sufiforum.com https://sufiforum.com/ |
|
TÜRK YURTLARININ MANEVİ İKLİMİNDE İLK ADIMLAR... https://sufiforum.com/viewtopic.php?f=55&t=536 |
1. sayfa (Toplam 1 sayfa) |
Yazar: | arsiv [ 12.01.09, 12:06 ] |
Mesaj Başlığı: | TÜRK YURTLARININ MANEVİ İKLİMİNDE İLK ADIMLAR... |
TÜRK YURTLARINDA İLK ADIMLARIMIZ [ YENİ HAFTA -Haftalık Gazete- , 1992 ; Sayı: 7-12 ] * * * SUNU 15 Ağustos 1992 Cumartesi günü İstanbul'dan hareketle başlayan Türk Yurtlarına yolculuğumuz 29 Ağustos 1992 gününün son saatlerinde sona erdi. Böylece daha birkaç yıl öncesinde bizim için ancak bir hayal olan bir hasretimiz de sona eriyordu. Fakat aradan birkaç gün geçince Türk Yurtlarına, ata yurtlarına olan hasretimizin öyle 10-15 günlük gezilerle bitmeyecek kadar derinlere kök saldığını anladık. Sözün özü daha kendimize gelmeden yeniden oralara girme arzumuz gönlümüzde harekete geçmiş durumda idi. Bu satırları yazarı için sıradan her T.C. için olduğundan çok daha farklı bir anlamı olan Türk Yurtları gezimiz bir başka yönüyle de çok özel anlamlar ihtiva ediyordu. Tanrı Dağı eteklerinde, Issık-Göl kenarlarında, Buhara yollarında, Kızılkum çöllerinde yaşadığımız sürece bizimle olacak anılar biriktirdik. Türkiye'de pek çok müslümanın adından bile haberdar olmadığı Pehlivan Mahmud Ata, Battal Baba, Şah-ı Nakşıbend Muhammed Bahaüddin Belagerdan, İmam İsmail Buhari, Hoca Ubeydullah Ahrar Veli, Abdulhalık Gücdüvani, Şah-ı Zinde Kusem ibn Abbas, Mir Seyyid Bereket, Ebubekir Keffal Şaşi ve nihayet Hazret-i Türkistan Hoca Ahmed Yesevi (Rh.A.E.) makamlarında gözyaşlarının sessiz sessiz çağladığına şahid olduk. Uluğbek rasathanesinde atalarımızın ilmi ile göğsümüz kabarırken Emir Timur türbesinin, Uluğbek medresesinin ve daha pek çok , pek çok atalar mirasının bugünkü harap ve perişan hali gönlümüzü sızlattı. Buhara'nın muhteşem ve muazzam Cum'a Mescidinin mihrabının güzel çinilerini kapatmak için çamurla sıvayan, muhteşem Taç kapısının süslemelerini alçıyla kapatmaya ve böylece Türkistanlıların tarih şuuru kazanmasını engellemeye çalışan kuş beyinli emperyalistlere ve yerli işbirlikçilerine karşı nefretimiz müşahhaslaştı, gönlümüzden yükselen intikam hisleri nabzımızda zonkladı. Semerkand'da Ubeydullah Ahrar Veli külliyesinde ve Yesi'de kıldığımız Cuma namazlarında gönüllerimizde bir başka huzur bulduk. Yesi'de yaşlı müezzinin hiçbir makam ve okunuşa uymayan Ezan-ı Muhammedisi kulaklarımızda şimdiye kadar duymadığımız bir ezana kalbetti. Kulaklarımızdan beynimize intikal eden o kırık ve boğuk ses 70 yıldır bu ezanları susturan zalimlere nefreti o kadar güzel terennüm ediyordu ki!... Bu yazı dizisinde Türk Yurtları'ndaki gezimizden bizde kalan izlenimi sizlerle paylaşacağız. Gündelik hayattan istikbale ait beklentilere kadar değişik yönleriyle Türkistan Cumhuriyetlerinde olacağız. Bu yazı dizisini okuyan her okuyucu, eğer eline bir fırsat geçerse "Haydi Türkistan'a gidiyoruz" diye yola revan olma arzusunu gönlünün en derin yerlerinde hissederse görevimizi yerine getirmiş olacağız. "Haydi Türkistan'a, Türk Yurtlarına! Hep beraber!... Dr. Hayati Bice |
Yazar: | arsiv [ 12.01.09, 12:08 ] |
Mesaj Başlığı: | Re: TÜRK YURTLARINDA İLK ADIMLARIMIZ |
14 Eylül 1992 TÜRK YURTLARINDA GEZİ NOTLARI & İZLENİMLER Özel bir turizm şirketinin düzenlediği turla Türkistan [Özbekistan, Kırgızistan ve Kazakistan] Cumhuriyetleri'ne gidebileceğimizi öğrenince yıllardır içimizde yanan korlar yeniden alevlendi; pek çok engel olabilecek durumu hiçe sayıp yola koyulurken bile Türk yurtlarında bir geziye gittiğimize inanamıyordum. Ne zamanki böğrüne orak-çekiçli bayrak işlenmiş Aeroflot uçağında "Özbekistan Hava Yolları hayırlı yolculuklar diler, İstanbul-Taşkent uçuş mesafemiz 3.600 km." anonsunu işittim, rüyalarımızın gerçekleşmek üzere olduğunu anladım. Sanıyorum aynı duygular gezi grubumuzun tümünün gönlünden geçmiştir. 4,5 saatlik bir uçuştan sonra Taşkent havaalanına indik. Dış hatlar terminalinde Özbekistan, Kazakistan ve Kırgızistan vizelerimizi iki saat gibi bir sürede ve Sovyet sistemi düşünülürse çok süratle alarak Özbekistan olarak adlandırılan Türkistan topraklarına adım attık. Bizim seyahatimizden üç gün önce Özbekistan, Türkiye'den gelen yolcuların vize alma zorluluğunu kaldırmış ve hangi şehirlere gidilecekse onları beyan etmek üzere vize benzeri bir işlem havaalanlarında uygulayacağını açıklanmıştı. Ve biz bu uygulamanın belki de ilk tatbik edildiği gruplardan biri idik. Özbekistan Hava Yolları her hafta Cuma günleri direkt Taşkent-İstanbul-Taşkent uçuşu gerçekleştiriyordu.Yolcu kapasitesine göre bu uçuşların daha sıklaşacağını sanıyorum. Taşkent Havaalanı'ndan kalacağımız Özbekistan oteline hareket ediyoruz. Kısa bir Taşkent şehir turu atıyoruz. Taşkent'in eski yerleşim merkezi olan eski şehrin pazar yerini geziyoruz. Özbekistan diğer eski Sovyet Cumhuriyetleri'ne göre tabii ve zirai kaynaklar yönünden daha zengin. Bu zenginliği pazar yerinde de hissediliyor. Öğle yemeği sonrasında geçtiğimiz yıl 550. doğum yılı kutlanan Ali Şir Nevai'nin anısına yeni yapılan Ali Şir Nevai anıtının süslendiği parkı ve yakınında halen el sanatları ile meşgul sanatkarların çalıştığı bir medreseyi geziyoruz. Bu arada dikkatimizi ve ilgimizi hemen yakındaki evlendirme dairesinden çıkan genç çiftlerin Ali Şir Nevai anıtını ziyaret ederek çiçek bırakmaları çekiyor. Daha sonra aynı davranışa Hive'de Pehlivan Mahmud ve Yesi'de Hoca Ahmed Yesevi'nin makamlarını ziyaret ederek hayır dualarında bulunan çiftlere de rastlayacağız. Milli kimlikleri yok edilmeğe çalışılan Türkistan halkının bu suretle kendisinin değer verdiği kişilere olan saygıyı yaşatma yollarından biri olarak bu durumu anlıyoruz. Taşkent'te Ali Şir Nevai parkını gezerken kulağımıza çok nefis bir okunuşla dalgalanan ezan sesleri geliyor. Bir an Medine-i Münevvere'de okunan o güzelim ezanı işitiyorum sanki... Evet; işte bu Taşkent'in yılllardır özlediği bir ses!... : Çok güzel bir makamla okunan Ezan-ı Muhammedi. Akşam üzeri Taşkent'ten Türkistan'ın orta bölgeleri olan Harezm bölgesinin bugünkü merkezi olan Ürgenç'e uçuyoruz. Taşkent'e yolculuğumuz gece gerçekleştiği için ( İstanbul-Taşkent uçuşu Türkiye saati ile 23.45'de başlıyor ve Özbekistan saati ile yaklaşık saat 07.00'de bitiyor. Bu arada Özbekistan ile Türkiye arasında iki saatlik bir saat farkı olduğunu hatırlatalım.) Türkistan'ı havadan doyasıya görme imkanını ancak Taşkent-Ürgenç uçuşumuz sırasında buluyoruz. Yaklaşık 1.500 km. bir mesafeyi geçtiğimiz Taşkent-Ürgenç'e uçuşu sırasında Maveraünnehir olarak bilinen Sirderya-Amuderya arasındaki düz ve çoğu yeri ova ve orta kısımları çöl olan araziyi geçiyoruz. Son yıllarda Aral Gölü'nün su rezervinin azalması ile ova aleyhine çölleşme olgusunun artışının açık örnekleri olan kıraç ve kumlu tepecikleri aşıp akşam üzeri Ürgenç'e iniyoruz. 150 bin kadar nüfusu olan Ürgenç'te beklediğimizden daha iyi şartlara sahip ve özellikle çalışanlarının yakın ilgisini unutamayacağımız sevimlilikteki Harezm oteline yerleşiyoruz. HİVE KALESİNDEN BUHARA YOLLARINA Ürgenç'te geleneksel Türkistan yemekleri ile donatılmış kahvaltıdan sonra 60 km. mesafedeki Hive'ye geçiyoruz. Hive koruma altındaki tarihi dokusuyla tam bir müze şehir görünümünde. Turistik maksatlarla da olsa oldukça iyi bir mimari koruma altında olan Hive'de bir sur ile çevrilmiş olan kale içi; medreseler, hanlar, mescidler ve türbeler ile dolu. Kale içinde Hive hanlarının saray ve kabirleri de yer alıyor. Kalenin dışında kapıya yakın bir platform üzerinde Harezm bölgesinde yetiştiği için "Harezmi" adı ile anılan ünlü Türk bilgininin bir heykeli var. Hive kalesi içinde yer alan türbelerden en bakımlısı 13. yüzyılda Harezm bölgesinde yaygın bir şöhrete ulaşan tasavvuf adamı Pehlivan Mahmud'un türbesi. Devrin Hive Hanı, Pehlivan Mahmud için yaptırdığı türbede, bu büyük sufinin ayak ucuna gömülmeyi istemiş. Türbeyi ziyaretimiz esnasında ilginç bir olaya tanık oluyoruz. Türbenin bakımızı üstlenen ve ziyaretçilerle ilgilenen zat, videokamera ile hana ait sandukayı görüntülememize birşey demezken Pehlivan Mahmud'un kabrini görüntülememizi istemiyor. Bunu bir nevi saygısızlık olarak algılıyor. Bu durum gönüller sultanı olan kişilere devlet sultanlarından daha fazla bir saygıyı yansıttığı için hoşumuza gidiyor ve hafızamızda yer ediyor. Türbedar ile daha sonra biraz sohbet edince samimiyetimiz artıyor; kendisinin Buhara'da medresede okuduğunu ve Nakşbendi tarikatına mensub olduğunu anlatıyor. Pehlivan Mahmud külliyesinin avlusundaki tatlı su kuyusundan çekilen suyu kana kana içiyor ve daha önce ismini bile bilmediğimiz bu Allah dostuna "Fatiha"larla veda ediyoruz. Hive'deki gezimiz boyunca gördüğümüz ilginç yerlerden biri olan Cuma mescidi tamamen ahşap bir yapı. Ağaçtan ve üzerindeki işlemelerle bir dantel gibi süslenmiş direkler üzerine atılan çatının oluşturduğu mescid henüz ibadete açılmamış. Burada görevli olan bayan, benden ve eşimden ısrarla Kur'an-ı Kerim istiyor. Bunun sebebini sorduğumda çocuklarının dinsiz-imansız kalmaması için istediğini söylüyor. Bir kızının Tıp ve oğlunun Mimarlık fakültelerinde okuduğunu iftiharla söylüyor. Yanımızdaki Kur'an-ı Kerim'leri dağıttığımız için, ancak bizimle 60 km. mesafedeki Ürgenç'e gelebilirse oteldeki kolilerde bulunan Kur'an-ı Kerim'lerden hediye edebileceğimizi söylüyoruz. Sevinçle kabul ediyor ve kendisi için oldukça güç olan 60 km.lik yolculuğu kabul ediyor; geceyi Ürgenç'teki akrabalarının yanında geçirip sabah Hive'ye gidebileceğini belirtiyor. Kendisi de bize bir iyilik yapmak için kale dışındaki ziyaretgahlardan Abdal Baba türbesine bizi götürmek istiyor ve bu türbeyi birlikte ziyaret ediyoruz. O gün akşam kendisine hediye ettiğimiz Kur'an-ı Kerim'lerin ne kadar makbule geçtiğini anlatacak ifade bulamayan bu hanımın sevinci bizleri duygulandırıyor. |
1. sayfa (Toplam 1 sayfa) | Tüm zamanlar UTC + 2 saat |
Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group http://www.phpbb.com/ |