Mete’nin Yaşadıkları
Mete, lise mezunu ve lisede âşık olup, evlenen bir ailenin büyük oğluydu. Evliliğin ilk yıllarında çift, baba evinde parasızlık yüzünden yaşamak zorunda kalmış; Mete’yse çalışan anne ve babanın tecrübesizliğini hissetmiş ve o yıllarda bu ikilem ve mutsuzluğun üzerinde sevgisizliği yaşamış bir çocukluk dönemi geçirmişti. Sokağa çıkmaz, playstation gibi sanal dünya üzerinde futbol oyunları gibi oyunlarla geçen ilkokul yılları hayatında sıradandı. Anne ve baba mütedeyyin aileydi ama İslami bilgileri zamansızlık yüzünden sınırlı alabilmişti, o da malum gelenekseldi.
Babası makine mühendisi olmayı çok istemişti. Evlilik ve erken işe atılmakla bu ideali başlamadan son bulmuştu. Kendisi matbaacıydı. Önceleri özel işlerde çalışmış, sonra işi yaver gitmiş ve devlete sırtını dayamıştı. Çok çalışkandı. Sağlığını düşünmeden gece gündüz işte çalışabilecek bir iş sevgisi vardı. Elbette bu uzun iş mesailerinden fazla para alıyordu ama evini de ihmal ediyordu. Kendi ayakları üzerinde durmayı düşünürken yıllar akıyor ve Mete üniversite sınavına girecek yaşlara geliyordu. Babası, şehre yakın bir yerden, İstanbul yoluna yakın, bir kooperatife girmişti. Yıllarca ona para vermekten, paraları bir araya getirebilmenin yorulmuşluğu ile on yıl aradan sonra nihayet evleri de olmuştu. Ev şehir merkezinden uzak sayılırdı. Gerçi otobüs veya başka ulaşımlar olsa da bu imkânlarda sınırlıydı.
İlk üniversite sınav denemesinde başarısız olmuştu. Ailesi ve kendisi de çok üzülmüştü. İkinci denemesinde tüm imkânlar zorlanmış, özel hoca destekleri ile iyi bir sosyal bölümü kazanmıştı. Ailesi mutluydu… Okuldan eve geldiğinde yemek için ailesinin yanına ancak gelebiliyor ve nerdeyse ayrı bir dünyası olmaya başlıyordu. Aldığı kitaplar, arkadaş çevresi, her ne kadar başlangıçta, İslam kimliğindeki abiler yanında kalma yönünde de olsa, değişmeye başlamıştı. Doyumsuzca kitap okuyordu. Seçmediği kitaplarla farklı bir kişiliğe ailevi fikirlerinden uzaklaşarak sahip oluyordu. Okulda sorunu yoktu. Hep derece ile ilerliyor ve başarılı bir çizgi yakalıyordu. Ailesinin durumunu görüyor ve çalışmaktan başka geleceğinin olmadığını üzülerek görüyordu. Her an kendini aşmaya zorluyordu. Fakat bu yolda hem yalnız ve hemde rehbersizdi. Başarı geliyordu ama ne bedellerle…
Ailesinin ibadeti yaşama tavsiyeleri başlangıçta olsa da, zamanla kopma noktasına gelmişti. Çok çalıştığı ve zayıf görünümünden dolayı ailesi de fazla üzerine gidemiyordu. Okulu üçüncülükte bitirmiş, bir de derece plaketi ile ödüllendirilmişti. Ailesi bu çalışkanlığı ile gurur duyuyordu. Okul bitmişti ama yeniden yoğun çalışmaya başlamış, kpss, kpds ve les sınavlarındaki başarıya adamıştı kendini. Her haliyle bu sefer daha gergindi. İş aslanın ağzında, dereceler yetmiyordu işe girmesinde. Birde torpil ağının acımasızlığını öğrenmişti. Aslında ailesi onu anlıyor ve dini yaşama noktasında tavsiyelerde bulunuyorsa da, bu gerginliğin açtığı zor şartlarını gördükçe diretmelerini engelliyordu.
Artık Allah’a “Tanrı” diyor, cüz-i iradeyi adaletsiz buluyor, yaratılmasının anlamsız olduğunu düşünüyor, Darvin gibi İslam’ın saçma bulduğu bilimsel evrim teorilerine heves ediyor ve hak veriyordu. Akılcılık yoluyla, her şeyi kafasında çözeceğine ve her şeyi sorgulayabileceğine inanıyordu. Her tercihini, genetik, aile yapısı ve yetişme yoluyla bilimsel olarak kazanıldığı yönündeki yargılarla savunuyordu. Bu durumdan ailesi memnun değildi. Ama Mete’ye geçmişte kazandıkları öğrenme ve tecrübelerle ulaşamıyorlardı. Duadan başka bir şeyde ellerinden gelmiyordu. Gayret ve çalışması sonucu devletin bir kurumunda uzman yardımcısı olarak işe başlamıştı çoktan. Dünyasını kurtarmış ama sonsuz hayatını bu arada da kaybetmek üzereydi.
Elbette çocuklarımızın bir iş sahibi olması ve kendi ayakları üzerinde ve geçimlerini sağlaması her aile için çok güzel bir hedeftir. Ancak, hangi müslüman aile böylesi bir eğitim içinde çocuğunun dinsizliğe doğru gitmesini ister ki… Çocuklarımıza sevgide ve ilgide zaman problemi yaşıyoruz. Madde olarak çok zayıf başlıyoruz evlilik yaşamına. Ailelerde evlenen çocuklarına hayatlarını kolaylaştıracak bir destek içinde olmuyorlar. Orta ve alt kesimde ki, bu nerdeyse nüfusun çoğunlunu teşkil ediyor, bu sorunlar içinde sıkışıp kalıyorlar.
Şimdi düşünelim, evimiz olsun, çok zengin olalım derken neler kaybediyoruz. Bunu düşünelim. Dindar olmak demek, dilde değil, ilk önce çocuklarımıza örnek olacak bir güzellikte olmalı. Bakmak değil görmek lazım. Çok az bir zaman bulabilsek bile çocuklarımızın her evresinde ilgimizi onlardan bir an bile ayırmamalıyız. Rahmetli Necip Fazıl Kısakürek’in dediği gibi köylü cahili ikna edebilirsiniz ama okumuş cahili ikna etmeniz zordur. Evet, üniversite derken, iş bulmak derken, böylesi yanlış sorgular içinde bir çocuk yetiştirmek kader olmamalı… Allah kimseye böyle evlatlar nasip etmesin. Dinine, ailesine, vatanına sahip çıkan bir nesille, çoğalalım güzel vatanımızda. Çocuğumuzun, dünyada ki başarısı ile değil, İslamı yaşaması ile övünecek bir ruhu yakalayabilmemiz temennisi ile… İnceden inceye düşünmeniz dileğimle… Saygılar!
Saffet Kuramaz
En son deha tarafından 09.01.11, 19:12 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
|