Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 1 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: Hz. Pîr Muhammed Ma’sûm Farûkî Serhindî'den Bir Mektûb
MesajGönderilme zamanı: 02.07.10, 08:33 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 27.12.08, 17:20
Mesajlar: 565
Hz. Pîr Muhammed Ma’sûm Farûkî Serhindî'den Bir Mektûb

( Nakşbendiyye silsilesinin yıldızlarından Muhammed Ma’sûm Serhindî “rahmetullahi aleyh”in “Mektûbât-ı Masûmiyye” kitâbının birinci cild, yüzseksenikinci mektûbu )

Sebeblere yapışmak tevekküle münâfî değildir. Çünki, sebeblere te’sîr etmek kuvvetini de Allahü teâlâ vermektedir. Sebeblere yapışırken, sebeblerin te’sîrini Allahü teâlâdan bilmeli ve Ona güvenmelidir. Te’sîr ettikleri tecrübe edilmiş olan sebeblere yapışmak, tevekkül etmek demektir. Te’sîri bilinmeyen, ümîd dahî edilmeyen sebeblere yapışmak, tevekküle uygun olmaz. Te’sîri kat’î olan sebeblere yapışmak lâzımdır, hattâ vazîfedir. Ateş yakıcıdır. Ateşe yakmak hâssasını, te’sîrini veren Allahü teâlâdır. Aç olunca, gıdâ, ta’âm yiyeceğiz. Gıdâya doyurmak te’sîrini Allahü teâlânın verdiğine inanacağız. Faydalı te’sîri kat’î olan böyle sebebleri kullanmayarak zarar hâsıl olursa, Allahü teâlâya itâ’at etmemiş oluruz. Ona karşı gelmiş oluruz. Sebebler üç kısımdır: Te’sîri görülmemiş, işitilmemiş sebebleri kullanmak câiz değildir. Tecrübe edilmiş, faydalı te’sîr ettikleri anlaşılmış olan sebebleri kullanmak vâcibdir. Bunları terk etmek günâh olur. Te’sîrleri şübheli olan sebebleri kullanmak vâcib, lâzım değil ise de, câizdir. Allahü teâlâ, mühim olan isleri yapmadan evvel, bunları tecrübeli, bilgili kimselerle meşveret etmemizi, bundan sonra yapmamızı, yaparken de, Allahü teâlâya tevekkül etmemizi, netîceyi Ondan beklememizi emretti. Meşveret etmek de, sebebe yapışmaktır. Bu emr, faydalı sebebe yapışmanın vâcib olduğunu ve sebebin te’sîrini Allahü teâlâdan beklemek lâzım olduğunu bildirmektedir. Âhıret işlerinde ya’nî ibâdet ve tâ’at yapmakda tevekkül olmaz. İbâdetleri yapmamız, bunun için çalışmamız emrolundu. Âhıret islerinde tevekkül etmek değil, havf ve ümîd etmek lâzımdır. Bu emirleri yapmak, bunların kabûl olunması ve sevâb verilmesi için Allahü teâlânın merhametine ve ihsânına i’timâd etmek, güvenmek lâzımdır. Emirleri yapmak ve yasaklardan sakınmak, kulluk vazîfesidir.

Dînimizde öyle bir yüksek makâm var mıdır ki, insan bu makâma varınca kendini ve herşeyi unutmuş olsun?
Suâlinize karşı deriz ki, evet tasavvufda fenâ denilen bir makâm vardır. Tasavvuf yolunda çalışan bir kimse, bu makâma ulasınca, kendisini ve herşeyi unutur. Fakat, fenâ ve bekâ makâmına insanın bâtını [kalbi, rûhu] vâsıl olur. Bu hâl insanın kalbinde, rûhunda hâsıl olur. Insanın zâhiri [bedeni, aklı], kendi ihtiyâclarını te’mîn etmek mecbûriyyetindedir. Insan, pekçok ilerlese bile, bu vazîfeden kendisini kurtaramaz.

Başkalarının düşündüklerini keşf etmek, gayb olan şeylerden haber almak ve yapılan duâların kabûl olması, tasavvuf yolunda ilerlemenin, Allahü teâlânın sevgisine kavusmanın alâmeti midir? Diyorsunuz.
Muhterem kardeşim! Bu saydıklarımız, hârik’ulâde şeylerdir. Allahü teâlânın âdetinin dışında olan şeylerdir. Bir insanda bunların hâsıl olması, onun yükselmesinin, kabûl olunmasının alâmeti değildir. Bunlar, istidrâc sâhiblerinde, sa’âdetden mahrûm olanlarda da hâsıl olur. Riyâzet çekerek nefslerini parlatan kâfirlerde de hâsıl olur. Ba’zılarında riyâzet çekmeden de hâsıl olmakdadır.

Velî olmak için, ya’nî vilâyet derecelerine kavuşmak için riyâzet çekmek şart olmadığı gibi, istidrâc sâhiblerinin hârikalar göstermesi ve Evliyânın “rahime-hümullahü teâlâ” kerâmetler göstermesi için de riyâzet sart değildir. Riyâzet çekmek, bunların çok hâsıl olmasına yardım eder.

Evliyânın çoğu ucb denilen günâhdan korunmuştur. Fenâ makâmına kavuşanda ucb ve riyâ kalmaz. Evet insanlık îcâbı hatâ yapılabilir. Çünki, Evliyâ “rahmetullahi aleyhim ecma’în” hatâ yapmakdan mahfûz değildir. Fakat, gafletden hemen uyanır, istiğfâr ederek ve hasenât yaparak onun zararından kurtulur.
Az yemek ve az uyumak tasavvuf yolunda ilerlemek için faydalıdır. Fakat, bedene ve akla zarar verecek kadar aşırı olmamak lâzımdır. Bunları ve riyâzetleri sünnete uygun yapmalıdır. Aşırı yapılırsa rûhbâniyyet olur. İslâmiyyetde rûhbânlık yokdur.

Evliyânın keşfleri, hayâlî şeyler değildir. Kalbe ilhâm edilen şeylerdir. Hayâlî olan keşflere i’timâd edilmez. Vehm ve hayâl, kalbe gelen bilgilerin anlaşılmasına yardımcı olurlar. Hâlık ile mahlûk arasındaki elli bin senelik yol vehm sâyesinde az zamanda kat edilir. Hayâl de ledünnî bilgilerin kolay anlaşılmasına yardım eder. Tasavvuf yolunda her ikisinin de çok faydası vardır. Ba’zı duâların dünyâ işlerinde faydalı olduğu bildirilmişdir. Allahü teâlânın isimlerini zikr etmek, dahâ ziyâde faydalı olmaktadır.
Namaz kılarken kendi bedenini hâtırlamamak, çok iyidir. Namazda hâsıl olan şeyler, namâzın dışında hâsıl olanlardan dahâ kıymetlidir. Namazın önemini iyi anlamalıdır. Namazı, müstehab olan vakitlerde ve sartlarına ve ta’dîl-i erkâna dikkat ederek kılmalıdır. Namaz kılan kimse ile Allahü teâlâ arasındaki perdelerin kalktığı, hadîs-i şerîfde bildirilmişdir.

Evliyânın “rahime-hümullahü teâlâ” âlem-i misâldeki sûretlerini, şekillerini gördüğünüzü, onlarla konuştuğunuzu yazıyorsunuz. Bunlar iyi şeylerdir. Fakat maksadımız bunlar değildir. Maksadımıza zarar vermedikleri için üzülecek şeyler de değildir.

Hızır aleyhisselâmın hayâtda olduğuna inanmak lâzım olup olmadığını soruyorsunuz? Âlimlerimiz bunu sözbirliği ile bildirmedi. Evliyâdan ba’zıları “rahmetullahi aleyhim ecma’în”, Hızır aleyhisselâmı gördüklerini, konuşduklarını bildirmişler ise de, böyle haberler onun hayâtda olduğunu göstermez. Rûhu insan seklinde görülmüş, insanın yapacağı şeyleri rûhu ile yapmış olabilir. O zaman hayâtda olmuş ise, simdi de hayâtda olması lâzım gelmez. (El-Isâbe-fî-ma’rifetissahâbe) kitâbında Hızır aleyhisselâmın yaptığı çok şeyler yazılıdır. Âlimlerin çoğu Hızır aleyhisselâmın öldüğünü bildirdi. Eğer hayâtda olsaydı, Peygamber efendimize gelir, birlikde Cum’a namâzı kılar, sohbetinde ve cihâdlarında bulunurdu.

Vefât etmis Velîlerin rûhları ba’zan âlem-i misâldeki sûretleri ile insan şeklinde görülür. Çünki, dünyâda olan herşeyin âlem-i misâlde bir sûreti vardır. Hattâ maddî olmayan ma’nevî şeylerin de orada sûretleri vardır. Âlem-i misâl, hayâlî şeyler değildir. Bu gördüğümüz madde âlemi gibi var olan bir âlemdir.

Evliyânın rûhları, ba’zan kendi bedenleri şeklinde görünür. Ba’zan da bedensiz, şekilsiz olarak rûhları insanın rûhu ile buluşur, görüşür.
Rûhlar ve kabir hayâtı hakkındaki bilgiler çok ince bilgilerdir.
Bunlar hakkında zan ile, tahmîn ile konuşmamalıdır. Nasslar ile ya’nî âyet-i kerîme ve hadîs-i serîf ile açıkça bildirilmiş olanlara kısaca inanmalı, fazla konuşmamalıdır. Kabirde ni’metler ve azâblar olduğuna inanmalıdır.
Mevtâların birbirleri ile konuştukları da bildirilmişdir. Kabrdeki azâbdan dolayı bağırır, feryâd ederler. Feryâdlarını insanlardan ve cinden başka bütün mahlûklar işitir. Rûhları yalnız olarak da, bedenleri vâsıtası ile de feryâd eder.

İnsan tasavvufda ne kadar ilerlerse ilerlesin, kemâle gelsin, kurb-i ilâhîye kavuşsun, bedeni ile, rûhu da mahlûk olmakdan kurtulamaz. Allahü teâlâdan başka herşey hâdisdir, mahlûkdur. Var olmadan önce yok idiler. Sonra da yok olacaklardır. Müslüman olmak için böyle inanmak lâzımdır. Peygamberlerin “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât”, Evliyânın rûhları da böyledir.

Âhıretde azâbdan kurtulmak için, Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiklerine inanmak, uymak lâzımdır. Bu kitâblara uymayan keşfler, kerâmetler hiçbir ise yaramaz. Tasavvuf yolundan maksad, kendi nefsinin ayblarını, kusûrlarını anlamakdır ve ahkâm-ı islâmiyyeye uymakda kolaylık ve lezzet hâsıl olmakdır ve gizli olan şirkden, küfrden kurtulmakdır.

Müridlerinizin iyi hâllerini yazıyorsunuz. Bunun için, Allahü teâlâya çok sükr ediniz. Müridlerinizin tam müslüman olmaları, Allahü teâlânın rızâsına kavuşmaları için çalışınız! İslâmiyyetin edeblerini, Ehl-i sünnet âlimlerinin edeblerini ve selef-i sâlihînin hâllerini, ahlâklarını onlara bildiriniz! Onlara va’z ve nasîhatden geri kalmayınız! Edebsizi Allahü teâlâ sevmez.
Kur’ân-ı kerîmi çok okuyunuz. Namazlarınızı fıkıh kitâblarına uygun olarak ve huşû’ ile kılınız ve (lâ ilâhe illallah) güzel kelimesini her zaman söyleyiniz! Allahü teâlâ hepimize merhamet buyursun. Hepimize, kendi rızâsına kavuşturan iyi isler yapmak nasîb eylesin. Size ve doğru yolda olanlara ve Muhammed aleyhisselâmın izinde gidenlere selâm ve duâlar ederim, efendim!
Şimdi Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” zamanı çok uzakda kaldığı ve kıyâmet yaklaşdığı için, her tarafa bid’atler yayıldı. Bid’atlerin zulmetleri, zararları bütün âleme yayıldı. Sünnetler unutuldu. Sünnetlerin nûrları örtüldü. Şimdi, insanı Allahü teâlânın rızâsına kavuşduracak en kıymetli amel, unutulmuş sünnetleri meydâna çıkarmak için, ya’nî islâm ilimlerini yaymak için çalışmakdır. Kıyâmet günü Muhammed aleyhisselâmın yanında bulunmak isteyenlerin, bu yolda çalışmaları lâzımdır. Hadîs-i şerîfde, (Terk edilmiş bir sünnetimi ortaya çıkarana yüz şehîd sevâbı vardır) buyuruldu. Sünneti meydâna çıkarmak için ilk yapılacak sey, bu sünneti kendisinin yapmasıdır. Bundan sonra, başkalarının yapması için çalışmak gerekir.

Son nefes korkusunu yazıyorsunuz. Bu korkudan kurtulan kimse yokdur. Peygamberlerden “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” başka herkesin son nefesi şübhelidir. Son nefesde kurtulabilmek müjdesi ancak vahy ile ma’lûm olur. İyi alâmetler ve eserler ve beşaretler, son nefesin selâmetini haber verirlerse de, zann-ı gâlib hâsıl ederler. Zan, ne kadar gâlib, fazla olursa olsun, insanı bu derdden, bu korkudan kurtaramaz.

İbâdetlerimi ve tâ’atlarımı kabûl olmağa lâyık göremiyorum. Bunun için ba’zen ibâdet yapmakda gevşeklik hâsıl oluyor, diyorsunuz.
Bu dünyâda ibâdet yapmak için emr olunduk. Kabûl olunur mu olunmaz mı bilmesek dahî, yapmağa mecbûruz. Hem ibâdet yapacağız, hem de ibâdetdeki kusûrlarımıza istiğfâr edip, kabûl olması için ağlayarak, sızlayarak yalvaracağız. Bu istiğfâr ve yalvarmak, belki kabûl olmasına sebeb olur. Biz kuluz. Kulluk vazîfemizi yapmağa mecbûruz. Şeytân la’în, kulluk vazîfemizi yaptırmamak için, bizi aldatmağa çalışıyor.

Size karşı olan teveccüh ve sevgimizi soruyorsunuz. Bunu bildirmeğe hâcet var mı? Sizin bize olan sevginiz, bizim size olan sevgimizin eseridir, netîcesidir. Ağaçda hâsıl olan çiçekler, meyveler, hep gövdeden gelmektedir. Bu kâide her zaman böyle gelmiştir.

Mâide sûresinin ellidördüncü âyetinde meâlen, “Onları severim. Onlar da beni severler” ve yüzondokuzuncu âyetinde meâlen, “Allah onlardan râzıdır. Onlar da Allahdan râzıdırlar” buyuruldu. Kendi muhabbetini ve rızâsını, onlarınkinden önce bildirdi.

Size ve doğru yolda olanlara ve Muhammed aleyhisselâmın izinde gidenlere selâm ve duâlar ederim.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 1 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 3 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye