Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 4 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: Tahir Hoca'nın Ardından Yazılanlar...
MesajGönderilme zamanı: 07.03.11, 12:11 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 15.12.08, 02:19
Mesajlar: 275
İman ateşi sönmesin diye!

Abdurrahman Dilipak


Yeni Akit
2011-03-06

Daha Milli Nizam kurulmamıştı. Ama Erbakan’a davet gönderilmiş, Bağımsızlar Hareketi’ne karar verilmişti.. “Erbakan nereden aday olmalı” sorusuna cevap aranıyordu..
Konya yakınlığından çok dindarlığı ile de tercih sebebi idi. Bir de oradaki cemaatın daha organize bir güç olmasından dolayı.

Konya İstanbul gibi “belde-i muhayyere” idi. Mevlana Hazretleri orada medfundu. Dayım Ali Haydar Aksay (ARE) Haruniye’de anlatırken, “Kurtuluş günü/Kıyametten öncesi son altın çağ”a gönderme yaparak “Elhamdülillah, Konya’dan dinin yıldızı doğuyor” diye anlatıyordu. “Necmüddin”in ne anlama geldiğini açıklıyor ve bir “tevafuk”tan söz ediyordu.

Ben Konya İmam-Hatip mezunuyum, bir yıl da Konya’da okudum. Konya’da MNP kurulduğunda ben Konya’daydım.. Tahir Büyükkörükçü (ARE) hocayı o günden beri tanırım.. Çok fazla teşriki mesaim olmasa da tanırdım.. Şimdi artık o da aramızda değil. O da Hakk’ın rahmetine kavuştu.. O da adı ile müsemma bir zat idi.. İman ateşi sönmesin diye büyük bir gayretle körükçübaşı gibi çırpınıp durdu.
Ali Ulvi Kurucu, Hacı Veyiszade (ARE), Konya’da önemli isimler bunlar.. “İslamın İlk emri OKU”, “ÖZLEM” gibi 1950 sonrası ilk İslami neşriyatın önemli bir kısmı Konya’dan çıktı..

Bir süreden beri bir zat, sürekli beni arayıp, bu insanların tek tek dar-ı bekaya göç ettiğini ve yeni neslin bunları tanımadıklarını söyleyip duruyor.. Haklı da aslında.. Erzurum’da bir iki ay önce AKİT o bölgedeki İslama ve Müslümanlara hizmet etmiş şahısları anma toplantısı yaptı ama ilgi beklediğimiz gibi değil.. O zat, Türkiye genelinde her yıl, 75 yaşını geçmiş 12 İslam alimine “VERESETÜL ENBİYA” ödülü verilmesini teklif ediyor.. Bu insanların hayatlarını, eserlerini yeniden yayınlayalım, tanıtalım...

Biliyorsunuz alimler gökteki yıldızlar gibidir.. Onlar peygamber mirasçılarıdır.. Tahir Hoca da onlardan biri idi. Allah rahmet eylesin.. Fitne fesada körük çekmedi. Tahir/Temiz bir yolda malı ile, canı ile, sevdikleri ile koştu durdu. Dili döndüğünce anlattı, haksızlıklara karşı durdu..
MNP ve MSP döneminde, daha sonra az emek vermedi bu davaya..

Bazı değerlerin kıymetini öldükten sonra anlıyoruz.. Keşke yaşarken hatırlayabilsek.. Günlük hayatın cümbüşü içinde bazı değerlerin kıymetinin farkında varamıyoruz gibi sanki.

Giden gitti, peki şimdi sıra kimde?
Biz ölüme ne kadar hazırız? Ölüme ne kadar yakın olduğunu kim biliyor?
Keşke, bu olay bize ders olsa da, mesela, vefat eden alimlerimizin cenazelerinde buluşmadan önce onları yaşarken ziyaret edip, hayır dualarını ve helalliklerini alsak..

Birilerimizin bugün sahip oldukları makam, güç ve servet bu insanların kararlı mücadelelerinin eseridir ve onların çabalarının bereketidir, bi iznillahi teala.. Onlar Allah’ın rızası için gönüllü bir nefer olmuşlar ve Allah da onları bu hayra vesile kılmıştır.

Onları hatırlamak, bir bakıma onların aynı zamanda manevi mirasçıları olduklarının farkına varmakla ilgili bir husus olduğu için bu konunun altını çizmek istiyorum. Yoksa onları ahir ömürlerinde ziyaret etsek ne olur, etmesek ne olur. Çoğu zaten gözünün feri sönmüş, algısı zayıflamış yaşlı insanlardır.. Bizden bir beklentileri olmayan insanlar. Sadece onların duaları, tanıklıkları ve öğütleri, vasiyetleri bizim için değerlidir..

Geçmiş övgü ya da pişmanlık kitabı olmamalı sadece. Bir tecrübeler birikimi olarak ders kitabı olmalı bizim için.. İbret dersi olmalı.. Biz çok az öğüt alan ve dinleyen bir topluluk olduk..
Bizden öncekilerin başına gelenler, bizim başımıza gelmeden çözüm bulmak istiyorsak, yaşanmış hayatların bilgi ve tecrübesine muhtacız. Onun için bir bilge zat şöyle der: “Benim katlanmak zorunda olduğum güçlükler çocuklarım için baht kaynağı olsun.” Tabii eğer evlatlar öğüt/nasihat dinlerlerse.. Geçmişte yaşanan acılar bizim için bir tecrübe ve tedbir için baht kaynağı olsa!

Anneler-babalar sorun bakalım, Tahir Büyükkörükçü’yü çocuklarınız ne kadar tanıyor?
Peki anne-babalar, okul, STK’lar, toplum, niye onlara bu zatı anlatmadılar..
Tamam gökteki yıldızlardan biri gözden kayıp gitti. Peki ya ötekiler..

Tahir Büyükkörükçü Hoca’nın vefatı haberini Almanya’da iken aldım. Allah (cc) rahmet eylesin. Mekanını cennet eylesin.. Yakınlarına ve dostlarına da sabrı celil diliyorum..

Onlar gittiler, biz sıramızı bekliyoruz. Her canlı ölümü tadacaktır. Dönüş yalnız O’nadır..

Selam ve dua ile..


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Tahir Hoca'nın Ardından...
MesajGönderilme zamanı: 07.03.11, 13:51 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 31.12.08, 16:59
Mesajlar: 308
Konya'nın Tahir Hocası

M. Emin Parlaktürk

parlakturk@yahoo.com

2011-03-07

İlim, irfan ve siyaset dünyasının müstesna şahsiyetlerinden biriydi Tahir Büyükkörükçü.
O, “Konya’nın Tahir Hocası” idi.
İmam Hatip Lisesi’ni bitirdiğimiz 1970 yılında iken o Konya Müftüsü olarak görev yapıyordu.
O yıllarda Kapu Camii’nde Cuma günleri verdiği vaazlarla gençlik heyecanımızı tatmine çalışırdık.
Ezana bir saat kala cami tıklım tıklım dolar, herkes Tahir Hoca’nın kürsüye çıkmasını sabırsızlıkla beklerdi.
Lise çağındaki bizler de, yer kapmak için erkenden camideki yerimizi alır, “acaba bir gün biz de bu kürsüde konuşacak mıyız?” diye hayal kurardık.
İnsan içten dileyince oluyor, çok geçmeden o kürsülerde biz de yerimizi aldık hamdolsun.

***

Tahir Hocamız; nefis üslubu, muhteşem belağatı, harika hitabetiyle bizleri gerçekten mest ederdi.
Bir saate yakın vaazı ne çabuk biterdi anlayamazdık!
Anlattığı çoğu mevzuları da “mukaddime”den ibaret kalır, devamı gelecek haftaya sarkardı.
Ben, bu güne kadar hayatımda böyle güçlü bir hatip görmedim.
Zaten Konya’nın Osmanlı dönemi alimlerinden Akşehirli Ahmet Efendi son demlerinde 1950’lili yıllarda şöyle söylermiş:
“Ben Konya’da üç zat tanıyorum, üçünün de özellikleri farklı farklı ve bu özelliklerinde zirve şahsiyetlerdir. Birisi Beyşehirli Abdullah Efendi, Padişah huzurunda ruûs imtihanı vermiş çok büyük alimdir ki, Konyalılar onun ilimdeki derecesini bilemezler. Diğeri Hacıveyiszade Mustafa Efendi ki, çok güzel ve ihlaslı dua eder, tevazu ve niyazda onun üstüne yoktur. Üçüncüsü de yeni yetişmekte olan Tahir Hocadır, o da hatiplikte zirvedir, onun gibi beliğ ve edip konuşan görmedim”

***

Müslüman vardır; namazında niyazındadır, kimseye zarar vermez, kendi işine bakar, camiden eve, evden camiye gider-gelir, hayatı böyle geçer.
Bir de; bunları yaptığı gibi, ayrıca sosyal hayatın içinde aktif olarak rol alan, insanları uyaran, olumsuzluklara müdahale eden, İslam’ı hayata hakim kılmak için mücadele veren, gerekirse bu uğurda bedel ödeyen Müslüman tipi vardır.
İşte, merhum Tahir Hocaefendi bu son tarife giren Müslümanlardandı.

Çok yakın ilişkilerimizde bu heyecanından en ufak bir inhiraf olmadığına şahidim.
Çoğu zayıf rivayetlerle süslü, keşif, ilham ve rüya ağırlıklı anlatımların yer aldığı “Kerâmâtü’l-Evliya” türü kitaplardan yaptığı nakilleri cemaatin fevkalâde ilgisini çeker, onları cûş-u huruşa getirir, hocaefendi de bunları anlatırken gerçekten keyf alırdı.

Bilhassa Hızır menkıbeleri ile Ladikli Ahmet Ağa kerametleri, vaazlarında vazgeçilmezlerdendi.
Onun bu sofi meşrep tavrı, tasavvuf aşkı, evliya ve erenler merakı, bazı kesimlerce “hocanın zafiyeti” olarak değerlendirilmiştir.


Kur’an ayetleri ve bunları açıklayan sahih hadisler varken, günümüz insanlarının aklen ve ilmen anlamakta zorlandığı keramet ve menkıbelerin anlatılmasını tenkit ederek karşı çıkan akademik çevrelere Tahir Hoca yine vaazlarında kendine has üslûbu ile iğneleyerek cevap verirdi.

Merhum Nakşibendi Mahmut Sami Ramazanoğlu’na bağlılığı, Lâdikli Ahmet Ağa ile olan ülfet ve muhabbeti, onun tasavvufta yoğunlaşmasında oldukça etkili olmuştur.

***

Şurası bir gerçek ki, merhum Tahir Hoca yarım asrı aşkın vaazlarıyla cami kürsülerinde, önceleri teyp bantlarıyla, sonraları da video kasetler ve CD’lerle insanımızı irşat ve ikaz etmiş, hala da etmektedir.
Bir insanın vefatından sonra “bunun yerini doldurmak imkansızdır” veya “artık bir daha böyle biri gelmez” gibi ifadelerin doğru olmadığı kanaatindeyim.

Bu ifadeler, Allah Teala’nın gayretine dokunabilir ve sanki O’nun lütuf, ihsan ve ikramına sınır çekmek gibidir.

Her önemli şahsiyet kendi döneminin yıldızıdır ve Rabbi tarafından verilen görevi yerine getirir, gider.
Yarınlarda da aynı görevleri kendi çağ ve dönemlerinde yerine getirecek nice önemli şahsiyetler gelecektir ve bunlar kıyamete kadar olacaktır.

Rabbim, kaybettiğimiz bu değerlerin yerine, onlardan da hayırlısını bize ihsan ve ikram eylesin!

Bu dilek, aynı zamanda Allah Rasûlü’nün (istirca’dan yani inna lillah… dedikten sonra) bize talim ettiği dualar arasındadır.

Allah c.c. Tahir Hocamıza rahmet ve mağfiret eylesin, hepimizin başı sağolsun.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Tahir Hoca'nın Ardından Yazılanlar...
MesajGönderilme zamanı: 08.03.11, 16:17 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 15.12.08, 02:19
Mesajlar: 253
Türkiye gerçeği: Bu defa Tahir Hoca...

Ahmet Taşgetiren

atasgetiren@bugun.com.tr

Bugün

2011-03-08


Nabi Yağcı, eski Komünist Partisi genel sekreteri. Bana göre fikri manada önemli değişim geçirdi.

Dünkü Taraf'ta yer alan "İslam'ı ve Müslüman'ı tanımak" başlıklı yazısı ilginçti.

Şöyle başlıyordu:

"Birilerini, bir şeyleri toplumda fazlalık, eskinin gereksiz bir kalıntısı, kör bağırsak gibi işlevini yitirmiş bir organ gibi görürseniz onları tanımaya çalışmayı da fazlalık olarak görürsünüz... Niye tanıyasınız ki nasılsa fazlalık, zamanın dışında, işlevsiz, yararsız, yok olup gidecek... Kemalist Cumhuriyet ve onun hayata bakışı içinde İslam ve Müslümanlar böyle bir yere sahipti.

"Yüzde doksanı Müslüman denen bir ülkede İslam ve Müslüman yaşam tarzı inceleme konusu yapılmadan o ülkenin sosyolojik haritası nasıl çıkarılabilir?"

Nabi Yağcı sonra, böyle bir fikri alt yapı sebebiyle, Arap dünyasındaki hareketlenmenin, AK Parti'nin Türkiye'de gösterdiği başarının ve Erbakan'ın cenazesine milyona yakın insanın katılmasının birçok kesimi şaşırttığını not etti.

Bunlar doğru tespitler.

Bu tespit, herhalde Konya'da, Tahir Büyükkörükçü Hoca'nın cenazesinde, yüz bini aşkın insanın hazır bulunmasına gösterilen şaşkınlıkla da doğrulanacaktır.

Bir Hocaefendi ve arkasında yürüyen yüz binler...

Ne bu?


Bu, Türkiye gerçeği.

Özal'ın cenazesinde Vatan Caddesi'ni dolduranlar da Türkiye gerçeği idi. Dolayısıyla ortaya "İslam ve Türkiye gerçeği"ni görmek gibi bir zaruret çıkıyor.

Bunu toplumsal olayların tahlilinde de göreceksiniz, siyasetin yapılanmasında da, devlet-toplum ilişkisinde de...

Anayasanıza "laiklik" diye bir çatı değer koyuyorsanız, bunu bu ülkenin insanını mutlu edecek bir yoruma kavuşturmak zorundasınız.

İzmir'de, Aleviler bir miting yaptılar.

O mitingde, Ali Balkız'ın söylediği bir söz var, diyor ki:

"İsteklerimizi Sünni kardeşlerimiz olmaksızın yalnız başımıza gerçekleştiremeyiz. Tıpkı Kürtler'in sorununu, Türkler'in anlayışı, kabulü ve desteği olmaksızın çözemeyecekleri gibi..."

Bu iyi bir söz.

Ama genel doz öfke ve ayrışma yüklü. Artı, siyasi bir hesap var.

Almanya'da Köln'de bir toplantı yapılıyor. CHP, BDP ve ÖDP temsilcilerinin katıldığı toplantı, benzeri bir öfkeyi ve siyasi hesabı barındırıyor.

ÖDP Genel Başkanı Alper Taş o toplantıda şunları söylüyor: "Türkiye ılımlı İslam cumhuriyeti zaten oldu. Atatürk'ün kurduğu Cumhuriyet yenilmiştir, yeni Osmanlıcılık Cumhuriyeti oluşturulmuştur, bu da emperyalisttir. AKP iktidarına karşı ortak mücadele yürütülmelidir."

Aynı toplantıda BDP eş başkanı Gülten Kışanak, "AK Parti'ye karşı birlik olunmasını, buna da Alevilik felsefesinin öncülük edeceği"ni söylüyor.

Ve Almanya Alevi Birlikleri Federasyonu Başkanı Turgut Öker konuşuyor:

"Siyasal İslam Türkiye'yi ele geçirdi. Geleceği kazanmak için güçlerimizi birleştirmeliyiz."

Toplantıya CHP'den de Binnaz Toprak katılıyor.

Bu yapının kodları açık. Orhan Miroğlu, CHP-BDP ittifakı söz konusu olduğunda "Kürtler'e Kemalizm'in pazarlanması"na işaret etmişti. Sanki şimdi buna Alevilik de dahil edilmek isteniyor. Çok ilginç bir ittifak çalışması yapılıyor. Anti İslam ve anti AKP'de buluşan çevreler, ulusalcı cenah dahil, cephe oluşturmaya yöneliyor.

Bu işin yapıştırıcısı ise AK Parti karşıtlığı şeklinde ifadesini bulan ama derinden derine akan İslam karşıtlığı...

Onun için Ali Balkız'ın sözleri ne kadar samimi, doğrusu sorgulanmaya değer buluyorum.

Nabi Yağcı, önemli fikri değişim geçirdi dedim yazının başında. Bir insanın, fikri değişim geçirebilmesini önemsiyorum. Bu, fikri bir canlılık, hareketlilik, dinamizm demek. Kendi kendini sorgulama ve yeniden yeniden inşa demek. Belki onun da özünde, insanlık damarını diri tutmak var.

Ben, Kürtçü ve Alevici hareketin en azından bir boyutunda, diri kalabilme düşüncesinden yola çıkarak, öfkeleri ve kinleri diri tutma çabası gözlüyorum.

Kürtler'in sorunları çözülmeli.

Aleviler'in sorunları çözülmeli.

Ben bir Sünni olarak, Türk olarak, bu zaruretin altına bin kere imza atarım.

Ama öfke ve kinleri, hareketleri besleyen psikolojik motif olarak elde bir tutmamaya özen göstererek...

Çünkü bu ülkede İslam gerçeği de var, Türk gerçeği de, Sünni gerçeği de... Evet, Kürt gerçeği de var, Alevi gerçeği de... Başka her türlü farklılığı da önemsemek kaydıyla...

Tek çıkış yolu ise herkesin barış içinde yaşayacağı bir sistem yapılanmasını gerçekleştirmek...


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Tahir Hoca'nın Ardından Yazılanlar...
MesajGönderilme zamanı: 09.03.11, 11:29 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 15.12.08, 02:19
Mesajlar: 253
Zamanımızın Mevlanası...

Mustafa Özcan


Yeni Akit

2011-03-09

1970’li yıllarda Türkiye’den üç ses ve avaz yükseliyordu. Uzaktan ve derinden geleni Tahir Büyükkörükçü’nün Konya’da Kapu Camii’nden yükselen sesiydi. Diğer seslerden birisi İzmir’den yükselen Fethullah Gülen’in, diğeri de İstanbul’dan yükselen Timurtaş Uçar Hoca’nın sesiydi.

Tahir Hoca’nın ismini ilk kez Almanya’daki dindar muhitlerde ve atmosferlerde duymuştum. Hatta o dönemde Kiel’den hocam olan Hüseyin Kavukçu da Tahir Büyükkörükçü hakkında sorulan sorulardan birisinde hatırladığım kadarıyla şunları söylemişti: “Tahir Hoca iyi bir vaizdir ama ilim adamı değildir...”

Elbette ki akademisyen olmadığını kastetti. Halbuki, eski ulemamız ilim adamı iken akademisyen değillerdi. İlmi ahiret namına tahsil ediyorlardı. İlmin dünya için okunduğu ve okutulduğu dönem ise içinde bulunduğumuz günlerdir. Günümüzde ise ilim daha ziyade seküler veya dünyevi gayeler ve payeler için okunur olmuştur. Bu ise ahir zamanın alametlerinden birisidir. Günümüzde ilim tahsili kariyerizm çerçevesinde yapılmaktadır. Bundan dolayı da lezzeti gitti ve elde paye, nam ve şan kaldı.

Tahir Büyükkörükçü Hocamız çağımızın rabbani alimlerinden birisiydi. İlim ile ahiret endişesini kendinde cemetmiş ve toplamış birisiydi. Son ilmiyle amil alim portrelerinden birisini temsil ediyordu. İlmi yönünü eski ilmi geleneğimizi takip ederek tahsil etmiştir. Amel yönünü de tasavvuf ve Mevlana gibi zevat üzerinden tahsil etmiştir. Bilindiği gibi Tahir Hocamız Adanalı, bilahare Erenköylü Sami Efendi’nin bağlılarındandı.

¥

Üçüncü sınıfta okuduğu sıralar, bir gün Kapu Camii’ne gider. Cami kürsüsünde bir hoca efendi çok etkili bir üslûpla cemaate vaaz etmektedir. Vaazdan öylesine etkilenir ki, içinden ‘ben de böyle ilim sahibi ve güzel konuşan bir vaiz olsam’ diye geçirir. Bu samimi niyaz karşılıksız kalmaz. Daha sonra bu okulu bırakarak bu vaizden dersler almaya başlar. 1940 yılında siyasi baskılara ve yasakçı tutumuna rağmen kitaplarını gömleğinin içinde saklayarak hocasından icazet alıncaya kadar tek başına kararlı bir şekilde eğitimini tamamlar. Konya’nın meşhur hoca efendilerinden Hacı Veyiszâde Mustafa Kurucu Hocadan Hadis ilmini tahsil eder. Ebû Said Muhammed Hâdimi hazretlerinin Berika adlı eserini de, Kurucu Hoca’dan okur. Bu arada, o günün hafızlık merkezi olan Bulgur Tekkesi’nde hafızlık çalışmalarına devam eder. Fırsat buldukça da Hacı Hâki Efendiden Farsça dersleri alır. Farsça öğrenmesinin nedeni o dönemlerde Arapça’ya ilave olarak İslami ilimlerde Farsça’nın ihraz ettiği yer ve mevkiidir. Farsça İslam irfanının hamili ve taşıyıcısı olan bir dildir. Daha özelde Farsça ile Konya’nın mihmanı ve eşsiz konuğu ve misafiri olan Mevlana’nın diline aşina olmak ve orijinalinden eserlerini mütalaa edebilmeyi arzulamaktadır. Gerçekten de aşina olduğu Farsçasıyla birlikte Mesnevi’den inci mercan derlemiş, avlamış ve bunları nadir eserlerinden birisinde toplamıştır. ‘Hakiki Veçhesiyle Mevlana ve Mesnevi’ kitabını yazmış ve bu eseriyle birlikte Mevlana’nın müteşerri yani Kur’an ve Sünnetten ayrılmayan çizgisini ortaya koymuştur.

¥

Kendisi pek fazla eser yazmamıştır zira kendisi temsili bir kitaptır. O, kitapların ve hakikatin tellalıdır. Konya’nın son Mevlanası veya zamanımızın Mevlanası’dır. Hazreti Mevlana kendisi için ‘ben zamanın Ahmediyim’ derken bu sırra işaret etmiştir.

Olağanüstü dönemlerde sık sık önü kesilmiş ve kürsüyle arasına yasaklar ve yasaklı dönemler girmiştir. Bunlardan birisinde Burdur’a tayin edilmiş ve burada da canla başla hizmetine devam etmiştir. Vatan sathını mektep olarak görmüştür. Sonrasında Konya’ya vaiz iken müftü olarak dönmüş ve 1973 yılında hizmetlerine bir süre ara vermiş ve emekli olmuştur. Sonra iradesi dışında milletvekili olmuş ve oradan da 12 Eylül döneminde 11 ay boyunca Medrese-i Yusufiye’de ağırlanmıştır. Lakin akabinde hizmetten emeklilik olmadığından yine kürsüye dönmüş ve o sevenlerine ve sevenleri de ona kavuşmuştur.

Keşke onun gibi ilmiyle ve ameliyle oturduğu ve gittiği yerleri hakkın yeşiline boyayan Hızır timsali alimlerimiz ve ulemamız olsa. Ladikli Hacı Ahmet Efendi, Ali Ulvi Kurucu ve Necip Fazıl gibi zevatın dostları arasındadır. İsmet İnönü ve benzerlerinin korkulu rüyasıdır ve 1968’deki meşhur İzmir Alsancak Spor Salonu konuşması, o günün siyasilerinin fevkalade dikkatini çekmiş ve İsmet İnönü bir meclis konuşmasında Tahir Büyükkörükçü’den söz ederek şöyle demiştir: “Hükümeti destekleyen üç sac ayak var. Birisi, Said Nursi, birisi Konya Müftüsü, birisi de Gazali...”

İçimde ukde kalan hususlardan birisi, Konya ziyaretlerimden birisinde evine ziyarete gidecekken bu arzumun mihmandarlarımızın ilgisizliğine kurban gitmesidir. Büyükkörükçü hocamız ülkemizin büyük gönlü ve sesiydi.

Allah rahmet eylesin...


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 4 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 1 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye