Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 2 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: Muhammed Abduh örneğinde Yeni Selefilik ve Tasavvuf
MesajGönderilme zamanı: 28.06.10, 16:31 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 30.04.09, 09:08
Mesajlar: 148
Muhammed Abduh örneğinde Yeni Selefilik ve Tasavvuf

Mustafa ÖZCAN


İnkişaf Dergisi SAYI 05


Muhammed Abduh ile Cemaleddin Afgani arasında birçok sıra dışı benzerlikler vardır. Her biri birer çığır başıdır. Merhum Cemil Meriç’in ifadesiyle söylersek Cemaleddin Afgani’nin mirası paylaşılamayan bir mirastır. Daima ‘es-sair’ yani devrimci olarak anılmaktadır. Bu hususta fiilen birçok teşebbüsleri de olmuştur. Hem İran şahlarına hem de Mısır hidivlerine yönelik suikast veya kışkırtma teşebbüsleri tarih kitaplarında yerini almıştır. 1997 yılında ‘mieviyye’ denilen yüzüncü ölüm yılı idrak edilmiş ve bu meyanda Mısır’da ve İslam aleminde birçok farklı etkinlik yapılmıştır.Cemaleddin Afgani’nin mirası genelde siyasi bir mirastır. Felsefe ve benzeri akli ilimlerle ilgilense bile neticede mahsulatı siyasi sahada olmuştur. Hatta bu alanla sınırlı kalmıştır. 100 yıl ara ile Kahire’ye uğrayan ‘Seyyid’ Cemaleddin Afgani ile Che Guevera 100 yıl önce 100 yıl sonra halef seleftir. Devrimcilikleriyle birbirlerini benzemektedirler. Birisi puro diğeri ise sigara tiryakisidir. Muhammed Abduh ile Cemaleddin Afgani ikilisini karşılaştırdığımızda onların karşılaşmaları veya birliktelikleri asırlar öncesinde bir yönüyle Mevlana ile Şems-i Tebrizi’nin beraberliğine benzetilebilir.

Muhammed Abduh’un Üstatları

Gerçekte Muhammed Abduh’un iki üstadı vardır. Bunlardan birisi babasının dayılarından Derviş Hıdır ki, onu birçok vartalardan kurtarmıştır, diğeri de onu birçok vartalara sokan Cemaleddin Afganidir. Derviş Hıdır bir sufidir. Kimilerine göre Sunusilerden etkilenmiştir. Kimilerine göre de mücerret hakiym bir sufidir ve ilim yolundan çıkan ve daha önce Gazali için de söylendiği gibi medreseden kaçan Muhammed Abduh’u yeniden medreseye ve ilme döndürmüştür. Cemaleddin Afgani ise Muhammed Abduh’u felsefeye ve siyasete sokmuştur. Yer yer bu alandaki tekamülünü sekteye uğratmıştır. Ona yenilik düşüncesini aşılayanların başında Cemaleddin Afgani gelir. Fikir ondan, uygulama ise Muhammed Abduh’tandır. Lakin daha sonra Muhammed Abduh’un sakin ve sukeneti seven yapısıyla Şems gibi Cemaleddin Afgani’nin yatışmayan yapısı birleşen yolların sonu olmuştur. Cemaleddin Afgani siyaseti ve devrimciliği hiç bırakmamıştır. Bu itibarla, Fedaiyan-ı İslam veya Navvab Safevi ve Ayetullah Humeyni’nin pişdarı yani öncüsü mesabesindedir. Ali Şeriati’nin en sevdiği aydınlardandır. Müsteşriklerin tilkesi veya duayenlerinden Bernard Lewis’in de çok önceden tespit ettiği gibi Cemaleddin Afgani aslen Afganlı değil İranlıdır. Şah’ın takibatından korunmak ve Sünni alemde rahat dolaşabilmek için bu mahlası kullanmıştır. Bilahare bu nisbeti galat-ı meşhur haline gelmiştir. Cemaleddin Afgani’de hakim olan eğilim irfandır. Derviş Hıdır’da ise tasavvuf. Tasavvuf birisinde teori ve düşünce, diğerinde ise pratiktir.

Tarihin derinliklerine gidecek olursak diyebiliriz ki, Cemaleddin Afgani siyasi bir Sühreverdi el Maktul, bir Hallac ve bir Şems-i Tebrizi idi. Bu isimler de genellikle Azerbaycan veya İran asıllı idiler ve davalarının ateşli savunucuları olarak biliniyorlardı. Ayrı yönlerde ve makamlarda olsa da Şems ile Cemaleddin Afgani hiperaktif birer ateşparedir. Mevlana’da kıvılcımı yakan Şems olmuştur. Muhammed Abduh’un kıvılcımını yakan da Cemaleddin Afgani’dir. Han-ı Halili’de tanışmaları Muhammed Abduh’u bambaşka bir noktaya taşımıştır. Daha doğrusu aradığını ve tanımını onda bulmuştur. Esasen Muhammed Abduh onunla tanışmadan önce kafasındaki kalıpları yıkmıştı. Ancak yerlerine neyin yerleştirileceğini bilmiyordu. Yıkmak ve kurmak düşüncesi Afgani ile birlikte kuvveden fiile çıkmıştır. Cemaleddin Afgani adeta 19′uncu yüzyıl Rusya’sında yaygın olarak benimsendiği gözlenen nihilist felsefeye mensup bir devrimcidir. Her şeye karşıdır. Mevcut bütün kalıpları yıkmak istemektedir. Bu tanışıklığın bir semeresi olarak Muhammed Abduh, Cemaleddin Afgani’den metod devşirmiş ama bunu siyaset alanında değil de eğitim alanında kullanmış ve uygulamaya çalışmıştır. Abduh kısa süren yaşamı içinde bir tek şeye iman etmiştir. Ona göre İslam dünyasının kurtuluşu ve yeniden kalkınması eğitime bağlıdır. Eğitim ve öğretim insanı yeniden kalıba sokan bir sülfürik asittir. Ona tabiatı sani kazandırır. Ona göre bunun için de eğitim ve öğretim alanında bir devrim gerekiyordu. Bunu Ezher’de yapmaya çalışmışsa da muvaffak olamamıştır. Cemaleddin Afgani ise eğitimi çok dolambaçlı bir yol ve vakit kaybı olarak nitelendirir. Her ikisi de haklıdır. Zira Muhammed Abduh eğitim yolunu dikensiz bir gül bahçesi olarak tasavvur etmiştir. Hidiv Abbas II ile anlaşmasına rağmen Hidiv, Muhammed Abduh’un fikirlerinden ürkmüş ve istibdat aleyhtarı bu fikirlerin yayılmasının ileride er geç saltanatını veya mevcut sistemi sarsacağını idrak etmiş, derhal araya mesafe koymuş ve ondan uzaklaşmıştır. Saad Zağlul gibi ona yakın olanlardan bile vebalı gibi uzak durmaya gayret etmiştir. Fikirlerin de en az hareket kadar yapıcı veya yıkıcı etkileri olduğunu görmüştür. Dolayısıyla beşer onar yıl ara ile vefat ettiklerinde ikisi de dünyalarını avuçları boş olarak değiştirmişlerdir. İkisi de derin bir hayal kırıklığı içinde ömürlerini tamamlamışlardır. Ne Muhammed Abduh hayal ettiği şekilde eğitim yoluyla kısa veya orta vadede bir mesafe katetebilmiş ne de Cemaleddin Afgani devrimci fikir ve atılımlarıyla istenilen hedefe ulaşabilmiştir. Daha sonra arkadan gelecek olan Müslüman Kardeşler Lideri Hasan el Benna ise kendi ekolünde Abduh ve Afgani tarzlarını cemetmiş, bir araya getirmiştir. Eğitimle siyaseti aynı anda yapmayı denemiştir. Cemaleddin Afgani eğitim meselesine fazla takıldığından dolayı Muhammed Abduh’a: ‘Himmetimi öldürüyorsun’ diye serzenişte bulunur. Afgani’ye göre değişim için sihirli formül ve iksir üst yapıda yani siyasettedir. Cemiyeti kısa yoldan yeniden tanzim edecek olan siyasettir. Daha sonra bu farklılık üstad ile talebenin yollarını ayırır. Bu nedenle Muhammed Abduh da pişdarı olarak Bediüzzman’dan önce siyaseti üç talakla boşar. Hayatının ve hayalinin gayesi olarak kendisini ilme ve eğitime teksif eder.

“Luther”

İki zat da çağlarının çığır başlarıdır. Kimileri bu meyanda onları çıban başları olarak gördüğü gibi kimileri de müceddit olarak telakki etmişlerdir. Bununla birlikte, her ikisi de Mısır’da ve İslam aleminde’üstad-ı ciyl’ olarak anılmışlardır. Şeyhülislam Mustafa Sabri’ye göre ise onlar İslam’ın Luther’i olma hevesindeydiler. Mağrip’ten Maşrık’a Endonezya’dan Fas’a kadar çok sayıda kişiyi, hareketi ve zümreyi etkilemişlerdi. Adeta Cemaleddin Afgani rüzgar gibi geçmişti. Çok farklı ve zıt ekolleri ve hareketleri etkilediklerinden dolayı halefleri tarafından paylaşılmaları da güç olmuştur.

Cemaleddin Afgani’yi en iyi anlatanlardan birisi şüphesiz büyük ediplerimizden Cemil Meriç olmuştur. Cemil Meriç bazı fikirleriyle Muhammed Abduh’u andırsa da derin tecessüsü Cemaleddin Afgani’yi anlamada ve anlatmakta onu gerçeğin sahillerine yaklaştırmıştır. Muhammed Abduh gibi Cemil Meriç de şark aydınlarının günümüzün dünyasını ve kültürünü anlamak için illa ki bir batı dilini bellemeleri gerektiğini şart koşmuştur.
Bu anlamda Muhammed Abduh dediğini yaparak 44′ünden sonra Cemil Meriç gibi Fransızcayı öğrenerek ulemadan Elmalı Hamdi Yazır gibi Fransızca’dan çeviriler yapmış veya daha doğrusu karalamalar yapmıştır. Ezher Üniversitesi Rektörü Ahmet Tayyib’in dediği gibi çağdaş bütün fikir akımları Muhammed Abduh abası veya kisvesi altından çıkmıştır. Yeni selefi akım, ılımlı rasyonalistler, özgürlükçüler, feministler ve muhtelif fikir akımlarının yolları bir yerde muhakkak Cemleddin Afani veya Muhammed Abduh ikilisinden birisiyle kesişmiştir. Reşid Rıza ve akılcı selefilik ekolü ve Meraği ve talebeleri. Mustafa Abdurrazık ve ekolü. Abbas Mahmut Akkad ve çevresini bunlar arasında sayabiliriz(1).
Türkiye’de de benzer bir tayfı görebiliyorsunuz. Bir yerde Mehmet Akif Ersoy gibi idealist insanlar diğer tarafta Şemseddin Günaltay veya İzmirli İsmail Hakkı gibi rasyonalist selefiler!

Mahcup Bir İslam Müdafaası

Muhammed Abduh ve Cemaleddin Afani beraberlikleri bununla da sınırlı değil. Hem Cemaleddin Afgani hem de Muhammed Abduh aynen İbret yazarı Namık Kemal gibi Ernest Renan ile polemik yapmışlardır. Cemaleddin Afgani Urvetü’l vuska’da Renan’a cevap verir. Burada Renan’ın İslamiyetin terakkiye mani olduğu iddiasına cevap vardır. Ama bu cevap Cemil Meriç’e göre dolambaçlı ve mahcup bir eda ile dile getirilen cevaptır. Malul ve mahçup bir cevaptır. Kendine ve davasına güvenden yoksundur. Namık Kemal’daki gibi kendine güven ve üstten bakış yoktur. Özür dileyici bir yaklaşımdır. Afgani’nin cevabı zayıf ve nahiftir. Bu tartışma bugün cereyan etseydi belki de en güzel cevaplardan birisini ilimler tarihi uzmanı Fuad Sezgin verebilirdi.
Cemaleddin Afgani gibi Muhammed Abduh da İlim ve medeniyet bağlamında İslamiyet ve Hıristiyanlık kitabında hem Fransız Dışişleri Müsteşarı Hanotaux’ya hem de Renan’a cevap verir. Farah Antuan da Muhammed Abduh’un polemiklerinden nasiplenenlerdendir. 1900 yılında El Ahram gazetesi Hanotaux ile bir mülakat gerçekleştirmiş ve burada Fransız hariciyesinin müsteşarı veya Massingnon’un selefi veya öncüsü bir takım hezeyanlar savurmuştur. Bu hezeyanlarında Fransa’nın sömürge ettiği İslam ülklerini kalkındırdığını ve modernize ettiğini ileri sürmüştür. Fransa hala bugün Hanotaux’nun bıraktığı yerde durmaktadir. Villepin’in başbakanlığı döneminde ülke okullarında sömürgeciliğin faziletlerinin okutulmasına karar verilmiştir. Hanotaux, rakipleri İngiltere’ye mukabil laiklik ilkesiyle övünmektedir. Hanotaux, ezcümle bu hususta şunları söylemektedir:” Ne zaman Avrupa ilerledi ise şark geri kalmıştır. Yürüyenin ilerlediği oranda duran geri kalmaktadır. Şarktan kopan ve Avrupa’ya uyan ve onun düzenini alan hükümetler ilim ve medeniyet olarak terakki etmekte ve kalkınmaktadır. Hakikatta Avrupanın ilerlemesinin nedeni üç asır boyunca dini otoriteyi terk etmesi ve bu otorite ile mücadele etmesidir…” Buna cevap veren Muhammed Abduh haklı olarak şunları söylemektedir :”Hanotaux böyle söylemekle birlikte Fransa kendisini şarktaki Katoliklerin hamisi addetmektedir. İngiltere Kraliçesi’nin Protestanların hamiliğine soyunması gibi. Laiklik bunun neresinde ?(2)”
Bugün dahi Fransa’nın politikası değişmemiştir. İçeride laiklik dışarıda ise Katolikliktir. 21. yüzyılda da 19′uncu yüzyılın politikaları değişmemiştir. 19′uncu yüzyılda Şarktaki Ortodoksların hamiliğini Rusya yapmaya çalışırken bugün ABD Patrikhane üzerinden bu rolü kapmaya yeltenmektedir.
Tekrar Fransa’ya dönecek olursak: İçeride dinsizlik ve dışarıda din politikalarının bir yansıması, de Gaulle’ün bir Katolik olarak dış gezilerinde Allah’dan bahsederken içeride bu yönde ağzını bıçak açmamasıdır.

Ulemaya Göre Afgani ve Abduh

Cemaleddin Afgani ile Muhammed Abduh’un birçok noktada kaderleri benzeşmiştir. Taraftarları onları çığır açan bir müceddit olarak nitelendirirken hasımları da din kaçkını ve zındık ve dinden çıkmış olmakla suçlamışlardır. Son yıllarında hem Hidiv’le hem de ulema ile bu yüzden arası açılan Muhammed Abduh inzivaya çekilmiş ve gamından kederinden kısa bir süre içinde vefat etmiştir. Ezher’in Maliki ulemasından, eski tüfeklerden ve kadimci muhafızlardan Şeyh Muhammed Aliş gibiler yenilikçilerin ve ceditçilerin canına okumakta ve onları zındıklıkla itham etmektedirler. Merhum Şeyhülislm Mustafa Sabri ve akabinde Ahmet Davudoğlu Türkiye’de bu akımın devamı olmuşlardır.
1897′de vefat eden Cemaleddin Afgani’nin de Muhammed Abduh’un da türleri aynı olmasa bile vefat nedeni kanser illetidir.
Şeyh ile talebe arasında bir başka benzerlik de Daru’l Funun’la alakalıdır. Cemaleddin Afgani Hoca Tahsin’in nice gailelerle açtırdığı Mısır’da Daru’l ulum’la aynı tarzda eğitim veren modern Daru’l Funun’u, bir yersiz benzetmesiyle kapanmasına vesile olmuştur. Açılıs sırasında irad ettiği bir nutukta ‘halif tu’raf/muhalefet et, yeni bir şey söyle meşhur ol’ fehvasınca konuşunca olanlar olmuş ve açılmadan üniversitenin kapısına kilit vurulmuştur. Nübüvveti sanata benzetmesinden dolayı dönemin Şeyhülislam’ı Hasan Fehmi kendisini tekfir eder ve zındıklıkla suçlar. Keza Mısır’a vardığında aynı şekilde aynı tarz ulemadan Şeyh Aliş de yine kendisini zındıklıkla itham eder (3).
Bu yönde talebe ile öğrencisi arasında benzerlik vardır. Cemaleddin Afgani İstanbul’da Daru’l Funun’u kapattırmakla kalmaz aynı zamanda Mısır’da da yaptığı macera ve isyanlardan dolayı Muhammed Abduh’u Mısır’ın Daru’l Funun’u sayılabilecek olan Daru’l Ulum’dan attırmıştır.

Abduh’un Fıkhi Anlayışı

Esasında, Muhammed Abduh’un temel amaçlarından birisi döneminde daraldığını düşündüğü her alandaki sınırları ve kalıpları genişletmek veya gevşetmektir. Sözgelimi bunu dil alanında da yapar. Vahidüddin Han gibilerinin de savunduğu gibi tantanalı üslup yerine asrına uygun bir biçimde sade ve anlaşılır bir üslubu benimser. Bundan dolayı onun dil alanında Cahız’ın Arapçasına geri döndüğü söylenir. Dilin selikasını genişletmek için matbaanın ve bazı Lübnanlı dergi yazarı veya gazetecilerin de yardımıyla dili şekilcilikten kurtarmaya çalışır. Bu bağlamda kalıpları zorlamak için her alanda yeni kitaplar keşfetmeye koyulur. Keşfi kadim üzerine seyrü seferde bulunur. Bediüzzaman Hemedani’nin Makamat’ını şerheder. Keza Sünni dünyada çok rağbet görmeyen Nehcu’l Belağa da yine onun haşiye ve notlandırdığı kitaplar arasındadır. Bu anlamda, Bediüzzaman Said Nursi’nin Ehl-i Beyt tarikiyle gelen Cevşen’i kabullenmesi gibi o da Nehcu’l Belağa’yı Sünni dünyanın ilgisine sunar. Bu alandaki kitaplardan birisi de Şerhu’l Besair en Nuseyriyye’sidir. Keza Cemil Meriç’in de dediği gibi Osmanlı medreselerinin uzak durduğu İbni Haldun’un Mukaddimesi de yine Muhammed Abduh’un himmetiyle iade-i itibara kavuşur. Hatta Mukaddime’nin Ezher’de okutulmasını isterse de şiddetli bir muhalefetle karşılaşır. Keza İbni Miskeveyh’in ahlak kitabının da Ezher’de okutulması için gayret göstermiştir. İlletin kalkmasıyla hükmün kalkacağını savunan Muhammed Abduh bu bağlamda şaz bir takım fetvalar verir. Bunlardan birisi şapka giyilmesi diğeri de resim ve heykel yasağının kaldırılmasıdır. Günümüzde Avrupa’da resim ve heykel meselesinin cahiliyet dönemindeki gibi algılanmadığından yola çıkan Muhammed Abduh illetin ortadan kalktığına hükmederek hükmün de ortadan kalktığını savunur. Halbuki daha sonra faşist ve komunist idarelerin ve ülkelerin heykeli İslam’ın yasakladığı kapsamda kullandıkları müşahade edilecektir.
Dolayısıyla Muhammed Abduh’un bu fetvaları zamanın tagayyuru ile ahkamın tagayyuru inkar edilemez kaide-i külliyesi kapsamına sokulabileceği gibi bu kaidenin esnetilmesi anlamına gelen tarihselcilikle de izah edilebilir. Bu ise kuralı kuralsızlık haline getirebilir. Muhammed Abduh’un İslam fıkhı alanında bazı noktalarda kalıpları kırma veya sınırları genişletme çabaları zaman zaman Hanbeli fakihi Necmeddin Tufi’nin yaptığı gibi mutlak maslahatçılık eksenine kaymaktadır. Hakkını yememek için şu söylenebilir: Muhammed Abduh Rifae Tahtavi ve Tunuslu Hayreddin Paşa gibi yabancı kanun ithaline karşıdır. Ama yaptığı da bunun bir aşamasıdır. Muhammed Abduh’un fıkıh anlayışında dini ve ahlaki kaygılardan ziyade zamanın ilcaatıyla pozitif kaygılar daha önplandadır. Istıslah ve mesalih-i mürsele gibi dayanakları daha da genişleterek bir ucuyla mutlak maslahatçılığa ve bir diğer ayağıyla da tarihselciliğe dayandılar. Bu konuda ahlaki kriterlere pek itina göstermediler(4). Bu açıdan Muhammed Abduh birçok şaz ve aykırı fetva vermiştir. Bunlardan birisi şapka ile alakalıdır. İskilipli Atıf Hoca da İbni Teymiyye’ye hayran olmasına rağmen şapka meselesine dair yazdığı Frenk Mukallitliği kitabından dolayı idam edilirken Muhammed Abduh maslahatçılık veya tarihselcilik anlayışıyla şapkaya cevaz vermiştir. İttihat ve Terakki’nin kural ve kanun haline getirmek istediği şekilde taaddüdü zevcatın sınırlandırılması ve kadının boşanmasının zorlaştırılmasına dair bazı içtihadlarda da bulunmuştur. İctihad kapısını açmış ve Hanefi olmasına rağmen hiçbir mezheple tam olarak mukayyet olmamış ve teflik-i mezahibi hem fıkıhda hem de fıkh-ı ekber’de yani akaid alanında uygulamıştır. Sigorta ve faiz meselelerinde de buna benzer bazı görüşleri vardır. Bunlar da İslam fıkhının arzileştirilmesinden başka bir şey değildir. Mekasıd anlayışını talak meselesine uygulamıştır. Daha önce fakihler sarahaten talakın geçerli olduğunu kinayelerde ise niyete bakılacağını söylerler. İkisi arasında ayırım yaparlar. Muhammed Abduh ise ister sarih isterse kinaye olsun boşamalarda niyetin geçerli olduğunu ve ayrıca boşama sırasında şahit veya mezun’u şer’i ( yargıç veya benzeri) bulundurulması gereğinden sözeder.

Kelam’daki Yeniliği

Muhammed Abduh’un yenilik alanlarından birisi kelam sahasıdır. Beyrut’ta sürgünde bulunduğu yıllarda camilerde verdiği derslerde irad ettiği kelam meseleleri daha sonra kitaplaştırılmıştır. Hukuk sahasında yaptığı bir arzileştirme çabasıdır. Belki kastı bu değildir ama yaptıkları bu kapıya çıkmaktadır. Muhammed Abduh kelam alanında da birçok yenilik getirmiştir. Bu konuda iki özelliğinden sözedilebilir. Bunlardan birisi, fıkıh alanındaki gibi kelam alanında da felsefede eklektisizm denilen fıkıhda da telfik denilen yola sapmasıdır. Seçici davranmıştır. Gerçi Gazali de kelam alanında bu tarzla suçlanmıştır. Özellikle Faysalatu’t tefrika kitabını tetkik ettiğinizde Gazali’nin de Abduh gibi kelam alanında belirli doğrultuyu iltizam etmesine ve belirli doğruları kabul etmesine rağmen yine de Eş’ari ve Bakillani çizgisini esnetmiştir. Bu konuda haklı ve mukni argümanları vardır. Muhammed Abduh da bu telfik mesleğinde kelam anlayışını felsefeye doğru yaymış ve genişletmiştir. Vacibi mümkünle ispat noktasında felsefecilerin istidlal metodunu benimsemiştir. Sanii ispat için de mütekelliminin hudus deliline başvurmuştur. Halbuki filozoflar hudus meselesinde mütekellimin gibi alemin sonradan yaratıldığına kail değildirler. Hudus-u alem konusunda mütekellimlerle birlikte olmasına rağmen ve sani-i alemin kainatı yoktan varettiğini kabul etse de kıdem-i alemi kabul edenleri de tekfir etmemiştir.(5).
Hüsün-kubuh meselesinde Mutezileye itiraz ve taarruz etmiştir. İnsanın aklıyla hüsn ve kubhu tamamen idrak etmesi mümkün değildir. Bu konuda Eş’ari’nin tavrını benimsemişdir. Bir başka noktada; Mutezile ile Ehli sünnet arasındaki sıfatlar meselesinde ise orta bir yerde durmaktadır. Mutezile zatın dışında bağımsız sıfatları reddederken Ehl-i sünnet görüşü olan, ’sıfatlar zatının ne aynısı ne de gayrısıdır’ tezine de itiraz serdetmektedir. Son dönem kelamcıları arasında bu noktada Muhammed Abduh’un görüşüne bir meylin olduğu aşikardır. Abduh gibi Gazali hayranı olan ve ismini Gazali’den alan mısırlı Muhammed Gazali de ‘Ed Difa zıdde metaini’l müsteşrikin’ adlı kitabında aynı yolu benimser. Ona göre bu boş bir tartışmadır. İmam Gazali de Faysalatü’t tefrika adlı kitabında bu noktada ne tam olarak Eş’ari’nin ne de Mutezile’nin görüşlerini iltizam eder. Eleştirel bir yaklaşıma sahiptir.
Yeri gelmişken belki söylemekte fayda var. Musa Carullah veya Muhammed Abduh gibi yenilikçilerin referans kaynaklarından birisi İmam Gazali ve anılan benzeri eserleridir. Keza modernistler veya ceditciler Gazali’yi taktir eder ve İbni Arabi’yi de severler. Musa Carullah ve Muhammed Abduh buna dair en bariz misallerden ikisidir. Buna mukabil, Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi İbni Arabi üzerinden Musa Carullah gibilerle atışır…
Sıfatlar meselesinde Muhammed Abduh tefviz ve tevakkuf prensibini ihtiyar etmiştir. Teslimiyeti esas almıştır. Bu meselenin beşer aklının kavrayabileceği bir alan olmadığı üzerinde durur. Beşer alanının fevkindedir. Muhammed Abduh’a göre, vahiy veya gaybiyet beşer aklıyla çatışmaz ama onu aşar. Bu noktada teslimiyet gerekir. Bu ilişkinin (zat-sıfat ilişkisi) tanımı, ışığın tanımı gibi gayet müşkil ve zor bir meseledir. Beşerin mevcut idrak kapasitesinin üzerindedir. Dolayısıyla Muhammed Abduh, telfik mezhebini ihtiyar ettiğinden kendisinde her meşrepten bir nebze vardır. Fıkıh alanında olduğu gibi kelam alanında da muayyen bir mezhebi ihtiyar etmemiştir. Bununla birlikte yine de fıkıhta Hanefiliğe itikatta da Eşari ve Maturidiliğe yakın ve yatkındır. Sadece bunların sınırlarını biraz genişletmeye çalışmıştır. Gazali de akide bahsinde Eş’ari olmasına rağmen sıfatların tanımı gibi mesailde mezhebine bağlı kalmamış ve eleştirmiştir. Muhammed Abduh ise bu hususta yöntem olarak Gazali’yi taklit eder.

Tefsir Anlayışı

Muhammed Abduh’un idael alimi Gazali’dir. Lakin tecdit konusunda Gazali ismi etrafında Ehl-i sünnet uleması arasında bir ittifak söz konusudur. Bununla birlikte Muhammed Abduh kilitlenmiş bazı konularda çağını ve çağının anlayışını eleştirmesine rağmen hadisin reddinde, maslahatçılıkta veya buna benzer meselelerde bazı hatalara düşmüştür. Tefsirinde Ebabil kuşlarını mikrop olarak yorumlaması bu tarz sürçmelerinden birisidir.
Muhammed Abduh, Felak Suresi’nin tefsirinde Peygamberimizin sihre maruz kalmış olmasını reddeder ve bunu nübüvvetine ve bunun bir rüknü olan ismetine aykırı görür. Gerekçesi de bu konudaki rivayetin Buhari veya benzeri kitaplarda yer alsa dahi ahad haberlere dayanmasıdır. Ahad hadisler akaid konusunda dayanak olamazlar. İnanç konusunda tek dayanak sarih ayetlerdir. Bu anlayış, Kur’an’da müteşabih olarak gelen ama hadislerce teyid ve izah edilen Hazreti İsa’nın nüzülü gibi meselelerin sıhhatini reddeder. Bununla sadece hadisleri reddetmiş olmaz aynı zamanda ayetlerle hadisler arasındaki bağı da zedelemiş ve gevşetmiş ve koparmış olur. Şimdi Türkiye’de Yunus Vehbi Yavuz vesaire gibi kimseler Muhammed Abduh ve Reşid Rıza’nın bu akılcı selefilik cereyanından etkilenerek ahirzamanla ilgili müteşabih rivayetleri ve haberleri bu doğrultuda reddetmektedirler. Red gerekçesi de bunların sarahatle Kur’an-ı kerim’de bulunmamasıdır. Ezher Üniversitesi eski rektörlerinden Ahmet Ömer Haşim bu açıdan her ne kadar Muhammed Abduh’u müceddit olarak görse de bunun gibi birçok hata ve kusurunun olduğunu söylemektedir. Haşim’e göre, Yahudilerin müttefiki olan kimi münafıklar peygamberimize sihir yapmışlardır ama bu sihir çeşidi onun tebliğine ve ismetine zarar verebilecek veya gölgeleyebilecek düzeyde değildir. Muhammed Abduh bu ikisini iltibas suretiyle vaki olan sihri reddetmiştir(6).
Haşim’e göre Muhammed Abduh sihir meselesini kavrayamamış ve karıştırmıştır. Bu da yenilikçi acilciliğinden ileri gelmektedir. Kimi hadis alimleri de hadis kritiği konusunda Muhammed Abduh ve Muhammed Gazali (Mısırlı olan)nin tamemen kayıtlardan boşaldığına (infilat) inanmaktadırlar. Suudlu Halid b. Mansur ed Dureys, ‘Mesaliku tadyik el ihticaci bis sünneti fi’l fikr el İslami el Muasır’ adlı kitabında, Faslı Zeynelabidin b. Muhammed Bilafureyc ise ‘Kabulu’l hadisi ve redduhu beyne takriri’l kevaid ve devaiyi’l infilat’ adlı eserinde Muhammed Abduh ve Muhammed Gazali’nin bu eğilimini müdellel bir şekilde eleştirirler. Hadis kritiği konusunda sadece aklı hakem kılmalarını eleştirmektedirler. Bu eleştirilere mukabil Muhammed Abduh ve Muhammed Gazali çizgisini savunmak da Sudan Müslüman Kardeşler hareketinden Vakıflar Bakanı İsam Beşir’e düşmüştür. O, Muhammed Abduh ve Muhammed Gazali’nin sahasını aklamaya çalışmıştır.
Tekrar sihre gelecek olursak; Ahmet Ömer Haşim Muhammed Abduh’un hadisi sıhhatsiz görerek reddettiği sihir meselesinin Kur’an ayetleriyle de ispatlandığı gibi Musa Aleyhisselam’ın başına da geldiğini hatırlatır. Nitekim Taha Suresi 66′ıncı ayetinin mantuku şöyledir :” (Musa)’ Hayır, siz atın’ dedi. Birden, ipleri ve sopaları, sihirleri yüzünden ona hareket ediyor gibi geldi..”

YENİ SELEFİLİK ve TASAVVUF

Ceditciler veya yeni reformcu selefiler tasavvuf konusunda esnektirler. Musa Carullah, İbni Teymiyye, İmam Gazali ve hatta İbni Arabi’yi biraraya getirmiştir. Alaaddin Buhari gibi bazıları hem İbni Arabi hem de İbni Teymiyye’yi tekfir ederken Faslı Şeyh Abdusselam Yasin gibiler kendilerine rağmen bu isimlerin biraraya getirilmeleri gerektiğini vazederler. İslam dünyasının iki yakası ancak bu şekilde bir araya getirilebilir. Melametiliğin üçüncü devresi gibi bir de selefiliğin ücüncü devresi vardır. Bu devre Muhammed Abduh’la başlar ve Reşid Rıza ile devam eder. Bu, ikinci devre selefilikten farklıdır. Reşid Rıza üçüncü devre selefilik anlayışını üstadı Muhammed Abduh’dan alarak genişletmiştir. Ama Muhammed Abduh’a göre tasavvuf konusunda daha da mesafelidir.

Öncelikli olarak Muhammed Abduh’un selefilik anlayışına bir bakalım. O sıklıkla ihtilaf döneminden önceki selef dönemine dönülmesi gerektiğini vurgular. Ama bu selefilik anlayışı birinci yani İbni Teymiyye selefiliği veya Muhammed bin Abdulvehhab selefiliğinden daha esnektir. Daha doğrusu bazı yönleriyle kısmen birinci selefiliğe yani İbni Teymiyye anlayışına daha yakındır. Bununla birlikte onu aşan bir şekilde akılcılığa da kapı açar. Muhammed Abduh, İbni Rüşd gibi filozofları reddetmez; belki onları da kucaklar. Bu açıdan hem İbni Teymiyye’den hem de Gazali’den kısmen ayrılır. Muhammed Abduh tabir caizse Selefiliğin Muhammed Nur el Arabi’sidir. Selefilik veya daha kaba tarifiyle Vehhabilik konusundaki görüşleri şöyledir: ” Selefilik bir ıslah (Hanbelilik içinde tecdit çığırı) olmakla birlikte birçok noktada aşırılığa kaçmıştır. Selefilik de aklı inkar ve redde bir aşırılık vardır. Bidatları redde hassas olmalarına rağmen Müslümanların ekseriyetini tekfir etmişler ve İslami eserlere karşı gereksiz bir vandalizme ve tahripkarcılığa başvurmuşlardır. Put kırıcılığı kalp kırıcılığı ve eser kırıcılığı olarak algılamışlardır. O kadar ileri gitmişlerdir ki Peygamberimizin kabrinin kubbesini yıkmaya kadar işi uç noktaya taşımışlardır. Nasları motomot ve zahirine göre anlamışlardır. Ayırılıkları ve ifratları olmasa mezhepleri güzeldir…” Aslında Vehhabilerin din adına yaptıklarını Portekizliler de Haçlılık adına yapmak istemiş ve Peygamberimizin kabrini ortadan kaldırmaya yeltenmişlerdi. Haçlılar döneminde de Haçlıların benzeri teşebbüslerini Nureddin Zengi önlemiştir.

Muhammed Abduh ve Reşid Rıza Farkı

Ceditci selefilerin tasavvufla ilgili bakış açılarının hepsinin aynı doğrultuda olmadığına dair Albert Huarani bizi dikkatli olmaya davet eder… “Modernist görüşler ileri sürenlerin tutumu her zaman göründüğü gibi muğlaklıktan uzak değildi. Ancak bunların bazı istisnaları da vardır. Muhammed Reşid Rıza’nın aynı sertlik ve uzlaşmazlıkla yazdıklarının tamamı buna girer. Çok sayıda yapılan çalışmalar Muhammed Abduh’un fikri çerçevesini yeterince aydınlatamamıştır. Bilhassa İslam tasavvufu yorumunun reddedilmesi konusunda. Muhammed Reşid Rıza ve diğer Suriyeli talebelerince ortaya konan görüşlerin Muhammed Abduh’a isnat edilmesi hususunda dikkatli olmalıyız. Bilindiği gibi Muhammed Abduh’un ilk dini eğitimi tasavvuf geleneği içinde olmuştur.

Abduh bir keresinde Reşid Rıza’ya, ‘Ezher’in ıslahından yana ümidimi kestim. On öğrenci seçip Ayn Şems’deki evimde bir yer tahsis ederek eğitimlerini tamamlarken onlara tasavvufi terbiyeyi vermek isterdim’ demişti…” Reşid Rıza’nın durumu ise tam tersinedir. Şeyh Halid-i Bağdadi’nin vefatından yarım asır sonra Reşid Rıza, Trablusgarp’ta Nakşibendiliğe intisap etti. Sonradan tasavvufu tümüyle reddettikten sonra yazdığı hatıratında, kalplerin sadece şeyhle mürid arasında değil, yaşayanla ölü arasında zincirleme ta Hz. Peygamber (S.A.V.) ‘e kadar ulaşan manevi silsileyle irtibat kurulması noktasında Nakşbendi öğretisine özel bir yer ayırır….( 7)”

Bu hususta mütehammil ve saldırgan tutumundan dolayı Reşid Rıza sadece hasımlarının değil aynı zamanda dostlarının da eleştirilerine ve uyarılarına maruz kalmıştır. Yusuf el-Kardavi’nin de yazdığı gibi aynı çevreler ve dostları özellikle de Reşid Rıza’nın Ezher hocalarıyla ve sufi gruplarla cedelleşmesini ve kapışmasını eksiklik ve kusurları arasında görmüşlerdir.

Abduh’un Tasavvufa İlgisi

Muhammed Abduh Hayrullah, Tanta yakınlarında Şinra köyünde tevellüt etmiştir. Annesi Beni Adiy yani Hazreti Ömer’in kabile ve sülalesindendir. Babası ise hayatını kaleme alanlara göre Türkmen asıllıdır. Kimilerine göre ise Sicilya asıllıdır.
Muhammed Abduh’un tasavvufla alakasını üç aşamada ve kategoride incelemek mümkün. Bunlardan birisi Gazali’ye olan aşırı sevgisi ve muhabbetidir. Hatta kendisine en yakın şahsiyet olarak İmam-ı Gazali’yi görmektedir. Abbas Mahmut Akkad Muhammed Abduh’la ilgili eserinde bunu açıkça ifade etmektedir. Muhammed Abduh kendisini Gazali’nin halefi olarak görmek istemektedir. Akkad’ın yazdıklarına göre Muhammed Abduh’a İslam uleması arasında en sevimli ve düşünce yeteneği açısından en kudretli gelen Gazali’dir.( 8) Eğitimin ıslahında da en büyük modellerden birisi olarak Gazali’yi göstermektedir. En saygı duyduğu ve tebcil ettiği eserlerin başında da Gazali’nin İhya’sı gelmektedir. Daha sonra Ezher şeyhliğine kadar yükselecek olan talebelerinden Muhammed Mustafa Meraği kadı olarak atandığı Sudan’da Dankla bölgesine Kasım 1904′te sefer halindedir. Veda sırasında Muhammed Abduh talebesine sorar:” Yol arkadaşın ve azığın var mı?” Bunun üzerine Meraği yanına bazı kitaplar aldığını söyler. Bunun üzerine tekrardan sorar: ‘Aldıklarının arasında İhya da var mı ?” ‘Evet’ cevabını alınca şöyle söylenir:” Uzun bir yolculuğa çıkan Müslüman bir kimsenin bu kitabı yanında bulundurmadan yola çıkması doğru olmaz…” Ezher’de okurken eğitim aldığı hocaları arasında Hasan Tavil ve Şeyh Muhammed Besyuni de vardır. Bu ikisi meşhur şeyhlerden Hasan Rıdvan’ın talebeleridir. Hasan Rıdvan da çağının en büyük sufileri arasında gösterilmektedir.

DERVİŞ EL-HAC MUHAMMED HIDIR

Muhammed Abduh’un hayatına yön verenlerden birisi de babasının dayılarından olan Derviş Muhammed Hızır’dır. Birçok vartasında kendisine gerçek bir Hızır gibi yetişmiştir. Libya çöllerinde seyahat etmiş ve Trablusgarb’a kadar uzanmıştır. Burada II. Abdulhamid’in şeyhlerinden olan Şeyh Zafir’in babası Muhammed Medeni ile mülaki olmuş ve ondan ders almıştır. Ondan Şazeliyye tarikatının dersini alır. Ahmet Emin’e göre ise Sunusilerle de irtibatı vardır. Bu ilim yolculukları sırasırda Muvatta ve bazı hadis kitaplarıyla birlikte Kur’an-ı Kerim’i hıfzetmiş ve anlamıştır. Daha sonra köyüne dönerek çiftçilikle iştigal etmiştir. Muhammed Abduh Ahmediye Medresesi’nden kaçınca ilmi ona büyük dayısı Şeyh Hıdır sevdirmiş ve yeniden onu ilim yoluna sevketmiştir. Onun yol göstermesiyle 12 yıllık eğitimden sonra Ezher’den alimiyye diploması almıştır. Karihası ve zihni açılmış ve hocası olmadığı zamanlarda talebe arkadaşlarına ders takrir etmiştir.
Bir zamanlar Muhammed Abduh da Gazali gibi kendisini büyük bir manevi buhranın içinde bulur. Manevi buhran geçirirken ilimden ve ilim hayatından yeniden kopmuş ve insanlarla teması kesmiştir. Kendisini zühd ve riyazata adamış veya kaptırmıştır. İnsanlardan temas etmekten kaçınmakta ve münzevi bir hayat sürmüşür. Bu vartayı da yine Şeyh Hıdır sayesinde aşmıştır. İmdadına yine o yetişmiştir. Saadetinin anahtarı Şeyh Hıdır olmuştur. Fıtratındaki gizli melekeleri o ortaya çıkarmıştır.

Tasavvufa Dair Yazdığı Eserler

Faslı yazar El-Hac Ahmed b. Mustafa Alevi Mustaganemi, Derviş Hızır ile Muhammed Abduh ilişkisinden yola çıkarak onun tasavvufla ilişkisini ispat eder. Bununla da kalmaz Mustaganemi’ye göre Muhammed Abduh İbni Arabi meşrebinde ve vahdet-i vucud kademi üzerinde bir mutasavvıftır. Ve bu görüş ve iddiasını da Muhammed Abduh’a nisbet edilen Varidat Risalesine dayandırır. Bu risalede Muhammed Abduh, İbni Arabi ve vahdet-i vucud mesleğini ve meşrebini ihtiyar etmiş görünmektedir (9).
Bununla birlikte kimilerine göre Risaletu’l Varidat üzerine yazmış olduğu haşiye ve notların ona ait olması şüpheli bir keyfiyettir. Ezher Rektörü Ahmet Tayyib bu talikat ve haşiyelerin ona nisbetinin ispat edilmesi halinde; ibarelerin onu Devvani, İci ve İbni Arabi mertebelerine yükselteceğini söyler. Ona göre bu ibareler bir deha ürünüdür. Fethürrahman ve atiyyetü’r rahmandır.
Kısaca, Muhammed Abduh hatasıyla (özellikle de hatalarıyla) sevabıyla 19. yüzyıldan günümüze İslam aleminde önemli bir rol oynamıştır. Bize düşen onun doğru veya yanlışlarını objektif bir şekilde ortaya koyabilmektir…

Dipnotlar:

1-El İmam M. Abduh mütekellimen, Ekim 2005, Mecellütü’l Ezher
2-Mecelletü’l Ezher, Eylül 2005
3-Ahmet Emin, Zuemau’l ıslah, S : 111
4-Modernistlerin İslam Hukukunun Sekülerleşmesine Katkısı, Aharon Layish, Dini Modernizmin Üç Şövalyesi kitabına ek, S: 274-275 Bedir Yayınları
5-Mecelletü’l Ezher, Ekim 2005
6-Mecelletü’l Ezher, Ekim 2005
7-Nakşbendi Tasavvuf Okulu ve Halidiye Kolu, Prof. Albert Haurani, Devrimci Sufi Hareketleri ve İmam-ı Rabbani, İbrahim Ethem Bilgin, s : 134, 135, Kültür Basın Yayın Birliği
8-Abkariyyetü’l islah fi rihabi’l kaza, Mecelletü’l Ezher, Kasım 2005
9-Risale : En Nasır bizzübbi an mecdi’t tesavvuf, Ahmed Bin Mustafa Alevi Mustaganemi, S: 111, 112.

http://inkisaf.net/sayi-05/muhammed-abd ... avvuf.aspx


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Muhammed Abduh örneğinde Yeni Selefilik ve Tasavvuf
MesajGönderilme zamanı: 17.05.11, 20:08 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 30.04.09, 09:08
Mesajlar: 148
Alıntı:
” Selefilik bir ıslah (Hanbelilik içinde tecdit çığırı) olmakla birlikte birçok noktada aşırılığa kaçmıştır. Selefilikde aklı inkar ve redde bir aşırılık vardır. Bidatları redde hassas olmalarına rağmen Müslümanların ekseriyetini tekfir etmişler ve İslami eserlere karşı gereksiz bir vandalizme ve tahripkarcılığa başvurmuşlardır. Put kırıcılığı kalp kırıcılığı ve eser kırıcılığı olarak algılamışlardır. O kadar ileri gitmişlerdir ki Peygamberimizin kabrinin kubbesini yıkmaya kadar işi uç noktaya taşımışlardır. Nasları motomot ve zahirine göre anlamışlardır. Ayırılıkları ve ifratları olmasa mezhepleri güzeldir…”

Muhammed Abduh


Tekfircilik bir hastalıktır.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 2 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 1 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye