Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 1 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: Sufîlikte "Yolculuk" ve İslâmlaşma Hareketlerindeki Rolü
MesajGönderilme zamanı: 14.11.10, 19:17 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 17.12.08, 16:48
Mesajlar: 237
Sufîlikte "Yolculuk" ve İslâmlaşma Hareketlerindeki Rolü
İbrahim Ethem Bilgin
1986 - Ekim, Sayı: 008, Sayfa: 010

İslâm vahyi, dünya üzerinde hızla yayılırken, buna sürat kazandıran çeşitli unsurlar, dikkatleri kendine çekmiştir. İslâm'ın yayılışı çeşitli yönleriyle ele alındığında sufîlerin verdikleri hizmetlerin takdire şayan olduğu görülür. İslâm'ı ve ifade ettiği ruhu gönüllere akıtan ve bunu askerî, iktisadî vs. gibi maddî sebeplere bağlı kalmadan, sırf Allah'tan aldığı iman gücüne dayalı çabalarıyla tahakkuk mevkiine koyan İslâm sufîlerini, Louis Massigno'nun da ifade ettiği gibi, hanîfliği en olgun, en iyi biçimiyle kavramış kişiler olarak karşımızda buluruz.(1) Bu pek kısa yazıda İslâm'ın yayılışına, bizce, tesiri en fazla olan hizmetlerden, sufîlerin yaptıkları uzun, bitmez tükenmez seyahat (sefer)lerine temas etmek istiyoruz.

Hiçbir dış tesir altında kalmaksızın doğrudan İslâm'ın kendi özünden neş'et etmiş olan İslâm tasavvufu(2), hareket yönü ve çalışma usulünün tespitini Kur'anî ruha göre yapmıştır. Tasavvufi her tavırda, her harekette ilahî vahyin bir yansıması, şekillenmesi göze çarpar.

İslâm'ın yayılışı, bilindiği gibi yoğunluk itibariyle en fazla hicretin ilk dört asrını kapsar. Dört halife devri ve Benî Umeyye saltanatından sonra hicrî ikinci asır içerisinde ilk mutasavvıflar zuhur etmişlerdir. Erken devir tasavvuf tarihi kaynakları, bu sufîlerin meşhur bazı simalarını tarihi sıraya göre şöyle verir: 1. Hasan-ı Basrî (ö.110/728); 2. Eyyüb Sahtiyani (ö. 131/749); 3. Ebu Haşim el-Küfî (ö. 150/767); 4. Şeyban er-Raî (ö. 158/774); 5. İbrahim b.Edhem (ö.161/777); 6. Şakîk Belhî (ö. 164/781); 7. Davud Taî (ö.165/781); 8. Abdullah B. Mübarek (ö.181/797); 9. Rabiatu'l Adeviyye (ö.185/801); 10. Fudayl b. Iyaz (ö. 187/802); 11. Sufyan B. Uyeyne (ö. 198/814); 12. Ma'rüf Kerhî (ö. 200/815). hicrî üçüncü asırda yaşayanları yer darlığı sebebiyle burada veremeyeceğiz. Üçüncü asırda en meşhur diyebileceğimiz en azın-dan otuz beş kadar sufîyi saymak mümkündür. Aslında bu sayıları vermek son derecede yanıltıcı olacaktır. Zira her bir sufînin etrafında kümelenmiş talebelerle birlikte bu sayı, binlerle ifade edilebilecek kadar kabarıktır. Biz sadece bir fikir olsun diye, en önemli sufîlerin sayısı otuz beş olabilir diye, ihtiyat yoluna başvurduk.

İLK devir tasavvuf tarihi kaynaklarını tedkik ettiğimizde, o devirlere ait sufîlerin ekseriyetle ilmiyye sınıfından olduğunu ve etraflarında kendilerini takip eden, üstad ve mürşid olarak bilip peşlerine takılan büyük kitleler görürüz.

İşte bu sufî kitleler, sık sık uzun seyahatlar yapmış, İslâm ordularının ayak basmadığı topraklara giderek tebliğ görevini üstlenmişlerdir. Bu durum, Allah'ın Kur'an-ı Kerim'deki bir tavsiyesinin ortaya çıkardığı İslâm lehine olan sosyal hareketlilik ve etkileşimden başka bir şey değildir, kanaatindeyiz.

"Yer yüzünde gezip de kendilerinden öncekilerin akibetinin nasıl olduğuna bakmıyorlar mı?" (3)

"De ki, yeryüzünde gezin ve yaratılışın nasıl başladığını görün." (4)

İlk devir tasavvuf tarihi kaynaklarında tasavvuf esaslarından olmak üzere, konu başlıkları açılmış sefer ahkamı, genişçe izah edilmiştir. (5)

Bir misal verecek olursak Kelabazî sufîleri anlatırken şöyle der: "sufîler dünyayı terkederek vatanlarından ayrılan, dostlarını bırakarak memleket memleket dolaşan, karınlarını aç, bedenlerini çıplak koyan, mahrem yerini örtme ve açlığı giderme konusunda, terkedilmesi caiz olmayan miktardan fazla dünya nimetlerinden faydalanmayan bir zümredir. Sufîler vatanlarını terk ettikleri için "Guraba" (garipler), memleket memleket dolaştıkları için "Seyyahîn" (gezgin) sahralarda dolaştıkları ve zaruret halinde mağaralara sığındıkları için "Şikeftiyye" diye adlandırılmışlardır. (Şikeft, mağara demektir) (6).

DİKKAT edilirse, buradaki tarifte zora talip, konuşmaktan, sözden ziyade amele sarılan müslüman tipi sergilenmektedir.

Yine, Ebu Hasan Muhammed B.Ahmed Farisî tasavvufun on esasından birinin, çok sefer yapmak olduğunu belirterek şunları söyler: "Çok sefer yapmak, ibret almak için çok yer ve memleket görmektir". Ahmed Farisî burada, yeryüzünün gezilip ibret alınmasıyla ilgili vahy örneklerini zikreder ve "yeryüzünde gezin, özü 'inkar ve cehalet karanlığı ile değil, ilim ışığı ile gezin şeklinde izah edilmiştir" der. Çok gezmenin gayesini de, sebebe güveni kaldırmak ve nefsi eğitmeğe bağlayarak açıklar.(7)

KELÂBAZÎ'nin bu ifadelerinden anlaşılacağı üzere yolculuk yapmak ruhu olgunlaştırma sürecinde sufînin başvurduğu en önemli vasıta'lardan biridir. Burada yeri gelmişken şu hususu açıklamak yerinde olacaktır. Sufîlerin çoğunluğu bütün bir ömrü değil, sadece sülûk süresini yolculukla geçirmiş, kendini olgunlaştırdıktan sonra, başka kimseleri olgunlaştırmayı görev bilerek, gezgin olmayan hayat tarzına dönmüşlerdir. Ancak yaptıkları uzun seyahatlarde sufîler halleriyle, kalleriyle İslâmlaşmamış ülkelerde İslâm lehine bir haberleşme ve tebliğ ağı kurmuşlar ve bir hayli de başarılı olmuşlardır. Bu hususa, batılı yazarlar da sık sık işaret etmekten geri durmamışlardır (8).

HEMEN bir iki misalle işlediğimiz konuyu biraz daha açalım.

Çiştiyye tasavvuf mektebinin kurucusu, Şeyh Abdulkadir Geylanî el-Hanbelî (ö.561 /1166)'nin çok yakın akrabası Garib Navvaz adıyla devrinde şöhret yapmış, Hace Muînu'ddîn Çiştî (ö. 634/1236)'den söz etmek istiyoruz. Horasan'ın Çişt bölgesinde doğan bu sufî, genç yaşta bütün İslâmî ilimleri tahsil edip kendisini yetiştirdikten sonra, ruhî itmi'nana ermek için tasavvuf silkine meyleder. Tasavvufi hayatı uzun yolculuklarla geçer. K. Afrika, Kafkasya, Türkistan, Hicaz ve Hindistan beşgeni içerisinde gezmedik yer bırakmaz. Bu gezmesi yaklaşık yarım asır sürer. Kendisinin bu seferlerde iki ana hedefi vardır:

1- İslâm davetçiliği, 2- Kendisinden üstün alimlerden ve sufîlerden istifade etmek.

