Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 2 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: Hazret-i Sıddîk'ın Îmânı / M. İhsan Oğuz
MesajGönderilme zamanı: 20.12.10, 14:53 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 29.11.10, 09:55
Mesajlar: 28
(9. Mektub)

Hazret-i Sıddîk'ın Îmânı, Îman Ve İslâmın Ölçüsü

M. İhsan Oğuz

Sıddîk-ı Ekber'in Peygamber Efendimiz'i delilsiz ve mu'cizesiz kabul ve tasdîki, yüksek yaratılışından kaynaklanan güçlü îmânındandır. Bu yaratılış ve kabiliyet, delil aramaksızın her şeyin hakîkatini kavrayacak durumdadır. Mutlak îman, kalbin kesin bir halde kabul ve tasdîki ile dilin söylemesinden ibarettir. Sözünü ettiğiniz âyet, Yahûdî münafıklarının hâlini bildirir. "Her îman ehli müslümandır, her müslüman îman ehli değildir" kuralının bu konuya uygulanması doğru olmaz. Çünkü; îman ve İslâm, birdir. Sözlük anlamlarının farklı olması, bu birliği bozmaz, imansız İslâm, Islâmsız îman bulunmaz. İslâm inançlarıyla ilgili kitaplar, özellikle İmâm-ı A'zam'ın Fıkh-ı Ekber'i okunursa, mesele daha genişçe anlaşılır. Bu konu çok ayrıntılıdır. Çeşitli mânâları içeren ince meseleleri kapsamaktadır.

Bilinmelidir ki:
Davranışlarıyla mü'min görünen, fakat gerçekte mü'min olmayan bir kimse; insanlar yanında mü'min olup, Allah katında mü'min değildir. Bunun gibi, görünüşte îmânın gereği olan dînî yükümlülükleri halka karşı yerine getiren ve fakat gerçekte inanmayan kimse de; insanlar yanında müslüman olup, Allah katında mü'min ve müslüman değildir. İnsanlar, açığa çıkmayan ve kalblerde olan şeyleri bilmekle yükümlü değillerdir. Davranışlarıyla mü'min ve müslüman görünüp, îman ve İslâm’ın gereklerinden söz eden ve onları işleyen kimselerin mü'min ve müslüman olduklarına hükmetmek gerekir, insan, böyle yapmakla yükümlüdür. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz'in ve ashabının hayat ve gidişatları okunursa, bu gerçek anlaşılır. Allah, bütün sırları bilir. Herkesin görünen ve görünmeyen hallerinin ve fiillerinin ceza ve karşılığını verir. Allah'ın Rasûlü, münafık ve imansız oldukları vahiy ile bildirilmedikçe, münafıklar ve inanmayanlar hakkında îman ve islâm hükümlerini uygular; "Şu münafıktır, şu mü'min değildir" buyurmazdı. Bizim de öyle yapmamız ve öyle dememiz gerekir.

Şu da, kayda değer bir husustur ki:
Îman, inanılacak; İslâm, işlenecek şeylerdir. Bir insanın kurtuluşa ermesi ve cehenneme girse bile orada sonsuz olarak kalmaması için îman yeterlidir, îman esaslarından birinin inkârı veya kabul ve tasdik edilmemesi, imansızlığı ve ebediyyen cehennemde kalmayı gerektirir, İslâm, böyle değildir. Yâni; Allah'ın emrettiği amelleri inkâr etmediği halde onları işlememek günah olup, insanı îmandan çıkarmaz. Allah'ın dilemesine bağlı olarak cezayı ve cehennem azabını gerektirir. Böyle bir kişi, sonunda yine cennete girer. Bu sebeplerden dolayı; Ehl-i Sünnet'e göre îman başka, amel başkadır. Temelde asıl ve esas, îmandır. Amel, îmânın olgunlaşmasını ve nurunun artmasını sağlar. Cennette yüksek dereceye ve çok sevaba erdirir. Bununla birlikte; îman bulunmadıkça amel işlenmez. Amelin işlenmesi de, îmansız olmaz. Onun için; îman ve islâm kelimeleri, birbirine bağlıdır. Yukarıda geçtiği üzere; îmansız İslâm, Is-lâmsız îman yoktur. Münafıkların durumları, bu konunun dışındadır.

Önemle bilinmelidir ki:
Sıddîk-ı Ekber'in kalbinde hâkim olan şey, Allah'ın kulunu kendine çekmesi ve zatî muhabbeti idi. O, bu makamlarda kendine has ve büyük bir şeref sahibi idi ki, bu özellik diğer sahâbîlerde o derece ve büyüklükte yoktu. Onun için; îmânı ve müslümanlığı da büyük oldu. Nitekim; Peygamber Efendimiz, O'nun kendine has olan bu hâlini ve yüce şânını: "Ebû Bekr'in îmânı ile bütün ümmetin îmânı tartılsa, Ebû Bekr'in îmânı üstün gelirdi" sözleriyle bildirdi. Bütün ashap içinde olduğu halde bu ümmetin Sevgili Peygamberimiz'den sonra Efendisi, Ebû Bekir Sıddîk'dir. Peygamberlerden sonra bütün insanların en faziletlisi, en olgunu, en bilgili ve anlayışlısı, en yücesi, en büyüğü yine Ebû Bekir'dir. O'nun saâdetli başı, Bütün Peygamberlerin Sultânı ve Hak Teâlâ'nın Sevgilisi olan Muhammed Mustafâ'nın mübârek ayağı altındadır. Bu başı geçen başka bir baş yoktur. Nübüvvet Kemâlâtının vârisi ve taksîm edicisi, manevî şuur ve temkînin en yüksek zirvesi O'dur. Bütün İlâhî coşkuların aslı ve Allah'ın zatî muhabbeti, Sînâ'daki Tur dağı gibi O'nun gönlünde tecellî etmiştir. O, Peygamber yolunun rehberi ve seçilmişlerin önderidir. Bunun içindir ki, Muhammed Aleyhisselâm âhirete göçtükten sonra oy birliğiyle Halîfelik makamına getirilmiş, Allah'ın feyziyle insanları aydınlatmak ve Hakk'a yöneltmek görevini üstlenmiş, O'nun irşad ve hidâyet nuruyla bütün ashâb aydınlanmıştır. Ashabın O'na olan bağlılığı hem maddî, hem manevî bağlılıktır. Bağlanılan zât, bağlanandan elbette üstün olur. Kendisine bağlı olanları madden ve manen eğitip olgunlaştırır. Bu konuda, Peygamber devrinden beri Hak ehlinin görüş birliği vardır. * (Zâlke fazlullâhi yülîhi men yeşâ...): "Bu, Allah'ın lütuf ve ihsanıdır ki, onu dilediğine verir..." (Hadid Sûresi: 21)

Mektuplar, 1. Cild, M. İhsan Oğuz


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 2 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 2 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye