Ruşen ÇAKIR:
Elazığ örneği: Türk-Kürt sınırında İslâmî Hayat
01.03.1998
Birikim
Türk-Kürt sınırında İslâmî hayatı ele alan bir yazıda, hiç kuşkusuz bu kapsam içine giren bellibaşlı illerin (Erzurum, Erzincan, Sivas, Malatya, Elazığ, Kahramanmaraş, Gaziantep...) tümünden söz edilmesi en idealidir. Ancak özellikle zamanla ilgili sorunlar nedeniyle böylesi geniş çaplı bir çalışma yapmamız imkânsızdı ve tek bir yer seçmek durumunda kaldık. Bu noktada Elazığ’ı seçmemizin birçok nedeni olduğu söylenebilir. Örneğin bu şehrin öteden beri aşırı Türk milliyetçiliğinin Doğu Anadolu’daki kalelerinden birisi olarak tanınması Elazığ’ı seçme nedenlerimizden biri oldu. Ayrıca bu Türk milliyetçiliğinin yerel kadrolarının içinde Kürt ya da Zaza kökenlilerin neredeyse ağırlığı oluşturması bu tercihimizi pekiştirdi. Bir dizi skandala adı karışan eski Emniyet Genel Müdürü, Adalet ve İçişleri eski Bakanı Mehmet Ağar, her ne kadar DYP’den milletvekili olsa da tam da bu tipolojiye (aşırı Türk milliyetçisi, Sünni ve iddialara göre etnik olarak Türk kökenli değil) oturan karizmatik bir politik kişilik olarak sivriliyor. Uzun bir süre ezeli rakibi Malatya’nın gölgesinde kalan Elazığ, Ağar’ın dışında Aczimendi tarikatıyla da ülke gündeminde önemli bir yer işgal etti ve itiraf etmeliyiz ki, bizim bu şehri seçmemizde Nurcu kökenli bu eksantrik tarikatın Elazığ’dan ülkeye yayılması da etkili oldu. Ne var ki, Elazığ’ı İslâmî açıdan bizim için asıl ilginç kılan husus, bu şehirde, Aczimendilerden çok, bu grubun da içinden çıktığı Nurculuğun ve başta Kadirilik olmak üzere bir dizi tarikatın geleneksel olarak güçlü olmasıdır. Elazığ, esas olarak da Palu ilçesi, medreseleriyle de tanınan bir bölgedir. Ve unutmamalı ki, medrese kökenli Şeyh Said’in dinsel ve etnik talepleri harmanladığı isyanı burada doğup burada bastırılmıştır. Dolayısıyla bu çalışmada Şeyh Said isyanının günümüze etkilerini de irdeleme imkânımız oldu. Son olarak Elazığ, 24 Aralık 1995 genel seçimlerinde Refah Partisi’nin Bingöl’den sonra en yüksek oy oranını tutturduğu ikinci ildir. RP, 27 Mart 1994 yerel seçimlerinde de Elazığ’da epey başarılı olmuş, il merkezinin belediye başkanlığını MHP’nin elinden almıştı.
MEDRESELERİN KRİZİ
1997 Eylül ayının sonlarında gittiğimiz Elazığ’da yalnızca il merkezinde temaslarda bulunduk. Görüşmeleri gazeteci kimliğimizle ve gazetecilik mesleğinin yöntemlerini kullanarak gerçekleştirdik. Dolayısıyla ortaya çıkan bu makalenin akademik bir iddiası yoktur. Elazığ’da görüştüğümüz ilk İslâmî şahsiyet Aksaray-Bahçeler semtinde bir Kuran kursu–medresesinin başında bulunan Molla Hayrettin oldu. Medrese eğitimini Bitlis’te yapan Molla Hayrettin, ilk olarak Kovancılar’da talebe okutmaya başlamış, 1980’den itibaren Elazığ’a yerleşmiş. Molla Hayrettin, sohbetimiz boyunca yakındı. Ona göre medreseler iyice tarihe karışıyordu, Elazığ vilayetinde “en fazla 5-6 hoca” kalmıştı; yina ayakta kalma savaşı veren bir-iki medreseye Elazığ’dan değil, Diyarbakır, Bingöl gibi komşu illerden çocuklar geliyordu. Bu medreselerde en fazla 500 öğrenci okuduğunu söyleyen Molla Hayrettin, bu rakamın herhangi bir lisenin mevcudunun çok altında olduğunu belirterek hiç de tatminkâr olmadığının altını çiziyordu. Molla Hayrettin, medreselerin çöküşünü, medrese icazetinin karın doyurmamasıyla izah ediyordu. Ona göre bir çocuğun küçük yaşta medreseye gelip 8 ila 10 sene burada eğitim görmesi gerekiyor. Ama bu eğitimin sonucunda hiçbir meslek sahibi olamıyor. Diyanet İşleri Başkanlığı kadrosundan imam, vaiz vs. olmak için en az İmam Hatip lisesi diplomasına sahip olmak şart. Molla Hayrettin medrese mezunlarının sağda solda çalışmasının önlenmesi için cemaatin, özellikle de cemaat içindeki zenginlerin bu kişilerin geçimlerini üstlenmelerini şart koşuyor. Ancak bu noktada hiç de umutlu değil. Şu sözler onun: “Herkes bu dünyayı kazanma derdinde. Bir fabrikatör sokağa çıksa etrafını sararlar, bizi ise kimsenin umursadığı yok. Biz yalnız adamlarız.” Molla Hayrettin’in “Milletin de devletin de İslâm’la alakası kalmamış. Bugün İmam-ı Azam Ebu Hanife gelse, onun bile fetvası geçmez” sözleriyle özetlenebilecek dinî konulardaki karamsarlığı, bize refakat eden Elazığ Belediyesi’nde yöneticilik yapan kişilerin tepkisine neden oluyor. Bunların, medreselerin yerini İmam hatipler ve ilahiyat fakültelerinin aldığı yolundaki tespitlerine Molla Hayrettin hemen itiraz ediyor: “Adam ilahiyat bitirmiş, hattâ Mısır’da el Ezher’de okumuş ama ilimleri tam bilmiyor, geliyor 'Hocam bana filan kitabı göstersene, izah etsene’ diye bize başvuruyor.”
KURUMSALLAŞMIŞ MOLLALAR
Medreseler tarihe karışmakla birlikte bütün mollaların aynı derecede şikayetçi olduğunu söylemek yanlış. Elazığ’ın en tanınmış dinî şahsiyetlerinden Molla Bahri bunlara çarpıcı bir örnek. RP’den Elazığ Milletvekili ve Refahyol döneminin vakıflardan sorumlu Devlet Bakanı Ahmet Cemil Tunç’un babası olan Molla Bahri, Molla Hayrettin’in medreselerin kötü kaderiyle ilgili yakınmalarına hak vermekle birlikte Elazığ ve Türkiye’nin gidişatından hayli memnun. Ona göre Müslümanlar için en büyük tehlike, ne medrese mezunlarının işsiz kalması, ne dinsizlik, ne laiklik, ne Atatürkçülük, ne PKK, ne de komünizm... Molla Bahri “Şia ve Vahhabilik” hareketinin propagandalarına, medreselere sızma teşebbüsleri konusunda herkesi uyarıyor. Özellikle Güneydoğu medreselerinin İran Devrimi’nin ardından “bedava kitaplar” aracılığıyla Tahran menşeli propagandaya marûz kaldığını; buna göre bölge gençlerinin önce mezhepsizleştirilip ardından Şiileştirilmek istendiğini ileri süren Molla Bahri, bunun son dönemlerde kayda değer bir şekilde azaldığını memnuniyetle belirtiyor. Oğlu dolayımıyla politikayla içli dışlı olan Molla Bahri’nin değerlendirmeleri de daha serinkanlı ve ölçülü, yani politik. Molla Bahri’nin, Molla Hayrettin’e kıyasla “ayaklarının daha sağlam yere basmasının” bir başka önemli nedeni, kendisinin aynı zamanda Kadiri şeyhi olması. Yörenin ünlü şeyhlerinden Haydar Baba’nın halifesi olan, dolayısıyla güçlü bir cemaate sahip bulunan Molla Bahri’nin bu özelliği yörede geniş bir şekilde biliniyor. Buna karşılık, örneğin Molla Hayrettin’in de aynı zamanda tasavvuf ehli olduğunu sonradan Molla Bahri’den öğreniyoruz.
KADİRİ DİYARI
Molla Bahri, müderrisliğiyle ön plana çıkarken, Haydar Baba’nın iki oğlu Cemil ve Abdülkadir de babalarından aldıkları elle ayrı ayrı dergahlarda Kadiri geleneğini sürdürüyorlar. Bizi evinde kabul eden Cemil Baba’nın da medrese ilimlerine vakıf, ancak tasavvufi yönü baskın bir şahsiyet olduğunu gözlüyoruz. Tasavvuf düşmanı yazılarıyla tanınan, İktibas dergisinin sahibi ve başyazarı Ercüment Özkan’ın bir ziyaretinde “Burası Sicilya’dan beter olmuş, her yer baba dolu” diye iğnelediği Elazığ’da 30’u aşkın Kadiri dergahı olduğu söyleniyor. Nakşibendiliğin Türkiye genelinin aksine geri planda kalmasının önemli bir nedeni Şeyh Said’in ardından, onun aşiretinden (Septioğulları) gelenlerin dinî konuları geri plana itip politik ve ekonomik otorite kurmayı öncelemesi. Defalarca bağımsız olarak TBMM’ye giren Ali Rıza Septioğlu’nun sembolize ettiği bu yaklaşım artık tıkanmış durumda. 1995 seçimlerinde oğlunu DYP’den iyi yerden aday gösteremeyen Septioğlu’nun seçmenlerinin büyük kısmının RP’ye yöneldiği iddia ediliyor. Elazığ’da Nakşiliğin İskender Paşa kolunun önde gelen temsilcilerinden olan Hacı Efrayim, Kadiriliğin daha yaygın olmasını zikirin sesli olmasına, ilahi okunmasına, çalgı kullanılmasına bağlıyor. Gübre ticaretiyle geçinen Hacı Efrayim, entellektüel kaygıları ve geleneksel cemaatlerde pek de raslanmayan eleştirel yaklaşımıyla hayli ilginç bir kişilik. Ona göre Elazığ’da “tarikat çok, ama ilme dayalı olan yok. Tarikata meyil çok, ama ortada bir mihrak, bir cazibe merkezi, bir şahsı manevi, bir mürşid yok. Bu yüzden herkes herkese teslim olabiliyor.”
GELENEK KARŞITI ŞEYH
Tıpkı Hacı Efrayim gibi tasavvuf içinde olup tarikatları kıyasıya eleştiren çok daha ünlü bir kişi var: Sadi Baba. “Ben gelenekleri sürdürmüyorum, gelenekleri yıkmaya çalışıyorum” diyen Sadi Baba’nın kendisi de Kadiri şeyhi. Dedesi ve babası da şeyhmiş. Kendisi 1958’de ölen babasının halifesi Mardinli Şerif Efendi’den icazet almış. Aslen Palulu olan 59 yaşındaki Sadi Baba, dergahına “Dar’ül Hazen” (Hüzün Evi) adını vermiş. Sadi Baba’ya göre de Elazığ’da Kadiriliğin Nakşiliğe kıyasla daha yaygın olması, “Elazığ’ın psikolojisine uygun olması”, diğer bir deyişle zikrin sesli olması, semah ve musikinin bulunması sayesindedir. Bir dönem kitapçılık yapmış olan Sadi Baba, “Ben müridlerime kitap okuturum” diyor. Muaviye’yi sert bir şekilde eleştiren bir kitabı olan Sadi Baba, kendisine referans olarak Cemaleddin Afgani, Muhammed İkbal, Muhammed Abduh, Reşid Rıza, Mehmet Akif Ersoy, Mevdudi ve Seyyid Kutub gibi İslâmcı düşünürleri sayıyor. Sadi Baba’ya göre tasavvuf iyiden iyiye yozlaşmıştır; alabildiğine suistimale açıktır; Türkiye’de müesseseleşmiş bir dergah yoktur; nicelik olarak çok yoğun ve etkili olan tarikatlar nitelik olarak çok düşük seviyededir; bu nedenle Nurculuk, İhvan-ı Müslim 20. yüzyıla özgü yeni tasavvuf hareketleridir. “Elazığ’da 30-40 kadar Kadiri şeyhi vardır. Ben de dahil kimse kimseye gitmez. Ben de dahil hiçbirimiz Kuranın potasında erimiş değiliz. Biz yeni yeni kuran okuyoruz” diyen Sadi Baba sözlerini şöyle bağlıyor: “Bu neslin şeyhi de müridi de ölecek, yeni nesil gelecek.”
CEMAATLER ARASI REKABET
Tüm Türkiye’de olduğu gibi Elazığ’da da İslâmî cemaatler faaliyetlerini vakıflar aracılığıyla sürdürüyorlar. Bu vakıfların hemen tümü esas olarak orta ve yüksek okul çağındaki gençlere burs, pansiyon vb. hizmetler sunuyor. Geleneksel olarak vakıf ve eğitim faaliyetlerinde daha tecrübeli olan, özellikle Ege ve Akdeniz bölgesinde iyice kurumsallaşmış olan Süleymancılar, tüm Doğu’da olduğu gibi Elazığ’da da pek fazla etkili değiller. Bir öğrenci pansiyonu işleten Süleymancılardan bir yetkili, zengin dindarların son dönemlerde Fethullah Gülen cemaatine daha fazla itibar ettiklerini ve tüm Türkiye’de olduğu gibi Elazığ’da da bu grubun eğitim alanında mutlak inisyatif kazandığını itiraf ediyor. Balakgazi Orta ve Yüksek Eğitim Vakfı etrafında örgütlenen Fethullahçılar, şehirdeki ilk öğrenci yurtlarını 1985’te açmışlar. 5 yıl önce ise FEM dersanesi faaliyete geçmiş. Halen biri kız (60 kişilik), diğeri erkek (270 kişi) öğrenciler için iki yurt işleten cemaat geçtiğimiz öğrenim yılında 350 öğrenciye cep harçlığı mahiyetinde burs vermiş. Bu yıl bin öğrenciye ayda 5 milyon TL vermeyi hedefleyen vakfın başkanı işadamı Necdet Bayram, bu amaçla Elazığ esnafına yönelik yoğun bir yardım kampanyası yürüttüklerini söylüyor. Fethullah Gülen’in cemaati içinde yapılan görev bölümü sonucu Elazığ’dakilere Özbekistan’ın Fergana Vadisi düşmüş. 70 kişinin biraraya gelmesi sonucu kurulan Nesai AŞ adlı şirket, Özbek hükümetinin sağladığı binada Türk lisesini faaliyete geçirmiş. 400’e yakın Özbek gencine en modern öğrenim imkânlarını sunan Elazığlı Fethullahçılar, inşaatına 1994’te başlanan 1200 öğrenci kapasiteli Özel Yavuz Sultan Selim İlköğrenim Okulu ve Lisesi’ni henüz tamamlayamamanın sıkıntısını yaşıyorlar. Diğer cemaatlerin fon oluşturma becerilerini kıskandığı Fethullahcılar da bu noktada Elazığlı zenginlerden şikayetçi. Necdet Bayram “Bize, özellikle de Hocaefendi’ye teveccüh gösteriyorlar, ama ellerini ceplerine atmadıktan sonra neye yarar” diyor.
HACI BEY’İN MEMLEKETİ
Medya, eğitim, finans gibi alanlarda çok başarılı olan bu grubun, giderek kendisine yabancılaştığı, dinî bir cemaat olma özelliğini yavaş yavaş yitirdiği bu şehirde de gözleniyor. Cemaatin sorumluları daha çok sayıda öğrenciyi barındırmak, eğitmek vb. için gerekli parayı sağlamak uğruna katı cemaat bağlarını gevşetip alabildiğine dışa açılıyor. Dersane, pansiyon ve kolejlere kabul edilecek öğrencilerde aranan vasıflar değişiyor. Başlangıçta yoksul dindar ailelerin zeki çocuklarına açılan bu kapıların artık “herkese” açık olduğu söyleniyor. Elazığ’daki bazı rakip cemaatler, Fethullahçıların eğitim işinden artık para kazandıklarını, malî durumu iyi olmayan ailelerin çocuklarına eskisi gibi yönelmediklerini ileri sürüyor. Nurculuk alanında, tüm Türkiye’de olduğu gibi Elazığ’da da Fethullahçıların egemen olduğu yolunda bir imaj var. Bununla birlikte Elazığ’da hala Nurculuk denince akla “Hacı Bey” yani Hulusi Yahyagil geliyor. 1929’da, kıdemli yüzbaşıyken Isparta Eğirdir’de Bediüzzaman Said Nursi ile tanışan, onun ilk ve en itibarlı öğrencilerinden olan Yahyagil, 1950 yılında albaylıktan emekli olduktan sonra memleketi Elazığ’a yerleşmiş. O tarihten vefat ettiği 1986’ya kadar Risale-i Nur dersi veren Yahyagil, Nurcuların çoğunun aksine vakit namazlarını semt camilerinde cemaatle kılmasıyla dikkat çekiyormuş. Yine onun kendisine ait apartmanın ikinci katında verdiği günlük “ikindi dersleri” herkese açıkmış. Nurculuğun ana gövdesi olan Yeni Asya grubunun günlük siyasetle fazlasıyla içli dışlı olmasını hep eleştiren Yahyagil, 1975 yılında bu çevreyle bağlarını kesin bir şekilde koparmış. Onun bu siyaset üstü tutumu, uzun bir süre Elazığ’ın en önemli dinî cazibe merkezlerinden biri olmasına katkıda bulunmuş. Gerek yukarıda değindiğimiz gibi Elazığ’daki popülaritesi (Hacı Bey adını halk takmış), gerekse Nurculuk hareketi içindeki tarihsel konumu Yahyagil’in bu şehirde, Türkiye’nin en etkili “Okuyucu” gruplarından birini oluşturmasına vesile olmuş.1 Ne var ki Yahyagil’in ölümünün ardından cemaati ikiye bölünmüş. Cemaatin mal varlığı olan iki “Nur dersanesi”2 de paylaşılmış. Gruplardan biri faaliyetlerini 1995’te kurulan Hacıbey Eğitim Kültür ve Yardımlaşma Vakfı üzerinden yürütüyor; zaten ayrılığın ana nedeninin vakıf kurup kurmama tartışması olduğu ileri sürülüyor.
ACZMENDİ OLAYI
Hacı Bey’in anısına en esaslı darbeyi Müslüm Gündüz’ün vurduğunda herkes anlaşıyor. Yahyagil’in en devamlı talebelerinden olan elektrik teknisyeni Gündüz, onun ölümünden kısa bir süre önce evinde uzun sürecek bir inzivaya çekilip, yine onun ölümünden kısa bir süre sonra şeyhliğini ilân etti. Gündüz, Nurculuğun aslında tasavvufi bir hareket olduğunu, daha sonra başa geçenlerin onu yozlaştırıp saptırdığını iddia etti. Nurculukta zikir olduğunu, Risalelerden farklı anlamlara çekilebilecek alıntılar ve üstadı olarak kabul ettiği Yahyagil’e atfettiği birtakım anekdotlarla kanıtlamaya çalıştı. Nurculuğu tasavvufla eşitlemek gibi cüretkâr bir harekete girişen Müslüm Gündüz Elazığ’daki tekkesinin kapısına “Aczimendi Dergahı” tabelası asarak bir başka meydan okumaya girişti. Çoğu genç olan Aczimendiler uzun siyah cübbeleri, sarıkları, uzun saçları, sırmalı gözleri ve boylarının uzunluğunda sırıklarıyla önce Elazığ, ardından Doğu Anadolu ve nihayet tüm Türkiye sokaklarında boy göstermeye başladı. Gerek kıyafetleri, gerek Kadirilikten devşirdikleri musikili, ilahili sesli zikirleri, gerekse otobüslere doluşup İstanbul ve Ankara gibi merkezleri ziyarete kalkışmaları ve bu nedenle il girişlerinde emniyet güçleriyle itişip kakışmaları Aczimendileri kısa zamanda meşhur yaptı. Şöhret medyanın ilgisini, medyanın ilgisi şöhreti getirdi. Müslüm Gündüz ya da onun görevlendirdiği temsilcileri her türlü medya kuruluşunun teklifini büyük bir hevesle kabul ederek, cumhuriyetin temel ilkelerine, Atatürk’e vb. çok açık ve net bir şekilde tavır aldılar. Kısa zamanda ülkenin dört bir yanında Aczimendi dergahları açılmaya, bu tarikat hakkında türlü türlü komplo teorileri üretilmeye başlandı. Kimi çevrelere göre bu hareket, Fethullah Gülen’in ülkenin egemen çevreleriyle, karşılıklı taviz esasına dayanarak sıkı ilişkiler geliştirmeye başlamasından endişelenen RP’nin Nurculuk içinde kendine bağlı bir alan yaratma çabasının ürünüydü. Kimileri Aczimendiliği devletin istihbarat servislerinin kurdurduğunu, böylelikle güçlenen İslâmcılığı eksantrik ve karikatürümsü bir şekilde göstermek istediğini ileri sürdü. Bu ve benzeri teoriler, Gündüz’ün bir kadınla zina halinde yarı çıplak bir vaziyette basılması ve bu polis operasyonunu birçok özel televizyon kanalının görüntülemesi nedeniyle daha da arttı. Fadime Şahin adlı genç kadının, Gündüz’ün kendisini istismar ettiğini televizyon kanallarında açıklamasıyla Ankara DGM’nin yüzden fazla Aczimendiyi tutuklamasının çakışması bu tarikatın yükselişine son noktayı koydu. Birçok mürid, mürşidlerinin uyandırdığı hayal kırıklığının sonucunda normal kılık kıyafetlerine dönüp tarikattan koptu. Dergahlar ya devlet, ya da bizzat müridler tarafından teker teker kapatıldı. Bir dizi suçlamayla yargılanan Gündüz’ün duruşmaları, mahkeme heyetiyle kılık kıyafeti nedeniyle atışması durumunda haber olur hale geldi.
YERLİ VE İTHAL VAKIFLAR
İslâmî cemaatlerin toplumsal rolü ve geçirdiği değişimler konusunda Elazığ’da Türkiye’deki genel tablonun bir benzeriyle karşılaşıyoruz. Buna göre tarikatlar giderek folklorik bir öge haline geliyor; bunlara girmek ve çıkmak neredeyse sıradan bir derneğe üye olmak veya ayrılmak kadar basite inmiş; şeyhlerin otoritesi giderek sembolikleşiyor, müridler bütün gündelik hayatlarını tarikatın (esas olarak da şeyhin) denetimi altına almak ihtiyacından uzaklaşıyor ve en önemlisi bazı şeyhler ve bazı tarikat mensupları da dahil olmak üzere tasavvufun iyiden iyiye yozlaştığı ve bir suistimal kapısı haline geldiği yolundaki şikayet ve özeleştiriler giderek yaygınlık kazanıyor.3 Kökleri ister çok eskilere dayansın, ister yakın dönemin ürünü olsun, İslâmî cemaatler var kalma ve etkilerini artırmanın yolunu vakıflaşma, şirketleşme (hattâ holdingleşme) ve bunların aracılığıyla eğitim, medya, sağlık, turizm gibi sektörlerde başarılı olmada arıyorlar. Elazığ’da iki İslâmî vakıf türü karşımıza çıkıyor: Büyükşehir merkezli cemaatlerin, yine yönetimleri büyükşehirlerde bulunan vakıflarının şubeleriyle yerel cemaatlerin vakıfları. İstanbul merkezli Hakyol Vakfı (Nakşi, başkanı Prof. Esad Coşan) ile Trabzon merkezli İlmi Araştırmalar Vakfı’nın (Kadiri, başkanı Haydar Baş) faaliyetleri, şehirdeki cemaatleri güçlü olmadığı için pek etkili değil. Yine İstanbul merkezli olup, bir İslâmî cemaatten çok selefi eğilimli entellektüel İslâmcıların biraraya geldiği Akabe Kültür ve Eğitim Vakfı (Başkanı Mustafa İslâmoğlu) da umduğu faaliyetleri gerçekleştirememekten şikayetçi. Vakıflar konusunda Elazığ’a özgü bir ilginçlik de Takva Tasavvuf Kültürünü Araştırma Vakfı’nda karşımıza çıkıyor. Elazığlı bir Kadiri şeyhi olan Abdülkadir Şaşmaz’ın kurduğu vakıf İstanbul ve Ankara’da ses sanatçıları, gazeteciler vb. şahsiyetlerin katkılarıyla küçük burjuva çevrelerde belli bir ilgi görüyor. Bu ilginin de verdiği cesaretle Şeyh Şaşmaz, dergahını Ankara’ya taşımış, ama sonuçta tarikatın (dolayısıyla vakfın) Elazığ’daki varlığı sembolik hale gelmiş.
RP’NİN GELİŞMESİ
Merkezleri Elazığ’da olmamakla birlikte Milli Gençlik Vakfı ile Öğretmenler Vakfı Elazığ’daki İslâmî yaşantıda hayli etkili bir rol oynuyorlar. Bunun nedeni, her iki vakfın da RP’nin yan kuruluşu olması, diğer bir deyişle siyasi parti kimliğinin cemaat kimliğinin önüne geçmesi. Elazığ’da RP’yi yüzde 40’ın eşiğine getirenleri birkaç kategoriye ayırmak mümkün. Bunların başında Milli Nizam Partisi-Milli Selamet Partisi-Refah Partisi çizgisinde -buna Milli Görüş hareketi diyeceğiz- baştan beri, yani yaklaşık 30 yıldır yer alan “sakallı yaşlılar” geliyor, ki bunlar hâlâ RP’nin en güvenilir, ama ikinci planda kalmış kadroları. İkinci kademede, MSP’nin gençlik kollarından yetişmiş, şu an 35 ila 50 yaş arasında olup ticaretle veya serbest meslekle iştigal eden ve RP’nin yerel parti teşkilatı ya da belediyelerinde kilit noktaları tutan kadrolar geliyor. Üçüncü sırada uzun bir süre parti temelli İslâmcılığa karşı çıkmış, ancak devrimci İslâmcı dalganın dinmesiyle birlikte RP’ye entegre olmuş, ağırlıkla 30 yaşlarını sürmekte olanlar yer alıyor. Dördüncü gruba başka siyasi kamplarda yer alıp (merkez sağ, merkez sol, az miktarda aşırı sol...) çeşitli nedenlerle Milli Görüş hareketine katılanları katabiliriz, ki bu noktada MHP ve Ülkü Ocakları kökenli olup 12 Eylül 1980 darbesinin ardından Refahçı olanların yoğunluğu özellikle dikkati çekiyor. Son olarak RP’nin gerçek kalabalıklarını oluşturan, siyasetle ilk tanışmalarını bu partiyle yapan gençler ve kadınları sayabiliriz. İşte bu farklı katmanlar o meşhur çelikten parti disiplini sayesinde birbirleriyle çelişkiye düşmeden RP potasında erimiş gözüküyorlardı. Ancak 1994 seçimleriyle Elazığ dahil, yerel yönetimlerin önemli bir kısmını elde eden ve yapılacak ilk genel seçimlerden birinci parti çıkması kesin gibi gözüken RP, büyük bir değişim içine girmişti. Sonuçta zaten var olan farklılıklar bir takım ekonomik, kültürel, eğitimsel, etnik vb. faktörlerin de devreye girmesiyle parti içi iktidar savaşlarına yol açtı. 24 Aralık 1995 genel seçimleri öncesi RP Genel Merkezi’nin yaptığı aday sıralamaları Elazığ’daki parti tabanında genellikle hoşnutsuzlukla karşılandı. Bir süre sonra yapılan il kongresindeyse ortalık tam olarak karıştı. Belediye Başkanı Hamza Yanılmaz ile Milletvekili Ahmet Cemil Tunç’un desteklediği ve Genel Merkez’in de onay verdiği eski il başkanı tüccar Ziya Orman’ın karşısına, partide onun yardımcılığını yapmış genç bir avukat olan Ömer Serdar rakip olarak çıktı. Recep Tayyip Erdoğan’ın önderliğini yaptığı kabul edilen “yenilikçi” çizgiye yakın duran Serdar bütün baskılara karşın kongreyi kazandı; ancak il başkanlığı uzun sürmedi. Genel Merkez yeni yönetimi lağvetti ve baskılarını şiddetlendirerek kendi adayının yenilenen seçimleri kazanmasını sağladı.
POLİTİK KİMLİĞİN ÖNE ÇIKMASI
RP, 1980 sonlarından itibaren hızlanan tırmanışıyla birlikte, yukarıda değindiğimiz gibi zaten kriz içinde olan cemaatleri ikinci plana itti ve siyasi parti kimliğini her türlü diğer aidiyetlerin önüne çıkardı. “Muhafazakâr seçmenden oy alabilmek için her seçim öncesi cemaat liderlerinin destek ya da onayını isteme durumunda olmayan belki de tek parti”4 olan RP, taraftarlarına gerektiğinde İslâmî bir cemaatın sunduğu imkânları da sağlayabiliyor. Bu durumdan geleneksel İslâmî cemaatlerin pek de memnun olmadığı, hattâ Nakşibendiliğin İskender Paşa Dergahı Şeyhi Prof. Mahmut Esad Coşan’ın 1990’da Erbakan’dan her türlü desteğini çektiği ve ona karşı savaş açtığı biliniyor. Ancak bu savaştan Erbakan’ın galip çıktığını kesin bir şekilde söyleyebiliriz. Daha başta çok sayıda mürid parti ile dergah arasında seçim yapmak zorunda kalınca partiyi yeğlemişti. Aradan geçen yedi yıl içinde RP oylarını daima arttırdı, önce yerel yönetimlerde iktidara geldi, ardından TBMM’de birinci parti oldu ve nihayet Erbakan bir yıl başbakanlık yaptı. İskender Paşa dergahı ise hızla etkisini kaybetti. 1980 ortalarının en gözde ve çığır açıcı İslâmî medyası olan İslâm dergisinin gözlerden kaybolması tek başına dergahın 1990’lardaki hızlı dönüşüme ayak uyduramadığının göstergesi olarak alınabilir. Ülke çapında ya da yerel pek çok cemaat liderinin RP ve genel başkanı Necmettin Erbakan’dan esirgediği teveccühünü, Büyük Birlik Partisi ve onun lideri Muhsin Yazıcıoğlu’na göstermesi de parti-cemaat ilişkileri konusunda ilginç ipuçları veriyor. Kendisi de Nakşibendiliğin Menzil koluna bağlı olan Yazıcıoğlu ve arkadaşlarının, hiçbir cemaatin ve onun liderinin dinsel otoritesini ortadan kaldırmak ya da kendilerine tâbi kılmak gibi bir kaygıları yok. BBP’nin Elazığ’daki en önemli isimlerinden İrfan Sönmez “kültürel İslâm siyasal İslâm’ın kılavuzluğunu yaptığı zaman keskinlikler törpülenir” diyerek RP ile aralarındaki en önemli farkın altını bir kez daha çiziyor. Kendilerini “Türk-İslâm ülkücüleri” olarak tanımlayan BBP’liler böylelikle ümmetçi bir çizgiden ziyade resmî Türk milliyetçiliğini benimsemiş gözüken cemaatler nezdinde sempati topluyor. Sönmez’e göre RP’yi tercih edenler Seyyid Kutup, Ali Şeriati, Mevdudi, Muhammed Hamidullah okurken, BBP’ye gelenler Said Nursi, Necip Fazıl Kısakürek, Erol Güngör, Seyyid Ahmed Arvasi okumuşlardır.
TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİNİN ROLÜ
Sönmez, RP’nin Elazığ’da güçlenmesinin nedenlerinin başında, MHP’nin “başbuğ”u Alpaslan Türkeş’in, ülkücü hareket saflarında 1980 sonrasında başlayan İslâmîleşmeyi dizginlemesini sayıyor. Sokaklarında sarkık bıyıklı gençlerin cirit attığı Elazığ’da ülkücü hareketin bu denli güçlü olmasının temelinde bu şehire egemen olan “Harput kültürü”nün yattığı söyleniyor. Bazılarının “sarhoş kültürü” olarak da tanımladığı ve menkıbelerle beslenen bu kültürün etkisinde gençlerin 1970’li yılların ülkücü militanlığına kolaylıkla kapıldığı yorumları yapılıyor.5 Elazığ’da MHP, nüfusun çoğunluğunu Kürt ve Zaza kökenlilerin oluşturduğu bu şehirde, tıpkı diğer İç ve Doğu Anadolu şehirlerinde olduğu gibi 1970’li yıllarda Sünnilerin Alevi düşmanlığını provoke ederek kök salmış. Özellikle komşu Tunceli’de TİKKO’nun çok güçlü olmasının, yine Elazığ’ın Alevi bölgelerinde gençlerin Maocu ya da Dev-Gençli vb. olmasının da bu gelişmede önemli bir payı olmuş.6 Refahyol hükümetinin devrilmesinden “derin devleti”, diğer bir deyişle devlet içindeki birtakım gizli örgütlenmeleri sorumlu tutan bazı RP’liler, Elazığ’ın “Türk Gladiosu” için çok önemli bir şehir olduğunu ileri sürüyorlar. Onlara göre MHP’nin bu şehirde kök salması bir “Gladio” operasyonu sonucu gerçekleşmiştir. Kanıtlanması imkânsız olan bu iddiayı bir kenara bırakacak olursak, Şeyh Said isyanının bu şehirde sonradan Türk milliyetçiliğinin etkili olmasında önemli bir rol oynadığını söylemek yanıltıcı olmayacaktır. Görüştüğümüz hemen hemen tüm İslâmî şahsiyetler, Şeyh Said ve onun başlattığı ayaklanma hakkında olumsuz görüşlere sahipti. Yine hemen hemen tümü Elazığ halkının en “iyi” özelliği olarak devlete bağlılıklarını sayıyor, buna kanıt olaraksa PKK eylemliliğinin Elazığ’a sirayet edememesini gösteriyorlar.
ZAZALIĞIN YENİDEN KEŞFİ
PKK’nın 1984’te başlayan eylemleri Elazığ’ın siyasi gündeminin de bir numaralı maddesi olmuş. Kürtlerin aslında “dağ Türkleri” olduğu yolundaki resmî tezler bu şehirde iyice sınanmış ve geçersiz kalmış. Hattâ bir iddiaya göre MHP içerisinde etkili bir çevre 1988-92 arasında kendilerinin de “Kürt olduğunu ve gerektiğinde bunu PKK’dan daha iyi savunabileceklerini” alenen dile getirmeye başlamışlar. Ancak yine iddialara göre bu kişiler birtakım yöntemlerle devlet tarafından yeniden kazanılmış. Gözlemlerimize göre 1984’ten itibaren başlayan süreç Elazığ’da kafaları iyice karıştırmış. Ancak bu şehirdeki dengenin devlet aleyhine bozulmasına neden olabilecek yegâne aktörün İslâmcı hareket olduğu çok açık. Yazı boyunca betimlemeye çalıştığımız gibi cemaatlerin böyle bir şeye ne güçleri yeterli, ne de böyle bir niyetleri var. RP de Güneydoğu’nun birçok ilinde yaptığının aksine burada Kürt kimliğini savunmaya yönelik politikalardan ısrarla uzak durup Türk milliyetçisi-devletçi politikaları seslendirmiş. Bunun altında RP içinde ülkücü kökenli çok sayıda kadro bulunması da yatıyor olabilir, ancak Elazığ’daki incelemelerimiz boyunca RP tabanında etnik kimlik konusunda genel bir ilgisizlik ve önemli ölçüde de bilgisizlik olduğunu gözlemledik. Birçok RP’linin dava ve mesai (belediye dolayısıyla) arkadaşlarının etnik kökenlerinden habersiz olduğuna, bunu hiç merak etmediğine bizzat tanık olduk. Hattâ karma evliliklerin yaygınlığı nedeniyle birçoğunun kendi kökenleri konusunda tereddütlü olduğunu da gördük.
SONUÇ
Görüldüğü gibi bu çalışmada birçok saflaşmaya birden değinme durumunda kaldık: 1) İslâmcılık (ümmetçilik)-milliyetçilik (Türk, Kürt ve Zaza); 2) Medrese-tarikat; 3) Tarikatlar-tarikat dışı cemaatler (Nurculuk, Süleymancılık); 4) Parti (RP, BBP...)-geleneksel cemaatler; 5) Aczimendilik-Nurculuk; 6) Sünnilik-Alevilik; 7) Kürtlük-Türklük; 8) Kürtlük-Zazalık; 9) Sağ-sol Bütün bu ve sayamadığımız bir dizi çelişki ve ikiliğin yaşandığı Elazığ, bu bakımdan Türkiye’nin küçük bir prototipi olarak adlandırılabilir. Kuşkusuz her şehrin kendine özgü birtakım özellikleri vardır. Örneğin komşu Malatya’da radikal İslâmcılık epey güçlüdür, öyle ki Türkiye’de radikal İslâmcılıkta “Malatya ekolü”nün önemli bir yeri vardır. Buna karşın Elazığ’da, bütün örgütlenme çabalarına rağmen radikal İslâmcılar pek bir varlık gösterememişlerdir. Bütün bu ikiliklerin ortasında belirleyici olan kimliklerin ne olduğu sorusu yeniden karşımıza çıkıyor. Toparlayacak olursak şunlar söylenebilir: 1)Kürt kimliğine sahip çıkma olgusuyla, “Doğu Elazığ” olarak adlandırılan Palu, Kovancılar, Karakoçan gibi ilçelerde çok alt düzeyde karşılaşılıyor. Buna karşılık Bingöl, Diyarbakır, Tunceli gibi illerden köylerinin boşaltılmasıyla Elazığ’ın kenar mahallelerine göç etmek zorunda kalanlar arasında bu oran hayli yüksek. Nitekim birçok cemaat temsilcisi bundan “tehlike” olarak söz ediyor. 2)RP’nin, dolayısıyla İslâmî hareketin yükselişini yalnızca İslâmî gerekçeler ve yoksulların sisteme karşı itirazlarıyla açıklamaya çalışmak yeterli olamıyor. Muhafazakar ailelerin okuyup serbest meslek sahibi olmuş çocuklarının yerel ve merkezî iktidardan pay alma endişelerini de ciddi bir biçimde hesaba katmak gerekiyor. (Örneğin Elazığ Barosu’nun yönetiminde artık İslâmcılar var. MÜSİAD şehirde epey etkin...) 3)Son dönemde her ne kadar Sünni-Alevi gerginliği yaşanmamışsa da Elazığ’ın politik yaşamında bunun ağırlığı hâlâ hissediliyor. Türkiye çapında yaşanan Alevilerin kimliklerine sahip çıkma olgusuyla, burada da karşılaşılıyor. Cemevleri, vakıflar vb. Alevilerin gündeminde en ön sırayı alıyor. 4)İslâmcıların etnik meselelere ilgisizliği ümmetçi bir perspektiften hareketle kavmiyetçiliğe karşı çıkmalarından değil de resmî devlet politikasının Elazığ’da esaslı bir şekilde kök salmış olmasından kaynaklanıyor. Yine yükselen Kürt milliyetçiliğine koşut ve büyük ölçüde ona karşıt bir şekilde “Zaza duyarlığı”nın gelişmesinin de bu devlet politikalarıyla ilişkisi olduğu düşünülebilir. Nitekim MHP ve BBP çevrelerinde Kürtlerin değil de Zazaların Orta Asya kökenli bir Türk boyu olduğu iddialarının seslendirilmesi bunu doğrular nitelikte gözüküyor.
***Bu yazı Les Annales de l’Autre Islam (Öteki İslâmın Günlüğü) dergisinin Joyce Blau ve Martin van Bruinessen tarafından hazırlanan “Kürtlerde İslâm” sayısında yayımlanacaktır. 1 Said Nursi'nin ölümünden sonra Nurculuk hareketi kabaca üç şubeye ayrıldı: 1) Hüsrev Altınbaşak'ın başını çektiği, Risalelerin Osmanlı alfabesiyle elle yazılıp çoğaltılmasında ısrarlı olan “Yazıcılar”; 2) Bediüzzaman'ın ilk talebelerinin çoğunun biraraya gelmesiyle ortaya çıkan, Risalelerin yeni Latin alfabesiyle çoğaltılmasını savunan, bunun dışında günlük gazete çıkarıp Demokrat Parti geleneğini sürdüren Adalet Partisi'ni açıkça destekleyen, sonradan, gazetenin adından hareketle Yeni Asyacılar adını alacak olan ana gövde; 3) Bediüzzaman'ın ilk talebelerinden olup, hareketin gazete etrafında merkezileşmesine karşı çıkanların oluşturduğu ve “okuyucular” diye bilinen birbirinden bağımsız özerk gruplar. Daha sonraki dönemlerde yeni yeni gruplar da ortaya çıktı. Bunların en önemlilerinden biri Said Nursi'nin Kürt kimliğini öne çıkartıp, Yeni Asyacıların tahrif ettiğini iddia ettikleri Risaleleri “olduğu gibi” basmayı görev kabul eden Tenvir Neşriyat çevresi, ki 1980 sonlarından itibaren Dava dergisini de çıkartmaya başladılar ve en nihayet Fethullah Gülen'in 1970 sonlarında oluşturmaya başladığı cemaati.
2 Beş katlı iki ayrı bina. Bunların bir bölümünü öğrenci gençler pansiyon olarak kullanıyor. Her iki binanın da ikinci katında halka açık “ikindi dersi" geleneği sürdürülüyor.
3 Bu konuda ilginç bir anekdot: Elazığ'da ne aradığımızı soran bir mutassavıfa şaka yollu “ekmek parası, ne yapalım” dediğimizde aldığımız karşılık şu oldu: “Sen şeyh misin! Sen yazarsın, ulvi bir iş yapıyorsun. Ekmek parası için şeyhler dolaşır.”
4 R. Çakır, Ne Şeriat Ne Demokrasi, Metis Yayınları, İstanbul, 1994, sayfa 67.
5 Eski Emniyet Genel Müdürü ve Adalet ve İçişleri eski Bakanı DYP Milletvekili Mehmet Ağar bu kültürün yarattığı tipolojiye zirvede bir örnek olarak gösteriliyor. Onun döneminde polis teşkilatına, özellikle de Özel Harekat Timleri'ne çok sayıda Elazığlı genç ülkücünün doldurulduğu (bunların bazıları babasının adını vererek Elazığ'da açtığı polis okulundan mezun) da biliniyor.
6 İslâmcı bir öğretmen bize 1970'li yıllarda kendilerini Türk sayan Kürtlerin yaşadığı bir köyde başına gelenleri anlatıyor: “Kürtçe, ben Kürdüm dedim. Bana Kürtçe, sen Kürt olamazsın çünkü namaz kılıyorsun, dediler.” Farklı kesimlerden dinlediğimiz buna benzer bir dizi anekdot, yakın geçmişte Elazığ'da Alevilere Kürt, Sünnilere de Türk dendiğini gösteriyor.
|