Kültürel Mirasımızı Tenkid Zarureti
M.Said HATİBOĞLUMuhakkak ki her müslüman alim kendi iktidarı nisbetinde İslam kültürüne ihlasla hizmet etmiş, kendi fikirlerini hiçbir zaman mutlak hakikatler olarak görmemiş, her zaman tenkide açık olduğunu ifade etmiştir.
Ne var ki, ileriki asırlarda onları hatasız imamlar olarak gören ve tenkid dışı bırakan mezheb salikleri bu hataların asırlarca kitablarda yaşamasına sebeb olmuşlardır.
Bilindiği üzere İslam, dünyevi bir dindir. Yani insanın ebedi ahiret hayatını, geçici dünya hayatında hazırlatan ve dolayısıyla dünyevi hayatın her yanını müslümanın ilgi alanına koyan bir dindir. Her müslüman, kudreti nisbetinde bu ilgiyi göstermek durumundadır. İmam-ı azam’a nisbet edilen fıkıh tarifi, bu söylediğimizin en veciz ifadesidir:
“Fıkıh, bir kimsenin kendisine neyin faydalı, neyin zararlı olduğunu bilmesidir.” Bu lehte ve aleyhte olanı bilme prensibidir ki, Kitab ve Sünnet’i açıklama ve yeni ihtiyaçları bu iki kaynak ışığında karşılama yolunda ömür tüketmiş alimleri, dünyevi hayatın her sahasiyle meşgul olmaya sevketmiş bulunmaktadır. Herhangi bir fıkıh kitabının indeksine bakmak, bu gerçeği anlamaya yeterlidir. İslam kültürünü anlatmak için tutulan bu yol son derece doğrudur, ama bu nevi eserlerde söylenenleri toptan doğru kabul etmek herhalde pek mümkün olmasa gerektir.
İmam’ı Azam Ebu Hanife’nin başta gelen talebelerinden İmam-ı Muhammed Şeybani (132-189/ 749-805) devletler hukuku sahasında dünyada yazılmış ilk eser olarak görülen meşhur Siyer-i Kebir’inin (111 rakamlı) haberinde şu hadiseyi nakletmektedir:
Alıntı:
Sahabi Ebu Cuhayfe Vehb İbn Abdillah, Mekke’nin fethi günü(20haziran 8/ 11ocak 630) , kırmızı bir çadırda kalan hz. Peygamber’i görmüştür. Müezzin Bilal-i Habeşi hz. Peygamber abdest alsın için içeriye bir kab su götürüyor. Bir müddet sonra dışarı çıkıp, hz. Peygamber’in kullandığı suyu dışarıya serpiveriyor.
O sırada orada bulunan birkaç kişi koşuşup, toprağa kavuşmakta olan suyla ellerini ıslatmış ve teberrüken temessuhde bulunmuşlar, yetişemeyenler ise, eli ıslak olan arkadaşlarının ellerine sürünüp bereketten nasiplenmeye çalışmışlardır.
İmam Şeybani’nin bu nakliyla kalınsa iyi. Fakat öyle olmuyor.
Bu rivayetin akabinde şarihimiz Şemsu’l-Eimme Serahsi’nin(400-483/1009-1090) verdiği bilgiye göre:
İmam-ı Muhammed bu hadiseyi, kullanılmış suyun temiz olduğuna, yani bir şeyi temizlemek için kullanılmış suyun kirlenmeyip temiz kalacağına delil saymışır. Çünkü sahabe kullanılmış böyle bir su ile teberrük etmişlerdir. Necis(pis) olanla teberrük edilemeyeceğine göre, demek ki böyle su temizdir. Nitekim bu su pis olsaydı, onların yaptıkları bu hareketi hz. Peygamber ikazda bulunur, tasvib etmezdi.Ebu Hanife ise, bu izahı benimsemeyip şöyle demektedir:
Sahabenin bu davranışının hz. Peygamberce malum olduğunu bilmiyoruz. Şayet O'na ulaşsa ve o da bunu inkar etmemiş olsa o zaman bu davranışı huccet, delil saymak doğru olur.İmam-ı Muhammed’in delil olarak kullandığı bu rivayeti Buhari, Muslim ve diğer muhaddisler de kendi kitablarına almışlardır.
Ebu Cuhayfe isimli sahabi, hz. Peygamber’i son senelerinde küçük yaşta görmüş, daha sonra hz. Ali’nin hilafetinde Nehrevan’a katılmış (38/658), onun Küfe beytu’l-mali’ne bakmış, oraya yerleşmiş küçük sahabilerdendir. Muhakkak ki bu sahabinin küçük yaşta müşahade ettiği mezkur hadisenin psikolojik bir sevgi gösterisinden öte bir değeri olamaz.
Anlattığı sahne gerçekten yaşanmış ise, biz, bazı sahabilerin hz. Peygamber’e besledikleri engin sevgi, onlara, Peygamber’in dokunduğu, kullandığı herşeyi mübarek gösterecek dereceyi bulmuştur ve böyle bir tezahürü İslami saymanın da alemi yoktur, der geçeriz.
Ne var ki bizler gibi düşünmeyen bir fıkıh allemesi, görüldüğü üzere böylesine gayr-ı ilmi bir davranışı kendi temizlik ölçüsüne mesned kılabilmiş ve taraftar bulabilmiştir.Garbın hafızı 5/11. asrın müceddidi sayılmış endülüslü bir allememizin, İbn Hazm’ın(ö. 456/1064), bundan bin sene kadar önce verdiği bir temizlik kararı karşısında irkilmeyecek bir müslüman tasavvur edemiyoruz:
Hz. Peygamber’den mervi bir hadisde:
“Birinizin kabını şayet köpek yalarsa veya kabtan bir şey yer içerse, [kabı temizleyebilmek için] o kimse, kabın içindekileri döksün, sonra da yedi defa yıkasın” denilmekte, bir başka rivayette, yıkamanın yanı sıra toprakla da silinmesi tavsiye edilmektedir. Devrin şartları içinde gayet isabetli olan bu tavsiyeyi İbn Hazm da kabul ediyor, ama zahiriyyeciliğin icabı olarak bakınız şu müdhiş(!) ictihadda bulunuyor:
Alıntı:
Köpek yalamış kabın temizlenmesinde kullanılan bu su temizdir(içilmesi) helaldir. çünkü, ondan sakınılmasına dair bir nas[kitab veya sünnet emri] yoktur. Şeriat, ancak hz. Peygamber’in bildirdikleridir. [köpek pisliğini gidermiş bu] Suyun içilmesi helaldir, temizdir. Böyle su, ancak hz. Peygamber’in emriyle haram kılınabilir[böyle bir emir de yoktur].(Muhalla, I, r. 127)
Bugün bir çocuğun bile komik bulacağı şu ictihadın sahibi allememizin şeriat anlayışı şayet hakim olsaydı, herhalde şimdiye kadar müslüman nüfusundan eser kalmazdı, diyebiliriz.
Daha, yakınlarda 8 cildlik hacimde eseri 10 cild halinde Türkçe'ye İslam Fıkıh Ansiklopedisi ismiyle çevrilen, günümüz İslam dünyasının meşhur alimlerinden Ezher menşeli bir profesör buyurmaktadır ki,
Hz. Peygamber’in kan, irin, kusmuk, dışkı, sidik… artıkları tahir, yani temizdir(!)(I/109, not 2). Bu İslam dışı hükme karşı ne yazık ki çevirenlerden de bir ses duyulmamıştır.
Anlaşılan, peygamber aşkına düşülen bu nevi dalaletlerin rivayetini engelleyebilmek için epeyce ilmi mesaiye ihtiyaç olacaktır.
Temizlik imkanlarının pek kısıtlı olduğu devir ve coğrafya insanlarının koyabildikleri, bugün ideal çözümlermiş gibi kaideleştirmenin insan sağlığına vereceği zararları, geçmiş fıkıh alimlerinin üzerine yıkmakla da mesele çözümlenmiş olamaz.
***
Mehmed Said Hatiboğlu’nun, İslamiyat Dergisi'nin ilk cildinin ikinci sayısında bulunan “Kültürel Mirasımızı Tenkid Zarureti” isimli makalesinden alıntıdır.