Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 33 mesaj ]  Sayfaya git Önceki  1, 2, 3, 4  Sonraki
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: Re: Sual
MesajGönderilme zamanı: 03.03.11, 09:04 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 22.12.10, 12:15
Mesajlar: 91
seyyahin yazdı:

Bu zatların durumunu irdelemek bizim işimiz değil.... Tarikat adabına bakarız. Allah herkesin yolunu mübarek etsin...


Elinde tıp fakültesi diploması olmayan muayenehane açamaz. Ehliyeti olmayan araba kullanamaz. Ruhsatı olmayan araba trafiğe dahî çıkamaz.

Ortada bir sahtekârlık var ise, bırak muayenehane açsın, boşver araba kullansın denilemez...

İşin ehli olmayan, basîret sâhibi olmayan,, gerçek bir mürşîdi de elbette sahte şeyh olmakla suçlayabilir. Elbette bu mesele, herkesin irdeleyebileceği bir mesele değildir... İlginçtir ki,Dünyâ vatanının yapısı gereği, genelde ehliyetsiz ve sahtekâr şeyhler, gerçek mürşîdlerden daha fazla taraftar toplarlar. Dünyâ'nın bir numaralı insânı, Allah indinde bütün insânların Efendisi,, Hicret edinceye kadar canla başla Allah'ın peygamberi olduğuna çevresindekileri inandırmaya çalışmış. O kadar uzun yıllar sonunda kaç kişiyi inandırmaya muvaffak olmuştur bir bakın...

Mürşîdlik yetkisi, mâ'nâ âleminde bizzatResûlullah'tan (s.a.v.) alınır... Hilâfet veyâ vekillik adıyla bilinen,, ders yapma yetkisi, belli bir bölgede zikir yapma yetkisi, mürşîdlik icâzeti değildir. Şeyhinden vekillik almış birisi, şeyh vefât ettikten sonra şeyhlik iddiâ etmeye hakları yoktur. Böyle müddeiler çok çıkar, bunlar aldanmış sahtekârlardır...

Şeyh Nâzım Kıbrısî'nin bir sohbetlerinde dinlemiştim. Günümüzde gerçek şeyh pek olmadığı için halvet te yok diyordu. Ehliyetsiz bir şeyh, mürîdi halvete sokarsa mürîd cînlerin şeytânların saldırısına uğrar diyordu, Mürşîdin kontrolü şart diyordu, M3adem şeyhsin hadi soksana halvete diyordu, ((Hiç halvetsiz, mürîd ve halvetsiz tarîkat olur mu) Bizde bile, (yanılmıyorsam) bir kişiye izin çıktı onu halvete soktuk diyordu. O kişinin ismini videoda zikretmişti şimdi hatırlamıyorum.

İcâzet, yazılı olmayabilir, sözlü de olabilir. Lâkin osmanlıda, devletin mühimm işler tevdî edilmiş bir kurumu olarak faliyet gösteren tasavvuf ve tarîkatlarda yazılı icâzet şarttır. Bir nevî görev tayinidir ve yetki belgesidir... Ortada maddî mülkler, maddî sorumluluklar, kurumsal bir işlev, hıyerarşik bir sistem yok ise sözlü icâzet de yeterlidir. Mürşîdlikten amaç Taliplere klavuzlık etmek Hakk'a vâsıl etmektir... Belli bir muhite vekil ve hâlife ta'yin edilmeyi, genel mürşîdlik icâzeti ve yetkisi olarak algılamak câhilliktir.

Üveysîlik peygamberlik vârisliğidir. Peygamberler çalışıp çabalamayla peygamber olmadıkları gibi Üveysî kullar da, Fazla çaba ve özel bir gayret göstermeden, Hakk'a yaklaştırılmış çekilmiş olanlardır. Talip olmaktan ziyâde matlupturlar. Fakat velâyet yolunda mürîdler çalışmak zorundadır. Ancak çalışarak mesafe katedebilirler. Genelde üveysî kullar dahî bir mürşîde intisâb yolunu seçmişlerdir... Böyle bir yolu tercîh etmeyen, çevresinde mürşîd olmadığı için tercîh etmeyen bir üveysî, Peygamber Efendimiz ile ma'nevî münâsebetine güvenerek kendini şeyh ilân edebilir. Ve kendi cemâatini kurabilir. Direkt Peygamberden emir alıyorsa doğal olarak kendisinden başka silsilesi yoktur. Veyâ geçmiş büyük bir veliyy tarafından irşâd ediliyor ise, silsilesi, kendisinden sonra o veliyy ve o veliyynin peygamberimize kadar varan silsilesi olur.

Üveysîlik yolu ile şeyhlik iddiâsında olan kişi, günümüze kadar kesintisiz olarak gelmiş şeyhlerden birisinden icâzetli değil ise, o silsileyi kullanamaz. Meselâ o silsile bir nakşî silsilesiyse ben nakşîyim diyemez. Meselenin açıkça anlaşılması için şöyle ifâde edelim. Sisilenin en son şeyhinden mürşidkik icâzeti almamış birisi (ki bu mürşîdlik icâzetinin verileceği kişiyi, o tarikatın reisi olan gerçek mürşîd de belirleyemez, resûlullah'tan emir gelmesi gerekir), evet almamış birisi, o tarîkâtın ismini ve silsilesini kullanamaz, rantını devşiremez. Helâl olan rantını haksız yere iktisâb edemez. Bir üveysî için durum buysa Üveysîlik ile ilgisi olmayan bir hezeyâncı için durum daha vahîmdir... Bir icâzetin yok ise, kendine nakşî tarîkatı şeyhi dedirtmessin de meselâ Mahmudî tarikatını kurarsın veyâ Ahmedî tarikatı dersin (ismin ne ise).

Şeyhlik iddiasında olmadan cemâat kurmak, cemâat lideri olmakta da hiç bir beis ve sakınca yokur. Ma'nevî yetkinlik iddiâsı olmayan cemâat liderini pek kimse kaale almaz. Kaale alınmak için Hakk bir tarikatın ismini ve silsilesini kullanmak ise câiz değildir çünkü hırsızlıktır.

Kendisine görünüşte bir mürşîd pâyesi biçmeyipte, tarikat değiliz deyipte, görünmeyen cihetten bir tarikat hiyerarşisi içinde cemâatlerini yönetenler, Eğer resûlullah ile bir emir alışverişi münâsebeti içinde değiller ise, ehliyetsiz olduklarından mes'uldürler. Hele, zâhiri irşâdlarında ehl-i sünnet dairesinin hâricine çıkarlarsa, ehliyetsiz mürş3id olmaya ilâveten sahtekâr olurlar.

Alıntı:
Talip
Birinci vasıf:

Kitap ve sünnete tam bir ittibâdır...

İkinci vasıf:

Söz ve hâlleriyle Allâh'ı hatırlatmasıdır...


Kitap ve Sünnete ittibâ, konusu, mürşîdin gerçek mürşîd olup olmadığını tesbîtte yanıltıcı olabilir. Gerçek bir mürşîdin sünnete muhalif zannedilen bir fiili insânları yanılttığı gibi. Ehliyetsiz bir mürşîdin sünnete uygun gözüken hâl ve fiili de yine insânlar ciddî olarak yanıltır. "Mü'minin ameliniyetinden azdır" "Münâfıkın ameli ise niyetinden çoktur" (hatırlayan varsa hadîsi doğru metniyyle bi zahmet yazsın)

"Veliyyler görüldüğünde Alllah hatırlanır" Hadîs-i şerîfi de zannımca yanlış anlaşılan hadîslerden biridir... Sakal sarık cübbe ile kim görülse, bir münâfık bile görülse, İlk başta insânın aklına islâm, sonra tarikat ve dolayısıyla Allah gelir. Hattâ sakallı marksistler bile benzer silsile üzre akla Allah'ın gelmesine neden olur. Hadîs-i şerîfteki hatırlamadan murâd,, Şekle şemâile bakıp, AAa ne mübârek insân tarzında bir hatırlama olmasa gerektir. Muhyiddîn Arabî hazretleri bu hatırlamayı şöyle bir sebebe bağlıyor. Bir veliyyi gördüğünüzde, onun üzerinde zillet ve muhtâçlığı görürsünüz acırsınız, kendi aslîyetiniz (zavallılığınız) ve sonunuz (ölüm) aklınıza gelir ve Allah'ı hatırlarsınız.

Gerçek bir mürşîdin maddî alâmetleri nelerdir. Biz O'nu nasıl tanıyabiliriz asıl mesele budur.Bilinmesi gerekli bir husûs da şudur ki; Veliyylerin küçük bir kısmı irşâd ile vazîfelidir.

Belirmez Ârifin nâm-ü nişânı,
Değil irfân, filân ibn-i filânı,
Yerin terk edenin yoktur mekânı,
Hakîkât ehlinin olmaz nışânı.

İzi yoktur ki izinden biline,
Dahi tozmaz ki tozundan biline,
Sen anı sanma sözünden biline,
Hakikât ehlinin olmaz nişânı.

Ne denli var ise âlemde evsâf,
Sıfatlanır ânı bil ehl-i â’raf,
İnâd ehli değilsen eyle insâf,
Hakîkat ehlinin olmaz nişânı.

Sen anın sabr u şükrünü sorarsın,
Bulamazsın o vasfıyla yürürsün,
Bilindi kim nişânını ararsın,
Hakikât ehlinin olmaz nişânı.

Kubâb-ı Hakk-ta mestur olan erler,
Sıfât-ı halk içinde görünürler,
Ne doğarlar onlar ne dolanurlar,
Hakîkat ehlinin olmaz nişânı.

Gazab şehvet iki ayaktır anlar,
Binip üstünde seyyâh oldu canlar
Bularla çıktılar arşa çıkanlar,
Hakîkat ehlinin olmaz nişânı.

Ne kim âfâkta hor görmezse ârif,
Vücûdunda da olmaz anı sârif,
Anın için der bunu ehl-i maârif,
Hakîkat ehlinin olmaz nişânı.

Görünse taşradan bir vasf-ı fâil,
İçinden de biri olsa mukâbil,
Yakına yardım eyle olma hâ’il,
Hakîkat ehlinin olmaz nişânı.

Anı uran urur ağlatmak için,
Ya gayret gösterir darlatmak için,
O da ağlar darılır çatmak için,
Hakîkat ehlinin olmaz nişânı.

Nefessiz dünyada bir harf dirilmez,
Nefes de harfe boyanır arılmaz,
Şu kim Hakk-tan gelir cânâ yorulmaz,
Hakîkat ehlinin olmaz nişânı.

Cihanda bir gürûh olmaz ki ey cân,
Bulunmaya içinde ehl-i irfân,
Olur mevsûf sıfatlar ile her an,
Hakîkat ehlinin olmaz nişânı.

Kimi şâdân, kimi nâşâd olurlar,
Kimi üstâd, kimi nerrâd olurlar,
Niceler sûretâ cellâd olurlar,
Hakîkat ehlinin olmaz nişânı.

Şerîatle olursa ger ol ef’âl,
Dime ana ki bu gâyet bed ef’âl,
Şer’i red etmese sen de kıl ikbâl,
Hakîkat ehlinin olmaz nişânı.

Ne kim mevcûd oluptur bu cihânda,
Ger işlense kamu yerli yerinde,
Bahâne bulamazlar hiç birinde,
Hakîkat ehlinin olmaz nişânı.

Niyâzî ye gelir her gayb u hâzır,
Görünür cümle a’râz ve cevâhir,
Nişâniyle olur herbiri zâhir,
Hakîkat ehlinin olmaz nişânı.
Anadolu'nun Muhyiddîn Arabîsi Niyâzî Mısrî hazretleri.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: İcazetnameler ile ilgili bir Sual
MesajGönderilme zamanı: 03.03.11, 10:16 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 07.12.10, 00:24
Mesajlar: 424
İbrâhimîÖmer kardeş,

Senin yazın bana Prof. Dr. Mustafa Kara'nın intisab hakkındaki videosunu hatırlattı:

-Prof. Dr. Mustafa Kara: "Erken Kalkan Şeyh Olmuş !"-
viewtopic.php?f=62&t=5425

***

Senin yukarıdaki mesajında bahsettiğin konular teorik olarak %500 doğru; ya pratik ?

İşte orası çok su götürür.

İsim vermeden bir örnek vereyim: Tanıdığım bir mürşid-i kamil vefat etti. Yerine geçmeye çalışan kişi, bazı bayanların bir ziyaretinde kendisinden övgü ile bahsedilen bir video kaydını kanıt olarak sunarak şeyhlik ilan etmiş.

Eski ve kıdemli müridler ise bu ilanı kabul etmediler.

Aradan 3 yıl geçti; geçenlerde öğrendim ki, şimdi cemaat 3 parça halinde devam ediyormuş. Birisi de videokaset kaydını kanıt sunan kişi olmak üzere...


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: İcazetnameler ile ilgili bir Sual
MesajGönderilme zamanı: 03.03.11, 10:29 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 20.12.08, 03:44
Mesajlar: 190
gerçekten pratikte işin bu kadar bozulması çok üzücü.bir kontrol mekanizması olsa osmanlıdaki gibi belki daha iyi olurdu ancak bu kez de kontrol eden grup kim olacak yine çıkar çatışmasına sebep olacak.Allah bu yola gönül vermiş hakiki insanların yanından bizleri ayırmasın

_________________
asl'olan AŞK'tır..


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: İcazetnameler ile ilgili bir Sual
MesajGönderilme zamanı: 03.03.11, 13:11 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 06.07.10, 17:50
Mesajlar: 280
Sitenizde yazılı metinleri bulunan ve Tasavvuf ve Tarikatların "Elf-Ba" sı olan Miftahu'l-Kulüb adlı eserin "Mürşidin Nişanı" adlı bölümü şu linktedir.
http://sufiforum.com/viewtopic.php?f=106&t=483
Burada, icazetnâmeden bir tek kelime edilmiş midir ? İcâzetnâme adlı kağıt parçasına tapınanlar, hadi ne duruyorsunuz bir tek kelime gösterin buna dair ! Gösteremezsiniz, çünkü, davanız kendi yanınızdan uydurduğunuz bir davadır. Bugüne kadar Muhamammed Esad Erbili (k.s.) Efendinin Risalesi, Şah_ı Nakşıbend adlı kitabın 134. sayfası ve nihayet Miftahu'l-Kulüb olmak üzere, Nakşibendi Tarikatının tam aiftâb gibi, 3 büyük zatından deliller göstrerek icazetnâmenin bir şart olmadığını ortaya koyarak bu konuya müdahil oldum. Bu hususun şart olduğunu ileri sürenlerin yaptığı ise, sadece ve sadece kendi kendi görüşleridir, herhangi bir esere dayanmamaktadırlar. Çünkü, bu konuda yalnız Ömer Ziyauddin-i Dağıstani Hazretleri’nin ‘’Tasavvuf Ve Tarikatlarla İlgili Fetvalar’’ isimli eserinde bu şart zikredilmektedir. O da müteahhirin mutasavvıflardan olduğundan zamanındaki sahte şeyhlere bir mani olsun diye böyle bir şartı zikretmiştir. Başkaca hiçbir meşayıhtan böyle bir kavil ve şart vaki olmamıştır. Vesselâm.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: İcazetnameler ile ilgili bir Sual
MesajGönderilme zamanı: 03.03.11, 20:33 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 26.12.08, 08:19
Mesajlar: 583
Alıntı:
Şeyh Nâzım Kıbrısî'nin bir sohbetlerinde dinlemiştim. Günümüzde gerçek şeyh pek olmadığı için halvet te yok diyordu. Ehliyetsiz bir şeyh, mürîdi halvete sokarsa mürîd cînlerin şeytânların saldırısına uğrar diyordu, Mürşîdin kontrolü şart diyordu, M3adem şeyhsin hadi soksana halvete diyordu, ((Hiç halvetsiz, mürîd ve halvetsiz tarîkat olur mu) Bizde bile, (yanılmıyorsam) bir kişiye izin çıktı onu halvete soktuk diyordu. O kişinin ismini videoda zikretmişti şimdi hatırlamıyorum.




sn ibrahimi ömer bu konuya cevap yazıldı daha önce forumda ilgili konuya bakınız.Nakşi tarikinde halvet,erbain şartı yoktur.Gerekirse yeniden yazarız.

Alıntı:
isi, o tarîkâtın ismini ve silsilesini kullanamaz, rantını devşiremez. Helâl olan rantını haksız yere iktisâb edemez.

rant konusuna açıklık getirseniz efenim ne menem bi rantmış bu .bide helal olanı varmış bak bak.


Alıntı:
... Böyle bir yolu tercîh etmeyen, çevresinde mürşîd olmadığı için tercîh etmeyen bir üveysî, Peygamber Efendimiz ile ma'nevî münâsebetine güvenerek kendini şeyh ilân edebilir. Ve kendi cemâatini kurabilir. Direkt Peygamberden emir alıyorsa doğal olarak kendisinden başka silsilesi yoktur. Veyâ geçmiş büyük bir veliyy tarafından irşâd ediliyor ise, silsilesi, kendisinden sonra o veliyy ve o veliyynin peygamberimize kadar varan silsilesi olur.

bu konuyla ilgilide ruhan kardeşimin güzel açıklamaları vardı zahmet olmassa forumdan bulup okursanız faydalı olur.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: İcazetnameler ile ilgili bir Sual
MesajGönderilme zamanı: 03.03.11, 21:28 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 01.04.10, 00:05
Mesajlar: 220
Nakşibendiyyenin de kendine has kolları ve uygulamaları vardır.

Sözgelimi Gümüşhaviyyede Halvet çok çok çok önemlidir ve müridin seyr-i sülûkünde mühim bir yer teşkil eder.

O sebeple Nakşibendiyyede halvet,erbain yoktur diyerek genellememek lazım.

Fefhem !!!

_________________
Ne Dervişlikte, ne Şeyhlikte, ne İmamlıkta iş yok... İş, Allah'ın rızasını kazanabilmekte!.. İş, Allah'ın rızasını kazanabilmekte!.. İş, Allah'a kul olabilmekte!..(MZK)


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: İcazetnameler ile ilgili bir Sual
MesajGönderilme zamanı: 03.03.11, 23:12 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 24.12.08, 14:54
Mesajlar: 417
Nakşi tarikinde halvet vardır demek, yoktur demekten daha hatalı olacaktır. Eğer istisna olarak bir şey kabul edilecek ise, bazı kollarda halvet vardır demek lazımdır. Demek ki her şeyh efendi kendi yolu üzerine konuşmuştur. Nazım Hoca'nın sözü ile şeyh efendileri tartmaya çalışmak densizlik olacaktır. Had bilmezliktir. Böyle birisinin irfanından değil ancak okumuşluğundan, duymuşluğundan bahsedilebilir.

Sami Efendi hz.leri bizim yolumuzda erbain vs yoktur der. Kendisi girmiştir başka bir yerde ama sonrasında gerekli görmemiştir.

Muhterem Üstaz hz.lerinden bir alıntı ile geldik. Her nedense İbrâhimîÖmer nickli üye iki maddeyi almış, 3. söylenen yokmuş gibi kendisinden yazmış. Biz tekrar alıntılayalım 3. maddeyi:

Alıntı:
"Gerçek bir mürşid-i kâmili, sâhib olduğu şu üç vasıfla tanımak mümkündür:

Üçüncü vasıf:

Mânevî tâyindir. Bir zâtı mürşid tâyin etmek üzere bir zümrenin toplanması yeterli olmaz. Bu vazîfe, Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'e kadar uzanan sahih bir silsileden icâzetli bir mürşid-i kâmilin tensib ve tâyini ile olur. Böyle bir tâyin olmadığı zaman silsile orada kesilir. Bu sebeple bâzı mürşid-i kâmiller, salâhiyetli birini bulamadıkları zaman kendilerine halef olarak, yollarını devâm ettirecek birini bırakamazlar. Bâzen bir tane, bâzen de -Hâlid-i Bağdâdî Hazretleri gibi- bir zuhûrât ile çok sayıda mürşid bırakırlar. Bunun hikmeti, Cenâb-ı Hakk'a âit bir keyfiyettir."


Musa Efendi Hz.lerinin kıymetli evlatlarından Manisa ve Muğla müftülülüklerinde bulunmuş muhterem İlhan Armutçuoğlu Hocaefendi bu konuda şöyle der:

"Tebliğe me'zâniyet keyfiyeti için bir kişide sadece bilgi olması yetmez. Kişi aynı zamanda bildiğiyle âmil değilse, başkalarına bildiklerini söylemeye hakkı yoktur. İlmiyle âmil olmayan kişinin sözleri öldürücü zehir hükmündedir. Velev ki doğruyu söylese bile tesir etmez.

Silsileler iki yoldan nesilden nesile devam etmektedir. Peygamberimiz (s.a.v.) zikr-i hafî yolunu Hz. Ebû Bekir Sıddîk (r.a.) Efendimize tâlim etmiştir, teslim etmiştir. Cehrî yolu da Hz. Ali Efendimize tâlim etmiştir.

Bir kimsenin lâyıkıyla ehil olabilmesi için bizzât Cenâb-ı Hakk’ın esmâsının muhâtabı, zâtî tecellîlerin mazhârı olması gerekir. Zâtî tecellîler diğer tarîklerde zaman zaman vardır, fakat Nakşî yolunun özelliklerinden biri de an be an, saat be saat, gün be gün, neredeyse talebe binâen, bir mürşid-i kâmil, Nakşî Hâcesi, zâtî tecelliye ma'kes ve mazhârdır. Bu da Ebû Bekir Efendimizin, onun yolunun büyüklerinin özelliklerindendir.

Kendisine ittibâ edilecek kişinin, mutlak mânâda zâtî tecellîlere mazhâr olması gerekir.

Mürşid-i kâmillerin vekîllerini tâyin etmeleri uzun bir süreçten geçmektedir. Mürşid-i kâmil şeyh efendi, belli bir yere gelmiş olan mürîdânını Peygamber Efendimiz’e arz eder. Peygamberimiz de Allah Zülcelâl Hazretleri’ne arz eder. Peygamberimizin teklîfi ve Rabbin tavsîbinden ve tasdîkinden çıktıktan sonra meşîhat meselesi, vekâlet meselesi vâki olur."


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: İcazetnameler ile ilgili bir Sual
MesajGönderilme zamanı: 04.03.11, 01:29 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 22.12.10, 12:15
Mesajlar: 91
Alıntı:
sn ibrahimi ömer bu konuya cevap yazıldı daha önce forumda ilgili konuya bakınız.Nakşi tarikinde halvet,erbain şartı yoktur.Gerekirse yeniden yazarız.


Öyle bir şey iddiâ ettin ki Şu iki seçenekten başka bir şık bırakmadın. Birinci şık: Şeyh Nâzım yanlış bir uygulama yaptırmış ikinci şık: Şeyh Nâzım Nakşibendî değil.

Şeyh Nâzım Mübârek, o sohbette gâyet doğru mesajlar verdi. Şahsen ben bayıldım. En güzeli de şuydu: Onlar gerçek şeyh olmadıkları için halvet nedir bilmezler, halvet işine bulaşıp kendilerini riske atmazlar.

Anlayış durumunu heesâba katmasam, İmâm-ı Rabbânî hazretlerinden, nakşîbendîlikte nihâyetin bidâyete derc edilmesi, seyrin afâktan değil enfüsten başlatılması, Nübüvvet kemâlâtı konularına girerdim.

Mesele zannettiğiniz gibi değil. Halvetsiz tarikat olmaz. Ancak nasıl olur? Nübüvvet kemâlâtı iddiâsı ancak Fiilî cihâd ile tahakkuk eder. Ya içe dön savaş (halvet), ya dışa dön savaş (fiili cihad). Ne yazık ki sizi uyutmuşlar. Sizin de işinize gelmiş.

Alıntı:
rant konusuna açıklık getirseniz efenim ne menem bi rantmış bu .bide helal olanı varmış bak bak.


Size anlamları aktarmak çok zor ama bi deneyelim, Şöyle bir misâlle anlatayım. Azîz tarîkatınızın muhterem büyüklerine i'tibâr ediyor, hürmette kusur etmiyorsunuz ya,, işte o hürmette kusur etmediğiniz muhterem o tarikâtın şeyhi olmasa, aynı kişiliği ile siz onu sıradan bir insân olarak tanımış olsaydınız. Emîn olun siz ona hiç i'tibâr etmez, söylediği söze de kulak vermezdiniz. İşte bu ranttır ki o muhtereme teveccüh edilmesini, iltifat edilmesini temîn ediyor.

O muhterem gerçek bir muhterem ise başında bulunduğu müessesenin rantı ona helâldir. Bu rant,, teveccühü, i'tibârı hürmeti hakeden için helâldir. Haketmeyen için haramdır. Helâl olan rant,, Bir hak tarîkâtın silsilesindeki altın gibi kıymetli halkaların (silsileyi oluşturan şeyhler) bir kolye gibi olan değeridir. Bu kolyeyi ehliyetsiz mürşîd boynuna takarsa harâm olur, hırsızlık olur. Ehliyetli mürşîd takarsa helâl olur.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: İcazetnameler ile ilgili bir Sual
MesajGönderilme zamanı: 04.03.11, 01:44 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 24.12.08, 14:54
Mesajlar: 417
Bir darbuka çalın da uyansın millet :)

Neyse, insanları yetiştirdikleri ile tanımış olduk ve konuştukları ile.

Elhamdülillah.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: İcazetnameler ile ilgili bir Sual
MesajGönderilme zamanı: 04.03.11, 03:43 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 22.12.10, 12:15
Mesajlar: 91
talib yazdı:
Nakşi tarikinde halvet vardır demek, yoktur demekten daha hatalı olacaktır. Eğer istisna olarak bir şey kabul edilecek ise, bazı kollarda halvet vardır demek lazımdır. Demek ki her şeyh efendi kendi yolu üzerine konuşmuştur. Nazım Hoca'nın sözü ile şeyh efendileri tartmaya çalışmak densizlik olacaktır. Had bilmezliktir. Böyle birisinin irfanından değil ancak okumuşluğundan, duymuşluğundan bahsedilebilir.

Sami Efendi hz.leri bizim yolumuzda erbain vs yoktur der. Kendisi girmiştir başka bir yerde ama sonrasında gerekli görmemiştir.

Muhterem Üstaz hz.lerinden bir alıntı ile geldik. Her nedense İbrâhimîÖmer nickli üye iki maddeyi almış, 3. söylenen yokmuş gibi kendisinden yazmış. Biz tekrar alıntılayalım 3. maddeyi:

Alıntı:
"Gerçek bir mürşid-i kâmili, sâhib olduğu şu üç vasıfla tanımak mümkündür:

Üçüncü vasıf:

Mânevî tâyindir. Bir zâtı mürşid tâyin etmek üzere bir zümrenin toplanması yeterli olmaz. Bu vazîfe, Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'e kadar uzanan sahih bir silsileden icâzetli bir mürşid-i kâmilin tensib ve tâyini ile olur. Böyle bir tâyin olmadığı zaman silsile orada kesilir. Bu sebeple bâzı mürşid-i kâmiller, salâhiyetli birini bulamadıkları zaman kendilerine halef olarak, yollarını devâm ettirecek birini bırakamazlar. Bâzen bir tane, bâzen de -Hâlid-i Bağdâdî Hazretleri gibi- bir zuhûrât ile çok sayıda mürşid bırakırlar. Bunun hikmeti, Cenâb-ı Hakk'a âit bir keyfiyettir."


Musa Efendi Hz.lerinin kıymetli evlatlarından Manisa ve Muğla müftülülüklerinde bulunmuş muhterem İlhan Armutçuoğlu Hocaefendi bu konuda şöyle der:

"Tebliğe me'zâniyet keyfiyeti için bir kişide sadece bilgi olması yetmez. Kişi aynı zamanda bildiğiyle âmil değilse, başkalarına bildiklerini söylemeye hakkı yoktur. İlmiyle âmil olmayan kişinin sözleri öldürücü zehir hükmündedir. Velev ki doğruyu söylese bile tesir etmez.

Silsileler iki yoldan nesilden nesile devam etmektedir. Peygamberimiz (s.a.v.) zikr-i hafî yolunu Hz. Ebû Bekir Sıddîk (r.a.) Efendimize tâlim etmiştir, teslim etmiştir. Cehrî yolu da Hz. Ali Efendimize tâlim etmiştir.

Bir kimsenin lâyıkıyla ehil olabilmesi için bizzât Cenâb-ı Hakk’ın esmâsının muhâtabı, zâtî tecellîlerin mazhârı olması gerekir. Zâtî tecellîler diğer tarîklerde zaman zaman vardır, fakat Nakşî yolunun özelliklerinden biri de an be an, saat be saat, gün be gün, neredeyse talebe binâen, bir mürşid-i kâmil, Nakşî Hâcesi, zâtî tecelliye ma'kes ve mazhârdır. Bu da Ebû Bekir Efendimizin, onun yolunun büyüklerinin özelliklerindendir.

Kendisine ittibâ edilecek kişinin, mutlak mânâda zâtî tecellîlere mazhâr olması gerekir.

Mürşid-i kâmillerin vekîllerini tâyin etmeleri uzun bir süreçten geçmektedir. Mürşid-i kâmil şeyh efendi, belli bir yere gelmiş olan mürîdânını Peygamber Efendimiz’e arz eder. Peygamberimiz de Allah Zülcelâl Hazretleri’ne arz eder. Peygamberimizin teklîfi ve Rabbin tavsîbinden ve tasdîkinden çıktıktan sonra meşîhat meselesi, vekâlet meselesi vâki olur."


Alıntıyı yapayım da yazıdaki densizliği düzeltirsen boşa yazmış olmayalım.

Alıntı:
Nazım Hoca'nın sözü ile şeyh efendileri tartmaya çalışmak densizlik olacaktır. Had bilmezliktir.


Nâzım hoca ha ilginç, hem de moderatörmüşsün, Kimyâ hocası Nâzım bey demek istedin kısalttın heralde...

Şeyh Nâzım Kıbrısînin sözüne dayandık diye veyâ halvetsiz tarîkât olmaz dedik diye mi densîz olduk. Haddini bilmez olduk. Câhil olduk. El insâf...

Alıntı:
Sami Efendi hz.leri bizim yolumuzda erbain vs yoktur der. Kendisi girmiştir başka bir yerde ama sonrasında gerekli görmemiştir.

Erbâin ile halvetin aynı şey olduğunu zannedecek kadar meseleden uzaksın.

Alıntı:
Muhterem Üstaz hz.lerinden bir alıntı ile geldik. Her nedense İbrâhimîÖmer nickli üye iki maddeyi almış, 3. söylenen yokmuş gibi kendisinden yazmış. Biz tekrar alıntılayalım 3. maddeyi:


nick değil rumuz...

İnsânlığın ufkuna dâir en üst sevviyede irfânî bilgiler münâzara edildiğinde taraflarda üst düzey sıfatlar aranır. Zekî olmalı, îmânlı olmalı, basîretli olmalı... Kişide bu sıfatlar var ama mantık yok... mümkün mü? hadi mümkün olduğunu kabûl edelim. Mantıklı bir geri zekâlıya, îmânsıza ba'zı şeyleri anlatabilirsiniz ama mantıksız mü'mine, basîretliye hiç bişey anlatılamaz. O yüzden medrese ilimlerinde mantık ilminden başlarlar.

İki maddeyi almışım da 3. yü yokmuş gibi davranmışım.
3. yü zâten ben de zikrettim, 3. maddeye i'tirâz etmemem sükût etmem, kayda değer bir yanlışlık görmediğimdendir. İllâki doğru yazılmış demem mi gerekiyor.

Alıntı:
İlmiyle âmil olmayan kişinin sözleri öldürücü zehir hükmündedir. Velev ki doğruyu söylese bile tesir etmez.


İlmiyle âmil olan kişinin sözleri te'sîr mi eder? Peki hiç ümmeti olmayan bir veyâ iki inananı olan peygamberlerin durumunu nasıl îzâh edeceğiz. ilmiyle âmil olmadıkları için sözleri te'sîr etmedi mi diyeceğiz. Peki Sahtekâr şeyhlerin sözleri nasıl te'sîr ediyor. Müseylemetül kezzâb nasıl inanılmaz bir taraftar toplayabiliyor. Çok mu âmiller.

Şimdi ben sigara içen bir doktora muayene olsam. hastalığıma teşhîs koysa ve reçete yazsa. Ben senin doktorluğunu kabul etmiyorum. ilaçlarını kullanmam çünkü sen sigara içiyorsun diyerek tepki mi vermeliyim Hasta ol da gör bakalım, doktorun elini bile öpersin. (Hasta değilsin, ya'nî Talib değilsin) Bu doktor örneğinde olduğu gibi İlmiyle âmil olmayan bir insân hakikati söyleyemez mi? Efendim te'sîr etmezmiş. E sen adam olda insânların hâlini röntgenliyeceğine, söyleyene değil söyletene bak ve hakikati al.

Nefs-i emmâreden daha tehlikeli nefis mertebesi nefs-i levvâmedir. Nefsî levvâmedeki kul, kendi amelini görme, başkasının kusurunu görme şirki içindedir. Kendini beğenir. Kendi amelini kendinden bildiğin müddetçe o senin amelindir.Allah için değildir. böyle bir amel ile de hiç kimseye bir üstünlüğün olamaz.

İlmiyle âmil olmak demek ne demek? Kim iddiâ edebilir ben ilmimle âmilim diye. Ancak bu gibi cümleleri tekerleyenler iddiâ edebilir herâlde...

Alıntı:
Bir kimsenin lâyıkıyla ehil olabilmesi için bizzât Cenâb-ı Hakk’ın esmâsının muhâtabı, zâtî tecellîlerin mazhârı olması gerekir. Zâtî tecellîler diğer tarîklerde zaman zaman vardır, fakat Nakşî yolunun özelliklerinden biri de an be an, saat be saat, gün be gün, neredeyse talebe binâen, bir mürşid-i kâmil, Nakşî Hâcesi, zâtî tecelliye ma'kes ve mazhârdır. Bu da Ebû Bekir Efendimizin, onun yolunun büyüklerinin özelliklerindendir.


Yalanın da bu kadarı, mangalda kül bırakmamış.
""Cenâb-ı Hakk’ın esmâsının muhâtabı, zâtî tecellîlerin mazhârı olması gerekir."
Esmânın muhatabı, zât'î tecellînin mazharı" bunlar kendi içinde çelişen ifâdeler. ân be ân her saat Zât'î tecelli ha, lâfontenden masallar...

Alıntı:
Bir darbuka çalın da uyansın millet :)

Neyse, insanları yetiştirdikleri ile tanımış olduk ve konuştukları ile.

Elhamdülillah.



Boşver uyumaya devam et, bu mantık ile uyansan daha kötü. Levvâmenin emmâreden daha tehlikeli olması gibi...
Anlamamanın hayrı içinde kal.
Âhirette Günahların şefâati meselesini hatırlattın bana.
Anlamamanın hayrı içinde kalman da onun gibi bişey işte...


Esecek bâd‐ı sabâ aklıma san şâne değer,
Zirâ ol esrâr‐ı dil zülf‐ü perîşâne değer.
Zülf‐ü müşkiyle muattar olur ol demde dimağ,
Geçer andan gönüle hem yetişir cânâ değer.
Leb‐ü dendânı hevâsiyle akan gözyaşının,
Birisi mâ’nâda bin lü’lü ü mercâna değer.
Gam‐ı hicrî ile âhı ana âşık olanın,
Çıkar eflâke iner tâ yedi nîrâna değer.
Yüzünün mihrine karşu dolaşan dürlerinin,
Birinin nûru nice mihr‐i dirâhşâne değer.
Eşiğinde baş urup sıdk ayağın berk basanın,
Başı arşa ayağı kürsî‐i Rahmâna değer.
“Limen‐il mülk“ nidâsın işiten can kulağı,
Anı cânından işitir yine cânâne değer.
Ol nidâyı işitir “men arefe“ vâkıf olan,
Lîk ol mâ’rifeti sanma her insâna değer.
Sana bir cezbe Niyâzî ki o dosttan yetişe
Dükeli ins ile cinne olan ihsana değer.
Niyâzî Mısrî


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 33 mesaj ]  Sayfaya git Önceki  1, 2, 3, 4  Sonraki

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 1 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye