Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 27 mesaj ]  Sayfaya git 1, 2, 3  Sonraki
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: Hz. Şeyh Muhammed Es'ad Erbilî (k.s.)
MesajGönderilme zamanı: 02.03.09, 20:31 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 26.12.08, 08:19
Mesajlar: 583
Hz. Şeyh Muhammed Es'ad Erbilî (k.s.)

(kuddise sırruh)

ŞEMAİLİ

Es'ad Efendi uzuna yakın boylu, beyaz sakallı, süzme gözlü, esmer tenli, şişmana yakın cüsseli, güler yüzlü, tatlı sözlü, vakur bir zat idi. Çok kuvvetli bir hafızaya sahipti. Senelerce evvel görüştüğü zatı hemen tanır, konuştukları mevzuyu derhal hatırlardı.

Altın silsilenin otuz üçüncü halkası yine Irak'tan, Musul'un Erbil kasabasından 1264/1847 yılında Erbil'de doğdu. Baba ve anne tarafından seyyiddir. Babası Erbil' de bulunan Halidî tekkesi şeyhi M Saîd Efendidir. Babası tarafından dedesi Hidayetullah Efendi ise Mevlana Halıd el-Bağdadi' nin Erbil'de yaptırdığı tekkeye tayın ettiği halifesidir.

Es'ad Efendi ilk tahsilini Erbil ve Deyr'de ikmal ettikten sonra yirmi üç yaşında iken 1287/1870 yılında manevi bir işaretle Nakşı-Halidi şeyhi Taha'l-Hariri'ye (o 1294/1875) intısab etti. Beş yılda seyru sulükunu ikmal île hilafet aldı 1292/1875 yılında Hicaz'a gitti.

İstanbul'a Gelişi

Hac dönüşü, şeyhi de vefat etmiş bulunduğundan İstanbul'a geldi. İstanbul' da önceleri Salkımsöğüt'te Beşirağa dergahında misafir olarak kaldı. Muhib ve ziyaretçilerinin sayısı artınca buradan ayrılarak Bayezid-Parmakkapı' da Makasçılar içinde bulunan camiinin müezzin odasına yerleşti. Fatih Cami'inde Hafız Divan'ı ile Mevlana Camii'nin Luccetu'l-esrar adlı eserini okuttu. Onun bu derslerine ilim ve irfan ehlinden pek çok kimse devam etti. Bayezid dersiamlarından Hoca Yekta Efendi ve benzeri alimler onu bu derslerinden tanıyarak intisab ettiler.

Kelamî Dergahı Şeyhliği

Kısa zamanda şöhreti İstanbul'u tuttu ve Sultanın damadı olan Derviş-paşa-zade Halid Paşa kendisini saraya davet ederek ondan bir buçuk sene kadar arapça ve dini ilimler tahsil etti. Sultan ikinci Abdülhamit Han tarafından da Meclis-i Meşayıh azalığına tayin olundu. Toplantı günleri meclise, ders günleri Fatih camiine, ara sıra da Saray'a giderdi.

Bu arada evini Bayezid Camii imaretinin kapısı üstündeki odalardan meydana nazır olan kısma nakletti. Ayrıca kendisine bir tekke tevcih olunması için Meşihat' a müracaat etti. Fındık zade Macuncu civarında Şehremini Odabaşı semtindeki Kelamî Dergahı şeyhliği münhal bulunuyordu. Burası Kadirî tekkesi olduğundan tayın için Kadirî icazetname gerekiyordu. Esad Efendi 1303/1883 tarihinde Abdülkadir Geylanî ahfadından Abdulhamid er-Rifkanî'den aldığı Kadiri icazetnameyi ibraz île bu tekkeye tayin olundu. Burada muntesiblerine önce oturarak ve Kadiri evradı okuyarak Kadiri ayini, sonra da Nakşî usulünce "hatm-hacegan" yaptırırdı. Ancak Nakşî tarîkatında sohbet esas olduğundan cuma günleri de zikirden evvel "esrar-ı aşk ve muhabbete dair" sohbet ederdi Es'ad Efendi bir ara Halıcılar' da bulunan Feyzullah Efendi dergahına da devam etti.

Tekrar Erbil'e

İstanbul'a ilk geldiği bu devrede ibadet ve ahlak gibi çeşitli konulardaki hadislerden derlediği "Kenzu'l-İrfan" adlı eserini neşretti. Onun bu esen büyük hüsn-i kabüle mazhar oldu. 1316/1900 yılında Abdulhamid Han tarafından bilinmeyen bir sebeple memleketi Erbil'de ikamete me'mür edildi

Erbil' de saliha bir kadın tarafından kendisi için inşa ettirilen tekkede Meşrutiyetin ilanına kadar irşad hizmetiyle meşgul oldu Mektubat adlı eserindeki mektuplarının ekserisini bu esnada Erbil'de muhib ve müridhanıyla muhabereleri teşkil eder.

İstanbul' a İkinci Gelişi

Esad Efendi, Meşrutiyeti müteakip sevenlerinin daveti üzerine 1324/1908' de tekrar İstanbul'a döndü. Kelamî dergahını zemin kat üzerine genişleterek yeniden inşa ettirdi. Üsküdar'daki Selimiye Dergahı şeyhliği boşalınca oranın şeyhliği de Es'ad Efendi'ye tevcih olundu. Buraya niyabeten oğlu Mehmed Alı Efendi'yi tayın etti. Kendisi de arasıra gelip irşad hizmetini oğluyla birlikte yürüttü. Milli mücadelenin başlaması üzerine Ankara' ya gidecek olan Fevzi (Çakmak) Paşa'nın bu dergahta Es'ad efendiyle birkaç defa görüştüğü bilinmektedir.

Meclis-i Meşayıh Reisliği

Es'ad Efendi 1330/1914 yılında önce Meclis-i Meşayıh azası sonra da reisi oldu Meclıs-i Meşayıh reisliği zamanında tekkelerin ıslahı ve şeyhliklerine ehliyetli kimselerin tayini ile şeyh evladının en iyi şekilde yetiştirilmelerini temin istikametinde çalışmalar yaptı. Padişah Sultan Reşad' ın sevgisini kazanan Es'ad Efendi, aynı yıl "sürre emînî" olarak hacca gönderildi. 1331/1915 yılında meclis-i Meşayıh reisliğinden istifa etti.

Es'ad Efendi pek çok halife yetiştirdiğinden İstanbul, Anadolu, Yugoslavya ve Bulgaristan'da binlerce müntesibi vardı. Cumhuriyetin ilk yıllarında (1925) tekkelerin kapatılmasından önce İstanbul'a gelen ve Kelami Dergahı'nda onbeş gün misafir kalan Danimarkalı araştırıcı Carl Vett' in anlattıklarından onun dergahına ilim ve devlet adamlarından pekçok itibarlı kişinin o şartlarda bile devam ettiği anlaşılmaktadır. (bk. Kelamî Dergahından Hatıralar)

Tekkelerin Kapatılmasından Sonra

Tekkelerin kapatılmasından sonra hiç sokağa çıkmamağa karar vererek Erenköy-Kazasker' de satın aldığı köşkünde inzivayı ihtiyar etmesine rağmen dikkatler üzerinden eksik olmamıştır. 23 Aralık 1930 yılında meydana gelen Menemen vak'asıyla ilgisi bulunduğu iddiasıyla tutuklanarak Menemen'e sevk edildi. İdam talebiyle yargılandı, ilerlemiş yaşı sebebiyle idam cezası müebbed hapse çevrildi. Oğlu M. Ali Efendi ise idam edildi.

Es'ad Efendi Menemen'deki askeri hastanede üremiden tedavi gördüğü sırada 84 yaşında iken 3-4 Mart (1931) gecesi vefat etti. Vefatıyla birlikte zehirlendiği ile ilgili tartışmalar da gündeme geldi.

Edebî Şahsiyeti

Ana dili Türkçe olmakla beraber aynı kuvvetle Arapça, Farsça ve Kürtçe de bilirdi. Divanı ve diğer eserleri buna delildir. Türkçeyi kullanmaktaki mahareti Hüseyin Vassaf Bey' in ifadesiyle "selîka-i kalemiyyesi ve tarz-ı ma'nadaki tevcihi kendisin sahife-i edebiyatta sername-i mübahat eyliyecek derecededir."

Es'ad Efendi kendisi tekkeden yetişmiş bir şair olmasına rağmen tasavvufi halk edebiyatından ziyade divan edebiyatını benimsemiş ve aruzu büyük bir ustalıkla kullanmayı başarmıştır. O'nun Türkçeyi kullanmaktaki liyakati ve şiirlerindeki başarısını Necip Fazıl şöyle ifade etmektedir: "Esad Efendinin Kenzü'l-İrfan isimli eserinde asli metne ve Osmanlıca' ya büyük bir sadakat ve hakimiyet müşahede ettiğimizi belirtmek borcundayız..." "Şiirlerine gelince bunlar, Şeyh Es'ad Efendi'nin bir hassasiyet ve şiir kabi-liyyetine malik bulunduklarına işarettir..." (Son Devrin Din Mazlumları, s. 169-170)

Eserleri:

1-Kenzü'l-İrfan: Ahlak, ibadet ve takva gibi muhtelif konularda derlenmiş binbir hadis-i şerîfin tercüme ve izahından ibarettir. Eser eski harflerle iki defa neşredildi. (İstanbul, 1317, 1327) Yeni harflerle de pekçok defa basılan bu eser.son olarak Erkam yayınlarınca aslî şekline uygun bir biçimde yeniden yayınlandı. (İstanbul, 1989)

2-Mektubat: Bilhassa Erbil' de bulunduğu sırada muhib ve müridlerine yazdığı tasavvufi mahiyette yüzelli dört mektubtan müteşekkildir. Tamamına yakını Türkçe olmakla beraber birkaç arapça ve farsça mektup da vardır. Mektübat'ın baş tarafındaki ilk altı mektupla 36. mektup Tasavvuf mecmuasında makale olarak yayınlanmıştır. (İstanbul, Tasavvuf mecmuası, sene:1307) Mektubat eski harflerle iki defa yayınlanmıştır. (1338,1341) Mektubat, H. Kamil YILMAZ ve İrfan GÜNDÜZ tarafından ilmi esaslara uygun olarak neşredilmiştir. (İstanbul, 1983) Bu son neşrinde ilk neşirlerde bulunmayan iki mektuba da yer verilmiştir.

3-Dîvan: Türkçe ve Farsça şiirlerinin toplandığı eseridir. Aruz veznini büyük bir ustalıkla kullanan Es'ad Efendi, zaman zaman tasavvuf halk edebiyatı şairleri gibi şiirler ve onlara tahmisler de yazmıştır. Dîvan' da yer yer Arapça manzumelere ve bir kürtçe gazele rastlanmaktadır. Farsça şiirler Ali Nihat Tarlan tarafından tercüme edilerek.Dîvan yeni harflerle Cemal Bayak tarafından yayınlanmıştır.(İstanbul,1991) Dîvan'daki farsça "Mev-lid-i Fatıma" manzümesi, Şeyhin oğlu tarafından nazmen türkçeye çevrilmişir.

4- Risale-i Es'adiyye: Tasavvuf ve tarikatın lüzumu ve faziletiyle seyr u sülukün şekil ve adabından bahseden küçük bir risaledir. Müellif bu eserinde otobiyografisini de müridlerinin talebi üzerine kaleme almıştır. Eski harflerle bir defa basılan bu küçük eser yeni harflerle de yayınlanmıştır. (İstanbul, 1986)

5- Tevhîd Risalesi Tercümesi:

Muhyiddin İbn Arabi'ye izafe edilen bir risalesinin Türkçe tercüme ve şerhidir. Bu risale İbn Arabi' ye değil Evhadid-din Balyani'ye aiddir. Eser, Ali Kadri tarafından yayınlanmıştır, (İstanbul 1337,103s.)

6- Fatiha-i Şerife Tercümesi:

Fatiha süresinin tefsiri bir tercemesidir. Eski harflerle müstakil olarak, yeni harflerle Risale-i Es'adiyye ile birlikte yayınlandı. (İstanbul 1986).

Bunlardan başka Urfalı Şeyh Safvet Efendi' nin çıkardığı, Tasavvuf ile Beyanü'1-hak ve benzeri mecmualarda neşredilmiş yazıları vardır.

Muhammed Es'ad Erbili,meşayıhın ulemasından olması sebebiyle daha sağlığında büyük bir şöhrete ve halk tarafından hüsn-i kabule mazhar olmuştur. Nitekim onun yakınlarından bir meczûb derviş, daha Erbil'de iken şöyle bir rüya görür: "Es'ad Efendi'nin iki kolu, İstanbul merkez olmak üzre, Erbil'den Balkanlara kadar olan geniş bölgeyi ihata etmektedir. Önce bir rüyadan ibaret olan bu hal, elli sene sonra hakikat olmuş ve Es ad Efendi'nin Anadolu'dan Arnavutluk, Bulgaristan ve Sırbistan'a kadar uzanan alanda pek çok müridi bulunmuştur.

Esad Efendi, Muhammedi meşrebde ve îsar ve infak doygunluğunda bir gönül sultanıydı. Nitekim vefatına yakın şunları söylemişti: İntisabımın ilk yıllarında gönlüme: Ya Rabbi, huzur-i ilahiyyene çıplak olarak geleyim. Şayan-ı kabul amelim varsa onları günahkar kullarına bağışlayayım şeklinde bir duygu gelmişti. Şimdi aynı duygularla doluyum.

Es'ad Efendi diyor ki iki mes'ele hakkında şüphem vardı. İmam Rabbanî hazretlerinin mektûbatını okuyunca bu şüphelerim zail oldu:

a) Tarikatte asıl olan tam anlamıyla sünnete bağlanmak olduğuna göre, bazı tarikatlarda riyazat yapmadan manevî yükseliş nasıl olabilir?

Bu sorunun cevabını İmâm-ı Rabbanî'nin Mektûbat'ında buldum."Karnın, temiz ve helal yiyecekle doyarsa fikirde havatır olmaz. Zikir, fikir, rahat ve huzurlu olur. Fakat nefsin hakkı verilmezse huzûra mani olabilir".

b) "Fena-yı kalbden sonra kalbe havatır nasıl gelebilir?

Bunun cevabını da "Kalb fena bulduktan sonra kalbe gelen havatır kalbe zarar vermez, aksine kalb vazifesini yapmaya devam eder." Hükmünde buldum.

Rivayete göre bir Japon generali müslüman olup İstanbul'a gelir, İstanbul da Es'ad Efendi nin Kelamî dergahında bir müddet misafir olur ve zikir meclislerine katılır. Daha sonra bazı dergahlarda da zikir meclislerine katılan bu Japon general "Allah Allah" diye zikretmede gök kuvvet var. Padişahlar da böyle "Allah Allah" deseler, top tüfek kuvvetinin hükmü olmaz" der.

Es'ad Efendiye bir gün İttihad ve Terakki taraftarlarından biri gelip der ki Allah,"Dua ediniz, sizin dualarınızı kabul edeyim" (Gafir, 40/60) buyuruyor. Halbuki biz dua ediyoruz, bize bir şey vermiyor ve duamızı kabul etmiyor. Acaba bu ayete yanlış mana mı veriliyor?" Es'ad Efendi şu cevabı verir:

-"Duanın kabulü için birtakım şartlar vardır. Şart yerine gelmeyince şarta bağlı hüküm de gerçekleşmez. Duanın kabul olunmayışında ayrı bir takım hikmetler vardır. Bazen duanın beklenen ve istenen şekilde kabul edilmeyişi kul için daha büyük bir hayır olabilir. (bk el-Bakara, 2/216) Mesela sıtma hastasının canı bal isterse hemen verilmez. Çünkü bal, sıtma için zehir gibidir. Ayrıca bu ayet bir başka manaya göre "Beni davet edin, ben de meclisinize geleyim" anlamınadır.

Bir başka seferinde yine inançsız birisi Es'ad Efendi'nin tekkesine gelerek müslümanları tezyif etmeye başladı. "Her kötülük müslümanlarda, yalan, hırsızlık gibi fenalıklar hep onlarda Bu nasıl din böyle?"

Es'ad Efendi dedi ki:

- Bu senin söylediklerin bile dinimizin büyüklüğüne delildir. Başka dinler batıl olduğu için şeytan onlarla pek fazla uğraşmıyor. Çünkü boş eve hırsız girmez.

Es'ad Efendi'nin nazarı keskin, sohbeti etkileyici idi. İhvan ve halifelerinden de teveccüh ve nazarı keskin insanlar vardı. Nitekim Es'ad Efendi'nin Erbil'de ziyaret maksadıyla bulunduğu sırada çevre köy ve kasabalardan ihvan akın akın geldiler. Gelenler arasındaki bir genç Es'ad Efendi'nin yanına kadar sokuldu. Efendi hazretleri ona "Okuma yazma bilip bilmediğini, tarikata girip girmediğini'' sordu. O da şöyle konuştu:

- "Okumam yok. Henüz tarik da almadım. Köyümüzden bir kızı sevmiştim. Babasından istettim, vermediler. Muhtar beni askere gönderdi. Ben askerde iken o kızı oğluna almış. Şimdi ben onlardan birini öldürüp intikamımı almadıkça tarikata girmeyeceğim.

Es'ad Efendi, gencin söylediklerine hayretle "ya öyle mi?'' diye mukabele etti. Bu arada halifelerinden Şemseddin Efendiye bu gençle meşgul olmasını işaret etti ve abdest tazelemek için dışarı çıktı. Dönüşünde bu genci değneğini at yapmış koşarken gördü, o haliyle biraz koşuştuktan sonra kalabalığı yararak geldi. Şemseddin Efendi'nin teveccühüyle önce meczûb bir tavır sergileyen bu delikanlı daha sonra Es'ad Efendi'ye gelip: "Bana tarik ver" dedi. Es'ad Efendi:

"Hani sen adam öldürecektin" dedi. Genç, "o hal geçti" karşılığını verdi. Tekrar tarik isteyince Es'ad Efendi "Senin Şeyhin Şemseddin Efendidir" dedi. Fakat o genç "Hayır, hayır o değil, ben biliyorum sensin" karşılığını verdi. Es'ad Efendi, bununla birlikte meczûb tabiatlı olmaktan çok, temkin ehli olmayı tavsiye eder. "Bize serinkanlı insan lazım" derdi.

Esad Efendi, "Ümmetimin şereflileri Kur'an hamilleridir." hadisini ''Kuran tilavetine müdavim, ahkamıyla amil, teheccüt namazı ve zikirle geceleri ihya edenlerdir" diye yorumlardı. Yoksa bazılarının dediği gibi sadece Kur'an hafızları demek değildir. Kuran ahkamına itaatkar olmayan ve namaz bile kılmayan hafızlar neye yarar? Nitekim Kuranda öyleleri hakkında: "Kendilerine Tevrat yükletilip de onu taşımayan; emirlerini tutmayanların durumu kitaplar taşıyan eşeğin durumu gibidir" (el-Cumua, 62/5) buyurulmuştur. Sırtında kitap taşıyan merkebe taşıdığının ne faydası vardır?

Es'ad Erbili hazretleri, "Sizden insanları hayra çağıran, iyiliği emreden, kötülüklerden sakındıran bir topluluk bulunsun. Onlar gerçek felaha erenlerdir." (Ali İmran, 3/104) ayet-i kerîmesini şöyle tefsir eder:

"Ey İslam cemaati! Sizlerden bir taife, dinî ilimleri öğrenip tahsil ettikten sonra avam-ı nası gerçek tevhide ve islamî hayata çağırsın. Şeriatın ve aklın meşru kabul ettiği şeyleri kendisi yerine getirdikten sonra diğer insanlara da emretsin. Yine şeriat ve akıl ölçülerine göre çirkin olan davranışları kendisi terkettikten sonra başkalarını da o kötülükten sakındırsın. İşte bunlar hakîkaten gerçek kurtuluşa erenlerdir. Şayet bu kimseler Cenab-ı Hakk'ın emir ve nehiylerine itina göstermez; ilimleriyle amel etmezlerse ahkam-ı ilahiyi insanlara tebliğ etmeye layık değillerdir. Bu gibilerin tebliğlerinin te'siri de olmaz, sözün kısası, şüphesiz Hak Teala Hazretleri avam-ı nâsın cehalet ve günahtan kurtulması ve marifet nurundan istifade edebilmesi için hususî bir topluluğun ilim ve amel cihetinden yetiştirilmesini emr ile bu vazifeyi farz-ı kifaye olarak müslümanlara yüklemektedir. Bu mukaddes vazifenin medar-ı iftihar olan yükü de şüphesiz, zahiren batınen alim olma sıfatını kazanmış meşayih-i kiramın uhdelerine tevdî buyurulmuştur."

Es'ad Efendi, İbn Arabi'yi çok sevdiği ve vahdet-i vücut fikrine kail olduğu halde bu düşüncenin "ittihad ve hulul" şeklinde anlaşılmasından son derece tedirgin olmaktadır. Nitekim: "Her nerede olursanız olun, Allah sizinle beraberdir" (el-Hadîd, 4) ayetinin tefsirinde der ki: "Ayet-i kerimedeki bu beraberlik zata ve zamana müteallik bir beraberlik olmadığı gibi hulûl ve İttihad yoluyla da değildir. Aksine bütün zuhur mahallerinden şimşek ziyası gibi, sadece zuhur ve huzur suretiyledir. Yani Hazreti Allah bütün işlerimizi ve her halimizi bilmekte, görmekte ve vakıf bulunmaktadır. Göklerde ve yerde mevcud bulunan herşey, O'nun kendi mülküdür. Herkese iyi veya kötü ameline göre karşılık vermek onun hakkıdır. Bu ayet-i celîleyi bildikten sonra halktan birinin yanında çirkin bir fiili yapmaya cesaret edemeyenlerin Yüce Mevla'nın huzurunda ne cesaretle o çirkin hareketi yapmaya teşebbüs edebilecekleri hayret verici bir husustur. Acaba bu gibilere akıllı denilebilir mi?"

Yine o: "Size ne oluyor ki Allah yolunda infakta bulunmuyorsunuz? (el-Hadid, 10) Ayet-i kerimesini tefsir ederken şu mühim konulara işaret etmektedir:

1) Kiralık evlerde oturmakta olan kiracıların bir evden diğer bir eve taşınırken bütün eşyasını beraberinde götürüp, sevdiği mallarından hiçbir şeyi bırakmayacağı herkesçe bilindiği halde, herşeye muhtaç olan kabir evine gidenlerin sevgili eşyalarından kısmen olsun birşeyi beraberinde görülmemeleri gerçekten hayret ve dehşet verici bir durumdur.

2) Cenab-ı Hakk'ın kullarına emaneten ihsan buyurduğu mallarından kulun ayrılacağı şüpheye mahal olmayan bir gerçektir. Şu kadar var ki, fakirleri doyurmak, düşkünleri giydirmek, camî ve mescid yaptırmak, İslam'ın zaferi ve ehl-i İmanın kuvvet bulması için gerekli olan harp aletlerine ve nakliye vasıtalarına sarfedecek malı elden avuçtan çıkarmak hemen veya ileride medh ve sevabı celbedecektir. Aksine sadece "pintilik duygusu" denilen adi tabiat yüzünden veya Kur'an ayetlerine ve Peygamberimiz (s.a.)'in hadislerine tam bir îmanla itimat edememek yüzünden cimrilik hastalığını, cömertlik şerefine tercih edenlerin; yani malının fazlasını kısmen de olsa yukarıda bahsedilen yollardan herhangi birine sarfetmeyerek ölüm ile bu mallarından ayrılmak zorunda kalanların ilahî azab ve itaba müstehak olmaktan korkup çekinmemeleri gerçekten üzücü bir haldir.

Es'ad Erbili hazretleri iyi bir alim olduğu kadar usta bir şairdi. Nitekim onun divanından sunacağımız çerçeve içindeki şiir onun duygu ve aşk yüklü dünyasının mahir san'atıyla terennümüdür. Aynı zamanda şiirdeki:

"Ne mümkün bunca ateşle şehid-i aşkı gasleylemek" mısraı da kendisinin şehid olacağını sezip önceden haber vermesi şeklinde bir keramet olarak değerlendirilmektedir.

ES'AD ERBÎLÎ HAZRETLERİNDEN BİR ŞİİR

Tecellâ-yı cemâlinden habîbim nev-bahâr âteş
Gül âteş bülbül âteş sünbül âteş hak ü hâr âteş

Şua'ı âfitâbındır yakan bi'l cümle uşşâkı
Dil âteş sîne âteş hem dü çeşm-i eşk-bâr âteş

Hayal-i şem'-i rûyinle aceb mi yansa cân u dil
Nigârım gel de gör kalbimde âteş âh u zâr âteş

Ne mümkün bunca âteşle şehîd-i ışkı gasletmek
Cesed âteş kefen âteş hem ab-ı-hoş-güvâr âteş

Ben el çektim safa-yı hatır u aram-ı canımdan
Safa âteş cefa âteş firar âteş karar âteş

Ne yapsam bu dil-i mahzûnu mesrur eylemem şahım
Gam âteş gam-güsar âteş temenna-yı mesar âteş

Ümid-i afiyet besler mi Es'ad yardan haşa
Saçar oldukça gözden ol nigâr-ı gül-i zâr âteş


Resim


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: M. Es'ad Erbilî (k.s.)
MesajGönderilme zamanı: 02.03.09, 20:33 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 26.12.08, 08:19
Mesajlar: 583
ŞEYH MUHAMMED ES’AD ERBİLÎ
(Kuddise Sırruh) -33-

“Bize Serinkanlı İnsan Lâzım”:
Şeyh Es’ad Erbilî -kuddise sırruh- Hazretlerinin nazarı çok keskin, sohbeti derinden etkileyici idi.
Hatta Sabri Kaptan’la beraber vapurda giderlerken, ona karşısına oturmasını, nazarından istifade etmesini, gayr-i müslim birinin oturup bu lütuftan kendisinin mahrum olmamasını söylemiştir.
Halifelerinden ve ihvanından da teveccüh ve nazarı keskin insanlar vardı.
Nitekim Erbil’de bulunduğu bir sırada çevre köy ve kasabalardaki müridler akın akın ziyaretine gelmişlerdi. Gelenler arasında bir genç, yanına kadar sokulur. Hazret ona okuma-yazma bilip bilmediğini, tarikat-ı aliye’ye girip girmediğini sorar.
Genç şöyle konuşur:
“Okumam yok, henüz tarîk de almadım. Köyümüzde bir kızı sevmiştim, babasından istettim vermediler. Muhtar beni askere gönderdi, ben askerde iken o kızı oğluna almış. Ben şimdi onlardan birini öldürüp intikamımı almadıkça tarikata girmeyeceğim.”
Hazret gencin söylediklerine hayretle: “Yâ! Öyle mi?” diye mukabele eder. Daha sonra halifelerinden Şemseddin efendiye bu gençle meşgul olmasını işaret ederek, abdest tazelemek için dışarı çıkar.
Dönüşünde bu genci, bir değneği at yapmış koşarken görür. Genç o hâliyle biraz koştuktan sonra kalabalığı yararak gelir. Şemseddin efendinin teveccühü ile meczub bir tavır sergileyen delikanlı, daha sonra Şeyh Es’ad Efendi -kuddise sırruh- Hazretlerine gelip: “Bana tarik ver!” diye istirhamda bulunur.
Hazret ona: “Hani sen adam öldürecektin?” diye sorar. Genç: “O hâl geçti.” cevabını verir. Tekrar tarîk isteyince: “Senin şeyhin Şemseddin efendidir.” der. Fakat o genç: “Hayır hayır!.. Ben biliyorum ki sensin!” karşılığını verir. Erbilî -kuddise sırruh- Hazretleri, bununla birlikte meczub tabiatlı olmaktan çok, temkin ehli olmayi tavsiye eder ve:
“Bize serinkanlı insan lâzım.” buyurur.

“Boş Eve Hırsız Girmez”:
İnançsız birisi Dergâh’a gelerek içten içe müslümanlarla alay etmeye başlar. Sonunda da: “Her türlü kötülük müslümanlarda; yalan, hırsızlık gibi fenâlıklar hep onlarda. Bu nasıl din?” diyerek içindeki kinini dışa vurur.
Hazret ona şu karşılığı verir:
“Bu senin söylediklerin bile dinimizin büyüklüğüne delildir. Başka dinler bâtıl olduğu için şeytan onlarla pek fazla uğraşmıyor. Çünkü boş eve hırsız girmez.”

Duâların Kabulü:
İttihad ve terakki taraftarlarından biri bir gün Dergâh’a gelip der ki:
“Allah Kur’an’da: ‘Bana duâ edin, duânıza icabet edeyim.’ buyuruyor. (Mümin: 60)
Halbuki biz duâ ediyoruz, bize birşey vermiyor ve duâmızı kabul etmiyor. Acaba bu âyete yanlış mı mânâ veriliyor?”
Şeyh Es’ad Efendi -kuddise sırruh- Hazretleri şu cevabı verir:
“Duânın kabulü için bir takım şartlar vardır. Şart yerine gelmeyince şarta bağlı hüküm de gerçekleşmez. Duânın kabul olunmayışında da bir takım hikmetler vardır. Bazen duânın beklenen ve istenen şekilde kabul edilmeyişi, kul için daha büyük bir hayır olabilir.
Meselâ sıtma hastasının canı bal istese, bal hemen verilmez. Çünkü bal, sıtma için zehir gibidir. Ayrıca bu Âyet-i kerime bir başka mânâya göre:
‘Beni dâvet edin, ben de meclisinize geleyim.’ mânâsındadır.”

Elli Sene Sonra Hakikat Olan Rüyâ:
Hazret meşayih âlimlerinden olması sebebiyle daha sağlığında iken büyük bir şöhrete ulaşarak halk arasında büyük bir ilgi ve alâka görmüştür.
Nitekim onun yakınlarından meczub bir derviş, daha Erbil’de iken şöyle bir rüyâ görür:
Şeyh Es’ad Efendi -kuddise sırruh- Hazretlerinin iki kolu, İstanbul merkez olmak üzere, Erbil’den Balkanlar’a kadar olan geniş bölgeyi kaplamaktadır.
Önce bir rüyâdan ibaret olan bu hâl, elli sene sonra hakikat olmuş ve Hazret’in Anadolu’dan Arnavutluk, Bulgaristan ve Sırbistan’a kadar uzanan alanda pek çok müridi bulunmuştur.

Sâdık Bir Mürid:
Sâdık bir ihvan; Halep, Şam, Bağdat ve Basra gibi şehirleri gezer, oralardan aldığı kıymetli antika eşyaları İstanbul’a getirir, Hazret’e gösterir, o sat demedikçe satmaz, değerini buluncaya kadar gezdirirdi.
Bir gün arkadaşları kendisine: “Kardeşim, nasıl korkmadan uzak yerlere gidiyor, yanında çok para taşıyorsun?” derler.
O ihvan: “Ben yalnız gitmiyorum ki, Sultan’la beraberim. Onun rûhâniyeti benimle beraberdir. Neden korkayım?” diye cevap verir.
Arkadaşları onun bu sözünü Hazret’e naklederler. Hazret onlara:
“Doğru söylemiş, o hâlis Karakulak suyudur.” buyurur.
O zaman İstanbul’da Karakulak diye meşhur ve kıymetli bir su varmış. Hazret bu sözü ile: “O su nasıl kıymetli ve sular içinde meşhur ise, o müridimiz de bizim yanımızda kıymetlidir.” demek istemiştir.

“Ben Seni Ayıp Görmek İçin Göndermedim”:
Osmanlıların son zamanında, aslen İstanbullu olup, Medine-i münevvere’de mücâvir olarak kalan bir karı-koca, kendilerine rehber ararlar. Daha önceleri bir yerden dersli imişler, şeyhleri vefat etmiş. O zaman Medine-i münevvere’de Kafkasyalı Mehmet Efendi isminde bir zât bulunuyormuş, ona intisap etmeyi düşünmüşler, fakat bazı tereddütleri varmış.
Nihayet bir gün İstanbullu mücâvir bir rüya görür. Karı-koca bir caddeden geçerlerken karşılarına Kafkasyalı Mehmet efendi çıkar. Yüzlerine doğru gelirken, onun arkasından gayet nurânî bir zât-ı muhterem zuhur edip Kafkasyalı’ya:
“Çekil oradan! Onlar benim evlâtlarımdır!” diye bağırır. Kafkasyalı oradan uzaklaşır.
İstanbullu mücâvir uyanır ve hanımına müjdeyi verir.
“Aradığımız Şeyh efendiyi rüyamda gördüm, inşaallah yakında zuhur edecek.” diyerek rüyasını anlatır. Şeyh efendinin şekil ve şemâlini görür, fakat adını ve nereli olduğunu bilmez.
Günler, haftalar, aylar geçer, rüyasında gördüğü zâtı hep araştırır durur.
Hacc mevsimi gelir. Bir gün Ravza-i mutahhara’da kıbleye karşı oturmuş, murakaba hâlinde bulunan bir kimse görür. Gider yanına oturur. Oturur oturmaz ondan mânevî bir feyz geldiğini hisseder. Bu yabancı kendine geldiğinde selâm verir, nereli olduğunu sorar. O da İstanbullu olduğunu söyler.
“Ben de İstanbulluyum, burada mücâvir olarak bulunuyorum.” der ve evine dâvet eder.
Derinlemesine sohbet ederler. Misafire İstanbul’da büyüklerden kimlerin olduğunu sorar. O da doğrudan doğruya Şeyh Muhammed Es’ad Erbilî -kuddise sırruh- Hazretlerinin ismini verir. Ev sahibi, Hazret’in ismini duyunca içine birden feyz dolar. Rüyâda gördüğü zâtı tarif edince misafir der ki: “Evet, işte odur!”
Bunun üzerine: “Hazret’e bir mektup yazar mısın? İki satır da ben yazayım.” der. O da kabul eder ve bir mektup yazar. Mücâvir de mektubun altına: “Efendim! Bizi de evlâtlığa kabul edin.” diye yazar, selâm ve hürmetlerini bildirir.
Bir müddet sonra Hazret’ten cevap gelir. Şeyh Es’ad Efendi -kuddise sırruh- Hazretleri mektubunda:
“Mekke ve Medine’nin vazifesini size verdik. Bir siyahî dahi olsa, müracaatta ders verirsin.” buyurur ve dersin nasıl verileceğini tarif eder.
İki İstanbullu artık kardeş olurlar, yedikleri içtikleri bir yere gider. Mücâvir olan yeni gelene çok izzet ikramda bulunur.
Birgün beraber gezerlerken misafir İstanbullu, arkadaşına:
“Yâhu bu Araplar hiç edebe riâyet etmiyorlar, ayaklarını uzatmışlar rastgele yatıyorlar.” der.
Hemen o gece rüyâsında Şeyh Es’ad Efendi -kuddise sırruh- Hazretlerini görür. Hazret elindeki kamçıyı sırtına öyle bir vuruş vurur ki!..
Hemen akabinde celâlli bir şekilde:
“Biz seni oranın ayıplarını gör diye mi gönderdik?” buyurur.
İstanbullu misafir uyanır ve kamçının acısını sırtında hisseder, hemen tevbe ve istiğfara sarılır. Arkadaşına da hadiseyi utanarak anlatır.

“O El Kimin Eli İdi?”
Bir genç vaktiyle İstanbul’a yakın bir köye düğüne gider. Gençlik eseri olarak bir kadınla tanışır. Bir yer kararlaştırırlar ve orada buluşurlar. Tam harama uçkur çözeceği sırada gâipten bir el göğsüne öyle bir vuruş vurur ki, sırtüstü yere düşer. O eli gözü ile de görür. İkisi de korkarak kaçarlar ve bir daha bir araya gelemezler.
Aradan çok zaman geçer, o hadiseyi çoktan unutur. Gün gelir Gümüşhânevî Hazretlerinden ders alır ve halkasına katılır.
Bu arada Şeyh Es’ad Erbilî -kuddise sırruh- Hazretlerini duyar ve ziyaretine gider. Mübarek elini öper ve oturur.
Hazret, oğlu Ali efendi’ye hitaben: “Oğlum Ali! Gencin dersini tarif et.” buyurur.
Genç: “Efendim, benim dersim var.” der. Hazret birşey söylemez.
Huzurdan ayrılır, ikinci gün tekrar gelir. Hazret yine: “Oğlum Ali! Gencin dersini tarif et.” der.
Genç: “Efendim, benim dersim var.” diye karşılık verir. Hazret birşey söylemez.
Huzurdan ayrılır, üçüncü gün tekrar gelir. Hazret yine: “Oğlum Ali! Bu gencin dersini tarif et!” buyurur.
Genç: “Efendim, benim dersim var, ben Gümüşhâneli’den ders aldım.” deyince Şeyh Es’ad Efendi -kuddise sırruh- Hazretleri şöyle buyurur:
“Gümüşhâneli’den ders aldın öyle mi? Falan sene, falan kadınla buluştuğunuzda göğsüne vuran el kimin eli idi?”
Genç o anda başını yere eğer ve:
“Efendim beni affedin, beni bağışlayın!” diye yalvarır. Şeyh Ali efendi de dersini tarif eder. “Meğer Gümüşhâneli’de emaneten duruyormuşum.” der.



Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: M. Es'ad Erbilî (k.s.)
MesajGönderilme zamanı: 02.03.09, 20:35 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 26.12.08, 08:19
Mesajlar: 583
MEKTUBAT
59. MEKTUP


AZ GÜLÜP ÇOK AĞLAMAK


Ayrılık derdini görmüş gözlerimizin nurlanmasını,
hicran acısını tatmış sinemizin sevinçle dolmasını sağlayan
bilhassa sıhhat ve afiyetinizi müjdeleyen, iltifat sevgi ve
vefa dolu mektubunuz iftiharla elime ulaşarak cemalinizin
aşıkı bulunan ve size kavuşmayı arzulayan bendenizi
sevinç ve minnet denizine daldırdı. Edâsından anlaşıldığı
gibi yazıldığı zaman zâtınızı ağlatan aynı mektup güldürme özelliğine
de sahipmiş ki, duacınızı güldürdü.

Bu suretle ikimizi de “Az gülün çok ağlayın.”(Tevbe: 82) Âyet-i kerime’sine uygun olarak “Ağlamayan çocuğa meme verilmez.” kaidesince sizi büyük velilerin sütüne müstehak eyledi.

Ağlamayı hafif görüp geçmeyelim.
Dünyanın servet ve nimetinin çabucak yok olması ve neticesinin tehlikesi apaşikâr olduğu kadar ağlamanın da keramet, selâmet, saâdet, gelecekteki rahatı da açıktır.

Seçkin sahâbiler, sâlih seleflerimiz -Allah onların cümlesinden râzı olsun- Hazretleri’nin kıyamet korkusu ve ahiret dehşeti için teselliye vesile kabul ettikleri vasıtaların biri de gözyaşlarını meydana getiren korku ve haşyetten ibarettir. Cenâb-ı Hakk ve Feyyaz-ı Mutlak Hazretleri görülüp kabul edilen korku ve haşyetinizi artırıp dünya hissesine isabet eden muhabbetinizi mahvederek zâtınızı iki cihanda hür ve gönlüşen eylesin, âmin.

Bi-hurmeti Tâhâ ve Yâsîn.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: M. Es'ad Erbilî (k.s.)
MesajGönderilme zamanı: 02.03.09, 20:40 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 26.12.08, 08:19
Mesajlar: 583
Resim

Mübarek üstadımız M.Esad Erbil Hazretlerinin Naaşı Menemende SEFA CAMİ içindedir.

Mübarek kabri Hala bir kabir şeklinde değil, kitaplık bölümünde masa altındadır.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: M. Es'ad Erbilî (k.s.)
MesajGönderilme zamanı: 02.03.09, 20:42 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 26.12.08, 08:19
Mesajlar: 583
ESAD ERBİLİ(1847-1931)

TAKDİM

Bir devirdi... Milli ruhun künde üstüne künde yediği bir devirdi. “Ahirzaman mevsim-i elimanesi” nin en sert kışları yaşanıyordu. O günleri yaşamayan bizler elimizdeki nimetleri hovardaca harcayabiliyoruz maalesef. Bir büyüğümüzün dediği gibi, “Siz kış bilmediniz, kar kış görmediniz. Fırtına nedir onu yaşamadınız. Evinize girdiğiniz zaman hiçbir zaman dışarıya çıkma endişesini omzunuzda taşımadınız. Dışarıda endişesiz dolaşırken evinize gireceğiniz zaman yine endişe içinde değildiniz. Hep bahar yamaçlarında dolaştınız. Bu bakımdan da kışın şiddetini, hiddetini, öfkesini çok iyi bilemeyebilirsiniz. Beni mazur görün; "bilemeye bilirsiniz" derken size cehalet ittihaz etmiş bulunuyorum. Ama bunu anlamayabilirsiniz”

İşte böyle bir boranın ortalığı kavurduğu bir gün şehid olmuştu Erbilli Esad Efendi... Gönüllerimizde bir yad-ı cemil bırakarak... Ruhu şad olsun... Salih Okur

KISACA HAYATI

Şeyh Muhammed Esad Efendi hazretleri 1264(1847) tarihinde, şimdi Irak hudutları içinde bulunan Erbil kasabasında dünyaya gelmiştir. Hem anne ve hem baba tarafı seyyiddir. Dedesi Şeyh Hidayetullah Efendi Mevlana Halid-i Bağdadi hazretlerinin Erbil halifesi idi. Muhterem pederleri Mehmed Said Efendi de Nakşibendîliğin Halidiyye koluna bağlı bir şeyhti.

İlköğrenimini Erbil ve Deyr’de tamamladı. Gençliğinde ata binmeye çok meraklı olduğunu bir mektuplarından anlıyoruz. Babasının hânkahında yani tekyesinde dini ilimlerini tahsil ettikten sonra, 23 yaşında 1870’de Taha el Hariri’ye intisap etti. Beş yılda seyri sulukünu tamamlayarak, hilafet aldı ve Hacca gitti.

Hacc dönüşü şeyhi vefat edince, İstanbul’a geldi. Fatih Camiinde Hafız divanı ile Molla Cami’nin Lüccet-ül Esrar kitabını okuttu. Ünü kısa zamanda her yana yayıldı. Abdülhamid hanın damadı Halid Paşa kendisini saraya davet ederek sohbetlerinden istifade etti. Bu arada Meclis-i Meşayih üyeliğine tayin edildi.

Kendisine bir tekke yöneticiliği verilmesi için müracaat etti. Fındıkzade Macuncu’da Şehremini Odabaşı semtindeki Kelami Dergahı şeyhliği boştu. Burası Kadiri tekkesi olduğu için Kadiri icazetnamesi gerekiyordu. Esad efendi, 1883 tarihinde Abdülkadir Geylani hazretlerinin soyundan olan Şeyh Abdulhamid er Rıfkani’den aldığı Kadiri icazetnamesini sundu ve bu tekkeye tayin oldu. Burada Kadiri ve Nakşi usullerince zikir meclisleri düzenledi.

İstanbul’a geldiğinde çeşitli konularda derlediği Kenz-ül İrfan adlı hadis kitabını neşretti. Bu kitap yoğun ilgiye mazhar oldu. Bu esere nazmen bir takriz yazan zamanın Erkan-ı Harbiye reisi Ahmed Muhtar Paşa Esad Efendi’yi şöyle tavsif ediyor:

“Mürşid-i Ruşen güher, allame-i ulvi nazar,
Şeyh-i Bostan-ı Siyer, minhac-ı Hakka pişuva
Hazret-i Esad Efendi ki, uluvv-i şanını,
Daniş-u irfanını tasdik eder ehl-i nuha”

1900 yılında Abdülhamid Han tarafından bilinmeyen bir sebeple Erbil’e nefyedildi. Sultanın meşhur vehmi tahrik ettirilerek gerçekleşen bu sürgünün açıklamasında ise “sıla-i rahm” deniyordu. Burada müntesiplerinden zengin bir hanımın kendisi için inşa ettirdiği tekkede Meşrutiyetin ilanına kadar irşad faaliyetini sürdürdü. Mektubat adlı eserini teşkil eden mektupların ekserisi bu zaman zarfında yazılmıştır.

Esad Efendi Meşrutiyet ile beraber İstanbul’a döndü. Kelami dergâhını zemin kat üzerinde genişleterek inşa ettirdi. 1914 yılında önce Meclis-i Meşayıh üyesi, Meclis-i Meşayih reisi Elif Efendi’nin istifası üzerine de başkanı oldu.

Tekkelerin başına ehliyetli kimselerin görevlendirmesi için çalıştı. Bu sıralar Tasavvuf ve Beyan-ül Hak gibi mecmualarda tasavvuf içerikli yazılar yazdı. Sultan Reşad’ın sevgisini kazandı. Aynı yıl padişah tarafından Hacca “Sürre Emini” olarak gönderildi.

1915’te Meclis-i Meşayıh reisliğinden istifa etti. Kuvva-i Milliye’yi sonuna kadar destekledi. Hatta Fevzi Paşa Anadolu’ya geçerken elini öpmek ve duasını istirham için geldiğinde, paşayı zaferle müjdeledi.

Tekkelerin kapatılmasından sonra hiç sokağa çıkmamaya karar vererek, Erenköy Kazasker’de satın aldığı köşkünde inzivaya çekildi. Evi sürekli polis gözetimine alındı.

23 Aralık 1930’da Menemen vakasıyla ilgili olarak tutuklanarak Menemen’e sevk edildi. İdam talebiyle yargılandı. İlerlemiş yaşı sebebiyle cezası müebbede çevrildi. Oğlu Ali Efendi idam edildi.

Menemen’de askeri hastanede üremiden tedavisi yapıldığı sırada 3 Mart’ı 4 Mart’a bağlayan gece yarısı vefat etti. Zehirlendiği de söylenir. Cenazesi ailesine verilmeyerek Menemen’de defnedildi.

KADERE TESLİMİYET

Aziz şehid Esad Efendi, Menemen tırpanının harekete geçtiğini sezmiş gibidir. Mâhut basının aleyhinde başlattığı yaygara üzerine oğlu Ali Efendi kendisine; “Babacığım! Ben havayı beğenmiyorum. Etrafımızda uğursuz gölgeler dolaşıyor. Evimiz ve sokağımız tarassut altında .. Bir tedbir alalım!...Mesela köşkteki kalabalığı dağıtalım, onları memleketlerine gönderelim. Biz de göz önünden silinelim” diye yalvarınca, Şeyh Efendi mahzun bir tebessümle şöyle cevap veriyor. “Allah’ın takdiri neyse o olacaktır! Bana öyle geliyor ki, ok yaydan çıkmış ve hakkımızda karar alınmıştır. Yani tedbir zamanı geçmiştir.”

İstanbul merkez vaizlerinden değerli âlim merhum Hacı Cemal Öğüt Hocaefendi’nin şu acı hatırası da hem bu meseleyi, hem Menemen’in iç yüzünü ortaya sermektedir: “Bir gün eski dostu Emniyet genel müdürü Rıfat bey, Cemal Öğüt’ü Ankara’ya çağırır. Hocaya “Artık Esad Efendi’yi ziyaret etme. Çünkü onu istemiyorlar. 70 bin müridi var diye korkuyorlar. “Bu adamın mutlaka ortadan kaldırılması lazım” diyorlar. Ben “Niçin?” diyorum, “Kabahati nedir?” diye soruyorum. Ve bu makamda kaldığım sürece de böyle bir işe alet olmayacağım. Ancak, beni buradan alıp vali yapacaklar. Bu makama da bir adamlarını getirip bu işi halledecekler. Sakın sakın Esad Efendi’yi ziyaret etme... Hatta birkaç ay evinden dışarı çıkma.”

Cemal hoca bu sıkı tenbihata rağmen Esad Efendiyi ziyaret eder. Daha o, anlatıp anlatmama kararsızlığı içinde iken Esad Efendi büyük bir tevekkülle şu şiiri okur:

“Esad unuttu Erbil’i, Kâbe’yi
Canımı cananıma vermişim artık.”

ŞEMAİL VE AHLAKI

Esâd Efendi, uzuna yakın boylu, beyaz sakallı, sürme gözlü, şişmana yakın cüsseli, esmer tenli, heybetli, güler yüzlü, tatlı sözlü, vakur bir zât idi. Çok kuvvetli bir hafızaya sahipti. Senelerce evvel görüştüğü zâtı hemen tanır, konuştukları mevzuyu derhal hatırlardı.

1925’te kendisini dergahında ziyaret eden ve bir müddet burada kalan Danimarkalı yazar Carl Wett, hatıralarında Esad efendiyi şöyle anlatıyor: “Uzun beyaz sakalı, nurlu yüzü, tatlı ve yumuşak bakışlı siyah gözleriyle seksen yaşından çok daha genç gösteren Şeyh efendi, bu haliyle insanda saygı uyandırıyordu.”

Es’âd Efendi, Muhammedi meşrebde, isâr ve infak doygunluğunda bir gönül sultanıydı. Nitekim vefatına yakın şunları söylemişti: “İntisabımın ilk yıllarında gönlüme; Yâ Rabbi, huzuru ilahiyene çıplak olarak geleyim. Şayan-ı kabul amelim varsa onları günahkâr kullarına bağışlayayım.” şeklinde bir duygu gelmişti. Şimdi aynı duygularla doluyum.”

BİR İRFAN MEKTEBİ: KELAMİ DERGAHI

Esad Efendi’nin İstanbul’da Kelami dergâhındaki hâlesi özellikle Meşrutiyet sonrası alabildiğince parladı. Toplumun her kesimini kuşatan bir mektep vazifesi gördü. Carl Wett hatıralarında bu durumu şöyle anlatıyor: “Tarikat bütün sosyal tabakaları kucaklıyordu. Gelenlerin arasında yüksek idareciler ve zabitlerden tutun da, halkın her sınıfından insan vardı.”

“Yüksek rütbeli subaylar, memurlar ve zenginler, eski ve solmuş elbiseler giyen yoksullarla gerçek bir kardeşlik havası içinde diz dize oturmakta idiler.”

Bu cennet misal irşad merkezi o zamanlar İstanbul’un tanınmış birçok simasının da her daim uğrağı olmuştur. Bediüzzaman, Babanzade Ahmed Naim, Mehmed Ali Ayni, Mahmud Muhtar Paşa, Mehmed Akif Bey, Mustafa Sabri Efendi gibi...

Merhume Münevver Ayaşlı Hanım “İşittiklerim, Gördüklerim, Bildiklerim” adlı eserinde, Ahmed Naim beyin alakasına şöyle ışık tutar; “Bir de Naim bey hakkında bildiğim, Menemen’de şehid edilen Şeyh Esad efendi hazretleri ile görüştükleri, kendisini sık sık ziyarete gittikleridir.”

Bediüzzaman hazretlerinin de sık sık Esad Efendi’yi ziyaret ettiğini görüyoruz. Ayrı bir başlık altında bu konuyu inceleyeceğiz. Burada kısaca bir hatırayı nakledelim. Bediüzzaman hazretlerinin talebelerinden Abdurrahman Cerrahoğlu Bey bir ziyaretinde Üstad’ın kendisine şöyle dediğini naklediyor: “Bundan kırk yıl kadar evvel Şeyh Esad Efendi kardeşim bana geldi. "Kardeşim Said, tuttuğun bu yolu tarikatla birlikte devam edersen zamanın imam veya reisi olursun' dedi."Cevaben dedim: 'Kardeşim, öyle bir zaman gelecek ki, iman adet kabilinden sallantıda olacak. Biz-tarikat bir tarafa-hepimiz bugünden tezi yok imanî hüccetlerin gönüllerde yerleşmesi için birleşirsek, o zaman en faydalı, en lüzumlu vazifemizi yerine getirmiş oluruz.'

Devrin padişahı sultan Reşad’ın Esad Efendi’ye hususi bir sevgisi varmış. Kastamonu ulemasından Mehmed Feyzi Efendi, hocası Ömer Aköz Hocaefendi’den naklen şöyle bir hatıra naklediyor: “Bir gün kendilerine(Esad Efendi’ye) bir cübbe hediye etmişler. Gönderdiği şahsa “Cübbeyi giyerken ne dua ederse, onu yaz, getir” diye emir buyurmuşlar. O duayı elbisesinin göğüs kısmının içine diktirmişler. Esad Efendi kendisiyle mülakat yapan Carl Wett’e Dergahın hizmet metodunu şöyle anlatmış: “Bu tekkede bizim takip ettiğimiz yol Nakşibendi ve Kadiri tarikatları olarak bilinen iki tarikatın arasında bir yoldur. Ve bu dergah Arabistanlı Şeyh Kelami tarafından tesis olunduğundan bulunduğumuz yere Kelami dergahı adı verilmiştir.”

Carl Wett dergahın insanı asude bir iklime götüren nurani havası için şunları da yazmakta hatıralarında: “Tekkede on üçüncü günümde Deniz Harp akademisinden emekli olmuş bir profesör ile görüştüm. Şeyh Efendi’yi ziyarete gelmişti. Çok kibar ve insana güven telkin eden bir zattı. Esasen tekkede herkes insanda bu hisleri uyandırıyordu. Burada kaldığım müddet içinde münakaşa ve en ufak bir sert konuşmaya rastlamadım. Bu hal, Şeyh Efendi’ye duyulan derin hürmet hissinden doğuyordu. Bu öyle derin bir saygı idi ki, onu huzurunda herkes alçak sesle konuşur, ayak parmaklarının ucuna basarak yürürdü.”

Carl Wett’in, Kelami dergâhında kaldığı süre içinde milletimize karşı kalbinde uyanan intiba da ne kadar etkileyici: “Bu saygıya layık Türk halkına Avrupa’da ne kadar zalimce muameleler yapılmıştı. Afrika’daki zengin topraklarını ve Akdenizin doğu kıyılarını ele geçirmek için Türklerin zalimliği ve barbarlığı hakkında en adi iftiralarda bulunulmuştu. Bunu yapan büyük devletlerdi. Ermeniler ve Yunanlılara yapıldığına dair herkesin kandığı katliam raporları hala canlı bir şekilde hatırımdadır. Türklerin en sulhsever ve en dost insanlar olduğunu söylersem, hiç de mübalağa etmiş sayılmam.”

Bu sevgi hâlesi sadece Anadolu ile sınırlı kalmaz. Çevre ülkelere de bir kor halinde düşer. Yine Carl Wett’den dinleyelim: “Şeyh Efendi ile konuşmamızda kendisine tarikatın yaygınlık durumunu sordum. Anadolu, Bulgaristan, Bosna ve Arnavutluk içinde dağılmış halde kırk kadar halifesi ve yüz binden fazla müridinin olduğunu söyledi.”

Esad Efendi’nin halifeleri arasında en meşhuru Adanalı Ramazanoğlu Mahmud Sami Efendi hazretleridir.

Tabii, bu kadar canlı bir alakalılar halkası ne kadar samimi olursa olsun, iktidarı elinde tutan güç odakları için hep kuşkuyla bakıla gelen bir mesele olmuştur. “Acaba şeyhlik postundan şahlık tahtına geçer mi?” türünden kuruntulardır bunlar.. Nitekim Efendi’nin gerek Abdülhamid devrinde nefyi, gerekse tek parti iktidarı zamanında baş hedef haline gelmesinde bu hususu da dikkate almak gerekmektedir. Popülerlik, gözde olmak, sayı çokluğu ve şâşâ tahrik unsurudur aynı zamanda...

ŞAİR ŞEYH

Esad Erbili hazretleri, aynı zaman da bir edip ve şairdi. Türkçeyi kullanmaktaki mahareti Hüseyin Vassaf Bey’in ifadesiyle “selîka-ı kalemiyyesi ve tarz-ı mânâdaki tevcihi kendisine sahife-i edebiyatta sernâme-i mübâhât eyleyecek derecededir.”

Es’âd Efendi tekkeden yetişmiş bir şair olmasına rağmen, tasavvufî halk edebiyatını benimsemiş ve aruzu büyük bir ustalıkla kullanmayı başarmıştır.

O’nun Türkçe’yi kullanmaktaki liyakati ve şiirlerindeki başarısını Necip Fazıl şöyle ifade etmektedir. “Es’âd Efendi’nin Kenzü’l İrfan isimli eserinde asli metne ve Osmanlıca’ya büyük bir sadakat ve hâkimiyet müşahede ettiğimizi belirtmek borcundayız...”

Esad Efendi’nin şiirlerini topladığı Divanı da diğer eserleri gibi Erkam yayınları tarafından neşredilmiştir.

“Şiirlerine gelince bunlar, Şeyh Es’âd Efendi’nin ince bir hassasiyet ve şiir kabiliyetine malik bulunduklarına işaret...” diyor merhum Necip Fazıl...

Carl Wett de şunları söylemektedir: “Şeyh Muhammed Esad Efendi çeşitli dini konularda kitaplar yazmıştı ve nazımda Arapça, Farsça ve Türkçe güzel şiirler yazacak kadar mahir bir zattı.”

Divan’da Arapça ve Kürtçe birer şiir de bulunmaktadır.

İşte en meşhur şiirlerinden birkaç demet:

“Tecella-yı Cemalinden Habibim nevbahar ateş.
Gül ateş, bülbül ateş, sümbül ateş, hak-u har ateş.

Şua-ı afitabındır yakan bilcümle uşşakı.
Dil ateş, sine ateş, hem du çeşm-i eşkibar ateş.

Ne mümkün bunca ateşle şehid-i aşkı gasletmek.
Ceset ateş, kefen ateş, hem ab-ı hoşgüvar ateş” “

Gönül nur-ı cemalinden habibim bir ziya ister.
Gözüm Hak-i rehinden ey tabibim tutiya ister.

Safa-yı sineme zulmet veren jeng-i günahımdır.
Aman ey kânı ihsan, zulmet-i kalbim cila ister.

Yetiş imdada ey Şah-ı Risalet ruz-i mahşerde
Ki, derd-i bi deva-yı masiyet senden şifa ister.

Ne ab-ı dideden rahat, ne ah-ı sineden imdat
Benim bar-i günahım lütf-u şah-ı Enbiya ister.

Sarıldım dâmen-i ihsanına ey Şafi-i Ümmet,
Dahilek ya Muhammed, hasta canım bir deva ister.

Nola bir kerre şâd olsun cemal-i bâkemalinle
Ki kemter bendeniz Esad sana olmak feda ister.”

“Ey gönül aldanma yarın ahdine, peymanına.
İtimat etmek hatadır lütfuna, ihsanına.

Sadık isen kıl tahammül cevrine, payanına.
Aşık odur kim, kılar canın feda cananına

Meyl-i canan etmesin, her kim ki kıymaz canına.”
“Gördükçe hal-i zarını Mahbub eder ihsan sana.

Terket heva-yı ıyşını, lütfeylesin canan sana.
Sarf etme zayi vaktini, vermez şifa seyran sana.

Ey derde derman isteyen, yetmez mi dert, derman sana.
Ey rahat-ı can isteyen, kurban olan candır sana.”

FİKİRLERİNDEN BİR DEMET

***

Tarikat erbabından bir zata müracaattan maksat yalnız zikir telkini değil, salikin kabiliyet toprağına ilahi marifet tohumlarının ekilmesidir. Zira zikir telkini tasavvufi kitapların mütalaası ile de elde edilir. (4. Mektup)

Esad Efendi bir şiirinde de bu mevzuya şöyle değinir:
“Dergâh-ı Pir-i muganda hak-i pay ol Esada.
Ol zaman anlarsın rütbe-i bâlâ nedir.”

(Ey Esad! Gerçek ve hakiki mürşidin dergahında ayağının toprağı olursan ancak o zaman en yüce rütbenin ne olduğunu anlarsın.)

***

Namazın başından sonuna kadar huzur ve huşuyu muhafaza etmek evliyanın büyüklerinin ancak güçlükle muktedir olabileceği meselelerden olduğundan avam için ise, kolay olmadığı açıktır. Şu kadar var ki, namazın herhangi bir rüknünde olursa olsun namaz kılan için o nispette kabul ümidi şüphesizdir. Binaenaleyh namaz kılanlar huzur için mümkün olduğu kadar çalışıp gayret göstermelidirler.”(10. Mektup)

***

“Ağlamayı hafif görüp geçmeyelim. Dünyanın servet ve nimetinin çabucak yol olması ve neticesinin tehlikesi apaşikar olduğu kadar (Allah aşkı ve korkusundan)ağlamanın da keramet, selamet, saadet ve gelecekteki rahatı da açıktır.(59. Mektup)

***

Muhterem Ali Ramazan Dinç Hocaefendi’nin nakline göre, Esad Efendi kalbin gaflet bağlamasının başlıca üç sebebini saymıştır;

1-Şer’i emirlere, edeplere riayetsizlik(Faizli muameleler, yalan,gıybet, dedikodu,banyoda göbek ile diz kapağı arasını örtmeme, yatma halinde edebe riayetsizlik gibi şeyler.)

2-Islahı için hariç, gönüllü olarak, gafil, kalbi isyanlarla siyahlaşan insanlarla oturup kalkmak, gülüp eğlenmek.

3-Dünyanın israf kabilinden olan süsüne püsüne itibar etmek.

***

Esad Efendi, Kenz-ül İrfan’da, bir hadis-i şerifin izahında özürsüz namaz cemaatini terk etmenin

1-Yangın
2-Deprem
3-Sel felaketi gibi tabii bir afetin gelmesine vesile olabileceğini bildirmekte.

ESERLERİ

1-Mektubat: Çeşitli dost ve müridlerine yazdığı mektuplardan ibarettir. Genelde tasavvufi meseleleri işlemektedir. 23.10.2003' te muhterem Mehmed Kırkıncı Hocaefendi bir sorum münasebetiyle Esad Efendi hakkında şunları söylemişti:"Mektubat'ı var. Çok enteresan bir eser. Hem ilmi var, hem maneviyatı var, okudum Mektubatını."

2- Kenz-ül İrfan: 1001 hadis-i şerif tercemesidir.

3- Divan: Türkçe ve Farsça şiirlerini topladığı eserdir.

4-Tevhid Risalesi: Evhuddin Balyuni’ye ait eserin tercüme ve izahıdır.

5-Fatiha-i Şerife Tercemesi: Fatiha suresinin muhtasar bir yorumudur.

6- Risale-i Esadiyye; Tasavvuf konularını işleyen küçük bir eser.

***

KAYNAKLAR
1-Son Devrin Din Mazlumları- Necip Fazıl Kısakürek- Büyük Doğu Yayınları-İst- 2000(20. baskı)
2- Devrimlere Tepkiler Ve Menemen Provokasyonu-Mustafa İslamoğlu-Denge Yayınları-İst:1998(7. baskı)
3- Mektubat- El hac M. Esad Erbili-Erkam Yayınları-İst
4-Altınoluk dergisi:1, 2, 3 ve 5. sayılar
5-Sahabeden Günümüze Allah Dostları-Cilt: 9 ve 10- Heyet- Şule Yayınları-İst:1996
6- Son Şahitler-Cilt:1-Necmeddin Şahiner- Nesil Yayınları- İst–1993
7- İslam Ansiklopedisi:11/348–349-İFAV Yayınları-İst:1995
8-Feyizli Sözler-Derleyen: Rafet Küllüoğlu-Cihan Yayınları
9-Kemâle Dair Sohbetler-Ali Ramazan Dinç- Mavi Yayıncılık
10-Kenz-ül İrfan-M. Esad Erbili-Çelik Kitabevi-İst:1982
11-Evliyalar Ansiklopedisi-cilt:6- Türkiye Gazetesi Yayınları-İst:1992
12-Son Devir Osmanlı Uleması-Cilt:3- Sadık Albayrak- Milli Gazete Yayınları-İst:1980
13-Osmanlıdan Cumhuriyete İslam Âlimleri- Vehbi Vakkasoğlu- Cihan Yayınları-İst–1987

Salih Okur


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: M. Es'ad Erbilî (k.s.)
MesajGönderilme zamanı: 02.03.09, 20:46 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 26.12.08, 08:19
Mesajlar: 583
Es'ad Efendi, İbn Arabi'yi çok sevdiği ve vahdet-i vücut fikrine kail olduğu halde bu düşüncenin "ittihad ve hulul" şeklinde anlaşılmasından son derece tedirgin olmaktadır. Nitekim: "Her nerede olursanız olun, Allah sizinle beraberdir" (el-Hadîd, 4) ayetinin tefsirinde der ki: "Ayet-i kerimedeki bu beraberlik zata ve zamana müteallik bir beraberlik olmadığı gibi hulûl ve İttihad yoluyla da değildir. Aksine bütün zuhur mahallerinden şimşek ziyası gibi, sadece zuhur ve huzur suretiyledir. Yani Hazreti Allah bütün işlerimizi ve her halimizi bilmekte, görmekte ve vakıf bulunmaktadır. Göklerde ve yerde mevcud bulunan herşey, O'nun kendi mülküdür. Herkese iyi veya kötü ameline göre karşılık vermek onun hakkıdır. Bu ayet-i celîleyi bildikten sonra halktan birinin yanında çirkin bir fiili yapmaya cesaret edemeyenlerin Yüce Mevla'nın huzurunda ne cesaretle o çirkin hareketi yapmaya teşebbüs edebilecekleri hayret verici bir husustur. Acaba bu gibilere akıllı denilebilir mi?"

Yine o: "Size ne oluyor ki Allah yolunda infakta bulunmuyorsunuz? (el-Hadid, 10) Ayet-i kerimesini tefsir ederken şu mühim konulara işaret etmektedir:

1) Kiralık evlerde oturmakta olan kiracıların bir evden diğer bir eve taşınırken bütün eşyasını beraberinde götürüp, sevdiği mallarından hiçbir şeyi bırakmayacağı herkesçe bilindiği halde, herşeye muhtaç olan kabir evine gidenlerin sevgili eşyalarından kısmen olsun birşeyi beraberinde görülmemeleri gerçekten hayret ve dehşet verici bir durumdur.

2) Cenab-ı Hakk'ın kullarına emaneten ihsan buyurduğu mallarından kulun ayrılacağı şüpheye mahal olmayan bir gerçektir. Şu kadar var ki, fakirleri doyurmak, düşkünleri giydirmek, camî ve mescid yaptırmak, İslam'ın zaferi ve ehl-i İmanın kuvvet bulması için gerekli olan harp aletlerine ve nakliye vasıtalarına sarfedecek malı elden avuçtan çıkarmak hemen veya ileride medh ve sevabı celbedecektir. Aksine sadece "pintilik duygusu" denilen adi tabiat yüzünden veya Kur'an ayetlerine ve Peygamberimiz (s.a.)'in hadislerine tam bir îmanla itimat edememek yüzünden cimrilik hastalığını, cömertlik şerefine tercih edenlerin; yani malının fazlasını kısmen de olsa yukarıda bahsedilen yollardan herhangi birine sarfetmeyerek ölüm ile bu mallarından ayrılmak zorunda kalanların ilahî azab ve itaba müstehak olmaktan korkup çekinmemeleri gerçekten üzücü bir haldir.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: M. Es'ad Erbilî (k.s.)
MesajGönderilme zamanı: 02.03.09, 20:46 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 26.12.08, 08:19
Mesajlar: 583
Şefik Can'la yapılan bir ropörtajda esad efendi ile ilgili düşünceleri;

— Efendim, Tâhirü’l-Mevlevî ile ilgili anlattıklarınız için teşekkür ediyoruz. Eğer yorgun değilseniz, biz biliyoruz ki bir çok tasavvuf büyüğünü de tanıma imkanı buldunuz. Bize bu zatlardan bahseder misiniz?

—Yok yorgun değilim, Allah razı olsun. Belki çok gerilere gidip bendenizin hatıralarında bulunan zevattan başlamak lazım. Mesela Esat Erbilî hazretlerinden başlayayım. Şimdi şöyle anlatayım isterseniz. Biz harp okulu son sınıfında iken, 1931 senesinde harp okulunu bitirdim. O sıralarda Menemen hadisesi olmuştu. 1930’lu yıllardı. Tam işte o sene, bizim, bir piyade öğretmenimiz vardı, Ali Bey isminde. Biz silahlar omzumuzda, çantalar falan arkamızda Âbide-i Hürriyet’in arka taraflarında talim yapıyoruz, tatbikat yapıyoruz. Öğle vakti, kumanyalarımızı yemek için, o Âbide’nin ön tarafında ağaçlıklar var, onun gölgesine oturduk. Çantalarımızda getirdiğimiz ekmek ve peynir yiyoruz. O sıralarda, o hadise olmuş, bizim kumandanımız hadiseden çok etkilenmiş. Bizi topladı, başına şöyle halka olduk dedi ki; “Çocuklar bakın sizler bir sene sonra subay çıkacaksınız, zâbit çıkacaksınız. Sakın ola ki maiyetinizde bulunan neferlere küfretmeyin. Çünkü onların içerisinde çok hanzâdeler var, çok değerli insanlar var. Zaten kim olursa olsun küfretmek kötü bir şeydir, külhanbeyler küfreder, siz subay olarak küfretmeyin, ağzınızı alıştırmayın. Neden bunu söylüyorum biliyor musunuz?” dedi ve sözlerini bir hadiseye bağladı ve arkasından kendi başından geçen bir hadiseyi şöyle anlattı:
“Bakın çocuklar, biz Balkan Harbi sıralarında veya daha evvel Bulgaristan’da bulunuyorduk. Yani Bulgaristan bizim vilayetimizken. Fakat Bulgarlar, önce Rusların sonra Avrupalıların tesiriyle kımıldanıyorlar, isyan edecekler, öyle bir vaziyette bize dediler ki, “Bulunduğunuz yerlerde Bulgarlara çok yumuşak davranın, onları sertleştirecek hareketlerden kaçının”. İşte öyle bir ortamda Bulgaristan’dan bir kasaba, ismini de söyledi ama hatırımda değil, 1930 senesi. Biz diyor iki arkadaş pazara gidiyoruz. Arkamızda Kastamonulu bir nefer de var. Emir eri, topal bir asker. Giderken bir Bulgar kahvesi önünden geçiyorduk. Şişman bir Bulgar ağası kahvede oturuyor. Bizim geldiğimizi gördü. İki Osmanlı zâbiti geliyor. Sigara içiyordu, sigarasını tuttu şöyle bizim üstümüze attı, sigara geldi benim arkadaşımın kalpağına. Arkadaşım; “Vay ahlaksız bize hakaret etti” diye ona doğru hamle yaptı, ben tuttum çektim; aman dedim aman, emir var, hadise çıkarma, bunu görmemezlikten gel” dedim. “Nasıl olur canım dedi. Bizi aşağılıyor biz hadise çıkarmayalım.” Biz bu hakareti yuttuk, gittik pazara öteberi aldık. Neferimize verdik, Kastamonulu nefer onu eve kadar taşıdı. Biz affettik ama arkamızdan gelen o topal nefer o hakareti affetmemiş. “Benim zâbıtıma bir Bulgar nasıl hakaret eder.” diye düşünmüş, gelmiş evde işlerini bitirdikten sonra tabancayı almış gitmiş o kahveye ve Bulgar’ın karnına silahı boşalttığı gibi gebertmiş. Kalktı geldi, “ne yaptın bir hadise olmuş” dediysek de iş işten geçmiş. İşte dikkat edin, biz askerlerimize küfretmedik, icap ettiği zaman onları tokatladık ama onlara kendimizi sevdirdik.
Şimdi 1930’lu yıllarda Kubilay hadisesi vuku bulunca Esat Erbilî hazretleri ile oğlu Ali Efendiyi olayla ilgisi var diye tuttular beraber hapistiler. Neden? Hükümet emir verdi oradaki bazı hadise çıkaran bir iki kişiyi artık onları bilmiyorum, onlar hakkında bir şey söyleyemeyeceğim belki onlar yanlış harekette bulundular, belki yanlış zihniyetli kişilerdi, hadise çıkarmışlar. onun üzerine hükümet emir veriyor, tanınmış Nakşî şeyhlerini bilhassa Esat Efendi’yi, (burada Erenköy’ünde otururdu, köşkü vardı burada. Şimdi yıkıldı apartman yapıldı) orada otururken arıyorlar. Sevenleri kendisine haber veriyorlar. “Efendi hazretleri sizi tevkif edecekler, ortadan kaybolun” Esat Efendi’nin büyüklüğüne bakın. Ne diyor biliyor musunuz? “Ben vatanımın kanunlarına karşı gelemem. Eyvallah tevkif etsinler” diyor ve oğluyla beraber tevkif ediliyor. Oğlunu astılar, kendisi çok ihtiyar olduğu için asılmadan can verdi, Menemen’de.
Şimdi Esat Efendi boş bir adam değil, onun divanını okudum ben. Farsça ondan sonra bazı Kürtçe olan kısımları da var. Çünkü kendisi Kürt ve Erbilli. Zaten dinimizde Kürt-Türk yoktur, Müslüman vardır. Ne diyor Mehmet Akif merhum: “Bunu benden duyunuz, ben ki evet Arnavut’um/ Ne hakla! çiğnendi benim yurdum” diyor. Yani insanın hangi ırktan olduğu önemli değil.
Sonra onun Mektubât isimli bir eseri var. Esat Efendi’nin kızı ile benim bir dostum şuradaki levhayı (odanın duvarında asılı duran levhayı işaret ediyor) bana hediye eden Semiha Gökçen hanım, onun kızının yakın dostu ve bu onun kızı tarafından -Esat Efendinin kızı- Semiha Gökçen Hanım’a hediye edilmiş. O da bana hediye etti, hattı. Tâhir Efendi isminde birisinin orijinal yazısı. Yani Esat Efendi’ye hediye edilmiş. O da kızından Semiha Hanıma verilmiş, Semiha Hanım da benim abla gibi sevdiğim bir hanımefendi. O da bana hediye etti falan. Bu tarihi bir şeydir. Bu memlekette bazı büyükler yanlış tanınıyor. Onlardan birisi de Esat Erbilî hazretleri evet. O bakımdan kızıyla ve onların çocuklarıyla tanıştım. Köşke de gittim, köşkte Esat Erbilî hazretlerinin yaşadığı odayı da gördüm. O zaman duruyordu orası. Sonra yıkıldı yerine apartmanlar yapıldı. Yani bir şehittir o. Çok mükemmel bir insan olarak hayatını sürdürmüş.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: M. Es'ad Erbilî (k.s.)
MesajGönderilme zamanı: 02.03.09, 20:58 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 26.12.08, 08:19
Mesajlar: 583
Mektubatından;
ALİM VE MÜRŞİDLERİN VAZİFELERİ

İlim ve kudret sahibi kainatı hikmetlerle dolu. olarak yaratan Yüce Me'vla kullarını cehalet karanlığından kurtarmak için alemlere rahmet olan Hazret-i Muhammed' -aleyhi's-selam-'a pür-nür-ı ilahi bir düstür ve bir ahlak fermam demek olan şanlı kitabımız Kur'an-ı Kedrri'i ihsan buyurdu.

Kur'an, Cenab-ı Hakk'ın birliğine inanan ve O'nun iradesine teslim olanların maddi ve ma'nevi ilerlemeyi sağlayacak ilim ve manı tahsil etmelerini, iffete sanlmalan¬m, din kardeşliğinin esaslarını sağlamlaştırınalarını ve insanlığın irşadı için gerekli olan diğer şartları ve sebebIeri izah eyler.

Bu ilahi düstüra riayet edip ahlaki fermanlara uygun hareket edenler ahlakın yüksek payesine vasılalarak hürmete layık bir millet olmuşlar; allameler ve en yüksek medeniyyetin yetiştirebileceği en büyük insanlar vücüda getirmişlerdir. Bu ise Kur'an-ı Azimu'ş-şan'ın sıradan bir kitap. olmadığını; insanlan ğaflet ve cehalet uykusundan kurtaracak, ahlaksızlık ve fenalığın kökünükazıyıp sevgi, doğruluk, merhamet, cesaret, çalışma ve gayret gibi en kıymetli faziletleri öğreten, Rabbani bir kitap, Rahmani bir hitap olduğunu göstermeye kafi bir delildir. Kur'an-ı Kerim'i dikkatle inceleyenler insaliların kazanabileceği bütün şan ve şerefi dünya ve ahireteait bütün selamet ve saadeti onda bulacaklarına asla şüphe etmezler. Bu mukaddimeyi ifadeden sonra şunu da arzetmek isterim ki:

Bilindiği gibi insanlann dünyada ve ahirette saadet ve selamete nail olmalan için oldukça önemli ve mukaddes iki şeye ihtiyaç vardır: Bunlarınbiri veyabirincisi, yüksek ruhi isteklerdir ki, bu yüce duygularda zirveye ulaşmış ve bu Hakk vergisine erişmiş olanlann, yalnız ahirette değil, dünyada bile mutlu ve hürmete layık olduklarını bütün halkın kabul edeceği apaşikardır. Nitekim:

- Rabbının huzurunda durmaktan korkan kimselere iki Cennet vardır1 ayet-i kerimesi dünyevi ve uhrevi saadete işarettir.

İkincisi ise bedenimizin sıradan arzu ve istekleridir. Bu isteklerin birinciler ile bilinen alaka ve irtibatını da dikkat nazanndan uzak tutmamak lazımdır. Zira insan herşeyden önce cismani malzemelere ihtiyaç duyar. Öyle ki aç ve susuz kalır, hayatın gereklerini temin ve tedarikten aciz bulunursa ma'nevi saadeti için çalışamaz; miskinler gibi yaşayıp, ruhunun yücelmesini hatırına bile getirmez. Resul-i Ekrem - sallallahu aleyhi ve sellem - Efendimiz Hazretlerinden: «İnsanm maişetini te'min için çalışıp gayret göstermesi akıl ve dininin neticesidir.,. mealinde bir hadis-i şerif nakledilmektedir. Cenab-ı Hakk'a binlerce şükürler olsun ki, kullannın maişet ve nafaka te'mini için çalışmalarına bile ibadet nazarı ile bakmış ve şer' -i şerife uygun olarak her türlü cismani malzemenin tamamına müsaade buyurmuştur.

Bu girişi yapmaktan maksadım şeriat ve tarikatın maddi terakkiye mani olmadığı gibi dünya ve ahiret için gerekli olan çalışmanın cidden ve gerçekten lüzümlu bulunduğunu ifadeden ibarettir.

Bu duruma göre Allah tarafından, sorumluluk çenberleri içine «emr-i bilma'ruf, nehy-i anil münker, vazifesi verilmiş bulunan değerli ilim adamları ve büyük sufilerden beklenen ve umulan işlerin birincisicisi, mescid ve medreselerde, tekke ve zaviyelerde muayyen zamanlarda talebeleri ve dervişleri ile yaptıklan toplantılarda İslami maarifin ve ruhani güzelliıklerin üstün faydalarını neşretrnek ve irfan sofralannı yaymaktır.

Mü'minler ancak kardeştirler2 ayet-i celilesinin icabı olarak bu gibilerden beklenen hizmetin ikincisi, bütün ehl-i din e şamil olacak muhabbet ve sadakatin, riya ve dalkavukluk, şüphe ve endişelerinden uzak bir şekilde mü 'minlerin kalplerinin bir ve beraber olması; hayat ve ölümün izzet ve düşüklüklerinin birbirlerine bağlı bulunması lüzumunu anlatmak ve özellikle sufiye ricali ve ma'nevi ordunun yetiştirilmesi maksadıyla birer mektep olarak inşa edilmiş olan birçokdergahın vazifelerini ifa ile şan ve şereflerini yüce tutmaya itina buyurmalandır. Cenab-ı Hakk - celle ve ala - Hazretle'ri cümlemizi o gibi mukaddes hizmetlere muvaffak buyursun. Vakıf ve hayır sahipleri ile tarikat taliplerinin meşru haklarına riayet göstermemizi ve bilhassa mensübu bulunduğumuz yüce tarikatm büyük şeyllierinden alıp öğrendiğimiz emirlere itaatımızı mutluluk sebebi ve selamet vesilesi kılsın, amin.

1. er-Rahman, 46.

2. el-Hucürat, 10.

Kaynak: MEKTUBAT Muhammed Esad Erbili (6. mektup) Erkam yayınları


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: M. Es'ad Erbilî (k.s.)
MesajGönderilme zamanı: 02.03.09, 21:02 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 26.12.08, 08:19
Mesajlar: 583
TASAVVUF VE NEFS TEZKİYESİ

Rahman ve Rahim Allah'ın adıyla

«İyilik ve takva üzere yardımlaşınız.» 1 ayet-i celilesine uyarak mensubu bulunduğumuz İslam ümmetine ve Osmanlı milletine dünyevi saadet ve uhrevi selameti gösteren ve daha birçok ilahi hakikatleri dile getiren, basılıp yayınlanmış olduğunu gördüğüm gazete ve mecmualar gerçekten tebrik, teşekkür ve iftihara layık bir hizmettir. Cenab-ı Halik-ı Azimüşşan Hazretleri ucundan tatlı sözler dökülen kaleminizi şeker saçan dudu dilli bir kalem, ifade gücünüzü de belağat deryasıeylesin, amin.

«Tasavvuf» başlığı altında beyan olunan güzel bahislerin ve şerefli menka,belerin İslam cemaatlarından sadece sufiyeye mahsus olduğunu zanneden kısır görüşlülerin çarpık zihniyetlerini düzeltmek üzere müsaadelerinize sığınarak birkaç söz söylemek isterim:

Bildiğiniz gibi bütün beşeriyyetin süfli nefsin his ve meyillerinden arındırılarak kurtuluşlarını sağlayacak ulvi emellerle yüceltilmesi; ma'nevi kemal ile bezenmesi ve ruhani ma2rifetlerle donanması fazilete bağlıdır. Allah Teala:

«Nefsini tezkiye eden, kurtuluşa ermiştir. Nefsinin sapıklığına, aldanan ise ziyandadır.2 buyurmaktadır. Nice asır, devir ve zamanlarda tevhid erbabının kalplerine ma'rifet nurlarını,tevdi' etmek ve irşada talip olanların gönüllerine hakikat sırlarını yerleştirmek için hürmet ve hizmet hissiyle çalışanların sufiyye, yani ilahi ahkamı özüyle yaşayanlar olduğunda şüphe yoktur.

Bu mukaddimeyi arz ve beyandan sonra şunu da ifade etmek isterim ki, akıl ve irfanıyla hayvan cinsinden ayrılan insan nev' i arasında bir fert varmıdır ki, mutlu olmayı arzu etmesin? İstikbalini te'mine gayret eylemesin? Elbette yoktur. Fakat istikbal çenberini sınırlayanlar yani, ilk adımı kabre olan ahiret yolculuğunu göz önüne almayanlarda da şüphesiz çoktur. Bu gibi din kardeşlerimden istirhamım şudur:

1 - A'zami haddi çoğu zaman yüz sene yi bile geçmeyen dünya hayatı ile sının ve nihayeti tasavvur olunamayan, ahiret hayatını karşılaştırarak ehemmiyet derecelerini mukayese buyursunlar.

2 - Dünya asayişi ve cismani ihtiyaçların te'mininin. ancak mal ve nefes tüketerek elde edildiği nasıl herkesçe kabul edilmiş bir gerçek ise, aynı şekilde:

- Allah Teala, mü'minlerden nefislerini ve mallarını; cennet mukabili satın almıştır.3 ayet-i kerimesi gibi kaı'i ve açık delillerle sabit olduğu şekilde, uhrevi saadet ve ebedi selamete de Cemab-ı Peygamber (s.a) in tebliğ buyurduğu adalet kanunu demek olan ali şeriat ve yüce tarikat ölçülerine itina ile uyup, nefis ve mallara ait bütün emir ve tekliflerine kulak vermekle erilebileceğini düşünsünler.

3 - Yalnız ehl-i imana hitaben şeref-sadır olan:

- Ey mü 'min kullanm! Siz Yüce yaratıcımızın emir ve yasaklarma itaat ve inkıyad suretiyle (önce) kendinizj ve (sonra da) terbiye sayesinde ailenizi kurtarınız.4 ayet-i kerimesinin ehemmiyetini tasvir ve o surette hareket tarzlarını takdir eylesinler.

Şüphesiz Alim ve Hakim Hakk-celle ve ala- Hazretleri: - Bugün sizin dininizi tamamladım.5 ayet-i keri¬mesiyle tamamlandığını beyan buyurduğu Kelam-ı Kadim'inde asla fazla bir söz söylemez. Kat'iyyen lüzumu olmayan bir emri verilmez. Herkes bilir ki, edebiyat ile meşhur ilim ve irfan ile mevsuf olanlardan bile lüzumsuz bir konuşmanın vaki olcağına pek ihtimal verilmez.

Hak --celle ve ala-Hazretleri, şiddetli kış gelmeden önce kömürün lüzumunu hisseden dünya aklını vermiş olduğu gibi kabrin karanlığını görmezden evvel onu nurlandırmanın lüzumunu anlayıp kavrayabilecek bir ahiret aklını da cümleye ihsan buyursun. Ölümden sonraya mahsus olan faydasız pişmanlıklardan muhafaza eylesin, amin ... 1. el-Maide, 2.

2. eş-Şems, 9-10.

3. et-Tevbe, 111.

4. et-Tahrim, 6.

5. el-Maide, 3.

Kaynak: MEKTUBAT Muhammed Esad Erbili (2. mektup) Erkam yayınları


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: M. Es'ad Erbilî (k.s.)
MesajGönderilme zamanı: 02.03.09, 21:04 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 26.12.08, 08:19
Mesajlar: 583
MA'NEVi YOL VE MA'NEVi REHBER

Cenab-ı Hakk'ın emrine itaat, yasaklarından sakınmak, her mü'min için mümkinattan olduğu halde bir tarikata intisabtan gaye ve maksadın neden ibaret olduğunu sormuştunuz. Cevap olarak derim ki:

Kutb-i1 Rabbani ve gavs-i2 Samedani Abdülkadir Gilani Hazretleri gibi birçok şeriat ve tarikat ulusunun eserlerinde,

- Şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır hükmü, hadis-i şerif olarak ifade ve beyan buyrulmuş ve bunun manası nın doğruluğu pek çok ayet-i kerime ile sabit olmuştur. Bu cümleden olarak Hakk -celle ve ala- Hazretleri,

- Ey Ademoğulları! Size, akli ve nakli delillerde şeytanın emirlerine itaat suretiyle ona ibadet etmeyiniz, diye emretmedim mi?3

Demek ki, şeytan savunma gücünden aciz bulunan bir mü'mine karşı amirIik sıfatı takınarak ve bozuk fikirleri onun gönlüne düşürerek Mevla'ya itaatten alıkoymak hususlannı kendisi için önemli vazife edinmiş ve tesirini de müşahede etmiştir. Binaenaleyh,

- Sadıklarla beraber olun4 şeklindeki ilahi emre uyarak ma'nevi bir yola girmek ve o tarikatta mevcud olan ümmetin büyüklerinin ruhani yardımlanyla kuvvet kazanmak gereklidir. Zira,

- Kim bir kavmin arasına girerse o kavimden olur5 buyrulmuştur. Şüphesiz bir insan sufiler cemaatına muhabbetle iltihak eder; zikir ve fikirlerine katılırsa onlardan sayılacağı gibi mahşerde himayeleri altında bulunacaktır. Nitekim Peygamber - aleyhisselam -:

- Kişi sevdiği kimselerle haşrolunur, buyurmuştur.

Bu fikrin: daha fazla açıklanıp aydınlanması arzu olunursa:

Hannas, insan gönlüne vesvese verendir.7 ayet-i kerImesini gösterebiliriz. Cena,b-ı Hakk, Kur'an'da Hannas'dan. kendisine sığınmamızı emrediyor. Hannas, şeytandır. Bu şeytan müminleri gözetmekte ve kalbin zikirle meşgül olduğunu anlayınca geri çekilip savuşmakta olduğu gibi zikirden ğafil bulunanların gönlüne de bozucu vesveseler atmaktadır. İşte bunun için dünyada iken bir tarikata intisab etmek ve mürşidin öğretip telkin edeceği zikir ile kalbiIili ihya etmek her mü'min için önemli ve lüzümludur.

Şunu da ilave edelim ki, mel'ün şeytanın şeyh'e bağlı tarikat' mensüblarına karşı zafer kazanamayacağı yukarıdaki geniş . açıklamalardan anlaşılıyorsa da, görülen ve duyulanlarla bu fikri isbat etmek kabil alamıyor. Zira tarikat mensublan arasında ilahi kanun manasına gelen şeriatın ahkamına riayet ve bilhassa imanın alameti demek olan namazın edasına hakkıyla dikkat göstermeyen kimseler de mevcut olduğu şüphesizdir. Buna cevap olarak diyebiliriz ki, hadis-i şerifte olan şeyhten maksat bu ismi taşıyan bir şahıs olmayıp belki, Allah'ı sıfatlarıyla tanıyan bir kimse olmakla beraber kalpten bir niyet ile ibadet ve taatlara müdavim, günahlardan kendini koruyan, nefsin istekleriyle zevklere düşkünlükten yüz çeviren şeriat ve tarikata hizmet eden bir zattır. Bu böyle olduğu gibi şeyh'e mensüb olanlara da mürşidin şeriat ve tarikat dairesinde bulunan emirlerine itaat etmesi vazifeleridir.

Netice olarak hadis-i şerifin mana ve mefhumundan gerçekten istifade edebilmek bu saydığımız şartların bulunmasına bağlıdır. Fakir, bu görüşü isbat için misal olarak diyebilirim ki, bir hastanın hastalığından kurtulması elbette ki hazik bir doktorun vermiş olduğu ilaçların güzelce kullanılmasına bağlıdır. Doktor hazik yani işinin ehli ve mütehassıs olmaz, yahut hasta da aldığı ilacı güzelce kullanmazsa beklenen şifa gerçekleşmez.

Cenab-ı Hakk - celle ve ala. - Hazretleri, bütün tevhid ehli mü'minleri kıyamete kadar ma'nevi doktordan ümitsiz eylemesin. Daimi kalp hastalık ve rahatsızlıklarıyla a,hiret sağlığımızı tehdid buyurmasın, amin.

1. Kutup: Lügatte değirmen taşının mili veya birşeyin merkezi demektir. Değirmen taşı milinin etrafında döndüğü gibi alem de onun etrafında döner. Her işin, her ülkenin bir kutbu vardır. Burada Cenab-ı Hakk'ın manevi yardımlarına mazhar, mürşid manasınadır. 2. Gavs: Kendisinden yardım isteyenlere yardım elini manen uzatan mana eri, demektir. Kutbu'l-aktab manasına da gelir. Gavs, Muhammedi hakikatin varisidir.

3. Yasin, 60.

4. etTevbe, 119.

5. Ahmed b. Hanbel, Ebu Davud, Taberani, Keşfil'l-hafa, II1240.

6. Keşfu'l-hafa, II/202.

7. en-Nas, 4.

Kaynak: MEKTUBAT Muhammed Esad Erbili (9. mektup) Erkam yayınları


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 27 mesaj ]  Sayfaya git 1, 2, 3  Sonraki

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 5 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye