Cellatlık meselesiyle ilgili nette şöyle bir menkıbe buldum.
Alıntı:
Müritlerinden biri, Hace Hazretlerine bağlanma sebebiyle ilgili olarak şunları anlatır:
- Bir bayram günü, Şah-ı Nakşibend Hazretleri Buhara daydı. Sufileri, Hace Hazretlerinin bayramını tebrik etmek için gruplar hâlinde ziyarete geliyorlardı. Şah-ı Nakşibend Hazretleri, büyük bir memnuniyetle müritlerinin hizmetlerine koşuyordu. Hasta olmasına rağmen, misafirlerine bizzat kendileri hizmet ediyordu. Hatta misafirlerine mübarek omzunda etler taşıyor, yemek pişirme işiyle bizzat meşgul oluyordu.
İşte Hace Hazretlerinde, müşahede etmiş olduğum bu güzel ahlâk örnekleri, ona olan sevgimin artmasına sebep oluyordu. Aradan bir müddet geçti. Hace Hazretleri, bir şeyler almak üzere beni evine gönderdi. Ama ben evini bilmiyordum. Bu sebeple bana, Köye yaklaşınca evimi sor, sana tarif ederler. Ev halkından yemek yapmak için lâzım olan kap kacakları iste; eğer evden cevap alamazsan, kapının üzerindeki halkayı daha kuvvetli vur. Sonra sana verilen kap kacakları al gel. dedi.
Köye ulaştığımda, evinin önünde oturmuş bir kadın gördüm. Kadına Şah-ı Nakşibend Hazretlerinin evini sordum. Ama kadın terk-i edepte bulunup ağır sözler söyledi. Ardından, Buralarda öyle şeyh filan yok! Ancak şu ilerde yankesici ve cellat olan biri var! deyince; bu edepsiz sözlerin tesiriyle yüreğim daraldı.
Nihayet Hace Hazretlerinin evini buldum. Bana söylendiği üzere kapıyı çaldım. Hace Hazretlerinin istemiş oldukları kap-kacakları aldım. Gerisin geriye dönüp, yanına vardığımda, Hace Hazretleri bana bakıp:
- Seni göndermiş olduğumuz hâl üzere geri dönmedin. Üzerindeki bu değişikliğin sebebi ne ? diye sordu.
Hace Hazretlerine, o kadından duymuş olduğum sözleri ilettim. Hace Hazretleri şunu söyledi:
- Sofra getirmeyi unutmuşuz! buyurdu.
Şah-ı Nakşibend Hazretlerinin bu isteğini yerine getirmek için tekrar köye gittim. Bu kez aynı kadın yine oradaydı. Bu kez yine söyleniyordu:
- O nasıl bir mürşit, dergâhında ne halvet, ne sesli zikir, ne de sema var!..
Anlaşılan büyükler hakkında sarf ettiği sözlerinde giderek sınırı aşıyordu. Ama ben bu sözleri işitince yüreğim öncekinden çok daha şiddetli sıkışmaya başladı. Benim bu hâlimi gören aynı kadın, cefâ verici sözlerini daha da arttırdı.
Nihayet, Hace Hazretlerinin ev halkından sofrayı alıp, geriye döndüm. Şah-ı Nakşibend Hazretleri bana şöyle dedi:
- Bu kez hâlin, öncekinden daha da değişmiş!..
Durumu kendisine anlattım. Hace Hazretleri şöyle buyurdu:
- Şu bostanın dışında ziraatla meşgul olan Emir Hüseyin adında bir müridimiz var, onu çağır, dedi.
Hace Hazretleri, Emir Hüseyin e:
- Filanca kadına git, ona, Cellât olmana rağmen, bizi cellâtlıkla suçluyorsun! de. Eğer itiraz eder, Ben ne gibi bir cellâtlık yapmışım? diye sorarsa; Sen filan kimseyle zina ettin. Bunun sonucunda, insanlar seni kınamasınlar diye cenini düşürüp falan yere gömmedin mi!? de. Sen de Emir Hüseyin in arkasından git. Bak, bakalım bu kez kadın, neler diyecek? dedi.
Emir Hüseyin ile birlikte kadının yanına gittim. Emir Hüseyin kadına Hace Hazretlerinin söylediklerinin aynısını söyledi. Sözleri işiten kadın bu kez ağlamaya başladı:
- Bir kabahat işledim ve tövbe ettim. Ancak benim işlediğim bu hatayı, hiçbir Allah kulu bilmiyordu!&deyince, Emir Hüseyin:
- Allah Teala bunu bildirmemiş olsaydı, o Allah dostu Şah-ı Nakşibend Hazretleri bunu sana nasıl söyleyebilirdi! dedi.