Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 7 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: Suriye Gündeminden Başlıklar ve Haznevî Ailesi
MesajGönderilme zamanı: 25.04.11, 18:51 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 15.12.08, 02:19
Mesajlar: 253
Suriyeli alimlerden onurlu çıkış

25 Nisan 2011

Suriyeli Alimler Birliği, özgürlük ve reform talebinde bulunan Suriye halkını destekleyerek Uluslararası Müslüman Alimler Birliği’nin Suriye’deki olaylar üzerine yayınladığı beyanı kınayan rejime yüklendi.

Suriyeli Alimler Birliği bir bildiri yayınlayarak Suriye’de düzenlenen barışçı sivil gösterilerin meşruiyetini vurguladı. Bildiride, Uluslararası Müslüman Alimler Birliği tarafından geçtiğimiz Pazar günü yayınlanan beyanın da arkasında durularak, Suriye rejiminin alimleri karalama girişimi kınandı. Birliğin başkanı Şeyh Muhammet Ali El-Sabuni, Suriye rejiminin ancak mezhep kavgası çıkarmak ve kan akıtmak istediğini ifade ederek kağıt üzerinde yapılıp hayata geçirilmeyecek reformların halka bir faydası olmayacağını belirtti. El-Sabuni, devletin hakikatte yerine getirmesi zorunlu görevlerini ‘halka lütufta bulunuyormuş’ gibi lanse ettirmesini de eleştirdi.

Birlik, barışçı göstericilerin taleplerine destek vermenin uyruğu ne olursa olsun tüm Müslüman alimlerin üzerine dini bir vacip olduğunu ilan etti. Birlik, yayınladığı beyanında, Uluslararası Müslüman Alimler Birliği başkanı Şeyh Yusuf El-Karadavi’nin Suriye resmi basını tarafından maruz kaldığı saldırıyı kınayarak bu saldırıyı ‘haksız yergi’ olarak nitelendirdi. Bildiride Birliğin Suriye’deki olaylar karşısında aldığı konumun meşruiyeti vurgulandı.

Suriyeli Alimler Birliği’nin bildirisine imza atan alimler, Suriye halkı evlatlarının hepsinin; tüm grupları ve mezhepleriyle din ve vatan kardeşi olduklarına işaret etti. Diğer yandan rejime tabi bazı kesimlerin göstericilerin taleplerinin meşruiyetini itiraf edip bu taleplerin pratik eyleme dökülmesi gerektiğini ifade etmeleri takdirle karşılandı.

Bildiriye imza atanlar arasında Suriyeli Alimler Birliği başkanı Şeyh Muhammet Ali El-Sabuni, Dr. Adnan Zerzur, Dr. Muhammet Lütfi El-Sıbag, Dr. Mahmut Ahmet Mira, Dr. Mustafa Müslim ve Şeyh Muhammet Faruk El-Batıl yer alıyor.

‘On ya da yirmi gün ne işe yarar’

Şeyh El-Sabuni El-Cezire televizyonu ile yaptığı canlı telefon bağlantısında, Suriye rejiminin benimsediği ve onaylanması için on ya da yirmi gün istediği reformların halkı uyutmaktan başka bir şey olmadığını, halkın kendilerine reform için on bir yıl verdiğini ama neticenin ortada olduğunu belirtti.

El-Sabuni şöyle dedi: ’11 yıl reform için yetmedi. On ya da yirmi gün vermek zulmü ortadan kaldıracak mı?’

Şeyh El-Sabuni: ‘Suriye başkanı Beşşar Esad tarafından olağanüstü hal kanununun, devlet güvenlik mahkemelerinin kaldırılması ve barışçı gösteriler düzenlenmesini yasaklayan yasanın iptal edilmesi millete yapılmış bir iyilik gibi gösterilemez. Aksine taleplerin halk için korunması devletin görevlerindendir. Ayrıca bu değişiklikler hayata geçirilmeden kağıt üzerinde kaldığı müddetçe ne faydası vardır?’ dedi.

Şeyh El-Sabuni, Uluslararası Müslüman Alimler Birliği tarafından yayınlanan bildiride İslam Ümmeti’ne nasihatten, hayırdan ve hatırlatmalardan başka hiçbir şey olmadığına değindi.

Böyle bir cevap cehalet eseridir

Uluslararası Müslüman Alimler Birliği’nin bu bildirisine verilen cevaptan ötürü üzüntüsünü dile getiren Suriyeli Alimler Birliği başkanı El-Sabuni, alimlerin dış ile bağlantısı olduğu yönünde suçlandığı bu cevabın taşkınlığına ve gelişigüzelliğine dikkat çekti. Şeyh El-Sabuni: ‘Onlar mezhep kavgası çıkarmak, kan akıtmak istiyor. Bu tür suçlama ancak bir aptallık, cehalet ve saçmalıktır. Aklına saygı duyan şerefli bir insandan sadır olamaz’ şeklinde konuştu.

Şeyh El-Sabuni, Uluslararası Müslüman Alimler Birliği’nin halka özgürlükler verilmesi, yolsuzluklarla savaş, olağanüstü halin ve askeri mahkemelerin kaldırılması ve tutukluların salınması yönünde bir çağrıyı içeren bildirisinin alimleri karalamak için bir kampanyayı gerektirecek ne yanının olduğunu sorguladı.

Uluslararası Müslüman Alimler Birliği yayınladığı beyanında Suriye’de yaşanan gelişmeler ve köklü reformlara başlandığına dair gerçek göstergeler bulunmaması karşısında duyduğu endişeyi dile getirmişti. Beyanda ayrıca tek parti ve tek lider devrinin geçtiği vurgulanmıştı.

Halkın talepleri yerine getirilmeli

Birlik’ten geçtiğimiz Pazar günü yayınlanan bildiride şöyle dendi: ‘Suriye’deki sorun, bakanların değiştirilmesi ve yeni hükümet kurulması sorunu olmaktan çok daha büyük. Suriye başkanı en kısa zamanda ve en hızlı şekilde anayasa değişikliğine gitmeli, özgürlükler vermeli ve halkın isteklerini tam tekmil şekilde yerine getirmelidir.’

Beyanda Suriye Ordusu’na da göstericileri koruması çağrısında bulunularak ordunun görevinin vatandaşı ve vatanı korumak olduğu vurgulandı. Göstericilerin öldürülmesi, işkence edilmesi ve aşağılanması kınandı, harici güçlerin işbirlikçileri oldukları iddiaları reddedilerek: ‘Gösteriler, zulüm ve adaletsizliğin harekete geçirdiği halk vicdanıdır’ dendi.

Suriye 15 Mart’tan beri özgürlük talebiyle gerçekleştirilen gösteri ve protestolara sahne oluyor. Önce Şam’da sonra güneydeki Dera kentinde başlayıp ülkenin çeşitli bölgelerine yayılan bu gösterilerde yaklaşık 200 kişi hayatını kaybetti, yüzlercesi de yaralandı.

Timetürk


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Suriyeli alimlerden onurlu çıkış
MesajGönderilme zamanı: 25.04.11, 21:49 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 15.12.08, 02:19
Mesajlar: 253
Suriye gündeminden başlıklar

Ebubekir Sifil
mail@ebubekirsifil.com

Milli Gazete

2011-04-25

Cumartesi günü (23 Nisan) Mazlumder'de Suriye gündemi başlıklı bir toplantı vardı. Suriye'de olup bitenlerin masaya yatırıldığı bu toplantıda Suriye kökenli arkadaşlar orada olup bitenlerle ilgili olarak birinci elden bilgi aktardılar.

Hemen belirtelim, İslam coğrafyasında olup bitenlerin tamamını aynı mantıkla ve aynı sebep-sonuç ilişkisi içinde değerlendirmek doğru değil. Olayların birbirini tetikleyen bir etkisi var, bu doğru. Ancak bundan sonrası için her ülkeyi kendi hususiyetlerini dikkate alarak değerlendirmek kaçınılmaz. Yoksa yanlış sonuçlara varmak işten değil.

Bu bağlamda mesela Suriye olayları ile Yemen veya Bahreyn'de cereyan eden olaylar, en azından arka-plan etkenler bakımından birbiriyle 180 derece farklılık arz ediyor. Oralardaki ayaklanmaları destekleyen İran, Suriye olayları hakkında "fitne" merkezli demeçler veriyor...

Mazlumder'de konuşulanlarla ilgili olarak tuttuğum notları ve edindiğim izlenimleri maddeler halinde şöyle sıralayabilirim:

1. Sürecin başlarında halk, Beşşar Esed yönetiminden, söz verdiği reformları hayata geçirmesini istiyordu.

Gerçekten de Esed, sürecin başında Arap liderlere, artık reform yapma vakti olduğunu, bu noktada kaybedecek zaman bulunmadığını üstüne basa basa söylüyordu. Ancak gelinen noktada halk, Esed'in reform söyleminin herhangi bir gerçekliğe tekabül etmediğini gördü ve tavır değiştirdi.

Önceleri ısrarla vurgulanan "reform" talepleri, bilahare yerini "iskâtu'n-nizâm" (yönetimin gitmesi) söylemine terk etti.

2. Halk üç noktada hassasiyet gösteriyor:

A. Sürece dış müdahaleye kesinlikle karşılar.

B. Silahlı ayaklanmaya kesinlikle karşılar.

C. Suriye'nin bölünmesi girişimlerine kesinlikle karşılar.

Ülkemizde Suriye olayları bağlamında hassasiyet gösterilen hususların başında "bölünme" meselesi geliyor. Suriye halkının da bu noktada hassasiyet gösterdiği orada altı kalın çizgilerle çizilen hususlardan birisi oldu. Hatta Lazkiye'nin bir mahallesinde, ayaklanmanın lokomotifi durumundaki alim ve hocalarla Alevi dedelerinin kol kola yürüdüğüne dikkat çekildi.

3. İran yönetimi ve onun etkisindeki Suriye'li Şiiler, başta yönetimin Nusayri karakteri olmak üzere birkaç gerekçeye dayanarak olayları "fitne" tesbitiyle işaretliyor. Oysa aynı çevreler başka yerlerdeki ayaklanmaları çekincesiz biçimde destekliyor.

4. Suriye'li Kürtlerin tutumu da önemli. Başlangıçta nötr kalmayı tercih eden Suriyeli Kürtler -ki büyük çoğunluğu Haznevi ailesinin liderliğindeki tarikatın mensubudur- yavaş yavaş halkın yanında olduklarını ihsas eden tavırlar göstermeye başladılar.

Suriye'deki Kürtlerle Türkiye'deki Kürtlerin durumunu birbirine karıştırmak hayati bir hatadır. Her şeyden önce orada yönetim Kürt-Türk-Arap diye bir ayrım yapmadan hepsine zulmediyor. Oradaki rejimin yapısal özelliğinden kaynaklanan bir durum bu. Türkiye'deki problem ise daha farklı.

Bütün bunların ortak bileşkesi şu: İslam coğrafyasının meselelerine ancak kendi köklerimize inerek çözüm getirilebilir. Aksi istikametteki her çözüm denemesi ortaya başka problemler çıkaracaktır...


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Ebubekir Sifil: Suriye gündeminden başlıklar
MesajGönderilme zamanı: 27.08.11, 21:42 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 17.01.09, 20:24
Mesajlar: 55
Alıntı:
Suriye'deki Kürtlerle Türkiye'deki Kürtlerin durumunu birbirine karıştırmak hayati bir hatadır. Her şeyden önce orada yönetim Kürt-Türk-Arap diye bir ayrım yapmadan hepsine zulmediyor.


ABD'nin piyonu her yerde ....

Birgün çok fena cezalarını görecekler.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Ebubekir Sifil: Suriye gündeminden başlıklar
MesajGönderilme zamanı: 30.07.12, 11:35 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 15.12.08, 02:19
Mesajlar: 253
Şeyh Muhammed-El Haznevinin Ardından

6 MAYIS 2011 CUMA

Önce olayı nakledelim:
Suriye’nin kamışlı ilçesine bağlı Telmaruf köyünde ikamet eden Şeyh Muhammed el- Haznevî; annesi, eşi, kızı, oğlu ve şoförüyle birlikte, Medine’ye 150 kilometrelik bir mesafede, arabalarının kaza geçirmesi üzerine hayatlarını kaybettiler. Şeyh Haznevî ve diğer aile fertlerinin cenazeleri Devlet Başkanı Beşşar Esed’in gönderdiği özel bir uçakla Suriye’ye getirildi ve Telmaruf’ta, yüzbinin üzerinde seveninin hazır bulunduğu cenaze namazının ardından, gözyaşları arasında, dedesi, amcaları ve babasının yanına defnedildi.

Çoğu basın yayın organı, bu olayda bir haber değeri görmemiş olacak ki, bunu takipçilerine duyurma gereği bile duymazken, birkaçı da, olaya, sıradan bir haber gibi iç sayfalarında küçücük bir şekilde yer verdi. Halbuki bu sıradan bir haber gibi görünse de aslında çok önemli bir olaydı ve günün, belki de haftanın en önemli olayıydı. Hele Müslümanlar açısından şüphesiz son dönemin en hüzün verici haberlerinin başında geliyordu. Ama ulusçuluk belası, ulus-devlet psikolojisi bizi birbirimizden o kadar uzaklaştırdı ki, bu önemli kaybı bile Suriye’nin bir sorunu gibi algılama yanlışına düştük.

Şüphe yok ki Haznevî ailesi, İslam dünyasında ağırlığı ve saygınlığı olan çok köklü bir aile ve Nakşibendi tarikatının en önemli kolunun temsilcileri konumunda. Fakat bu önemli aile son üç ay içinde, ikinci kez bir “üçüncü sayfa haberi” olarak gündeme geliyor. Hatırlayacaksınız, Şeyh Muhammed’in kardeşi Maşuk el-Haznevî de bir suikast sonucu hayatını kaybetmişti. Maşuk el-Haznevî’nin bir siyasi cinayete kurban gitmesinin ardından, Şeyh Muahmmed’in de bir trafik kazasında hayatını kaybetmesi, akıllara bir sabotaj ihtimalini getirse de ben bu noktaya yoğunlaşmayacağım. Fakat Nasuhi Güngör’ün, köşesinde, Maşuk el-Haznevî için naklettiği bir tesbiti, bu olaya uyarlayıp soru olarak aktarmakla yetineceğim:
“Muhtemel bir ABD işgali sürecinde Haznevîler, Suriye’de ciddi bir direniş potansiyeline sahiptirler. Bu nedenle bu olay, bu potansiyeli ortadan kaldırmaya yönelik siyasi bir eylem olarak değerlendirilebilir.” İlginç ve düşündürücü bir tespit.

Olayın şu ya da bu şekilde cereyan etmiş olması sonucu değiştirmiyor: Şeyh Muhammed el-Haznevî artık yok. Onun yokluğu, sadece müridleri için değil tüm İslam dünyası için çok büyük bir kayıp ve şüphesiz ki bıraktığı boşluk zor doldurulacaktır. Bu değerli Müslüman şahsiyete rahmet dilerken, bu yazıda yaptığı bazı hizmetlere mercek tutmak istiyorum.

Özel bir aile
Şeyh Muhammed’in dedesi Şeyh Ahmed el-Haznevî sadece Suriye’nin değil İslam dünyasının da son yüzyıldaki en büyük alim ve mürşidlerinden birisi olarak kabul edilir. Aslen Kürt olan ve Suriye’nin Kamışlı iline bağlı Hazne köyünde ikamet eden Şeyh Ahmed el-Haznevî, tüm ilmi ve tasavvufi eğitimini Türkiye’de tamamlamıştır. Diyarbakır’da ilim icazetini, Bitlis / Nurşin’de de tasavvufi hilafeti aldıktan sonra, önce köyü olan Hazne’ye, ardından da Telmaruf köyüne yerleşmiş ve burada onyıllarca sürecek olan ilim ve irşad faaliyetlerinin temelini atmıştır.

Şöhreti tüm dünyada duyulan, medrese ve dergahı her gün yüzlerce insan tarafından ziyaret edilen Şeyh Ahmed’e, özellikle Türkiye’den büyük bir ilgi ve yöneliş olmuştur.

Türkiye’den bir çok kişi onun dergahında, ilim ve irfanın doruklarına ulaşmış, kimisi ondan aldığı ışığı Türkiye’ye taşımıştır. Onlardan birisi de merhum Seyyid Muhammed Raşid Erol ve halen Adıyaman / Menzil’de hizmetlerini sürdüren Seyyid Abdulbaki Hazretleri’nin muhterem babaları, merhum Seyyid Abdulhakim Hazretleri’dir. Seyyid Abdulhakim, Şeyh Ahmed el-Haznevî’nin yanında yetişmiş ve ondan hilafet alarak Türkiye’ye gelmiştir.

Şeyh Ahmed’in vefatından sonra her biri büyük birer alim olan ve şu anda tümü de hakka kavuşan oğulları Şeyh Muhammed Masum, Şeyh Alaeddin ve Şeyh İzzeddin irşad vazifesini yüklendiler. Üç oğlu da babalarının ilkelerini daha da güçlendirmek ve çıtayı biraz daha yükseltmek için var güçleriyle mücadele ettiler ve bir sonrakine emaneti birkaç adım ileride teslim etmenin çabasını verdiler. Özellikle Şeyh İzzeddin döneminde, ilim ve irşad alanında çok büyük atılımlar oldu; öğrenci sayısında büyük bir patlama yaşanırken, yurtiçi ve yurtdışına irşad seferlerinde de büyük bir yoğunlaşma meydana geldi. Bu amaçla ilk kez ailenin bir bireyi Avrupa’ya da tebliğ için seyahatlere başlamış oluyordu.

Şeyh İzzeddin’in hayatında oğlu Şeyh Muhammed her zaman en büyük destekçisi oldu, hizmetlerinin kolaylaşması için büyük bir gayret sarfetti. Ailenin ağır yükünü o yüklendi ve idari ve resmi tüm işlemleri o takip etti. Babasının vefatından sonra Şeyhlik makamına da, vasiyet gereği o oturdu.

Politika ve dünya malından uzak durdu
Şeyh Muhammed büyük bir birikimin üzerine oturdu ve doğrusu onu çarçur etmedi, ona sadık kaldı. Bu emaneti biraz daha ileri götürmenin hesaplarını yaptı ve başardı da. Mevcudu korumak için yoğun bir gayret sarfetti ve tüm mesaisini kendisinden önceki birikimi doğru yöne kanalize etmeye adadı. Babasından ve dedesinden kendisine iki şeyin miras kaldığını, hayatta kaldığı sürece de bu ilkelere sıkı sıkıya bağlı kalacağını her fırsatta tekrarladı: Bunları “politikayla uğraşmamak ve insanların mallarını kabul etmemek” olarak deklare etti ve gittiği her yerde bu sözlerle konuşmasına başladı. Bunun yanında bunu sadece sözde bırakmadı, gereğini de yaptı.

Fakat Haznevî ailesinin insanların mallarına göz koymaması öteden beri takdirle karşılanırken, politikaya karşı tavırları (ya da tavırzıslıkları) kimi Müslüman cemaatler tarafından her zaman eleştiri konusu oldu. Ama merhum Şeyh Muhammed, babasının, amcalarının ve dedesinin vasiyeti olarak bu iki noktadaki hassasiyetini hep korudu.

Doğrusu, Suriye gibi diktatörlükle yönetilen bir ülkede, siyasetin içine girip de İslam’a hizmet etmenin imkanı yoktu. Özellikle baba Esad döneminde birçok masum Müslüman bu nedenden dolayı büyük eziyetler çekmiş, Hama örneğinde olduğu gibi (Ah, Hama!) bazen bu, soykırım şeklini bile almıştır. Bundan dolayı Haznevî ailesi ilimle hizmet etmenin daha faydalı olacağına her zaman kanaat getirmiş ve bu yolun uzun vadede çok büyük sonuçlar doğuracağına inanmıştır. Hem bu yolla zalim yöneticilerin gözünden uzakta, insana yatırım yapma fırsatını da yakalanmış olacaktır.

Şeyh Muhammed, belirli periyotlarla Türkiye’ye ziyaretler düzenler, bu ziyaretlerinde büyük bir ilgiye mazhar olurdu. Özellikle Güneydoğu’da büyük bir sevgi ve hürmetle karşılanırdı. İstanbul’a da yılda birkaç kez uğrar, buradaki müridleriyle bu vesileyle buluşurdu.

Resulullah’ın yoluna adanan bir ömür
Hiç şüphesiz ki, merhum Şeyh’in en önemli çalışmalarının başında eğitim faaliyetleri gelmektedir. Suriye / Telmaruf’ta Haznevî Enstitüsü’nde halen 2000’in üzerinde öğrenci hadis, tefsir, fıkıh, nahv, sarf, maani, usul, belağat vb. alanlarda, çok iyi yetişmiş alimlerin gözetimi altında, öğrenimlerini sürdürmektedir. Suriye ve Türkiye başta olmak üzere hemen hemen dünyanın her yerinden buraya öğrenci akışı olmakta, tahsillerini tamamlayıp icazet alanların yerine yenileri gelmekte ve bu sirkülasyon yıllardır devam etmektedir. Bu öğrencilerin tümü yatılı kalmakta ve tümünün masrafları Şeyh ailesi tarafından karşılanmaktadır. Denilebilir ki diğer hizmetleri bir tarafa, sadece bu eğitim faaliyeti bile İslam dünyasında eşine az rastlanan bir durumdur.

Merhum Şeyh ehl-i sünnet akidesine sıkı sıkıya bağlıydı. Bütün ömrünü bu yolda harcamaktan çekinmedi. Hemen her konuşmasında ehl-i sünnet ve’l cemaat vurgusuna rastlamak mümkündü. Bunun gibi, yaptıklarının Allah rızasına uygun olmasına da azami dikkat ederdi. Bazen sarığını eline alır, ters çevirir ve şöyle dua ederdi:
“Allahım eğer bizim çalışmamız senin rızan için değilse, bizi darmadağın et, bizi iflah etme; yok eğer senin rızan içinse, senin dinini yaymak içinse, sen elimizi güçlendir, yardımını esirgeme bizden.” Bu haline defalarca şahit olunur ve her seferinde de ihvanına bu duaya amin demelerini emrederdi.

Şeyhim!
Sen gittin ve dünya biraz daha tenhalaştı. Viraneye döndü her yer.
Sen gittin ardından milyonlarca mahzun yürek, yaşlı göz, bükük boyun bıraktın.
Ölüm kaçınılmaz ve beklenmediktir. Sen gittin ve bizi bu dünyaya bağlayan bir bağ daha koptu.
Sen gittin ve koyulaştı yalnızlığımız, ıssızlığımız yoğunlaştı
Sen gidince ölüme dair tüm cümleler dirildi dilimizde, tüm acı duygular yeniden depreşti yüreğimizde.
Senin yokluğun için hazırladığımız cümlelerimiz yoktu, senden sonra acımızı dindirecek, bizi teselli edecek kelimelerimiz yoktu. Bütün ölümler gibi senin gidişin de ani ve hazırlıksız oldu.
Alimin ölümü alemin ölümüdür der Resulullah Efendimiz. İşte bundan dolayı sen gittin seninle bir alem göçtü.
Bütün ölümler soğuk, tuhaf ve acıdır. Senin vefatınla bir kez daha yaşadık bunu. Bir de çaresizliğimizi ve hiçbirşeyliğimizi anladık. Dedik ki “Ondan geldik şüphesiz ve dönüşümüz Onadır”
Sen gittin ve yetim kaldı sevdiklerin.
Bir kutlu zamanda, bir kutlu mekanda, En Sevgili’nin ayakları dibine düştün. Onun eteğine sarıldın adeta, Ona yapıştın.
Şeyhim!
nBu dini diriltmek adına, İslam’ı yaymak adına koşturdun, buna şahidiz,
Şahidiz, Allah’ın adını, Onun dinini en uzak diyarlara ulaştırmak için gösterdiğin çabaya, geceyi gündüze katıp koşturmana.
Bu rahmet mesajını tüm dünyalılara yetiştirmek için dur durak bilmeyen seferlerine.
Sadakatine, azmine, yorulma bilmeyen gayretine.
Zorluklar karşısındaki sebatına, sağlam ve dimdik duruşuna. Sabrına, şefkatine.
Şimdi en yüce dosta vardın. Efendimize, Onun güzel arkadaşlarına, o çok sevdiğin büyüklerine, dedene, babana erdin. Allah, sana en güzel şekilde muamale etsin, seni en cömert şekilde mükafatlandırsın, seni en güzel yerlerde ağırlasın.

Şeyh Muhammed el-Haznevî kimdir?
Şeyh Muhammed; Şeyh İzzeddin el-Haznevî’nin oğlu ve halifesidir. Şeyh İzzeddin de Şeyh Ahmed el-Haznevî’nin (Şah-ı Hazne) oğludur. Şeyh İzzeddin vefatından önce pek çok defa değişik vesilelerle Şeyh Muhammed (k.s.)’dan övgü ile bahsetmiş ve insanları irşat etmede tam mükemmel bir hal üzere olduğunu dile getirmiştir. Bilindiği gibi, Haznevî ailesi Suriye’nin önde gelen ilim ehli bir ailesi olarak tanınıyor.

Şeyh Muhammed İslâm âlemi içerisindeki alimler arasında gerek kişiliği ve gerekse de eserleri ile önemli bir yere sahiptir. Şeyh Muhammed el-Haznevî’nin Suriye başta olmak üzere Lübnan, Türkiye, Mısır, Kuveyt ve Sudan gibi ülkelerde çok sayıda seveni bulunuyordu. Bunun yanı sıra Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde de müridleri vardı. Şeyh Muhammed, dünya malı toplamamış ve herhangi bir dünyevi makama gelmek, bir menfaat elde etmek peşinde koşmamıştır. Siyasî işlerle ilgilenmemiştir.

Elli altı yaşında vefat eden Şeyh, Mustafa Buğa, Vehbe Zuhayli gibi arap dünyasının tanınan alimlerinin yanında ilim tahsilini tamamlamış ve uzun yıllar kendi medreselerinde tedris işleri ile meşgul olmuştur.

http://www.milligazete.com.tr/makale/se ... -86799.htm


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Ebubekir Sifil: Suriye gündeminden başlıklar
MesajGönderilme zamanı: 30.07.12, 11:38 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 15.12.08, 02:19
Mesajlar: 253
“HAZNEVİ”LER SURİYE’NİN ŞEYH SAİDİ Mİ YAPILMAK İSTENİYOR?..

Hazneviler dediğimiz sadece Suriye ve Irak’ta değil, Türkiye’de de yakından tanınan Haznevi ailesi, Suriye’nin sınırımıza en yakın bölgelerinden Kamışlı’da yaşıyor. Nakşibendi silsilesinin bu kıymetli halkasının mensupları, aynı zamanda Mardin başta olmak üzere çok sayıda bölgede muhabbet görüyor.

İşte bu ailenin önder isimlerinden Şeyh Maşuk Haznevi, 10 Mayıs 2005 tarihinde kaçırılmış ve tam 21 gün sonra öldürülmüş olarak bulunmuştu. Kısa bir süre sonra Şam yönetimi, Yasin Matar El Hindi ve Muhammed Matar El Abdullah isimli iki şahsın cinayetin sanıkları olarak yakalandığını ve olayın siyasi bir cinayet olmadığını açıklamıştı. Suriye İçişleri Bakanlığı ve o tarihte konuşan tüm yetkililer “normal bir cinayet” olarak tanımlasa da, hadiselerin seyri bu tezi daha baştan geçersiz kılıyor. Çünkü Hazneviler, sadece kendi bölgelerindeki Kürtleri değil, geniş bir alanda onbinlerce insanı etkileyen bir yapıya sahip. Böyle bir kaçırılmanın ve ardından işlenen cinayetin, Suriye’nin yakın geleceğinden bağımsız düşünülmesi akla yatkın görünmüyor.

Hazneviler için “laiklik yanlısı, Irak’taki direnişe karşı çıkıyorlar” gibi yaklaşımların da bu ailenin bölgedeki konumunu tanımayanlar tarafından yapılmış değerlendirmeler olduğunu söylemek gerekiyor. Oysa bu cinayetin ardından Saadet Partisi yöneticilerinden Ömer Vehbi Hatipoğlu’nun yaptığı değerlendirmeler, ne yazık ki yeterince yankı bulmadı. Hatipoğlu, özetle şunları söylüyordu: “Haznevi’nin hunharca öldürülmesi CIA ve MOSSAD’ın bölgedeki provokatif eylemlerinin bir yenisidir.” Ailenin sadece Suriye’de değil, Irak’ta ve özellikle Türkiye’de çok önemli bir konumu olduğunu hatırlatan Hatipoğlu’nun şu değerlendirmesi de üzerinde uzun uzun durmayı gerektiriyor: “Muhtemel bir işgal sürecinde Hazneviler, Suriye’de ciddi bir direniş potansiyeline sahiptirler. Bu nedenle suikast, bu potansiyeli ortadan kaldırmaya yönelik siyasi bir eylem olarak değerlendirilebilir.”
Bunları hatırladıktan sonra şu haberi, birlikte ve yorumsuz okuyalım: “Suriye’nin Haseki kenti Kamışlı ilçesinde oturan, hem Türkiye hem Suriye vatandaşı olan Nakşibendi tarikatı lideri Şeyh Muhammed Haznevi ile ailesinden 4 kişi, Umre ziyareti için gittiği Suudi Arabistan’ın Medine kentinde geçirdiği trafik kazasında yaşamını yitirdi. Kazaya araçlarına çarpan bir tanker neden oldu.”[1]

Aynı büyük aileden, birkaç ay içinde gelen kayıplar. Suriye’de yapılmak istenenler, bu pencereden bakılınca hayli farklı görünüyor. Haznevi ailesinin başına gelenler, sadece kendi bölgesinde değil, Suriye’deki farklı Sünni topluluklar arasında da büyük kaynamalara neden oldu. Suriye içindeki ve dışındaki bazı Kürt milliyetçisi gruplar, bu hadiseyi kendi hareketlerinin parantezine almak için büyük çaba sarfettiler. Ancak şu ana kadar istediklerini elde edebilmiş değiller.

Haznevilerin bu süreçte nasıl bir rol üstlenecekleri, Suriye’de Beşar Esad’a karşı şekillendirilmek istenen muhalefet açısından büyük önem taşıyor. Haznevi ailesinin, rejimi değiştirmeye değil, muhtemelen terbiye etmeye yönelik bu tür operasyonlarda kendi müntesiplerini olabildiğince geride tutma gayretleriyle, onlara yönelik “laiklik yanlısı, Irak’taki direnişe karşı çıkıyorlar” suçlamaları ne kadar uyumlu değil mi?
Suriye’deki azınlık yönetimine karşı el altından “iktidar” mesajları alan Sünni grupların, özellikle de en etkinleri olan İhvan-ı Müslimin’in nasıl bir tavır alacağı, büyük bir dikkatle izleniyor.
Soru çok açık ve herkesin akl-ı selim ile vereceği cevabı bekliyor: Oğul Esad’a karşı örgütlenecek bir muhalefete, mesela İhvan gibi hassasiyetleri olan bir yapıya, gerçekten iktidar teslim edilecek midir? Yoksa tüm bunlar, Şam’ın geleneksel kıvraklığını sonuna kadar kullanan mevcut rejimi, istenen kıvama getirme stratejisi midir?
Suriye’de böylesine kritik bir dönemde bir Nakşibendi topluluğun önderlerinin hedef seçilmesi, bu satırlara sığmayacak kadar önemlidir. Sadece şu kadarını söyleyip tamamlayalım.

Siz Suriye’de ya da İslam Dünyası’nın herhangi bir yerinde, bu zorlukların sadece siyasi basiretle mi bertaraf edileceğine inanıyorsunuz?
Yoksa unuttuğumuz başka değerler mi var?[2]

Büyük İsrail için zemin hazırlanıyor..
Oluşturdukları uluslararası baskı ile İsrail için tehdit olarak görülen Suriye askerlerini Lübnan’dan çıkarttıran ABD, Fransa ve İngiltere bir adım daha ile giderek Şam’a yaptırım koydurmanın yollarını arıyorlar.
BM Güvenlik Konseyi daimi üyelerinden ABD, Fransa ve İngiltere Suriye’ye yönelik ortak bir karar tasarısı hazırlayarak Konsey üyeleri arasında dolaştırmaya başladı. Suriye’nin, adı Lübnan eski Başbakanı Refik Hariri suikastına karışan hükümet yetkililerini tutuklamaya ve BM soruşturma komisyonu ile işbirliğine çağrıldığı karar tasarısında, aksi halde Şam yönetiminin muhtemel yaptırımlarla karşı karşıya kalabileceği uyarısında bulunuluyor.
Söz konusu 3 ülkenin Güvenlik Konseyi’nden geçirmeyi planladığı karar tasarısında, Suriye’ye suikastla ilgili bütün yetkilileri ya da kişileri sorgulanmak üzere BM soruşturma komisyonu için koşulsuz olarak hazır bulundurması talimatı veriliyor.
Karar tasarısında ayrıca, Suriye’nin soruşturma kapsamında ilgili vatandaşlarının komisyon tarafından Suriye dışında ve Suriyeli bir başka görevlinin gözetiminde olmaksızın sorgulanmasına müsaade etmesi gerektiği de vurgulanıyor.

Karar tasarısında, Suriye’nin soruşturma kapsamında tam bir işbirliği sergilememesi durumunda Güvenlik Konseyi’nin, yaptırımlar dâhil daha ileri önlemler almayı gündemine alacağı ifade ediliyor.
Askeri açıdan zorlamayı öngören BM Şartı’nın 7. Bölümü çerçevesinde hazırlanan karar tasarısında ayrıca, soruşturma komisyonu tarafından Hariri suikastına karıştıkları belirlenen kişilere seyahat yasağı ve mal varlıklarının dondurulması gibi tedbirler uygulanacağı da kaydediliyor.

“Bir terör eylemine karışan herhangi birinin, soruşturmayı sırf kendisi engellediği ya da iyi niyetle işbirliği yapmadığı için hesap vermekten kurtulmasının kabul edilemez olduğu” ifade edilen karar tasarısında, Mehlis raporunun vardığı sonuçlara atfen, “Suriye’nin bu terörist eyleme karıştığına dair şüpheler ve bugüne kadar soruşturma ile yeterli işbirliği göstermemesi, cevabı bulunamamış soruların önemli bir kısmını açıklığa kavuşturmak konusunda Suriyeli yetkililere sorumluluk yüklemektedir” denildi.

Şam yönetiminin terörizmi resmen kınamasının da istendiği karar tasarısında Suriye, terörist eylemlerin bütün türlerine ve terörist gruplara verdiği desteği kesin olarak durdurmayı taahhüt etmeye ve bu taahhüdünü somut eylemlerle göstermeye çağrıldı. Bu arada kukla Kürt lideri Yahudi asıllı Barzani Amerika da devlet başkanı gibi karşılandı.

Bush, Barzani’ye övgüler yağdırdı
ABD Başkanı George W. Bush, Beyaz Saray’da dün bir araya geldiği Irak Kürdistan Bölgesel Hükümeti Başkanı Mesud Barzani’ye övgüler yağdırdı. Bush, “Başkan Barzani’yi Beyaz Saray’da ağırlamak benim için bir onur. Kendisi bir diktatöre baş kaldırmış cesur bir adam” diye konuştu.

Barzani’nin geleneksel kıyafetine de değinen Bush, “Çok kısa bir zaman önce Barzani, bu kıyafeti giyseydi Saddam’ın adamları tarafından yakalanır, öldürülürdü. Ancak burada rahatlıkla bu kıyafeti ile dolaşabiliyor, çünkü burası özgürlükler ülkesi. Irak’ta da artık istediği gibi giyiniyor çünkü Irak da özgür bir ülke” şeklinde konuştu.

Bush, Barzani’yi kastederek, “Başkan’ın Irak’ın geleceği ile ilgili, değişik din ve geçmişe sahip insanların barış içinde hep birlikte yaşayabileceği net bir vizyonu var” dedi.
Mesud Barzani ise Kürdistan halkı adına ABD’ye teşekkürlerini sunarak, “Kürdistan’da ve Irak’ın genelinde Bush’un cesaretinin büyük değer gördüğünü söyledi. Koalisyon güçlerinin Irak’tan geri çekilmesi halinde meydanın teröristlere bırakılacağını belirten Barzani, “Zaferden başka hiçbir şeyi düşünmemeliyiz. ABD’nin desteği sayesinde Irak ve Kürdistan halkı başarıyı elde edecek” dedi.

Amerika’nın İslam’a Bakışı
Amerikan Girişim Enstitüsü’nden Reuel Marc Gerecht: “Ortadoğu’da demokrasiye geçişin en hayati aktörleri, Şii mollalarla Sünni köktendinciler olacaktır, tabii Amerikalılarla birlikte.”“Bin Ladincilerin sonunu, getirse getirse Ayetullah Sistani gibi Şii mollalar ve Müslüman Kardeşler gibi Sünni köktendinciler getirir, Batı yanlısı laikler ya da ılımlılar değil. Çünkü terörü alt etmek onun köklerine vurmakla mümkündür. Ve bu köklere yeterince yakın olan tek grup da İslamcılardır.”

Bu sözler Amerikan sağının önde gelen düşünce üretim kurumlarından Amerikan Girişim Enstitüsü’nde görevli Reuel Marc Gerecht’e ait. Şunlar da onun: “Ortadoğu’da demokrasiye geçişin en hayati aktörleri de Şii mollalarla Sünni köktendinciler olacaktır, tabii Amerikalılarla birlikte.”Gerecht, Ortadoğu’da yıllarca CIA ajanlığı yaptı. Ardından sivil hayata geçti. Yeni-muhafazakâr (neo-con) saflara katıldı ve ABD’nin en popüler terör, Ortadoğu ve İslamcılık uzmanlarından biri oldu. Gerecht’in “İslamcı Paradoks: Şii Mollalar, Sünni Köktendinciler ve Yaklaşan Arap Demokrasisi” kitabında geliştirdiği yaklaşım, hiç kuşkusuz Soğuk Savaş’ın “Yeşil Kuşak” teorisini çağrıştırıyor. ABD o dönem komünizme karşı İslami akımlara yeşil ışık yakmış ve yıllar sonra en büyük düşmanı olacak olan El Kaide’yi Afganistan’da kendi elleriyle doğurtup büyütmüştü. Bu acı ders nedeniyle olsa gerek Gerecht’in önerileri Bush yönetimi ve ona yakın çevrelere pek de sıcak gelmedi; ama bunlara tümüyle sırt çevirdikleri de söylenemez.

Önceki gün Washington’daki Amerikan sağının “realist” kanadının ana üslerinden Nixon Center, Gerecht ile ABD’nin en hızlı İslamcılık düşmanlarından, Ortadoğu Forumu kurucusu ve yöneticisi Prof. Daniel Pipes’ı buluşturdu. Merkezin Uluslararası Güvenlik ve Enerji Programı Direktörü Zeyno Baran’ın yönettiği panelde ana soru “İslamcıları ne yapmalıyız?”dı. Gerecht ile Prof. Pipes görünüşte iki uç fikri savundu. Ama aslında ikisi de İslamcılardan zerre kadar hazetmiyor, Amerikan çıkarlarını koruma perspektifinden yola çıkıyor ve İslam toplumlarının kaderini tayin hakkını esas olarak ABD’de -yani kendilerinde- görüyordu.

Prof. Pipes’in, demokrasinin terörün panzehiri olmadığı yolundaki ısrarı dikkat çekiciydi. Son günlerde ABD’de farklı kesimler tarafından epey sık dile getirilen bu çıkarsama İslam dünyası için yeni tehler içerebilir…[3]

Siyonist sömürüye İslamist kılıf: Yeşil Sermaye
Uçak sanayiini kurmak mı, gerçek kalkınmadır, yoksa Galataport ihalesi yapmak mı? Ah keşke Galataport heveslileri bu ikisi arasındaki farkı bir anlayabilseler... Türkiye bu hallere düşmezdi.

Bu işin ilmini bilenler, kalkınmaya muhtaç ülkelere örnek olarak Japonya modelini gösterirler. Çünkü Japonya, önce batıdaki sanayileşme ve müsbet ilimlerde çağ atlama hamlelerinde, bu kalkınmaları yapacak elemanları yetiştirmekle işe başlamıştır. Batı teknolojisinin, araştırıcı, keşfedici, rakip teknolojileri sollayarak ileriye gidici aktivitesini, kendi ülkesinde başlatma becerisini göstermiştir. Daha açık bir ifadeyle, taklitçiliğe iltifat etmemiş, asla aşağılık kompleksine kapılmamıştır.

Biz, Türk milleti olarak, elbette Japonya’nın başardığı devrimden daha âlâsını yapacak kabiliyetlere sahip idik. Ama ülkeyi yönetenlerin çoğunun ne yazık ki bu tarakta bezleri yoktu.
Mustafa Kemal Paşa; 1923 yılında, yani Millî Mücadele kazanılır kazanılmaz, şu özetlediğimiz gerçekleri görmüş, “Savaş sonucunda siyasî egemenliğimizi kazanmış olmamız bize yetmez, biz vakit kaybetmeden Ağır sanayimizi kurmalıyız, siyasi bağımsızlığımızı, ekonomik bağımsızlığımızla takviye etmeliyiz” diyerek, Sanayi Teşvik Kanunu’nu çıkartarak, gerçek anlamda çağ atlamanın işaretini vermişti.

Ama ondan sonra gelenler, Bizim Ağır Sanayi kurmak neyimize, biz ancak bir tarım ülkesi olabiliriz diye, batılı uzmanların tavsiyelerine uyarak Sanayi Teşvik Kanununu rafa kaldırdılar.

Sonrasını biliyorsunuz. Millî Görüş siyasi hareketine kadar, gerçek manada sanayileşme hamlesinden kimse söz etmedi. Ancak 1974 senesinde “Millî Selâmet Partisi-CHP koalisyonu” döneminde, Muhterem Prof. Dr. Necmeddin Erbakan, bu gecikmiş millî davaya el atmış ve 48 kişilik bir kadro ile girmiş olduğumuz koalisyonun, bir kanadı olarak mükemmel bir planlama ile Ağır Sanayi hamlesini çağın ihtiyaçlarını da nazara alarak yürürlüğe koymuştur.
Ama bilindiği gibi, ülkemizin sanayileşmesini ve Atatürk’ün deyimiyle “Çağdaş Uygarlık Seviyesi’nin Üzerine Çıkmasını” kıskanan emperyalistler ve o emperyalistlerle işbirliği yapan bedbahtlar, Ağır Sanayi hamlemizi iptal ettirebilmek için yapmadıklarını bırakmadılar.

Önce Millî Görüşü, koalisyondan uzaklaştırmak için Ecevit’i tahrik ederek koalisyonu bozdurdular. Bizler bu hileyi önlemek için Demirel ile koalisyon kurduk, hamlelerimize devam ettik. Bu sefer de yine dışardan ve içerden Millî Görüş kadrosunu meclisin dışına atmak için, Ana Muhalefet olan Ecevit’in ve bizim ortağımız olan Demirel’in imzasıyla 1977 senesinde bir erken seçim yaptırdılar, uzun etmeyelim, sonunda yine Meclis’te biz vardık. Koalisyon ortağı olarak Ağır Sanayi ve Manevi Gelişme hamlelerimize sahip çıktık.
Ve bildiğiniz gibi Adalet Partisi’nden transfer edilen 12 kişinin katılımıyla, yapay bir Güneş Motel modeli hükümet iş başına getirildi. Hem Ağır Sanayi ve hem de Manevi gelişme reform ve hamleleri iptal ettirildi.Bir Alman işadamı bir arkadaşımıza: (Sizin milletiniz ne yapıp yapıp Sayın Erbakan’ı tek başına iktidara getirmeli, çünkü dünyada sanayi ve teknoloji devrimi yapacak 10 kişi varsa, Sayın Erbakan onlardan birisidir) demişti.
Milletimizin gerçek manada kalkınmasında, tekerimize taş konmasaydı elbette ki, Türkiye bugün, Batı Almanya ve Japonya gibi bir ekonomi ve sanayi devi olacaktı. IMF gibi, Avrupa Birliği gibi, muhannetlere muhtaç duruma düşmeyecektik. Elâleme avuç açıp, parça parça “hem egemenliğimizi ve hem de vatanımızı ipotek altına sokmayacaktık.

Bu konu bu makaleye sığmadı. Kaldığımız yerden devam edeceğiz. Ama Ağır Sanayi hamlesi ile Galataport heveslilerine anlayacakları dilden bir misal vererek bugünkü yazımı bitiriyorum: Evet, belki Galataport’un ve 300 metrelik gökdelen kulelerinin yapımcıları, bizim insanlarımıza tepeden bakarak bıyık altından gülecekler. Ama eğer emperyalistler ve onların etkisi altından çıkamayanlar şunu bilsinler ki gerçek kalkınmanın yolu uçak sanayini kurmaktan ve teknolojide çağı yakalamaktan geçer. Galataport’tan-Zeyporttan ve (İstanbul Towers’tan) geçmez. Üstelik “Yeşil Sermaye, Arap parası, İslami yatırım” gibi kılıflar altında, yine Siyonist sömürü canavarının cirit attığını, gafil zevzekler sezemez..[4]

İyi niyetli ve insani gayretli Musevilerle, siyonist ve emperyalist Yahudileri birbirinden ayırmak, bütün Yahudileri aynı kefeye koymamak gerektiğini sık sık vurguluyoruz.
Barışçı ve dayanışmacı Yahudilerle vatanımızı, imkânlarımız ve coğrafyamızı paylaşmaya razı ve hazır olduğumuzu özelikle ve önemle hatırlatıyoruz.

“Sadece kendilerini Efendi, başka herkesi hizmetçi” zanneden. Bütün insanlığı ezmeyi ve sömürmeyi mübah gören bu kimselerin her türlü başarıları ise yüksek akıl ve kabiliyetlerinden ve insani ferasetlerinden değil şeytani zekâvetlerinden dünyevi hırs hile ve hıyanetlerinden kaynaklandığını biliyoruz.

En Akılsız Kavim Kim?
24.10.2005 tarihli bir gazetede şöyle bir haber yayınlandı: “Dünya nüfusunun sadece 14 milyonunu oluşturan Yahudiler, uluslararası finans piyasalarının en önemli oyuncuları olarak tanınıyor. Nobel Ödülü kazanan Amerikalıların yüzde 27’si Yahudi... IQ seviyesi 140’ın üzerinde olan Yahudilerin oranı Avrupalılardan 6 kat daha fazla... Amerikalı iki bilim adamına göre Yahudilerin zeki olması genetik... ABD’nin saygın dergilerinden New York Magazine, bu hafta sıradışı bir kapak konusuyla piyasaya çıktı.

“Yahudiler daha mı zeki?” sorusunu ortaya atan dergi, Utah Üniversitesi’nin uzmanları Gregory Cochran ve Henry Harpending’in çarpıcı bir araştırmasını yayınladı. ABD’li bilim adamlarına göre “Yahudiler kıvrak bir zekâya sahip olmalarını sağlayan genetik özellikler taşıyormuş ABD’li bilim adamlarının alıştırmasına geçmeden önce Yahudilerle ilgili verilere bir göz atalım. Bilimde iddialılar. Yahudiler dünya nüfusunun sadece yüzde 0.025’ini oluşturmasına rağmen küresel finans piyasalarının en önemli oyuncuları. Nüfusun yüzde 3’ünün Yahudi olduğu ABD’de, ekonominin yüzde 25’i yine Yahudiler’in elinde... Nobel Ödülü kazanan ABD’lilerin yüzde 27’si, bilgisayar dünyasının en saygın ödülü olarak bilmen ACM Tuning’i alanların yüzde 25’i Yahudi. Araştırmalara göre her 1000 Yahudi’den 23’ünün IQ (zekâ) seviyesi 140’ın üzerinde. Avrupalılar’ın ise sadece binde 3’ü 140’ın üzerinde IQ’ya sahip... 2. Dünya Savaşı’ndan önce Almanya nüfusunun yüzde 1’ini oluşturmalarına rağmen doktorların yarısı Yahudi asıllıydı. Neredeyse 1000 yıl öncesine dönüp Yahudiler’in yoğun olarak yaşadığı Fransa’ya göz attığımızda bir çarpıcı veriye daha ulaşıyoruz. 1090 yılında Fransa’daki Yahudi erkeklerin yüzde 80’ini sadece ticaretle uğraşmakla kalmıyor aynı zamanda “borç vererek” modern finans kurumlarının temelini atıyordu.”

İnsanların kasasına ve kesesine bakan, sinek gibi her bardağa düşen, paranın kokusunu kurdun kuzu kokusunu alışından daha fazla alan, batan geminin altınlarını alarak denize fırlayan ve orada boğulan adama akıllı mı denir?

İsrail oğullarının tarihi, Hıristiyanların tarihinden binlerce yıl öncesine dayanır. Eğer Yahudiler iyi bir siyaset gütmüş, akıllı davranmış olsalardı dünyanın en güzel yerlerinde en çok nüfusa sahip olarak güven içinde yaşamaları gerekirdi. Şu andaki nüfusları İspanya’daki çingenelerin nüfusuna denk değildir.

Akıllılık, Hz. Musa’nın eğittiği ve Firavun devletinin zulmüne son veren bir ümmeti, zalim bir çete topluluğuna dönüştürmek değildir.

Farenin biri, dağda otlamakta olan deveyi görünce “Bu et dağını yuvama bir götürürsem torunlarımın çalışmasına gerek kalmaz” demiş ve devenin yularından asılmış. Başı yumuşak olan hayvan da yürümüş. Fare kendi deliğine girmiş fakat deve girmemiş. Fare geri çıkmış deveye kızmış bunu gören deve başını bir sallamış, et dağının yularına sımsıkı sarılan fareyi bir yere çarpıp öldürmüş.

Filistin’de her gün Müslümanları öldürerek toprak çalan, öldürdüğü bu masum insanların çocuklarının bir gün kendilerini öldüreceğini bildiklerinden kale gibi sığınak evlerinde bile korku ile titreyen, karadan ve denizden beton duvarlar ören ölmesini bekleyen adamlara akıllı mı denir? Tarih boyunca katliama uğramalarının temelinde Hz. Musa’nın eğitimine değil de kendi hırslarına göre hareket etmeleri yatmaktadır. Bu millet kadar katliama uğrayan başka bir millet yoktur. En son olarak Almanya’da ekonominin tamamına yakınını tekellerine alarak Hitlerin yaptığı zulüme kendileri çanak tutmuşlardır.
“Yahudiler, kıvrak bir zekâya sahip olmalarını sağlayan genetik özelliklere sahip.” Diyen Utah Üniversitesi’nin uzmanları Gregory Cochran ve Henry Harpending’e ulaşması mümkün olanlar, onlara bin dört yüz yıl önce nazil olan şu ayeti ulaştırsınlar: “Andolsun sen onları, insanlardan ve (hatta) müşriklerden de hayata daha hırslı bulacaksın.”[5]

İşte bu hırsları nedeniyle tarih boyunca kendilerinin katledilmesine sebep olmuşlar. Bal tasını görünce kendine hakim olamayan sinek gibi tasın tam ortasına dalıp orada boğulup kalmışlar. Hâlbuki sineklerden rahatsız olanlar da o tası önlerine koymuş olabileceğini hesaba katmamışlar.

İngilizler, kendi içlerindeki Yahudilerden kurtulmak için size Sina çölünü verelim demişler ve elli yıldır orada Yahudileri tutmaya çalışıyorlar. Bunun farkında olan bir kısım Yahudi “Yaptığımız bu zulümler bizim başımıza bela olup yağacak” diye pankart açmaya başladı.[6]

[1] 25 Ekim 2005 tarihli gazeteler
[2] Milli Gazete / Nasuhi Güngör
[3] Vatan / Ruşen Çakır
[4] Milli Gazete / S.Arif Emre
[5] Bakara: 96
[6] Milli Gazete / M.Toptaş

Alıntı:
Şeyh Haznevi katliamının perde arkası aralanıyor

Ali CURA

Ankara - 09 Haziran 2005

Nakşi Şeyhi Maşuk Haznevi’nin hunharca öldürülmesi, Suriye’ye ve bölgeye karşı, CIA, MOSSAD eliyle yürütülen operasyonların bir devamı olduğunun kuvvetle muhtemel olduğunu belirten Saadet Partisi GİK Üyesi Ömer Vehbi Hatipoğlu, “Hazneviler 150 yıldır ilmi çalışmalar yapan bir ailedir. Maşuk Haznevi, Irak işgalinden sonra antiemperyalist bir mücadele içinde idi” dedi. Suriye’de işgalcilere karşı direnebilecek bir güç olduğu için Şeyh Maşuk Haznevi’nin hunharca katledilmesi ile, sömürgeci, vahşi işgalcilerin çirkin emellerinin ardı arkası kesilmiyor. Afganistan’da Şah Mesud, Filistin’de Şeyh Yasin ve Arafat, Lübnan’da Hariri suikastinin devamı; Maşuk Haznevi. Ö. Vehbi Hatipoğlu, “Haznevi’nin hunharca öldürülmesi CIA ve MOSSAD’ın bölgedeki provokatif eylemlerinin bir yenisidir” dedi.

***

Suriye’nin Kamışlı şehrinde pazar gün meydana gelen olayların perde arkası yavaş yavaş aralanıyor. Suriye’nin yanısıra Türkiye’de de pek çok taraftarı bulunan Şeyh Maşuk Haznevi’nin öldürülmesi olayının arkasında CIA, Mossad gibi dış güçlerin olabileceğine işaret eden Diyarbakır eski Milletvekili Ömer Vehbi Hatipoğlu, “Özellikle Irak’ın işgali sonrasında Şeyh Maşuk siyasi içerikli ciddi bir örgütlenme içerisinde olduğu ve antiemperyalist temele dayalı bir hareketi organize etmeye çalıştığı söylentileri yaygındır” dedi. Son zamanlarda yeniden ABD’nin hedefinde yer alan Suriye’de meydana gelen ilginç olaylar bölgenin sancılı bir dönemden geçtiğinin işaretçisi olarak değerlendiriliyor. Öldürülen Şeyh Maşuk Haznevi’nin Haznevi ailesine mensup olduğunu belirten Ömer Vehbi Hatipoğlu, bu ailenin Nakşibendi Tarikatı’nın Halidi kolundan olduğunu da aktardı. Dolayısıyla Şeyh Maşuk’un gerek Türkiye gerekse Irak ve Suriye’de çok geniş bir taraftarı bulunduğunu dile getiren Hatipoğlu, Haznevi’nin bölgede etkisi olan bir aile olduğunu vurguladı. Ailenin temel vasfının öğrencilere medrese eğitimi vermesi ve tasavvuf ile uğraşması ile tanındığını kaydeden Hatipoğlu şunları konuştu: “Hazneviler, yaklaşık 150 yıldır tamamen siyasetin dışında ilmi çalışmalar yapan bir aile olarak bilinir. Hafız Esad döneminde bu çalışmalar zaman zaman engellenmiş, hatta aile büyüklerinin yaşadığı yerlere insanların girişi engellenmek istenmiştir. Değişik yollarla baskı altında tutulmuşlardır. Bütün bu baskılara rağmen Haznevi ailesinin etkinliği gün geçtikçe artmıştır. Türkiye’de güçlü bir taraftar kitlesine sahip olan Menzil ve Nurşinli Şeyh Maşuk da Haznevi ailesine bağlıdır. Bu nedenle denebilir ki, Türkiye’deki etkisi ve taraftarı Suriye’den daha fazla olan bir ailedir. İşte bu suikastın arkasında ailenin güçlü konumu vardır. Suikaste uğrayan Şeyh Maşuk alim ve aynı zamanda mürşid konumunda olan bir zattır. Ancak onun Haznevi ailesinin diğer fertlerinden farklı bir tarafı, son yıllarda siyasi içerikli faaliyetlerde bulunmaya başlamasıdır. Özellikle Irak’ın işgali sonrasında Şeyh Maşuk siyasi içerikli ciddi bir örgüt kurmuş, antiemperyalist temele dayalı bir hareket oluşturmuştur diye söylentiler yaygındır. Eğer bu iddia gerçek ise merhum Maşuk gelecekte Irak’ta Mukteda Sadr’ın direniş potansiyeline sahiptir. Bu nedenle suikast, bu potansiyeli ortadan kaldırmaya yönelik siyasi bir eylem olarak değerlendirilebilir” Maşuk’un öldürülmesinin CIA ve Mossad gibi servislerin bölgede tamamen provokatif bir eylem meydana getirmesi maksadıyla gerçekleştirdiğini de kaydeden Hatipoğlu, suikastin sünni dünyasının bölgede rahatlıkla ayaklanmasına neden olabilecek bir özellik taşıdığına da işaret etti.

Milli Gazete


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Suriye Gündeminden Başlıklar ve Haznevî Ailesi
MesajGönderilme zamanı: 30.07.12, 11:46 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 15.12.08, 02:19
Mesajlar: 253
Alıntı:
NAKŞIBENDİ TARİKATINDA “MİRAS” KAVGASI!..

Kazada ölen Nakşi şeyhinin 2 torunu 5 milyon dolarlık miras için kaçırıldığı öne sürüldü.

9 Ağustos Pazartesi 2010

Suudi Arabistan’ın Medine kentinde 5 yıl önce trafik kazasında annesi, eşi, kızı ve oğlu ile birlikte hayatını kaybeden Nakşibendi tarikatının ‘Halidiyye’ kolu şeyhi Muhammed El Haznevi’nin 5 ve 6 yaşındaki 2 torununun kendisini ‘tarikat şeyhi’ olarak tanıtan amcaları Muhammet Moutaa El Haznevi tarafından Suriye’den kaçırılıp Türkiye’ye getirildiği iddia edildi.

İki kardeşin yaklaşık 5 milyon dolarlık miras nedeniyle kaçırıldığını iddia eden dayıları ve aynı zamanda tarikatın yeni şeyhi Abdullah El Haznevi’nin oğlu olan Muhammed Eymen Haznevi, “Yeğenlerim Suriye’den buraya getirilmiş. Yeğenlerimi en az 5 milyon dolarlık miraslarına konmak isteyen, sarık ve cübbe giyip kendisini etrafına şeyh gibi tanıtan amcaları kaçırdı. Bir an önce yeğenlerimize kavuşmak istiyoruz” dedi.

Suriye, Türkiye ve Irak başta olmak üzere birçok ülkede binlerce müridi bulunan Nakşibendi tarikatının en yaygın kolu Halidiyye’nin şeyhi olan Muhammed El Haznevi’nin kazada ölümünün ardından şeyhlik için başlayan tartışma 5 yıl aradan sonra miras kavgası ile yeni bir boyut kazandı.

Hem Suriye hem de Türkiye vatandaşlığına sahip olan Haznevi ailesi fertleri arasında başlayan tartışmalarda şeyhliğin, kazada kardeşi Muhammed ve damadı Abdulhalık’ı kaybeden Abdullah El Haznevi tarafından sürdürüleceği belirtildi.

Oğlu da şeyhliğini ilan etti

Ancak babasının kendisine bazı kişilerin şahitliğinde icazet verdiğini söyleyen oğlu Muhammed Moutaa El Haznevi de, şeyhin kendisi olduğunu dile getirdi.

Medine’deki kazada ölen Abdulhalık El Haznevi’nin iki oğlu Muhammed Human ve Muhammed Fadıl ise, tarikatın yeni şeyhi olarak bilinen dedeleri Abdullah El Haznevi’nin yanına yerleşti.

Suriye ve Türkiye’de milyonlarca dolar

Ölümünün ardından Muhammed El Haznevi’den geriye kalan milyonlarca dolarlık miras, hak sahibi olan oğulları Muhammed Moutaa, Muhammed Faris ile torunları Muhammed Human ve Muhammed Fadıl arasında bir türlü paylaştırılamadı.

İddialara göre, şeyhlik kavgasından dolayı yan yana gelmeyen Muhammed Moutaa ile hak sahibi 2 torunun dedesi olan tarikat şeyhi Abdullah El Haznevi, miras paylaşımı konusunda ortak noktada buluşamadı.

Medine’deki kazada ölen Muhammed El Haznevi’nin Suriye’nin değişik kentlerinde çok sayıda arsa, apartman, müstakil ev, yazlık, sık sık mürit ziyareti için geldikleri Türkiye’de ise İzmir, Mersin ve İskenderun’da çok sayıda gayrımenkulü bulunduğu ve bunların piyasa değerinin 15-20 milyon dolar olduğu belirtildi.

Maskeli ve silahlı kişiler kaçırdı

İddiaya göre, yaklaşık 5 milyon dolarlık mirasın sahibi olan 6 yaşındaki Muhammed Human ile 5 yaşındaki Muhammed Fadıl kardeşler, geçen 28 Haziran günü, dayıları Muhammed Eymen Haznevi, akrabaları Derviş Acar ile birlikte Suriye’nin İdil şehrinin Ariha ilçesinde dolaşırken önlerini kesen yüzleri maskeli ve eli silahlı 8 kişi tarafından kaçırıldı.

Tarikat şeyhi Türkiye’ye geldi

Tarikat Şeyhi Abdullah El Haznevi, hem kaçırılan iki çocuğun izini bulabilmek hem de müritlerini ziyaret etmek için 2 gün önce Şanlıurfa’ya ailesiyle birlikte geldi.

Babasıyla birlikte Şanlıurfa’ya gelen 28 yaşındaki Muhammed Eymen Haznevi, 2 yeğeninin kaçırılması sırasında kendisinin de tartaklandığını belirtti.

İskenderun ve Adana’da bulunamadı

Muhammed Eymen Haznevi, çocukların Türkiye’ye giriş yaptığının saptanması ardından müritleri ile temasa geçtiklerini ve suçladıkları amca Muhammed Moutaa’nın bulunabileceği Adana ve İskenderun’daki 3 adrese polis tarafından baskın düzenlendiğini belirterek, “Üç yerde yapılan aramalarda da çocuklara ulaşılamadı. Şu anda bu çocuklar Türkiye’de ve her yerde, her şehirde olabilirler. Biz Suriye’de bu kişi hakkında yakalama kararı çıkarttırdık. Burada da İskenderun Cumhuriyet Savcılığı, Muhammed Moutaa hakkında yakalama kararı çıkarıp 81 ili bilgilendirdi. İnşallah en kısa sürede yakalanır ve yeğenlerime sağ salim kavuşuruz” diye konuştu.

Sarık ve cübbesi araç, amacı mirasa konmak

Amcasından milyonlarca dolarlık miras kaldığını ve kaçırılan iki çocuğun hakkının da yaklaşık 5 milyon dolar civarında olduğunu kaydeden Muhammed Eymen Haznevi, şöyle konuştu:

“Çocuklara takribi 5 milyon dolarlık miras düşüyorsa, gerisini siz düşünün. Çok büyük maddiyattan bahsediyoruz burada. Ancak biz yeğenlerimizi tekrar görmek için paradan vazgeçtik. Öyle ki yeğenlerimin annesi olan kardeşim Hasne Hanzevi, çocukları kaçırıldığından beri yemek yemiyor, bir deri bir kemik kaldı.

Biz Hasne’nin çocuklarına kavuşup, yemek yediğini görmek için milyar dolarları harcamaya hazırız. Buradan Moutaa’ya sesleniyorum, gelsin ister adli, ister şer’i her türlü mahkemede verilecek karara razı olalım. O da yaptığı yanlıştan vazgeçsin ve Haznevi ailesinin ismini kötülemesin.

Moutaa kendisini insanlara şeyh olarak tanıtıyor. Çocukları kaçıran birinden ne beklersiniz? Baba ile oğlu birbirine düşürenden ne beklersiniz? Ama amcam yani babası ona güvenmez, her türlü işlemi kazada kendisiyle ölen eniştem olan Abdulhalık’a yaptırırdı. Moutaa giydiği sarık ve cübbeyi araç olarak kullanıyor, insanları kandırıyor. Onun asıl amacı milyon dolarlık mirasa konmak.”


Suriye’ye asıl şimdi dikkat

27 EKİM 2005

Milli Gazete

Dikkatlerimiz yavaş yavaş Suriye’ye yoğunlaşıyor. Özellikle “yavaş” vurgusunu yapıyoruz. Çünkü yanı başımızdaki bu ülkede ne olup bittiği hakkında sağlıklı bilgi sahibi değiliz. Oysa herkesin bir Alman savcı tarafından hazırlanan Refik Hariri suikastı raporuna yoğunlaştığı sıralarda çok önemli gelişmeler yaşanıyor. Suriye’ye dünya sistemi ile birlikte bakma alışkanlığını terk edemediğimiz için, bunları görüyor, ancak ne yazık ki anlayamıyoruz.

Hazneviler dediğimiz zaman eminiz, aranızda yakın tarihteki acı hadiseleri hatırlayanlar çıkacaktır. Önemine binaen biz tekrar aktaralım. Sadece Suriye ve Irak’ta değil, Türkiye’de de yakından tanınan Haznevi ailesi, Suriye’nin sınırımıza en yakın bölgelerinden Kamışlı’da yaşıyor. Nakşibendi silsilesinin bu kıymetli halkasının mensupları, aynı zamanda Mardin başta olmak üzere çok sayıda bölgede muhabbet görüyor.

İşte bu ailenin önder isimlerinden Şeyh Maşuk Haznevi, 10 Mayıs 2005 tarihinde kaçırılmış ve tam 21 gün sonra öldürülmüş olarak bulunmuştu. Kısa bir süre sonra Şam yönetimi, Yasin Matar El Hindi ve Muhammed Matar El Abdullah isimli iki şahsın cinayetin sanıkları olarak yakalandığını ve olayın siyasi bir cinayet olmadığını açıklamıştı. Suriye İçişleri Bakanlığı ve o tarihte konuşan tüm yetkililer “normal bir cinayet” olarak tanımlasa da, hadiselerin seyri bu tezi daha baştan geçersiz kılıyor. Çünkü Hazneviler, sadece kendi bölgelerindeki Kürtleri değil, geniş bir alanda onbinlerce insanı etkileyen bir yapıya sahip. Böyle bir kaçırılmanın ve ardından işlenen cinayetin, Suriye’nin yakın geleceğinden bağımsız düşünülmesi akla yatkın görünmüyor.

Hazneviler için “laiklik yanlısı, Irak’taki direnişe karşı çıkıyorlar” gibi yaklaşımların da bu ailenin bölgedeki konumunu tanımayanlar tarafından yapılmış değerlendirmeler olduğunu söylemek gerekiyor. Oysa bu cinayetin ardından Saadet Partisi yöneticilerinden Ömer Vehbi Hatipoğlu’nun yaptığı değerlendirmeler, ne yazık ki yeterince yankı bulmadı. Hatipoğlu, özetle şunları söylüyordu: “Haznevi’nin hunharca öldürülmesi CIA ve MOSSAD’ın bölgedeki provokatif eylemlerinin bir yenisidir.” Ailenin sadece Suriye’de değil, Irak’ta ve özellikle Türkiye’de çok önemli bir konumu olduğunu hatırlatan Hatipoğlu’nun şu değerlendirmesi de üzerinde uzun uzun durmayı gerektiriyor: “Muhtemel bir işgal sürecinde Hazneviler, Suriye’de ciddi bir direniş potansiyeline sahiptirler. Bu nedenle suikast, bu potansiyeli ortadan kaldırmaya yönelik siyasi bir eylem olarak değerlendirilebilir.”

Bunları hatırladıktan sonra şu haberi, birlikte ve yorumsuz okuyalım: “Suriye’nin Haseki kenti Kamışlı ilçesinde oturan, hem Türkiye hem Suriye vatandaşı olan Nakşibendi tarikatı lideri Şeyh Muhammed Haznevi ile ailesinden 4 kişi, Umre ziyareti için gittiği Suudi Arabistan’ın Medine kentinde geçirdiği trafik kazasında yaşamını yitirdi. Kazaya araçlarına çarpan bir tanker neden oldu.” (25 Ekim 2005 tarihli gazeteler)

Aynı büyük aileden, birkaç ay içinde gelen kayıplar. Suriye’de yapılmak istenenler, bu pencereden bakılınca hayli farklı görünüyor. Haznevi ailesinin başına gelenler, sadece kendi bölgesinde değil, Suriye’deki farklı Sünni topluluklar arasında da büyük kaynamalara neden oldu. Suriye içindeki ve dışındaki bazı Kürt milliyetçisi gruplar, bu hadiseyi kendi hareketlerinin parantezine almak için büyük çaba sarfettiler. Ancak şu ana kadar istediklerini elde edebilmiş değiller.

Haznevilerin bu süreçte nasıl bir rol üstlenecekleri, Suriye’de Beşar Esad’a karşı şekillendirilmek istenen muhalefet açısından büyük önem taşıyor. Haznevi ailesinin, rejimi değiştirmeye değil, muhtemelen terbiye etmeye yönelik bu tür operasyonlarda kendi müntesiplerini olabildiğince geride tutma gayretleriyle, onlara yönelik “laiklik yanlısı, Irak’taki direnişe karşı çıkıyorlar” suçlamaları ne kadar uyumlu değil mi?

Suriye’deki azınlık yönetimine karşı el altından “iktidar” mesajları alan Sünni grupların, özellikle de en etkinleri olan İhvan-ı Müslimin’in nasıl bir tavır alacağı, büyük bir dikkatle izleniyor.

Soru çok açık ve herkesin akl-ı selim ile vereceği cevabı bekliyor: Oğul Esad’a karşı örgütlenecek bir muhalefete, mesela İhvan gibi hassasiyetleri olan bir yapıya, gerçekten iktidar teslim edilecek midir? Yoksa tüm bunlar, Şam’ın geleneksel kıvraklığını sonuna kadar kullanan mevcut rejimi, istenen kıvama getirme stratejisi midir?

Suriye’de böylesine kritik bir dönemde bir Nakşibendi topluluğun önderlerinin hedef seçilmesi, bu satırlara sığmayacak kadar önemlidir. Sadece şu kadarını söyleyip tamamlayalım.

Siz Suriye’de ya da İslam Dünyası’nın herhangi bir yerinde, bu zorlukların sadece siyasi basiretle mi bertaraf edileceğine inanıyorsunuz?

Yoksa unuttuğumuz başka değerler mi var?


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Suriye Gündeminden Başlıklar ve Haznevî Ailesi
MesajGönderilme zamanı: 30.07.12, 11:57 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 15.12.08, 02:19
Mesajlar: 253
Suriye için ne yapabiliriz?

Nasuhi Güngör


Türkiye’nin Arap Baharı’na gösterdiği ilginin yeterli olup olmadığı sıkça tartışılıyor. Kimileri Ankara’nın bu süreçte daha aktif rol alması gerektiğini, hatta uluslararası müdahaleler dahil her konuda öncülük etmesini savunuyor. ‘Bu işlere nereden bulaştık’ diyen geleneksel dış politika anlayışını saymazsak, hemen herkes Türkiye’nin bu süreçte aktif rol oynaması gerektiğinde hem fikir.

Ancak bu aktif rolün nasıl oynanacağı konusundaki tezler arasında kelimenin tam anlamıyla uçurum var. ‘Ne yapacaksak dünya ile birlikte yapmalıyız’ diyenlerle, Türkiye’nin kendi dinamikleriyle bu sürece katkı sağlamasını isteyenler arasındaki görüş ayrılığı, sanılandan çok daha derin. Bunu Libya örneğinde gördük, Suriye üzerinde de görmeye devam ediyoruz.

Türkiye’nin ciddi bir değişim süreci yaşayan geniş bir coğrafyadaki pek çok ülkeyle yakın tarihi, siyasi ve ekonomik bağları var. Üstelik siyasi tecrübe ve derinlik açısından onlarla paylaşabileceği ciddi bir birikime de sahip.

Model değil, tecrübe

‘Model’ tartışmalarına başından itibaren sıcak bakmadım. Hatta hayli abartılı bulduğumu da söyleyebilirim. Ancak şu anda rejim krizi yaşayan ya da yeni bir siyasi model oluşturan hemen her Müslüman ülkede, Türkiye’ye yönelik ciddi bir ilginin varlığını da görmek gerekiyor. Özellikle de AK Parti tecrübesi ilgi odağı.

Böyle bir ilgiden, ilişkiden ve beklentiler zincirinden söz edeceksek, listenin en üst sıralarına herhalde Suriye’yi yazabiliriz. Suriye’de Esad rejimine karşı ciddi bir direniş gösteren muhalefetin, Türkiye’den beklentileri olduğunu da biliyoruz.

Öte yandan Ankara temkini elden bırakmıyor. Sırtında da sanılandan çok daha fazla yumurta küfesi var. Bölgesel dengeler, kendi içindeki sorunlar, özellikle de Kürt sorunu ve terör, Türkiye’nin yapacağı her hamleyi dikkatle hesaplamasını beraberinde getiriyor. Beklentiler elbette haklı ve yerinde. Ayrıca bu kadar iddia sahibiyseniz, beklenti çıtasını da yükseltmiş oluyorsunuz.

Ancak bunun için daha uzun soluklu, sabırlı ve ciddi öngörüler içeren politikalar üretmek gerekiyor. Galiba sorunun kaynağı da burada.

Diyarbakır mı Erbil mi?

ORSAM (Ortadoğu Stratejik Araştırmalar Merkezi) tarafından yayınlanan Ortadoğu Analiz Dergisi’nin son sayısında, Suriye’deki muhalefetle ilgili önemli bir dosya hazırlanmış. (Temmuz Ağustos 2011) Antalya’da bir araya gelen Suriyeli muhaliflerle sıcağı sıcağına yapılan söyleşilerde çarpıcı bilgilere rastlıyoruz.

Mesela Türkiye Kürtleri için de son derece önemli olan Haznevi ailesinden Şeyh M. Murat El Haznevi’yle yapılan konuşma, Türkiye’nin neyi eksik yaptığının adeta manifestosu gibi. Haznevi ailesi, Nakşibendi ve sadece Suriye’de değil, Türkiye’de de ciddi sayılara ulaşan bağlıları ve akrabaları var.

Bu söyleşiden öğrendiğimize göre Haznevi ailesinden önemli bazı isimler Kuzey Irak’ta Erbil’de kalıyor. Mesut Barzani onlara yakınlık gösteriyor ve çalışmalarını orada yürütüyorlar.


Bizim burada sormamız gereken soru gayet açık: Türkiye ile bu kadar yakınlığı ve ayrılmaz bağları olan bir ailenin mensupları niçin mesela Diyarbakır’da değil de, Erbil’de faaliyet göstermektedir?

Cevabı da açık. İddialarımızla mütenasip işler yapmak konusunda pek maharetli değiliz ne yazık ki. Suriye ile aramızdaki asıl yakınlığı oluşturan damarları canlandırmayı ne yazık ki bugüne kadar akıl edemedik. Hala yakın coğrafyamızda yaşayan Kürtlerin kaderinin bizimle bir ve bütün olduğunu idrak edemiyoruz. Onlar da kendilerine yakınlık gösterenlerle birlikte hareket ediyor.

Yeterince açık değil mi?

26.08.2011 Star


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 7 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 1 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye