Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 1 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: SARI SALTUK’A AİT BİR FETVA / PROF. M. TAYYIB OKİÇ
MesajGönderilme zamanı: 05.06.14, 16:24 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 15.12.08, 02:19
Mesajlar: 275
SARI SALTUK’A AİT BİR FETVA

PROF. M. TAYYİB OKİÇ

Ankara İlahiyat Fakültesi Dergisi, 1952, Cild:1, Sayı:1, s.48-58

I


İslâmlığın Güney Doğu Avrupa’da zuhuru — Osmanlı Devletinin kuruluşundan çok daha evvel, Güney Doğu Avrupa’da Türklerin mevcudiyeti tarihî bir vakıa olduğu gibi, yine İslâmlığın Osmanlılar’dan önce bu bölgelere yayılmış olduğu keyfiyeti de inkâr olunamaz bir hakikattir.
Avrupaya vaki olan Hun akınlarından sonra, Avarlar da harekete geçmiş ve bu mühim Türk unsuru beraberlerinde Slavları Balkanlara getirmiştir. Slavları askerî bakımdan teşkilâtlandıran da Avarlar olmuştur. Bilindiği gibi, Avarlardan başka, Balkanlar’da Kumanlar, Peçenegler, Vardariotlar gibi başka Türk kavimleri de vardı ve Osmanlı fütuhatı başladığı sıralarda bunların bazılarının izleri henüz silinmemiş bulunuyordu. Avrupanın bu bölgesinde bir hayli Türkçe, veya eski Türkleri hatırlatan yer isimlerine hâlâ rastlamaktayız. Hattâ Balkan kelimesi, bilindiği gibi Türkçedir.
İslâmlığa gelince, Osmanlı Türklerinin Avrupaya geçişinden bir kaç asır Önce Müslümanlığın Güney Doğu Avrupaya sulhan nufuz etmiş olduğu muhakkaktır. O zamanki muhtelif İslâm kolonilerinin bazılarının gördükleri birtakım zulüm ve tazyikler sebebiyle birkaç def’a buralardan hicret ettikleri ve hatta bazan Hıristiyanlığı kabul etmek zorunda kaldıkları da malûmdur. Bu Müslümanlardan bazılarının çok kere hayatlarını bile bu yolda feda ettikleri görülmüştür. Bütün bu olaylar ayrı ayrı birer mevzu olduğundan, tabiî olarak, bu yazımızın çerçevesi dışında bırakılmıştır.
Asırlar boyunca İslâmlığı Avrupanın Güney Doğusunda yaymış olan şanlı İslâm misyonerlerinin isimleri, maalesef, meçhul kalmıştır. Bu hususta yalnız on üçüncü asırda büyük ve mühim rolü bulunan meşhur Sarı Saltuk’un adı kahramanlığı ve veliliği ve bilhassa ölümünden sonra teşekkül eden efsanevî rivayetler dilden dile bu güne kadar devam edegelmiştir.
Bu vaziyete göre, Sarı Saltuk’u merkez noktası olarak kabul edersek, Güney Doğu Avrupa’daki İslâmlık tarihini üç devre ayırabiliriz: a) On üçüncü asrın ortalarına kadar geçen devir, b) bundan sonra, yani Sarı Saltuk misyonundan itibaren Osmanlı istilâsına yakın zamanlara kadar devam eden devir, c) Osmanlı istilâsından bu güne kadar geçen devir.
Bu yazımızda bahis konusu olan Sarı Saltuk (Saltıh, Saltık), işte bu ikinci devrin şerefli kahramanıdır. Bu zatın, bazı Türk aşiretleriyle birlikte 662/1263 yılında Avrupa’ya geçtiği tarihen sabittir. O, kendisinden çok daha evvel buralarda bulunan ve zamanında sönmeğe mahkûm bir duruma girmiş olan bazı İslâm kolonilerini tekrar kurmak ve canlandırmak, hattâ bununla da iktifa etmeyerek, Kuzeyden Güneye kadar her tarafta İslâmlığı yeniden yaymak hususunda faaliyete geçen kahraman ve büyük bir İslâm misyoneridir.
On üçüncü asrın ikinci yarısında Avrupa’nın Güney Doğusunda ve bilhassa Balkanlarda İslâm dinini yaymağa çalışan bu büyük Türk misyonerinin hayat ve misyon faaliyetleri hakkında ne yazık ki Balkanlardaki vesikalar mahallî an’ane ve rivayetlere, mezar ve türbelere inhisar ediyor. Sarı Saltuk hakkında oralarda, bu hususta yazılı hiçbir vesikaya malik değiliz. Zira, bilindiği gibi, Hıristiyanlık tarihinin bu taassup devirlerinde, yalnız İslâmlığa ait değil, Ortodoks veya Katolik dininden başka diğer her hangi bir dinî cereyana ait yazılar ve kitaplar, kilise ve devlet tarafından imha olunmuş, müntesipleri de kanun ve cemiyet dışı edilerek türlü işkence ve tazyiklerle ortadan kaldırılmıştır.4
Sarı Saltuktan Önce Balkanlardaki Dinî Durum — Pagan (müşrik) cenup Slavlarının Hıristiyan dinine karşı hoşnutsuzluk ve mukavemet gösterdikleri, bu dinin zorla kendilerine empoze edilmesinden sonra da bu dinden ayrılmak için çareler aradıkları ve bu yolda bir hayli mücadelelere giriştikleri malumdur. Vaziyet böyle olduğuna göre, bu ırkın zahiren, yani ancak sathî bir şekilde ve vaziyetlerini kurtarmak maksadıyla hıristiyanlaşmış oldukları neticesine varmak gayet tabiîdir.
Papalığa ve Frank ve Macar memleketlerine yakın bölgelerde yaşıyan kavimler (Sloven ve Hırvatlar gibi), Hıristiyanlığın ezici kuvvetlerine karşı nihayet boyun eğmeğe mecbur olduklarından, zamanla tamamen Hıristiyan olmuşlardır. Fakat Doğu ve Güney mıntıkalarda, bilhassa dağlık memleketlerde oturanlar arasına Hıristiyanlığın yayılması çok sathî ve zayıf oldu. Bu hususta Bizans imparatorluğunun dahilî kargaşalıkları ile siyasî za’fının tesiri de küçümsenemez. İşte bu vaziyetler, Anadolu yoluyla Şarktan gelen «Bogomilisme» ve ondan sonra da İslâm dininin tutunması için imkân ve kolaylıklar sağlamış, diğer bir tâbir ile, müsait bir zemin hazırlamıştır. Evvelce Müslüman olarak gelip de buralarda yerleşen ve türlü tazyikler altında zahiren Hıristiyanlığı kabul etmek mecburiyetinde kalan unsurları da göz önünde bulundurursak, sonraki yüzyıllarda, yani Osmanlı devrinde, İslâmlığın bu memleketlerde bu kadar kolay rağbet görmesinin hiç de hayret verici bir şey olmadığı meydana çıkar. Gerçi bu bölgelerde zuhur eden bu iki dine karşı son derece şiddetli tedbirler alınmıştı. Bulgaristan’dan zorla çıkarılan Bogomilisme, Sırbistanda müsait bir zemin bulmuştu. Zira Çoroviç’in de itiraf ettiği gibi, Sveti Sava (öl. 1235) zamanına kadar, yani Sarı Saltuğun “uburundan” bir az evvel Ortodoksluk Sırbistanda kuvvetli değildi. Büyük Jupan Stevan Nemanya (1167- 1195) zamanında Raşka’da toplanan ilk Sırp Millet Meclisinin kararı üzerine Bogomilisme kanun dışı edilerek, bu dine mensup olanların mallarının müsaderesine, ileri gelenlerinin dillerinin kesilmesine ve bu dine ait kitapların yakılmasına karar verildi. Bu korkunç karardan sonra, Bogomilisme mensuplarının bir çoğunun Bosna’ya kaçmak suretiyle hayatlarını kurtarabildikleri görülmüştür.
Arnavutluğa gelince, 1308 tarihlerinde bile Hıristiyanlığın bu memlekette ne kadar zayıf olduğu, o sıralarda yaşayan bir papasın aşağıdaki cümlesiyle ifade edebiliriz : “Bunlar, ne hakikî Katolik, ve ne de hakikî Şizmatik değildir.” Bu kısa, fakat şayanı dikkat cümleyi zikretmek, vaziyeti aydınlatmak için kâfidir.
Bu kısa sözlerden şu neticeye varmak mümkündür: uzun seneler şiddetli ve devamlı mukavemetten sonra Hıristiyanlığı zahiren kabul eden Bulgarlar, Makedonyalılar, Sırplar, Boşnaklar, bu dinin başlıca esaslarından bir çoğunu reddeden Bogomilisme dinini seve seve kabul etmiş, bu dinin zorla ortadan kaldırılması yolunda kuvvetli teşebbüsler vaki olunca da bu def’a İslâm dinine karşı âzamî sempati göstermişlerdir. Bosna ve Hersek Bogomillerinin, Osmanlı devrinde, dinlerini değiştirerek İslâmlığı kabul etmeleri keyfiyeti bu sempatinin bâriz delillerindendir.
Nitekim Güney Doğu Avrupada Sarı Saltığın mezar ve türbelerine rastlanan mıntıkalarla daha önce Bogomilisme’in yayılmış bulunduğu mıntıkalar arasında tam bir ayniyet mevcut olduğu müşahede edilmektedir.
Sarı Saltuk — Bu meşhur İslâm misyonerine ait en eski kayda İbn Batuta’nın Seyahatnamesinde rastlıyoruz. Bundan maada Seyyid Lokman ile Evliya Çelebi ondan ayrıca bahsederler. Evliya Çelebi’ye göre Yazıcıoğlu ile Babadağı muhafızlığında bulunmuş plan Özü valisi Kenan Paşanın da Sarı Saltuğa ait birer eseri varmış, maalesef bu iki eser şimdiye kadar meydana çıkmamıştır. Müneccim-başı “Câmicu’d-duwal”ında , Babadağında kadılığı olan Nev'î-zade 'Aiâî «Nafhatu’l-azhâr der cevabi Mahzanu’l-asrâr»ında , İbn Kamal (Kemal Paşa-zade) «Mohaçname» sinde Sarı Saltuğu zikretmişlerdir. Sarı Saltuğun Bektaşîlikle hiçbir ilgisi olmadığı halde, vefatından hayli sene sonra kurulmuş bulunan bu tarikatın menakıbnamelerinde ve velâyetnamelerinde ismi geçmekte , bir Bektaşi velisi gibi telâkki olunmaktadır.
Abu’l Hayr Rumi, Şehzade Cem Sultanın arzusu üzerine Sarı Saltuğa ait «Saltıhname» adında üç ciltlik büyük bir eser meydana getirmiştir. Hicrî 1000 senesinin Rabiculawwal ayında yapılmış olan ve baş tarafı eksik bulunan bu eserin bir kopyası İstanbul’da, Topkapı Sarayı Müzesi Hazine kütüphanesinde (No. 1612) bulunmaktadır. 1236 sahifeden ibaret bulunan bu yegâne nüsha ve muhteviyatı hakkında Prof, Dr. Mehmet Fuat Köprülü tenkitli bir hülâsayı neşretmiş olduğu gibi , Sarı Saltuk ve Dobruca Türkleri hakkında mufassal bir monografiyi de hazırlamış bulunmaktadır. Bu mühim monografinin neşrinden sonra Sarı Saltuk probleminin birçok bakımdan aydınlanmış olacağı kanaatındayız. Çünkü, İslâm dininin Avrupadaki yayılış tarihi ile sıkı alakası olan Sarı Saltuk Dedenin şahsiyeti hakkındaki malûmatımız bu Saltuknamenin meydana çıkmasından evvel yukarıda zikrettiğimiz eserlerde bulunan bazı muğlak ve mahdut bilgilerden ibaret idi. Avrupa tarihçileri ile müsteşrikleri bu hususta kayda değer hiçbir ilerleme yapamamışlar , hattâ bu mevzu üzerinde lâyık olan alâkayı bile gösterememişlerdir. Diğer taraftan Türkiyede son zamanlarda Sarı Saltuk problemi ile ciddî olarak meşgul olanlar bulunduğunu memnuniyetle kaydedebiliriz” .
Bazı Türk aşiretlerinin Bizans hizmetine girerek Balkanların muhtelif mıntıkalarına iskân edilmeleri misâllerine tekrar tekrar rastlanmaktadır. 662/1263 tarihinde Sarı Saltuk ile birlikte bazı Türklerin bu şekilde Balkanlara geçerek orada yerleşmiş oldukları hakkında Bizans ve İslâm kaynaklarında tarihî kayıtlar mevcuttur . Bunlardan bir kısmının sonraları tekrar Anadoluya hicret etmek mecburiyetinde kaldıkları ve Kara Isa zamanında Karasi’ye yerleştikleri de tarihen sabittir .
Sarı Saltuk’un Balkanlarda ve diğer Avrupa mıntıkalarındaki dinî misyonuna gelince, bu hususa ait tarihî kayıtlar şimdiye kadar ele geçmemiştir. Bu konudaki bilgimiz ancak yarı tarihî ve yarı efsanevî kitaplara ve halk arasında yaşayan an’ane ve rivayetlere dayanmaktadır. Meselâ, Evliya Çelebinin anlattığına göre Sarı Saltuk, Rumeli’ye geçtikten sonra, bir gün, Dobruca’da, Kaliakra (Kalığra, Kılğıra, Gülgrad) civarında bir ejderi katletmiş, bunun üzerine Dobruca kıralı ile kırk bin kâfir imana gelmişti. Sonra Lehistan’a gidip bir papazı öldürmüş ve orada bulunan Lipka Tatarlarını kâmilen ihtida ettirmiş, bunlardan 150,000 kişiyi, fethettiği Gıdansk (Danzig) şehrine, iskân etmiş, bazı Lipka Tatarlariyle Moskov diyarına teveccüh edip orada 600,000 Heşdek Tatarlarını Müslümanlığa kazandırmıştır .
Sarı Saltuk Dede, vefatından sonra cesedinin, yedi tabut hazırlanıp bir tabut içine konmasını ve bu yedi tabutun uzaklarda bulunan yedi kâfir memleketine defnedilmesini vasiyet etmişti. Zira böylece kabrini ziyaret edecek Müslümanların hakîkî mezarını bilmiyecekleri, yedi kâfir memleketinin herbirine gitmek mecburiyetinde kalacakları ve bu ziyaretler dolayisiyle bu ülkelerin İslâm devletine ilhak edileceğini düşünmüştü. Hammer bu hikâyenin uzun zaman zindeliğini muhafaza etmemiş olduğu kanaatındadır .
Diğer bir rivayete göre de, Sarı Saltuk'un yedi tabutu — vefatından evvel söylediği gibi — yedi kâfir diyarı hükümdarı (Moskov, Leh, Çeh, İsveç, Edirne, Boğdan ve Dobruca kıralları) tarafından asker gönderilerek aldırılmış ve memleketlerinde defnedilmiştir .
Böylece Sarı Saltuk tarihî olduğu kadar efsanevî bir şahsiyet de telâkkî olunmaktadır. Balkanlarda ve bilhassa Arnavutlukta hâtırası hâlâ devam ediyor. Dobruca’yı , Trakyayı Makedonyayı ve Arnavutluğu İslâmlaştırma keyfiyeti tereddütsüz olarak onun eseri telâkki edilmektedir. Bu an’ane Dobruca’dan maâda en bâriz bir şekilde Arnavutluk’ta, bilhassa şarkî bölgelerde , bugüne kadar tutunmuştur.
Mezar veya türbelerinin sayısı artık yedi rakkamını çoktan aşmış bulunuyor: Arnavutlukta, Kroya (Akçahisar) ile Ohri gölü kenarındaki Sveti Naum manastırında ; Yugoslavya’da Kosova ile Arnavutluk hududu arasındaki Altıneli (Hâs) bölgesinde ve Bosna’da Mostar civarında (Hersek sancağı) Blagay köyünde ; Yunanistanda, Korfu adasında ; Romanya’da, Babadağ'ı şehrinde (Moldavya, Boğdanda) ; Dobruca da, Kaliakra’da ; Türkiye’de Edirne civarındaki Babaeski'de , Anadolu’da da Bor şehrinde . Fakat, en mühim türbesi Babadağında’dır. Evliya Çelebi, Seyahatnamesinde , türbenin eşkali hakkında tafsilâtlı malûmat veriliyor. Hasluck bu şehrin 1389 tarihinde ikinci Bayezit tarafından tesis edildiğini söylerse de bu iddia yanlıştır. Çünkü, buna takaddüm eden bir tarihte İbn Batuta (öl. 1377) bu şehri ziyareti münasebetiyle Türklerin bu mıntakada en son şehrinin Baba Saltuk (Babadağı) olduğunu Seyahatnamesinde yazmakta ve Baba Saltuktan da kısaca bahsetmektedir .
Slavların İslâmlaşması meselesi — Şurası da dikkate şayandır ki, Sarı Saltuk’un faaliyet sahaları ile ölümünden sonra onun adını taşıyan türbe, mezar ve tekkelerin bulundukları ülkeler (modern tâbiri ile «hayat sahaları» telâkki edilebilen İsveç ve Arnavutluk hariç) hep Slav kavimlerinin bulundukları yerlere rast- lanmaktadır : Acaba Sarı Saltuk bir gün bütün Slavların İslâm camiasına katılacağına inanıyor mu idi?. Onun böyle bir gayesi bulunduğunu kabul etmek icabeder mi? Bu takdirde, bu eşsiz Türk misyoneri Slavlar nezdinde, Hıristiyanlıktaki tâbiri ile, bir nevi İslâm apostolosu (apötre) gibi telâkki olunabilir, daha sarih bir ifade ile Hıristiyan azizlerinden Cyrille (827—869) ile Methode (825—885)’un Slavlar arasında oynadığı rolün aynını İslâmlık namına Sarı Saltuk oynamış olur. Bizce, büyük bir ehemmiyet taşıyan bu nokta üzerinde ciddiyetle durmak lâzımdır.
Böyle muazzam bir proje tahakkuk etseydi, İskandinavya’dan başlıyarak Gdansk (Danzig)’ten geçen ve Adriyatik sahillerine kadar imtidat eden bir hat, Garbî Avrupa ile İslâm âlemi arasında bir hudut teşkil edecek, böylece Orta Asya'dan başlıyarak Orta Avrupa’ya kadar uzanan bu geniş ülkelerde Müslüman Türkleriyle Müslüman Slavlar müşterek bir birlik teşkil edebileceklerdi.
Fakat, hayatında muvaffakiyetle neticelendiremediği bu programını, sonraki nesillere emanet olarak bırakan Sarı Saltuk, ölümünden sonra Müslüman olmıyan yedi diyara tabutlarının gönderilmesine, yani kendi tasrih ettiği yedi gayri müslim memlekette mezarının bulunmasına karar vermekle müstakbel nesillere muazzam bir siyasî testaman (vasiyet) bırakmış oluyor. Sanki «tabutlarımın gömüleceği yedi küffar memleketini ihmal etmeyip bunları İslâm camiasına ilhak edin» demek istiyor. Ne yazık ki, ne o zamanki Selçuklular ve ne de onlardan biraz sonra gelen Osmanlılar, bu projenin ehemmiyetini lâyıkiyle kavrıyamadılar ve, böyle olunca, şüphesiz ki onu tahakkuk ettiremediler. Vakıa bütün Slav memleketlerinde az çok Müslüman mevcuttur . Fakat Slâv ırkına mensup Müslüman adedi Balkanlardan maada diğer Slâv memleketlerinde yok denecek kadar azdır.
*
* *
Umumiyetle Anadolunun ve Rumelinin İslâmiyet târihi, şimdiye kadar ihmal edilmiş bulunan Selçuklular devri tarihinden ayırmak kabil değildir. Bu devrin tarihi ise hâlâ kâfi derecede aydınlanmamış olduğundan İslâmiyetin Güney Avrupa’ya ne suretle yayıldığı hakkında henüz kesin bilgimiz yoktur.
İslâm tarihinin en mühim devirlerinden biri olan Selçuklulara ait bugüne kadar neşredilmiyen metinlerin neşrinden ve Kritik bir şekilde tasnif ve tetkikinden sonradır ki Güney Avrupada İslâmlığın intişarı, Müslümanlığı kabul edenlerin yapmak zorunda kaldıkları hayat mücadeleleri ve imha hareketlerine karşı gösterdikleri mukavemet, bu arada yapmak zorunda kaldıkları göçler, bu mıntakalarâ tekrar kütle halinde dönüş ve Müslümanlığın bazı böyle mıntakalarda kaybolması vesaire gibi hâdiseler aydınlanmış olacaktır. Bu hususta, efsanevî unsurlardan tecrit edilen muhtelif menakibnameler ve velâyetnamelerle mahallî an’ane ve rivayetler içinde zikredilmiş bulunan tarihî hakikatlerin incelenmesi büyük yardımlar sağlıyacaktır. Bu yoldaki tetkiklerin Sarı Saltuk probleminin ve, dolayısiyle, onun zamanındaki — ve belki ondan daha evvelki — Rumeli müsiümanlığı probleminin halline yarayacağı şüphesizdir.
Biz burada Sarı Saltuk’un biyografyasını yazmak niyetinde olmadığımızdan, yalnız bu zat hakkında ileride yapılacak araştırmalarda faydalı olacağı ümidiyle, onun — bizce haksız bir şekilde olmakla beraber — dinî durumunu gösteren bir vesikayı ortaya koymuş bulunuyoruz.

II
Fetva

Kanunî Sultan Süleyman 1538 senesinde, Boğdan seferine giderken, Sarı Saltuk’un Babadağındaki türbesini ziyaret etmiş , Sarı Saltuk hakkında işittiği efsanelerle karışık rivayetlerin ne dereceye kadar doğru olduğunun tevsiki için bilahara en yetkili ve en bilgili zata, yani Şeyhülislâm Ebussu'ud Efendi’ve müracaat etmeğe karar yermiş, bu hususta kendisinden bir fetva istemiştir.
Kanunî nin bu istiftası ile Ebussu'ud Efendinin verdiği Fetva’nın bir sureti Bay Raif Yelkenci’nin hususî kütüphanesinde mevcut bir yazma mecmuasından (Varak IIIa) alınmıştır .
Qsmanlı padişahlarının en büyüklerinden biri olan Kanunî ile imparatorluğun en meşhur şeyhülislâmları arasında bulunan Ebussu’ud Efendi’den neş’et eden, ayrıca Avrupa’daki Türk misyonerlerinin en ünlüsü sayabileceğimiz Sarı Saltuk’a ait olan bu tarihî vesikayı, aynen neşretmeği faydalı buldum .

&BELGE&

«Sultan Süleyman Hazretleri, sefere giderken , kasaba-i Niş’de Sarı Saltık hakkında irsal idüb istifta eyledüği suretdir:
Sinde sindeşım, halde haldaşım, ahırat karındaşım , eimme;i selef bu mes’elede ne buyururlar ki: Sarı Saltık didikleri şahıs evliyaullahdan mıdır? beyan buyurılub musab oluna.

El-cevab: Riyazet ile kadid olmış bir keşişdir.
Ebu's-su'ud


İslâm ilâhiyatçıları ile İslâm mutasavvıfları arasındaki zıddiyetin çok eski ve bazan çok bariz olduğu malûmdur. Tekfire kadar giden bu geçimsizliğin şiddet derecesi, tabiatiyle, zaman ve mekâna göre değişmiştir.
Ebu’ssu'ud Efendinin Tasavvufa karşı meyli olmadığını da biliyoruz. Peçevi ile Evliya Çelebi’nin , aksini ispat etmek yolundaki bütün gayretlerine rağmen, Âli’nin Ebu’ssu'ud Efendi hakkında, Tasavvufa karşı meyli olmadığı ve onun bu vasfının, onun yegâne kusurunu teşkil ettiği tarzındaki iddiası yerinde olsa gerektir.
Ebu’ssu'ud Efendi’nin yüksek bilgisi, zekâsı ve dindarlığı, şüphe götürmez hakikatlerdendir. Sufiliğe, daha doğrusu o zamanki sufilere karşı olan namülâyim tavrı hareketi, belki bunların, bilhassa o devirdeki tarzı hareket ve faaliyetlerinden ileri gelmektedir.
Ebussu’ud Efendinin büyük hürmetini kazanmış ve seleflerinden biri olan İbn Kamâl (Kemâl Paşa zâde) Sarı Saltık’u evliyaullah’tan ve keramet sahiplerinden biri olarak addeder . Maamafih, İbn Kamâl bu hükmü Şeyhülislâm ve Müftilenam sıfatiyle değil, sâdece bir tarihçi olarak ve tarihe ait bir eserinde (Mohaçname’de) vermektedir .
Ölümü üzerinden uzun zaman geçmeden, Sarı Saltık’a ait menkabelerle Hıristiyan azizlerinin menkabeleri arasında bir irtibat kurulmağa başlandığı anlaşılıyor. Sarı Saltık menkabelerinin, Hıristiyan azizlerinden en çok Nikola sonra Cörc , Simeon , Eli , Spiridon ve Naum un menkabeleriyle karışık olduğu görülmektedir. Filhakika, vefatından yarım asır kadar sonra onun Babasaltuk’taki, yani Babadağındaki türbesini ziyaret eden meşhur Arap seyyahı İbn Batuta (1304- 1377)’nın sözleri bile bu keyfiyeti tazammün etmektedir (Wa yadkurüna anna Saltüka hadâ kâna mukâsifan, lâkin yudkaru canhu aşyâ’u yunkiruha’s-Sarcu).

Bu nevi rivayet, hattâ ithamlar, ta Evliya Çelebi zamanına kadar devam edegelmiştir. Büyük Türk seyyahı bu keyfiyetten acı acı dert yanmakta (.,. zira, Aziz hakkında münkirin nice kıyl’û kal idüb, namına bir rahip deyu iftiralar eylemiş ve âsim olmuşlardır) ve bu gibi müfterileri protesto etmektedir (Saltık Sultan Hazretleri hakkında herkim şübhe iderse, nacudu billâh, âsim ve günahkâr olur) . Evliya Çelebi, müfterilerin hiç birinin ismini zikretmiyor. Acaba Ebussu'ud Efendinin fetvasından haberi yok mu idi? Yoksa Ebussu'ud Efendinin sonradan Sûfilere katıldığını zannettiği için mi bu Fetva’yı mesküt geçmiştir? Bu cihet şimdilik meçhul kalmaktadır.
Kâfirlerin ülkelerine giden Sarı Saltuk, muhtelif rivayetlere, hattâ Saltukname’ye göre, bazan Müslüman olduğunu gizlemek mecburiyetinde kalırdı . Nitekim Saltukname’de bu bapta sarih ifadelere rastlanmaktadır (Kâfirlerin dillerini, dinlerini alim bir rahip kadar bilir, türlü türlü hud’alarla Onların şehirlerine, kiliselerine, hükümdar saraylarına kadar gider, rahip kıyafetiyle kiliselerde vaızlarda bulunur, birçok hükümdarları, rahipleri Öldürür, yahut Müslüman eder) .
Sarı Saltuk’un Sûfi olduğu muhtelif rivayetlerden maada, Saltuknameden de anlaşılmaktadır. Hattâ muhtelif büyük şeyhlerle dostça münasebetlerde bulunduğundan da bahsedilmektedir. (Kutbeddin Haydar, Hacı Baktaş Veli, Karaca Ahmed, Tapduk Emre, Seyyid Mahmud Hayrânî, Fakıh Ahmed gibi Bektaşi Velâyetnamelerinde adı geçen bir takım büyük Sufiler ile, Celâleddin Rumî ve Seyyid Cemal Kalender gibi Mevlevî ve Kalenderi zümrelerinin kurucularıyla, hatta Nasreddin Hoca ile samimî münasebetleri vardır). Bu münasebetle şunu kaydetmek icabeder ki, Sarı Saltuk’la ilgili olarak bize intikal etmiş olan sözlü ve yazılı bütün vesikalarımız, onun hakîkî bir Müslüman olduğu hususunda müttefiktirler. (Meselâ: “İslâm dinine uymayan şeylerden şiddetle çekinir, namaz kılmayan dervişleri döğer, saç ve sakallarını, bıyık ve kaşlarını tıraş eden ışık yani kalenderleri şiddetle muahaza eder. Zikir meclislerinde kadınlarla erkekleri beraber bulunduran bazı büyük Türk şeyhlerine ihtarlarda bulunur. Sünni mezhepleri arasında bilhassa Hanefi’liği tercih etmektedir. Rafizi’lerle, Haricî’lerle yani bütün heterodoks zümrelerle de harb eder”) .
Hal böyle iken, Ebussu'ud Efendinin Fetvası acaba neden bu kadar ağır ve şiddetli bir hükmü (keşiş ta’biri) ihtiva etmektedir? Bu keyfiyetin birkaç sebebi olsa gerektir.
Herhalde, bir taraftan Sarı Saltuk’un XIV üncü asırdan itibaren Bektaşi velâyetnamelerine girmesi, böylece adının heterodoksiye karışması, heterodoksinin ise, bilhassa Kanunî devrindeki, devlet emniyetini tehlikeye düşürecek dereceye varan ve ilhada kadar giden bazı taşkınlıkları , diğer taraftan da Müslümanlardan başka, Hıristiyan halkının da Sarı Saltuk’a olan sevgi, hürmet ve hayranlıkları ve bunun neticesi olarak bazı Hıristiyan azizlerine ait menkabelerin de Sarı Saltuk’a teşmil edilmiş olması, Sarı Saltuk hakkındaki kanaatlerde böylece menfi bir rol oynamış olsa gerektir.
Ebussu'ud Efendinin, yukarda iktibas olunan Fetvasının, Sarı Saltuk’a ait olup halkın ve dervişlerin ağızlarında dolaşan ve muhtelif menakıbnameler ile Bektaşi velâyetnamelerinde bulunan efsanelerle karışık rivayetlerden mülhem olduğu anlaşılmaktadır. Eğer Sarı Saltuk’a ait kritik bir biyografyadan faydalanabilmiş olsay-dı, hattâ Abu’l-Hayr Rûmî'nin «Saltukname»si gibi bir eseri inceden inceye tetkik ettikten sonra efsanevî ve hayalî kısımlarını bir tarafa bırakarak, onun hakikî hüviyetini tesbit edebilseydi, Fetvasını tam tersine olarak vermiş bulunacağını tahmin etmekteyiz.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 1 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 2 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye