Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 28 mesaj ]  Sayfaya git 1, 2, 3  Sonraki
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: Hazret-i Pîr-i Türkistan Hoca Ahmed Yesevi
MesajGönderilme zamanı: 21.12.08, 12:50 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 21.12.08, 12:25
Mesajlar: 641
Hazret-i Pîr-i Türkistan

Hoca Ahmed Yesevi

-Q-

Hoca Ahmed Yesevi Türk dünyasının manevi hayatında asırlardır tasarrufu devam eden ve "Pir-i Türkistan", "Hazret-i Türkistan" namı ile anılan büyük bir Türk mutasavvıfıdır. O, kendi adıyla anılan Yeseviyye tarikatının esaslarını belirlemiş ve bugün bütün dünyada büyük bir yaygınlığa sahip Nakşbendiyye tarikatını da çeşitli şekillerde etkilemiş bir mürşid-i kamildir. Ahmed Yesevi’ye atfedilen menkıbeyle karışmış kerametleri Kaşgar'dan Balkanlar'a kadar bütün Türk yurtlarında yayılmıştır. Bugün Kazakistan’ın tarihi ismi Yesi olan ancak Sovyet döneminde Türkistan adı verilen şehrinde yer alan türbesi, bugün de Türkistan’ ın manevi merkezi olarak kabul edilmektedir.

Ahmed Yesevi'nin Hayatı

Ahmed Yesevi bugünkü Kazakistan Cumhuriyetinin güneyindeki Çimkent şehri yakınlarında ( 7 km. mesafede) bulunan Sayram kasabasında dünyaya gelmiştir. Sayram kasabası Ahmed Yesevi’nin küçük bir çocukken geldikten sonra hayatının önemli bir kısmını geçirdidi ve ünlü Türk destanının kahramanı Oğuz Han’ın idare merkezi oldudu bilinen Yesi (=Türkistan) kentine 157 km. kadarlık bir mesafededir. Doğum yılı kesin olarak bilinmemekle birlikte 73 yıl yaşadığı ve 1166 yılında öldüğü şeklindeki bilgiler gözüne alındığında 1093 yılında doğduğu kabul edilebilir.

Babası Sayram kasabasında yerleşmiş ünlü bir alim olan İbrahim Şeyh, annesi ise Ayşe (Karasaç) Ana olarak bilinmektedir.

Kaynaklar İbrahim Şeyh'in Hazret-i Ali (K.V.)'nin oğullarından Muhammed Hanefi‘nin neslinden geldiğini kaydetmektedir.

Annesi ve babasına ait türbeler Sayram kasabasında olup bu türbelerin Ahmed Yesevi tarafından yaptırıldığı rivayet edilmektedir.

Ahmed Yesevi ilk eğitimini kendisi yedi yaşlarında iken vefatına kadar babası İbrahim Şeyh'den almıştır. Ahmet Yesevi’ nin manevi eğitimini aldığı kaynaklar arasında "Arslan Bab" ismi, hem çeşitli menkıbe ve rivayetlerde hem de Ahmed Yesevi'ye ait hikmetlerde ortaklaşa olarak belirtilen bir isim olarak dikkati çeker. Babasının ölümünden sonra Arslan Baba, eğitimini üstlendiği Ahmed Yesevi’nin aynı zamanda manevi babası olmuştur.

Ahmed Yesevi ile Arslan Baba'nıın karşılaşmasını dile getiren rivayet tarihi gerçekliğin ötesinde içerdiği bazı hususlar itibarıyla dikkate değerdir. Arslan Baba'nın Yesi'ye gelerek daha küçük bir çocuk olan Ahmed'i bulması ve Hz. Muhammed (S.A.V.)'in emanetini Ahmed'e vermesi, terbiyesiyle meşgul olup irşad etmesi manevi bir işarete dayanıyordu. Arslan Baba, buradaki rivayetde efsanevi bir kimlikle karşımıza çıkarken Yesi yakınlarında bulunan tarihi Otrar şehrinde adına yapılmış bir türbenin mevcudiyeti Arslan Babâ’nın tarihen varlığının delilidir.

Ahmed Yesevi, Arslan Baba’nın vefatından sonra, daha önceden verdiği işarete uyarak o zaman için Türkistan’ın en önemli İslam merkezi olan Buharâ‘ya gider. Ahmed Yesevi, Semerkand'da devrin önde gelen alim ve mutasavvıfı Şeyh Yusuf Hemedani’ye intisab ederek O'nun irşad ve terbiyesi altına girer. Hikmetlerinden çıkardığımız bir hükümle bu sırada Ahmed Yesevi 27 yaşındadır.

Nakşbendiyye tarikatının silsilesinde yer alan Yusuf Hemedani, Allah yolunda hizmet için Merv, Buhara, Herat, Semerkand gibi İslam merkezlerini dolaşarak halkı irşada çalışmaktaydı. Tarihi kaynaklarda kaydedildidine göre devrin Selçuklu Hanı Sultan Sencer, Yusuf Hemedani’ye badlılıdını her vesileyle göstermiştir. Bu bağlılık ölümle bile sona ermemiştir; bugün hem Sultan Sencer'in kendi kabri hem de Teyh Yusuf Hemedani’nin kabri halen Türkmenistan sınırlan içinde kalan Merv şehrindedir.

Olgunluk döneminde Şeyh Yusuf Hemedani gibi bir mürşidin yanında devrin bütün ilimlerinde ilerleyen Ahmed Yesevi de şeyhi gibi İslam’ın zahiri esaslarına uygun hareket etmedi ve tarikatının esaslarını belirlerken İslam’ın hükümlerine ters düşebilecek hususlardan kaçınmadı ihmal etmemiştir. Ahmed Yesevi’nin bu konuda ne denli titizlik gösterdiği dile getirdiği hikmetlerin analizi ile kolayca anlaşılabilir. Ahmed Yesevi, tarikattaki sülük adâbını, İslam’ın zâhir ve batın ilimlerini şeyhi Yusuf Hemedani’den ödrenmiş ve muhtemeldir ki şeyhi ile beraber Türkistan’ın çeşitli yerlerini dolaşmıştır.

Ahmed Yesevi, şeyhi Yusuf Hemedani’nin ölümünden sonra dergahın sorumluludunu üstlenen üçüncü halef olarak bir süre Buharâ da hizmete devam eder. Bunu belirten kaynaklardan birisinde "Yusuf Hemedani’nin üçüncü halefi Hoca Ahmed Yesevi’dir ki, keramet ve hârikulade haller âdetlerinden idi; her kim halis bir niyetle kendileri ile müşerref olursa Ehlullah'tan olurdu. Nasıl ki "Niyetin koldaşın..." buyururlardı. Kutlu makamları Türkistan’dadır, yüce dergahı çok feyizlidir." ibareleri yer almaktadır. Buhara sufilerine bir süre rehberlikten sonra şeyhi Yusuf Hemedani’nin verdidi bir işarete uyarak irşad makamını Nakşbendiyye tarikatının yıldız isimlerinden Abdülhalık Gücdüvani’ye bırakarak Yesi ye döner ve faaliyetini Yesi merkezli olarak sürdürür.

Ahmed Yesevi, Yesi’ye yerleştikten sonra Türkistan’ın her yerinden gelen ve editimini tamamladıktan sonra bütün Türk yurtlarında İslamı teblid ile görevlendirecedi müridlerine İslam’ın zahiri ve batıni ilimlerini ödretir. Rivayetlere göre Ahmed Yesevi dergahında yetiştirildikten sonra Hind kıtasından İdil boylarına , Çin seddinden Tuna kenarlarına kadar uzanan geniş bir codrafyaya teblid ve irşad göreviyle gönderdidi dervişlerinin sayısı doksandokuz bindir. Bu doksandokuz bin rakamı , sayı olarak tam tamına olmasa bile çokludu ifade etmesi yönünden gerçede işaret eder.

Hoca Ahmed Yesevi’nin eserlerinde halkı şüphelere düşürecek, itikadları sarsacak özel imgelere, imalara rastlanmaz. Şeriat hükümlerine karşı bazen dikkatsizce hareket eden, cezbesi galip büyük bir kısım sofilerden sadır olan ve onların zahir alimleri tarafından suçlanmasına yol açan fikir ve ibareler bu büyük Türk şeyhinin eserlerinde hemen yok gibidir. Çevresinde İslamla yeni tanışmış ancak çok güçlü olarak badlanmış saf inançlı Türkler toplandığından Ahmed Yesevi, Arapçayı ve Fars edebiyatını çok iyi bildiği halde, uzlete çekildidi çilehanesinde çevresinde halkalananlara onların kolayca anlayabilecekleri Türk dili ile hitab etmeyi tercih etti. Tarikatını süluk adabını Arapça ve Farsça bilmeyen Türk dervişlerine anlatmak için de, Türklerin halk edebiyatından alınmış şekillerle hikmetler söyledi; bu şiirler daha sonra özgün bir isim olarak "hikmet" adı ile tanınıp "Divan-ı Hikmet" adı verilen kitaplarda bir araya getirilecekti.

İbadetle dolu hayatının boş kalan vakitlerinde ise tahtadan kaşık ve kepçe yontup, onları satarak geçimini sağlıyordu.

Ahmed Yesevi’nin sünnet-i nebeviye olan bağlılığının derecesini gözler önüne seren bir rivayete göre Ahmed Yesevi, Yesi de altmışüç yaşına geldiğinde dergahının avlusuna açılan bir merdiven ve buna bağlı bir dehlizle ulaşılan, halvethane olarak kullandığı bir yer altı mescidi yaptırmış ve vefatına kadar bu mescidde ibadet ve riyazet ile meşgul olmuştur. Ahmed Yesevi’ nin yer altında uzun süren bir halveti yaşadığı hücresinin kalıntıları bugün de muhafaza edilmektedir.

Ahmed Yesevi, hikmetlerinin birçoğunda bu uzlete çekilmesinin sebebi olarak Hz. Muhammed (S.A.V.)'in altmışüç yaşında vefat ederek yer altına girişini ve bu yüzden kendisinin de yer üstünde Peygamberimiz (S.A.V.)'den daha fazla gezmekten haya etmesini göstermektedir. "Divan-ı Hikmet"te Ahmed Yesevi’ nin yer altında uzlete çekilişini ve uzlet hayatı esnasında yaşadığı manevi halleri anlatan hikmetler önemli bir yere sahiptir. Esasen Divan- Hikmet’ten anlaşıldığına göre hikmetlerinin büyük bir kısmı da ilahi ilham ile bu mekanda Ahmed Yesevi’nin dilinden dökülmüş ve yanındaki dervişler tarafından kağıd üzerine tesbit edilmiştir.

Bu uzlet hayatının ne kadar sürdüğü belli değildir; fakat vefat tarihi olarak kabul edilen 1166 yılına kadar yaklaşık 10 yıl süreyle ahiret ehli biri gibi yeraltındaki çilehanesinde uzletini sürdürdüğü ve 73 yaşında vefat ettiği sanılmaktadır.

Hoca Ahmed Yesevi Türbesi

Ahmed Yesevi Türbesi’nin yapımı ile ilgili bir rivayet de Türk tarihi yönünden önemli bir boyutu ortaya sermektedir. Bu rivayete göre vefatından sonra da kerametleri devam eden Ahmed Yesevi, kendisinden iki asır sonra yaşayan büyük Türk hanı Emir Timur’ un rüyasına girerek Buharâ’nın fethini müjdeler. Bu işaret üzerine Buhara üzerine sefere çıkan Emir Timur (1336-1405), zafere ulaştıktan sonra manevi bir şükran hissi ile Ahmed Yesevi’yi ziyaret için Yesi’ ye gelir. 1396 yılı Eylül’ünde Ahmed Yesevi'nin mütevazi kabrini ziyaret eden Emir Timur, yanında bulunanlardan Mevlana Abdullâh Sadrı Ahmed Yesevi’ye ait kabrin üzerine muhteşem bir türbe yapımıyla görevlendirir ve türbe yapımına ilişkin bazı ölçüleri bizzat belirler. O dönem Türkistan'ın en ünlü mimarı Hoca Hüseyin Şirazi adlı bir mimar tarafından külliyenin inşaına başlanır. Devrin mimari şaheserlerinden olan türbenin yapımı iki yılda tamamlanır; türbe yine Emir Timur'un direktifi ile türbeye eklenen mescid, dergah, mutfak ve diğer hizmet binaları ile beraber büyük bir külliye halini alır. Bu muazzam eserin tamamlanmasından sonra ziyarete gelen Emir Timur, Yesi kentinin yoksullarının ihtiyaçlarına sarfedilmek üzere birçok sadakada bulunur; aynca türbenin ve müştemilatındaki dergahın ihtiyaçları için de türbeyi çepeçevre kuşatan geniş bir araziyi ve Türkistan’daki sulama kanallarının gelirlerini vakfiye olarak tesbit eder. Emir Timur'un Hoca Ahmed Yesevi’ye duyduğu saygı O'nun manevi tasarrufuna olan inancını açıkça göstermektedir.

Sovyet Rus yönetimi altındaki yıllarda Türkistan'daki Ahmed Yesevi Külliyesi’ nin Türkistan'ın çeşitli yerlerinden gelen çeşitli Türk boylarından müslümanlar nezdindeki itibarı -bu uğurda çok gayret edilmesine rağmen- yok edilememiştir. Ahmed Yesevf nin manevi otoritesini yıkamayan Rus yönetimi O'nun türbesinin de bulunduğu külliyeyi "Kültür-park" adı altında bir müze haline getirip dini maksatlı ziyareti ve dergahta herhangi bir şekilde ibadet edilmesini yasaklamasına rağmen Türkistan müslümanları külliyeyi asliyetine uygun olarak yaşatma azmini sürdürmüşlerdir.