Mekke'ye yaptığı son hac yolculuğu akabinde rüyada Rasûlullah (s.a.s.)'ı görür ve O'ndan aldığı talimat üzerine Hindistan'ın İslâmlaşmamış, mabedler ve putlarla dolu dinî merkezlerinden biri olan Ecmir'e gider. Orada bir tekke inşa eder. İslâm'ı tebliğe başlar. Bir hayli hizmetler verir, geniş ölçüde hedefine ulaşır. Derken Gurlu Sultan Şihabuddîn bu putlar diyarını İslâm topraklarına katıp ordusuyla Ecmir'e girer. Her taraf budist tapınakları ve putlarıyla doludur. Bu sırada şehrin bir kesiminden öğle namazı için bülend-avaz ezanlar okunmaya başlar, Sultan Şihabuddîn şaşırır. Daha sonra durumu öğrenir ve Hace Muînuddîn Çiştî Hz.lerini tebrikle elini öper. İslâm ordusu küfür diyarına girmeden, kılıçsız gönül ordusu bu beldeyi çoktan fethetmiştir. (9)

ENDONEZYA'nın Kuzeydoğusundaki Maldiv Adalarının İslâmlaşması Ebu'l-Berekat Ya adlı bir Ticanî şeyhinin çabalarıyla olmuş. Bu zat Fas' dan kalkmış, 15.000 kilometre yol kat etmiş, farklı bir coğrafya, dilini bilmediği farklı bir iklime İslâm'ı yaymaya gelmiş. Ve bu görevi de başarmış. (10)

Dilini, kültürünü, adetini, insanını, coğrafyasını, iklimini, hiç bilmediği bir yerde, bu zat'ın organize faaliyet gösteren hristiyan misyonerlerini tesirsiz bırakarak, İslâm talimatını duyurup, biiznillah benimsetebilmesi, yirminci yüzyılda her türlü konfora ve de imkana sahip biz müslümanları, oturup bazı şeyleri yeniden gözden geçirmeye ve muhasebesini yapmaya sevketmeli değil mi?

SONUÇ olarak şunu belirtmek istiyoruz. Kur'an'ın her emrinin anlayamayacağımız pek çok hikmeti var. Bu inceliklere vukufiyetimiz, zaman ve zemine bağlı olarak tekamül etmekte. Şu kısa makalemizde "sefer" olgusunun altında yatan sadece bir iki inceliğe temas imkanını bulabildik. Bu konu başka açılardan mesela, arkeoloji, sağlık, kültür, sosyal değişim, kültürel değişim, antropoloji, etnoloji vs. daha bir çok açıdan ele alınabilir. Biz, bu yazımızda görüldüğü üzere, sadece tasavvufi boyutu esas aldık.

İslâm'ın anlaşılmasına giden yollardan bir kısmı, kanaatimizce, meselelere daha geniş bakış açılarından yaklaşmaya bağlıdır.

Dipnotlar : 1- Louis Massignon Essai surles origines du Lexiqu technique de la mustique mu-sulmane sh. 5. 2- Ignas Goldziher, Muslim Studies, sh. 255. London 1973. 3-Rûm Sûresi/9. 4- Ankebût/20. 5- Hucvirî, Keşfu'l-Mahcûb, (çv: S.Uludağ), sh.478, 479, İstanbul 1982; Risale-i Kuşeyrî, (çv.S.Uludağ), sh. 455, İstanbul 1981. 6- Kelabazî, Taarruf, (çv,S.Uludağ) sh. 53,54, İstanbul 1983. 7- Kelabazî, a.g.e. sh. 134. 8- Thomas Arnold, The Preaching of Islam, sh: 130, Lahore 1956, Prof.Dr. Annemarie Schimmel, Tasavvufun Boyutları, sh. 216, İstanbul 1982. 9- Naz, Khwaja Mueen-ud-din Chiste, Lahore 1970. 10- Seyyed Amjad Ali, The Moslem WorId Today, Karachi 1985, sh. 133.

www.altinoluk.com


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 1 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 1 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye