullah (sa):

"Yine bîat et." buyurdular, ve beni silâhsız olarak görünce bana deriden bir kalkan verdi. Sonra insanlar tekrar O'na bîat etmeye devam ettiler. Bîatleşmenin sonunda Rasûlullah yine bana döndü ve:

"Ey Seleme, sen bîat etmiyor musun?" diye sordu. Ben:

"Ey Allah’ın elçisi, insanların evvelinde ve ortasında bîat etmiştim." dedim.

"Yine bîat et." buyurdular ve O'na üçüncü kere bîat ettim. Efendimiz:

"Ey Seleme, sana verdiğim kalkanın nerede?" diye sordu. Ben:

"Ey Allah'ın elçisi, Amir yanıma silâhsız olarak uğramıştı. Ben de kalkanı ona verdim." dedim. Rasûlullah (sa) güldü, sonra da:

"Şüphesiz sen, ilk defa "Ey Allahım, bana kendimden daha sevgili olan bir dost ver." diyen gibisin." buyurdu.

Râvî devamla şöyle anlatır: Sonra Mekke halkından müşrikler barış için bize elçi gönderdiler. Sonunda biz birbirimize gidip geldik ve aramızda barış oldu. Ben, Talha ibn Ubeydullah'ın hizmetini görüyordum. Kısrağını suluyor, tımar ediyor ve onun yemeğinden yiyordum. Allah ve Rasûlü'ne hicret ederek ailemi ve malımı terketmiştim. Biz Mekke halkı ile barış yapıp da birbirimize karıştığımızda bir ağacın yanma geldim, altındaki dikenleri temizledim, sonra da gölgesine yattım. Mekke müşriklerinden dört kişi yanıma gelerek Rasûlullah (sa) hakkında ileri geri konuşmaya başladılar. Onlara kızarak oradan ayrıldım ve başka bir ağacın altına gittim. Onlar da silâhlarını ağaca asıp altına uzandılar. Onlar bu haldeyken vadinin alt tarafından birisi:

"Ey muhacirler, imdada koşun İbn Züneym öldürüldü." diye bağırdı. Hemen kılıcımı çektim ve uyumakta olan o dört kişinin üzerine yürüdüm, silâhlarını aldım ve bir elimde topladım. Sonra da:

"Muhammed'in yüzünü şereflendiren Allah'a yemin ederim ki sizden her kim başını kaldıracak olursa kafasını kopartırım." dedim, sonra onları sürüp Rasûlullah (sa)'a getirdim. Amcam Amir de Abelât kabilesinden ve müşriklerden olan Mikrez adında birini sürükleyip getirmişti. Yetmiş müşriği Rasûlullah (sa)'ın huzuruna diktik. Allah'ın rasûlü (sa) onlara baktı ve:

"Onları bırakın ki bu onlar için günahkârlığın başlangıcı olsun." buyurdular ve bu sözlerini iki kere yinelediler. Böylece Rasûlullah (sa) onları affetti ve işte bunun üzerine Allah Tealâ "Mekke'nin göbeğinde sizi onlara muzaffer kıldıktan sonra onların ellerini sizden, sizin ellerinizi de onlardan çeken O'dur..." âyet-i kerimesini indirdi.[35]

5- Katâde der ki: Bize anlatıldığına göre (ashabdan) İbn Züneym adında birisi Hudeybiye'de bir tepeye çıkmış, müşrikler de ok atıp onu öldürmüşlerdi. Hz. Peygamber (sa) o müşrikler üzerine atlılarını gönderdi de kâfirlerden on ikisini yakalayıp Hz. Peygamber (sa)'e getirdiler. Rasûlullah (sa) onlara:

"Siz herhangi bir antlaşma üzere misiniz? Siz herhangi bir zimmet üzere misiniz?" diye sordu. Onların hayır cevabına rağmen onları serbest bırakıp gönderdi. İşte bunlar hakkında Allah Tealâ "Mekke'nin göbeğinde sizi onlara muzaffer kıldıktan sonra onların ellerini sizden, sizin ellerinizi de onlardan çeken O'dur..." âyet-i kerimesini indirdi. [36]

6- Taberî'nin İbn Humeyd kanalıyla İbn Ebzâ'dan rivayetinde o şöyle anlatıyor: Hz. Peygamber (sa) kurbanlıkları çıkarıp Zülhuleyfe'ye ulaştığında Hz. Ömer kendisine:

"Ey Allah'ın elçisi, seninle savaş halinde olan bir kavme silâhsız ve atlılar olmaksızın mı gidiyorsun?" dedi. Hz. Peygamber (sa) de Medine-i Münevvere'ye haber gönderip orada ne kadar silâh ve at varsa getirtti. Mekke'ye yaklaştığında Mekke'ye girmesini engellediler. Yürüyüp Mina'ya geldi ve orada konakladı. İleri çıkardıkları gözcü İkrime ibn Ebî Cehil'in beşyüz kişiyle üzerlerine gelmekte olduğunu haber verdi. Rasûlullah (sa), Hz. Halid ibnu'l-Velîd'e:

"Ey Halid, gelen senin amca oğlundur, atlılar içinde geliyor." dedi. Hz. Halid:

"Ben Allah'ın kılıcıyım, Rasûİü'nün kılıcıyım -işte o gün Halid'e Seyfullah adı verildi- Ey Allah'ın elçisi, beni dilediğin yere gönder." dedi. Hz. Peygamber (sa) de onu İkrime ve atlılarının üzerine gönderdi. Halid, Şi'b denilen yerde İkrime ile karşılaşıp onu bozguna uğrattı ve Mekke-i Mükerreme çevresindeki bağlara kadar onları kovaladı. İkrime toparlanıp tekrar hücuma geçtiyse de Halid ikinci kere onları bozguna uğrattı ve Mekke bahçelerine kadar onları kovaladı. İkrime tekrar toparlanıp hücum ettiyse de bu üçüncü kere de Halid onları bozguna uğratıp Mekke bahçelerine sığınmaya mecbur etti. İşte bunun üzerine Allah Tealâ "Mekke'nin göbeğinde sizi onlara muzaffer kıldıktan sonra onların ellerini sizden, sizin ellerinizi de onlardan çeken O'dur..." âyet-i kerimesini indirdi.[37]

7- İbn Kesîr de bu haberi verdikten sonra şöyle der: Bu haberin ifadeleri şüphelidir. Zira bunun Hudeybiye senesi olması mümkün değildir. Zira Halid ibnu'l-Velîd o zamanda henüz müslüman olmamıştı. Aksine o günde müşriklerin öncü kuvveti durumundaydı. Nitekim bu husus sahih bir hadiste[38] belirtilmektedir. Umretu'1-Kazâ senesi olması da mümkün değildir. Zira ertesi yıl Rasûİullah (sa)'ın umre yapması ve Mekke'de üç gün kalması şartı ile antlaşma yapmışlardı ve buna binaen Hz. Peygamber (sa) ertesi yıl Mekke'ye geldiğinde müşrikler onları engellememişler ve onunla savaşmamışlardı. Şayet bu hadise Mekke'nin fethi günü olmuştur denilirse buna da cevabımız şöyle olacaktır: Bunun Mekke'nin fethi günü olması da caiz değildir. Zira fetih senesi Hz. Peygamber (sa) kurbanlıklar sürüp götürmemiş, O, büyük bir ordu içinde ve savaş için gelmişti. O halde bu hadisin ifadeleri arasında boşluklar vardır ve herhalde içine bir şeyler karışmış olmalıdır. En doğrusunu Allah bilir.[39]

8- İbn İshak'ın İbn Abbâs'ın mevlâsı İkrime'den rivayetine göre Mekke müşrikleri içlerinden kırk veya elli kişiyi göndererek onlara (Hudeybiye senesi Mekke'ye gelen) Hz. Peygamber (sa)'in ashabından birini yakalayıp getirmek üzere ordugâhına geceleyin yaklaşmalarını emretmişlerdi. İşte bunlar yakalanıp Hz. Peygamber (sa)'e getirildiler de Rasûİullah (sa) onları serbest bıraktı. Onlar Rasûlullah'ın askerine taş ve ok atmışlardı. İbn İshak devamla şöyle der: İşte bu konuda Allah Tealâ: "Mekke'nin göbeğinde sizi onlara muzaffer kıldıktan sonra onların ellerini sizden, sizin ellerinizi de onlardan çeken O'dur..." âyet-i kerimesini indirdi[40].

9- Buhârî'nin Abdullah ibn Muhammed kanalıyla Misver ibn Mahrame ve Mervân'dan rivayetle zikrettiği uzun Hudeybiye hadisinde râvî şöyle anlatır:

Daha sonra Rasûlullah (sa) Medine-i Münevvere'ye döndü. Kureyş'ten Ebu Basîr adında birisi müslüman olarak Medine-i Münevvere'ye Hz. Peygamber (sa)'e geldi. Kureyşliler onun peşinden iki kişiyi gönderip Hz. Peygamber (sa)'e:

"Sözünde dur." deyip Ebu Basîr'i istediler. Hz, Peygamber (sa)' de Ebu Basîr'i o iki kişiye teslim etti.

Onu çıkarıp götürdüler. Zülhuleyfe'ye ulaştıklarında orada konakladılar ve yanlarında bulunan hurmayı yediler. Ebu Basîr o iki kişiden birine:

"Vallahi ey filân ben senin şu kılıcını iyi bir kılıç olarak görüyorum." dedi. Diğeri de kılıcını çekti ve:

"Evet Allah'a yemin olsun ki o çok iyidir., ben onu defalarca tecrübe etmişimdir." dedi. Ebu Basîr:

"Bana göster de şuna bir bakayım." dedi, bu hile ile kılıcı eline geçirince de kılıçla o adama öyle bir vuruş vurdu ki adam öldü, diğeri de kaçıp Medine-i Münevvere'ye geldi ve koşarak Mescid-i Nebevî'ye girdi. Rasûlullah (sa) onu görünce:

"Bu adam herhalde çok korkunç bir şey görmüş olmalı." buyurdu. Adam, Hz. Peygamber (sa)'in yanına gelince

"Vallahi arkadaşım öldürüldü, ben de öldüm." dedi. Daha sonra Ebu Basîr çıkıp geldi ve:

"Ey Allah'ın elçisi, Allah'a yemin ederim ki Allah senin zimmetini tamamladı; sen beni onlara iade ettin, sonra Allah beni onlardan kurtardı." dedi. Hz. Peygamber (sa):

"Yazık ona, savaşı alevlendirdi. Keşke onu alıp götürecek birisi olsaydı." buyurdular.

Ebu Basîr, Hz. Peygamber (sa)'in bu sözünü işitince kendisini onlara geri göndereceğini anladı, Medine-i Münevvere'den çıkıp deniz sahiline geldi. Ebu Cendel ibn Süheyl de onlardan kaçıp kurtuldu ve Ebu Basîr'e iltihak etti. Kureyş'ten müslüman olarak her kim çıksa gelip Ebu Basîr'e katılmaya başladı ve nihayet onlardan bir grup toplanıp bir araya geldiler de Kureyş'in Şam'a doğru ne zaman bir kervanının yola çıktığını işitseler hemen yolunu kesiyor ve adamlarını öldürerek mallarını alıyorlardı. Kureyşliler, Hz. Peygamber (sa)'e haber gönderip

"Allah ve akrabalık aşkına." diyerek kendilerinden her kim Hz. Peygamber (sa)'e gelirse onun emîn olduğunu bildirdiler. Hz. Peygamber (sa) de Ebu Basîr ve yanındakilere bu haberi gönderdi. İşte bunun üzerine Allah Tealâ:

"O küfretmiş olanlar kalblerinde hamiyyeti, cahiliye hamiyyetini alevlendirdiklerinde..."ya kadar olmak üzere "Mekke'nin göbeğinde sizi onlara muzaffer kıldıktan sonra onların ellerini sizden, sizin ellerinizi de onlardan çeken O'dur..." âyet-i kerimelerini indirdi.[41]

Buna göre âyet-i kerimenin nüzulü, Hudeybiye'den çok sonradır.[42]



25....Eğer orada henüz bilmediğiniz mü'min erkeklerle mü'min kadınları bilmeyerek ezmek suretiyle üzüntüye kapılmanız ihtimali olmasaydı Allah savaşı önlemezdi.



Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:

1- Hafız Ebu'l-Kasım et-Taberânî'nin Ebu Zenbâ' Ravh ibnu'l-Ferec kanalıyla Cuneyd ibn Sebu'dan rivayetinde o şöyle diyor:

"Günün başlangıcında Rasûlullah (sa)'a karşı kâfir olarak savaştım. Aynı günün sonunda ise mü'min olarak onunla birlikte savaştım. Bizim hakkımızda "Eğer orada henüz bilmediğiniz mü'min erkeklerle mü'min kadınları bilmeyerek ezmek suretiyle üzüntüye kapılmanız ihtimali olmasaydı..." âyet-i kerimesi nazil oldu. Biz, dokuz kişiydik; yedimiz erkek, ikimiz de kadın idi.

2- Bu haberi İbn Ebî Hatim de Hacer ibn Halef kanalıyla rivayet etmektedir ki bunun ifadeleri şöyledir: Biz, üç erkek, dokuz kadın idik. Bizim hakkımızda "Eğer orada henüz bilmediğiniz mü'min erkeklerle mü'min kadınları bilmeyerek ezmek suretiyle üzüntüye kapılmanız ihtimali olmasaydı..." âyet-i kerimesi nazil oldu.[43] Bu Cüneyd'in ismini İbnu'1-Esîr, Cünbüz ibn Sebu' veya Cüneyd ibn Sibâ' el-Cühenî olarak vermekte ve onun bu sözünü aynen nakletmektedir.[44]

3- Ebu Cum'a Cüneyd İbni Siba’dan Taberânî ve Ebu Yâ'lâ anlattı.

Ebu Cum'a dedi ki:

“Ben Nebî Aleyhisselâm'a, günün evvelinde kafir olarak harp ettim, günün sonunda müslüman oldum. Biz üç erkek, yedi kadın idik, Fetih: 48/25 âyeti bizim hakkımızda indirildi.”[45]



27. Andolsun ki Allah, Rasûlü'nün gördüğü rüyanın hak olduğunu tasdik etmiştir. Allah dilerse siz, güven içinde başlarınızı traş etmiş veya saçlarınızı kısaltmış olarak korkmadan Mescid-i Haram'a gireceksiniz. Allah sizin bilmediğinizi bilir. Bundan başka size yakın bir zamanda bir fetih de verecektir.



Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:

1- el-Firyâbî, Abd ibn Humeyd ve Delâil'de Beyhakî'nin Mücâhid'den rivayetlerinde o şöyle demiştir:

Hz. Peygamber Hudeybiye'de iken ona rüyasında O'nun ve ashabının başlarını traş etmiş veya saçlarını kısaltmış olarak güven içinde Mekke'ye girecekleri gösterilmiş ve bu rüyasını ashabına haber vermişti. Ama ne zaman ki Hudeybiye'de kurbanlarını kestiler ashabı kendisine:

"Ey Allah'ın elçisi, rüyan nerede kaldı?" dediler de "Andolsun ki Allah, Rasûlü'nün gördüğü rüyayı tasdik etmiştir..." âyet-i kerimesi nazil oldu.[46]

2- Bazı rivayetlerde ise Hz. Peygamber (sa)'in bu rüyayı Hudeybiye'ye çıkmadan görüp ashabına haber verdiği belirtilmiştir.[47]

3- Katade demiştir ki: Rasulullah (s.a.) rüyasında bu sıfat üzere Mek­ke'ye girdiğini görmüştü. Hudeybiye'de Kureyş'le sulh yapınca münafıklar şüpheye düşmüşlerdi. Nihayet Rasulullah (s.a.) Mekke'ye gireceğini söyleyince Allah Tealâ "Andolsun ki Allah, Rasulünün gördüğü rüyanın hak ol­duğunu tasdik etmiştir." ayetini indirmiştir. Bununla Mekke'ye bir başka yıl gireceklerini dolayısıyla Rasulullah'ın (s.a.) gördüğü rüyanın mutlaka tahakkuk edeceğini onlara bildirmiştir.[48]

4- Rüya hadisesi şöyledir: Rasulullah (s.a.) Medine-i Münevvere'de[49] iken rüyasında bir meleğin kendisine şöyle dediğini görmüştür:

"İnşaallah emni­yet içinde, (kiminiz) başlarınızı tıraş ettirerek, (kiminiz de) kısaltarak korku­suzca mutlaka Mescid-i Haram'a gireceksiniz." Rasulullah (s.a.) bu rüyasını ashabına anlatınca çok sevindiler ve o yıl kesin olarak Mekke'ye girecekleri­ne kanaat getirdiler. Mescid-i Haram'a gitmelerine müşrikler tarafından engel olunup da iş sulh ile neticelenince bazı imanı zayıf münafıklar:

"Ne saçlarımızı kökünden tıraş ettik, ne kısalttık, ne de Mescid-i Haram'ı göre­bildik." demeye başladılar. Şöyle de demişlerdi:

"Rasulullah (s.a.) Beytullah'a gelip orayı tavaf edeceğimizi vaadetmedi mi?" Bunun üzerine basiret sahibi bir zat onlara

"O size oraya bu sene gideceğinizi mi söyledi?" deyince:

"Hayır" dediler. Bunun üzerine

"Mutlaka oraya gidip Beytullah'ı tavaf ede­ceksiniz." dedi. Allah Tealâ onu tasdik etmek için bu ayeti indirmiştir.[50]

5- Siyer kitaplarında şöyle bir hadise yer almaktadır: Ömer b. Hattab de­miştir ki:

Ben Rasulullah'a (s.a.) gelip

"Sen Allah'ın peygamberi değil mi­sin? dedim." Rasulullah (s.a.)

"Evet" diye cevap verdi.

"O zaman" dedim "Niçin dinimiz hakkında bu hale razı olalım." Rasulullah (s.a.)

"Ben Al­lah'ın rasulüyüm. Ben ona isyan etmiş değilim. Benim yardımcım Odur." buyurdu. Ben de

"Peki o zaman bizim Beytullah'a gidip orayı tavaf edeceği­mizi sen söylemedin mi?" dedim. Sonra Hz. Ebu Bekir'e geldim ve

"Ey Eba Bekir! Bu zat hakikaten Allah'ın rasulü değil mi?" dedim.

"Evet" dedi.

"Pe­ki biz hak üzere, düşmanlarımız da batıl üzere değil mi?" dedim.

"Evet" de­di.

"O zaman" dedim "Dinimizi niçin alçaltıyoruz." Ebu Bekir (r.a.) Hz. Ömer'e şöyle cevap vermiştir:

"O, Allah'ın rasulüdür. Yardımcısı Allah iken o Rabbine isyan etmez. O zaman onun (anlama­dığımızı bize kapalı gelen) emirlerine de sarıl. Onun yolunda yürü. Allah'a yemin olsun ki o hak üzeredir." Ona dedim ki:

"Peki Beytullah'a gidip orayı tavaf edeceğimi­zi söylemedi mi?" Hz. Ebu Bekir

"Evet" dedi ve devam etti. "O sana bu yıl mı oraya gideceğini haber verdi?"

"Hayır" dedim. Hz. Ebu Bekir:

"Sen ora­ya mutlaka girecek ve Beytullah'ı tavaf edeceksin." dedi.[51]





--------------------------------------------------------------------------------

[1] Tirmizi; Tefsir: 3263. İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 318. İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 2/600. Abdulfettah El-Kâdi, Esbab-ı Nüzul, Fecr Yayınevi: 377. Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/381

[2] İbn Kesîr, age. VII,307. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/806

[3] Kurtubî, age. XVI,172. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/806

[4] Alûsî, age. XXVl,83-84. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/806

[5] Buhârî, Cizye, 18; Tefsîru'l-Kur'ân, Feth, 48/5. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/806

[6] Tirmizî, Tefsîru'l-Kur'ân, Feth, 48/1, hadis no: 3162. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/806

[7] Ahmed ibn Hanbel, Müsned, 1,31. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/806-807

[8] Buhârî, Fedâilü'l-Kur'ân, 12. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/807.

[9] Taberi, Câmiu'l-Beyân, XXVI,43. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/807.

[10] İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 2/599.

[11] Müslim; Cihad ve Siyer: 96m/1786. Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/381.

[12] İsnadı yoktur. İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 318. Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/382.

[13] Buhârî, Tefsîru'i-Kur'ân, feth, 48/1. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/807-808.

[14] Ahmed ibn Hanbel, Musned, 1,464. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/808.

[15] Müslim: Cihad ve Siyer 97/1786. İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 318.

[16] Müslim; Cihad ve Siyer: 97/1786. İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 318-319. İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 2/600. Ahmed ibn Hanbel, Müsned, III,197; Taberî, age. XXVI,44; Abdurrezzak; Tirmizî, Tefsîru'l-Kur'ân, Feth, 48/2, hadis no: 3263. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/809. Abdulfettah El-Kâdi, Esbab-ı Nüzul, Fecr Yayınevi: 378.

[17] İbnu'l-Cevzî, age. VII,425-426.

[18] Kurtubî, 16/268; Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/113.

[19] Kurtubî, age. XVI,177-178; Alûsî, age. XXVI,98. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/810.

[20] İbn Kesîr, age. VI,92. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/810.

[21] Kurtubî, age. XVI,181. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/810-811. Abdulfettah El-Kâdi, Esbab-ı Nüzul, Fecr Yayınevi: 378. Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/400.

[22] Suyûtî, Lübâbu'n-Nukûl, 11,121. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/811 İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 2/601. Abdulfettah El-Kâdi, Esbab-ı Nüzul, Fecr Yayınevi: 378-379. Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/410.

[23] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/410.

[24] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/410.

[25] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/410.

[26] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/410.

[27] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/411.

[28] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/411.

[29] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/411.

[30] Müslim; Cihad ve Siyer: 133 (1808), Ebu Davud; Cihad: 120 (2688), Tirmizi; Tefsir: 3264, Nesai; Tefsir: 530, Ahmed; Müsned: 3/120, 122, 124, 125, 290. İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 319; Kurtubî, 16/280; Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/123. İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 2/602. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/811. Abdulfettah El-Kâdi, Esbab-ı Nüzul, Fecr Yayınevi: 379. Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/416.

[31] İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 2/602.

[32] Senedsizdir. Nesai; Tefsir: 531, Ahmed; Müsned: 4/87, Hakim; Müstedrek: 2/460, 461. İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 319. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/811-812. Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/416

[33] Ahmed ibn Hanbel, Müsned, IV.86-87. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/812. Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/416

[34] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/812.

[35] İbn Kesîr, age. VII,316-317. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/812-813.

[36] Taberî, age. XXVI,59; İbn Kesîr, age. VII.325. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/813.

[37] Taberî, age. XXVI,59-60. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/814.

[38] Bak: Buhârî, Şurût, 15. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/814.

[39] İbn Kesîr, age. VII,324-325. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/814.

[40] İbn Kesîr, age. VII,325. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/815.

[41] Buhârî, Şurût, 15; İbn Kesîr, age. VII,334-335. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/815.

[42] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/815.

[43] İbn Kesîr, age. XXVI,326. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/816.

[44] Bak: Üsdü'l-Ğâbe, 1,356; 1,365. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/816. Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/423.

[45] İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 2/602. Abdulfettah El-Kâdi, Esbab-ı Nüzul, Fecr Yayınevi: 379. Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/423.

[46] Suyûtî, Lübâbu'n-Nukûl, II.123. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/816. İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 2/603. Abdulfettah El-Kâdi, Esbab-ı Nüzul, Fecr Yayınevi: 380. Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/429.

[47] Alûsî, age. XXVI,120. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/816.

[48] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/429.

[49] Zahir olan şudur: Rüyanın Medine'de görüldüğü görüşü Hudeybiye'de görüldüğü görüşünden daha sahihtir. Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/429.

[50] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/429.

[51] İbni Kesir, IV/194-200. Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/430.

_________________
" Hayrlar feth olsun ; şerler def olsun !..."


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 1 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 3 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye