Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 5 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: NEFS MAKAMLARI ve NEFS TERBİYESİ
MesajGönderilme zamanı: 05.02.10, 15:44 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 24.11.09, 16:40
Mesajlar: 25
NEFS MAKAMLARI ve NEFS TERBİYESİ

1. Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevî

2. İmam-ı Rabbanî Ahmed Serhindî

VE

3. Said-i Nursî'ye

Göre

NEFS MAKAMLARI ve NEFS TERBİYESİ


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: NEFS MAKAMLARI ve NEFS TERBİYESİ
MesajGönderilme zamanı: 05.02.10, 15:47 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 24.11.09, 16:40
Mesajlar: 25
Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevî'ye Göre NEFS MAKAMLARI ve NEFS TERBİYESİ

CAMİ'UL USÛL

V.9- NEFSE MUHALEFET


Bilesin ki, nefse muhalif olmak, isteklerini defetmek, farz-ı ayn olup, büyük cihat ve yücelik işidir. Allah-ü Teâlâ buyurdu; (Ayet me¬ali): "Ama, Rabbının makamında korkan ve nefsi isteklerinden engelleyene elbette bu sebeple cennet barınaktır." Allah-ü Teâlâ Dâvût (AS)'a şu mealde buyurdu; "Ey Dâvût, ashabını her türlü is¬teklerden sakındır. Zira dünya şehvetleri ile ilgili olan nefislerin akılları Benden perdelenmiştir." Efendimiz (SAV) buyurdu (mealen): "Ümmetim üzerine en çok korktuğum, arzuya nefse uymak ve uzun emeldir. Arzu seni Hak’tan alıkor. Uzun emel ise âhireti unutturur."
Bilesin ki. nefse muhalefet, lezzetlerinden uzaklık kulluğun başıdır. Zira bunlar kul ile Rab arasında en büyük perdedir. Kime ki nefis arzularının yolu açıldı, onun ünsiyeti kayboldu. Kim ki nefsinden razı oldu, nefsi onu helâk etti. Akıllı insan nasıl olur da nefsinden razı olur ki. Yûsuf Sıddık (AS) dedi ki; (Âyet meali): "Ben nefsimi temize çıkarmam, Nefis elbette kötülüğü emredicidir."
Sırrı (KS) dedi ki; “Nefsim benden 30 veya 40 sene bir cevizi pekmeze batırmamı istedi. Ona itaat etmedim." Havada oturan bir adam görüldü; "Ona dendi ki; "Buna ne ile kavuştun?" Dedi ki; "Arzuyu terk etmek¬le, arzu benim emrime girdi." İbrahim Havvas (KS) dedi ki: "Bir kimse bir arzuyu terk edip de onun terk meyvesini kalbinde bulmadı ise o arzuyu terkinde yalancıdır."
Bilesin ki; nefsi EMMÂRE 7 başlı şeytandır. 1. Şehvet, 2. Gazap, 3. Kibir, 4. Haset, 5. Bahillik, 6. Hırs, 7. Riya'dır. Şehvetin başı riyâzetle ve yemekte ve içmekte hayvana benzemeyi azaltmakla kesilir. Öfkenin başı yumuşaklıkla kesilir. Kibrin başı tevazu ile kesilir. Hasedin başı şöyle itikad etmekle kesilir: Muhakkak ki mülk Allah'ındır. Nas da Onun kullarıdır. Kullarından dilediğine mülkünden hibe eder. Öyle ki O kullarından her birinin işini en iyi bilen odur der veya O mülkünde dile¬diği gibi tasarruf eder ve dilediğini seçer. Hırsın ve bahilliğin başını kanaat yüceliği ile keser ve hırslı bahil kimsenin nefsini aşağılık ve pis işlere attığını iyi bakınca görür ve ırzını kötülüğe arzeder ve nefsini öm¬rü boyunca zorluk, şiddet ve aşağılanmaya sokar. Toplamak ve elde et¬mek için nefsini zorlar ve nefsini Allah'ın kendine verdiği rızıktan fayda¬landırmaz ve sonra ölür. Bundan başkası faydalanır, ona ise günâh ve hesabı kalır. Riyânın başı, ihlâs ile kesilir ki; ihlâs, her türlü dinî ve dünyevî hayır ve bereket meyvesi verir.
Bilesin ki nefsin hevâsına uygun hareket etmek, şeytana tâattır. O halde nefsin hevâsına mücahede ile muhalefet et. (Ayet meâli): "Ey mutmain nefis Rabbine dön..."
Bilesin ki, insanın kuvvetinin kaynağı, tabiat, mizaç ve bunlara bağlı olan sıfat ve ahlâktır. Fiiller ise kalbîdir. Kalp de bedeni idare eden, her şeyi fark eden ilahî rûhun aynasıdır. Lakin bu rûhu ilâhî, sol göğüs boş¬luğunda sanavberi şeklinde olan sûretle görülen hayvanî rûh vasıtasıyla iş görür, rûhu ilâhî Allah'ın şu mealdeki sözü ile işaret edilmiştir: "Beni mü’min kulumun kalbi kapsadı..." Bu rûhu ilâhî Rûhun yaratılıştaki isteklerinin vasıflarına göre bölümlere ayrılır. Öyle ki, her ufak istek için ondan bir bölüm ayrılır. Böylece mânevi aşağılamaya uğrar. Nitekim bedendeki düşüklük çoğaldıkça önlenmediği takdirde, beden de zayıflar ve yine büyük bir nehrin suları çeşitli kanallara ayrılırsa onu kuvvetlendir¬mek için, bu kanalların tekrar nehirle bağlanması gerekir. Zayıf mideli
ve güçsüz bir kimse, kendisinde rahatsızlık devam ettiği sürece, hangi gı¬dayı yese ona fayda vermez. Her ne kadar gıda alınsa da sonuç bakımın¬dan alınmıyor demektir. Tabiatının rahatsızlığı o gıdadan netice vermez.
Hakikat ilminde tabiatın benzeri, kabiliyettir. Zira bir şeye kabiliyet olmazsa ona gayret de olmaz. Eğer insan, işin başında Hakk’ın ona ver¬diği ve zatının taşıdığı hususiyetlere yönelirse ve kalbini ve sırrını tümüyle ayrılıklardan, bölünmelerden ve cüzi yaratılış ilgilerinden muha¬faza ederse, onun gıdası tabiat ve rûhaniyet olur, sonra dailâhiyât olur. Bunun meyvesi, hariçten elde edilen güçlerden çok daha boldur insan kendindeki gizli kemalden habersizdir. Bu sebepten bu kemali elde et¬mek için dış âleme yöneliyor. Eğer o doğru yola yönlendirilse idi, bilirdi ki, yüce istek'in ilgilileri, kapalı olanların açıklanması, gizliliklerin mey¬dana çıkması, ancak bütün sıfatlarının, kuvvetlerinin ve saptıran çeşitli ihtilaflardan çıkıp esas olan tevhide yönelmekle mümkündür. Ve adalet üzere bahsedilen 4 itidâle dönmekle olur. Bu da her şeyi içine alan tek asla dönüştür ki, her teferruat aslına ulaşsın. Esaslar da esaslarla bir¬leşsin ki parçalar tüm ile tamamlanır. Fakat bu durum, 2 kelimenin ve 2 halin birbirinden ayrılması için perdelenmiştir ki “olacak işi Allah yeri¬ne getirsin diye..." Bu (yukarıda bahsedilen husus) Sadreddin Konevî'den nakledilmiştir.
Sonra bilesin ki, nefsin işi büyüktür ve tehlikelidir. Sakınma konusu geldi ki; bu konuda âyet ve hadisler vardır. Nefsin temizlenmesine ve on¬dan kurtulmaya dair teşvik vardır.
Bu konuda âyet mealleri:
"Ey iman edenler, Allah'tan korkun, her nefis yarın için ne ha¬zırladığına baksın..."
"Nefsi temizleyen felah buldu, onu azdıran da mahrum oldu..."
"Ben nefsimi temize çıkarmam. Elbette ki nefis kötülüğü em¬reder. Ancak Rabbimin merhamet etmesi müstesnadır."
"Ey mü'minler, nefislerinizi, ehlinizi ateşten koruyunuz."
Bu konuda hadis meâlleri:
"Senin gizli düşmanın, iki yanının arasında olan nefsindir."
"Güçlü kimse güreşte yenen değildir. Güçlü kimse, öfke anın¬da nefsine sahip olandır."
Her müslümânâ Allah'ı murakaba etmek, nefsi temizlemek, ahlakı¬nı güzelleştirmek vaciptir. Bilhassa kendisine selim kalp verilmeyen kimse dikkat etmelidir.
Bu nefis, her şahıs tarafından, her zamanda kötülenmiştir Hatta bü¬tün milletler nefsi kötülemek ve oyunundan korunmak hususunda, aldanmalarına uymamakta ittifak etmişlerdir. Onun için, tarîkat imamları müridin ilk işini, nefsi kahretmek ve riyazet (isteklerini vermemek) olarak tesbir etmişlerdir. Nefsin arzularına muhalefet, ülfet ettiği şeyleri ve arzularını kırmayı müritlere emretmişlerdir. Mürîtlere nefisten ve onun oyunlarından sakınmayı emretmişlerdir ve nefsin muhasebesini zorunlu kılmışlardır. Efendimiz (şu mealde) buyurdu: "Siz hesaba çekilmeden nefsinizi hesaba çekiniz…"
Bûsırî şiirde dedi ki;
Sen o nefti güt, zira o amellerde kırda otlayan hayvan gibidir,
Eğer bir otlağı helâl görse de, başı boş bırakma.

Nefis her ne kadar lezzet bakımından beğense de aslında o kişiyi öldürücüdür.
Bir kimse zehirin yağa karışmış olduğunu bilemez.
Sonra bilesin ki, nefsin başını boş bıraktın mı seni emrine alır. Allah-ü Tealâ kitabında hülasa ve tafsilatıyla nefisten bahsetti. Zikrini güzelce ifade edip vasfına işaret etti (Âyet meali): "Nefis ve onu düzgün yaratmasına yemin olsun..." "Ona kusuru da takvâyı da ilham etti…” Allah-ü Teâla nefsin özelliklerini beyan etti. Bir kere EMMÂRE ile, bir kere LEVVÂME ile, bir kere MÜLHİME ile, bir kere MUTMAİNNE ile, bir kere RADİYE ile, bir kere MARDİYE ile, bir kere teşvik edici, bir kere de itaat ettirici olarak vasıflandırdı. Bunların hepsi bir mânâya ge¬lir. Nefsin tavır ve cinslerine göre ona isim konur. Nefsi tanımak 4 de¬lil ile vaciptir. Ondan cahil olanın cihat etmesi mümkün değildir. Zira nefsin bilinmesi, Allah'ı bilmenin kapısıdır ki Allah'ın hükmünün gereği budur. Bundan dolayı Efendimiz (SAV) mealen buyurdu: "Nefsini bilen Rabbini bildi..." Allah'tan cahil olmak haramdır. Allah bilgisi va¬ciptir. Nefis bilgisi de vaciptir.
Bilesin ki. nefis görünmeyen buhar cinsinden lâtif bir cevher olup, ha¬yat, his, hareket ve irade gücünü yüklenmiştir. Felsefeciler ona "Hayva¬nî Rûh" dediler. Bu sebepten bedende gözüken bir cevher olup, ölüm anında onun ışığı bedenin dışından içinden kesilir, uyku halinde ise za¬hirinden kesilirse de bedenin batınından kesilmez. Bu sebepten ölüm ve uykunun ayrı bir cins olduğu anlaşıldı. Ölüm tümüyle kesilmedir, uyku ise bir eksik kesilmedir. Bu sebepten Hakîm ve Kadîr olan Allah, nefsin bedenle ilgisini 3’e ayırdı.
1. Nefsin ışığının bedenin bütün parçalarına, iç ve dışına ulaşmasıdır ki, bu uyanıklıktır.
2. Nefsin ışığı dıştan kesilir, içten kesilmezse, bu uykudur.
3. Tümüyle iç ve dıştan kesilirse, bu da ölümdür.

NEFSİ EMMÂRE: Bu, bedenin tabiatına meyleden nefistir. Lezzetler ve şehevi hislerle emreder. Kalbi aşağılık yöne çeker. Bu sebepten bu nefis şerlerin yatağıdır ve kötü huyların kaynağıdır
NEFSİ LEVVÂME: Bu, gaflet uykusundan uyanıklığı kadar kalp nû¬ru ile aydınlanan nefistir ki, ne zaman ki, zulmanî yaratılışı hükmü iti¬bariyle ondan günâh meydana çıksa, nefsini ayıplar ve ondan tevbe eder.
NEFSİ MUTMAİNNE: Kalbin nûru ile aydınlanması tamamlanmış nefistir. Kötü vasfından kurtulmuştur. Övülen ahlâkla ahlâklanmıştır.
NEFSİ NEBATÎ: Bu da tabii cismin, yeni doğum yapması, çoğalma¬sı ve gıda alması hususunda ilk kemâldir.
NEFSİ HAYVÂNÎ: Bu, tabii cismin, teferruatı bilmek ve irâde ile ha¬reket etme konusundaki ilk kemâldir.
NEFSİ İNSÂNÎ: Bu, tabiî cismin ilk kemâli olup bu idrakle külli iş¬leri bilir ve fikrî işleri de akleder.
NEFSİ NÂTIKA: Bu, maddeden mücerret olup, nefis fiil yaparken ona yakındır. Felekî olan nefsler de böyledir.
Ne zaman ki, nefis emir altında sükûnet bulup, ıztırap zâil olur, şeh¬vetlerin ona arzı kendisinde bir tesir uyandırmazsa, MUTMAİNNE di¬ye isimlendirilir.
Eğer nefis sükunet bulmaz, şehvânî nefsi de müdafaa ederse ve bun¬dan da mücadele ederse LEVVÂME diye isimlenir. Zira Rabbının ibade¬tinde kusuru dolayısıyla kendini ayıplar.
Eğer çekinmeyi terkeder, şehvetinin gereğine ve şeytanın çağırması¬na uyarsa EMMÂRE diye isimlendirilir.
NEFSİ KUDSİYYE: Bu, bütün bir cins olanı veya buna benzeyeni, yakînî bir şekilde huzurda bulundurma gücüdür. Bu da zekâ ve ferâsetin ve kuvvetin son noktasıdır.
NEFSİ RAHMANİ’ye gelince, aynî ve haya¬lî eşya üzerine yayılmış ve mevcudatın şeklim taşıyan umûmî vücuttur Birincisi ikinci üzerine konmuştur. Buna felsefeciler "Tabiat" dediler ve eşya da kelimeler olarak isimlendirildi. Bu da mahreç bakımından insa¬nî nefis üzerine vâki olan lafzî kelimeler olarak teşbihen söylendi. Nasıl ki, kelimeler aklî mânâlara delâlet ediyorsa, mevcûdatın kendisi de onu icat edene, icat edenin sıfat ve esmâsına ve zatı itibariyle sabit olan tüm kemâlâtına ve derecelerine delâlet ediyor. Yine bunların her biri (ol) ke¬limesi ile mevcut olmuşlardır. Mevcûdata kelime ile sebep yerine sebep olanın ismi söylendi.

CAMİ'UL USÛL
Müellif: Ahmed Ziyaüddin (K.S.) Gümüşhanevi
Mütercimi: Hüsameddin Fadıloğlu

s.301-305

İstanbul-2007


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: NEFS MAKAMLARI ve NEFS TERBİYESİ
MesajGönderilme zamanı: 09.02.10, 11:51 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 24.11.09, 16:40
Mesajlar: 25
Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevî'ye Göre NEFS MAKAMLARI ve NEFS TERBİYESİ

CAMİ'UL USÛL


IV.11.1- NEFSİN ENGELLERİ
Nefsin 7 engeli vardır. Bir kimse bu engelleri aşmadıkça makamlara ulaşamaz.
Bunlar, nefsin 7 sıfatıdır. 1. Emmâre, 2. Levvâme, 3. Mülhime, 4. Mutmainne, 5. Râziye, 6. Marziye, 7. Kâmile.

Bu engelleri aşmak 7 zikirle olur.

1. Lâ ilahe İllallah 101.000 adettir. Bu nefs-i emmare içindir. Böyle isimlendirilmesi, sahibine kötülük emrettiği içindir. Nûrunun rengi mavidir.

2. Allah ism-i celâlidir. 100.000 adettir. Bu da levvame nefis içindir. Böyle isimlendirilmesinin sebebi, günaha düştükten sonra sahibini ayıpladığı içindir. Nûrunun rengi sarıdır.

3. ismidir. 90.000 adet çekilir. O da mülhime nefis içindir. Böyle isimlendirilmesinin sebebi, sahibine hayırlı amelleri ilham etmesindendir. Nûrunun rengi kırmızıdır.

4. Hay ismidir. 70.000 adet çekilir Bu da mutmainne nefis içindir. Böyle isimlendirilmesinin sebebi, ızdırabından sükûnet bulduğu ve mer¬tebelerden selâmete eriştiğindendir. Nûrunun rengi beyazdır.

5. Kayyum ismidir. 90.000 adet çekilir. Râzî nefis için çekilir. Böyle isimlendirilmesinin sebebi, tüm hallerde Allah'tan razı olduğundandır. Nûrunun rengi yeşildir.

6. Rahman ismidir. 36.000 adet çekilir. Bu da marziye nefis içindir. Böyle isimlendirilmesinin sebebi, Hak indinde ve halk indinde razı olu¬nan kimse olduğundandır. Nûrunun rengi siyahtır.

7. Rahîm ismidir. 100.000 adet çekilir. Kâmile nefis içindir Böyle isimlendirilmesinin sebebi, vasıfları kemâle erdiğindendir. Ve bütün mahlûkata karşı merhametlidir. O, kâfire imanı, âsi olana isyandan tevbeyi, itaatli olana da Rahmanın tâatında sebâtı sevdirir Bunun mahsus nuru yoktur. Bunun nûru 6 nûrun arasında dalgalanır. Âlemi hayırlardır. Mahalli ise hafidir. Zira halkın haline döndürülmüştür. Bunun da sebebi, halkın kemali için onlara dönüş emredilmiştir. İrşat edenle edilen arasında bir nisbetin olması elbette gereklidir. Allah-ü Teâlâ buyurdu: (Ayet meâli): “Andolsun ki size kendinizden bir Resûlullah gelmiştir.”

Nefis ise zaman ki bu kâmile makamına ulaşırsa Allah'ın yeryüzünde (kıymetlisi) olur. Allah ve halk için sevgili olur. Beşeriyeti, melekliğe dönüşür, kulluğu efendilik olur, aklı his olur, gözü şühûda erer. İçindeki iyilikler zâhir olur ve yüceliklerin de en yücesine yönelir. İşte büyük saadet budur.

Bu mertebeler ve zikirler her tarîkatta vardır. Yalnız Nakşibendîlerle Şâzelîlerde yoktur. Zira bu ikisinde, sâlik, Allah'ı kalp ve latîfelerde zik¬rederler. La ilâhe İllallah’ı da öylece zikreder. Ayrıca çok teveccüh, murâkabe, riyâzet ve ileride geleceği gibi halvetlerle de devam eder.

11.2-KALBİN TASFİYESİ
Bilesin ki, zikir yoluyla kalbin tasfiyesinin hakîkati, ancak Zat ismi ve nefiy-ü ispat ile olur. Müceddidî tarîkatında zikrin yapılış şekli, zâkir, kalp dili ile Allah ismini zikreder. Zira, kalp tümüyle lisândır, tümüyle kulak, tümüyle gözdür, yeter ki ilgilerden soyunsun. Bu zikir muhakkak ki sanavberî kalbin hareketi ile olmaz. Zira hakikî ruhanî kalbin zikri, maddi kalbi harekete geçirmez. Zikredene ismi Zât ile ruhu zâtisinin zikri zor gelirse, Sanavberî kalp ile, dili ile zikrettiği gibi zikretsin. Zira bunun faydası dil ile zikrin faydası gibidir. Zikreden sanavberî kalp ile zikrettiğinde yerleşirse bundan sonra hakiki kalp zikrine yükselir. Sanavberî hakiki kalp zikrine ulaştırır. Sanavberî zikir Hakiki kalp zikrini de murâkabe derecesine ulaştırır. Onun için dendi ki; Kalbî zikir murâkabenin ta kendisidir.

Bu zikrin fazileti hakkında Efendimiz (SAV)'den gelen hadis (mealen) : "Hafaza meleklerinin farkına varmadığı zi¬kir, farkına vardıklarından 70 kat daha ziyade oldu."

CAMİ'UL USÛL
Müellif: Ahmed Ziyaüddin (K.S.) Gümüşhanevi
Mütercimi: Hüsameddin Fadıloğlu

s.237-238

İstanbul-2007


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: NEFS MAKAMLARI ve NEFS TERBİYESİ
MesajGönderilme zamanı: 15.03.10, 11:48 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 24.11.09, 16:40
Mesajlar: 25
Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevî'ye Göre SEYR VE SÜLÛK

CAMİ'UL USÛL


BÖLÜM-V. TARİKATIN ESASLARI

V.l -SEYİR VE SÜLÛK


Bilesin ki; muhakkak ki seyir ve sülûk 40 gündür. Mürit bu sü¬rede, halvet ile beraber, tam bir ihlâsla mürşidin, Allah-u Tealâ’nın esmasından telkin ettiği zikri ile meşgul olur Zira Efendimiz (SAV) şu mealde buyurdu; "Kim ki 40 sabahı Allah için halis geçirirse, hikmet pınarları, kalbinden diline akar ve kaynar."

Bunu da en güzeli Şaban ayının 15. Gecesi başlayıp. Ramazan Bayramı gecesi çıkmaktır. Halvete girmek isteyen; elbiselerini, halvet yapacağı yeri ve bedenini yıkasın.

Gusül ederken, her türlü büyük ve küçük günâhlardan ve hatıralardan tevbe niyeti ile guslünü yapar. Üzerinde birinin hakkı varsa onu verir. Beraber olduğu kimselerden gıybet ettiği varsa, ondan rıza ve hoşgörü dileğinde bulunur.

Halvette, oturuşu bütün vakitlerde kıbleye karşı abdestli olsun. Buna girmeden önce ilmihal bilgilerini bilmesi gerekir.

5 farz olan, 1. Lâ ilâhe İllallah bilgisi, 2. Oruç, 3. Namaz, 4. Hac. 5. Zekât bilgisi.

Muhakkak ki Hak Teâlâ bunların tümünü kitapta emretti. İyi bil ki, işin esası "Lâ ilâhe İllallah" bilgisidir. Bunun ilmi; Allah'ın sıfatlarından vâcip, caiz ve müstahil (câiz olmayan) olanı bilmendir.

Bilesin ki; Pak hazrete vuslat 40 makamla olup, 10 tanesi şeriattadır. Beşi yukarıda zikredildi. Diğerleri; 1. Tevbe. 3. İlim, 8. Nikâh. 4. Dili korumak, 5, Emr-i bil maruf ve nehy-i anil münkerdir.

İlerde geleceği gibi 10 tarîkatta; 10 hakîkatta, 10 da marifetle olmak üzere 40 makamdır. Târikin adımları, nefsin sınıflarını katetmekle aşılır. Sınıflar şöyle isimlendirilir: 1. Emmare, 2. Levvame, 3. Mülhime, 4. Mutmainne, 5. Radiye, 6. Mardiye, 7. Kâmile.

Nefis hangi sıfatla sıfatlanırsa onunla isimlendirilir. Meselâ, nefis şehvetlerle karşılaşır ve ona uyarsa, onun hükmüne girer. Emmâre (fenalıkları emredici) olarak isimlenir. Eğer bu işte sakin kalır, şeriata uymayı akıl eder; fakat şehvete meyil kendinde bakî kalırsa (arada günah işliyorsa) LEVVAME (Levm etmek, pişmanlık duymak) olarak isimlenir.

Eğer bu meyil nefisten giderse ve nefsin şehvetlerine karşı koyma gücü kazanırsa ve kutsi âleme yükselir ve ilhamlarla ilgilenirse MÜLHİME (İlham gelen nefis) olarak isimlenir.

Eğer nefsin ıstırabı sükun bulur ve şehvânî nefis kalmazsa esasa hakim oldu ve şehveti unuttu ise o zaman (İman da mutmain olmuş) MUTMAİNNE olarak isimlendirilir.

Eğer bundan yükselir ve gözünden makamlar düşerse ve bütün isteklerinde fâni olursa (Allah’tan razı) RÂDİYE olarak isimlendirilir.

Eğer bu hal, kendinde ziyadeleşirse, o zaman Hak ve halk indinde (Allah da ondan razı) MARDİYE olur.

Eğer kulların irşadına döndürülür ve bununla emrolunursa (En olgun kâmil bir nefis) KÂMİLE diye isimlendirilir.


Bu menzilleri geçmekten maksat, nefsin mutmain olmasına bağlı olan hakiki imanı elde etmektir ki, bu nefsten Hak razı olup kemâl derecesine ulaştırır.

Kalp siyaseti olmadan bu kemâl derecesine ulaşamazsın. Kalp siyasetini elde etmek, ilgilerden ve meşguliyetten boşalmadıkça kolay olmaz ve böylece de Mevlâ'dan gayrisi ile sıkıntıya düşmekten selamet bulursun Bunda selametin işareti (Allah'tan) gayriyi unutmaktır. Gayrinin şuuru devam ettiği sürece selâmetten uzaktadır ve zarara düşmeye yakındır.

Bu sebepten işini Mevlası'na teslim eden kimseye gayret etmesi gerekir. Tâ ki, insanı hakikî imâna götüren ve Rıdvân’a girmeye vesile olan nefsin mutmain olması kalp selâmeti ile olur ki onu elde etsin.

Sen bu makâma ulaştınsa, kâmil mürşid olmaya hak kazandın ve sana kemâl hasıl olmuştur. Hem ulaştın hem de ulaştırıcı oldun. Sana hidâyeti sebebiyle Mevlâ’na hamdet. (Evliyalığın ilk kademesi)

Allah’ın hizmetine müşahedesiyle meşgul olarak devam et ki, bu İHSAN makâmıdır. Ve Kâinatın Efendisi’nin sünnetine uymaya devam et.

Bilesin ki, Allah-ü Teâlâ, şüphesiz mahlûkatı, tâatı, ibâdeti ve irfanı için yarattı.
Zira buyurdu: (âyet meali: “ben insanları ve cinleri ancak (Bana) ibadet etsinler diye yarattım.” İbadetlerin de en faziletlisi Allah’a ulaştırandır. O da sülûktur. Bunun için de kâmil, mürşid ve faziletli bir üstaz lazımdır. Zira bu öyle bir yoldur ki, gayıptır, hislerle anlaşılmaz; nefse muahlefet üzerine kurulmuştur. Görmez misin ki, doktorların çoğu, hastalandıklarında nefislerini tedavi etmekte, sahibine gizliliği dolayısıyle âciz kalmışlardır. O nefis ki, arkadaşlarının en sâdıkının görünümünde olan, düşmanlarının en zorlusudur. Onun için, “mü’min mü’minin aynasıdır” sözü geldi. İşte ehil mü’minin kardeşinden yardım istemesi onun işini sonuca ulaştırır. O da kardeşinin nefsindeki oyunlara hücum eder. Yalnız sadık (tam) bir teslimiyet gerekir. Bu sebepten bü¬yükler dedi; "Şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır." Zira Allah-ü Teâlâ'ya vuslat çok şerefli ve yüce olduğundan ve isteklerin en yücesine ulaştırdığından, her yönden engeller ve yok edici şeylerle kuşatılmıştır.

Sen bu tehlike ve yok edici şeyleri düşündüğünde, sâlikin kâmil bir mürşide, fazıl bir şeyhe ihtiyacı olduğunu da bilirsin. O da müritleri helak edici şeylerden korur ve onları sülûka irşat eder. Bu kimseyi sülûka sokmak da ancak kâmil bir delilin irşadı ile daha önce sülûka giren sâdık bir mürît vasıtasıyla olur.

Mürit, Allah'a yönelir ve maksadında da sadık olursa, Allah onu bu sebeple kâmil ve nasihatçi bir şeyhe ulaştırır. Onun hali ve bakışı müride gayret verir. Kelime ve sözleri ona fayda verir. Nitekim Mevlâna Ziyâüddin Hâlid Müceddidî böyle idi.

Necmeddin Kübrâ (KS) dedi: "Nasıl ki çekiç, örs, körük, kömür ve di¬ğer âletler olduğunda bir usta her şeyi yerli yerine koymadıkça bir şey vücuda gelmezse, işte böylece mürid kalbi şeyhin kalbine bağlanmadıkça, kalp aynası temizlenmez. Yine, itirazı terk, kaderden takdir olana rızâ; fetih ve kabz halinde şu mealdeki âyetin mânâsını düşünerek "bazı şeyler hoşuna gitmez, halbuki o senin için hayırlıdır..." ve kesinlikle Allah-ü Teâlâ, annenin çocuğuna merhametinden daha fazla merhametli olduğunu bilecek (böyle olunca muvaffâkiyet olur). Bilesin ki, kulun kendi nefsindeki işleri bilmesinde, şeyh müridin işlerinde müritten daha bil¬gilidir. Şeyhe bağlılık ve teslim olma her yönden en önemli şarttır.

Bilesin ki, sülûka girmeksizin tek başına cezbe, tarik-i müstakimde, Hakk’ın emirlerine uymak ve yasaklardan sakınmakta esasta hiçbir fay¬da ve sonuç vermez. Ancak sonucu aptallık ve cinnet doğurur. Halbuki selâmeti (gayesi) helak yerinden kafi surette uzaklaşmaktır. İşte şeyhsiz ve ilâhi cezbesiz olarak sülûka girip, emre uyup, yasaklardan kaçın¬mak işi de hiçbir fayda vermez. Ancak bunlar, ilim ve ibâdetten kendilerine gelene kanaat eden zahir âlimler ve âbidler sınıfına girmiş olurlar. İnsanlar da bunlardaki ilim ve ibadeti görerek onlara kıymet verirler. Ve överler. Halbuki bunların içleri riyâ, ucûb, kibir, haset, gurur, gaflet ve diğer kalp hastalıklarıyla dolu (olabilir).

Ama önce sâlik sonra meczup veya bunun tersi; bu her iki şahıs da Allah ehlidirler ve seçtikleridirler.

Meselâ bir sâlik meczup, âlimdir. Bildiği ile amel eder. Allah da onu bilmediği ilimlere mirasçı kılar. (Ayet meali): "Allah'ın senin üzerine ikramı çok büyük oldu..." Meczûp sâlik, amel ehlidir. Zira 40 sabah Allah için hâlisâne kulluk edene, hikmet pınarları kalbinden lisanına dökülür. Nitekim Allah-ü Teâlâ buyurdu: Âyet meâli) "Allah'tan korkun ki o sizi âlim kılsın…”

Bilesin ki, Şeriat-ı Muhammediyye, onda olan bütün meşru hükümleri düşünen ve bidatsız olarak meşru şekilde amel edenlere Cezbe-yi ilâhiyi elde etmeye sebeptir. Ama bid’atli olarak amel ise cezbeden uzaklaştırıcıdır. Bu sebepten bid’at kötü oldu. Masiyet işlemesiyle çirkinliği arttı.

Âyetler, hadisler, sahâbi, tabi'în ve evliyanın hayatları cezbe ve bayılma, korku ve ağıtla doludur. Allah-ü Teâlâ buyurdu: (Âyet meâli) "Ve Mûsa bayılarak yere düştü..." (Ayet meâli): "Biz bu Kur'an'ı dağa indirseydik, sen onu Allah korkusundan parçalanmış görürdün…" (Ayet meâli): "Okunan ayetler onların cildlerini ürpertir"

Efendimiz (SAV) şu mealde buyurdu: "Ey Allah'ım, korkmayan kalpten sana sığınırım…" Bazı sahabelerden bayılma, çok âh etmek şiddetli ağıt, kendini tutamamak, yere vurma sahih olarak vâki oldu ki bu ve benzerleri, kalp haşyetine işarettir.

Bu tâife (tasavvuf ehli) nefsi aynaya benzettiği gibi su pınarına da benzettiler. Ve yine nefisteki olan marifet ve ilmi, su pınarındaki duru¬ma benzettiler. Ve dediler ki pınarın suyu bazı kere derine gider ve suyunu ancak hafriyât çıkarır. Nefsi pınara benzetmek sahihtir. Zira nefse, Allah’a yemin gününde unutturduğu şey olan hakikat ve ilimlerden tecelli eder. Şimdi vehimler ve sebeplerle uğraştığından onlarla meşgul değildir. İşte pınar suyu nasıl derine indiğinde kazılarak bulunursa, hakikat ve ilimlerin Tecellisi de bunun gibidir. İşte mücahede kazması ve riyazet küreği ile su geri dönünceye kadar çalışılır. Bu fırka yani, tarîkat ehline, bunlara parlatma yolu da denir, bunlarda hastalığın esası nefistir. İyileştirilmesi en önce olan odur. Esas olan hastalık kesilirse, teferruatı birlikte kesilmiş olur. Tedavi, hastalığa ilacı sevk etmekle olur. Bu da ancak illetlin aslını bilmekle mümkündür.

Her cismâni derdin esası, mizacın bozulup etkide ve tepkide tabii akışının dışına çıkmasıdır. Her kalbî hastalığın esası da maksadın fesada uğramasıdır. Bunun da işareti, nefisten râzı olup etki ve tepkide şer’i ve hakikî ceryanın dışına çıkmasıdır ve hevâ ve bâtıl vehimlere uymasıdır. Bu da yakînde ve diyanetteki titizlikteki zayıflıktan doğmaktadır.

Nefsin ilacı, onu arzu ettiği noksan ve gafletlerden uzaklaştırmak, öyle ki bir daha aynı duruma düşmemek ve nefiste vaki olanlardan nefsi temizlemektir. Bu durumda birincisi takvâ ve istikâmetle olur ki nefis ondan hiç ayrılmasın. İkincisi tevbe ve inâbe ile olacak, böylece takvâ, istikâmet ve benzerleri kendine lazım olanlar nefiste tabii hale gelir.

Cilâ ve parlatma yolu eskidir, Şeriat zamanından önce de vardı. Bu da nefis aynasının üzerine bir ilave yapılmadan parlatılmasıdır. Bu yine de vardır Ortadan kalkmaz. Lakin bazı kere halvet ile ıslah, terbiye yolu ve benzerleri ile olur. Bazen yalnız, esası muhafaza ile bazen de yalnız hürmeti muhafaza bazen yüksek himmet, azim kuvveti ve cezm ile; bazen telâkki ve ilkâ (telkin yolu ile) olur. Bu işler ebediyete (kıyamete) kadar devam edecektir. Yalnız bu zamanda nefsin ıslahı yok oldu. Netice olumsuz oldu. Bu da apaçık gözüküyor.

Bazı meşâyıhımız dediler ki; 824 Hicri senesinde nefis ıslah işi ortadan kalktı. İfade ve İlm-i Halden başka bir şey kalmadı. Sen ziyade ve noksan etmeksizin sünnete uyma yolunu tut. Yani Ehl-i sünnet yoluna sadakatla tutun. Bu yol, kemali elde etmekte eksiksizdir. Zira ilk gayeleri, nefisteki kemale fazlasız olarak ulaşmaktır. Halbuki diğer yolda kesbi elde ederken, birikmiş olan şeyleri de beraber götürür Mefâhiril-Aliyyede’de bu mevcuttur.

Zât ve sıfat ilmi, yani tevhit ilmi ve bunu elde etme yolu, şüpheli ve müşkil olanlara girmeksizin kitab ve sünnetin maksadını koruyarak, inanç mezhebinin ifadelerini tahkik etmekle olur. İmkân olan şekilde mezhebin delillerini alır. Bunlara iki gözü önünden delil ve şahitleri ayırmaksızın devam eder ki, ta ki tevhidin hakikat ve yakînine ulaşsın. Yine bunun gibi, fıkıh, fetva, tefsir ve hadiste de aynısını yapar. Ama bir kimse ki onun görüşü genişleyerek öyle bir duruma gelir ki artık hüküm bu halde onlara yönelir. Kim ki, ilm-i halini (mezhep) imamların hükümlerinden alırsa nûrunu onlardan almış olur. Yine eğer ehil ise kitap ve sünnet hükümlerinden alan da böyledir. Âlim olamayan için hadis ile amel, hataya düşürücüdür, ilimsiz hadise uymak, hidayeti kaybettirir. Onun için geçmişin görüşünü ihmal eden imam bulamazsın. Bilhassa onların eserlerine uyarlar. Kitaba ve sünnete tâbi olan ve bu ikisini de anlayan kimse bizim demek istediğimizi bilmiştir.

CAMİ'UL USÛL

Müellif: Ahmed Ziyaüddin (K.S.) Gümüşhanevi
Mütercimi: Hüsameddin Fadıloğlu

s.279-283

İstanbul-2007


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: NEFS MAKAMLARI ve NEFS TERBİYESİ
MesajGönderilme zamanı: 16.03.10, 12:27 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 24.11.09, 16:40
Mesajlar: 25
Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevî'ye Göre SEYR VE SÜLÛK

CAMİ'UL USÛL

BÖLÜM-V. TARİKATIN ESASLARI

V.9- NEFSE MUHALEFET


Bilesin ki, nefse muhalif olmak, isteklerini defetmek, farz-ı ayn olup, büyük cihat ve yücelik işidir. Allah-ü Teâlâ buyurdu; (Ayet meali): "Ama, Rabb’ının makamında korkan ve nefsi isteklerinden engelleyene elbette bu sebeple cennet barınaktır." Allah-ü Teâlâ Dâvût (AS)'a şu mealde buyurdu: "Ey Davut, ashabını her türlü is¬teklerden sakındır. Zira dünya şehvetleri ile ilgili olan nefislerin akılları Benden perdelenmiştir." Efendimiz (SAV) buyurdu (meâlen); "Ümmetim üzerine en çok korktuğum, arzuya (nefse) uymak ve uzun emeldir. Arzu seni Haktan alıkor. Uzun emel ise âhireti unutturur."

Bilesin ki. nefse muhalefet, lezzetlerinden uzaklık kulluğun başıdır. Zira bunlar kul ile Rab arasında en büyük perdedir. Kime ki nefis arzularının yolu açıldı, onun ünsiyeti kayboldu. Kim ki nefsinden razı oldu nefsi onu helâk etti. Akıllı insan nasıl olur da nefsinden razı olur ki. Yûsuf Sıddık (AS) dedi ki; (Âyet meali): "Ben nefsimi temize çıkarmam. Nefis elbette kötülüğü emredicidir."

Sırrî (KS) dedi ki: “Nefsim benden 30 veya 40 sene bir cevizi pekmeze batırmamı istedi. Ona itaat etmedim." Havada oturan bir adam görüldü; Ona dendi ki; "Buna ne ile kavuştun?" Dedi ki; "Arzuyu terk etmek¬le, arzu benim emrime girdi." İbrahim Havvas (KS) dedi ki "Bir kimse bir arzuyu terk edip de onun terk meyvesini kalbinde bulmadı ise o arzuyu terkinde yalancıdır."

Bilesin ki; nefs-i emmare 7 başlı şeytandır. 1. Şehvet, 2. Gazap, 3. Kibir, 4. Haset, 5. Bahillik, 6. Hırs, 7. Riyâ'dır. Şehvetin başı riyâzetle ve yemekte ve içmekte hayvana benzemeyi azaltmakla kesilir. Öfkenin başı yumuşaklıkla kesilir. Kibrin başı tevazu ile kesilir. Hasedin başı şöyle itikad etmekle kesilir; Muhakkak ki, mülk Allah'ındır. Nas da O’nun kullarıdır Kullarından dilediğine mülkünden hibe eder. Öyle ki O kullarından her birinin işini en iyi bilen O’dur der veya O mülkünde dilediği gibi tasarruf eder ve dilediğini seçer. Hırsın ve bahilliğin başını kanaat yüceliği ile keser ve hırslı bahil kimsenin nefsini aşağılık ve pis işlere attığını iyi bakınca görür ve ırzını kötülüğe arzeder ve nefsini öm¬rü boyunca zorluk, şiddet ve aşağılanmaya sokar. Toplamak ve elde et¬mek için nefsini zorlar ve nefsini Allah'ın kendine verdiği rızıktan fayda¬landırmaz ve sonra ölür. Bundan başkası faydalanır, ona ise günâh ve hesabı kalır. Riyânın başı, ihlâs ile kesilir ki; ihlâs, her türlü dinî ve dünyevi hayır ve bereket meyvesi verir.

Bilesin ki, nefsin hevasına uygun hareket etmek, şeytana tâattır. O halde nefsin hevâsına mücahede ile muhalefet et. (Ayet meâli): "Ey mutmain nefis, Rabbine dön..."

Bilesin ki, insanın kuvvetinin kaynağı, tabiat, mizaç ve bunlara bağlı olan sıfat ve ahlâktır. Fiiller ise kalbidir. Kalp de bedeni idare eden, her şeyi fark eden ilâhî rûhun aynasıdır. Lakin bu rûh-u ilâhi, sol göğüs boş¬luğunda sanavberî şeklinde olan suretle görülen hayvânî rûh vasıtasıyla iş görür. Ruh-u ilahi Allah'ın şu mealdeki sözü ile işaret edilmiştir: "Beni mü’min kulumun kalbi kapsadı..." Bu ruh-u ilâhî Ruhun yaratılıştaki isteklerinin vasıflarına göre bölümlere ayrılır. Öyle ki, her ufak istek için ondan bir bölüm ayrılır. Böylece mânevi aşağılamaya uğrar. Nitekim bedendeki düşüklük çoğaldıkça önlenmediği takdirde, beden de zayıflar ve yine büyük bir nehrin suları çeşitli kanallara ayrılırsa onu kuvvetlendirmek için bu kanalların tekrar nehirle bağlanması gerekir. Zayıf mideli ve güçsüz bir kimse, kendisinde rahatsızlık devam ettiği sürece, hangi gıdayı yese ona fayda vermez. Her ne kadar gıda alınsa da sonuç bakımın¬dan alınmıyor demektir. Tabiatının rahatsızlığı o gıdadan netice vermez.

Hakikat ilminde tabiatın benzeri, kabiliyettir. Zira bir şeye kabiliyet olmazsa ona gayret de olmaz. Eğer insan, işin başında Hakk’ın ona verdiği ve zatının taşıdığı hususiyetlere yönelirse ve kalbini ve sırrını tü¬müyle ayrılıklardan, bölünmelerden ve cüzi yaratılış ilgilerinden muha¬faza ederse, onun gıdası tabiat ve rûhaniyet olur, sonra da ilahiyât olur. Bunun meyvesi, hariçten elde edilen güçlerden çok daha boldur. İnsan kendindeki gizli kemalden habersizdir. Bu sebepten bu kemali elde et¬mek için dış âleme yöneliyor. Eğer o doğru yola yönlendirilse idi, bilirdi ki, yüce istek'in ilgilileri, kapalı olanların açıklanması, gizliliklerin mey¬dana çıkması, ancak bütün sıfatlarının, kuvvetlerinin ve saptıran çeşitli ihtilaflardan çıkıp esas olan tevhide yönelmekle mümkündür. Ve adalet üzere bahsedilen 4 itidâle dönmekle olur. Bu da her şeyi içine alan tek asla dönüştür ki, her teferruat aslına ulaşsın. Esaslar da esaslarla bir¬leşsin ki parçalar tüm ile tamamlanır. Fakat bu durum, 2 kelimenin ve 2 halin birbirinden ayrılması için perdelenmiştır ki “olacak işi Allah yeri¬ne getirsin diye..." Bu (yukarıda bahsedilen husus) Sadreddin Konevî'den nakledilmiştir.

Sonra bilesin ki, nefsin işi büyüktür ve tehlikelidir. Sakınma konusu geldi ki; bu konuda âyet ve hadisler vardır. Nefsin temizlenmesine ve on¬dan kurtulmaya dair teşvik vardır.

Bu konuda âyet mealleri:
"Ey iman edenler, Allah'tan korkun, her nefis yarın için ne hazırladığına baksın..."
"Nefsi temizleyen felah buldu, onu azdıran da mahrum oldu..."
"Ben nefsimi temize çıkarmam. Elbette ki nefis kötülüğü em¬reder. Ancak Rabbimin merhamet etmesi müstesnadır."
"Ey mü'minler, nefislerinizi, ehlinizi ateşten koruyunuz."

Bu konuda hadis mealleri:
"Senin gizli düşmanın, iki yanının arasında olan nefsindir."
"Güçlü kimse güreşte yenen değildir. Güçlü kimse, öfke anında nefsine sahip olandır."

Her müslümâna Allah'ı murakaba etmek, nefsi temizlemek, ahlakını güzelleştirmek vâciptir. Bilhassa kendisine selim kalp verilmeyen kimse dikkat etmelidir.
Bu nefis, her şahıs tarafından, her zamanda kötülenmiştir. Hattâ bü¬tün milletler nefsi kötülemek ve oyunundan korunmak hususunda, aldanmalarına uymamakta ittifak etmişlerdir. Onun için, tarîkat imamları müridin ilk işini, nefsini kahretmek ve riyazet (isteklerini vermemek) olarak tesbit etmişlerdir. Nefsin arzularına muhalefet, ülfet ettiği şeyleri ve arzularını kırmayı müritlere emretmişlerdir. Mürîdlere nefisten ve onun oyunlarından sakınmayı emretmişlerdir ve nefsin muhasebesini zorunlu kılmışlardır. Efendimiz (şu mealde) buyurdu: "Siz hesaba çekilmeden nefsinizi hesaba çekiniz…"

Bûsirî şiirde dedi ki;
Sen o nefsi güt; zira o amellerde kırda otlayan hayvan gibidir,
Eğer bir otlağı helâl görse de, başı boş bırakma,
Nefis her ne kadar lezzet bakımından beğense de aslında o kişiyi öldürücüdür.
Bir kimse zehirin yağa karışmış olduğunu bilemez.

Sonra bilesin ki, nefsin başını boş bıraktın mı seni emrine alır. Allah-ü Teâlâ kitabında hülâsa ve tafsilatıyla nefisten bahsetti. Zikrini güzelce ifade edip vasfına işaret etti. (Âyet meali): "Nefis ve onu düzgün yaratmasına yemin olsun..." "Ona kusuru da takvâyı da ilham etti." Allah-ü Teâlâ nefsin özelliklerini beyan etti. Bir kere EMMÂRE ile, bir kere LEVVÂME ile, bir kere MÜLHİME ile, bir kere MUTMAİNNE ile, bir kere RÂDİYE ile, bir kere MARDİYE ile, bir kere teşvik edici, bir kere de itaat ettirici olarak vasıflandırdı. Bunların hepsi bir mânâya gelir. Nefsin tavır ve cinslerine göre ona isim konur. Nefsi tanımak 4 de¬lil ile vâciptir. Ondan cahil olanın cihat etmesi mümkün değildir. Zira nefsin bilinmesi, Allah'ı bilmenin kapısıdır ki Allah'ın hükmünün gereği budur. Bundan dolayı Efendimiz (SAV) mealen buyurdu; "Nefsini bilen Rabbini bildi..." Allah'tan cahil olmak haramdır. Allah bilgisi vâciptir. Nefis bilgisi de vâciptir.

Bilesin ki, nefis görünmeyen buhar cinsinden lâtif bir cevher olup, ha¬yat, his, hareket ve irade gücünü yüklenmiştir. Felsefeciler ona "Hayva¬nî Rûh" dediler. Bu sebepten bedende gözüken bir cevher olup, ölüm anında onun ışığı bedenin dışından içinden kesilir, uyku halinde ise za¬hirinden kesilirse de bedenin batınından kesilmez. Bu sebepten ölüm ve uykunun ayrı bir cins olduğu anlaşıldı. Ölüm, tümüyle kesilmedir, uyku ise bir eksik kesilmedir.

Bu sebepten hakim ve kadir olan Allah, nefsin bedenle ilgisini 3’e ayırdı.
1. Nefsin ışığının bedenin bütün parçalarına, iç ve dışına ulaşmasıdır ki, bu uyanıklıktır.
2. Nefsin ışığı dıştan kesilir, içten kesilmezse, bu uykudur.
3. Tümüyle iç ve dıştan kesilirse, bu da ölümdür.

NEFS-İ EMMÂRE: Bu, bedenin tabiatına meyleden nefistir Lezzetler ve şehevi hislerle emreder. Kalbi aşağılık yöne çeker. Bu sebepten bu nefis serlerin yatağıdır ve kötü huyların kaynağıdır.
NEFS-İ LEVVÂME: BU, gaflet uykusundan uyanıklığı kadar kalp nu¬ru ile aydınlanan nefistir ki, ne zaman ki, zulmani yaratılışı hükmü iti¬bariyle ondan günâh meydana çıksa, nefsini ayıplar ve ondan tevbe eder.
NEFS-İ MUTMAİNNE: Kalbin nuru ile aydınlanması tamamlanmış nefistir. Kötü vasfından kurtulmuştur. Övülen ahlakla ahlâklanmıştır.
NEFS-İ NEBATÎ: Bu da tabii cismin, yeni doğum yapması, çoğalma¬sı ve gıda alması hususunda ilk kemaldir.
NEFS-İ HAYVANÎ: Bu, tabii cismin, teferruatı bilmek ve irâde ile ha¬reket etme konusundaki ilk kemaldir.
NEFS-İ İNSANÎ: Bu, tabiî cismin ilk kemali olup bu idrakle külli iş¬leri bilir ve fikri işleri de akleder.
NEFS-İ NÂTIKA: Bu, maddeden mücerret olup nefis fiil yaparken ona yakındır. Felekî olan nefsler de böyledir.

Ne zaman ki, nefis emir altında sükûnet bulup, ıztırap zail olur, şehvetlerin ona arzı kendisinde bir tesir uyandırmazsa. MUTMAİNNE diye isimlendirilir.
Eğer nefis sükunet bulmaz, şehvanî nefsi de müdafaa ederse ve bundan da mücadele ederse LEVVÂME diye isimlenir. Zira Rabbının ibade¬tinde kusuru dolayısıyla kendini ayıplar.
Eğer çekinmeyi terkeder, şehvetinin gereğine ve şeytanın çağırması¬na uyarsa EMMÂRE diye isimlendirilir.

NEFS-İ KUDSİYYE: Bu, bütün bir cins olanı veya buna benzeyeni, yakînî bir şekilde huzurda bulundurma gücüdür. Bu da zekâ ve ferasetin ve kuvvetin son noktasıdır.

NEFS-İ RAHMANİ’ye gelince, aynî ve hayalî eşya üzerine yayılmış ve mevcudatın şeklini taşıyan umûmi vücuttur. Birincisi ikinci üzerine konmuştur. Buna felsefeciler "Tabiat" dediler ve eşya da kelimeler olarak isimlendirildi. Bu da mahreç bakımından insa¬nî nefis üzerine vâki olan lafzî kelimeler olarak teşbihen söylendi. Nasıl ki kelimeler aklî mânâlara delalet ediyorsa, mevcudâtın kendisi de onu icat edene, icat edenin sıfat ve esmasına ve zatı itibariyle sabit olan tüm kemalâtına ve derecelerine delâlet ediyor. Yine bunların her biri “ol” kelimesi ile mevcut olmuşlardır. Mevcudâta kelime ile sebep yerine sebep olanın ismi söylendi.

Müellif: Ahmed Ziyaüddin (K.S.) Gümüşhanevi
Mütercimi: Hüsameddin Fadıloğlu

s.301-305

İstanbul-2007


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 5 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 4 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye