Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 1 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: Mahir İz: Tasavvuf’a İlgisi ve İntisabı
MesajGönderilme zamanı: 07.10.10, 21:30 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 13.09.10, 19:32
Mesajlar: 90
Mahir İz: Tasavvuf’a İlgisi ve İntisabı

Tasavvuf ve onun pratikteki uygulaması olan tarikatler, Osmanlı’nın ilmî, siyasî, iktisadî ve askerî hayatına tesir ederek halkın dînî hayatını şekillendiren mühim âmillerden biri olmuştur. Saraydaki padişahtan, medresedeki hocaya, çarşıdaki esnafa kadar herkesin hayatında yer alan tasavvufun, cemiyet hayatında büyük bir tesiri bulunmaktaydı. Mâhir Hoca da böyle bir cemiyet içerisinde dünyaya gelmiş, ilkokul ve lise tahsilini bu toplumun içerisinde ve onun müesseselerinde yapmıştır. Mâhir Hoca, İlkokul yıllarından bahsederken kendilerine ilk öğretilen husûsun, Nakşibendilik’te önemli bir esas olan “nazar ber kadem” olduğunu ifâde etmekte, hafızasının güçlü olmasına hayret eden insanlara da bu hususu örnek vererek açıklamada bulunması, o dönemlerde tasavvufun, eğitim hayatındaki etkisini göstermesi açısından önemlidir. Yüksek İslâm Enstitüsünde Tasavvuf derslerine hocalık yapma vazifesi kendisine tevcih edildiğinde tevazu göstererek bu dersleri anlatmaya liyakati olmadığını belirten Mâhir Bey’in, küçük yaşlardan itabaren, erbâb-ı tasavvufla ve tasavvufî eserlere haşır neşir olmuş olması, onun bu sahadaki yetişmişliğini ve tasavvufa olan kabiliyetini gösteren önemli bir husustur.
Mâhir Hoca’nın hayatında kendisinden istifâde ettiği zâtlar kadar onlarla birlikte okuduğu eserlerinde onun tasavvufa aşinâlık kesb etmesinde büyük yeri olmuştur. Özellikle Mehmet Akif ve Ferid Kam’la birlikte yaptıkları derslerde tasavvufî konulara temas eden eserler okumuşlardır. Bu mütalaamızı teyid sadedinde şu misali verebiliriz: Mâhir Hoca, zamanında birlikte yaptıkları derslerde, Mehmet Âkif’in, Şemsi Mağribî’nin divânını okurken manevî bir neşveye müstağrak olmasını ve yine Hâtif-i İsfehânî’nin “kendisi vardır ondan başka hiçbir şey yoktur. Tek Allah ancak O’dur.” beytini büyük bir vecd içinde okumasını anlatmaktadır.
Mâhir Bey’in, divan şiirine olan ilgi ve alakası ve onunla iştigalden büyük zevk alması da tasavvufa ilgisinin doğmasında ve mutasavvıflara karşı sempatisinin oluşmasında etkili olmuştur. Çünkü dîvân şiirine kaynaklık eden ana unsurlardan biri de tasavvufî temalar olmuştur.
Aynı zamanda Mâhir Bey, gençlik yıllarında, bazı şeyh efendilerin ziyaretlerinde bulunmuş ve aralarında muhtelif diyaloglar oluşmuştur. Bunlardan birisi Ankara’da bulunduğu yıllar içerisinde tanıştığı, Melâmî şeyhlerinden Arabacılar Kahyâsı İsmail Ağa olmuştur. Bu zâtın Melâmîliğinin amel bakımından ehl-i sünnet çizgisinde olduğunu beyan eden Mâhir Hoca, bir berber dükkânında kendisiyle karşılaşmış ve bir âyet-i kerîmeye verdiği mânadan derinden etkilemiştir.
Mâhir Bey’in, çok sevdiği ve kıymet verdiği kayınpederi Muhyiddin Râif Bey de, Melâmî şeyhlerinden şâir Abdülkerîm Efendi’nin halifelerinden ve Serasker Kapısı kalem şeflerinden Fehim Bey’e intisaplı ehli tarîk bir insandı, aynı zamanda Maraşlı Tahir Efendi’nin meclislerine de devam etmekteydi. Mâhir Hoca’nın bazı tasavvufî çevrelerle tanışmasına da kayınpederi vesile olmuştur. Mâhir Bey’i, Zeyrek’te, Zembilli Ali Efendi Medresesi’nde, hasta yatan Hacı Ârif nâmında bir hâl ehline götürmüş ve ziyaretinde bulunmuşlardır. Mâhir Bey, onun okuduğu bir beyitten çok etkilenerek hayretler içerisinde kalmıştır.
Yine kayınpederi Raif Bey’in delâleti ile Maraşlı Tahir Efendi ile görüşmüşler ve birkaç sohbetine iştirak etmişlerdir. Bu sohbetler esnasında, Tâhir Efendi’nin bir de kerâmetine şâhit olmuştur.
Mâhir Bey’in Ankara Sultanisî’nde hocalık yaptığı yıllarda, Askerî hastanenin eczacı yüzbaşısı Şükrü Bey ile zaman zaman buluşurlardı. Mâhir Bey, derviş meşrep olan bu zattan etkilenmiş onun defterindeki tasavvufi yazılar ve şiirlerden bir kaçını istinsah etmiştir.
Ayrıca Mâhir Bey’in kayınvâlidesinin başından geçen şu hâdise de kendisini hayretler içerisinde bırakmış ve Tasavvufla ilgili araştırmalara sevketmiştir: “Bizim kayınvalide bundan on beş sene kadar evvel vefat etmişti. On sene müddetle parkinson denen sinir hastalığından ayakları tutmuyordu. Vefatından on gün evvel yatağında otururken ayağa kalkmak için davrandı. Kızı kollarından tutarak kaldırırken ne istediğini sordu. “Veysel Karanî hazretleri geldi” dedi. Alaturka, yerden bir selam verdi ve kızına kahve pişirmesini söyledi. Kızı da “Bu gibi zevat kahve içmezler. Onların bize ikramı sizi ziyaret etmeleridir.” dedi. Bir müddet sonra tekrar ayağa kalkmak istedi. Kızı yine koltukladı. Yerden bir selam verdi, “Gittiler” dedi. Bu hadise beni uzun müddet düşündürmüştür.” Bu olay kendisini Veysel Karânî ile ilgili araştırma yapmaya sevketmiştir.
Tasavvuf büyüklerine değer veren Mâhir Bey, bazı meselelerle ilgili kendilerine müracaat etmiş, fikirlerini almıştır. Hatta evliliği münasebetiyle istihâre yaptırmak için dönemin Nakşî şeyhlerinden Ahmet Rüşdi Efendi’ye müracaat etmiştir.
Tasavvuf derslerinde, bilhassa Nakşbendiyye Tarikatı’nda bir düstur olarak kabul edilen, “halvet der encümen” fikrine iştirak ederek, halvet ve uzletin bu kadar veciz bir tarzda izah edilmediğini söyleyen Mâhir Bey, Naksibendiliğe ayrı bir ilgi duymakta ve karakteri itibariyle de bu yola yatkınlığı bulunmaktaydı. Talebelerinden kendisine gelen Hocam bir tarikata intisap edelim mi bu bir mecburiyet midir? Nereyi tavsiye edersiniz? Sorularına da “İntisab bir mecburiyet değildir. Bir gönül işidir. Zorlamakla olmaz, olursa da feyz alınmaz. Siz telâşe etmeyin, kısmetiniz de varsa O sizi; yolda bulur, otobüste, vapurda bulur ve karşınıza çıkar.” diye cevap vermekteydi.
Fıtrat itibariyle Tarikate yatkın olan Mâhir Bey’in bir tarikata intisâbı ancak son yıllarında gerçekleşmiştir. Nakşibendî şeyhlerinden Mahmud Sâmî Ramazanoğlu Hazretlerine intisap etmiştir. İntisabının tarihiyle ilgili kesin bir bilgi olmamakla birlikte talebesi Osman Öztürk Bey’in beyânına göre yetmiş yaşından sonraki dönemlerinde vuku bulmuştur. Mâhir Hoca, intisâbından Yılların İzi adlı eserinde intisâbında şöyle bahsetmektedir:
“İlmin kıyl ü kalini her zaman bir noktada toplamak kabil olmadığından, hiçbir zaman ilmî tedkîkten geri kalmamakla beraber; hakikat-i mahza’ya vukuf ancak ehlinin irşadı ile mümkün olabileceğine inanırım. İşte bu sebeptendir ki, yakazadışı bir işaretle süllem-i irâdemi semâ-yı mârifete mîrac için feyz-i Sâmi’ye rapt eyledim.”
Zaman zaman talebelerine, intisâbından bahsederken: “Bir rüya gördüm. Bu rüyada bir işâret vaki oldu. Ve o işâret üzerine ziyâretine gittim Efendi’nin. Giderken kafamda bir takım istifhamlar vardı. Bir takım sualler vardı içimde. Vardım, sohbetlerine katıldım. Zâhiren bir şey söylemediğim halde, zihnimdeki suallerin hepsine cevap aldım orada, huzurda. Onun üzerine bende bir teslimiyet hasıl oldu. Kendiliğinden oldu ve elhamdülillâh ben teslim oldum” şeklinde izâhat verirdi.
Mâhir Hoca’nın pek fazla tafsilâtına girmediği Sâmî Efendi Hazretlerine intisâb hadisesini, beraberindeki Osman Öztürk şöyle nakletmektedir:
“Tasavvufun nazariyesini tedris eden hoca, ameliyesinin uzağında soğuk soğuk dururken manevi hava birden bire kendisini ısıtıyor. Bir gün sabah telefonumuz çaldı, baktım Mâhir Hoca … Böyle erken saatlerde telefon açmak, kapı çalmak merhumun hiç yapmadığı şeylerdi. Hemen heyecanla konuya girmeksizin “acele gel” dedi. Telaşlandım, fakat bir fevkaladelik olduğunu tahmin ettim, lâkin eve gidince öğrendim ki, mesele benim tahmin ettiğim gibi değilmiş. Hocam başladı pürheyecan anlatmaya. Rüyasında gördüğü zatın şeklu şemâlini tasvir ediyor, fakat nasıl gördü nasıl konuştular işin bu tarafına girmiyor. Bana sadece “Bu eşkâlde bir zâtı tanıyor musun?” diye soruyor. Fakat şunu ifade edeyim ki ben merhûmu hiçbir zaman böyle bir heyecan ve telaş içinde gördüğümü hatırlamıyorum. Cevaben: “Hocam, anladığım kadarıyla siz Sâmi Ramzanoğlu hazretlerinden bahsediyorsunuz. Biz de onunla komşusuyuz. Kendileri zaman zaman namaza camiye çıkarlar, ben size avluda gösterebilirim” dedim. Hocamın beklemeye sabrı yoktu.”Sen hemen git ve Üstada “Yüksek İslâm’dan Mâhir sizi ziyaret etmek istiyor, de” şeklindeki emri üzerine: “Sabahın erken saatinde o kapıya müracaat uygun olmaz. Öğleden sonra izin talebimizi arz ederiz” dedim. Hoca kükredi “Canım, efendim şimdi git durumu arz et, bakalım ne zuhurât ile karşılaşırız” dedi. Biz de bu fevkaladelikten aldığımız heyecan ve cesaretle üstadın kapısını çaldık. Biz o kapıyı yıllarca aşındırmışızdır, kapıya hiç üstad merhûm kendisi çıkmazdı. O gün ise kapıyı bizzat Efendi Hazretleri açtılar, selam ve el öpmeden sonra emâneti naklettim. “Yüksek İslâm Enstitüsü hocalarından Mâhir İz” dedim. “Hemen buyursun” dediler. Tekrar Hocama döndüm, bir taksi ile 3-5 dakika içerisinde üstadın hanesine vâsıl olduk. Kapıdan içeri girerken, kendim için de destûr istedim. Müsaade etmedi ve üstadla bir saat civarında halvet oldular. Biz dışarıda bekledik. Hocam içeriden bir çıktı ki sanki hamamda terlemiş… Hemen tekrar bir taksiye bindik, sabredemedim ve yolda sordum: “Hocam hayrola ne oldu böyle?” Cevap tam hocalık:“Olacak oldu.” “Yani yetmişinden sonra dervişlik mi göründü “ dedim Yine Mâhir Hocaya mahsus bir “evet” çıktı ki bunun tarz ve tonunu ancak O’nu tanıyanlar takdir edebilir. Hocamızın evine döndük, ilave malumat almak istiyorum yok… Gördüğü rüyanın başkalarına nakline müsâade edilmemiş, anlatamıyor; neler konuştular bize intikal ettirmiyor, sadece “intisâb” ettiğini söylüyor.”
Mâhir Bey, zaman zaman Üstâdı Sâmî Efendi’ye mektuplar yazardı, bunların birinde şu zarif ifadeyi kullanmak suretiyle üstadına duyduğu hürmet ve saygısını ifade etmiştir:“Huzûr-i reşâdet-penâhîlerine dest-i iclâl ile merfûdur.”
Yine Mâhir Bey’in son zamanlarında, Sâmi Efendi’nin kendisini ziyaretinde yaşanan Osman Öztürk’ün naklettiği şu güzel hadise de onun, üstadına karşı olan muhabbet ve hürmetini göstermekle birlikte Sâmî Efendi’nin de ne kadar nazik bir insan olduğunu ortaya koymaktadır:
“Artık son demlerinin yaklaştığı günlerdi. Erenköy’deki evinde kendisini merhûm Sâmi Ramazanoğlu Hazretleri ile ziyarete gitmiştik. Yahut da biz posta servisi olarak üstadın Mâhir Hoca’yı ziyaretine vasıta olduk. İşte o yatakta bile aranıp bulunamayan hocamız, üstâdın içeri girmesiyle yataktan ok gibi doğrulup elini öpmek istedi, tevazuun zirvesi Sâmî Efendi ise, O’nun elini öpmeye çalıştı, ağlaştılar ve ağlaştık…Doğrusu çekimi yapılıp, nesilden nesile gösterilecek bir ibret sahnesiydi.”
Mâhir Bey, intisâbından sonra Sâmî Efendi Hazretlerinin sohbetlerine de iştirak etmiş, iştirak ettiği bu sohbetlerde üstadın sağ tarafına oturtulurdu. Osmanlı’nın son dönemlerine de kavuşmuş bir münevver olması hasebiyle de pek çok ilim adamı ve şeyh efendilerle görüşme ve birlikte olma imkânına sahip olmuştu. Fakat Sâmî Efendi’ye çok ayrı bir muhabbet besleyen ve ilâhî bir cezbe ile o tarafa sevkedilen Mâhir İz, üstadının ne kadar etkisi altında kaldığını şu sözüyle ortaya koymaktadır:“Biz devr-i padişâhiden beri nicelerini gördük. O, Hazreti Sâmi’dir”

Şahsiyeti itibari ile zaten tasavvuf ve tarikata yatkın bir insan olan Mâhir Bey , Yüksek İslâm Enstitüsünde Tasavvuf derslerine girmek suretiyle bu sahada, ilmî anlamda da bir hizmet sunmuştur.

http://www.mahiriz.com/mahir-izin-tasav ... i#more-107


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 1 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 1 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye