Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 2 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: Yesevî Halefi: Hakîm ATA Süleyman Bakırganî
MesajGönderilme zamanı: 21.06.10, 10:42 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 21.12.08, 12:25
Mesajlar: 641
Hakîm ATA Süleyman Bakırganî
(Yesi - Bakırgan, 1186)


Sadece Türkistan Edebiyatı Tarihinde değil, belki de Umum Türk Edebiyatı Tarihinde Ahmed Yesevî'den sonra ortaya çıkan ilk tasavvuf şairi Sü leyman Bakırgani'dir. Ama halâ onun tarihi hayatı, menkıbevî yaşamı, eserleri yeterince araştırılmamıştır. Ali Şir Nevayî'nin "Nesâyîmü'l- Mahabbe" adlı eserinde bu şahıs ve oğlu hakkında birtakım bilgiler vardır. Yesevî halifesi olmuş, 'Hakim Ata1 adıyla da ünlenen bu şahsın rivayetini getiriyoruz. Ali Şir Nevayi eserinde 'Hakim Ata' diye yazmıştır: "Adı Süleyman'dır ve Hoca Ahmed Yesevî'nin mürididir. Güya bir gün, Hoca pişirme buyurmuşlar; mutfakçılar "odun yetmeyecek" diye gelmişler. Onlar eshaba "Köyden odun toplayıp ge tirin ve o zaman yağmur yağacak" demişler. Eshab ki, odun toplayıp mutfağa gelince yağmurun ga zasından odunların hepsi ıslanmıştır. Hoca hazretleri buyurmuşlardır ki, "Ey ferzend, hakimane iş kıldın ve onlara bu lakap ondan kalmışdır ve Hakim Ata'ya hikmet dili söz olmuştur. Öyle ki onun faydaları etrâk (Türkler - T.K.) arasında meşhurdur. Onlardan biri şudur:
"Tiki turgan tübedür,
Barganlarnı yutadur,
Barganlar kelmes boldı,
Meğer menzil ondadur."
(A.Nevayi, "Eserler", 15 ciltlik, 15. dit, 154. sayfa, Taşkent,1969)

Türk bilgini Mehmed Fuad Köprülüzâde'nin "İlk Türk Mutasavvıfları" (Istanbul-1918, Osmanlıca) kitabının dördüncü bölümünde "Ahmed Yesevî'nin Halifeleri ve Tarikatı" kısmında Ne-vayi'nin anlattığı rivayet daha genişletilmiş biçimiyle verilmiştir. Köprülüzâde'ye göre bir gün Hızır Aleyhisselam Hoca (Ahmed Yesevî)'ya misafir olmuştu. Hoca yemek pişirmek için çocuklarını odun toplamaya gönderdi. Çocuklar yağmurda odun toplayıp geldi. Hepsinin getirdiği odunlar sırılsıklamdı. Yalnız Süleyman'ın odunu kuruydu. Hızır çocuktan sebebini sordu, o cevap verdi. Orada Hızır, Süleyman'ın ağzına tükürerek "Şimdi bunun adı Hakim olsun", dedi. Ondan sonra onun adı Hakim Ata oldu ve çok hikmetler söyledi, diye belirtilir rivayette.

Süleyman'ın Ahmed Yesevî'ye mürid oluşu hakkında şöyle bir tarih vardır. Süleyman mektebe giderken bütün çocuklar gibi kitap defter ve Kuran-ı Kerim'i torbasına koyup sırtında taşımaz, kolunda hürmetle taşıyıp gidermiş. Dönüşteyse, yüzü mektebe, arkası eve bakar biçimde dönermiş. Birgün Ahmed Yesevî mescidin eşiğinde otururken onun bu halini görmüş çocuğu çağırmış. Ana ba-basının rızasıyla onu Kuran okutmak için yanma almış. On beş yaşma gelince, Süleyman Hoca Ahmed'e mürid olmuş.

Bu tarihten Süleyman'ın nerede doğduğunu tahmin etmek mümkündür. (Şimdiye kadar bu şahsın nerede ve ne zaman doğduğu hakkında bilgiye rastlamadık. T.K.) Yani, Süleyman'ın doğduğu ve okuduğu yer olarak ya Türkistan (Sayram, Yessi) ya da Hoca Ahmed'in okuyup ve biraz da yaşadığı Buhara olarak çıkar. Ancak bu bizim tahminimizdir.

Süleyman, Bugrahan'ın kızı Anber Hanım (bazı kaynaklarda Barakhan'ın kızı Anber şeklinde geçer)'la evlendi. Ondan üç oğlu, bilhassa, Hubbi Hoca adlı oğlu olduğu kaynaklarda belirtilmiştir. Ali Şer nevayi'nin "Nesâyimü'l-Mahabbe" adlı ese-rinde "Hubbi Hoca - doğum yeri Harezm vilayeti veya nahiy esindendir. Onun özellikleri Türk halkları arasında ondan daha büyük ve meşhurdur ki, bir şerhe ihtiyaç duyulacaktır. Yiğitlikte herkesi geçmiştir. Ona yiğitler yiğidi Hubbi Hoca derler" (Yukarıdaki eserin 155. sayfasından alınmıştır.).

Bu kaynaktan da anlaşılığı gibi, Hubbi Hoca Harezm'deki bir kasabada dünyaya gelmiş ve gençken, dünyadan göçmüştür. Fuad Köprülüzâde'nin yazdığına göre Süleyman - Hakim Ata, Hoca Ahmed Yesevî'nin izniyle geze geze Harezm'e kadar varıp kalmıştır... Bu rivayette şöyle den-mektedir: "Kurban ayıydı, bir gün Hoca Ahmed Yesevî'nin dergahında doksan dokuz bin şeyh top-lanmıştı, Hoca imam oldu, namaza başladılar. Hoca'nın sağında Hakim Ata, solunda Sufi Mu-hammed Danişmend vardı. Namaz vaktinde Hoca'dan bir ses çıktı. Cemaat "Hoca'nın tahareti bozuldu" diye düşündü. Ama hoca namaza devam etti. Hakim Ata da devam etti. Danişmend, Hakim Ata'ya baktı o da namaza devam ediyordu. Selam vakti geldi ve selam verdiler. Sonra Yesevî: "Ben kimin kemale ulaştığını biliyorum, ses ağaçtan çıktı. Muridlerimin içinde biri kâmil, kalanlar nadan (cahil) imiş, dedi. Ondan sonra Hakim Ata'ya dua edip, yola çıkardı.
Süleyman-Hakim Ata Horasan taraflarını geze geze, Buğra Han'ın topraklarına kadar gitti. Han otçıları, git deyince ben dervişim, istediğim yerde otururum, dedi. Buğrahan'a haberi ulaştırdılar, han Süleyman'a kızı Anber'i verdi. Hakim Ata oradan Bakırgan'a doğru yola çıktı. Köprülüzâde Bakırganî değil, Akkurgan olması mümkün ve bu iki kelime birbirine kafiyelidir, der. Üstelik Akkurgan Türkistan'da pek çok Bakırgan değil Bakırkent, yani bakır çıkan köy olması da mümkündür. Kümüşkent dendiği gibi. Hâsılı Buğrahan kızını Hakim Ata'ya verip vezirleriyle ona mürid oldu. Atanın şöhreti dört bir tarafa yayıldı. Anber ana-dan üç çocuk gördü. Üçünü de Harezm'e öğrenim için gönderdiler bir cârullahdan ders aldılar, üçü de kerametler gösterdi... (Köprülüzâde'nin bahsettiğimiz yazısı, 100. sayfadaki rivayetten alınmadır). Köprülüzâde kitabında Hakim Ata'nın oğullarından bahsederken öncelikle Hubbi Hoca adlı kerametçi ve evliya olanı hakkında birçok rivayetleri dile getirmiştir. Nevayi'de belirtildiği gibi, onun genç, yiğit olanı hakkında anlatılanların hepsini ispatlayan tarih de var. Hubbi Hoca ava gittiğinde, Hakim Ata'nın müridleri toplanıp dokuz öküzü kestiler. Sonra zikr-i sema'ya kapıldılar. Herkes çağrılmış yalnız bu yere Hubbi Hoca ça-ğırılmamıştı. Bu arada Hubbi Hoca avdan döndü. Ona haber verilmediği için canı sıkılmış babasıyla dertleşiyordu... Kerametle dokuzu da öldürülen so-yulmuş öküzü tekrar diriltti. Bunu gören halk Hubbi Hoca'ya tamamen itikat ettiler. Hakim Ata oğlunu yanma çağırıp bir eve iki evliyanın sığ-mayacağını söyledi. Sözü anlayan oğul Ata'ya siz kaim burda dedi ve çıkıp, anasıyla vedalaştı. Ke-fenini giyerek odanın ortasına gelip durdu ve anası Anber anaya "Ağlama, Atam'ın dileği hasıl olsun" dedi ve başını sallayınca gözden kayboldu. Kefeni açılıncaya kadar oda ortasında kaldı... Bundan sonra ana baba hep ağladı. Hakim Ata oğlunun derdiyle hep hikmetler söyledi.

Bilindiği gibi, oğluna söylediği sözlerin tümü ve onun ölümü yüzünden Hakim Ata çok piş-manlık duydu, eziyet çekti. Eğer oğlu yaşasaydı, ondan ve soyundan altmış velî dünyaya gelmiş ola-caktı, bunu bilince, Hakim Ata altmış velînin öm-rüne bedel olduğunu anlayınca çok dövündü. Bu altmış veli dünyadan göçmüş olduğundan bunun kefareti için kendisinin üstünden kırk yıl su aka-cağını ve bunun sayesinde günahından arınacağını kerametle söyledi...

Hakim Ata'nın vefatından sonra (ki o hicri 582 miladî 1186 yılında ölmüştür) Bakırgan kasabasını Amuderya suyu basıp, Hakim Ata'nın kabrinin üs-tünden kırk yıl su aktı.
Celaleddin Şeyh daha sonra Hakim Ata'nın kabrini arayıp bularak türbesi üstüne imaret yaptı. Yüz bin altın harcandığı, malum...

Hakim Ata'yı "Ahmed Yesevî'ye erişip reaksiyon şiirler yaratmış" diye değerlendiren âlim Neten Mal-layev'in vurguladığı gibi Bakırgan köyünde onun ismiyle adlandırılan mezar şimdi de vardır. (Özbek Edebiyati Tarihi - Taşkent, 1976,159. s.)

Hakim Ata'nm pek çok müridi ve halifesi var-dır. En meşhur halifesi ise Zengi Ata'dır. Ma-lumdur ki Yesevî'nin pîri Arslan Baba'nnv oğlu Mansur Ata (ölümü hicrî 594, miladî 1197)'dır. Mansur Ata'nın oğlu Abdülmelik Ata, onun oğlu Taş Hoca (ölümü hicrî 596, miladî 1196)'dır. İşte bu Taş Hoca'nın oğlu Zengi Ata'dır. Zengi Ata'nın ölüm yılı 1258, doğum senesiyse kesin olarak belli değildir, şeklinde söylenir. Zengi Ata Taşkent'te doğmuş, orada yaşamış ve kabri de yine oradadır. O Hakim ata'nın ölümünü duyup Harezm'e taziye için gitti. Zengi Ata büyük babası arap Arslanbaba gibi kara, dudakları kalın biriydi.
Hakim Ata'nın hanımı bir gün erinin gusul esnasındaki kıyafetinin esmer, kara güzel renkli ol-masından gönlüne şöyle bir fikir düştü: "Ben Bugrahan'ın kızıysam, aksam, erimin rengi bu..." Bu hayal keramet nuruyla Hakim Ata'nın gönlüne ulaştı. O eşine o anda: "Benden sonra da benden ak olmayan bir kara kimseye düşeceksin" dedi. Bir gün Hakim Ata'ya ölümü malum olunca oğullarını çağırıp, cenazesine çok kimselerin geleceğini, onların içinde bir ayağı aksak bir gözü kör, adı Zengi olan bir kara kişi olacağını, bu kişiye kırklık yemeği verildiğinde, Anber anayı nikahlamalarını vasiyet etti.

Zengi Ata onunla evlendi, eşi ve ailesine ço-banlık edip bakarak günleri geçerdi. Çok ke-rametler gösterirdi, ancak kimse bunu bilmezdi, diye geçer rivayetlerde.
Hakim Ata'nın söylediği hikmetler günümüze kalmıştır. Onun söylediği şiirler "Bakırgan Kitabı" diye isimlendirilmiştir.

Bakırgan Kitabı 1877, 1848, 1901 yıllarında Kazan'da basılmıştır. 1991 yılında Yazar Neşriyatında "Bakırgan Kitabı" seksen bin nüsha basılmıştır. İbrahim Hakkul ve Seyfeddin Refiddin bu kitabı Kazan (1848, 1898) basımına uygun olarak tedarik edilmiştir.

Elimizde "Bakırgan Kitabı"nın Kazan'daki Kerimiye Matbaasında (hicrî 1320, miladî 1901) ba sılan bir nüshası vardır. Bu kitap "Bakırgan'dan sefer etsem tavaf edeli Kabe'yi" şiiriyle başlayıp seksen say fadan oluşmuştur. Onun içerisinde gazeller, hik metler, kasideler, "Mirâcnâme", bazı pey gamberlerin destanlaştırılıp yazılan kıssaları vardır. Bu kitabına kendisi gibi Yesevîlik yolunu iz leyen başka şairlerin (İkanî, Şemseddin, Fakiri, Kul Ubeydî, Hüdadad, Garibî gibilerinin) yazdıkları eserleri de almıştır. Kul Süleyman, Süleyman Hoca mahlaslanyla şiirlerini hem aruzla hem de heceyle yazmıştır. Dili öz Türkçedir. Yani eski Türkçedir, dokuz yüz yıl öncesinde yazılmış bu şiirlerin dili bugünkü Türkistan doğusundan batısına kadar, hatta Türkiye ve Irak'ta yaşayan Türkler tarafından tercümesiz anlaşılabilmektedir. Irak taraflarında şiir söylemiş olan Fuzulî'nin anlaşıldığı gibi an laşılabilir bütün Türk dünyasında. İşte buna bir örnek:
"Kirdim men tarikatın bazarıga,
Bahastz rahatlarnı olsa bolmas.
Kıldım men ışk tanını boyga layık,
Velikin kımmetini bilse bolmas."
Bu dörtlük hikmette tasavvuf düşünceleri, Tanrı aşkı anlatılmaktadır. Cana, ruha bağlı gö-rünmez aşkı şair "aşk kıyafeti" görünüşüne büründürüp, gönül gözü açık olmayan kara kişilere aşkı göstermektedir. Bu yücelik, bu ustalık Hakim Ata-Süleyman'ın şiirlerindeki kuvveti daha da pe-kiştirmiş, okuycuyu kendisine esir etmiştir. Aşırı derecede derin, yüce düşünceleri, kısaca çabuk ezberlenen bir şekilde anlatabiliyordu.
"Şeriat bozarında tahsil kerek,
Tarikatnıng bozarında teksir kerek,
Hakikat bazannda eşik kerek
Alem yığılıp,Hak esirin bilse bolmas."

Kul Süleyman şiirlerinde Tanrı'yı, bu dünyayı, her iki dünya ve ahireti halk dilinde anlatmış ol-masıyla birlikte bu mevzuları eski Çağatay (bu-günkü görüşe göre eski Özbek) Edebiyatını da içine alıyordu, halk bilgisini, ruhanî yaşamı yük-seltiyordu. Onun kıymetliliği ondaki düşüncede ve yaşamda (dokuz yüz yıl içinde, yüzyıllar öncesi Türkistan'da kurulan devletlerinizde, sonraki han-lıklarımızda da fende Arapça, edebiyat ve tarihte, devlet yazışmalarında ve devlet dilinde Farsça'nın üstün olduğu düşünülürdü) öz dilimizin varlığını anlamamıza hizmet etmiş olmasını sağlamasından dolayıdır. Bu hizmeti bugün de devam etmektedir. Çünkü öz dilimiz bugün bile gerçek yerini alamamıştır. Dilimizde konuşma dilinde ve yazıda kendi öz kelimelerimizi kullandığımıza göre; es-kiden beri düşüncelerimizde yerleşip kalan bu eski sözleri kullanmak daha iyidir. Ben bununla di-limize tarihi devirlerde girip, yerleşip kalan, kay-naşmış komşu dillerin kelimelerini binlerce yıldan beri kullandığımız Yunanca, Arapça, Farsça, Çince gibi... kelimeleri dilimizden atalım demek iste-miyorum. Böylesine temelsiz bir fikirden de yana değilim. Yalnız yersiz, gereksiz olarak kul-landığımız kelimeler yerine kendi öz kelimelerimizi işlek hâle getirelim demek istiyorum. Mesela "eh-barat" sözü Arapçanın haber sözünün çoğulundan ahbar kelimesini yaptık. Yani biz anlamadan bi-linçsizce kelimeyi bozarak kullandık. Kısacası Kul Süleyman'ın şiirlerinin dilinden bugün öğrenilecek çok şey vardır. Onun hece veznindeki şiirlerinde olduğu gibi aruzla yazdığı gazellerindeki kul-
landığı dil öz Türkçemizin kuvvetini göstermesi, halka anlaşılır sözleri kullanması gibi. Kafiyeler, uygun kelimeler öz dilimizden seçme yoluna gitti.
"Mening aşkım sening aşkıng hiledir,
Tenim âciz, velî canım öledür,
Bu 'aşk ger bolmasa, men netgey erdim,
Kamug ahım menim aşkım kıladır.

Örnekten anlaşılacağı gibi Kul Süleyman'ın şairlik yeteneği, kuvveti açıkça görülmektedir. "Yü-reğim kan bolıp, bağrım suladır" mısrasında "sulış" kelimesini bağrım solup, güçsüzlenip ağrıdı an-lamında kullanılmıştır. "Köz yaşım akıp, mengzim su-ladır" mısrasında ise, göz yaşım akıp, yüzümü ıs-lattı manasında kullanılmıştır.
Türk Tasavvuf Şiirinde Ahmed Yesevî eğer ilkse, onun üçüncü halifesi olan Süleyman - Hakim Ata hem şiirleriyle hem de erenliğiyle üstadından sonra türeyen büyüklerimizdendir. "Türkistanga ba-ralıng, hizmetinde bolalmg, ülüş berse, alalıng şeyhim Ahmed Yesevî" şeklinde denen bu çağrıyı dokuz yüzyıldan beri Türk insanının gönlünde ses verip durmuştur. Bu ses insanımızı Tanrı'yı tanımaya, dünyayı ve hayatı anlamaya, ten ve canla (cismanî ve manevî) yaşama çağırmaktadır. Bu yüzden de Süleyman gibi şairlerimizin, erenlerimizin varlığını yani bundan yüzyıllarca evvel yaşamış ayni ma-neviyatı paylaşmış atalarımızı, büyüklerimizi be-lirtmemiz, onlara hakettikleri değeri göstermemiz gerekir. Ayrıca bu bugün ülkemizin dünya gö-zündeki değerini yükseltmesi açısından da mü-himdir. Bunun için de böyle şahsiyetlerin hayatım öğrenmemiz, ülkemize tanıtmamız, dünyaya bil-dirmemiz gerekmektedir.

"Bakırgan Kitabı"nın 1991 yılında seksen bin nüshada basılışı ("Yazar" neşriyatı, Taşkent) bu yolda atılmış ilk adımdır. İslam Ansiklopedisi (İs-tanbul-1993, I. cilt, 216. sayfada) Hakim Ata için "Süleyman Hakim Ata sofuyane şiirleri ve men-kıbeleriyle büyük şöhret kazanmıştır" der ve bu şahsı yüceltir. Böylesine bir görüş daha vardır. A.Z.V. Togan'ın "Bugünkü Türkeli - Türkistan... (İstanbul 1981) kitabının 424. sayfasında Hakim Ata nesli ve varlığından bahsedilmiştir. 1921 yılının martında Hive'de Milli Harezm Halk Cumhuriyeti Ruslar ta-rafından yıkılmış ve yeni bir düzen kurulmuştur. Harezm'deki Sovyetler Kurultayında (Senatosunda) Cumhurbaşkanı Ata Merhum Nazırlar Şuarası Reisi (başbakanı) olarak Timurhoca İbn Yamırov'ı seçmiştir. İşte bu Timurhoca Hâce Süleyman Bakırganî'nin ahfâdlarmdan" yani oğlunun oğullarındandır, torunlarındandır.

Süleyman Bakırganî Hikmetlerinin dili Ahmed Yesevî Hikmetleri gibi sadedir. Dili bakımından, eğer bugünkü deyişle söylersek "Orta Türkçeyle" yazılmıştır diyebiliriz. Fuzulî'nin eserleri onun gibi yazmış şairler arasında nasıl okunuyorsa o da bütün Türk ülkelerinde öyle sevilip okunuyordu. Onun Hikmetleri Harezm'de söylenilenleri Oğuz ağızına yakınlığı ve "kendü", "giri", "örgen", "san-mang", "verilgen", "songa noldı" gibi kelimeler bugün bile Özbekçede kullanılmaktadır. Yine bu sözler sadece Özbekçede değil başka Türk leh-çelerinde de işlek olarak kullanılmaktadır. Şi-irlerdeki mazmunlar Umum Türkler, Umum Müslümanlar, Umum İnsanlık tarafından kul-lanılmakta, yani bütün dünyaya hizmet et-mektedir, denilebilir.
"Tevbesizler, bu dünyanı ötmes, sanmang
Bir gün gelip, gür azabı kelmes, sanmang"
beyitinde şair "sanmang", "öylemeng-düşünmeyin" manasında kullanılmaktadır.
"Ledün ilmi (ilm-i ledün) verilgen
şeyhim Ahmed Yesevî",
"Aya gafil, sanga noldı, seher turmaknı âdet kıl",
"Sening derding banga dermandır artuk"
gibi satırlarını Süleyman Bakırganî yalnız Özbekçede Eski Türkistan Türk-çesinde, değil belki de bugünkü bütün Türk Dilli ülkelerin düşündüğü dille yazmıştır.

_________________
"Bismillah dep beyan eyley hikmet aytıp
Taliblerge dürr ü gevher saçdım mena..."


Hazret-i Pîr-i Türkistan Hoca Ahmed Yesevî [ Qaddesallahu Teala Sırrahul-Azîz ]


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Hakîm ATA Süleyman Bakırganî
MesajGönderilme zamanı: 22.06.10, 08:52 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 21.12.08, 12:25
Mesajlar: 641
"BAQIRGAN KİTÂBI"ndan Şiirler / "BAKIRGANİ KİTABI"ndan Şiirler

Haq qullugm tileyür-sen seher turmaqm âdet qıl
Özün otdan yulayur-sen seher turmaqnı âdet qıl
Seher turganlar er boldı İlâhıdın ülüş aldı
Eyâ gafil sana noldı seher turmaqm âdet qıl

Hak kulluğunu diliyorsan, seherde kalkmayı âdet edin,
Kendini ateşten koruyorsan, seherde kalkmayı âdet edin.
Seherde kalkanlar er oldu, İlâhiden pay aldı,
Ey gafil, sana n'oldu, seherde kalkmayı âdet edin.

Seher turmay işin bitmes bu qul maqsûdıga yitmes
Seher uyqusı sûd qılmas seher turmaqnı âdet qıl
Seherde kalkmadan işin bitmez, bu kul isteğine ermez,
Seher uykusu fayda vermez, seherde kalkmayı âdet edin.

Seherde aysa bir Allah yoyar yüz min günâh va'llâh
Qılur-sen tâatın dil-hâh seher turmaqra âdet qıl
Seherdegi bir istiğfar küninde yüz aygunça var
Qulaq salgıl buna ey yâr seher turmaqm âdet qıl
Seher turgaç taharet qıl gam-ı gûr-ı qıyâmet qıl
Anın fikrin bu saat qıl seher turmaqnı âdet qıl
Seher turmaqm rağbet qıl qarangu kiçe mihnet qıl
Barıp gûrunda rahat qıl seher turmaqnı âdet qıl
Seher turmaq ibâdetdür seher turmaq saâdetdür
Seher turmaq inâyetdür seher turmaqm âdet qıl
Seherde çoq idi rahmet ayaq başınga miri rahmet
Sana kerekse bu devlet seher turmaqnı âdet qıl
"
Kel ey rabbın besî bende günâh qıldın neçün bunda
Qutulayın diseft anda seher turmaqnı âdet qıl
Seherde dese bir "Allah", yıkanır yüz bin günah, vallah,
Edersen ibadetini yürekten, seherde kalkmayı âdet edin.
Seherdeki bir İstiğfar gününde yüz ay-gün var,
Kulak ver buna, ey yâr, seherde kalkmayı âdet edin.
Seherde kalkınca, temizlen, kıyameti ve mezan düşün,
Onun düşüncesini bu saat düşün, seherde kalkmayı âdet edin.
Seherde kalkmaya rağbet et, karanlık gecede sıkıntı çek,
Varıp çukurunda rahat et, seherde kalkmayı âdet edin.
Seherde kalkmak ibadettir, seherde kalkmak saadettir,
Seherde kalkmak inayettir, seherde kalkmayı âdet edin.
Seherde çoktur rahmet, baştan ayağa bin rahmet,
Sana gerekse bu devlet, seherde kalkmayı âdet edin.
Gel ey, Allah yolundaki kul, günah işledin niçin burda,
Kurtulayım dersen orda, seherde kalkmayı âdet edin.
Uçman tamug ögüşür ögüşmekde ma'nî bar
Tamug aytur men bay-men mende Fir'avn Hâmân bar
Uçmah aytur yoq sende cümle peygamber mende
Sende Fir'avn bar bolsa Mende Yûsuf Ken'ân bar
Tamug aytur men bay-men dervîşlerge çagırmen
Bahîllerge hâce-men mende zâlim avân bar
Uçmah aytur yoq sende cümle peygamber mende
Muhammed-i Mustafâ Ömer Alî Osman bar
Tamug aytur tahtumda tursa cühûd mug mende
Her zâlimnin yiride toqsan türlük çıyan bar
Uçmah aytur sende yoq mana kelse ölüm yoq
Türlük ni'metler anuq yüz min hezâr elvan bar
Tamug munlaşa keldi uçmahqa özr qıldı
Qul Süleyman ne bildi bildürgüçi Rahman bar
Cennet, cehennem çağırır, çağrıda bir anlam var,
Cehennem mder, ben zenginim, bende Firavun, Hâmân var.
Cennet der, yok sende, bütün peygamberler bende, ,
Sende Firavun var ise, bende Yusuf-ı Kenan var.
Cehennem der, ben zenginim, dervişlere şarabım,
Cimrilere efendiyim, bende zalim İvan var.
Cennet der, yok sende, bütün peygamberler bende,
Muhammed-i Mustafa, Ömer, Ali, Osman var.
Cehennem der, tahtımda, hristiyan, yahudî, mecûsî,
Her zalimin yerinde, doksan türlü çıyan var.
Cennet der, sende yok, bana gelse, ölüm yok,
Türlü nimetler hazır, yüz bin çeşit renk var.
Cehennem hüzünlendi, cennetten özür diledi,
Kul Süleyman ne bildi, bildirici Rahman var.

Tevbe qılup haqga yangan âşıqlarga
Uçmah içre tört arıqda işreti bar
Tevbe qılmay haqdm yangan gâfillerge
Tar lahidde qatıg azâb hasreti bar
Tövbı* edip Hakk'a dönen âşıklara,
Cennette dört meyva ile yeme-içme var,
Tövbe etmeden Hak'tan dönen gafillere
Dar kabirde katı azap, hasret var.
Tevbe qılgan âşıqlarga nûr yagılur
Tüni küni sâbir tursa könli yarur
Qaçan ölüp gûrge kirşe gûn kenlür
Gaffar izim rahman rahîm rahmeti bar
Uçmah mülkin umgan âşıq tevbe qılsun
Tevbe qılup hazretige yaqın barsun
Hûr u qusûr gılmân vildân hadim bolsun
Elvan elvan kiyer teşrîf hil'ati bar
Tevbesizler bu dünyânı ötmes sanman
Bir kün olup gûr azabı kelmes sanman
Qıyâmet kün arasat tan atmas sanman
Heyhat heyhat nevha feryâd fursatı[3] bar
Namaz rûze tevbe birle barganlarga
Haq yolıga kirip qadem qoyganlarga
Uşbu yolda cânm f idâ qılganlarga
Yarlaqanmış qullar birle sohbeti bar
Namaz rûze tevbe seni otdan yular
Âlem halkı seni sevüp haqdın tiler
Qıyâmet kün körüp seni alar tanlar
Ne qul ermiş bu saadet nusreti bar
Uçmah içre tört arıqdur bilgil anı
Munda tevbe qılganlarga içrür anı
Tevbesizler ol arıqdm içmes velî
Afia içrür zehir zaqqûm şerbeti bar
Her kim haqnıfi qulı bolsa haqga yansun
Haqga yanmas özi tigen sarı barsun
Qul Süleyman neteg munda orun qılsun
Kiçe kündüz qorqa turur heybeti bar
Tövbe eden âşıklara nur yağar,
Gece-gündüz sabrederse, gönlü ışır.
Ne zaman ölüp, kabre girse, kabri genişler
Gaffar, Azîm, Rahman, Rahîm rahmeti var.
Cennet mülkünü uman âşık tövbe etsin,
Tövbe edip, Hazretine yakın olsun,
Köşk hurileri, gılman, vildân hizmetçi olsun,
Renk renk giyer, teşrif kaftanı var.
Tövbesizler bu dünyayı geçmez sanmayın,
Bir gün ölüp, mezar azabı gelmez sanmayın,
Kıyamet günü Arasat 'tan şafak sökmez sanmayın
Heyhat, heyhat, ağıt, feryat günleri var.
Namaz, oruç, tövbe ile gidenlere
Hak yoluna girip, adım atanlara,
Bu yoldu canını feda edenlere,
Bağışlanmış kullar ile sohbet var.
Namaz, oruç, tövbe, ateşten korur,
Âlem halkı, seni sevip Hak'tan diler.
Kıyamet günü görüp seni onlar şaşırır:
"Ne kul imiş bu, saadet üstünlüğü var?"
Cennette dört meyvadır, bil onu,
Burda tövbe edenlere yedirir onu,
Tövbesizler o meyvadan yemez, ancak,
Ona içirir zehir-zıkkım şerbeti var.
Her kim Hakk'ın kulu olsa, doğruya dönsün,
Doğruya dönmezse, istediği yere gitsin,
Kul Süleyman, burada nasıl yer tutsun,
Gece gündüz korkuyor, heybeti var.
Menim bu könlümnüfi âzân bar
Yaratqan mevlîmge ya zari bar
Qıyâmet atlıg ol bâzârı bar
Menemme könlüm içre munlanm bar
İsrâfîl sîrmı ürmeki bar
Arasat âlemiga sürmeki bar
Zebânîyfi ferişteler sormaqı bar
Menemme könlüm içre munlarım bar
Arasat terâzûsı qurmaqı bar
Qadîrim qâzi bolup sormaqı bar
Suâlga cevâblarru aymaqı bar
Menemme könlüm içre munlanm bar
Benim bu gönlümün kırgınlığı var
Yaradan Mevlama dileği var
Kıyamet adında pazarı var,
Benim de gönlümde dertlerim var.
İsrafil'in Sûr'unu üflemesi var,
Arasat alemine sürmesi var,
Zebani ve meleklerin sorgusu var,
Benim de gönlümde dertlerim var.
Arasat terazisini kurması var,
Kadirimin kadı olup sorması var,
Soruya cevaplan vermesi var,
Benim de gönlümde dertlerim var.
Ma'siyet qılmışımga peşmânımbar
İblîsimme mel'ûn turur düşmenimbar
Yıglayur-men mrayur-men tün ü kün zâr
Menemme köfilüm içre munlarımbar
Seherler zârlansa zârlıqı bar
Qadîrim tevbe birse zevqı bar
Ma'siyet qılganlarga yazuqı bar
Menemme könlüm içre munlarımbar
Sırâtnı niçke dirler keçmeki bar
Saçrasa Hâviyega tüşmeki bar
Ot içre kiriben pişmeki bar
enemme könlüm içre munlanm bar
Dirîgâ bu rûzigâr mendin keçer
Süygenim dostlarım mendin qaçar
Qul Süleyman dünyadın bir kün keçer
Menemme könlüm içre munlarımbar

îsyan ettiğime pişmanlığım var,
İblisim de mel 'undur düşmanım var,
Ağlarım, inlerim gece gündüz âh ve zâr,
Benim de gönlümde dertlerim var.
Seherler inlese, iniltisi var
Kadirim tövbe verse, zevki var.
İsyan edenlere günahı var,
Benim de gönlümde dertlerim var.
Sırat 'ı ince derler, geçmesi var,
Sıçrayınca Hâviye 'ye* girmesi var,
Ateş içine girip pişmesi var,
Benim de gönlümde dertlerim var.
Eyvah, bu zaman benden geçer,
Sevdiğim dostlarım benden kaçar,
Kul Süleyman dünyadan bir gün göçer,
Benim de gönlümde dertlerim var.

Menin canım senin ışqm biledür
Tenim âciz velî canım uludur
Bu ışq ger bolmasa men nitgey erdim
Qamug ahım menim ışqım qıladur
Zihî hâl ü zihî hâl ü zihî hâl
Men yıglar-men heme âlem küledür
Âşıqdın sormanız dünyâ vü uqbâ
Âşıq ma'şûqı üçün her dem öledür
Âşıqnı koydurur /bu/ ışq otı
Âşıqlar ışq otıga mübtelâdur
Menin sen baqmagıl bu sûretimge
Yüreğim qan bolup bağrım suladur
Ayırdı ışq meni il ü hîşimdin
Közüm yaşı aqıp menzim soladur
Körün ne hâlga tüşti
Qul Süleyman Qamug ışqım menin rencim biledir

Benim canım senin aşkınladır,
Bedenim aciz, ancak canım uludur.
Bu aşk olmasaydı ben ne yapacaktım,
Her âhımı benim aşkım yapar.
Ne tuhaf hal, ne tuhaf hal, ne tuhaf hal,
Ben ağlarım, ama âlem güler.
Âşıktan sormayın dünya ve ahiret,
Aşık, sevgilisi için her an ölür.
Aşığı yakar aşk ateşi,
Aşıklar aşk ateşine düşkündür.
Benim sen bakma bu hâlime,
Yüreğim kan olup, bağrım solar.
Ayırdı aşk beni memleket ve akrabadan,
Gözüm yaşı akıp, benzim solar.
Görün ne hâle düştü
Kul Süleyman Bütün aşkım benim eziyet iledir.
* Hâviye: Cennetin yedinci katı.

Rahman atlıg rahmetindin ümîdlikmen ilâhım
Qahhâr atlıg qahrıfidın qorqınçlıq-men ilâhım
Qulavuzsuz kârvân dek iz yitürgen sârvân dek
Qul-men disem yalgan dek qulum digil ilâhım
Afv qügıl azgannı yolga salgıl yazgannı
Men dek yolsuz kezgenni yolga salgıl ilâhım
Buldum qadir timini saldım gaf let tonmı
Bildim qulluq yolmı qabûl qılgıl ilâhım
Rahmet derya taşqunı Ata Hızır tuşgunı
Şiblî âşıq ışqını rûzî qılgıl ilâhım
Qul Süleyman mum bar qaygu birle yörür zâr
Yarlıqagıl yâ cabbâr cümle qulnı ilâhım
Rahman adlı rahmetinden umutluyum, ilâhîm

Kahhâr adlı kahrından korkuluyum, ilâhım.
Kılavuzsuz kervan gibi, iz kaybeden deveci gibi
Kulum desem yalan gibi kulum, de, ilâhım.
Affet azanı, yola sok şaşıranı,
Benim gibi yolsuz gezeni, yola sok, ilâhım.
Buldum Kadir gecesini, çıkardım gaflet elbisesini,
Bildim kullukyolunu, kabul et, ilâhım.
Rahmet derya taşkını, ata Hızır düşkünü,
Aşık aşkının gecesini, gündüz eyle, ilâhım.
Kül Süleyman'ın derdi var, kaygıyla dolaşır, ağlar,
Bağışla ey Cabbar bütün kulları, ilâhım.

***

Munlug âciz boldum men nefsim özdin yuldum men
İstedügüm buldum men dervîşlernifi içinde
Bîzâr boldum da'vâdın hem hüccet ü fetvâdın
Sır açıldı mevlâdın dervîşlernifi içinde
Sırrım sırga ulandı könlüm arşga yollandı
Işq qılıcı bağlandı dervîşlernifi içinde
Dervîş haqnın derbânı tün kün tutar fermânnı
Qamug derdnifi dermanı dervîşlernifi içinde
Kim bar dervîşge tefi tuş andın öğren aql u hûş
Şevq şarâbı bolur nûş dervîşlernifi içinde
Dervîşlernifi bâzârı zikr turur gülzârı
Haqmn sırrı esrarı dervîşlernifi içinde
Suretleri mundadur sîretleri andadur
Pâdşâhlara ne sandur dervîşlernifi içinde
Dervîşlernifi qıyâmı Mustafâdur imâmı
Dervîşlernifi selâmı dervîşlernifi içinde
Şiblî Cüneyd Bâyezîd âlem olarga mürîd
Barca tümen min zâhid dervîşlernifi içinde
Dervîşlernifi tahtı bar uqbâda köp rahtı bar
Süleymânnın tahtı bar dervîşlernifi içinde
Dertli, âciz oldum ben, nefsini özden kopardım ben
Aradığımı buldum, ben dervişlerin içinde.
Usandım davadan hem fetva makamından
Sır açıldı Mevla 'dan dervişlerin içinde
Sırrım sırra eklendi, gönlüm Arş 'a yollandı,
Aşk kılıcı bilendi dervişlerin içinde.
Derviş Hakk'ın kapıcısı, gece gündüz tutar fermanı,
Her derdin dermanı dervişlerin içinde.
Kim var dervişe denk-eş, ondan öğren aklı
Şevk şarabı içilir dervişlerin içinde.
Dervişlerin pazarı, zikridir gül bahçesi,
Hakk'ın sırlarının sırrı dervişlerin içinde.
Suretleri burdadır; siretleri ordadır;
Padişaha ne şandır dervişlerin içinde.
Dervişlerin kıyamı, Mustafa''dır imamı,
Dervişlerin selamı dervişlerin içinde.
Sebli, Cüneyd, Bayazid, âlem onlara mürit
Bütün binlerce zahit dervişlerin içinde.
Dervişlerin tahtı var, ahirette çok cemaati,
Süleyman'ın tahtı var dervişlerin içinde.


Senin derdin bana dermandın artuq
Sana qul bolganım sultândın artuq
Senin yâdıfinı aysam çöl içinde
Bolur ol çöl mana bustândm artuq
Senin yâdın eğer kitse tilimdin
Vücûdum kurıyur virandın artuq
Menin hâr bolmışım öz gafletimdin
Meğer qılsaft nazar ihsandın artuq
Azîz h(r qılguçı sultân sen ök sen
Senin lutf un qamug elvandın artuq
Ne hoş bu dünyede îmân u Kur'ân
Ne bolgay dünyede îmândın artuq
Menin bu derdimi hîç kimse bilmes
Eğer bilse hekîm Luqmândın artuq
Senin derdin bana dermandan fazla,
Sana kul olduğum sultandan fazla.
Senin ismini desem çöl içinde,
Olur o çöl bana bostandan fazla.
Senin ismin eğer gitse dilimden,
Vücudum kurur, virandan fazla.
Benim her bulduğum kendi gafletimden,
Bir bakarsan, ihsandan fazla.
Aziz, hür kılan sultan, yalnız sensin
Senin lütfün bütün renklerden fazla.
Ne hoş bu dünyada iman ve Kur'an,
Ne olacak dünyada imandan fazla.
Benim bu derdimi hiç kimse bilmez,
Eğer bilse, Lokman Hekim 'den fazla.
Bu yanlıg âsi erken qul Süleyman
İnayet umunur barandın artuq
Böyle asi iken Kul Süleyman
İnayet umar yağmurdan fazla.

***

Subhân idim özidür ol Mustafâ buyurdı
Babam Arslan tegürdi şeyhim Ahmed Yesevî
Mustafânın hırqasın keydi yidi loqmasın
Tutdı Ka'be halqasın şeyhim Ahmed Yesevî

Baqsa Ka'be körüngen bassa yirler türülgen
Ledün ilmi virilgen şeyhim Ahmed Yesevî
Aslı erür hanedan bilmes anı köp nâdân
Bilür anı haq yezdân şeyhim Ahmed Yesevî

İshaq Baba yarını şeyh İbrâhîm qulunı
Meşâyihler ulugı şeyhim Ahmed Yesevî
Yesi Suvnufi arası yatur Gevher paresi*
Meşâyihler seresi şeyhim Ahmed Yesevi

Qarçıgaynı quşlagan şunqar laçın uşlagan
Sansız mürîd başlagan şeyhim Ahmed Yesevî
Şeriatı ârâste tarîqatı peyveste
Haqîqatde şâyeste şeyhim Ahmed Yesevî

Şerîatnı sözlegen tarîqatnı izlegen
Haqîqatnı bildürgen şeyhim Ahmed Yesevî
Kün tuggandm batarga tersâ cühûd tatarga
Qulluq qılıp satarga şeyhim Ahmed Yesevî

On sekiz min âlemde atı meşhur kelâmda
Ornı dârü's-selâmda şeyhim Ahmed Yesevî
Bâblar babı Horasan sansız tümen Hindustân
Bâblar başı Bâb Arslan şeyhim Ahmed Yesevî

Atam atı ozgusı yıpar bolup tozgusı
İki cihan közgüsi şeyhim Ahmed Yesevî
Hızır bile sohbetlig İlyâs birle ülfetlig
Haq qaşında hürmetlig şeyhim Ahmed Yesevî

Türkistânga baralıfi hizmetinde bolalıfi
Ülüş birse alalım şeyhim Ahmed Yesevî
Baba Maçın il Sultân mürîd boldı bî-gümân
Hakîm Hâce Süleyman şeyhim Ahmed Yesevî

***

Anlamı:

Sûbhan Tanrım kendidir, o Mustafa buyurdu
Dedem Arslan ulaştırdı şeyhim Ahmed Yesevî
Mustafa'nın hırkasını giydi, yedi lokmasını,
Tuttu Ka 'be halkasını, Şeyhim Ahmed Yesevî.

Bakınca Ka'be görünmüş, basınca yerler durulmuş,
Gizli bilim verilmiş, şeyhim Ahmed Yesevî.
Aslıdır hanedan, bilmez onu çok cahil,
Bilir onu Hak Teala, Şeyhim Ahmed Yesevî.

İshak Baba yerini, Şeyh İbrahim kulunu,
Şeyhler ulusu şeyhim Ahmed Yesevî.
Yesi suyunun arası, yatar Gevher* yavrusu
Şeyhlerin başı şeyhim Ahmed Yesevî.

Doğanı avlayan, laçin yiyen, sungur
Sayısız müride kılavuzluk eden şeyhim Ahmed Yesevî.
Şeriatı süslenmiş, tarikatı sürekli
Hakikatte uygun şeyhim Ahmed Yesevî.

Şeriatı söyleyen, tarikatı arayan
Hakikati bildiren şeyhim Ahmed Yesevî.
Gün doğusundan batıya, Hristiyan, Yahudi, Tatar'a
Kulluk yapıp satmaya şeyhim Ahmed Yesevî.

Onsekiz bin âlemde, adı meşhur kelâmda,
Yeri darüsselam 'da (cennet), şeyhim Ahmed Yesem.
Kapıların kapısı Horasan, sayısız çok Hindistan,
Babalar başı bab Arslan, şeyhim Ahmed Yesevî.

Atamın adı geçecek, koku olup tozacak,
İki cihan aynası şeyhim Ahmed Yesevî.
Hızır ile sohbetli, İlyas ile ülfetli,
Hak önünde hürmetli şeyhim Ahmed Yesevî.

Türkistan'a varalım, hizmetinde olalım,
Hisse verse alalım şeyhim Ahmed Yesevî.
Baba Maçin 'ül-Sultan, mürit oldu şüphesiz
Hakim Hoca Süleyman şeyhim Ahmed Yesevî.

'Gevher: Ahmed Yesevî'nin kızı

_________________
"Bismillah dep beyan eyley hikmet aytıp
Taliblerge dürr ü gevher saçdım mena..."


Hazret-i Pîr-i Türkistan Hoca Ahmed Yesevî [ Qaddesallahu Teala Sırrahul-Azîz ]


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 2 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 1 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye