İŞTE İSMAİLAĞA CEMAATİNDE TARTIŞMA ÇIKARAN O MEKTUP!
MEHMET TALU HOCAEFENDİDEN CÜBBELİYE MEKTUP!
السلام عليكم و رحمة الله و بركاته الحمد لله رب العالمين . والصلاة والسلام على سيدنا محمد و على آله وصحبه اجمعين .
Muhterem Cübbeli Ahmet hoca efendi... Tanıştığımızdan bugüne kadar, sizi hep Allah rızası için sevdim, bütün dualarıma sizi kattım, maddî-manevî daima yanınızda oldum. Hapse düştünüz, hastaneye yattınız daima ziyaretinize geldim. Son vahim CD olayı dâhil, aleyhinize olan bütün durumlarda size toz kondurmadım. Sohbetlerimde, vaazlarımda, radyo-televizyon konuşmalarımda, gazete ve dergi yazılarımda daima sizi müdafaa ettim. Vahim CD olayı ile alakalı ve sizin de takdir edip Allah razı olsun dediğiniz radyonuzda yaptığım konuşmam ve derginizde yayınlanan yazılarım bunun en son canlı şahididir. Daima vefalı oldum, aleyhinizde ne bir konuşma yaptım, ne de yapılmasına müsaade ettim. Bunları pekâlâ siz de biliyorsunuz. Son CD olayı ile 9 Şubat’ta Akyazı’da bir toplumda aleyhinize yapılan konuşmalara nasıl müdahale ettiğimi ihvanımız Ahmet Başer’e sorabilirsiniz. Fakat siz ise: Hastalandım, gelmediniz. Düğüne çağırdım, gelmediniz. Silahlı saldırıya uğradım, Efendi hazretlerimiz, haneyle birlikte zahmet buyurup teşrif ettiler, geçmiş olsun dediler, dua buyurdular. Siz ise gelmek şöyle dursun, bir telefonla geçmiş olsun bile, demediniz. Beni, sadece, son CD olayında olduğu gibi başınız sıkışınca aradınız ve görüştünüz. Size kasıtlı olarak ulaştırılan bazı haberleri araştırmadan, iyice anlamadan ve bana da sormadan, zaman zaman sohbetlerinizde ve radyo konuşmalarınızda, üstü kapalı bir şekilde de olsa, bütün dinleyicilerin ve okuyucuların rahatlıkla anlayabileceği bir üslupla aleyhimde konuştunuz ve yazdınız. Meselâ: 1] Ben umrede iken ve sizlere can ü gönülden dua ederken, gelen telefonlardan öğrendim ki: Kasr-ı Arifan’ın 42. sayısında: “Mehdi Çıktı” Diyerek Rasulullah (S.A.V)`e Muhalefet Edenler; Ya Ruhen Hastadırlar, Ya da Bir Yerlere Hizmet Etmektedirler. Başlığı altında: ‘müfsit birinin etki alanına girmiş bir hoca efendinin “keşiflere göre Mehdi çıkmıştır” şeklindeki talihsiz beyanı…’ ve ‘Mehdi çıkmıştır deme cesaretini gösterebilenlerin müridi olduklarını iddia ettikleri…’ şeklinde çok ağır bir ifade kullanarak yazmışsınız. 2011 Şubat-Mart aylarındaki sohbetlerinizde de, bazen ismimi de vererek bu mealde suçlayıcı ve dışlayıcı konuşmalar yapmışsınız. 18.03.2011 günü akşamı Flash TV programında ise, bu kadar yıl ki hukukumuza ve ihvanlığımıza yakışmayacak aşağılayıcı bir üslup kullandınız, değerlendirmelerde bulundunuz. Hâlbuki böyle yapmak yerine beni arayıp ve işin aslını öğrenip beni ikaz edebilirdiniz. Varsa hatam, kusurum; ekranlarda yaptığınız ithamları yüzüme karşı yapabilirdiniz. Kol kırılır, yen içinde kalır. Bunca arkadaşlık ve ihvanlık hukuku, bunu gerektirir. 15.03.2011 tarihinde, öğlende tesadüfen Hane`de buluştuğumuzda, Muhammed ve Şefik hocaefendi ile birlikte görüşmemizi, bütün ısrarlarıma rağmen kabul etmediniz. Akşam namazına evinize davet ettiniz, sonra onu da iptal ettiniz. Benimle neden görüşmek istemiyorsunuz? Fakat arkadan konuşuyorsunuz! Hâlbuki daha umreye gidişime kadar daima ve bilhassa son vahim CD olayı sebebiyle, gece yarısı Muhammed ve Şefik hocaefendi ve Barış ile birlikte ta evime kadar gelerek saatlerce, ben 4 Ocak 2011 tarihinde Sevgi derneğine konferansa giderken, yoldaki bir benzin istasyonunda benimle buluşup bir saatten fazla görüştünüz. Yaptığınız TV, radyo konuşmalarında, sohbet ve vaazlarda benim desteğimden de sitayişle bahsettiniz.
Bunca hukukumuzu ve ihvanlığımızı düşünerek, birden bire böyle bir tavır içine girme sebebinizi anlamakta güçlük çekiyorum. Elinizi vicdanınıza, kendinizi de benim tarafıma koyun ve hakem olun. Ben ne yapmışım? Bildiğiniz gibi, tâ 1999 yılından beri, bir konuda, zanna dayanan bir görüşümü ifade etmişim. Peki, bu denli suçlamayı ve hakareti hak ettim mi, acaba? Şimdi iyi bil ki: Ben bir kere “Mehdî çıkmıştır.” Hiçbir zaman demedim. Çıkışına dair bir tarih de vermedim. Siz ise, ne yazık ki, 18.03.2011 günü akşamı Flash TV programında: Zaten çok kısa olan “Bir takım araştırma, keşif ve zuhuratlara göre: Öyle zannediyorum ki: Mehdi şu anda yaşamaktadır ve huruc tarihini beklemektedir.” Mealindeki beyanımı dinleye dinleye, çıktığını söylediğimi söylediniz. Hâlbuki sizin de duymadığınız gibi, bir başka kimse de benden "ÇIKTI" diye bir şey duymadı. Bir duyuma dayanarak söylüyorsunuz. İyi bil ki bu, bir YALANdır, İFTİRAdır. Hakkımı size asla helal etmiyorum. İki elim yakanda olacaktır. Çok şükür ölüm var, elbette ahirette görüşeceğiz. Bu, bir. Sonra şu ayet-i kerime ve hadis-i şerifleri sizlere hatırlatıyorum. Cenab-ı Hak şöyle buyurdu:
يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِنْ جَاءَ كُمْ فَاسِقٌ بِنَبَإٍ فَتَبَيَنُوا أَنْ تُصِيبُوا قَوْمًا بِجَهَالَةٍ فَتُصْبِحُوا عَلَى مَا فَعَلْتُمْ نَادِمِينَ
“Ey iman edenler! Eğer bir fasık size bir haber getirirse, hemen onu iyice araştırınız, yoksa bilmeyerek bir kavme saldırırsınız da sonra yaptığınıza pişman olursunuz.” Fakat: “Bir faide bahşeder mi heyhat! Vaktinde yapılmayan nedamet.” Ebû Hureyre (R.A.) den rivayete göre Resûlullah (S.A.V.) efendimiz:
كفى بالمرء إثما أن يحدث بكل ما سمع
“Kişiye, her duyduğunu bahsetmesi GÜNAH olarak yeter.” buyurmuşlardır. Yine Ebû Hureyre (R.A.) den rivayete göre Hz.Peygamber (S.A.V.) efendimiz:
كفى بالمرء كذبا أن يحدث بكل ما سمع
“Kişiye, her duyduğunu bahsetmesi YALAN olarak yeter,” buyurdular. Muaz b. Enes el-Cühenî (R.A.)nun babasından rivayete göre Resûlullah (S.A.V.) efendimiz:
من حمى مؤمنا من منافق بعث الله ملكا يحمى لحمه يوم القيامة من نار جهنم ومن رمى مسلما بشىء يريد شينه به حبسه الله على جسر جهنم حتى يخرج مما قال
"Kim bir Müslümanı bir münafığa karşı savunursa, Allah Teâlâ onun için bir melek yaratır da o melek kıyamet gününde o kimsenin vücudunu cehennem ateşinden korur. Kim de karalamak gayesiyle bir Müslümana bir iftira ederse Allah Teâlâ o kimseyi bu söylediği sözlerin vebâlinden tamamen temize çıkıncaya kadar cehennem köprüsü yani sırat üzerinde bekletir." buyurdu. İkincisi: Efendi hazretlerimiz ile birlikte 1999 sonlarına doğru yaptığımız umrede, Medine-i Münevvere’de gördüğüm bir rüyayı Efendi hazretlerimize anlattım. “MaşaAllah! Bu, bir zuhurattır, demek ki zuhuru yakındır, inşaAllah görürüz.” Buyurup rüyamı tasdik etmeleri üzerine tâ o günden beri “Ahir zaman alametleri” üzerine yaptığım bütün konuşmalarımda ve yazdığım yazılarda: “Bir takım araştırma, keşif ve zuhuratlara göre: Öyle zannediyorum ki: Mehdi şu anda yaşamaktadır ve huruc tarihini beklemektedir.” Deyip geçmişimdir. Çünkü önemli olan gerekli çalışmaları yapmaktır. Mehdi çıktı veya çıkmadı veya bir tarihe takılmak doğru değildir. Bunu pekâlâ siz de biliyorsunuz ve bu mealde konuşmalar yapıyorsunuz. Bir konuda farklı düşünmek mümkün değil mi? Bu güne kadar fukaha, değil zan ve yoruma dayanan ve bağlayıcı olmayan bir konuda, dinen mühim, mesela umre konusunda sünnet-farz, ve midye konusunda da haram-helal diyebilecek kadar ihtilaf ettiler, fakat birbirlerini dışlamadılar, ruh hastası demediler. Bu konu size sorulduğunda: "Bu, O`nun şahsî görüşüdür, hatalıdır, katılmıyorum." Diyebilir ve aramızı açmak isteyenlerin ve ne yazık ki şimdi; kah kah, kih kih gülenlerin ekmeğine yağ sürmeyebilirdiniz. Hz. Ali (R.A.)ya sordular: - Cemel savaşında sana karşı savaşanlar, müşrik miydi? - Hayır! Onlar şirkden firar ettiler. - Peki, onlar münafık mıydı? - Hayır! Çünkü münafıklar Allah Teâlâ’yı zikretmezler. - Peki, onlar nedir, kimdir?
إخواننا بغوا علينا
= Bize başkaldıran kardeşlerimizdir. İbret alalım… İbret…. Müslümanların bilhassa biz ihvanların daima birlik ve beraberlik içinde olmaları gerekir. Bağdat’ın 1258 yılında Hülagü tarafından yerle bir edilmesi ve bir milyondan fazla insanın öldürülmesinin sebebi: Cevdet Paşa’nın gayet veciz bir şekilde ifade ettiği gibi, “İslam milleti, hangi mezhepte olursa olsunlar, müşriklere karşı birlik içinde olup da bunca asırlardan beri İslam’a merkezlik etmiş olan Darus-Selamı, Bağdat’ı, muhafazaya gayret edecekleri yerde mezhep kavgaları ile uğraştılar. Neticede Bağdat yerle bir olunca, meydanda ne Sünni kaldı, ne Şii” Muhterem Cübbeli Ahmet hoca efendi, "Mehdî" konusundaki tüm konuşmalarınız bir bütün olarak değerlendirildiğinde, aslında değişik üslupla aynı şeyleri söylediğimiz görülüyor. Bu sebeple benimle uğraşmana gerek yok. Çünkü iyi bil ki, benden size bir zarar gelmez. Sonra benim sıradan bir mürid, bir ihvan olmaktan öte, ileriye yönelik bir hesabım, bir beklentim de yok. Bu sebeple beni karalamaya çalışmana da gerek yok. Sizin suçlayıcı ve tahkîr edici bir şekilde yaptığınız bu konuşma ve yazdığınız bu yazılardan ben, hiç mi hiç etkilenmem. Cevap mahiyetinde sizin yaptığınız gibi, aleyte konuşma da yapmam, yazı da yazmam. Çünkü siz cemaatimizin önde gelen bir hocasısınız. İyi bakalım ve düşünelim, ahir zamandayız. Bak, Japonya ne oldu. Dünyanın ekseni kaydı. Yerküre nereye gidiyor? Dereceler artıyor. İslâm ülkeleri kaynıyor, dünya kaynıyor. Acaba tüm bunlar bir şeyin habercisi değil mi? Böyle bir zamanda, başka bir işim yok da, ihvanın aleyhine, hele hele cemaatin önde gelen bir hocasının aleyhine yazı mı yazayım! Unutmayalım ki, biz ihvanız, arkadaşız. İhvanlık hukuku var. Bir de, Habil-Kabil kıssasındaki:
لَئِنْ بَسَطْتَ إِلَيَّ يَدَكَ لِتَقْتُلَنِي مَا أَنَا بِبَاسِطٍ يَدِيَ إِلَيْكَ لَأَقْتُلَكَ إِنِّي أَخَافُ اللهَ رَبَّ الْعَالَمِينَ . إِنِّي أُرِيدُ أَنْ تَبُوءَ بِإِثْمِي وَإِثْمِكَ فَتَكُونَ مِنْ أَصْحَابِ النَّارِ وَذَلِكَ جَزَاءُ الظَّالِمِينَ .
"Andolsun ki sen, öldürmek için bana elini uzatsan bile ben sana, öldürmek için el uzatacak değilim. Ben, âlemlerin Rabbi olan Allah`tan korkarım. Ben istiyorum ki, sen, hem benim günahımı hem de kendi günahını yüklenip ateşe atılacaklardan olasın; zalimlerin cezası işte budur." Ayet-i kerimelerinde belirtilen duruma düşmek istemiyorum. Sonra inanıyor ve şükrediyorum ki, ölüm var, elbette hakkımdaki beyanlarınızı ahirette görüşeceğiz. Ruh hastası kim belli olacak. 2] Elinizi vicdanınıza koyun. O radyo nasıl kuruldu. Kurulmasının müsaadesini, Efendi hazretlerimizden ikimiz beraber almadık mı? Peki, ne oldu. Önce Efendi hazretleri öyle istedi, dediniz. Radyoyu tekelinize aldınız, yönetimden çıkardınız. Sonra da konuşmalarımı kaldırdınız. Şimdi de aleyhime konuşmalar yapıyorsunuz. Allah şahidimdir ki, o radyonun kurulmasında sizden daha fazla benim emeğim var. Bu konudaki hakkımı da size asla helal etmiyorum. İki elim yakanda olacaktır. Çok şükür ölüm var, elbette ahirette görüşeceğiz. 3] İlgili yazınızda: Yine beni ima ederek ‘müfsit birinin etki alanına girmiş bir hoca efendi’ diyorsunuz. Allah şahidimdir ki: Ben, onun-bunun değil, sadece Allah Teâlâ ve Resûlünün, başta efendi hazretlerimiz olmak üzere meşayıhımızın etkisi altındayım, elhamdülillah. ‘Müfsit biri’ diye nitelendirdiğiniz şahıs ile ilk defa 8 sene önce Efendi hazretlerimizin emri ile hazırladığımız ve vaktiyle sahibi bulunduğunuz Beyan dergisinde de yayınlanan, iki hususu düzeltici yazı konusunda görüşmüştük. Daha sonra da 2-3 sene önce 100 den fazla gazeteci-yazar ve ilim adamının katıldığı, Milli Gazete’den de sayın Ekrem Kızıltaş ve sayın Mehmet Şevket EYGİ ve radyonuzdaki bazı programcılarla birlikte yemekli toplantıya katıldık. O tarihlerde, şimdi ‘Müfsit biri’ diye nitelendirdiğiniz şahıs ile siz de görüşüyordunuz ve hatta Efendi hazretlerine getirip görüştürmüştünüz. Vahim CD konusunda, Muhammed hocamızla birlikte teşrif edip, en son bizim evde, gece yarısı yaptığımız toplantıda, ‘müfsit biri’ diye nitelendirdiğiniz şahıs ile görüşülmeme kararı alındı, ama ertesi gün, o şahsın özel adamı Altuğ Berker ile: Adnan hocaefendi benimle görüşür mü, himmet eder mi, yardım eder mi? Diye önce siz ve Barış görüştünüz. Sonra da benim görüşmemi, hatta ‘müfsit biri’ diye nitelendirdiğiniz şahıs ile bir araya gelinmesini ve görüşülmesini sağlamamı benden bizzat siz istediniz. Fakat ‘müfsit biri’ diye nitelendirdiğiniz şahıs, görüşmek için üç şart ileri sürdü. Siz iki şartı kabul edip yerine getireceğinizi, üçüncü şartı ise kabul etmediğinizi söyleyince görüşme olmadı. 4] Mazide buna benzer, mesela Ahmet Zeki SARUHAN, Beyan ve Kasr-ı Arifan Dergisi, Safer ayı ve meal konusunda yaptığınız suçlayıcı konuşmalara girmeyeceğim. Çünkü 2009 Aralık ayında, Barış ile birlikte evime teşrif ettiğinizde: O konularda bir-kaç şahıs tarafından yanlış bilgilendirildiğinizi, dolduruşa getirildiğinizi ifade edip, özür dilediniz ve helâllik istediniz. Öyle inanıyorum ki, yine bir gün gelecek, gündemdeki konu hakkında da bir-kaç şahıs tarafından yanlış bilgilendirildiğinizi, dolduruşa getirildiğinizi ifade edip, özür dileyeceksiniz ve helâllik isteyeceksiniz. Ama Basra harap olduktan sonra, ne kıymeti var… Hakkımı size asla helal etmiyorum. İki elim yakanda olacaktır. Çok şükür ölüm var, elbette ahirette görüşeceğiz. Muhterem Cübbeli Ahmet hoca efendi, Ben 1969 yılından beri Efendi hazretlerimizin müridiyim ve O’nun sözünden dışarı çıkmamaya çalışıyorum. İcraatlarıyla Efendi Hazretlerimize, İmam-ı Rabbanî (K.S.)ya ve meşayıha kim muhalefet ediyor, bunu Allah daha iyi bilir. 1988 yılında sırf Efendi hazretlerimizin isteği üzere, hangi şartlarda üniversiteden ayrıldığımı, mevki ve makamı teptiğimi, Efendi hazretlerimiz razı olsun diye bilhassa Çınaraltı’nda nelere katlandığımı, çalışmalarım hakkında Efendi hazretlerimizin neler buyurduğunu, nasıl takdir ettiğini, siz de çok iyi biliyorsunuz. Benim hakkımda şöyle-böyle diyenler, acaba neyi feda ettiler? Bir de şunu ifade edeyim ki: O günden bu güne kadar, Efendi hazretlerimizin en ufak bir hatasına şahit olmadık. Neden? Evet neden? Çünkü o günden bu güne kadar, Efendi hazretlerimizin etrafında hep hocalarımız var. Efendi hazretlerimiz hep hocalarımızla beraber, hep onlarla müzakere ediyor, ders okuyor ve okutuyor. 2010 Ekim’de vaki olan ulema toplantısı ve ödül töreni, bunun en canlı şahididir. Allah bizi de sizi de hocalarımızdan ayırmasın. Etrafımız bizi uyaran hocalarla dolu olsun. Âmin. Rabbim, hepimizi muhafaza eylesin. Âmin. Bak, o malum düşen kişinin etrafında bir tane bile hoca olsaydı, hiç bu hâle düşer miydi? O’nu da zamanında çok uyarmıştım, etrafında hiç olmazsa bir tane hoca bulunsun, demiştim, fakat dinlemedi. Bu ifadelerim ile ilgili yazınızda ve konuşmalarınızda, belki başınıza gelen vahim CD olayının verdiği panik ve düşürdüğü psikolojik durum ile bana yaptığınız suçlamalara bir yenisini daha eklediğinizi ve geçmişte olduğu gibi dolduruluşa getirildiğinizi ikaz etmek istedim. Unutmayalım ki biz ihvanız. İhvanlık, arkadaşlık hukukunu unutmamak gerekir. Öyle ağır yazı yazmanız, dışlamanız yerine siz de beni ikaz edebilirdiniz. Bak, büyüklerimiz ne güzel buyurmuş:
لا تعجل بلومك صاحبا - لعل له عذرا و أنت تلومه
"Arkadaşını kınamakta, kötülemekte acele etme! Belki onun bir özrü, geçerli bir mazereti vardır. Hâlbuki sen onu kınıyorsun, kötülüyorsun." Takdir size aittir. Mehmet TALU 19.03.2011
BİRİKİMHABER.COM
|