Bu arada dergah içinde yer alan tarihi kıymete haiz birçok eşya da başta Leningard (yeniden Petersburg adı verilmiştir) Hermitage müzesi olmak üzere değişik müzelere dağıtılmıştır. Türbe içinde yer alan ve yedi ayrı metalin alaşımından dökülmüş olan iki ton ağırlığındaki ve üçbin litre su alma kapasitesindeki döküm kazan bizzat Stalin'in emriyle 1934 yılında götürüldüğü bir sergiden getirilmeyerek Leningrad Hermitage müzesine konmuştur. Son dönemde Kazakistan makamlarının gayreti ile türbeye ait tarihi materyalin iadesi sağlanmış ve bu arada döküm kazan da 18 Eylül 1989 tarihinde yeniden türbedeki yerini almıştır.

Son birkaç yıl içinde sağlanan kolaylıklar sonunda Ahmed Yesevi Türbesi’nin asli maksadına uygun bir ziyaretgah olarak yeniden ihyası yolunda önemli çalışmalar yapılmıştır. Bu çalışmaların önemli bir kısmını oluşturan restorasyon çalışmalarını yerine getirmeği Türkiye Cumhuriyeti Kültür Bakanlığı taahhüt etmiş ve 1993 yılı başında Vakıflar Genel Müdürlüğü restorasyon çalışmasını fiilen başlatmıştır.

Ahmed Yesevi'nin Tarikatı ve Etkileri

Ahmed Yesevi Türklüğün manevi hayatındaki büyük yerini, sadece bazı tasavvufi şiirler yazmakla kazanmamıştır. Ahmed Yesevi'nin önemi İslam'ın Türkler arasında yayıldığı asırlarda, Türkler arasında geniş ölçüde yayılma imkanı bulan ilk tasavvufi ekolü oluşturarak bütün dünyada yaşayan Türk soyundan insanların gönül tahtında asırlarca hüküm sürmesinden kaynaklanır. Hoca Ahmed Yesevi’nin büyük manevi tasarrufu ile yayılan ve asırlarca yaşayan Yeseviyye tarikatı bir Türk tarafından ve Türkler arasından kurulmuş olan ilk tarikattır.

Bu tarikat Türklüğün sadece gönül gözünü ışıtıp, ruhunu manevi zevklerle süslemekle kalmamış, Türklüğe asırlar boyu yeni hedefler ve fetihler nasib eden bir yol gösterici olarak tesirini bugüne kadar ulaştırmıştır. Ahmed Yesevi’nin Türk yurtlarında kendinden önce ve sonra benzeri görülmedik kalıcı bir tesir bırakmasında en az "hikmet"leri kadar önemli olan bir unsur da yetiştirdiği ve Türk dünyasının dörtt bir tarafına gönderdiği öğrencileridir. Bu hayırlı halefleri her yerde Ahmed Yesev’nin telkinleri doğrultusunda bir irşad faaliyetini sürdürerek bulundukları dünyasında İslam etrafında şekillenen ortak bir inanç ve ruh ikliminin hakim olmasına vesile olmuştur.

Hoca Ahmed Yesevi'nin tarikatını devam ettiren ilk halifelerinin menkıbeleri çeşitli tasavvuf tarihi eserlerinde yer almaktadır. Ahmed Yesevi’ nin ilk halifesi Arslan Baba’nın oğlu Mansur Ata'dır. Mansur Ata’ dan sonra yerine oğlu Abdülmelik Ata, sonra da onun oğlu Tac Hoca geçmiştir ki, bu ünlü Yesevi şeyhi Zengi Ata'nın babasıdır. Üçüncü halife Süleyman Hakim Ata Ahmed Yesevi’ nin Türkler arasında en tanınmış halifesidir. Rivayete göre Satuk Buğra Han'ın kızı Anber Ana ile evli olan Hakim Ata, daha çok Türkistan'ın Harezm'de bölgesinde halkı irşad ile uğraşmış ve ölümünden sonra Akkurgan’daki türbesine defnedilmiştir. Zengi Ata da Hoca Ahmed Yesevi'nin ünlü halifelerinden biri olarak tanınmıştır. Zengi Ata'nın Taşkent yakınlarındaki kendi adı verilen Zengi Ata kasabasındaki türbe ve külliyesi Özbekistan'ın en çok ziyaret edilen dini merkezlerinden birisidir.

Hoca Ahmed Yesevi’nin soyundan gelen ve İslam dünyasının değişik yerlerinde yaşadıkları ve irşad faaliyetinde bulundukları kaydedilen tasavvuf alimlerinden bir kısmı çeşitli kaynaklarda zikredilmiştir. Bu kişiler arasında Semerkand alimlerinden Sadr-ı alem Şeyh, Ejderhan yakınlarında katledilen Baba Şeyh, Bağdat-Kazvin arasındaki Gürgan'da yaşayan Şeyh Muhammed Dem Tiz bin Ahmed Yesevi, Keşmir'de medfun bulunan Hoca Hafız Ahmed Yesevi en-Nakşbendi isimlerine rastlanmaktadır. Bu kişilerin Ahmed Yesevi'nin kızı Gevher Şehnaz’dan gelen bir soy kütüğüne sahip olmaları muhtemeldir.

Ünlü Osmanlı gezgini Evliya Çelebi de Hoca Ahmed Yesevi’nin soyundan geldiğini seyahatnamesinde belirtmiştir. Evliya Çelebi, ayrıca gezdiği yerlerde rastladığı Yesevi dervişlerine ait makamları da eserinde kaydetmiştir. Bu derviş-gaziler arasında Deliorman’daki Demirci Baba, Niyazabad'daki Avşar Baba, Merzifon’daki Pir Dede,Karadeniz kenarında Batova’daki Akyazılı, Bursa’daki Geyikli Baba, Abdal Musa, İstanbul Unkapanı’ndaki Horoz Dede, Bozok Sancağı Yozgat'taki Emir Çin Osman, Tokat merkezindeki Gaj-Gaj Dede ve Zile ilçesindeki Şeyh Nusret Evliya Çelebi’nin tesbit edebildiği Yesevi dervişleridir. Ancak bunlardan hiçbirisi Nevşehir’de yerleşen Hacı Bektaş Veli kadar ün kazanmamıştır.

Rumeli’nin fethinin manevi öncüsü olan Sarı Saltık da asıl adı Muhammed Buhari olan bir Yesevî dervişidir. Evliya Çelebi, Sarı Saltık'ın Karadeniz kıyısında Romanya’nın Silistre bölgesindeki türbesini ziyaret ettiğini belirtmiştir. Sarı Saltık için yapılan bir makam ise İstanbul Boğazı’nın Rumeli yakasındaki Rumeli Feneri'nde yer almaktadır.

Yeseviyye tarikatı, önce Seyhun nehri havzasında Taşkent ve çevresinde yerleştikten sonra, Aral gölünün güneyindeki Harezm bölgesine yayılmış, aynı zamanda Seyhun ile Ceyhun nehrinin sınırlarını çizdiği Mâveraünnehr'de geniş bir kitleye yayılmıştır. Diğer taraftan Türkistan'ın kuzeybatı bozkırlarından Kıpçak lehçesinin hakim olduğu İdil-Ural bölgesine uzanan Yeseviyye tarikatı, Pir-i Türkistan'ın işareti ile yola çıkan dervişleri tarafından Horasan, Azerbaycan ve Anadolu ya kadar ulaşmıştır. Tarihi gelişim sonucu Nakşbendiyye tarikatının daha yaygın hale geldiği XV-XVI. yüzyıllara kadar Türkistan ve Horasan’ın hemen her yerinde hatta Keşmirde, Kâbilde, İstanbul'da, Temeşvar’da, Hicaz'da Yesevi dervişlerine rastlanmaktaydı.

Ahmed Yesevi’in esaslarını belirlediği Yeseviyye tarikatı, daha sonra Türkistan ve Anadolu’da gelişecek olan başta Nakşbendiyye olmak üzere Kübreviyye, Çiştiyye gibi diğer büyük tasavvuf ekollerini de derinden etkilemiştir. Nakşbendiyye tarikatının, Hoca Ahmed Yesevi ile irtibatı Muhammed Bahaüddin Buhari veya kısaca "Şah-ı Nakşbend" namı ile tanınan tarikatın Pirinin Yesevi şeyhlerinden "Kasem Şeyh" ve Halil Ata ile bir süre birlikte olarak feyz almasına dayanır. Şah-ı Nakşbend'in devrin hükümdarı olan Halil Ata'nın yanında zahiren hükümdarın hizmetinde geçen altı yıl boyunca feyz ve süluk yolunda büyük mesafeler katettiği kendilerinden rivayet edilmiştir. Şah-ı Nakşbend'den sonra Nakşbendiyye tarikatı, Türkistan Türkleri arasında çok yayılmış, daha önce gelişen Yeseviyye tarikatının nüfuz sahasını bir anlamda daraltmıştır. Ancak genel çizgileriyle aralarında büyük farklılıklar bulunmayan bu tarikatlardan Nakşbendiyye'nin bütün Orta Asya ve daha sonra Afganistan, Hindistan, Kazan, Orta Doğu ve nihayet Anadolu’da çok geniş bir coğrafyada yayılıp benimsenmesi Yesevi dervişlerinin daha önceden bu iklimlerde yaptıkları faaliyete bağlı olarak kolaylaşmıştır.

Günümüzdeki Hoca Ahmed Yesevi

Sovyet. Rus yönetiminin egemen olduğu yıllarda Türkistan Cumhuriyetleri’nde diğer Türk-İslam büyükleri gibi Ahmed Yesevi de unutturulmağa çalışılmış ve eserlerindeki bazı tasavvufi tavsiyelerinden yola çıkılmak suretiyle karalanmağa çalışılmıştır. Ahmed Yesevi’ nin 1917 bolşevik ihtilaline kadar gerek Kazan’ da gerekse Taşkent'te defalarca basılan "Divan-ı Hikmet"in yeni baskılarının yapılması da yasaklanmıştır. Ancak bütün bu çalışmalar Ahmed Yesevi’ nin manevi itibarını yok etme gayesine ulaşamamıştır. Elinizdeki bu eserdeki hikmetlerin neşrinde esas aldığımız ve 1992 yılında Taşkent'te basılan "Divan-ı Hikmet'in takdim bölümünde belirttiği gibi "Divan-ı Hikmet"te yer alan hikmetler dilden dile, gönülden gönüle nesiller boyu aktarıldığı gibi çeşitli gayrıresmi yollarla da çoğaltılmış ve Ahmed Yesevi yaşamağa devam etmiştir.

Anadolu ve hatta Rumeli’nin Türkleştirilmesinde çok önemli bir yeri olan Hoca Ahmed Yesevi’nin Türkistan'da oldudu kadar Türkiye'de bilinmemesi büyük bir eksikliktir. 1993 yılının Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlıdı tarafından Ahmed Yesevi yılı olarak ilan edilmesi ve bu yıl içinde yapılması planlanan tanıtım programları Ahmed Yesevi’nin Türkiye'de daha iyi tanınması ve anlaşılması için yetersiz de olsa bir fayda sağlamıştır.

***

Ahmed Yesevi’yi bugünkü zamane şeyhleri ile benzeştirmek ve Ahmed Yesevi dilinden bize kadar ulaşmış "hikmetler"i herhangi bir “dini manzume” olarak değerlendirmek büyük bir gaflet olur.

Ahmed Yesevi’nin Divan-ı Hikmet’inde neredeyse bin yıldır Türk’ün gönül gözünü ışıtan bir ışık saklıdır. Bu ışığın hüzmeleri her bir hikmetin satırları arasından süzülerek ruh dünyamızı aydınlatmağa uzun bir zulmet devrinden sonra bütün Türk yurtlarında yeniden başlamıştır. Hoca Ahmed Yesevi’den neredeyse 900 .yıl sonra bize kadar ulaşan "Hikmetler" Türkler arasında İslam etrafında örgütlenen bir iman birliğinin teşekkül etmesine hizmet etmesi yönüyle Türk dünyasının manevi hayatında çok önemli bir yere sahiptir. Hazret-i Türkistan’ın dilinden dökülen hikmetleri okurken yüzyıllar önce bu mesajları ilk defa işiten atalarınızdan biri yerine koyun kendinizi... İşte o zaman Yesevi'nin büyüklüğünü daha iyi idrak edeceksiniz.

Bir de bugünkü teknolojik imkan ve mali kudrete sahip zamane şeyhlerinin günümüz Türkiye’sinde ve hatta dünyasında ifa ettiği fonksiyon ile misyonu Hazret-i Türkistan’ın misyonu ve fonksiyonu ile kıyaslarsanız bu büyüklük daha da belirginleşecektir.

Hoca Ahmed Yesevi dün olduğu gibi bugün de dünya Türklüğünü dizleri dibinde bir araya getiren manevi yol göstericimiz olmağa devam etmektedir. Hoca Ahmed Yesevi’yi , gerçek kimliğiyle tanımamız Türkiye ve Türkistan Türkleri’nin kardeşliğini güçlendirecek ve ortak manevi atamız durumundaki Hoca Ahmed Yesevi’nin dergahında kucaklaşmamızı da sağlayacaktır.

O dergâh, Orhun’dan Tuna'ya kadar uzanan bütün Türk yurtlarını içine alacak genişliktedir.

KAYNAK: http://www.tasavvuf.info/yesevi.htm

_________________
"Bismillah dep beyan eyley hikmet aytıp
Taliblerge dürr ü gevher saçdım mena..."


Hazret-i Pîr-i Türkistan Hoca Ahmed Yesevî [ Qaddesallahu Teala Sırrahul-Azîz ]


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Hazret-i Pîr-i Türkistan Hoca Ahmed Yesevi
MesajGönderilme zamanı: 21.12.08, 12:51 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 21.12.08, 12:25
Mesajlar: 641
Türkistan adı verilen şehrinde yer alan Yesevi türbesi, bugün de Türkistan’ ın manevi merkezi olarak kabul edilmektedir.


KUR'AN'DAKİ TASAVVUFA BİR DİĞER ÖRNEK YESEVİ TÜRBESİNDE:

Tasavvuf Allah'ın yeryüzündeki tecellilerinin nasıl cereyan ettiğinin "farkına varılması ve vardırılması" sanatıdır .

EN'AM suresinin 59-63. ayetleri Türkistan'ın büyük tasavvuf ustası Hoca Ahmed Yesevi'nin türbesinde kuşak halinde işlenmiş bir yazı olarak bulunur.

***

Enam 59: Gaybın anahtarları Allah'ın yanındadır; onları O'ndan başkası bilmez. O, karada ve denizde ne varsa bilir; O'nun ilmi dışında bir yaprak bile düşmez. O yerin karanlıkları içindeki tek bir taneyi dahi bilir. Yaş ve kuru ne varsa hepsi apaçık bir kitaptadır. *

Enam 60: Geceleyin sizi öldüren (öldürür gibi uyutan), gündüzün de ne işlediğinizi bilen; sonra belirlenmiş ecel tamamlansın diye gündüzün sizi dirilten (uyandıran) O'dur. Sonra dönüşünüz yine O'nadır. Sonunda O, yaptıklarınızı size haber verecektir.

Enam 61: O, kullarının üstünde yegane kudret ve tasarruf sahibidir. Size koruyucular gönderir. Nihayet birinize ölüm geldi mi elçilerimiz (görevli melekler) onun canını alırlar. Onlar vazifede kusur etmezler. Tefsir

Enam 62: Sonra insanlar gerçek sahipleri olan Allah'a döndürülürler. Bilesiniz ki hüküm yalnız O'nundur ve O hesap görenlerin en çabuğudur.

Enam 63: De ki: Karanın ve denizin karanlıklarından (tehlikelerinden) sizi kim kurtarır ki? (O zaman) O'na gizli gizli yalvararak "Eğer bizi bundan kurtarırsan andolsun şükredenlerden olacağız" diye dua edersiniz.

Enam 64: De ki: Ondan ve bütün sıkıntılardan sizi Allah kurtarır. Sonra siz yine O'na ortak koşarsınız.

Enam 65: De ki: "Allah'ın size üstünüzden (gökten) veya ayaklarınızın altından (yerden) bir azap göndermeğe ya da birbirinize düşürüp kiminize kiminizin hıncını tattırmaya gücü yeter." Bak, anlasınlar diye ayetlerimizi nasıl açıklıyoruz! *

Enam 66: Kur'an hak olduğu halde kavmin onu yalanladı. De ki: Ben size vekil (kefil) değilim. *

Enam 67: Her haberin gerçekleşeceği bir zaman vardır. Yakında siz de gerçeği bileceksiniz.

***


_________________
"Bismillah dep beyan eyley hikmet aytıp
Taliblerge dürr ü gevher saçdım mena..."


Hazret-i Pîr-i Türkistan Hoca Ahmed Yesevî [ Qaddesallahu Teala Sırrahul-Azîz ]


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Hazret-i Pîr-i Türkistan Hoca Ahmed Yesevi
MesajGönderilme zamanı: 21.12.08, 12:52 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 21.12.08, 12:25
Mesajlar: 641
CEVAHİR-UL EBRAR
[Yesevi Menkıbeleri]

Hazini


İmam Mergazi dörtyüz fazıl danişmend ile yola girdiler ve yine cümledem kırk müfti idiler. Birkaç menzil tayy itdügine ve Yesili şeyhü'l-meşayih Sufi Muhammed Danişmend ki o ima ve hilm ve hace ve üstadları idiler ve evhirde mahrem ü hemdem halife-i pür -latifeleri olmış ki teveccüh-i batın ile buyurdılar...

Songra Süleyman Ata -kuddise sırruhu'l-aziz- hazretlerine dahi buyuruldı...

Ming meseleleriyle gelüp şeyhü'l-meşayih -kuddise sırruhu'l-aziz- hazretlerine bulışdı. Gördi ki bir eski kürk ters giymiş bes başında dahı koyun derisinden külah-ı siyah.

İmam-ı amal suret-i mehibde görüp didi ki : "Halku'llah (41a) gümrah itken sen müsin?"(S.47)

"Şeyhü'l-meşayih -kuddise sırruhu'l-aziz- Hakim Ata hazretlerine buyurdılar ki levh-i zamirinden baki kalan meseleni mahv eyle...

Sizi gümrah itmege geldüm (41b) kendimü gümrah buldum... Beş yıl halevat u erba'inat ve riyazat-ı şakka çeküp tekmil-i nisbet eyleyüp beş nefer kamil-i mükemmel ile irşad idüp halk-ı Horasan da'vetine ve terbiyetine gönderdi.

Evvel Şeyh Muhammedü'l-Bağdadi ikinci Seyfü'ddinü'l-Baharzi üçinci Şeyh Kemalü'ş-Şeybani dördinci şeyh Sadeddin beşinci Şeyh Baha'üddin."(S.4Cool

"Muzafat-ı baide içinde mesami-i nasda düşdi ki meclisinde bi-gayr-i hicab rical u nisvan şer-i şerife muhalif cem olup zikre karışurlar.

Halbuki gayr-ı vakı.

Horasan u Maveraü'nnehrde muhalif olan ulema müfettiş gönderdiler ve tefahhus itdiler. Ol mesmu olan ahval-i muhimü'l-ihtilal gayr-ı vaki bulındı.Amma Şeyhü'l-meşayih -kuddise sırruh- bir mühürlü hokka ortaya (42b) gitürüp nefir-i am urdı ki "evliyau'llahdan kim varsa ki sağ kolını buluğ-ı şerden bu ana gelince gizlü avret azalarına istimal u mesas itürmemiş ola."

Huzzar-ı meclisten kimse cevaba kadir olmadı illa imamü'l-hümam maden-i cevahirü't-takva celilü'l-kadr Celal Ata -rahmetu'llahi aleyh- ortayageldi.

Memhur hokkayı şeyhü'l-meşayih -kuddise sırruhu'l-aziz- ol halifenün eli ile müfettişler ile Maveraünnehr ve Horasan memalikine gönderdi. Vusulden sonra ulema ve fuzala cem olup Celal Ata hazretlerini ziyaret kılup hokka-ı memhurı açtılar.

İçinde penbe ve ateş bulındı ki ne penbe yanmış ve ne ot sönmiş.

Buyurmışlar ki bila-garaz ve't-takdir eger rical u nisa bir meclisde cem olup zikru'llah itseler ve kalblerini Hak Teala kendü hararet ve cezbe-i rububiyyeti ile mutasarrıf olup hıyanet muzahhemetinden saklaya. Nice ki (43a) işbu hokka içinde penbe-i beyazı tabiat-ı nar-ı vakıddan nakıd-ı eman sararmış ve beyaz saklamış. Bu ahval-i şegerf müşahede olduktan sonra cümle müstağfir olup keramatlarına mukırr oldılar ve hedaya ve nüzur ile tereddüd ve şübhelerini telafi buyurdılar ve Araşat ahvaline muvazene kıldıklarında ki mehabetden halku'llah biri birinden bi-haber kalurlar ve zikru'llah meclisi evliya'ullah şerefinden kıyamet-i aherdür."(S.49)

" Hak diyenler hakkında bed söyleme
Yahşı söyle kavl-i mürted söyleme

Ger cinan ister isen sev evliya
Yüz çevirme evliyadan ta lika...

Ey Hazini tasalanme gayrıdan
Münkirine bakma kalma seyrden."
(S.50)

" Rehberindür Seyyid-i Kaşık-tiraş...
Erre zikri zikr-i hasu'l-hasdur
Mazhar-ı ser-mazhar-ı ihlasdur."
(S.51)

" Mutlaka sünnet ve cemaat zümresinde olan ulema ve fuzala-i dehr hususan mevali vü ahali-i Maveraünnehr şeyhü'l-meşayih -kuddise sırruh- hazretlerine ihlas-ı varidat-ı ihtisas ve inabet-i külli getürdiler muhlis ü münakid ü mürid oldılar...

Nakşibendiyye ummanlarınun menbaı ve sayir selasil-i evliyanun merci-i zamanları Hazret-i Habibullah akreb ü nişanları."
(S.52)

" Kutbu'l-aktab Ahmedü'l-Yesevi
Şeyh-i serdar u Seyyidü'l-Alevi

Hem ebu'l-vakt hem ebu'l-urefa
Mazhar-ı sırr-ı min ledün ilma

Nakşibendiyye zar u muhtacı
Aşkıyenün aziz ü sertacı

Mukteda-yı Arab mürebbi-i Türk
Evliya-ı Acemde pir-i büzürg

Makdeminün türabı tac u külah
Urdılar başa evliyau'llah

Han u sultan u padişeh kul(ı)dur
Kaf u sımurg bag u bülbülidür

Giydi vü yidi hırka vü hurma
Ana gönderdi Hace-i Taha

Hırka-i haş-ı leyletü'l-mirac
Giydi ol pak-zeyl tahir tac...

_________________
"Bismillah dep beyan eyley hikmet aytıp
Taliblerge dürr ü gevher saçdım mena..."


Hazret-i Pîr-i Türkistan Hoca Ahmed Yesevî [ Qaddesallahu Teala Sırrahul-Azîz ]


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Hazret-i Pîr-i Türkistan Hoca Ahmed Yesevi
MesajGönderilme zamanı: 21.12.08, 12:53 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 21.12.08, 12:25
Mesajlar: 641
Ahmed-i Yesevî

Prof. Dr. Kemal Eraslan

Türkiye Diyanet Vakfı Ansiklopedisi


http://www.alperen2000.net/sahsiyetler/yesevi.htm


Ahmed Yesevi'nin tarihî şahsiyetine dair vesikalar azdır, mevcut olanlar da menkıbelerle karışmış haldedir. Bunlardan sağlam bir neticeye varmak oldukça güç. hatta bazı hususlarda imkânsızdır. Buna rağmen "hikmetlerinden, onunla ilgili tarihî kaynaklardan, menâkıbnâmelerden elde edilecek bilgiler ve çıkarılacak sonuçlar, menkıbevî de olsa hayatı, şahsiyeti, eseri ve tesiri hakkında bir fikir vermektedir.

KAYNAKBatı Türkistan'daki Çimkent şehrinin doğusunda bulunan ve Tarım ırmağına dökülen Şâhyâr nehrinin küçük bir kolu olan Karasu üzerindeki Sayram kasabasında doğdu. İspîcâb (İsficâb) veya Akşehir adıyla da anılan Sayram kasabası eskiden beri önemli bir yerleşme merkeziydi. Bazı kaynaklarda onun Yesi'de, bugünkü adıyla Türkistan'da doğduğu kaydedilmektedir. Ahmed Yesevi'nin doğum tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Ancak Yûsuf el-Hemedânîye (ö 535/ 1140-41] intisabı ve onun halifelerinden oluşu dikkate alınırsa XI. yüzyılın ikinci yarısında dünyaya geldiğini söylemek mümkündür. Sayram'ın tanınmış şahsiyetlerinden olan babası, kerametleri ve menkıbeleri ile tanınan ve Hz. Ali soyundan geldiği kabul edilen Şeyh İbrahim adlı bir zattır. Annesi ise Şeyh ibrahim'in halifelerinden Mûsâ Şeyh'in kızı Ayşe Hatun'dur. Şeyh İbrahim'in Gevher Şehnaz adlı kızından sonra ikinci çocuğu olarak dünyaya gelen Ahmed Yesevî önce annesini, ardından da babasını kaybetti. Kısa bir müddet sonra Gevher Şehnaz, kardeşini de yanına alarak Yesi şehrine gitti ve oraya yerleşti.

Tahsiline Yesi'de başlayan Ahmed Yesevî, küçük yaşına rağmen birtakım tecellî* lere mazhar olması, beklenmeyen fevkalâdelikler göstermesi ile çevresinin dikkatini çekmiştir. Menkıbelere göre, yedi yaşında Hızır'ın delâletine nail olan Ahmed Yesevî Yesi'de Arslan Ba-ba'ya intisap ederek ondan feyiz almaya başlar. Yine menkıbeye göre. ashaptan olan Arslan Baba'nın Yesi'ye gelerek Ahmed Yesevi'yi bulması ve Hz. Peygamberin kendisine teslim ettiği emaneti vermesi, terbiyesi ile meşgul olup onu irşad etmesi. Hz. Peygamber'in mânevi bir işaretine dayanmaktadır. Arslan Baba'nın terbiye ve irşadı ile Ahmed Yesevî kısa zamanda mertebeler aşar, şöhreti etrafa yayılmaya başlar. Fakat aynı yıl veya ertesi yıl içinde Arslan Baba vefat eder.

Ahmed Yesevî, Arslan Baba'nın vefatından bir müddet sonra zamanın önemli İslâm merkezlerinden biri olan Buhara'ya gider. Bu şehirde devrin önde gelen âlim ve mutasavvıflarından Şeyh Yûsuf el-Hemedânî'ye intisap ederek onun irşad ve terbiyesi altına girer. Yûsuf el-Hemedânî'nin vefatı üzerine irşad mevkiine önce Abdullah-ı Berkî, onun vefatıyla Şeyh Hasan-ı Endâkî geçer. 1160 yılında Hasan-ı Endâki'nin de vefatı üzerine Ahmed Yesevî İrşad postuna oturur Bir müddet sonra, vaktiyle şeyhi Yûsuf el-Hemedâni'nin vermiş olduğu bir işaret üzerine irşad makamını Şeyh Abdülhâlik-ı Gucdüvâni’ye bırakarak Yesi'ye döner: vefatına kadar burada irşada devam eder.

Ahmed Yesevi altmış üç yaşına geldiğinde geleneğe uyarak tekkesinin avlusunda müridlerine bir çilehane hazırlatır, vefatına kadar burada ibadet ve riyazetle meşgul olur. Çilehanede ne kadar kaldığı belli değildir, fakat ölünceye kadar buradan çıkmadığı ve hücrede vefat ettiği muhakkaktır. Doğum tarihi bilinmediğinden kaç yıl yaşadığı hususunda da kesin bir şey söylemek mümkün değildir. Sayram'da İmam Muhammed b. Ali neslinden gelenlere hâce denildiği gibi onlara bağlı olanlara da aynı isim veriliyordu. Ahmed Yesevî de bu silsileye bağlı olduğu için Hâce Ahmed, Hâce Ahmed Yesevî, Kul Hâce Ahmed şekillerinde de anılmaktadır.

Kerametlerinin vefatından sonra da devam ettiği ileri sürülen Ahmed Yesevî, rivayete göre. kendisinden çok sonra yaşayan Timur'un rüyasına girer ve ona zafer müjdesini verir. Timur zafere erişince, Türkistan ve Kırgız bozkırlarında şöhreti ve nüfuzu iyice yayılmış olan Ahmed Yesevi'nin kabrini ziyaret için Yesi'ye gelir. Kabrin üstüne, devrin mimari şaheserlerinden olan bir türbe yapılmasını emreder. Birkaç yıl içinde inşaat tamamlanır ve türbe, camii ve dergâhı ile bir külliye halini alır. Ahmed Yesevi'nin türbesi civarına gömülmek bozkır göçebeleri için ayrı bir değer taşır. Bu sebeple birçok kişi daha hayattayken türbe civarında toprak satın alarak kabirlerini hazırlarlar. Hatta kışın ölen bir kimse keçeye sarılarak ağaca asılır ve bahara kadar bekletilir: bahar gelince götürülüp Ahmed Yesevi'nin türbesi civarına defnedilir. Bu gelenek Ahmed Yesevi'nln Orta Asya Türklüğü üzerinde ne derece tesirli olduğunu açıkça göstermektedir.

Rivayete göre Ahmed Yesevî'nin İbrahim adında bir oğlu olmuşsa da kendisi hayatta iken vefat etmiştir. Ayrıca Gevher Şehnaz ve Gevher Hoşnaz adlarında iki kızı dünyaya gelmiş, soyu Gevher Şehnaz vasıtasıyla devam etmiştir. Türkistan, Mâverâünnehir ve diğer Orta Asya bölgelerinde olduğu gibi Anadolu'da da kendilerini Ahmed Yesevi'nin neslinden sayan pek çok ünlü şahsiyet çıkmıştır. Bunlar arasında Semerkantlı Şeyh Zekeriyyâ. Üsküplü Şâir Atâ ve Evliya Çelebi zikredilebilir.

Ahmed Yesevi'nin Yesi'de irşada başladığı sıralarda Türkistan'da. Yedisu havalisinde kuvvetli bir islâmlaşma yanında islâm ülkelerinin her tarafına yayılan tasavvuf hareketleri de vardır. Medreselerin yanında kurulan tekkeler tasavvuf cereyanının merkezleri durumundaydı.

Yine bu yıllarda Mâverâünnehir'i kendi idaresi altında birleştiren Sultan Sencer vefat etmiş (1157), Hârizmşahlar kuvvetli bir İslâm devleti haline gelmeye başlamışlardı. Bu uygun şartlar altında Ahmed Yesevî Taşkent ve Siriderya yöresinde. Seyhun'un ötesindeki bozkırlarda yaşayan göçebe Türkler arasında kuvvetli nüfuz sahibi olmuştu. Etrafında islâmiyet'e bütün samimiyetiyle bağlı olan yerli halk zümresi ile yarı göçebe köylüler toplanıyordu. İslâmî ilimlere vâkıf olan, Arapça ve Farsça bilen Ahmed Yesevî, çevresinde toplananlara İslâm'ın esaslarını, şeriat hükümlerini, tarikatının âdâb ve erkânını öğretmek gayesiyle sade bir dille ve halk edebiyatından alınma şekillerle hece vezninde manzumeler söylüyor, 'hikmet" adı verilen bu manzumeler, ayrıca dervişleri vasıtasıyla en uzak Türk topluluklarına kadar ulaştırılıyordu. Hikmetlerin muhtevası, Ahmed Yesevî'nin hayatı hakkında bazı bilgiler vermektedir. Ancak bunların tarihî hakikatlere ne derece uygun olduğunu tesbit etmek güçtür. Buna rağmen Yesevi'nin şiirlerinde yer alan bu bilgiler hayatına, tahsiline, süluk* ü ne. ulaştığı makam ve mertebelere dair bazı açıklamalar getirmesi bakımından oldukça değerlidir.

Rivayete göre. Ahmed Yesevi'nin on iki bini kendi yaşadığı muhitte, doksan dokuz bini de uzak ülkelerde bulunan müridleri ve geleneğe uygun olarak hayatta iken tayin ettiği pek çok halifesi bulunmaktaydı. İlk halifesi Arslan Baba'nın oğlu Mansur Atâ idi. Mansûr Atâ 1197 yılında vefat edince yerine oğlu Abdülmelik Atâ, Abdülmelik Atâ'nın vefatından sonra yerine oğlu Tâc Hâce, daha sonra da onun oğlu Zengî Atâ ir-şad mevkiine geçtiler. İkinci halifesi Hârizmli Saîd Atâ. üçüncü halifesi, Yesevî tarzındaki hikmetleri ve menkıbeleri ile Türkler arasında büyük bir şöhret ve nüfuz kazanan Süleyman Hakîm Atâ'dır. Hakîm Atâ Hârizmde yerleşip irşada başladı, 1186 yılında vefat edince Akkurgan'a defnedildi. Hakim Atâ'nın en meşhur müridi Zengî Atâ idi. Zengî Atâ'nın başlıca müridleri ise Uzun Hasan Atâ, Seyyid Atâ, Sadr Atâ ve Bedr Atâ'dır. Yeseviyye silsilesi bilhassa Seyyid Atâ ile Sadr Atâ'dan gelmektedir.

Mürşidi Şeyh Yûsuf el-Hemedâni gibi Ahmed Yesevî de Hanefi bir âlimdir. Kuvvetli bir medrese tahsili görmüş, din ilimleri yanında tasavvufu da iyice öğrenmiştir. Bununla beraber devrinin birçok din âlim ve mutasavvıfı gibi belli bir sahada kalmamış, inandıklarını ve öğrendiklerini çevresindeki yerli halka ve göçebe köylülere anlayabilecekleri bir dil ve alıştıkları şekillerle aktarmaya çalışmıştır. Bir mürşid ve ahlâkçı hüviyetiyle onlara şeriat hükümlerini, tasavvuf esaslarını, tarikatının âdâb ve erkânını öğretmeye çalışmak. İslâmiyet'i Türkler'e sevdirmek, Ehl-i sünnet akîdesini yaymak ve yerleştirmek başlıca gayesi olmuştur. Bu öğreticilik vasıfları sebebiyle hikmetleri, bazılarınca lirizmden uzak ve sanat endişesi taşımadan söylenmiş şiirler olarak kabul edilmiştir. İslâm şeriatına ve Hz. Peygamberin sünnetine sık sıkıya bağlı olan Ahmed Yesevî'nin şeriat ile tarikatı kolayca telif etmesi, Yesevîliğin Sünnî Türkler arasında süratle yayılıp yerleşmesinin daha sonra ortaya çıkan birçok tarikatlara tesir etmesinin başlıca sebebi olmuştur, Ahmed Yesevî edebî şahsiyetinden ziyade fikrî şahsiyetiyle, tarihî hayatından ziyade menkıbevî hayatıyla Orta Asya Türk dünyasının en büyük ismidir. Onun gibi geniş bir sahada ve asırlarca tesirini devam ettirebilmiş bir başka şahsiyet gösterebilmek mümkün değildir.

Eserleri. Divân-ı Hikmet'. Ahmed Yesevi'nin "hikmetlerini içine alan mecmuanın adıdır. Dîvân-ı Hikmet nüshalarının muhteva bakımından olduğu kadar dil bakımından da önemli farklılıklar arzetmesi, bunların farklı şahıslar tarafından değişik yerlerde meydana getirildiğini açıkça göstermektedir. Bir kısmı kaybolan veya zamanla değişikliğe uğrayan hikmetler derlenirken araya aynı ruh ve ifadedeki yeni hikmetler de ilâve edilmiş, böylece gittikçe aslından uzaklaşılmıştır. Kime ait olursa olsun bütün hikmetlerin temelinde Ahmed Yesevi'nin inanç ve düşünceleri, tarikatının esasları bulunmaktadır. Hikmetler Türkler arasında bir düşünce birliğinin teşekkül etmesi bakımından çok önemlidir.

Ahmed Yesevi'ye izafe edilen Fakrnâ-me ise Divan-ı Hikmet'in Taşkent {Hık-met-i Hazret-i Sultânü'l-ârifin Hâce Ahmed b. İbrahim b. Mahmûd İftihâr-ı Yesevi. (1312, s. 2-15} ve bazı Kazan baskılarında (meselâ, Sultân ü'l-ârifîn Hâce Ahmed b. ibrahim b. Mahmûd Iftihâr-ı Yesevî. 1311 s. 3-17) yer almaktadır. Müstakil bir risaleden çok Dîvân-ı Hikmet'in mensur bir mukaddimesi durumunda olan Fakrna-me'nin Dîvân-ı Hikmet yazmalarının hiçbirinde bulunmaması, Ahmed Yesevî tarafından kaleme alınmadığını, daha sonra Dîvân-ı Hikmet'i\ tertip edenler tarafından yazılıp esere dahil edildiğini göstermektedir. Fakrnâme, metnin dil hususiyetlerinin ele alındığı geniş bir incelemeyle birlikte Kemal Eraslan tarafından yayımlanmıştır (toed, XXII, s. 45-120).


BİBLİYOGRAFYA:

Ali Şîr Nevâi. Nesâyimül-mehabbe min şemâ-yimi'l-fütüuue [haz. Kemal Eraslan İstanbul 1979;
Köprülü. Türk Edebiyatı Tarihi;
a.mlf.. Araştırmalar; a.mlf.. İlk Mutasavvıflar;
a.mlf.. "Ahmed Yesevî", İA, I, 210-215; a.mlf., Ahmed Yesevî", UDMİ, II, 157-166;
Kemal Eraslan, Divân-ı Hikmetten Seçmeler. Ankara 1983;
a.mlf.. "Yesevî'nin Fakr-nâme'si", TDED. XXII 1977). s. 45-120:
a.mlf.. "Çagatay Edebiyatı*. İA, III, 270-323;
Banarlı. RTET. I. 276-281 ;
M. Kemal Özergin, "Dînî-Tasavvufi Edebiyatımızdan Divân-ı Hikmet", Nesil. sy. 45-46. İstanbul 1980. s. 8-12;
F. İz. "Ahmad Yasawi, El² (lng). I, 298-299.

KAYNAK : Kemal Eraslan / Türkiye Diyanet Vakfı Ansiklopedisi

_________________
"Bismillah dep beyan eyley hikmet aytıp
Taliblerge dürr ü gevher saçdım mena..."


Hazret-i Pîr-i Türkistan Hoca Ahmed Yesevî [ Qaddesallahu Teala Sırrahul-Azîz ]


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Hazret-i Pîr-i Türkistan Hoca Ahmed Yesevi
MesajGönderilme zamanı: 21.12.08, 12:56 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 21.12.08, 12:25
Mesajlar: 641
Hoca Ahmet Yesevi

Ahmet Dursun

http://www.koprudergisi.com/index.asp?B ... YaziNo=377

Pir-i Türkistan” diye anılan Ahmet Yesevi’nin tarihi şahsiyetine dair belge-ler azdır. Çoğu menkıbelere karışmış eldeki vesikalardan sağlam neticeler çıkarmak güç olmakla birlikte, Onun “Hikmet”lerinden, onunla ilgili menkıbelerden ve tarihi kaynaklardan çıkarılacak sonuçlar Yesevi’nin hayatı, şahsiyeti ve tesirleri hakkında bir fikir vermektedir.

Ahmet Yesevi hakkında bugüne kadar yapılmış en kapsamlı çalışma olarak, Fuad Köprülü’nün, “Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar” (1919) adlı eseri gösterilebilir. Ayrıca Kemal Eraslan tarafından yapılan “Divan-ı Hikmetten Seçmeler” (1983) adlı çalışma Yesevi’nin eseri hakkında önemli bilgiler vermektedir.

Ahmet Yesevi’nin hayatı

Mutasavvıf-şair olarak niteleyebileceğimiz Ahmet Yesevi, Orta Asya Türklerinin dini-tasavvufi hayatında geniş tesirler icra etmiştir. Yesevi’nin şöhreti sadece Türkistan’a münhasır kalmamış, Türklerin yaşadığı çok geniş sahalara yayılmıştır.

Ahmet Yesevi “hacegan” silsilesine (Sayram’da İmam Muhammed b. Ali neslinden gelenlere “hace” denildiği gibi, onlara bağlı olanlara da aynı isim veriliyordu) mensup olduğu için ona Hace (Hoca) Ahmet Yesevi de denilir.

Ahmet, XI. asrın ikinci yarısında, Batı Türkistan’da Sayram kasabasında doğdu. İspicab (İsficab) veya Akşehir olarak da bilinen, o sıralarda İslam kültürünün önemli bir merkezi olan bu kasabada Türkler ve İranlılar yaşamaktaydılar. Bazı kaynaklar da ise onun Yesi’de, bugünkü adıyla Türkistan’da doğduğu yazılıdır.

Ahmet’in babası, Sayram’ın tanınmış şahsiyetlerinden olan Şeyh İbrahim adlı bir zattır ve Hz. Ali soyundan geldiği kabul edilir. Şeyh İbrahim’in Gevher Şehnaz adlı kızından sonra ikinci çocuğu olarak dünyaya gelen Ahmet Yesevi, anne ve babasını küçük yaşlarda kaybedince ablasıyla birlikte Yesi’ye (Türkistan) gelir.

Ahmet Yesevi tahsiline Yesi’de başlar. Yesi’de o sıralar Arslan Baba adlı meşhur bir Türk şeyhinin bir tasavvuf ananesi mevcuttu. Küçük yaşlarda bir takım tecellilere mazhar olan Ahmet Yesevi, çevresindekilerin dikkatini çeker ve Arslan Baba’ya intisap ederek ondan feyiz almaya başlar. Menkıbelere göre daha küçük yaştan itibaren Hz. Hızır’ın delaletine mazhar olan Ahmet, yedi yaşında babasından yetim kalınca diğer manevi bir babasından—Şeyh Baba Arslan’dan—terbiye gördü. Hz. Peygam-berin (a.s.m.) işaretiyle ashabdan Şeyh Baba Arslan Sayram’a gelerek onu irşad etti. (Arslan Baba—menkıbeye göre—ashabın ileri gelenlerindendi. Meşhur bir rivayete göre dört yüz sene, diğer bir rivayete göre de yedi yüz sene yaşamıştı. Esasen Divan-ı Hikmet’te “sahabeler ulusu, hass-ı bende-i kird-gâr” olduğu bildirilen Arslan Baba’yı bir gün Hz. Peygamber (a.s.m.) yanına çağırarak ona bir hurma verir ve bu hurmayı “ümmetimin zübdesi” dediği Ahmet Yesevi’ye ulaştırmasını emrettikten sonra, Ahmet Yesevi’yi nasıl bulacağını söyleyerek onun terbiyesi ile meşgul olmasını ister. Bunun üzerine Arslan Baba Yesi’ye gelir ve üzerine aldığı vazifeyi yerine getirir.)

Arslan Baba’nın terbiyesiyle yüksek bir olgunluk seviyesine erişen Ahmet, yavaş yavaş etrafta şöhret kazanmaya başlar.

Arslan Baba’nın vefatından sonra Ahmet Yesevi önemli İslam merkezlerinden bir olan Buhara’ya gider. Burada devrin önde gelen alim ve mutasavvıflarından Şeyh Yusuf-el Hemedani’ye intisap ederek, onun irşad ve terbiyesi altına girer. Ahmet Yesevi, Yusuf Hemedani’nin vefatının ardından bir müddet Buhara’da kaldıktan sonra, Yesi’ye döner. Menkıbeler onun manevi bir işaretle yesi’ye geldiğinden ittifakla bahsederler. Ahmet Yesevi, vefatına kadar burada irşad faaliyetine devam eder.

Ahmet Yesevi’nin tasavvufi hüviyeti ve etkileri

Ahmet Yesevi’nin Türk tarihindeki ehemmiyeti yalnız birkaç cilt tasavvufi manzumeler yazmış eski bir şair olmasından değil, İslamiyet’in Türkler arasında yayılmaya başladığı asırlarda, onlar arasında ilk defa bir tasavvuf mesleği vücuda getirmesindendir.

Türkistan’da, Türklerin Müslümanlığı kabullerinin hemen ardından kitleleri İslam’a, özellikle tasavvufa ısındıran Yesevilik tevazu, sadelik ve fedakârlığın bir ocağı olarak karşımıza çıkmaktadır.

“Bir vakit namaz kılmayanın domuzdan farkı olmayacağı”nı söyleyecek kadar Kur’an ve Sünnete bağlı olan Ahmet Yesevi, halka hitaben basit bir Türkçe ile dile getirdiği hikmetleri ile güçlü bir saltanat kurmuştur.

Yaşar Nuri Öztürk’ün “Tasavvufun Ruhu ve Tarikatler” adlı eserinde bildirdiğine göre; Ahmet Yesevi, büyük mutasavvıf Yusuf Hemedani’nin ilim ve irfanından feyizlenerek yetişti. Hemeda-ni’nin mürşidi ve feyiz kaynağı ise, aynı zamanda Gazali’nin mürşidi olan Ebu Ali Farmadi’dir. Farmadi ise ünlü Risale yazarı Kuşayri’nin şakirdidir. Bütün bunlar Yeseviliğin temel fikir ve ruh kaynaklarının Gazali’nin eserinde kristalleşen Sünni tefekkür olduğunu bize göstermektedir.

Ahmet Yesevi, daha çocukluğundan beri Hz. Peygamber’in (s.a.v) hiçbir sünnetine bağlılıktan geri kalmamıştır. Ahmet Yesevi’nin, şiirlerinin toplandığı “Divan-ı Hikmet”inde bir çilehaneden bahsedilir. Ahmet Yesevi, Hz. Peygamber’in sünnetine öylesine bağlıdır ki, altmış üç yaşına gelir gelmez—Hz. Peygamber (s.a.v.) altmış üç yaşında vefat ettikleri için—tekkenin bir tarafında mezara benzeyen bir çilehane yaptırır ve altmış üç yaşında buraya girerek ölümü burada karşılar. Divan-ı Hikmette: “Bir yaşında ruhlar bana hisse verdi/İki yaşta peygamberler gelip gördü/Üç yaşımda kırklar gelip halimi sordu/O sebepten altmış üçte girdim yere” gibi dörtlüklerle anlatılan bu hadise, Ahmet Yesevi’nin sünnete bağlılık derecesini gösteren örneklerden biridir.

Ahmet Yesevi’nin tasavvufi dünyasını, menkıbelerin yanında onun “Divan-ı Hikmet” adıyla bir araya getirilen şiirlerinden öğrenmek mümkündür. Divandaki manzumelerin her biri “Hikmet” adıyla anılmıştır. Anadolu’daki ilahilere tekabül eden bu manzumeler gerek vezin gerekse dil bakımından İrani etki taşımamaktadır. Yaşar Nuri Öztürk, “Tasavvufun Ruhu ve Tarikatlar” adlı eserinde bunun, Köprü-lü’nün Ahmet Yesevi’nin İran etkisinde gelişip yetiştiği iddiasını geçersiz kılan unsurlardan biri olduğunu söyler. Ayrıca Yesevi’nin düşünce ve duyuşlarında da İranilik yoktur. Yaşar Nuri Öztürk aynı eserinde, Yesevilikte İran tesiri, Şiilik, değil açık bir biçimde, kırıntı halinde bile mevcut olmadığını söyler. Yeseviliğin ve kurucusunun fikir ve duygu kaynakları İran değil Arap kaynaklıdır. Ne Ahmet Yesevi’de ne de onun takipçilerinde hatta Hacı Bektaş Veli’de Şiilik yoktur.

Ahmet Yesevi mutasavvıf bir şairdir. Yesevi’nin Divanı’nda tasavvufi düşünce temaları rahatlıkla görülmektedir. Mevlana ve Yunusta hakim olan ilahi aşk, Yesevi’de aynen mevcuttur. Ahmet Yesevi’nin Divanı’nın taşıdığı başlıca özellikler ise şunlardır:

1. Yesevi Divan’ı ahlaki öğretiler içerir.

2. Sünni-Hanefi olan Ahmet Yesevi’nin eserinde Hz. Muhammed’in sünnetine bağlılık, düşüncesinin temelini oluşturur. Onun tasavvufi anlayışı Kur’an ve sünnete tamamıyla uygundur.

3. Divan-ı Hikmet’te ilahi aşkın her şeyin esası olduğu görüşü dikkat çeker.

Yaşar Nuri Öztürk aynı eserinde, ünlü bir Yesevi dervişi olan Hazini’nin, eseri “Cevahirü’l-Ebrar”da tarikatın esaslarını şöyle anlattığını zikreder: “Tevhid, şeriat ve sünnete bağlılık, riyazet ve mücahede, halvet ve zikir.” Ayrıca cemaatle namaz kılmak, seher vakitleri uyanık olmak, sürekli abdestli olmak, kendini her an Allah’ın huzurunda bilmek Yesevilerin devamlı uymak zorunda oldukları prensipler arasındadır.

Sülük silsilesi bakımından Hoca Ahmet Yesevi’ye mensup bulunan tarikatlar başlıca ikidir: Nakşilik ve Bektaşilik.

Nakşibendiliğin Ahmet Yesevi ile alakalı sayılması, tarikatın piri Hoca Bahaüddin Nakşibend lakabıyla tanınan Muhammed b. Muhammedü’l-Buhari’nin, Yesevi şeyhlerinden Kasam Şeyh ve Halil Ata ile bir müddet beraber bulunarak onlardan feyiz almasından dolayıdır.

Ahmet Yesevi’den gelen ikinci büyük tarikat ise Bektaşiliktir. Hacı Bektaş’ın Ahmet Yesevi’nin müridi olduğu şeklindeki rivayetlere ancak X. ve daha sonraki asırlarda yazılan Künhü’l-Ahbar ve Evliya Çelebi Seyahatnameleri gibi kitaplarda rastlanır. Bektaşi ananesi Hoca Ahmet Yesevi’ye dair menkabevi bir çok bilgi vermektedir. Bu da Hoca Ahmed’in Batı Türkleri üzerinde eskiden beri büyük nüfuz icra ettiğini göstermektedir.

Eserleri

Divan-ı Hikmet: İslami ilimlere vakıf olan, Arapça ve Farsça bilen Ahmet Yesevi, çevresinde toplananlara İslam’ın esaslarını, şeriat hükümlerini, tarikat adap ve gayesini öğretmek amacıyla, sade bir dille ve halk edebiyatından alınma şekillerle hece vezninde manzumeler söylüyor ve bunlara “Hikmet” adını veriyordu. “Divan-ı Hikmet”, Ahmet Yesevi’nin “Hikmet”lerini içine alan mecmuanın adıdır. Ahmet Yesevi’nin dervişleri vasıtasıyla en uzak Türk topluluklarına kadar ulaştırılan “Hikmet”ler, Türkler arasında bir düşünce birliğinin teşekkül etmesi bakımından önemlidir.

Fakrname: Bu eserin Ahmet Yesevi’ye ait olup olmadığı tartışmalı bir husustur. Eser müstakil bir risaleden çok, Divan-ı Hikmet’in mensur bir mukaddimesi durumundadır.

Kaynaklar

1. Kemal Eraslan, Divan-ı Hikmet’ten Seçmeler, Ankara 1983.
2. M. Fuad Köprülü, İslam Ansiklopedisi, “Ahmet Yesevi” Mad., I. Cilt, MEB Basımevi, İst. 1978.
3. Kemal Eraslan, İslam Ansiklopedisi, “Ahmet Yesevi” Mad., II. Cilt, TDV Yay., İst. 1989.
4. M. Fuat Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, TTK Basımevi, Ank. 1976.
5. Yaşar Nuri Öztürk, Tasavvufun Ruhu ve Tarikatlar, Sidre Yay., İst. 1988.


KÖPRÜ Dergisi
Bahar 98
[ 62. Sayı ]

_________________
"Bismillah dep beyan eyley hikmet aytıp
Taliblerge dürr ü gevher saçdım mena..."


Hazret-i Pîr-i Türkistan Hoca Ahmed Yesevî [ Qaddesallahu Teala Sırrahul-Azîz ]


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Hazret-i Pîr-i Türkistan Hoca Ahmed Yesevi
MesajGönderilme zamanı: 21.12.08, 13:17 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 21.12.08, 12:25
Mesajlar: 641
Bir Şiir Mecmuâsında Ahmed Yesevî

Prof. Dr. Hüseyin Ayan


Bugünkü bilgilerimize göre, Türklerin İslâmiyeti kabulünden sonra, birden bire iki büyük ve mükemmel edebî eserle karşılaşıyoruz:

1. Dîvânü Lügâti't-Türk
2. Kutadgu Bilig

Öteden beri vatanımız olarak bilinen Orta Asya, İslâmiyetin Türkler arasında yayılması ve İran'ın Arap-İslâm ordularına yenik düşmesi sayesinde Batı hududumuz bir sed olmaktan çıkmış, geniş İslâm dünyası haline gelmiştir. Daha XI. yüzyılın sonlarına doğru Anadolu, Türklerin idaresine girerek, Türk vatanının batı sınırı Ege kıyılarına dayanmıştır.
Bu kadar geniş bir coğrafyaya yayılan Türklerin Edebiyatı da haliyle bu geniş alanda teşekkül edecekti. İslâm öncesi kaynaklardan da izler taşıyan edebiyatımız, İslâmin tesiriyle Orta Asya'da gelişerek, Türklerin gidebildikleri yerlere kadar ulaşmış bulunuyordu.

Türk Divan şiirinin ilk örneğini veren Yusuf Has Hâcib (1019-1070'ten sonra)'in Kutadgu Bilig'i, İslâm medeniyeti tesiri altında vücûda getirilen, Türkçe'nin bilinen ilk ve en eski eseridir.

Aynı yıllarda yazılan Dîvanü Lügâti't-Türk (Kaşgarlı Mahmûd (466 H.-1072 M.), İslâm öncesinden gelen bazı örnekleri, İslâmî sahaya aktarmıştır. Her iki eserin de eğitim gayesi güttükleri ortadadır. Sanat ikinci plândadır.

On birinci yüzyıldan bu iki mühim eser bize ulaşırken XII. yüzyılda Orta Asya'da ilmî ve edebî hayat çok canlı olmasına rağmen, Batıda yerleşme devam etmektedir.

Yûsuf Hemedânî'nin üçüncü halifeliğini kabul eden Ahmed Yesevî (1083 ? - 1167 ?)'nin hayatı menkabelerle örülmüştür. O'nun gerçek hayatı ile menkabeleri, gerek Moğol istilâsından Batı'daki Türk yurtlarına kaçan tarikat mensubu dervişlerin (Alp erenlerin) dilinden varılan yerlerdeki Türk halkına ulaştırılmış ve canlı kalması sağlanmıştır. Ahmed Yesevî "hikmef'leri yeni Türk yurtlarında okunmuş ve ağızdan ağıza geçerek, yeşermeye çalışan Türk edebiyatının asıl dokusunu teşkil etmiştir.

Bilindiği gibi, Ahmed Yesevî'nin manzumelerine, hangi nazım şekliyle yazılırsa yazılsın "hikmet" adı verilmiştir. Bunun mânâsını açıklamaya gerek yoktur. Ancak hikmetsiz söz de kuru lâf kalabalığından ibarettir» Tekkelerde, tekke şeyhinin, daha geniş manâsıyla, m ü r ş i d'in sözlerinde bir hikmet görüp sezememek ise büyük gaflet sayılır.

İster Hoca Ahmed Yesevî tarafından, ister O'nun yolunda giden dervişler eliyle olsun, onun şiirlerine h i k m e t ve bunların bir araya getirildiği kitaba da "Dîvân-ı Hikmet" denmiştir. Daha sonraları ise bu tarzda yazılan şiirlere h i k m et adı verilegelmiştir.

Öyle anlaşılıyor ki, Ahmed Yesevî'nin hikmetleri, yüzyıllar boyunca, O'nun dervişleri tarafından büyük bir vecd içinde okunmuş, bestelenerek ilâhî şeklinde terennüm edilmiştir. Tekke mensubu olan şâirler, bu yolda benzeri manzumeler yazmışlar, geleneğe uyularak onların şiirlerine de h i k m e t denmiştir.

Alp erenler veya Horasan erleri ola'n şairler bu ekolü Anadolu'ya taşımışlar, XIII. yüzyılın sonlarında XIV. yüzyılın başlarında Sultan Veled, Yûnus Emre ve Âşık Paşa'ların yetişmesine müessir olmuşlardır. Kısa bir zaman içinde Yûnus'un pürüzsüz ve lirik şiirleri, Anadolu'daki Türk yurdunda Yûnus ekolünün oluşmasına yol açmıştır.

Edebiyat tarihimizin kaynakları zikredilirken önce şuarâ tezkireleri ve tarihler, arkasından da devrin şiir mecmualar (mecmûa-i eş'âr) ve cönklerden söz edilir. Hiç şüphesiz şiir mecmuaları, onu derleyenin ve derlendiği devrin şiir ve edebiyat zevkini ortaya koyması bakımından çok önemlidir. Kütüphanelerimiz şiir mecmuaları (mecmûa-i eş'âr) bakımından •oldukça zengindir. Bunların taranması, araştırılması ve günümüz okuyucusuna ulaştırılması, edebiyatımızın ve kültür tarihimizin geleceği bakımından büyük önem taşır. Bizim elimizin ulaşabildiği mecmuaların, yazıldıkları bölgeye göre de tasnifleri mümkün görülmektedir. Hele Orta Asya ve Anadolu'da derlenen şiir mecmualarının kıyaslanması da gereklidir. Bizim görebildiklerimiz kadarıyla, Orta Asya ve Anadolu'da kaleme alınan şiir mecmuaları, muhteva yönünden olduğu gibi dış yönüyle de farklılıklar arz etmektedir.

Böyle bir mecmua; ne zaman ve nereden gelerek bilinmemekle beraber, Konya'mızın Mevlânâ Müzesi'ne konmuştur

2460 numara ile kayıtlı bulunan bu mecmua, 21 x 13; 16,5 x 8,5 cm. ebadında ve 168 yapraktan ibarettir. Sahifelerdeki satır sayıları değişiktir. Meşin ciltli, sahife kenarları cedvelsiz; aralardan bazı yaprakları eksik, sonunda dört ve arada bazı yapraklar boş bırakılmıştır. Ketebe kaydı bulunmamaktadır. Yazı çeşidine bakarak, mecmuadaki şiirlerin aynı kişi tarafından istinsah edildiğini söyfemem mümkündür. Kağıt ve yazı, mecmuanın kaleme alındığı devirlerdeki Mâverâünnehir ve Türkistan karakteri taşımaktadır. MUHYİ (s. 182-195)'nin 14 ve CAMİ (veya HÂMİ)'nin 2 Farsça gazeli dışında bütün manzumeler Türkçe (Çağatay lehcesiyle)'dir.

Çağatay sahasında derlenmiş olan bu mecmuada ilk isim: Ahmed Yesevî'dir. Mecmua, Ahmed Yesevî'nin:

"Arif "âşık sohbetidin behre alğan
Hudâyığa yakın boldı bildim muna
Pîr-ı Kâmil mükemmelğe hizmet kılıp
İhlâs birle sır esrarın bildim muna

dörtlüğüyle gelişen hikmetiyle başlar (2 b; sonradan konan sahife rakamlarına göre ise 1).

Yesevî hikmetlerinden sonra ikinci isim: Hakîm Süleyman ATA (BAKIRGANİ)dır. Hemen hepsinin Ahmed YESEVİ'nin dervişi veya muakkibi olan diğer şâirlerin, bazılarının adlarına, bazılarının da hayat hikâyelerine ve edebî kişiliklerine Edebiyat tarihlerimizde veya şuarâ tezkirelerinde rastlanamamaktadır. (Prof. Dr. Kemal ERASLAN, Ahmed-i Yesevî, Dîvân-ı Hikmet'ten Seçmeler, Ankara, 1983, Başbakanlık Basımevi, s. 49'da bu mecmuadan faydalandığını söylemektedir.) Prof. Kemal ERASLAN eserinde bazılarının adlarını zikretmekle beraber, bu mecmuadaki şairlerin hayat hikâyeleri araştırılmalı ve edebiyatımızdaki yerleri belirlenmelidir.

Şiir mecmuasında, şiirlerinin sırasına göre: MEŞREB'in 3 gazel, 1 hikmet'i; UBEYDİ'nin bir gazel'i; İKANİ'nin 4 gazel'i; GÜLŞENİ'nin 2 muhammesi HÜDÂYİ'nin 1 gazel, 1 hikmeti; HÜYEYDA'nin 1 Muhammesi; KÂRÎ'nin 1 gazel, 1 mesnevisi; GARİB'in 1 hikmet'i; HAYALİ'nin 1 gazel'i; GEDAYİ'nin 1 gazel'i; ŞEMS-İ ÖZKENDİ'nin 1 gazel'i; KUL SEVDAYİ'nin 2 hikmet'i; ASİ'nin 1 mesnevisi, 2 hikmet'i (birisi: mevlid); TALİB'in 1 gazel'i; HAMİ (CAMİ)'nin 2 Farsça gazeli; UMURİ'nin 1 gazel'i; MUHLİS'in 1 mesnevi, 5 muhammes, 1 müseddes, 1 müsemmen'i; HAZRET KULI (SEYYİD KULI)'nın 2 mesnevi, 2 hikmet'i; ZÜLALİ'nin 1 mesnevisi; RÜSTEMİ'nin tercî-i bend olarak yazdığı bir sâkî-nâmesi; AZİM'in 7 gazeli; CÜRMİ'nin 1 gazeli, YUSUF'un 1 gazeli, "ŞEMS (ŞEMS-İ KEMİNE, ŞEMS-İ ASİ)'in 3 hikmeti ve MUHYİ'nin 14 FARSÇA gazeli bulunmaktadır.

Bu mecmuada Ali Şîr NEVAYİ'nin üç tane gazeli de yer almaktadır. Adlarını saydığım ve mecmuada şiirleri bulunan şairler içinde, şuarâ tezkirelerinden çağrışım yapan ve kulağımıza yabancı gelmeyenler de vardır. Lâkin araştırıldığı takdirde, bunların adları veya mahlaslarını bildiğimiz kişilerle ilgisi ya hiç kurulamamakta veya yeni bir edebî kişilikle karşı karşıya olduğumuzun şüphesi içine düşülmektedir. Bu bakımdan da mecmua ayrı bir değer taşımaktadır.

2460 numaralı mecmuada, Ahmed YESEVİ'nin, en kısası 5, en uzunu da 32 bend'den müşekkil olan 14 tane "Hikmef'i bulunmaktadır. Bunlar, hakkıyla mecmuanın baş tarafına alınmıştır. Zaten bu neviden mecmualarda, asırlara göre, öncekiler daima baş alınmaktadır. Burada da öyle yapılmıştır. O, XII. yüzyılda edebiyatımızın en üstün siması; hem Yesevîliğin kurucusu oluşundan hem de kendisinin yüzyıllar içinde asla azalmayan şöhretinden dolayı daima ön safha yer almıştır.

Hakim Süleyman ATA'nın, hemen Ahmed Yesevî'nin arkasından yer alması da sebepsiz değildir. Zira Hakim Süleyman ATA, Ahmed Yesevî'nin en önemli halifesidir. Yaşadığı yıllarda ve daha sonraları Türkistan ve Kuzey Türk illerinde eksilmeyen bir şöhret yapmıştır. Şiirleri ve eserleri defalarca basılmış ve elden ele dolaşmıştır. Bu mecmuada onun 7 tane gazeline "Hikmet" başlığı konmuştur. Ama Ahmed Yesevî'nin hikmetleri tarzında yazdığr ayrıca iki hikmet vardır ki bunlardan birisi 29 bend'dir.

Mevlânâ Müzesi'ndeki 2460 numaralı bu mecmuada 98 manzume bulunmaktadır. Hemen hepsi Ahmed YESEVİ'nin "hikmef'leri ile, muhteva yönünden yakınlık içindedirler. İçlerinde nazım şekli olarak, GAZEL, MUHAMMES, MÜSEDDES, TERCİ-İ BEND, MESNEVİ'ler görülüyor. Şöyle bir dökümü yapılınca, bazı şairlerin (Meşreb, Hudâyî, Garîb, Zülâlî'nin birer tane; Kul Sevdâyî, Âsî ve Hazret Kulu'nun ikişer tane; Şems (Şems-i Kemine, Şems-i Âsî)nin ise üçer tane murabbaı yani "hikmef'i ele geçmektedir. Nazım şekline bakılmaksızın, başlarına "HİKMET" kaydı düşülen bu şiirlerin 36 tanesi murabba olup 15 şair tarafından yazılmışlardır. Bunlardan 14 tanesi Hoca Ahmet YESEVİ'ye ait olup, bazıları "Dîvan-ı Hikmef'lerde de bulunmamaktadır. Mecmua bu bakımdan da önemlidir.

Manzumelerin nevilerine gelince, içlerinde mevlid, na'at, nübüvvet, menakıb, hikâye ve kıssa, vasıyyet-nâme ve sâkî-nâmeler görmekteyiz.

Benden önce bildirisini okuyan eşim Doç. Dr. Gönül AYAN, Yesevî tesirinde yazıldığını iddia ettiği iki tane Yûsuf u Züleyhâ hikâyesinden bahsetti. Yesevî'nin, İslâmiyyetten önceki nazım şeklimizi, kendisinden sonra geleceklere aktarmayı başardığı "hikmet"; Türk şairlerinin, uzun konuları, hikâyeleri yazabilmek için ellerinde mesnevi nazım şekli bulunduğu halde, şüphesiz O'nun tesiriyle, Yûsuf u Züleyhâ kıssasını ve hattâ Mevlid konusunu işlediklerini görüyoruz. Bu mecmuada, şimdiye kadar bir başka örneğini göremediğim, dörtlüklerla yazılmış (83 bend) çok güzel bir M E V L İ D de vardır.

Yukarıda sözünü ettiğimiz ASİ mahlasını kullanan bir şaire ait olduğu sandığımız bu MEVLİD, Ahmed YESEVİ tesirinde yazılmış ve Türk edebiyatında benzeri bulunmayan bir manzumedir. Konuyu, eldeki mevlid'lerden özellikle Süleyman ÇELEBİ'nin Vesîletü'n-Necât'ından farklı bir şekilde ele almıştır. Hoca Ahmed Yesevî tesiri hemen hissedilmektedir. Bu mevlidin yazarının aynı mecmuada 37 beyitten ibaret olan ve Hz. Peygamberi öğen bir mesnevisi de bulunmaktadır.

Zâten Ahmed Yesevî'nin manzumeleri hangi nazım şekliyle yazılmış olursa olsun, "Hikmet" adını almıştır. Bu mecmua da aynı geleneği yaşatmaktadır. Yesevi hikmetleri 30 bendi geçmezken, ASİ'nin Mevlid'i 83 bende kadar uzamış ve Hz. Peygamber'in doğumuna tekaddüm eden ve doğum esnasındaki harikuladelikleri dile getirmiştir.
Ahmed YESEVİ de hikmetleriyle yazılması zor konuları, denemiştir. Örnek olarak: Mi'râc Hikâyesi (Hikâyet-i Mi'râc) böyledir. Mi'râc hâdisesinde, pek çok şâirimizin mesnevi ile izah edemeyip yer yer nesre başvurdukları kısımlar vardır. Örnek olarak: bizim İlahiyat Fakültesi Dergisi'nde yayınladığımız Abdülbâkî Ar Efendi'nin mi'râciyyesi (İlahiyat Fakültesi Dergisi: Yıl: 1986, Sayı: 2, Sarnfe: 1-11) böyledir.

Prof. Dr. Kemal ERASLAN, Divan-ı Hikmet'ten yayımladığı seçmelerinde, Hikâyet-i Mi'râc'ı 28 kıt'a olarak tesbit ettiği halde Taşkend (Ahmed Yessevi Hikmetler, Yengi yol kitap fabrikası, Yengi yol şehri. 1991, s. 208-211.) baskısı bir azaltarak 27'ye indirmiştir. Bu mecmuada ise 32 kıt'a olarak yer almaktadır. Bu fazlalığın nereden geldiği araştırılabilir.
Mevlânâ Müzesinde, Ahmed Yesevî hikmetlerini ihtiva eden ikinci bir mecmua daha bulunmaktadır (2583 numaralı bir mecmuanın 99b-145b yapraklan Yesevî hikmetlerine ayrılmıştır). Her ikisi de Yesevî hazretlerini ve asırlar içinde ulaştığı tesir sahasını anlamamız bakımından son derece önemlidir. Yesevî'yi günümüze taşıyan unsurların başında YESEVİLİK tarikati gelmektedir. Yesevîliği XIII. yüzyıldan itibaren Anadolu'ya geçmesi, Hacı Bektaş-ı Velî ve Sarı Saltuk gibi dervişler ve muakkıbler bulması Bektaşîlik ve Nakşibendîlik üzerinde müessir olması da asla unutulmamalıdır.


Türkiyat Araştırmaları Dergisi Sayı: 3, Konya 1997, s. 79-84

_________________
"Bismillah dep beyan eyley hikmet aytıp
Taliblerge dürr ü gevher saçdım mena..."


Hazret-i Pîr-i Türkistan Hoca Ahmed Yesevî [ Qaddesallahu Teala Sırrahul-Azîz ]


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Hazret-i Pîr-i Türkistan Hoca Ahmed Yesevi
MesajGönderilme zamanı: 21.12.08, 13:17 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 21.12.08, 12:25
Mesajlar: 641
El-Cezire'nin Ahmed Yesevi hakkındaki -arabic- haberi:

Ahmed Yesevi türbesinden görüntüler:

http://www.youtube.com/watch?v=gOrM3I5e ... re=related


***

Ahmed Yesevi Belgeseli'nde Yesevi Zikri

Belgesel dili Fransızca ancak cok guzel görüntüler var. Anlaşılmasa da izlenmege değer.

Özellikle 5. dakikadan sonra zikir sahnelerindeki Türkistan'ın genç yesevi dervişlerini izlemelisiniz.

Komunizmin karanlık günleri dahi zikrullahı unutturamamış.

http://www.youtube.com/watch?v=AWbFHnzi5FI

_________________
"Bismillah dep beyan eyley hikmet aytıp
Taliblerge dürr ü gevher saçdım mena..."


Hazret-i Pîr-i Türkistan Hoca Ahmed Yesevî [ Qaddesallahu Teala Sırrahul-Azîz ]


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Hazret-i Pîr-i Türkistan Hoca Ahmed Yesevi
MesajGönderilme zamanı: 09.01.09, 11:34 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 14.12.08, 12:14
Mesajlar: 1108
deha yazdı:
Yesevi Gibi

Halvetine düşsem Yesevi gibi,
Azrail gelmeden bedenim diri...
Temizlemeden son manevi kiri,
Hayalimle yaşar, ebedi cennet…

Ölümden ürpermek dinsizin işi,
Dünyaya "yurt" demek şeytanın eşi!
Cennet sandıkları maddedir leşi,
Bir gülüş yaşatır, dönüşsüz cinnet…

Toprağa bulanır beden çürümez,
Akıl iflas eder bunu göremez,
Dünya gözü ile tene süremez,
Bu ihanet midir yoksa acziyet ?!...

Kumarbaz elinde döner zarında,
Işık asla görmez yanar nârında!
Aş alınterinde bilek kârında,
Kuldan istedikçe duyarsın minnet!

"Keskin sirke" derler "küpüne zarar",
Onarılmaz halde bir anda azar!
Kıyamet derler ya anlıktır karar,
Ahdine kavuşmak adına sabret!

Yol görür binlerce, hayır birinde!
Anlık zevkler taze, izler derinde!
Son nefeste pişman, ecel terinde
Bir ömür faydasız bulunmaz cihet…

Gönül derler safi, durulmaz fani,
Tövbe eder yine, günahkâr sahi!
Vaadlerden başka, ne elde hani?
Yalnızlık şerbeti dildeki niyet…

Neyin sahibiyiz “Ben” mi azamet?
Düşünmesi bile olunca zahmet!
Yaşamakta değil onca keramet,
Sınavdır aslında, her şey emanet…

Makam, mevki, şan; aranılan kan!
Menfaat dorukta, şehvetine kan!
Kul hakkı da neymiş, her an oyalan
Sonsuz hayat olur, asıl sefalet!

Kan pıhtısı balçık derken toprakta,
İnsan yürümekte sudan çanakta!
Rahimde ruh oldu, öldü konakta!
Her nefsin yaptığı, ödedi diyet…

Halvetine girsem Yesevi gibi,
Azrail gelmeden bedenim diri...
Temizlemeden son manevi kiri,
Hayalimde yaşar, ebedi cennet…

Saffet Kuramaz



Gönlüne bereket; üzerine himmet...

_________________
" Hayrlar feth olsun ; şerler def olsun !..."


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: CUMÂ NAMAZINI NEREDE KILDI?
MesajGönderilme zamanı: 11.02.09, 22:06 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 17.12.08, 16:48
Mesajlar: 237
CUMÂ NAMAZINI NEREDE KILDI?

Zamânın hükümdârı Kazan Han, Ahmed Yesevî hazretlerinin çilehânede Cumâ namazını nerede kıldığını merak edip, talebelerinin en ileri gelenlerinden Muhammed Dânişmend'i ona gönderip sordu. Bu sırada müezzinler Cumâ namazı için ezân okuyorlardı. Talebe, Hâce'nin huzûruna vardığında henüz bir şey söylemeden, "Gel elimden tut! Cumâ namazına, bugün seninle berâber gidelim." buyurdu. Talebe; "Peki efendim" deyip hocasının elinden tuttu. O anda kendilerini, büyük bir câmi içinde saflar arasında oturuyor gördü. Talebe, namazdan sonra hocasını ne kadar aradıysa bulamadı. Câminin kayyımı, talebenin bu telâşlı hâlini görünce ona; "Ey derviş! Burası Mısır'dır ve bu câmi Câmi-i Ezher'dir. Senin hocan, nice zamandır Cumâ namazlarını burada kılar." dedi. Talebe bir hafta orada kaldı. Ertesi Cumâ namazında hocası ile buluşup, namazdan sonra bir anda Yesi'ye geldiler. Hâce hazretleri, talebesine gördüklerini gidip Kazan Hana anlatmasını söyledi. Talebe, Kazan Hanın yanına gelip başından geçenleri bir bir anlattı. Kazan Han ve orada bulunanlar, Hâce hazretlerinin bu kerâmeti karşısında bir şey diyemediler. Onun büyüklüğünü, üstünlüğünü daha iyi anladılar.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: HAZRET-İ TÜRKİSTAN AHMED YESEVÎ
MesajGönderilme zamanı: 14.03.09, 17:20 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 17.12.08, 16:48
Mesajlar: 237
HAZRET-İ TÜRKİSTAN AHMED YESEVÎ

AHMED YESEVÎ'NİN KERAMETLERİ, KAŞGAR'DAN MOSTAR'A KADAR UZANAN GENİŞ BîR COĞRAFYANIN KÜLTÜR iKLİMİNDE YAYILIP NAKLEDİLMİŞTİR

Dr. HAYATİ BİCE

Hoca Ahmed Yesevî, bütün Türk yurtlarının manevî hayatında asırlardır tasarrufu devam eden ve 'Pir-i Türkistan', 'Hazret-i Türkistan' namları ile anılan bir mürşid-i kâmildir. Sûfî bir şair ve tasavvufta içtihad sahibi bir mürşid olarak kendi adıyla anılan Yeseviyye tarikatının esaslarını belirlemiş ve bugünün dünyasında yaygın olarak yaşatılan Nakşibendiyye geleneği ile Kübreviyye, Çiştiyye gibi k^men etkinliği azalmış tasavvufi yolları da çeşitli şekillerde etkilemiştir. Ahmed Yesevinin, Ahmed Yesevî'ye atfedilen menkıbelerde yaşayan kerametleri, Kaşgar'dan Mostar'a kadar uzanan geniş bir coğrafyanın kültür ikliminde yayılıp nakledilmiştir. Kazakistan'ın, tarihî ismi Yesi olan, ancak Sovyet döneminde Türkistan adı verilen şehrinde yer alan türbesi, bugün de 'tüm Türkistan'ın manevî merkezi' olarak değerlendirilmektedir.

Ahmed YeseVî, Batı Türkistan'da, bugünkü Kazakistan Cumhuriyeti'nin Çimkent iline bağlı Sayram kasabasında dünyaya gelmiştir. Kendisi, iki ayrı hikmetinde doğum yeri olarak Türkistan'ı bildirmektedir. Ahmed Yesevî'nin altı yaşlarında küçük bir çocuk olarak gelip, hayatının önemli bir kısmını geçirdigi ve ünlü Türk destanının kahramanı Oğuz Han'ın idare merkezi olduğu bilinen Yesi (Türkistan) kenti, asırlar içerisinde Yesevi adı ile özdeşleşmiştir. Doğum yılı kesin olarak bilinmemekle birlikle, yetmişüç yıl yaşadığı ve 1166 yılında öldüğü şeklindeki bilgiler gözönüne alındığında miladî 1093 tarihi doğum yılı olarak edilebilir.

Her ikisi de Sayram'da medfun seçkin kişiler olan babası İbrahim Şeyh, annesi Musa Şeyh adlı bir velinin kızı Ayşe rasaç) Ana'dır. Kaynaklar; babası İbrahim Şeyh'in, Hazret-i Ali'nin oğullarından Muhammedü'l-Hanefi'nin neslinden geldiğini kaydetmektedir.

YESEVİ'İN MANEVÎ EGİTİMİ

Ahmed Yesevî doğduğu sırada, Ottar-Yesevi civarından Sayram'a kadar ki bölgede, Arslan Baba adlı bir mürşidin temsil yaydığı bir tasavvuf ekolü etkini Ahmed Yesevi, ilk egitimini kendisi daha çocukken vefat eden babası ibrahim Şeyh'den ve Sayram'ın önde geler Şehabeddin İsficabî'den almıştır. Babası İbrahim Şeyh'in vefatı sonrasında geldiği Yesi'de, menkıbeye göre, ilk kerameti bulduğu Arslan Baba, Ahmed Yesevi'nin hem mürşidi hem de manevî babası olmuştur, Arslan Baba'nın, torununlarından

Zengi Ata'nın (bu soy kütüğü verileri ile sabittir), boyu ve koyu deri rengi ile bölge insanlarından belirgin şekilde farklı göründüğünü yazan kaynaklar, Arslan Baba'nın "karaderili bir arab" (zenci) olduğuna işaret eder.

Ahmed Yesevî ile Arslan Baba'nın karşılaşmasını dile getiren rivayete göre, Arslan Baba'nın Yesi'ye gelerek daha küçük bir çocuk olan Ahmed'i bulması ve Hz. Muhammed (s.a.v.)'in emanet ettigi hurmayı Ahmed'e vermesi, terbiyesiyle meşgul olup irşad etmesi, Hz, Peygamber (s.a.v.)'in manevî bir işaretine dayanıyordu.

Arslan Baba, menkıbelerde efsanevî bir kimlikle karşımıza çıkarken, Yesi yakınlarında bulunan tarihî Otrar şehrinde adına yapılmış bir türbenin mevcudiyeti ve tarihî kaynaklarda soyundan yetişen Mansur Ata, Zengi Ata gibi mürşid-i kâmillere ilişkin veriler, Arslan Baba'nın tarihen varlığının delilidir.

Arslan Baba'nın terbiye ve irşadı ile Ahmed kısa zamanda mertebeler aşar, gençliğinde artık şöhreti Yesi dışında da yayılmaya başlar.

Ahmed Yesevî, Arslan Baba'nm vefatından bir süre sonra, daha önceden verdiği işarete uyarak o zaman için Türkistan'ın en önemli İslâm merkezi olan Maveraünnehir'e gider. Ahmed Yesevî, Semerkand'da devrin önde gelen âlim ve mutasavvıfı Şeyh Yusuf Hemedanî'ye intisab ederek O'nun irşad ve terbiyesi altma girer. Hikmetlerinden çıkardığımız bir hükümle, bu sırada Ahmed Yesevî yirmiyedi yaşında olmalıdır.

Yusuf Hemedanî'nin hayatını dile getiren ve Abdulhalık Gücdüvani tarafından kaleme alınan risalede, Yesevî ve Nakşî yallarının kavşak noktası olan Yusuf Hemedanî'nin temsil ettiği tasavvuf ekolünün esasları belirtilmiştir. Yusuf Hemedanî; Merv, Buhara, Herat, Semerkand gibi Türkistan kentlerini dolaşarak halkı irşad ederdi. Muhtemeldir ki bu irşad yolculuklarında, Ahmed Yesevî de şeyhi ile birlikte Türkistan'ın çeşitli kentlerim dolaşmıştır. Devrin Selçuklu Ham Sultan Sencer, Yusuf Hemedanî'ye bağlılığını her vesileyle göstermiştir. Bu bağlılık ölümle bile sona ermemiştir; bugün hem Sultan Sencer'in türbesi hem de Yusuf Hemedanî'nin kabri, hâlen Türkmenistan sınırları içinde kalan Merv şehrindedir.

Zahir ve batın ilimlerini tekmil eden Ahmed Yesevî, irşad mevkiinin üçüncü sahibi olacak şekilde mürşidinin üçüncü halifeliğine yükselir. Ahmed Yesevî, mürşidi Yusuf Hemedanî'nin ölümünden sonra dergâhın sorumluluğunu üstlenen üçüncü halef olarak bir süre Buhara'da hizmete devam eder. Yesevî; Buhara sûfîlerine bir süre rehberlikten sonra, şeyhi Yusuf Hemedanî'nin vaktiyle verdiği bir öğüde uyarak irşad makamını dördüncü halife olan Nakşibendiyye tarikatının yıldız isimlerinden Abdülhalık Gücdüvani'ye bırakarak Yesi'ye döner ve vefat tarihi 1116 yüına kadar irşad faaliyetini Yesi merkezli olarak sürdürür.

Çok yaygın olan bir rivayete göre Ahmed Yesevî, Hz. Rasulullah (s,a,v,)'in sünnetine bağlılığı sebebiyle altmış üç yaşına geldiğinde Yesi'deki dergahının avlusuna açılan bir merdiven ve buna bağlı bir dehlizle ulaşılan, halvethâne olarak kullandığı bir yeraltı mescidi inşa ettirmiş ve vefatına kadar bu mescidde ibadet ve riyazet ile meşgul olmuştur. Ahmed Yesevî, hikmetlerinin bir çoğunda bu uzlete çekilmesinin sebebi olarak, Hz. Muhammed (s.a.v.)'ın altmış üç yaşında vefat ederek yer altına girişini ve bu yüzden kendisinin de yer üstünde Hz. Rasulullah (s.a.v.)'den daha fazla gezmekten hayâ etmesini göstermektedir. "Divân-ı Hikmetle Ahmed Yesevî'nin yer altında uzlete çekilişini ve uzlet hayatı esnasmda yaşadığı manevî hâlleri anlatan hikmetler önemli bir hacme sahiptir.

Divân-ı Hikmet'ten anlaşıldığına göre hikmetlerinin büyük bir kısmı da ilahî ilham ile bu yeraltı uzlet mekanında, Ahmed Yesevî'nin dilinden dökülmüş ve yanındaki dervişler tarafından yazıya geçirilmiştir. Çevresinde İslâm ile yeni tanışmış, samimiyetle bağlandıkları yeni dinlerinin esaslarını pek de iyi bilmeyen saf inançlı Türkler toplandığından, Ahmed Yesevî, Arapça'ya ve Fars edebiyatına hakim olmasına rağmen, çilehânesinde, etrafına halkalanan bozkır Türklerine onların kolayca anlayabilecekleri Türk dili ile hitap etmiştir. Yesevî dervişleri vasıtasıyla en uzak Türk obalarına kadar ulaştırılan bu "Yesevî Hikmetleri", Türkler arasında bir düşünce ve iman birliğinin teşekkül etmesine hizmet etmesi bakımından çok önemlidir. Yesevî'nin, şeriatın zahiri ahkâmına ve Hz. Rasulullah (s.a.v,)'a ne kadar gönülden bağlı olduğu hikmetlerinde açıkça görülmektedir. Yesevînin Rasulullah (s.a.v.)'m sünnetine riayet konusunda gösterdiği titizlik, hikmetlerinin tematik analizi ile kolayca anlaşılabilir.

Yesevî'nin yer altındaki uzlet hayatının ne kadar sürdüğü belli değildir; fakat vefat tarihi olarak kabul edilen 1116 yılına kadar yaklaşık on yıl süreyle ahiret ehli biri gibi yeraltındaki çilehânesinde yaşadığı ve Cuma namazlarını kılmak gibi zorunluluklar dışında neredeyse aralıksız olarak halvette kaldığı tahmin olunmaktadır, Ancak şuna bilhassa dikkat edilmelidir ki, bu halvete çekiliş 'dünyayı terk' eden sûfînin kendisini 'pasif bir hayata mahkum etmesi' olmadığı gibi, o yer altı hücresinde gözetime alınarak yetiştirilen dervişler vasıtasıyla dünyanın dört bir bucağında hayata en etkin şekilde müdahaleyi içermektedir.

Ahmed Yesevi'nin yer altında bu uzun süreli halvetleri yaşadığı hücresinin kalıntıları bugün de muhafaza edilmekte ve teberrüken ziyarete açık tutulmaktadır.

YESEVİ'NİN ÎRŞAD UFUKLARI

Ahmed Yesevinin günümüz dünyasında bile etkin olan irşadı, eseri Divân-ı Hikmet üzerinden ve yetiştirerek dünyanın dört bir yanında irşad ile vazifelendirdiği halifeleri vasıtasıyla, iki kaynaktan yürümüştür. Rivayetlere göre, Ahmed Yesevî dergahında yetiştirildikten sonra Hind kıtasından İdil boylarına, Çin seddinden Tuna kenarlarına kadar uzanan geniş bir coğrafyaya tebliğ ve irşad göreviyle gönderilen dervişlerinin sayısı doksandokuzbindir. Bu doksandokuzbin rakamı, sayı olarak tam tamına olmasa bile 'önemli bir çokluk' ifade etmesi yönünden Yesevî irşadının büyüklüğünü işaret eder.

Dîvân-ı Hikmet, önceleri yazma nüshâlâr şeklinde, daha sonralan ise basma tekniği ile çoğaltılmıştır. Bilindiği kadarıyla geçen ikiyüz yıl içinde, onyedi kez Taşkent'te, dokuz kez İstanbul'da, beş kez Kazan'da ve birer kere de Buhara ve Kagan'da matbu olarak yayınlanmıştır.

Türkiye'de "Dîvân-ı Hikmet'ten Seçmeler" adı ile yetmiş hikmetten müteşekkil ve Prof Dr. Kemal Eraslan tarafından hazırlanan bir eser, T.C. Kültür Bakanlığı tarafından iki kez basılmıştır. Bu satırların yazarı tarafından hazırlanan ve Türkiye Diyanet Vakfı tarafından yayınlanan Dîvân-ı Hikmet'te ise yüzkırkdört hikmet ile bir de münacaat yer almaktadır,

Sovyetler Birliği'nin dağılmasmdan sonra ortaya çıkan yeni imkanlar, Türk Cumhuriyetleri'nde de Yesevî'nin ölümsüz eseri Dîvân-ı Hikmet'in yeniden gün ışığına çıkmasını sağlamıştır. Özbekistan'da, Dîvân-ı Hikmet'in Kiril harfli iki yeni baskısı yapılmıştır. Kazan baskışı esas alınarak Rasul Muhammed Aşurbayoğlu tarafından hazırlanan ve 1992'de Taşkent'te Kiril harfleri ile neşredilen Dîvân-ı Hikmet kitabının baskı adedi tam beşyüzbindir.

Dîvân-ı Hikmet, yine 1992 yılında Türkmenistan'da "Medine'de Muhammed, Türkistan'da Hoca Ahmed" adı ile ellibin adet olarak basılmıştır. Son olarak hikmetlerden bir kısmını içeren ve "Akıl Kitabı" adı ile basılan bir yayın da Kazakistan'da 1994 yılmda yirmibin tirajla yayınlanmıştır.

YESEVÎLIK YOLU VE "ZiKR-İ ERRE"
Yusuf Hemedanî'nin esaslarını belirleyip Ahmed Yesevi'ye aktardığı sûfi tatbikatının ana kurallarını hikmetlerden çıkartmak mümkündür. Yesevî'ye halef olan ünlü Nakşibendiyye mürşidi Abdü'l Hâlık Gücdüvâni'nin tasavvufî literatürde çok iyi bilinen ve onbir madde hâlinde esaslannı kaydettiği tasavvuf uygulamaları, bir yerde Yeseviyye yolunun da çerçevesini çizer. Hikmetlerde, Yesevî yolunun esasları, şeriatın zahirine titizlikle riayet ile farz ve vacip olan ibadetlere devam; tek başına ve cemaat ile uygulanan zikrullah ile ruhun feyz ile güçlendirilmesi olarak anlatılır. Yeseviyye yolunda bütün tasavvufî ekollerde oldugu gibi çok önemli bir konumu olan mürşidin gözetiminde yapılacak halvet uygulumaları ve yapılan riyazetler yoluyla nefsin kontrol altına alınarak nefs mertebelerinde ilerlenilmesi "cennet ile müjdelenen nefs-i mutmainne" makamına ulaşılması; en nihayetinde kendisinden "razı olunan" bir kul olarak Hakk Teala'dan "razı olunan" bir kul olarak aslî safiyyetine erilmesi hedeflenir.

Türkistan tasavvufunda; insanları en çarpıcı, en şiddetli şekilde cezbeden zikir meclisleri, Yesevî dervişlerince icra edilmiş ve edilmektedir. Bu konuda, gerek tarih boyu ve gerekse günümüzde katıldıkları Yesevî zikri meclislerini kaleme alan, kaydeden yazar, araştırmacı, meraklı vb. birçok kişi mevcuttur,

"Zikr-i erre" adı ile bilinen Yesevî zikrinin hararetli tesirinden etkilenen insanlar arasında Ubeydullah Ahrar gibi, Türkistan Nakşibendî ekolünün zirve isimlerinden birisinin de olduğunu Reşahat adlı tasavvuf klasiğinden biliyoruz. Yazılı olarak nakledildiğine göre Hoca Ahrar, kendisini ziyaret eden muasırı Yesevî şeyhi îkanî'den bir miktar 'zikr-i erre' çekmelerini rica eder. Bu rica üzerine oluşturulan meclisteki cezbe harareti o denli yüksek perdelere, o denli ateşin bir düzeye ulaşır ki, bizzat Ahrar, "tamam tamam" diyerek zikrin sonlandırılmasını ister.

19. yüzyılda Türkistan'a giden seyyah Schuler de, "Türkistan Seyahatnamesi" adlı eserinde Taşkent'te şahidi olduğu bir Yesevî zikrini ve bu zikrin denişleri nasıl etkilediğini tüm ayrıntıları ile dile getirmektedir.

Testere zikri, bıçkı zikri gibi isimler de verilen ''Erre Zikri" temelde "Ya Hayy-Ya Hû" esmaının cehri olarak nefes alışveriş ritmine uyarlanarak tekrarına dayanır.

Yesevî zikir meclislerinin olağanüstü cazibesi; "Erre zikri" kadar zikre eşlik ederek hikmet okuyan hikmethan ve korosu diye bileceğimiz dervişlerin hikmet kıtalarını dördüncü mısralarını toplu olarak eşlik ederek okuduğu hikmetler ile ilgilidir. ("Erre zikrinin icra tarzını küçük bir örneğini görmek ve tesiri hakkında fikir sahibi olmak isteyen okur için, İstanbul Cerrahi Asitanesinde, Muzaffer Ozak himmeti ile canlandırılan ve günümüze kadar intikal eden cehri zikir meclisindeki "el-Hayy" esmamın nefesin bir cüzü halinde icraını ve bir süre sonra nefes verirken çıkan sesin "Hu" esmaına dönüşümünü izlemek ve bu zikre katılmak bir nebze de olsa fikir verebilecektir.)

Sovyet döneminde, her türlü dine ve özellikle İslâm'a karşı uygulanan baskı politikası yıllarında "zikir meclislerinin erkek hikmethanları" birer birer ortadan kaldınlırken "hikmethanlık bayrağı"nı komünist rejim karşısınında biraz daha korunaklı pozisyonda olan kadın Yesevi dervişleri yükseltmişlerdi. Bugün yeniden, "Yesevîhanlık" da denilen hikmet okuma geleneğinin Türkistan'da canlanışına; zikr-i erre meclislerinin Türkistan bozkırlarında ihyaına şahid olunmaktadır.

Harezm'den Doğu Türkistan'a tüm Türk yurtlarında Yesevî hikmetleri tarih içinde olduğu gibi dilden dile, meclisden meclise dolaşır olmuştur; tabii bu hikmetlere yüklü Yesevî ruhaniyeti de dalga dalga yakıldığı gönülleri ısındırmakta; yeni tecellilere uyandırmaktadır.

Kaynak: Mostar Dergisi Mart 2007


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 28 mesaj ]  Sayfaya git 1, 2, 3  Sonraki

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 1 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye