Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 4 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: Abdusselam el-Esmer'in Bir Kerameti
MesajGönderilme zamanı: 25.12.12, 17:24 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 28.09.10, 13:01
Mesajlar: 166
Türkeş'i İdamdan Kurtaran Evliya!

http://yenisafak.com.tr/arsiv/2003/agus ... kes02.html


Türkeş Arusiler'le gizlice görüşürdü


25 Ağustos 2001 günü, Musevi kökenli ünlü iş adamı Üzeyir Garih Eyüp Mezarlığı'nda bıçaklanarak öldürüldüğünde, herkes Garih'in Müslüman mezarlığında ne işi olduğunu tartıştı. Garih'in cesedinin Mareşal Fevzi Çakmak'ın kabrinin yanıbaşında bulunması çeşitli komplo teorileriyle yorumlandı. Cesedin yakınlarında bir kabir daha vardı: Küçük Hüseyin Efendi'nin kabri.

[Mareşal Fevzi Çakmak'ın karısı daha sağlığında iken evini Yahudi cemaatine hibe etmiş ve sinagog yapılmıştır. Fevzi Çakmak'ın 22 sene genelkurmay başkanlığı yapabilmiş olması da manidardır. Fevzi Bey "Çakmak" soyadını aldığında Mustafa Kemal tarafından çok sert tepki görmüştür.]


İlk gün gözden kaçan bu küçük ayrıntı, ertesi gün Üzeyir Garih olayının göbeğine oturdu. Garih'in Eyüp Mezarlığı'nda yatan Nakşibendi Şeyhi Küçük Hüseyin Efendi'nin kabrini düzenli olarak ziyaret ettiği ortaya çıktı. 1930 yılında vefat eden Nakşi Şeyhi Küçük Hüseyin Efendi'nin Üzeyir Garih'in babası ile yakın dost oldukları, hatta iki kişi arasında neredeyse şeyh-mürit ilişkisi olduğu iddiaları gündeme geldi. Üzeyir Garih'in Küçük Hüseyin Efendi'nin mezarını yaptırttığı da ortaya çıktı. İddialara göre Garih'in babası gizlice Müslüman olmuştu. Öte yandan yaptığımız araştırmalar sonucunda Musevi işadamı Üzeyir Garih ile yakın ilişkisi bulunan MHP'nin efsanevi lideri Alparslan Türkeş'in Küçük Hüseyin Efendi'nin müritlerinden Ömer Fevzi Mardin'in kurucusu olduğu Arusilik'le yakın ilişkisini ortaya çıkarmış, hazırladığımız bir kitapta bu bilgileri kamuoyuna aktarmıştık. Böylece kamuoyu Arusilik adıyla anılan tasavvufi akımın varlığına tanık oldu (Öldüren Sır: Garih/Sıradışı Bir Musevinin Portresi, Bakış Yayınları, Kasım 2001).

[Ömer Fevzi Mardin hakkında tarihçi Kadir Mısıroğlu'nun bizzat şahit olduğu hatıraları vardır. Mısıroğlu Ömer Fevzi Mardin'in değil Şeyh, bir Müslüman olarak bile kabul edilemeyeceğini, kitaplarında yazdığı şeylere inanan Müslümanların dinden çıkacağını söylemektedir. Mardin, Hıristiyanlığın ve Museviliğin nesh olunmadığını/yürürlükten kaldırılmadığını bile iddia edebilmiştir. Çünkü bütün bu ekibin Türk gözükmeleri de Müslüman gözükmeleri de sadece bir plan gereğidir.]


ARUSİ SEVGİSİ MEZARA KADAR

1917'de Kıbrıs'ta dünyaya gelen Alparslan Türkeş, 1944'teki Turancılık Davası'ndan yargılanarak hapis yatan genç bir üsteğmen iken 27 Mayıs 1960'taki askeri darbede ihtilalin kudretli albayı oldu. Türkeş, ihtilali yapan askeri heyet içindeki ihtilafların ardından 13 arkadaşı ile tasfiye edildi. Hindistan'a askeri ataşe olarak sürgün edilen Türkeş, Türkiye'ye döndükten sonra siyasete atıldı. Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi'ne giren Türkeş, bilahare Genel Başkan oldu. Partinin adı Milliyetçi Hareket Partisi olarak değiştirildi. Türkeş, 1970'lerdeki Milliyetçi Cephe Hükümetleri'ne koalisyon ortağı olarak katıldı, Başbakan Yardımcılığı görevlerini üstlendi.

Arusiler Türkeş'i sevdi

1980'de Türk Silahlı Kuvvetleri siyasal şiddet olayları ve siyasal istikrarsızlık gerekçesiyle yönetime el koydu. Türkeş ve diğer MHP yöneticileri de askeri mahkemelerde yargılanarak yıllarca hapis yattılar. 1989'da siyaset yasağının kaldırılmasının ardından Türkeş MÇP'nin başına geçti. 1991'deki seçimlerde Necmettin Erbakan'ın RP'si ile seçim ittifakı yaparak yeniden Meclis'e girdi. Bu arada MÇP'nin ismi de MHP olarak değiştirildi. 1995 seçimlerinde parlamento dışı kalan Türkeş, bu dönemde uzlaşmacı bir lider profili çizerek ülke siyaseti üzerinde etkili oldu. Türk siyasi hayatının en tartışmalı liderlerinden biri olan Türkeş 1997"de vefat etti.

Türkeş"in siyasi kimliğinin yanı sıra ruh dünyası da ilginçti. Türkeş"in bazı cemaat liderlerini ve tarikat şeyhlerini gizlice ziyaret ettiği ülkücü camia içerisinde konuşuluyordu. Türkeş"in çok yakın çevresinin bildiği bu ilişkiler vefatından sonra parça parça da olsa ortaya çıktı. Türkeş"in büyük yakınlık duyduğu tarikatlerden biri de Arusilik"ti. Türkeş, Küçük Hüseyin Efendi'nin müritlerinden Ömer Fevzi Mardin'in kurduğu Arusiliğin şeyhleriyle 1960"lardan vefatına kadar görüştü.

İlk adı Hüseyin Feyzullah

Hüseyin Efendi'nin Türkeş'in ailesi ile tanıştığı da ortaya çıktı. Ailenin tanışıklığını açıklayan sıradan bir kişi değil, Türkeş ailesinin yakından tanıdığı ve saygı duyduğu Mehmet Faik Erbil'di. Erbil, Arusiler'in en önde gelen isimleri arasında yer alıyor. Erbil, Türkeş'in sağlığında sık sık ziyaret ettiği bir kişi. Erbil, yıllardır dile getirilen bir iddiaya da açıklık getiriyor. İddia, Alparslan Türkeş'in ilk adının Hüseyin Feyzullah olduğudur. Hüseyin, Küçük Hüseyin Efendi'ye, Feyzullah ise Küçük Hüseyin Efendi'nin şeyhi Feyzullah Efendi'ye nispettir. Bu ismi Türkeş'in babası Ahmet Hamdi Bey ve annesi Fatma Zehra Hanım koydu. Türkeş'in dedesi Tuzlalı Arif Ağa da Şeyh Feyzullah Efendi ile aynı dönemde Sultan Abdulaziz tarafından sürgün edildi. Arif Ağa Kayseri'den Kıbrıs'a, Nakşi Şeyhi Feyzullah Efendi ise İstanbul'dan Midilli'ye gönderildi.

'Bu çocuğa dikkat edin'

Türkeş'e Hüseyin Feyzullah ismin verilmesinin hikayesini Mehmet Faik Erbil şöyle anlatıyor: "Bildiğim kadariyle rahmetli Hacı Alpaslan Türkeş'in nüfus kaydındaki ismi Hüseyin Feyzullah'tır. Bunun aslı şudur: Biz işin aslını biliyorduk ama vesile teşvik etmişken kendisinin 1989 senesinde bize söylediği bir sözü burada nakledelim: 'Ankaralı Büyük Evliyâ'dan Küçük Hüseyin Efendi Hazretleri'nin huzuruna kendisi 7-10 yaşları arasında iken ebeveyni tarafından getirilmiş ve mübârek zât kendisine bakarak, şahâdet parmağı ile işaret eyleyip 'Bu çocuk... Bu çocuğa dikkat edin. Türk tarihi bu çocuğu altın harflerle yazacaktır' diye buyurmuşlardır. Buradaki incelik şudur: Alâkaları sebebiyle daha önce ebeveyni oğullarına huzuruna getirdikleri mübâreğin ve mürşidinin ismi şeriflerini koymuşlar."

Arusi Şeyhi Mehmet Faik Erbil"in sözünü ettiği Küçük Hüseyin Efendi 1930'da İstanbul'da vefat ederek Eyüp Sultan Mezarlığı'nda toprağa verildi. Küçük Hüseyin Efendi'nin mütevazi mezarının hemen yanında ise Mareşal Fevzi Çakmak ve ailesinin kabristanı yer alıyor.


Küçük Hüseyin Efendi'nin ÜNLÜ MÜRİTLERİ


Mehmet Faik Erbil Efendi, Küçük Hüseyin Efendi'nin yanısıra tarikatlere mensup ünlü isimleri açıklıyor:

"Yolumuzun ulularından Arif-i Zât-ı Billah Es-seyyid Mevlâna Küçük Hüseyin Efendi'ye ve Halife-i Hassası Zât Mürşidi Esseyyid Ömer Fevzi Mardin Hazretleri'ni zikrettikten sonra terbiyesinde yetişmiş pekçok değerli dervişlerinden birkaçının isimlerini burada dercetmek istiyoruz: Eski Başvekillerimizinden vatanperver Hüseyin Rauf Orbay, beynelmilel tıp ilmi ile mücehhez Ord. Prof. Dr. Hasan Reşat Sığındım, yine tıp âleminden Ord. Prof. Dr. ve aynı zamanda Paşabahçe Tezyin-i Sanatlar Hocası muhterem Ahmet Süheyl Ünver, Washington Büyükelçimiz Münir Ertegün, eski Adliye ve Hariciye Vekillerimizden Ord. Prof. Dr. Yusuf Kemal Tengirşenk, Sağlık eski Bakanlarından Tıp Profesörü Dr. Nihat Reşat Belger, Atina Büyükelçimiz Enis Akaygen, Müzeler Umum Müdürü Prof. Dr. Burhan Toprak ve Mareşal Mustafa Fevzi Çakmak ve teğmen rütbesi ile huzuruna varıp mübareğin kendisine gösterdiği keramet üzerine ömrünün son demine kadar mum ışığında Kur'ân-ı Kerîm okuyan Balıkesir Kumandanı Korgeneral Kurtcebe Noyan Paşa. Bu vesile ile ayrıca belirtmiş olalım ki Halvetî Tarîkati'nden Şark Orduları Başkomutanı Kazım Karabekir Paşa, Mevlevî Tarîkati'nden Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Tekin Arıburun (Paşa) ve aziz şeyhimin "Ordumuzun en değerli paşası Faik Türün Paşa'dır" diye buyurduğu 1970 ve 1973 arasında İstanbul 1. Ordu Kumandanı Org. Faik Türün Paşa da birer mübarek tarîkat mensubudurlar.

Cenab-ı Allah bu şerefli zâtların cümlesine gâni gâni rahmet eylesin. Beşiktaş'ta Tekin Arıburun Paşa ile görüştüğümüzde "18 oy daha alsaydınız, bugün Cumhurbaşkanı'ydınız, paşam" dediğimde bana cevap olarak "Hakk tazyik edilmez ki" demeleri üzerine kendilerini tebrik ettim.
Not: Rahmetli Mareşal M. Fevzi Çakmak vasiyeti üzere, mürşidi Ankaralı Küçük Hüseyin Efendi Hazretleri'nin türbesinin yanında medfun olup, dolayısıyla damadı rahmetli Prof. Dr. Burhan Toprak da aynı sıradadır."

Koç'larla aile dostları

Ord. Prof. Hasan Reşat Sığındım (Ender Mermerci'nin babası), İbnülemin Mahmut Kemal İnal'ın babası Mühürdar Mehmet Emin Paşa, Nurettin Topçu'nun şeyhi Abdulaziz Bekkine, Musevi doktor Salih Arazraki, Üzeyir Garih'in diş hekimi babası Azra Garih, Hatice Suat Hanım'ın annesi Naciye Hanım (Şeyh Yahya Dergahı'nın son postnişini Abdulhay Öztoprak'ın eşi) da Küçük Hüseyin Efendi'nin müritlerinden. Koç Holding'in duayenlerinden Can Kıraç'ın eşi İnci Kıraç da Küçük Hüseyin Efendi'nin torunlarından. Sevgi (Koç)Gönül de Küçük Hüseyin Efendi'nin torunlarından Sabiha Hanım'ın aile dostları arasında yer aldığını açıklamıştı.

Başbakan Ürgüplü de mezarı ziyaret ederdi

Mehmet Faik Erbil, İsmet Paşa döneminin bakanlarından Suat Hayri Ürgüplü ve babası Şeyhülislam Hayri Efendi'nin Küçük Hüseyin Efendi ile ilişkisini şöyle anlatıyor: "Küçük Hüseyin Efendi Hazretleri'nin huzuruna, büyük bir evliya olduğunu öğrenen Ürgüplü'nün babası o devrin Şeyhülislâmı Hayri Efendi gelirler. Hayri Efendi: "Efendim tahsiliniz nedir?" diye sorarlar. Mübarek şu cevabı verirler: "Maksûd." Bunun üzerine Hayri Efendi istihza ile güler ve şöyle söyler? "Aman efendim. Benim odacım dahi maksûd dersini çoktan geçti." Akabinde alaycı bir tavırla anlayamadığını ifade eder. Mübarek yine "Maksûd evladım" cevabını verirler. Şeyhülislâm Efendi huzurundan ayrılırlar, fakat maksûd kelimesi kendilerini ömürleri boyunca meşgûl eder. Aradan onbeş sene geçer ve maksûdun yüce ifadesini bir hâl üzere Kur'ân'dan öğrenmiş olurlar. O da şudur: "Maksûd, âlem-i cemâle intikâl etmeden önce dünyasında iken Rabbını gören Allah'ın saltanatlı velileridir. Zirâ onlar daha dünya hayatında iken maksûda ermişlerdir."

Bunun üzerine Hayri Efendi ah-vah eder, cehlini itiraf için mübareğin huzur-u şeriflerine girmek ister. Bir dostu "Peki, bu arzunu yerine getireyim. Haydi kalk gidelim" der. Eyüpsultan'a gelirler ve oradan kabristana yönelirler. Bu esnada Hayri Efendi durur. "Yoksa mübârek bu âlemden çekildi mi?" diyerek refikine sorarlar. "Evet. Türbesine gidiyoruz" cevabını alınca aynın şöyle dövünürler. "Eyvah! Hayri Efendi, sen ne halt ettin? Meğerse ben ne kadar cahilmişim."

Türbe-i Şerif'i ziyaretten sonra oğlu Suat Ürgüplü'ye şu vasiyette bulunurlar: "Ey oğlum. Bir gün başın sıkışırsa Eyüp tepesinde türbesi bulunan mübarek zât Küçük Hüseyin Efendi Hazretleri'ni ziyaret et, müşkülünün halli için o mübârek kapıda Allah'a yalvar. Muhakkak Allah yardımcın olacaktır." Ürgüplü Tekel Bakanı iken hakkında açılan dava karşısında Küçük Hüseyin Efendi'nin makam-ı şerifine giderek Allah'a şu niyazda bulunur: "Ey Allahım. Suçlu değilim. Aile şerefimiz ayaklar altına alınmak isteniyor. Huzurunda bulunduğum mübaret zatın yüzü suyu hürmetine bu iftira davasından beni kurtar" diyerek hüngür hüngür ağlayarak, yapıştığı türbenin demirleri dua esnasında devamlı salıncak gibi sallanır. Ve tam yedi gün sonra her türlü baskıya rağmen beraat kararını almıştır. Ondan sonra mübareği unutmamış ve fırsat buldukça ziyaretine gitmiştir.

***

MHP lideri Türkeş yaşamı boyunca Arusiler'e şükran duydu.
1964'de siyasete atılırken Arusi Şeyhi Mustafa Aziz Çınar'a danışan Türkeş, bu özel görüşmede neler konuşulduğunu sır gibi sakladı. 25 yıl boyunca sakladığı sırrı bir başka Arusi şeyhine açan Türkeş, 12 Eylül öncesinde ülkücü gençlerin öldürülmesinden kendisinin sorumlu tutulduğunu gözbebekleri dolarak anlatarak partisinden istifayı düşündüğünü söyledi.


***

MHP lideri ve ülkücülerin Başbuğu Alparslan Türkeş'in gizli dünyasında önemli bir yer tutan Arusilik Tunus/Libya kökenli bir tasavvuf hareketi. Arusiler Osmanlı Devleti'ne bağlılıklarıyla tanınıyorlar. Birinci Dünya Savaşı'nın yanısıra Kurtuluş Savaşı'nda da maddi ve manevi olarak Türkiye'yi desteklediler. Tarikate adını veren Ahmed bin Arus'tur.
Tarikat asıl ününü, Ahmet Bin Arus'un müridi Selim Feyturi'nin oğlu Seyyid Abdusselam El-Esmer ile kazandı.
Ahmed bin Arus Horasan'dan Afrika'ya gelen Şeyh Fethullah-ul Acemi'yyul Horasani'ye intisab etti. Ahmed bin Arus Tarikat-i Şazeliyye'den de halifelik almış olmakla birlikte, Medyeniyye, Sazeliyye, Cestiyye ve Kadiri tarikatlarinin bazı özelliklerini birleştirerek müstakil bir hüviyet kazandı.
Seyyid Abdusselam El-Esmer ise 1460-1560 tarihleri arasında yaşadı. Dergahı Libya Zileytin kasabasındadır. Arusilik Osmanlı zamanında Afrika'da yayılabildi. Girit, İzmir gibi yerlere değişik zamanlarda Arusi şeyhleri gönderildi, ancak İstanbul'da zuhur etmesi 1900'lerin ortalarını buldu.
İstanbul'da Arusiliğin ilk müntesibi Şehbenderzade Filibeli Ahmet Hilmi'ydi.

İstanbul'daki İlk Arusi Şeyhi Filibeli Ahmet Hilmi

Sultan 2. Abdülhamid tarafından Fizan'a sürgün edilen aydın, yazar ve bilim adamı Şehbenderzade Filibeli Ahmed Hilmi, burada iken Arusi tarikatine intisap etti. Ahmet Hilmi Bey, 1913'te Şeyh Mihriddin Arusi adıyla, 'İki Gavs-ı Enam: Abdülkadir ve Abdüsselam' isimli bir broşür yayınladı. Bu eserinde Abdülkadir Geylani ve Şeyh Abdusselam'ı tanıttı. Bir iddiaya göre masonların faaliyetlerini deşifre eden Ahmet Hilmi zehirlenerek öldürüldü. Ancak Arusilik asıl olarak soyu Abdülkadir Geylani'ye dayandırılan ve Mardin'de Şirin Dede namı ile maruf Kadiri şeyhi zatın torunlarından, Sultan 2. Abdülhamid devrinde kazaskerlik yapan, İmam-ı Gazali'nin İhya-i Ulum-iddin adlı eserine ondokuz cilt Türkçe şerh yazan Yusuf Sıdkı Efendi'nin torunu Ömer Fevzi Mardin tarafından kuruldu. Ömer Fevzi Mardin, hem aile çevresi içinde manevi terbiye ile yetişti, devrinin askeri okullarından mezuniyet ile orduya katılarak binbaşılık rütbesine kadar yükseldi. Teğmenlik yıllarında İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne katılan Ömer Fevzi Mardin, Osmanlı Devleti'nin İtalyanlar ile yaptığı Trablusgarb Harbi'nde Hamidiye kahramanı namını Rauf Orbay ile paylaştı. Dönemin hükümeti tarafından ödüllendirilmek istenen Mardin, sadece Hamidiye Zırhlısı'nın savaştaki bayrağını kabul etti. Hamidiye bayrağı Mardin'in yakınları tarafından daha sonra Deniz Müzesi'ne bağışlandı.

Ömer Fevzi Mardin Teşkilat-ı Mahsusa'da çalıştı

Mustafa Kemal Atatürk, Enver Paşa ile birlikte Trablusgarp Savunması'na gönüllü olarak katılan Ömer Fevzi Mardin, bu dönemde silah ve cephane sevkiyatıyla meşgul oldu. Avrupa'dan temin ettiği silah ve cephaneyi bir tekneye yükleyerek Mısır yoluyla İskenderiye Limanı'na geldi. Amacı cephaneyi deve kervanı ile Libya'ya sokmaktı. Ne var ki İngilizler sevkiyatı haber alarak tekneye el koydular. Ömer Fevzi Mardin, İskenderiyeli kabadayılarla birlikte tekneye baskın yaparak cephaneyi Libya'ya ulaştırmayı başardı. Birinci Dünya Savaşı yıllarında bir süre Tahran Sefareti Ataşemiliterliği'nde bulunan Ömer Fevzi Mardin, Teşkilat-ı Mahsusa'nın emriyle İran'ın İngiltere ve Rusya'nın nüfuzundan kurtarılması için çok önemli girişimlerde bulundu, hatta bu yüzden iki kez başarısız kalan suikastlere hedef oldu. Mardin'in İran'daki faaliyetleri Almanlar'ı da rahatsız etti. Bu nedenle Mardin'e yönelik suikast girişimlerinde Almanlar'dan da kuşkulanıldı. İran'da iken Sünni ve Caferi mezhepleri arasındaki uzlaşmazlıkları çözümlemek için ulema ile temaslarda bulundu. Caferiler'in Hacc taleplerinin karşılanması için Osmanlı Hükümeti nezdinde aracılık yaptı. Mardin'in iki mezhep arasındaki ilişkileri geliştirme çabaları Osmanlı Devleti'nin savaştan yenik çıkmasıyla akim kaldı.

Şeyhi ölene kadar bekledi

Bir süre Harbiye Mektebi'nde öğretmenlik yapan Mardin, Rauf Orbay'ın tavsiyesiyle İstanbul'da Kocamustafapaşa semtinde Nakşibendi-Halidi şeyhlerinden Küçük Hüseyin adı ile maruf Hüseyin Hüsnü Ankaravi'ye intisab etti. Bilahare şeyhinden Nakşibendi icazeti aldı. Şeyh Hüseyin Hüsnü Efendi'nin 1930'da vefatına kadar talebe almayan Ömer Fevzi Mardin, 1940'dan itibaren Nakşibendi, Kadiri, Mevlevi, Şabani dersi verip halifeler ve müridler yetiştirdi. Arusi kaynaklarına göre Ömer Fevzi Mardin'in Arusi tarikatindan ilk ders verdiği kişi, daha sonra halifesi olan Mustafa Aziz Çınar'dır. Böylece Arusi Selami Ömeriyye Türkiye'de Ömer Fevzi Mardin ile baslayıp, Mustafa Aziz Çınar ve Şeyh Necmettin Oyman ile devam ederek bugünlere ulaştı. Yine cemaat kaynaklarına göre Afrika dışında kalan ülkelerde Arusilik ile ilgili tasarruf Ömer Fevzi Mardin'e ve bu koldan yetişen halifelerine verildi.

Libya Arusileri klasik esma tertibi usulu ile diğer Arusiler ise Ömer Fevzi Mardin'e Uveysiyye tecellisi ile verilmis esma tertibi yoluyla seyri süluk görüyorlar. Bu nedenle Arusilik Türkiye'de Arusi-Selami-Ömeriye olarak nitelendiriliyor. Mardin'in Kadıköy Kalamış'taki evi dönemin fikir ve bilim adamlarının katıldığı sohbet halkasına sahiplik etti. Kadıköy Toplantıları'nın müdavimleri arasında Küçük Hüseyin Efendi'nin talebelerinden Prof. Hasan Reşat Sığındım ile Prof. Süheyl Ünver'in yanısıra Mehmet Ali Ayni, Prof. İsmail Hakkı İzmirli ve Cami Baykut da yer alıyordu.

Türkeş'in 1989'da MHP'den istifasını Şeyh Mehmet Faik Erbil önledi

MHP lideri Türkeş 1989'da kendisine yönelik eleştirilerden iyice bunalır, siyaseti bırakmayı dahi düşünür. Türkeş, içini ne zaman bir sıkıntı sarsa Arusi Şeyhlerini ziyaret ederdi. Bu kez de öyle yaptı. Arusi şeyhlerinden Mehmet Faik Erbil'e içini açan Türkeş'in gözbebekleri doldu. Erbil, Türkeş ile arasında geçen özel görüşmeyi yakın çevresine şu sözlerle anlatıyordu:

"Türkeş Bey sohbet esnasında bir ara sıkıntılı ve üzüntülü olduğundan bahisle şöyle dediler:
'Efendim, ülkücü gençlerimizin, evlatlarımızın şehâdeti hususunda sanki suçlu ben imişim gibi gösterilmek isteniyorum. Bundan da çok üzüntü duyuyorum. Eğer müsaadeniz olursa şimdi buradan telefonla genel merkeze hemen istifamı bildireyim ve yarım saat içinde hizmetlerimi burada noktalamış olayım.'

Cenâb-ı Allah'ın izni şerifiyle cevabımız şöyle oldu:
'Hayır. Zâtınızın üzüntüsünü, kederini mucip olacak hiçbir vebâliniz yoktur. Hazret-i Peygamber Efendimiz o vatan şehitlerinin hepsini kanatları altına almıştır. Bundan daha büyük saadet olur mu. Siz yiğit bir insan ve büyük bir vatanperver olarak hizmete devam ediniz' deyince çok rahatlayıp, memnun kaldılar ve bu ifademiz üzerine 'peki efendim' dediler ve istifa etmekten vazgeçtiler.
1989 senesinde genel başkanlıktan ayrılması da böylece önlenmiş oldu. Sinemizde saklı nice gerçeklerin en küçüklerinden birisi budur. O gün beraber geldikleri refikası da bu konuşmayı olduğu gibi duydular."

Türkeş'in 25 yıllık büyük sırrı

Ömrü boyunca Türkiye'deki Arusi şeyhlere yakınlık duyan ve her zaman istişarelerde bulunan MHP lideri Alparslan Türkeş, Hindistan'dan sürgünden döndükten sonra siyasete atıldı. Türkeş siyasete atılma kararını gizlice ziyaretine gittiği Arusi Şeyhi Mustafa Aziz Çınar'a da açarak fikrini aldı.

Arusiler'in önde gelen isimlerinden Mehmet Faik Erbil Efendi, şeyhi Aziz Çınar ile Türkeş arasında geçen görüşmeyi şöyle anlatıyor: "1964 senesinde rahmetli Alparslan Türkeş suret-i mahsusada şeyhim Arif-i Billah Mustafa Aziz Çınar Hazretleri'nin huzuruna gelir ve birlikte akşam yemeği yerler. Bir ara Türkeş Bey kendilerine siyaset yolu ile memlekete hizmet etmek arzusunda olduklarını ifade ederler. Mübârek şeyhimden aldıkları cevap aynın şöyledir: 'Alparslan Bey, siz siyaset yapmıyorsunuz. Sizin yaptığınız vatan müdafiiliğidir. Bu yolda hizmete devam ediniz.' Yirmibeş sene sonra yani 1989 senesi içerisinde fakirhanemizi ziyaret günlerden birinde idi ki akşam yemeğini müteakip âcizaneme evveliyatını bilmediğim ve o esnada muhatap olduğum yukarıda bahsedilen aynı suali soran rahmetliye cevabımız şu oldu: 'Sizin yaptığınız siyaset değildir. Siz hizmetlerinizi vatan müdafaasına hasretmişsiniz. Yolunuza devam ediniz. Allah muvaffak eylesin' deyince, rahmetli bunun üzerine birdenbire heyecanlandı ve 'Allah Allah, Allah Allah' diyerek dedi ki: 25 seneden beri sakladığım bir sırrı şimdi ben de size açıklayacağım. 1964 senesinde Şeyh Aziz Çınar Hazretleri'nin bana söylediğini tam 25 sene sonra yani 1989'da siz de aynen söylüyorsunuz."

Türkeş: "Arusiler beni yalnız bırakmadı"

Türkeş yaşamı boyunca manevi desteklerini aldığı Arusiler'e şükran duyguları taşıdı. 11 Aralık 1987'de Mevlana İhtifali vesilesiyle Ankara'ya giden Arusi Şeyhi Mehmet Faik Erbil'le Bulvar Palas'ta özel bir akşam yemeğinde bir araya gelen Alparslan Türkeş, Arusiliğe olan sevgisini ve bağlılığını dile getiriyordu. Yemekte Türkeş'in eşi Seval Türkeş Hanım da vardır. 12 Eylül döneminde askeri mahkemelerde idamdan yargılandığını ve Arusiler'in kadim şeyhlerinden Abdusselam El-Esmer'in himmetiyle kılpayı kurtulduğunu belirten MHP lideri Türkeş, Mehmet Faik Erbil'e başından geçen olayları heyecanlı bir şekilde şöyle aktarıyor:
"Hakkımdaki idam fermanı önceden verilmiş ve üç bacaklı sehpa kurulmuştu. Çok büyük bir evliya olan Hazreti Pir Seyyid Abdusselam el-Esmer Sultan'ın yüzü suyu hürmetine bu belanın üzerimden def ü ref olması için Allah'tan niyaz ettim. Cenâb-ı Allah'ın izni iledir ki, Hazret-i Pîr Seyyid Abdüsselâm el-Esmer Sultan'ın çok himmetini gördüm ve üç bacaklı idam sehpasına mübareğin attıkları bir tekme ile idamdan döndüğüm gibi bugün dimdik ayaktayım. Kendilerine medyun-u şükranım.

İkincisi, haksız yere yattığım hapisten sonra çoluk çocuğumla Avrupa'ya gittim. Alman hükümeti, yapılan fitne üzerine, hava meydanından geri dönmemi istedi. Yarım saat içerisinde Seyyid Abdusselam el-Esmer Hazretleri'nin himmetini gördüm. Alman İstihbarat Başkanı benden özür diledi ve Frankfurt'a girdim.

Üçüncüsü, İngiltere'ye gitmek üzere iken Fransa'ya inmek zarureti hasıl oldu. Aynı şekilde Paris'e girmeme müsaade edilmedi. Yine o mübarek Pîr'in himmetleri ile on beş dakika içinde bizzat Paris Emniyet Müdürü gelerek özür diledi. Paris'e, oradan da İngiltere'ye geçtim.

Ya Allahım! Bu büyük evliyayı nasıl sevip de ona hürmet etmeyeyim. Beni herkesin terkettiği en kara günlerimde ve en zor zamanlarımda gerçek bir karagün dostu olduğunu unutmam mümkün değildir. Evlatlarımın, katillerin, vatan hainlerinin zalim kurşunlarına hedef olmaması hususunda bize gösterdiğin alaka beni çok mütehassis etmiştir. Allah senden razı olsun."

http://yenisafak.com.tr/arsiv/2003/agus ... kes02.html

***
MHP lideri Alparslan Türkeş, 27 Mayıs 1960'daki askeri darbede yer aldığı için 1970'li yıllarda Demokrat Parti'nin devamı olarak bilinen Adalet Partisi'nin mensupları tarafından hep eleştiriye maruz kaldı. İkinci bir eleştiri konusu da Said-i Nursi'nin naaşının askeri idare tarafından Urfa'daki mezarından bilinmeyen bir yere nakledilmesiydi. Bu iki eleştiri de MHP lideri Türkeş'i hep rahatsız etti. Türkeş, 27 Mayıs ve Said-i Nursi olayı hakkında çeşitli açıklamalar yaptı. Başbakan Adnan Menderes'in idamına karşı çıktığını, Said-i Nursi'nin naaşının ise kendisinin sorumluluğu dışında nakledildiğini belirtti. Said-i Nursi'nin mezarının herkesçe bilinmeyen bir yere defnedilmesi hususunda talebelerine vasiyeti vardı. Yine de naaşının 27 Mayıs'tan sonra askeri idarenin talimatıyla bilinmeyen bir yere nakledilmesi Nurcu çevrelerde eleştiri konusu yapıldı. Türkeş, Said Nursi'nin kayıp mezarı hakkında sorulara muhatap kaldı. Uzun yıllar suskunluğunu koruyan Türkeş, gazeteci Hulusi Turgut'a 1995 yılında anlattığı anılarında kayıp mezarla ilgili açıklamalarda da bulundu.

"Menderes'i İsviçre'ye göndermeyi düşünüyorduk"

Mehmet Faik Erbil 27 Mayıs hakkında Türkeş'in söylediklerini şöyle anlatıyor: "Rahmetli 27 Mayıs 1960'ı, özetli ifade edersem şöyle anlattılar: "27 Mayıs harekâtı doğruydu ve makbulümdür. Zirâ halkımız kardeş kavgasına sürükleniyordu. Nitekim, kahvelerine kadar kamplara ayrılmıştı. Vatanın bütünlüğü tehlike arzediyordu. İçeride hainler, dışarıda düşmanlarımız, sevinç tezahürleri göstermekteydi. Rahmetli Adnan Menderes'i ziyaretimde kendileri bana harekâtı tasvip ettiklerini ve imzasını taşıyan kendi el yazısıyla bunu teyid etmek istediklerini beyan ettiklerinde sanki biz tazyikle bunu yazdırmışız gibi bir durum meydana gelir düşüncesi ile olduğu kadar aynı zamanda fitneye de yol vermemek için isteği kabul edemeyeceğimi söyledim. Ayrılırken rahmetlinin düşmanı olmadığımızı ve haklarında müspet düşündüğümüzü kendisi de farketmişlerdi. Asıl fikrimiz; fitnenin bertaraf edilerek, kardeş kavgasını önlemek ve vatanın bütünlüğünü korumak için üç sene iktidarda kalıp, bu arada tahsisatını vermek suretiyle rahmetli Adnan Menderes'i İsviçre'ye göndermek ve vaziyet normale avdet edince tekrar vatana dönmesini teminen seçimlere girmesini sağlamaktı. Maalesef, bu temiz düşüncemiz ihanete uğramıştır.

28 Mayıs 1960'ı şiddetle reddediyorum. Zira, zulüm yapıldı ve nahak yere cana kıyıldı. Tarihi vesika olarak Hindistan- Yeni Delhi'den devlet müşaviri sıfatı ile çektiğim telgrafta ve yazdığım mektupda idamlarını suret-i katyede tasvip etmediğimi bildirdim. Ben 27 Mayıs'a kendilerine çok itimat beslediğim değerli bir paşamızın isteği ile dahil oldum. 'Eğer sen aramızda olmazsan, bunlar iki satırı yazıp bir araya getiremezler' dedi. Paşamız da benim gibi iyi duygular sahibi idi. Bunun için kabul ettim."

Said-i Nursi olayını MBK'ya getiren Kızıloğlu idi

Türkeş, 1995'de gazeteci Hulusi Turgut'a Said-i Nursi'nin naaşının naklinin Milli Birlik Komitesi toplantısında gündeme geldiğini belirtiyordu. Konuyu gündeme getiren - İçişleri Bakanı emekli general İhsan Kızıloğlu'ydu. Türkeş şöyle diyordu: "İhsan Paşa elinde bir dosya ile geldi. Bir konuda bilgi vermek istediğini söyledi. Paşanın Komite'ye anlattıklarına göre, 27 Mayıs'tan önce, Urfa'da vefat edip, oraya defnedilen Said Nursi'nin kardeşi, kendilerine bir dilekçe vermiş, ismi Mehmet olabilir, ama soyadı, kardeşinin soyadına benzemiyordu. Dilekçe sahibi, 'Ben Konya'da oturuyorum, oysa ağabeyimin mezarı Urfa'da. Sık sık ziyaret etmek istiyorum, iki şehrin arası uzak olduğu için her zaman ziyaret imkanı bulamıyorum' demiş. Paşa bize bunları anlattıktan sonra, 'Said Nursi'nin kardeşi kabir nakli istiyor' dedi. Dilekçe MBK'da Kızıloğlu tarafından okundu. Komitenin izin vermesi halinde, Cemal Gürsel Paşa'ya da arzedileceğini belirtti. Milli Birlik Komitesi kabrin nakline izin verdi. Olayın bize yansıyan şekli budur. Olayı böyle biliyoruz. Kızıloğlu'nun verdiği bilgi dışında ayrıntı alamadım. Zaten 13 Kasım oldu, biz yurt dışına çıkarıldık."

Said-i Nursi'nin mezarını ikinci Kabe olmasın diye naklettik

Türkeş bu konuyu Arusilerin önde gelen isimlerinden Mehmet Faik Erbil'le de konuştu.

Mehmet Faik Erbil, Said-i Nursi'nin naaşının bilinmeyen bir yere nakledilmesi hususunda MHP Lideri Türkeş'ten bilgi alıyor. Erbil, Said-i Nursi'nin naaşının nereye nakledildiğini belirtmekten kaçınıyor. Erbil, Said-i Nursi Olayı'nı da Türkeş'in ağzından şöyle aktarıyor: "Said-i Nursi bahsine gelince; Urfa'da Makam-ı İbrahim'den naaşını alıp ..... nakletmemiz belki de doğru değildi. Kabir nakli gece uçakla üç kişi tarafından yapılmıştır. (...) İkinci bir Kâbe yapılmasından korktuğumuz için böyle davranmak zaruretini duymuş olduk. Burada niyetim halistir. Hata yaptığımı düşünmüyorum. Varsa, Allah'tan af dilerim."

'Babamın ilk ismi Alparslan'

MHP Lideri Alparslan Türkeş'in oğlu Tuğrul Türkeş, babasının ilk isminin Hüseyin Feyzullah olduğunu reddetti. Aile içinde böyle bir hususun bilinmediğini ifade eden Tuğrul Türkeş şunları söyledi: "Bu iddia 20-25 yıldır sol cenahtan rahmetli babamın Kıbrıslılığına yönelik bir itham olarak gündem geldi. Ben babama ve kendime pasaport çıkartmak için Kıbrıs'a gittiğimde nüfus kayıtlarına baktım. Böyle bir şeye rastlamadım. Benim gördüğüm kayıtlarda Alparslan olarak yer alıyor. O yıllarda Alparslan ismi Kıbrıs'ta pek kullanılmıyor. Bu nedenle Ali Arslan olarak bir ara kullanılmış aile etrafında. Soyadı kanunu çıkınca Türkeş soyadını almışız. Amcamlar o dönemde Adana'da oturuyorlardı. Haberleşme imkanı kıtlığı yüzünden bir yanlış anlama nedeniyle amcamlar Türkiş soyadını almışlar. Babamın Lefkoşe'de doğduğu yıllarda çocuklara iki isim veriliyor, birisi babanın ismi olur hep. Bu durumda Alparslan Ahmet Hamdi olması lazımdı. Hem babama bu iki zatın ismi verilmiş olsaydı, neden değiştirsinler ki, bu zatlara saygısızlık olmaz mı?"

Ünlü kadın yazar Cahit Uçuk, üstadı Mardin'i unutamadı

Mehmet Faik Erbil'in verdiği bilgilere göre Ömer Fevzi Mardin'in müritleri arasında Türkiye Öğretmenler Birliği genel başkanlarından Ahmet Sami Ayral da var. Buna göre Ayral, Arusi-yi Selami Tarikati'nin önde gelen isimlerinden. Mardin'den sonra şeyhlik makamına oturan eski Kadıköylü olarak bilinen GS Divan Üyelerinden Bedirhani'lerden Mustafa Aziz Çınar (vefatı 1979). Yine Abdulkadir Paşa olarak bilinen Kadri Yıldırım Paşa, Kadiri tarikatine mensup iken Arusi oldu. 1980'de vefat eden Paşa Arusi şeyhlerinden biriydi. Gümrük ve Tekel eski bakanı MHP'li merhum Gün Sazak'ın eşi Nilgün Sazak da Arusilere yakınlık duyan isimler arasında.

Ömer Fevzi Mardin'in sohbet halkalarına katılan ünlü isimlerden birisi de kadın romancı-yazar Cahit Uçuk. 1909'da Selanik'te dünyaya gelen Cahit Hanım 2003 Ocak'ında Yapı Kredi Yayınları'ndan çıkan "Erkekler Dünyası'nda Bir Kadın Yazar" isimli anılarında Ömer Fevzi Mardin'den şöyle söz ediyor: "Şimdi masamın üzerinde bana yıllardan beri en ümitsiz günlerimde güç veren sıcacık ve alçakgönüllü gülümseyişiyle bakan, adının üstüne sadece 'Allah kulu' diye imzasını atan sevgili, aziz büyüğüm Ömer Fevzi Mardin'in resmi var. 'Bu kalem senin elinde mi? Sen yazmaya devam et çocuğum' sözleri kulaklarımda çınlamakta."

Arusi şeyhi 'Mardinizade'

Arusi Şeyhi Ömer Fevzi Mardin'in Varlık Vergisi'nin uygulandığı 1940'larda zorda kalan Museviler'e yardım edilmesini tavsiye ettiği ifade ediliyor. İsmet İnönü'nün "siyasete karışmazsanız hayatınız garanti altındadır" dediği Ömer Fevzi Bey, DP'nin kuruluşuna kadar siyasi konulardan uzak kaldı, talebelerine de aynı şekilde davranmalarını tavsiye etti. Ömer Fevzi Bey, 1946'da Demokrat Parti'nin kurulmasından sonra halk arasında demokrasi bilincinin kökleşmesi için kitaplar yazdı. 1942'de Kadiköy'de kurduğu İlahiyat Kültür Telifleri Derneği, Müslümanlar ve gayr-ı müslimler arasındaki diyalogda etkili oldu. Mardin, 1950'de DP iktidarında Kore'ye asker gönderilmesi kararını da savunan bir din adamı olarak dikkat çekti. Bu amaçla, "Kore Savunmasına Katılmamızda Dini ve Siyasi Zaruret" isimli kitabı yazdı.

Ömer Fevzi Mardin'in mensubu olduğu Mardinizadeler'den bazı ünlü isimler şunlar: Ord. Prof. Ebulula Mardin, Prof. Şerif Mardin, Betül Mardin, Yusuf Mardin ve Arif Mardin. Arif Mardin, Küçük Hüseyin Efendi'nin müritlerinden olduğu söylenen Merhum Büyükelçi Münir Ertegün'ün oğlu Atlantic Records'un patronu Ahmet Ertegün'ün ABD'deki yakın çalışma arkadaşı. Ünlü plak yapımcısı Arif Mardin meslek yaşamının 7'nci Grammy ödülünü aldı. Atlantic Records şirketinin başkan yardımcısı, yapımcı ve bestekar Arif Mardin, Los Angeles'ta düzenlenen galada Grammy özel liyakat ödülü olan 'Trustees' ödülünü de aldı. Ömer Fevzi Mardin'in annesi Osmanlı'nın Hariciye Nazırları'ndan Halil Şerif Paşa'nın kızı Leyla Şerife Hanım. Şerife Hanım Osmanlı döneminin ilk kadın roman yazarı olarak biliniyor.

MHP lideri Alparslan Türkeş'in Arusi Şeyhleri Mustafa Aziz Çınar ve Mehmet Faik Erbil'le sık sık görüştüğü ortaya çıktı. Erbil, Türkeş için "Ekseriye tek başına ve ara sıra da refikası ve evlatları ile beraber sık sık fakirhaneye ziyarete gelirdi" diyor. Kaptan-ı Derya Turgut Reis'in soyundan gelen Erbil'in babası Ahmet Faruk Erbil de Rıfai-Uveysi idi. Muhabere çavuşu Ahmet Faruk Efendi, eniştesi Alay Kumandanı Miralay İbrahim Hakkı Ertan ile Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı'na katıldı. Heyemola adlı denizci türküsü de Erbil'in ninesinin babası Bahriye Albaylarından Hacı Ali Kaptan için yazılmış. Kaptan-ı Derya Süleyman Paşa, Korgeneral Şükrü Naili Paşa, Ruşen Eşref Ünaydın, Trablusgarb Valisi Turgut Bey, Ticaret eski Bakanı Zeyyat Mandalinci, Kaptan-ı Derya Cafer Paşa, İçişleri eski Bakanı Şükrü Kaya, Prof. Mehmet Uluç da aynı aileden.

Son yıllarında Türkeş Türkiye'nin tutkalı oldu

1930'larda Ömer Fevzi Mardin ile başlayan ve Bedirhani Mustafa Aziz Çınar ile devam eden Arusi-Selami-Ömeriye tarikatinin son şeyhi olan Mehmet Faik Erbil, Türkeş'in gizli dünyasında önemli bir yer tutuyor. Erbil, önümüzdeki günlerde neşredilecek olan Mir'at'ül Hakaik (Hakikatlerin Aynası) isimli eserinde Arusilik ve Türkeş hakkında son derece özel bilgilere şöyle yer veriyor:

"Hakikat hayatına dair bir misal: Alparslan Türkeş Bey'in kendisine, bir büyük şehrin tapusunu sana verelim, dünyaya döner misin deseler, başını çevirip bakmaz bile. (..)Hususi görüşmelerimizden birinde bize 'Müslümanım ve Müslüman olarak yok denildiği ve yerildiği zamanlarda varlığını dile getirdiğim Türk ırkının mevcudiyetinin sağlam düşünce ve berrak fikirle isbatı üzerine uğradığım dahili ve harici bütün tasallutlar eğer suç teşkil ediyorsa ben buna çoktan razıyım' diyen merhum Türkeş'e şöyle dedik: 'Cenâb-ı Allah itibarınızı ziyadesiyle iade edecektir.' Nitekim, fuzûli yasakların kaldırılmasından sonra vefatına kadar geçen zaman dilimi içerisinde üç-beş arkadaşı ile birlikte merhum Türkeş Türkiye'nin tutkalı, âdeta gizli bir cumhurbaşkanı gibi herkes tarafından, hattâ bir dönem katı muhaliflerince bile mütalaâ ve kabul edilmişti.

Kur'an üzerine yemin

Cennetmekân rahmetli Hacı Alpaslan Türkeş'e dedim ki: "Yahudi ve Hıristiyan devletleri dahi tahrif edilmiş Tevrat ve İncil üzerine meclislerinde, senatolarında el basıp yemin ederken Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin hemen hemen tamamına yakın Müslüman olduğu halde Büyük Millet Meclisi'nde ve eğer varsa Senatosu'nda tahrifi muhal olan Allah Kelâmı Kur'ân-ı Kerîm üzerine niçin yemin edilmez ki! Hal böyle devam ettiği müddetçe Meclis'te yapılan yeminlerin hiç birisi Allah katında değer taşımadığı için sizler de o yaptığınız yeminlerden katiyen mesul değilsiniz. Tabiatıyle, hoş manzara değildir. Bir de şöyle düşünün: Yemin etmek üzere Kur'ân-ı Kerîm'e el basanın muhakkak surette istese de, istemese de içine bir korku düşer ki, üç kötülük yerine bir kötülük yapmakla iktifa etmek zorunda kalır. Ta ki ahlâk düzelene kadar bu dahi millet-memleket hizmetinde kazanç değil midir?"

Merhum Türkeş, bu ifadelerimize ciddiyetle aynen iştirak ettiklerini söylemişlerdir. Vesile teşkil etmişken belirtelim. Biz Allah adamıyız. Allah işçisiyiz. Siyasetle zerre misâli alâkamız yoktur. Bu sebeple muhterem zatın ne evinin, ne bürosunun, ne parti merkezinin ve ne de herhangi bir parti teşkilatının yolunu bilmeyiz.

Allah'a, Peygamber Aleyhisselâm'a, Din-i İslâm'a ve Kur'ân-ı Kerîm ile Ehl-i Beyti Resulullah'a, Enbiyâ ve Evliyâ'ya büyük hürmet taşıyan ve içinden çıktığı ordusuna toz konduramayacak kadar vatan sevgisi ile dolu olan bu muhterem zât, aslında kesilecek bir horozun kanını görmemek için dahi sırtını dönecek kadar yufka yürekli, merhametli, her yönüyle devlet adamlığı vasıflarını haiz, dürüst, vefalı, edepli, terbiyeli ve bilgi bir zât idi. Türkiye'de cumhurbaşkanlığına en lâyık bir kimse olduğunu rahatlıkla ifade edebilirim. Türkiye Devleti Cumhurbaşkanı olmasını çok arzu ettim. Ancak, bu bir rıza lokmasıdır sırrından Cenâb-ı Allah'ın sunduğu nimeti yemesini bilemedi. Fakat, bu dünyadaki en büyük beşeri makamdan çok daha ziyadesi Gerçek Hayat'ta kendisine ikrâm edilmiştir. Bu hikmeti tefekkür etmekte güzellikler vardır. Rahmetli Fatihâ-ı Şerifesi'ni beraberinde götürmüştür. Hiçbir kimseye nasip olmayan tarzda bu dünyadan göç etti. Şöyle ki, cenaze merasimi müddetince üzerine evvela kar yağdı, arkasından sulu kara çevirdi ve son olarak da yağmur dediğimiz rahmetle noktalanarak uğurlandı. Bu Rabb'ın kendisine bir iltifatı idi. Nâhak yere tutuklu kaldığı 12 Eylül'den sonraki hayatı, vefatına kadar kendisine göre kemâlât içerisinde geçmiştir. Bilhassa gösterdiği olgunluk, ciddiyet ve mert tavrı buna ne güzel misâldir. Sinemize gömdüğümüz bize verdiği çok değerli bilgileri bu âlemden göç ile Hakikat hayatına taşımış olacağız. Hikmet sahibi Ulu Tanrı'ya sığınarak deriz ki, bu devlet güzel hizmetler için başında bir Eştürk-Türkeş görür, inşaallah. Celâl ve Cemâl sıfatlarının mâliki olan Allah'a hamdimiz ve şükrümüz büyüktür.

'Küçük oğluna Keskinkılıç ismini koydum'

Bu vatanda cumhurbaşkanlığına her bakımdan en lâyık bir zât idi. Zaman zaman kendilerine inşallah devlet başkanı olursunuz derdim ve refikası Sayın Saadet Seval Türkeş'e de 'Siz buna hazırlanın' ifadesinde bulunduğumda hiç cevap vermez, sadece tebessüm ederlerdi. Küçük oğluna (Keskinkılıç) ismini koydum. Sünnetini takiben birgün müddetince kan kaybına uğramış ve ne yapmışlarsa kanı durduramamışlar. Bundan büyük endişe duyarak çocuğu fakirhâneye getirdiler. Kısa bir duayı müteakip kan derhal durdu ve böylece çok rahatladıklarını ifade ettiler. Ey Allah kulları! Kim olursanız olun, duayı asla küçümsememenizi ve dua etmekten uzak durmamanızı tavsiye ederiz. Zirâ, Kur'ân-ı Kerîm'de Cenâb-ı Allah önemine binaen dua üzerinde durduğunu buyurur. İşin farkına epeyce bir müddet sonra vardıklarını müşâhede ettim. Meğerse bu örtü altında bize verilen vazife cennet mekân rahmetliyi ukbâ hayatına hazırlamakmış. Cenâb-ı Hakk'a hamdimiz-şükrümüz ziyâdedir."

Milli İstihbarat'a önem verirdi

Mehmet Faik Erbil: İçinden geldiği ordumuzu çok sevdiği gibi bunun yanısıra emniyet kuvvetlerimizi de takdir eder ve kendilerine sevgi ve muhabbet beslerlerdi. Bilhassa Milli İstihbarat'a çok önem verirdi. Yakın-uzak, partili-parti dışı, asker-sivil olmak üzere hüsnüniyetle iyilik ettiği pekçok kimseden gördüğü ihanet ve nankörlükten başka çeşitli kesimlerden kulaklarına nice kirli fitne lafları, yalan sözler geldiği içindir ki uzunca bir müddet haklı olarak eşhasa karşı duyduğu itimatsızlık şüpheciliğe yol açmıştı. Cenâb-ı Allah'ın yardımı ile zaman içerisinde bunlardan mümkün mertebe arınmıştır. Kendileri mazbut bir aile hayatı içerisinde, gayet edepli idi ve bir gün dahi olsun bacak bacak üzerine attığını görmedim. Daima iki eli dizleri üzerinde otururlardı. Acırım kendisine dünyada iken zulmedenlerin gerçek hayattaki hallerine!...

Mail Büyükerman: Beni Mardin'e Cahit Uçuk gönderdi

DSP Eskişehir eski Milletvekili Mail Büyükerman da üniversite yıllarında tanıştığı Ömer Fevzi Mardin'in sohbet halkalarında yetişti. Mail Büyükerman'la Ömer Fevzi Mardin'i konuştuk. Büyükerman hıçkırıklar ve gözyaşları içinde "Üstadım" dediği Mardin'i anlattı.

Sizi kim tanıştırdı?

Hukuk Fakültesi üçüncü sınıftaydım. Edebiyata ilgim vardı. Şeytanın Kuklaları isimli bir tiyatro yazmıştım. İstanbul Şehir Tiyatroları'nda Dramaturg Heyeti'nin önüne çıktım. Heyet, oyunumun Şehir Tiyatroları'nda sahneye konulup konulmayacağına karar verecekti. Heyetin önünde oyunumu okumaya başladım. Kapı açıktı, biraz sonra şık ve güzel bir hanım girdi içeriye. Okumayı durdurdum. Heyettekiler kadına büyük ilgi gösterdiler. Cahit Uçuk'muş. Ünlü romancı, hikayeci ve oyun yazarı. Oyunumda ilahiyatla ilgili ibareler vardı. Bu vesile ile Cahit Hanım onlara Ömer Fevzi Mardin'den söz etti. Israrla Mardin ile tanışmalarını istedi. Benden de mutlaka Mardin ile tanışmamı istedi, kendisinin de bu konuda yardımcı olacağını söyledi.

İlk karşılaşmanız nasıl gerçekleşti?

Ruhi bir arayış içindeydim. Kadıköy Çukurbostan'da, 31 Ağustos Sokak'ta 31 numaralı evin kapısını çaldım. Narin, ince yapılı, rahibe gibi bir kadın açtı kapıyı. İçeri girdim. Tanıştık. Cahit Uçuk hanımın tavsiyesiyle geldiğimi söyledim. "Ben buraya bir tecessüs, merak için gelmedim, manevi ihtiyacım için geldim" dedim. Pek sevindiler. Sohbet ettik. Bana kendi yazdığı ilahiyat külliyatından verdi. Kıştı. Çıkarken paltomu tuttu, engellemek istedim, "Ben tutacağım, ev sahipliğinin gereğidir, hem bana mutluluk verir" dedi. Ziyaretlerim haftada bir devam etti.

Sohbetlerde tarikat lafı edilir miydi?

Katiyetle. Hiçbir gün ne Nakşilik'ten ne de Arusilik'ten söz etti. Sadece Kur'an'ın insancıllığından bahsederdi. Okulu bitirip 35. dönem yedeksubaylık hizmetimi yaparken vefat ettiğini öğrendim. Üzeyir Garih cinayeti işlendikten sonra üstadımın Nakşi Şeyhi Küçük Hüseyin Efendi'nin müridi ve halifesi olduğunu o zaman öğrendim. Benim bir gazetede Ömer Fevzi Mardin'le ilgili bir açıklamam üzerine İstanbul'dan bir telefon geldi. Bir sanatkarmış, ismini söylemeyeceğim. Çocukken sık sık mezarlıkta barınırmış. Üstadımın mezarını kelli felli adamların sık sık ziyaret etmeleri dikkatini çekmiş. Daha sonraki yıllarda Üstadım'ı araştırmış, kim olduğunu öğrenmiş. Bu şekilde Üstadım'a karşı muhabbet duymuş. Ben bir kitap yazdım Birinci Otuz diye. Kitapta İncil, Zebur, Tevrat ve Kur'an'ın ortak yönlerini inceledim. Bu kitabın meydana gelişinde Üstadım'ın bana öğrettiklerinden çok istifade ettim. Önsözünde "Üstadım büyük insan Ömer Fevzi Mardin'i rahmetle anarım" dedim.

Nasıl biriydi?

Ömer Fevzi Bey'in gözleri derinlere, uzaklara, sonsuza doğru bakardı. Her zaman güleçti, tebessümlüydü. Sesinde bir şefkat ve rikkat vardı. Kim olursa olsun herkese iyilik yapmayı tavsiye ederdi. Sade ve mütevazı bir kişiliği vardı. Zengin bir aileye mensup olmakla birlikte küçük bir evi vardı. Üstadım'la ilgili konularda bir şey söylemeyi ve anlatmayı vecibe, vazife sayarım.

MHP lideri Türkeş'le özel ilişkisi bulunan Arusi Şeyhi Mehmet Faik Erbil, Amerikan savaş gemisi Missouri'nin 1946'de Türkiye'nin ilk Washington Büyükelçisi Münir Ertegün'ün cenazesini İstanbul'a getirmesi konusunda ilginç bir açıklama yapıyor. Ertegün ABD'de görev başında iken vefat etmişti. Washington'un bir Türk diplomatın cenazesi için en ünlü gemisini tahsis etmesi önemli bir gelişmeydi. Oysa Arusi Şeyhi Erbil'e göre olay şöyleydi: "ABD'nin suikaste uğrayan başkanlarından Franklin Roosevelt'i öldürmek niyetiyle üzerine ellidört veya ellibeş santim mesafeden suikastçinin sıkmış olduğu beş kurşun biiznillah re'sen himmetiyle hedef değiştirmiş ve bu suikastten Roosevelt böylece kurtulmuştur. Çünkü Tarikat-i Nakşiye'den meşhur Küçük Hüseyin Efendi Hazretleri'nin dervişanından Washington Büyükelçimiz rahmetli Münir Ertegün vasıtasıyla Roosevelt'i himayesine almış; onun gizlice İslamiyet'le müşerref olmasına vesile-i rahmet olmuştur. Amerika'da vefat eden muma-ileyhe, ABD tarihinde ilk ve son olarak Missouri gemisiyle cenazesinin İstanbul'a kadar getirilmesi bu himmetin minnet duygusunu ifade eden bir kadirşinaslıktır"

Roosevelt de müritmiş!

Erbil, Ömer Fevzi Mardin'in Eva Peron hakkında da mevlit okunabileceği fetvasını verdiğini de kaydediyor. Erbil, Mir'at'ül Hakaik isimli kitabında Roosevelt'in Müslüman olduğunu şu sözlerle anlatıyor: "Ömer Fevzi Mardin Müslüman, Musevi ve İsevi olmak üzere insanları üç koldan irşat etmişlerdir. Zira bu ulu zat Veli-yi Mürşid-i Ekber'dir. Şeriflerine bir misal olarak Tarikat-i Nakşiye'den meşhur Küçük Hüseyin Efendi Hazretleri'nin dervişanından Washington Büyükelçimiz Münir Ertegün Rahmetullah-ı Vasia vasıtasıyla Amerika Başkanlarından rahmetli Roosevelt'in gizlice İslamiyet'le müşerref olmasını zikredebiliriz. Vesile teşkil etmişken, şu bilgiyi de verelim. Ahir ömründe huzuruna gelip zikr-i şerife dahil olan meşhur şairi azam merhum Abdülhak Hamit Tarhan'ı da bu meyanda yadederiz. Her üçüne de Allah rahmetini ziyade eylesin."

"(..)Suikaste uğrayan ABD Başkanlarını konu edinen 12 bölümlük bir tv dizisinde Roosevelt'in eşi, yerli yabancı basın mensupları, eşinin hangi dinden olduğunu sorup, Hıristiyan olup olmadığını öğrenmek istediklerinde, Başkan'ın eşi, kocasının Hıristiyan olduğunu söylemeyince bu kez ısrarla, o zaman hangi dinden olduğunu sual ettiklerinde cevap vermeyip sükut ediyor.

Bu da Ömer Fevzi Hazretleri'ni gayet açık olarak teyit etmiyor mu? Ruhani âlemde madde olmadığı için toprağı bol olsun diyemeyiz. O sebeple gerçek İslam terbiyesi içinde Allah kendisine rahmet eylesin demek gerekir. Öyle ise Allah rahmet eylesin.


Türkeş Gizli Cumhurbaşkanı idi


ARUSİLER VE TÜRKEŞ


MHP lideri Alparslan Türkeş'in Arusiler'le ilişkisini konu alan dizimiz, birinci elden Arusi Şeyhi Mehmet Faik Erbil'in tanıklığına dayanıyor. Türkeş'in bilinen siyasi kişiliğinin yanısıra, bilinmeyen yönlerinin de bulunduğu gün ışığına çıktı. Kamuoyu tarafından pek bilinmeyen Arusilik tarikati hakkında da önemli bilgiler yer aldı dizide. Arusi şeyhleri arasında ünlü Kürt ailesi 'Bedirhani'lerden Mustafa Aziz Çınar'ın yanısıra Ahmet Sami Ayral da Arusiler'in önde gelen isimleri arasında. Öte yandan dizideki tarikatin dini yaklaşımlarına ilişkin anekdotlar (kerametler gibi) tasavvufla ilgilenen bilim adamlarının sahasına giriyor. Bu anekdotlara sadece yer verdik, yorumlamadık. Anekdotlar, din-siyaset, din-toplum ilişkileri bakımından önemli. Ayrıca tarikatler ve siyaset üzerine çalışma yapmak isteyenler için zengin bir malzeme sunduk. Türkeş, Arusi Tarikati'ne ilişkin bilgilerin yer aldığı Mehmet Faik Erbil'in Mir'at'ül Hakaik (Hakikatlerin Aynası) isimli eseri ilgilenenler için önemli bir kaynak.

Eva Peron için İstanbul'da mevlit

Ağır bir hastalığa yakalan Eva Peron için 8 Aralık 1951 tarihinde İstanbul Şişli Camii'nde şifa bulabilmesi için mevlit okutuldu. Mevlit 13 yıl Arjantin'de yaşayan bir Türk tarafından düzenlendi. Mevlide Beyoğlu müftüsü, Arjantin'in İstanbul Başkonsolosu ve cemaatın yanısıra 25 kadar Arjantinli de katıldı. Bir gayrimüslüm için mevlit okutulup okutulamayacağı o dönemde tartışma konusu oldu. Ömer Fevzi Mardin de Peron için mevlit okutulabileceği görüşünü savundu. Resmi bir görevi olmamasına karşılık Sağlık ve Çalışma Bakanı gibi davranan Eva Peron, Arjantin sosyetesinin yardım derneğine devletin bütçesinden ayrılan ödeneği kendi adına kurulan vakfa aktararak sayısız hastane, okul, bakımevi yaptırırken Arjantin'in en büyük camiini de inşa ettirmişti.. Arjantin'de bilhassa üst sınıfın nefretinin odak noktasında yer alan Eva, Arjantin Devlet Başkanı Juan Peron'un eşiydi.

Arusi şeyhlerin gelecek senaryoları

Şeyhim (Ömer Fevzi Mardin)14 Mayıs 1950 senesinde DP'nin iktidara gelmesini himmetiyle temin etmişler ve şöyle buyurmuşlardır: "DP intikal partisidir. DP intikal edecektir. Hazreti şeyhim ise (Mustafa Aziz Çınar) 1965'de AP iktidara getirildiğinde şöyle söylediler: Adalet Partisi intikal edecek. Artık bundan sonra DP hükümeti gibi hükmetler uzun ömürlü olmayacak, ömürleri kısa olacak."

Acizanem: "CHP ufalanıp, dağılacak."

İran ortasından ikiye bölünecek

Mübarek Şeyhim (Aziz Çınar) 1977 yılında Ekim-Kasım aylarında yine buyurmuşlardır ki "Müslüman Türk devletine karşı hoş bir tutumu olmayan hudut komşumuz İran Güney-Kuzey Wietnam ve Güney-Kuzey Kore gibi ortadan ikiye bölünecektir." Acizanemin bu kibarı kelamla alakalı düşüncesi şudur: "İran'ın Türkiyeye karşı muamelesini değiştirip samimi ve kardeş bir devlet gözüyle bakması kendi menfaati gereğidir. Umarız, ıstırap çekmez."

Rusya parçalanacak

1945 ve 1953 senesi Mart ayı başına kadar Piri-i Sani ve Pir makamında Ömer Fevzi Hazretleri şöyle buyurmuşlardır: "Rusya 30, 32, 33, 34 devlete bölünüp parçalanacaktır".

Has halifesi Şeyh Mustafa Aziz Hazretleri devamen ve teyiden buyurmuşlardır ki: Rusya 30, 32, 33, 34 ve 37 devlete bölünüp dağılacaktır" Bugün eğer bu rakam mevcutsa dağılma tamamlanmıştır. Değilse parçalanma 37'ye kadar devam edecektir.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Abdusselam el-Esmer'in Bir Kerameti
MesajGönderilme zamanı: 25.12.12, 17:39 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 28.09.10, 13:01
Mesajlar: 166
İşte ölümünün ardından basında hakkında yazılanlardan bazıları:
--------------------------------------------------------------
Alparslan Türkeş: Amerikan, İngiliz ve Fransız Belgelerinde

Rasim Ekşi
Bilgeoğuz Yayınları;

İstanbul, 2007, 13,5 x 21 cm, 441 sayfa, Türkçe, Karton Kapak.
ISBN No: 9756217324

Türk kamuoyu Alparslan Türkeş’i 27 Mayıs 1960 Hareketiyle tanıdı.3 Mayıs 1944’te yargılanmasına rağmen mesleğine dönmüş, kurmay olmuş, yurt dışında okumuş, Türk Ordusunun seçkin bir subayı olarak temayüz etmiştir. CHP’li olarak bilinen, İsmet İnönü’ye hayranlığı ile tanınmış olan gazeteci Cüneyt Arcayürek, 'Amerikan Gizli Haberalma Teşkilatı CIA ve diğer bazı yabancı servislerin 27 Mayıs’tan hemen sonra Alparslan Türkeş’i araştırmaya başladıklarını' yazmaktadır. Amerika’nın 27 Mayıs’ta kendi menfaati için uygun görmediği, siyasi hayatta iken, zararlı gördüğünü açıkça ilan ettiği, CIA’nın Türk İçisleri Bakanlığı’ndaki bürosunu kapatan Alparslan Türkeş mi ABD’ye yakındı? Fransız işgaline karsı direnen Cezayir milliyetçilerini destekleyen Alparslan Türkeş, Fransa’ya yakın olabilir miydi? İngilizler’in Kıbrıs’taki oyunlarını bozan; Atina ve Londra’nın adamlarının (Dr. Ihsan Ali Olayı ileride izah edilecektir) Türkiye’ye girmesini yasaklayıp Dr. Fazıl Küçük-Rauf Denktaş ikilisinin Kıbrıs Türklerinin lideri olarak kalmalarını sağlayan Türkeş’in İngilizlerle bir yakınlığı olabilir mi? Amerikalıların, İngilizlerin, Fransızların elinden çıkmış belgeler,3 Mayıs 1944 ve 27 Mayıs 1960 olayları ve Türkes’in siyasi hayatıyla ilgilidir. Bu belgelerle birlikte bu üç devreye dair bilgileri de okuyucularımıza aktardık. Böylece merhum Türkeş’in hayatının üç dönemi hakkında Amerika, İngiliz ve Fransızların neler düşündüğünü gözler önüne sermeye çalıştık. Ayrıca Rusların (Sovyet zamanında) , komünizmin en büyük düşmanlarından Alparslan Türkeş’le ilgili görüşlerinin de yine okuyucuların tarafından ilgisini çekecektir.
---------------------------------------------------------

Millet Partisi kurucusu Osman Bölükbaşı ile merhum Başbuğ Alparslan Türkeş Kırşehir’de karşılaşırlar ve aralarında şu konuşma geçer:
Bölükbaşı: Yahu Türkeş siz bir işaret yapıyorsunuz, kurda benziyor. Onu anladık da, benim bildiğim Türkeş ona bir mana yüklemiştir.

Türkeş: Elbette ağabey (Bölükbaşı Başbuğ’dan yaşça büyüktür)

Bölükbaşı:Peki nedir?

Türkeş: (Bir eliyle bozkurt işareti yapar, diğer elinin baş parmağıyla işaret ederek tarif eder) Bak ağabey, şu serçe parmak Türk’tür, şu işaret parmağı da İslam’dır. Şu Bozkurt işareti yaptığımız işaretin arada kalan boşluk ise cihandır(dünyadır). Son olarak kalan 3 parmağın birleştiği nokta ise mühürdür. Yani ağabey işaret ederek gösterir isek, şu çıkar: Türk İslam Mührünü Dünyaya vuracağız..
--------------------------------------------------

TÜRKEŞ’İ TER PETROSYAN’DAN DİNLEYİN VE ŞAŞIRIN...

MEHMED ALİ BİRAND

Alparslan Türkeş hakkında herkesin görüşleri vardır.
Kiminin acı kiminin çekince dolu, kimilerinin de hayranlık dolu, anılarını ve değerlendirmelerini dinleyebilirsiniz.
Beni en çok şaşırtanı, Ermenistan Devlet Başkanı Ter Petrosyan ile konuşurken duyduklarımdı. Başka Devlet Başkanları ve parti liderlerinden duysam pek şaşırmayabilirdim ancak Ermenistan Devlet Başkanı anlatınca, önce kulaklarıma inanamadım. Sonra Dışişleri’ne sordum ve hikâyenin tamamını duyunca, hayretim daha da arttı.
Bana göre bu olay, Türkeş’teki büyük değişimi göstermesi açısından son derece tipiktir.
Türkeş’in eski lugatinde Ermeniler’e fazla yer yoktu. Eski Sovyetler Birliği’nin Türk kökenli cumhuriyetlerine ve özellikle de Azerbaycan’a düşkündü. Ermenistan siyasî hesapların içinde önemli bir yer tutmazdı. Siyasete girdiği yıllarda bütün ağırlığını Turancılığa verdi. Bütün Türkler’i bir araya getirmek için çabalayıp durdu. Sovyetler Birliği’nin de etkisiyle, Turancılık olayı Türkiye’de birçok kesimde kuşkuyla karşılandı.
Türkeş’in hapishanelere atılmasına dahi yol açtı.
O ise hiç yılmadı. Tüm eleştirilere rağmen yoluna devam etti.
İşte böylesine bir ortamda Türkeş için Ermenistan ters bakılan bir ülkeydi.
Ardından yıllar geçti.
Sovyetler Birliği dağıldı.
Türkiye ile Ermenistan’ın ilişki kurması gündeme geldi.
Dışişleri Bakanlığı bu ilişkinin resmî düzeye çıkarılmasından önce Ermenistan liderliğine bir mesaj yollamak istiyordu. Bunun için de, biraz mütereddit şekilde dahi olsa, Türkeş’ten yardım istendi. Reddedeceği tahmin ediliyordu.
Tam aksine, Türkeş hemen kabullendi.
Ermenistan lideri Ter Petrosyan Paris’te idi. Türkeş de Paris’te bir başka toplantıya katılıyordu. Resmî olmayan şekilde buluşmaları planlandı.
Bundan sonrasını bana Ermeni lideri kendi anlattı :
"... Gözlerime inanamadım. Türkeş’in bize yaklaşımını çok iyi bilirdim. Konuşmaya başlayınca, karşımda bambaşka bir Türkeş belirdi. Azeriler’le barış yapmamızın gereklerini anlattı. Kendinin arabuluculuk yapabileceğini söyledi. Türkiye ile Ermenistan’ın mutlaka uzlaşması gerektiğini sık sık tekrarladı... Türkeş ile bir defa da dolaylı şekilde mesajlaştık. Türkeş eskiden korku dağıtan, ülkücülerin eli silâhlı ve sopalı eylemlerinin başbuğu olarak bilinirdi. Türkiye’de olduğu gibi, biz Ermeniler arasında da kaygıyla bakılan bu liderin sonradan nasıl değiştiğine, nasıl yumuşadığına, silâh veya sertlikle bir yere varılamayacağını nasıl anladığını gözlerimle gördüm ve saygı duymaya başladım..."
Böyle bir tutum değişikliğini gerçekleştirebilmek cesaret işidir.
Her babayiğit politikacının yapabileceği bir şey değildir.
Türkeş’te yıllar içinde görülen büyük değişikliğin en tipik örneği işte budur.
1970-80’lerin acılı olaylarını, kimi zaman hatalarını aşıp kendini yenilemenin bir simgesi olmasını bilmiştir.
Darısı diğer liderlerin başına...
-----------------------------------

MHP Genel Sekreter Yardımcısı Naci Memiş: 'Türkeş'in belgelerini yaktım'

"Türkeş en çok herhalde bana güvendi. Merhumun özel ve resmi evrakını yazdım ve okudum. Türkeş'in ölümünden sonra beş çuval dolusu evrakı yaktım. Bunlar açıklansaydı bugün de görevde olan çoğu kimse hakkında soruşturma açılırdı."

Merhum Alparslan Türkeş'in yazışmalarını yapan dönemin MHP Genel Sekreter Yardımcısı Naci Memiş, açıklama yetkisine sahip olmadığını söylediği beş çuval dolusu resmi ve özel evrakı yaktığını açıkladı. Yeni Şafak'a konuşan Naci Memiş, "Bu evrakların deşifre edilmesi halinde bugün görevde olan birçok insan hakkında soruşturma açılırdı. Bu bilgilerin deşifre edilmesi, bu adamların hayatlarına son verilmesi manasına gelir. Bunlar deşifre edilemezdi. Türkeş, bunlarla ilgili hatıralarını yazmadığına göre, böyle bir vasiyeti de olmadığına göre bunları ifşa etmek emanete ihanet etmek olurdu" dedi.

İşte Naci Memiş'in, yakın tarihimiz hakkında ilginç ipuçları veren açıklamaları:

Rahmetli Türkeş'in yanındaki göreviniz neydi?

Alparslan Türkeş tarafından planlanmış, İslam'da Birlik Şuuru ve Milliyetçi Hareket konferansları ülkenin her tarafında vermeye çalıştım. Milliyetçi hareketin tarihinde merkezden planlanmış tek faaliyettir. Uzun bir süre merhum Türkeş'in özel ve resmi evrakını yazdım ve okudum. Vefatına kadar yanındaydım. Almanya'dan döndü, Amasya'ya gitti, döndü ve o gece Hakk'ın rahmetine kavuştu.

Türkeş size çok mu güvenirdi?

Hayır, Türkeş kimseye yüzde yüz güvenmezdi. Türkeş, ben de dahil herkese karşı bir şüphe payı bırakırdı. Bana da vaktiyle hiç güvenmediği sırada, tecrübelerinden sonra en çok güvendiği insanın ben olduğuna her halde kanaat getirdi. Kendisine gelen her türlü şikayet mektuplarını dahi ben okurdum. Benim hakkımda, hatta bugünkü genel başkan hakkında gelen mektuplar da dahil. Çok resmi evraklarını da ben okurdum.

Liderler hakkında raporlar vardı

Yazışmaların fotokopilerini aldınız mı?

Kendisine gelen resmi ya da özel rapor vesairenin aslını verirdi. MHP camiasından ve devletin organlarından gelen istihbarat, özel raporlar da vardı. Türkeş hep devletin içindeydi. Devletin içinde olan insanlar da Türkeş'e birtakım raporlar, bilgiler verirlerdi. Çoğunluğu, PKK ve Güneydoğu meselesi ile ilgiliydi. Bunları biz Türkeş'e okur ve özetlerdik. Çok azını alır, diğerlerini almazdı yanına. Türkeş'e gelen ve yaktığım belgelerin ikinci ayağında, siyasi partiler hakkında idi. Siyasi parti liderler, kurmaylar, bizim partimizdeki şahıslar vesaire. Yine bu konuda da resmi raporlar da özel mektuplar da vardı. Siyasi parti liderlerinin özel hayatlarından tutun da sayın. Türkeş'in tüm partilerde adamı vardı çünkü. İstihbarata çok önem veren bir insandı Türkeş.

Ne kadar resmi?

Çoğu güvenlik ve istihbaratla ilgili. Örneğin, Güneydoğu'dan, bir validen gelen önemli bir değerlendirme raporu vardı. PKK'nın yaptığı yığınakları haber verilmiş, ancak üst yetkililer bu istihbaratı verenlerle alay etmişler, 'bu gibi olayları önemsemeyin, Silahlı Kuvvetler hepsini ezer' falan demişler.

Bahçeli'ye komplo mektubu

Özel evraklar da var dediniz. Ne gibi evraklar?

Canlı bir örnek vereyim. Bugünkü genel başkan hakkında bir öğretmenden bir mektup gelmiş. Mektupta, Bahçeli'nin kendi odasından bir hareket başlattığı, 'Türkeş'in işi bitti artık ayağa kalkmalısınız' dediği ifade ediliyor. Türkeş Bey, bu mektubu benden önce almış ve okumuş. O günkü Başkanlık Divanı üyelerinden birine daha okutmuş. Türkeş, hemen Başkanlık Divanı'nı toplayıp bu mektubu görüşmek istedi. Beni çağırdı. Durum çok kötü bir sonuca doğru gidiyordu. Uzaklaştırmakla da kalmayacaktı. Ben Devlet Bey'e karşı bir komplo olduğunu sezinledim. Karşı çıktım ve böyle bir mektupla karar alınamayacağını söyledim. Devlet Bey'in böyle bir niyeti olsa bile bu niyetini uluorta söylemez ki.

Bu evraklar hâlâ yanınızda mı?

Onlar bir emanetti. Türkeş'in ölümünden sonra yaktım. Beş çuval dolusu bu türden evrakı yaktım.

Neden yakma gereği duydunuz? Mesela oğluna verebilirdiniz?

Çünkü bu bir emanetti. Başkası tarafından istismar edilebilirdi. Kaldı ki bunlar Türkeş'in kendisine verilmiş bilgilerdi, oğluna değil. Bu bilgilerin deşifre edilmesi, bu adamların hayatlarına son verilmesi manasına gelir. Bunlar deşifre edilemezdi. Türkeş, bunlarla ilgili hatıralarını yazmadığına göre, böyle bir vasiyeti de olmadığına göre bunları ifşa etmek emanete ihanet etmek olurdu.

Deşifre olsaydı bu evraklar ne olurdu?

Çok sansasyon yaratmaya gerek yok ama bugün de görevde olan çoğu kimse hakkında soruşturma açılırdı.

Kaç çuval evrak?

Ben beş çuval dolusu evraklarını yaktım. Vicdanen de çok rahatım. Doğru yaptığıma inanıyorum.

BAHÇELİ, CAMİAYA HAKSIZLIK ETTİ

Türkeş'in ölümünden sonra MHP'den neden ayrıldınız?

Hayır ayrılmadım, biz MHP'yi sırtımızda taşıdık. Türkeş'ten sonra MHP'deki birlik ve beraberliğin korunması için çok gayretlerimiz oldu. Ben kongrede de Devlet Bahçeli'yi destekledim. Ancak o görevimizi tamamladığımızı düşündü ve bizi çağırmadı. Türkeş'ten sonra, milliyetçi kadroların mutlaka muhafaza edilmesi gerektiğini tüm kongre süreçlerinde anlattım. Ufku dünyaya, alnı Allah'a açık kadrolar. Ancak kongrelerde hep ayrılık hareketleri oldu.

Size karşı haksızlık edildiğini mi düşünüyorsunuz?

Bana karşı değil, ama camiamıza karşı haksızlık etti. Ben gidip aday bile olmadım ve bunu kendisine de söyledim. Ama Genel Başkan'ın geçmişine karşı bir adalet duygusuyla yaklaştığını kimse söyleyemez. Bu hareketi tırnaklarıyla bir yerlere getiren kadroların 4'te 3'ü şimdi aktif değil. 450 bin üyemizin kaydı silindi.

Bahçeli ve mevcut kadro MHP'yi iktidara taşıdı ama...

Ama MHP'nin iktidara gelişi bir sonuçtur. Düne sadık, dava geleneğini iktidar ortağı olarak vurgulayabilecek bir iradeyi ortaya koyduğu için iktidar oldu. Bugünkü iktidarla alınan reyler arasında bir tezatlık var.

Türkeş: Hazır mıyız?

Çörekçi: Hazırız komutanım

Türkeş'ten neler öğrendiniz?

Türkeş, değişen şartlara göre hareket edebilen, yükselen değerleri iyi farkedebilen ve kiminle nasıl konuşacağını çok iyi bilen bir liderdi. Köyde Ahmet ağa ile konuştuğu zaman Mehmet ağa, tarikat şeyhinin karşısında ise murid olurdu. Tarikat şeyhlerinden Abdurrahman Reyhan ile görüştü. Bu şeyhe Erbakan da gidiyormuş. İki lideri sormuşlar şeyhe, 'Erbakan gelince konuşuyor, Türkeş gelince dinliyor. Aralarındaki tek fark bu' demiş.

Ama bir askerle konuştuğu zaman devletin kurucusu Atatürk'ün varisi gibi konuşurdu. Dönemin Genelkurmay 2. Başkanı Ahmet Çörekçi Paşa ile bir görüşmesine şahit oldum. O günlerde Yunanistan'la sorunlarımız var. Gazeteler, o günkü durumu 'çatışmayı bir fırtına engelledi' diye yazdılar.

Türkeş'i havaalanında İstanbul'a göndereceğiz, bir odada bekliyoruz. Ahmet Çörekçi Paşa'nın geldiğini haber verdiler. Çörekçi Paşa, yanında iki korgeneralle odaya girdi. Selamlaşmadan sonra Çörekçi Paşa'yı kolundan tutup çeken Türkeş, "Ne yaptınız, hazır mıyız?" diye sordu. Çörekçi Paşa, gayet disiplinli bir subay olarak, "Hazırız komutanım. Bir gün Batı Trakya'dan girip Yunanistan'ı almaya hazırız. Çıkarmamız hazır. Onların beklediği çıkarmayı yapmayacağız, başka bir alternatif kullanacağız. Uçaklarla indirme yapar, karadan bir günde Yunanistan'ı alırız" dedi.

Herkesin gözü doldu. Türkeş, bir süre sonra Paşa'nın elini yine tutarak sordu: "Peki Suriye cephesini ne yaptınız?" Paşa, "Malesef birliklerimizin önemli bir kısmını o tarafa kaydırdık" deyince herkes kötü oldu.

Yani Türkeş, Yanunanistan'ı vurmamızı mı istedi?

Türkeş bir arzusunu ortaya koydu. Hava sahamız ihlal ediliyordu. 'Madem oradan saldırı geliyor, burada mütevazı durmak olmaz' dedi.

İsteseydi hemen iktidara gelirdi

Türkeş'in MHP'yi aslında iktidara taşıma niyeti olmadığı, partiyi daha çok eğitim merkezi gibi düşündüğü ve yetiştirdiği kurmayları diğer partilere gönderdiği değerlendirmeleri var...

Evet, aynen öyle. Ama Türkeş hep muktedir oldu. Allah, 12 Eylül'de Türkeş'i idam etmek isteyenleri, daha sonra gelip Türkeş'e danışmaya mecbur etti. Türkeş, 1944'te 'Turan' dedi. O tarihte Türkeş'i mahkum eden devlet adamlarının oğulları ve diğerleri Türkeş'in önünde örs çekiç dövdüler. Türkeş isteseydi 1994'ten önce bu hareketi çok rahat iktidara getirirdi.

Ama Türkeş bir dönem daha yaşasaydı, BBP'yi ve herkesi kucaklayarak MHP'yi iktidara taşıma niyeti vardı. Olağanüstü kongre hazırlığı vardı.

Bir gün sabah yanına gittim, rapor verecektim. 97'nin başları. Kendisinin ve hanımının gördüğü bir rüyayı anlattı. 'Benim çok az ömrüm kaldı. Allah bir kongrelik ömür daha verirse...' dedi... MHP'yi iktidara çekmek istediğini söyledi. Bu sırada kendisine Tuğrul'un genel başkanlığı için çok büyük telkinler de oldu ama önceleri kabul etmekle birlikte sonradan vazgeçti. Türkeşi ençok yanıltanlar, Türkeşçiyim diyenler oldu. Bunları Yaşar Erbaz Bey'e de anlattı.
----------------------------------------------------

Başbuğ Türkeş'in dünyada çok az kişiye nasip olan ,Kabe'nin içini görme şerefine eriştiği belirtildi.


Oğlu Tuğrul Türkeş'in anlattığına göre;1977 senesinde başbakan yardımcısı iken Hacc farizasini yerine getirmek üzere kutsal topraklara giden rahmetli Alparslan Türkeş'in Suudi kralının özel izniyle Kabe'nin içine girdiği,bir süre burda dua ettikten sonra eline bir süpürge alarak Kabe'nin içini süpürdüğü ortaya çıktı...

***

1930'larda Ömer Fevzi Mardin ile başlayan ve Bedirhani Mustafa Aziz Çınar ile devam eden Arusi-Selami-Ömeriye tarikatinin son şeyhi olan Mehmet Faik Erbil, Türkeş'in gizli dünyasında önemli bir yer tutuyor. Erbil, önümüzdeki günlerde neşredilecek olan Mir'at'ül Hakaik (Hakikatlerin Aynası) isimli eserinde Arusilik ve Türkeş hakkında son derece özel bilgilere şöyle yer veriyor:

"Hakikat hayatına dair bir misal: Alparslan Türkeş Bey'in kendisine, bir büyük şehrin tapusunu sana verelim, dünyaya döner misin deseler, başını çevirip bakmaz bile. (..)Hususi görüşmelerimizden birinde bize 'Müslümanım ve Müslüman olarak yok denildiği ve yerildiği zamanlarda varlığını dile getirdiğim Türk ırkının mevcudiyetinin sağlam düşünce ve berrak fikirle isbatı üzerine uğradığım dahili ve harici bütün tasallutlar eğer suç teşkil ediyorsa ben buna çoktan razıyım' diyen merhum Türkeş'e şöyle dedik: 'Cenâb-ı Allah itibarınızı ziyadesiyle iade edecektir.' Nitekim, fuzûli yasakların kaldırılmasından sonra vefatına kadar geçen zaman dilimi içerisinde üç-beş arkadaşı ile birlikte merhum Türkeş Türkiye'nin tutkalı, âdeta gizli bir cumhurbaşkanı gibi herkes tarafından, hattâ bir dönem katı muhaliflerince bile mütalaâ ve kabul edilmişti.

***

Bu konu hakkında yapılan bir polemik konusuda Türkeşin bu tarikatın müridi olduğu söylentileri idi.Namık Kemal Zeybek buna açıklık getiriyor.
1963'den başlayarak 12 Eylül 1980'e kadar merhum Türkeş ile yakın çalıştım ve sık sık görüştüm. 12 Eylül'den sonra da iki yıl aynı tutukevinde birlikte kaldık...
Bilerek
YANİ bilerek söylüyorum:
Alparslan Türkeş, dinine bağlı ve tasavvufa saygılıydı. Ama yine kesin olarak söylüyorum. Bağlı olduğu şeyhi falan yoktu. O bir dava adamı siyasetçi idi... Birçok şeyh ile de dede ile de görüşürdü. Toplumun bütün güçlerini milli davaya yönlendirmek için bunu yapardı. Görüştüğü her şeyh onun şeyhi, görüştüğü her dede onun mürşidi ya da görüştüğü her düşünce adamı onun yol göstericisiydi, denilebilir mi?

Evet... Merhum Başbuğ Alparslan Türkeş'in örnek aldığı bir insan elbette vardı... O insan hepimizin yaptıklarına ve öğrettiklerine uyanıkça bakmamız gereken insandı. Yani ATATÜRK...
Atatürk de din önderleri ile görüşürdü...


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 4 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 1 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye