Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 21 mesaj ]  Sayfaya git 1, 2, 3  Sonraki
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: MEVLÂNA EŞREF ALİ TEHANEVİ
MesajGönderilme zamanı: 20.06.10, 11:32 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator

Kayıt: 01.01.09, 18:04
Mesajlar: 145
Konum: http://askinsonhecesi.com
Hicri 1280 yılı Rebi’ul’âhir ayında(M:1863) Hindistan’ın bir kasabası olan Tehane Bhavan’da doğdu. 5 yaşındayken annesi vefat etti. Daha çocukken, yaşıtları arasında, yaradılışındaki İslamî unsurlarla üstünlüğünü gösterdi.

Ailesinde öteden beri mevcut bulunan geleneğe uygun olarak önce Kur’an-ı Kerim’i ezberledi. Kur’an hıfzından sonra Mevlâna Fetih Muhammed’den yararlanarak, Arapça öğrenimin sağlam bir temeline sahip oldu. Bu dönemde, çocukluktan uzak bir şuur ve irade ile teheccüd namazlarına başladı. Bunda, Fetih Muhammed Efendi’nin onun üzerinde bıraktığı ilimle amel etmenin olumlu etkisi söz konusudur.

Arkasından, dayısından Farsça öğrendi. Öğrendiği bu Farsça ile 18 yaşında Mesnevi-i Zer-u Bem gibi çok değerli bir eser yazabilmiştir.

Hicri 1295’de ülkenin en etkin medresesi olan Diyobend’deki Dar’ul Ulum’da ilim tahsiline başladı. İslami ilimleri tahsil ettikten sonra hicri 1301’de Hindistan’ın önde gelen âlimlerinden olan Reşid Ahmed Gangûhi rahmetullahi aleyh’den icazetini aldı. Buradaki diğer hocaları Şeyh’ul-Hind Mevlâna Mahmud Hasen, Seyyid Ahmed Dehlevi, Muhammed Yakub Nanotvi gibi büyük âlimlerdi.

Daha sonra Kanpur şehrinde Feyzul’âm medresesinde müderrisliğe başladı. Derin ilmi ve tesirli hitabeti ile kısa bir sürede tüm medrese ve şehir halkı arasında itibar kazandı. Medrese idarecileri, onun bu tesirli hita-betini bağış toplamak için kullanmayı düşündüler. O ise bu teklifi hamiyyet-i diniyye’ye ters buldu ve hitabetini böyle bir amaçla kullanamayacağını belirterek reddetti ve böylece oradan ayrıldı. Daha sonra Câmi-ul-Ulûm Medresesi’nde öğretime başladı ve burada 14 sene kaldı.

Hicri 1315’de mürşidinin isteği üzerine memleketine geri döndü. Orada çeşitli ilmi çalışmalarının yanı sıra irşad çalışmalarında da bulundu.

Tasavvufu, ifrat ya da tefrit noktasına getirenlere karşı, tasavvufun aslî yapısını, Kur’an ve sünnetten deliller getirerek açıkladı.

Zamanla buradan zâhiri ve bâtınî yönden istifade etmek için gelen halk o kadar çoğaldı ki, devlet bu ufak kasabaya bir tren istasyonu açmak zorunda kaldı.

Hicri 1362 Receb ayında(1943) vefat etmiştir.

Bütün ilim dallarında, Arabça, Farsça ve Urduca olarak yazdığı makale ve kitabların sayısı 800’e ulaşmaktadır. Beyan’ül-Kur’an (Tefsir), İmdad-ül-Fetava (Fetvalar), Beheşti Ziver (Fıkıh), Mesail-üs-Sülûk Min Kelamı Melik’ül Mülûk (Tasavvuf) önde gelen eserlerindendir.

Rahmetullahi aleyhi rahmeten vâsia.


Hayri Demirci

http://www.gulistannesriyat.com/esref-ali-tanevi.aspx


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: MEVLÂNA EŞREF ALİ TEHANEVİ
MesajGönderilme zamanı: 20.06.10, 11:56 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator

Kayıt: 01.01.09, 18:04
Mesajlar: 145
Konum: http://askinsonhecesi.com
MEVLANA EŞREF ALİ TEHANEVİ-(1863–1943)-1.Bölüm


“Onun başarılarının bir benzeri birçok önceki yüzyılda bulunmaz.” Muhammed Taği Osmanî

Takdim

O’nu, küçük bir eseri vasıtasıyla tanıdım. Bir kaç sene evvel, sevdiğim bir insanın kütüphanesinde, hazretin Cezaul A’mal(Amellerin Karşılığı) adlı eserini görmüş ve tabiri caizse bir yumruk yer gibi olmuştum. Hani batılı bir yazar der ya; “İyi bir kitap, insanı bir yumruk yemiş gibi sarsar.”

Bu eser beni öyle etkilemişti. Bir solukta okudum. Daha sonraki zamanlarda da bu müthiş kitabı defaatle okudum, hâlâ da okurum. 20. asır Müslümanlarının dertlerini ince bir sezişle sezmiş ve devamlı bu konuları düşünen bir kalpten çıktığı belli oluyordu eserin.

İnsan, bir kitapla tanıştığında müellifi ile de bir bağ kurar, onu merak eder ve eserden istifadesi ölçüsünde yazarını da sever. Mevlana Eşref Ali hazretlerini bu saikle incelemeye başladığımda, büyük bir okyanusun sahilinde dolaştığımı anladım. Bine yaklaşan eserlerinden sadece üçü Türkçeye tercüme edilmişti(Amellerin Karşılığı-Seha Neşriyat, Gülistan Neşriyat, Hadislerle Tasavvuf-Umran Yay, Seytac Yay ve Hayat Ruhları-İslami Neşriyat)

Yirminci asırda yaşamış, “ümmetin hekimi” ve “müceddid” olarak kabul edilmiş böylesine velud bir kalemden çıkan, her biri sahasında eşsiz eserler külliyatından sadece üçünün Türkçeye tercüme edilmesi irfan semamızın ne durumda olduğuna bir işaret olmalı. İnşallah, hizmet etmek isteyen, para kazanmayı baş gaye edinmeyen bir yayınevi durumu fark eder de, üstadın özellikle tefsiri başta olmak üzere, Bihişti Ziver ve emsali şaheserleri Türk okuyucusu ile buluşur.

Bu çalışma onun gibi olma iştiyakını üzerimizde uyaracak olursa muvaffak olmuş demektir. Yoksa sadece menkıbeleri anlatma bir hastalıktır, Allahu Teala ondan bizi muhafaza buyursun.

Teşekkür: Bu çalışmayı hazırlarken, İngilizce dokümanları büyük bir özveriyle tercüme eden yar-ı vefadarım Habib Erdemli kardeşime en içten teşekkürlerimi sunarım.

Bir ıslahatçının miyarı

Herhangi bir zaman ve zeminde yetişen bir ıslahatçının büyüklük ve önemi bulunduğu coğrafyanın ve zamanın şartlarına göre değişiklik arz eder. Bu hususlar göz önünde bulundurulmazsa yapılacak yorumlar sathi olur.

Bundan dolayı, ele alacağımız Eşref Ali Sahib’i ve giriştiği tecdit hareketini anlatırken o zaman ve şartları kısaca belirtmek gerekir.

Bu arada, mücedditlik meselesi hakkında kısaca düşüncemizi de belirtelim.

Biz bu konuda Kenzüd dekaik adlı hadis kitabının müellifi İmam Abdurrauf Menavi’nin görüşünü tercih ediyoruz;“Aynı asırda birden fazla müceddidlerin bulunmasında bir mâni yoktur.”

El-Keşkûl eseri sahibi de, Abdurrauf-u Menavî'nin kanaatlerini paylaşarak demiş ki: "Meselâ birinci asrın müceddidi Ömer bin Abdülaziz-i Emevî olmakla birlikte, büyük fukahadan Muhammed bin Aliyy-ül Bâkır (yani meşhur İmam-ı Bâkır), Hasan-ül Basrî gibi zâtlar da birer müceddid oldukları gibi, muhaddislerden İbn-i Şihab-üz Zührî gibi zâtlar dahi hadîs ilminde müceddid olabilirler."

Bu manada, bir asırda birden fazla müceddit bulunabileceği görüşündeyiz. Mesela 20. asırda Bediüzzaman’ı, Hasan el Benna’yı, Eşref Ali Tehanevi’yi, Mevlana Şibli’yi, M.Zahid el Kevseri’yi vs. farklı alanlarda ıslahat yapmış önderler olarak görmekte bir mahzur olmadığı kanaatini taşıyoruz. Bu bizim görüşümüzdür, yanlış da olabilir, “Şüphesiz Rabbin, onların ihtilaf ettikleri şeyler hakkında kıyamet günü aralarında hükmedecektir.(Nahl:14)

Hindistan’daki İslami Gelişmeler

Hindistan’a İslam melteminin ilk esintilerinin gelişi, Hicri 93 senelerinde Muhammed bin Kasım es Sakafi’nin ordularının bu diyarlarda boy göstermesi ile başlar. Daha sonraları, manevi fetih müesseseleri olan tekke ve hangahlar ülkenin dört bir yanına "karanlık çöl gecelerinde yol gösteren kandiller" gibi yayılır.

Ebul Hasan en Nedvi’nin ifadesiyle, Hind alt kıtasında birçok tasavvuf ekolü hizmet yarışına girmişlerse de, “fakat Hindistan'ın manevî fethi ve bu topraklar üzerine gölgesinden ve meyvelerinden bütün dünyanın yakından faydalanacağı İslâm fidanını dikmek için Allah'ın hikmet ve takdiri, Çeştî tarikatını seçmiştir.” “Hüzünlü yapısı, elemli karakteri ve aşka, muhabbete çok yer veren temel mizacı açısından Çeştiyye tarikatının; çok eskiden beri mayasına sevgi ve aşkın, elem ve ızdırabın işlediği bu toprakların kalbine girmesi ve onu sevgisiyle esir etmesi ve ilâhî aşkın ağı yapması kolaydı.”(Hind diyarlarında İslami fütuhat için merhum Ebul Hasan en Nedvi’nin İslam Önderleri adlı şaheserini tavsiye edebiliriz.(Kayıhan Yayınları)

İngiliz İşgali

Üç asır süren Babür devletinin inkırazı ile önce parçalanan ve yavaş yavaş İngiliz pençesine düşen Hindistan’da zulüm tahammül edilecek gibi değildi. İngilizler ekonomik olarak sömürülerinden başka, misyonerleri vasıtasıyla dini taarruz, yeni mezhepler icat ederek içten sarsma, Hindu-Müslüman gerginlikleri çıkarma gibi yöntemlerle, ülkedeki yerlerini sağlamlaştırmak için bütün fırsatları kullanıyorlardı. 1910 senesinde buraları kısmen gezebilen seyyah-ı şehir Abdürreşid İbrahim şöyle demekten kendini alamamıştı: “Hiç şüphe etmeyiniz, “İngiltere devleti Hindistan’ı harap etmek için yaratılmış çekirgedir” dersem hata değildir.”

Sonunda İngiliz hâkimiyetine karşı, başını Müslüman tarikatların çektiği ünlü Sipahi ayaklanması patlak verdi.(1857) Bir alev gibi bütün alt kıtayı saran ve İngiliz hâkimiyetinin neredeyse sonunu getirecek olan ayaklanma, Hinduların da desteklemesine rağmen, elde yeterli sayıda silah olmaması sebebiyle maalesef başarılı olamadı. İngilizler bu hareketin öcünü, darağaçlarında birçok ulemayı ve masum insanı sallandırmakla, şehirleri topa tutmakla, ırz ve namusları payimal etmekle kötü bir şekilde aldılar ve bu isyandan sonra halkın üzerindeki baskılar günden güne artış göstermişti. Buna rağmen Hind Müslümanları bağımsızlık azimlerinden, Osmanlı devletini ve Türk milletini desteklemekten asla vazgeçmediler.

Mücadelelerini de fikri ve kültürel sahadaki işgali önlemeye yoğunlaştırdılar. Eşref Ali hazretleri eserleri, talebeleri, talimleri ve vaazları ile bu manevi cihadda çok önemli bir rol oynadı, bir kalkan oldu.

Deobend Ekolü

Mevlana Tehanevi hazretlerini anlatırken, onun bağrından çıktığı Deobend Darul ulum medresesinden ve bu medrese etrafında halelenen ekolden kısaca bahsetmek uygun olur. Hind alt kıtasında İslami ilimlerin öğretiminde büyük yeri olan Dar-ul ulum Deobend, 30 Mayıs 1866’da kuruldu. Bu medresenin Deobend(Diyobend)’de açılmasının ulemanın gördüğü bir rüyaya dayandığı söylenmektedir. Bu müessese, Hindistan’da o zamana kadar geçerli olan üç değişik eğilimi(Delhi, Lucknow, Haydarabat) birleştirmeye ve bir denge kurmaya çalışmıştır;

Delhi ekolu: Tefsir- Hadis

Lucknow-Fıkıh

Haydarabat- Kelam-Felsefe ağırlıklıydı ve Deobend ekolünün en parlak temsilcisi Üstad Eşref Ali Tehanevi’de bu üç eğilimin birleştiğini görüyoruz. Aynı zamanda Diyobendilerde mezheben Hanefilik, meşreben Çeştilik baskındır. Deobend Dar ul Ulumu, bir eğitim müessesinden ziyade bir düşünce akımı ve hareket merkezi olarak dikkat çekmektedir. Gerçekten de bu okul, değil sadece Hindistan’da, belki bütün Uzakdoğu ve Çin Hindinde büyük tesirler icra etmiştir. Bunda Mevlana Tehanevi’nin etkisi ise hiç küçümsenmeyecek bir durumdadır. Onun için, kendileri “20. yüzyıldaki Güney Asya’nın İslami tazeleniş ve uyanışının yüksek bir figürü” olarak kabul edilmiştir.

Halen önemli bir eğitim kurumu olarak faaliyet sürdüren Diyobend Dar-ul ulumu, kuruluşundan günümüze 140 yıllık süreç içerisinde İslam dünyasında mümtaz bir yer edinmiştir. İlginçtir, İslam aleminin her bir parçasını projektör gibi tarayan, her bir kıpırdanışı fark eden “asrın en siyasi padişahı” Sultan İkinci Abdülhamid han, burasının önemini kavramış ve Diyobend Dar-ul ulumuna, onun emriyle İstanbul’dan Arapça ve Farsça kitaplar gönderilmiştir.

Deobend'in önemi zamanla daha da artmıştır. Hindistan Ve Pakistan'da Modernizm Ve İslam adlı eserinde Aziz Ahmed buna şöyle değiniyor: "Bu arada Deobend İslam dünyasında en başta gelen İlahiyat fakültelerinden birisi olma statüsüne yükseldi. Reşid Rıza burayı ziyaret etti. Ezher'in ulemasıyla ilişkiler tesis edildi. 1947'de öğrencilerinden yüzde ellisi Güney Afrika, Malaya, Orta Asya, Afganistan ve İran'dan gelen yabancılardı. Afganistan'ın baş kadısı olarak yükselen Abdürrezzak, Deobend'de bir öğrenciydi. Okul yarımadada 20. yüzyılın ikinci çeyreğindeki büyük ulemanın çoğunu yetiştirdi."

Üstazın Doğumu

Muhammed Eşref Ali bin Abdülhak et Tehanevi el Faruki el Hanefi, Hindistan’ın Uttar Pradesh eyaletinin Muzaffernagar bölgesindeki Thana Bhawan kasabasında 5 Rebiyyülevvel 1280 Çarşamba günü, sabaha doğru (M:19 Ağustos 1863) dünyaya teşrif etti. Doğduğu köy hakkında, büyük alim Muhammed Taki el Osmani şu bilgileri vermektedir; " Burası, Hint beldelerinde, yetiştirdiği seçkin ilim adamları, yetenekli insanlar ve büyük velilerle tanınır. Bunlara örnek olarak, "Keşşâfu Istılâhâti'l-Funûn" adlı, ilim ehlinin övgüsüne, doğudaki ve batıdaki marifet ehlinin güvenine mazhar olmuş hacimli ve büyük ilmî eserin sahibi allâme muhakkik Şeyh Muhammed Ali et-Tehânevî 'yi, Hâfız Muhammed Dâmin eş-Şehîd'i, el-Hâc İmdâdullâh el-Muhâcir el-Mekkî'yi gösterebiliriz. Bu saydığımız üç isim, Hindistan'ın her köşesinde "Üç Kutuplar" olarak bilinirler. Allah (cc) onlara geniş rahmetiyle muamele etsin.

İşte Hakîmu'l Ümme ilim, din, vera ve takva ile mamur olan bu köyde dünyaya geldi ve bozulmamış bir dinî çevrede büyüyüp yetişti."

İsmini, Pencap ulemasından büyük hadis bilgini, peygamber aşığı, o zamanların meşhur ve ünlü bir velisi, aynı zamanda Mevlana Tehanevi’nin anne tarafından akrabası olan Hafız Gulam Murteza Panipati koydu.

Bu arada şunu da belirtelim; “Mevlana” kelimesi Hind ve Pakistan’da âlimlere verilen bir ünvandır. “Müderris, âllame, Profesör” manasına, daha çok da dini ilimlerde yüksek bir seviyeyi ihraz etmiş zevat için kullanılır; Mevlana Şibli, Mevlana Eşref Ali, Mevlana Mevdudi gibi..

Ailesi

Nesebi olarak baba tarafından Hz. Ömer’e, anne tarafından Hz. Ali’ye dayanır. Ali Altaf Mian “Mevlana Eşref Ali Tehanevi’nin silsilesi İslam’ın ikinci halifesi Ömer İbn-i Hattab’a kadar izlenebilir; onun zekâsının, bilgeliliğinin, öngörülülüğünün, takvasının ve ihlâsının bir tezahürü kesinlikle Mevlana Tehanevi’de görülüyordu.”der.

Babası Abdülhak el Umri, Thane Bhawan’ın sayılı zenginlerindendi. Cömertliği ile de meşhurdu. Yani ağniya-yı şakirindendi. Sofrası her gelene açık bu cömert zat, her sene binlerce Rupi(Hint parası)yi hayır işlerine sarf ederdi. Abdülhak Efendi aynı zamanda Farsçada bilgiliydi ve hafız olmamasına rağmen Kur’an’a o kadar vakıftı ki, bazen namazda imamın kıraatini düzeltirdi.

Ailenin en büyük erkek evladı olan Eşref Ali, doğumundan bir süre sonra bir sütanneye verildi ve beş yaşına kadar onun yanında kaldı. Eve teslim edildiği sene, yani beş yaşındayken annesini kaybetti.

Çocukluğundaki Seçkinlik Hali

Sıradan bir çocuk değildi. Büyük bir olgunluk seziliyordu hareketlerinde. Beş yaşında namaz kılmaya başlamıştı. Küçük yaşta Kur’an-ı Kerim’i ezberledi. İlk tahsiline dayısı Vajid Ali ve Fetih Muhammed’den Arapça öğrenerek başladı. Sağlam temele dayalı bir Arapça, sonra Farsça öğrenmesinde, hocası Fetih Muhammed’in etkisi büyüktür. Aynı zamanda, Fetih Muhammed’in üzerindeki tesiri ile çocukluktan uzak bir şuur ve irade ile teheccüd namazlarına başladı. Amcasının hanımı bazen gece yarısı uyandığında onu namaz kılarken görürdü. Üzerine titrediği için bu ameli biraz azaltmasına çalışsa da o, bunu nefsine yerleştirdiği için önemsemez ve namazına devam ederdi.

İlim Tahsili

15 yaşına geldiğinde, o sırada ülkedeki en etkin medrese olan Diyobend Dar ul ulûm’una kaydoldu.(1878) Buradaki hocaları ülkenin en ileri gelen âlimlerindendi. Mesela onlardan, ilminin genişliği sebebiyle Şeyhül Hind lakabıyla tanınan Mevlana Mahmud Hasan ed Diyobendi, Ebul Hasen en Nedvi’nin ifadesiyle; “Hindistan’ın bir numaralı din adamıydı.” Abdürreşid İbrahim "Alem-i İslam" adlı hatıratında bu zat hakkında şöyle diyor:"Diyobend'de de medrese-i İslamiye'nin büyük müderrisi Mevlevi Muhammed Hasan Sahib, Hind alimlerinin büyüklerinden, hakikaten bu zamanın nihriri(alimi) demeye layık şahıslardan biridir."

Mevlana Tehanevi bu hocasından Mantık, Felsefe, Fıkıh Ve Usul-i Fıkıh okudu. Seyyid Ahmed ed Dihlevi’den riyazî ilimler ve feraiz, Muhammed Yakup Nanotavi’den hadis ve tefsir dersleri aldı.

Mevlana Tehanevi’nin Deobend Okulu’nun kurucusu Mevlana Kasım Nanotavi’den ders almak için fazla fırsatı olmadı; Mevlana Kasım’ın son yılı Tehanevi’nin Deobend’deki ilk senesi idi. Ama kendisi, arada sırada Mevlana Kasım’ın Celaleyn (Kur’an-ı Kerim’in bir tefsiri) derslerine katıldığından bahseder.

Üstad Tehanevi’nin kendilerinden çok fazla istifade ettiği iki kişi; Reşid Ahmed Gangohi ve Mevlana Muhammed Yakub Nanotavi’dir. Bu konuda şöyle der: “Hocalarım arasında Mevlana Gangohi’ye manevi olarak Hacı İmdadullah Muhacir Mekki dışındaki herkesten daha çok bağlanmıştım. Mevlana Reşid Ahmed Gangohi gibi kendisinde dahili ve harici(Batıni-zahiri; iç-dış) iyilikleri bu kadar kaynaştırıcı biçimde meczeden böylesine nadide bir kişiliğe hiç şahit olmamıştım.”

Üstadı da kendisini çok sevecek ve her ziyaretinde ona şöyle diyecekti: “Sen geldiğinde ben hayat buluyorum.”

Bir keresinde Tehanevi, Gangoh’a ders vermeye geldiğinde Mevlana Gangohi bütün ziyaretçilerini o derse katılmaya gönderdi ve şöyle dedi: “Burada ne yapıyorsunuz? Gidin ve gerçek bir âlimin dersini dinleyin.”


Mevlana Gangohi ayrıca bazı öğrencilerini Thana Bhawan’a, Eşref Ali Tehanevi olarak bilinen ilim ve maneviyat okyanusuna gönderecekti. Tehanevi, dindar bir teolog ve ulvi bir sufi olan Mevlana Muhammed Yakup Nanotavi’den de derinden etkilenmişti. Mevlana Yakub, Eşref Ali’nin sıra dışı özellikler bahşedilen özel bir talebe olduğunu sezmişti. Bunun sonucu olarak, bu parlak öğrenciye ders verirken en müşkül meseleleri dâhil ediyordu. Tehanavi, onun derslerini anlatırken şöyle demişti: “Onun dersleri sıradan dersler değildi; insanın dikkatini Allah’a tevcih olunan oturumlardı. Kur’an-ı Kerim’in tefsirini ders verirdi ve gözyaşları yanaklarından aşağı süzülürdü.”

Parlak öğretmenleriyle Darul Ulum Deobend’in ruhani atmosferi ve Tehanevi’nin keskin zekâsı ve takvası onun şahsiyetinde görünen teori ve pratiğin mükemmelliğine katkı sağlayan faktörlerdi. 18 yaşına geldiğinde ana dili Urduca ile beraber, Arapça ve Farsçada ustalaşmıştı. Hatta bu yaşta, Farsça “Mesnevi Zer-u Bem” adlı çok değerli bir eser kaleme almıştı..

Şunu da hatırlatmakta yarar var; Eşref Ali Tehanevi’nin üstadlarının hepsi cihad dinamizmi ile tasavvuf neşvesini cem eden büyük insanlardır. İngilizlere karşı cansiperane mücadeleler vermişlerdir. Merhum Ebul Hasan en Nedvi, “Gerçek Tasavvuf” adlı eserinde bu konuda şunları yazıyor: “Şamli meydanında Mekke’ye hicret eden büyük şeyh Hacı İmdadullah’ı, Hafız Zâmin’i, Muhammed Kasım’ı, Gangohlu Reşid Ahmed’i İngilizlere karşı kahramanca çarpışırken görüyoruz. Şeyh Zamin savaş meydanında şehid düşüyor, şeyh İmdadullah Mekke’ye göç etmek mecburiyetinde kalıyor, şeyh Muhammed Kasımla, şeyh Reşid ise Tüster’e gidip bir müddet gizlenmeye mecbur oluyorlar…

…Daha sonra, haklı olarak “Hindistan’ın Şeyhi” denilen Mahmud Hasan Diyobendi geldi. İngilizlere karşı savaşmak için kuvvet hazırladı. Hindistan’da İngilizlerin dışında Müslümanlardan oluşan bir hükümet kurmak istiyordu. Bu hususta yardım temin etmek gayesi ile o zamanın Türk hükümeti ile de temasa geçti. Mektupları, Enver Paşa ile görüşmesi ve Malta adasında tutuklu bulunması gösteriyor ki bu zat, ülkesinin bağımsızlığı için kelleyi koltuğa alarak, yılmadan ve bıkmadan çalışmıştır.”

"Kısacası Hakîmu'l-Ümme et-Tehânevî (rh.a) Dâru'l-Ulûm'da bunlar ve benzeri hocalar arasında yaşamış, onların ilim, hizmet ve sohbetlerinden istifade etmişti. Allah (cc) hepsine rahmet eylesin. Bütün öğrenim hayatı boyunca kitaplarından ve üstadlarına hizmetten başka bir meşgalesi olmamıştı. Kendisinin, Diyubend (Deoband)'de birkaç yakını vardı. Bunlar birçok kez Hakîmu'l Ümme'ye gelerek kendisini, geçimini yanlarında temin etmeye davet etmişlerdi. Ancak o, buraya ilim öğrenmekten başka bir amaç için gelmediğini belirterek, mazur görülmesini istemişti. Öğrenimini tamamlayana kadar da 5 yıl süreyle onların yanına gitmemişti."

Muhammed Tagi Osmani, talebelik dönemine ait şunları da yazmaktadır: " O dönemlerde Hristiyanlar ve Hindular, Hindistan'ın dört bir yanına propaganda heyetleri gönderiyorlar ve bunlar da müslümanlara meydan okuyarak münazaraya çağırıyorlardı. Bir seferinde Hakîmu'l Ümme (rh.a) de bir fırsatını bularak onların münazaralarına katıldı ve apaçık beyanları ve sağlam hüccetleriyle onlara galip geldi. Bu olaydan sonra onun sahib olduğu tartışma gücü ve konuşma yeteneği öğrenciler ve hocalar arasında şöhret buldu. Ancak bütün bunlar onun Diyubend (Deoband)'deki öğrencilik dönemlerine aittir. Çünkü kendisi, olgun bir şeyh olduktan sonra, bu türlü münazara ve görüşmelerin ihlas ve sıdk'a muhtaç bulunduğunu ve insanları hidayet ve irşad hususunda bu yolla başarıya nadiren ulaşıldığını görmesi sebebiyle tartışma ve cedelden en fazla uzak duran kişi olmuştu."

İcazet Alması

Deobend’den mezuniyet tarihi 1884’dür. Mevlana Reşid Ahmed Gangohi mezuniyet töreni için geldiğinde, Mevlana Mahmud Hasan onu o gün çok parlak ve zeki bir öğrencinin mezun olacağı konusunda bilgilendirmişti. Mevlana Gangohi bu parlak talebeyi test etmek istedi. Böylece, gerçek törenden önce Gangohi aklına gelebilen en zor soruları Mevlana Tehanevi’den sordu. Aldığı cevaplar Reşid Ahmed’i hayran bıraktı ve çok memnun etti.

Mezuniyette, sarık bağlama töreni Mevlana Reşid Ahmed Gangohi tarafından yapıldı. O yılın mezuniyet töreni geçmiş törenlerden ayrılıyordu ve Deobend Okulu’nun hocaları tarafından büyük bir coşku ve sevinç ile kutlandı.

O zaman, Mevlana Tehanevi birtakım sınıf arkadaşlarıyla beraber hocası Mevlana Yakup’a şöyle dedi: “Biz böyle bir kutlamayı hak etmiyoruz ve bizim mezuniyetimiz Darul Ulum Deobend ile alay edilmesine sebep olabilir.” Mevlana Tehanevi’den bu endişeyi duyduktan sonra hocası heyecanlandı ve şöyle dedi: “Bu düşünceniz tamamen yanlış. Darul Ulum Deobend’de kendinizi hocalarınızdan dolayı çok alçakgönüllü ve önemsiz olarak algılıyorsunuz ve aslında böyle de hissetmelisiniz. Ama bir kere mezun olduğunuzda ve bu kurumdan çıktığınızda değerinizi ve öneminizi anlayacaksınız. Allah’a yemin ederim ki, üstün olacak ve gittiğiniz her yerde baskın olacaksınız; saha sizin için açık ve boş.”

Bu söz gerçekleşmiş ve Hakîmu'l-Ümme (ks), ulemanın ve avamın başvurduğu en büyük merci olmuş, bulunduğu yer ilim ve din için en önemli merkez haline gelmişti. Dönemin âlimleri onun ilimde ve takvada benzersiz ve yegâne kişi olduğuna şehadet etmiştir.


Salih Okur


http://www.cevaplar.org/index.php?khide ... zi_id=5199


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: MEVLÂNA EŞREF ALİ TEHANEVİ
MesajGönderilme zamanı: 20.06.10, 12:03 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator

Kayıt: 01.01.09, 18:04
Mesajlar: 145
Konum: http://askinsonhecesi.com
MEVLANA EŞREF ALİ TEHANEVİ-(1863–1943)-2.Bölüm

İlk Haccı

Mezuniyetten sonra babası ile beraber ilk haccını yaptı ve bir müddet Mekke’de kaldı. Bu sırada, o zamanların ünlü Kurralarından Muhammed Abdullah Muhacir Mekki’nin rahle-i tedrisinde, Kur’an kıraatinde ihtisas kazandı.

Talebesi Seyyid Süleyman Nedvi, onun bu ilimde çıktığı zirveyi şöyle ifade ediyor: “O kıraat sanatında ustalaşmış, Kur’an’ın müstesna bir kârisiydi. Mevlana Tehanevi’nin Kur’an kıraati her harf telaffuzunun doğru yerinden ifade edildiği şekildeydi. Sesini melodik yapmak için taklit veya abartılı bir çaba sarf etmiyordu. Daha ziyade normal sesinde okurdu ki, bu tamamıyla ilham ile doluydu ve tefekkür okuyuşun içinde erimişti.”


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: MEVLÂNA EŞREF ALİ TEHANEVİ
MesajGönderilme zamanı: 20.06.10, 12:05 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator

Kayıt: 01.01.09, 18:04
Mesajlar: 145
Konum: http://askinsonhecesi.com
İntisabı

Mekke’de bulunduğu sırada, Deobend’deki üstatlarının şeyhi İmdadullah Muhacir Mekki’nin yanında bulunma ve ona bağlanma imkânı da oldu. Onun manevi ihtimamı, aydınlık şahsiyeti, parlak öğretileri ve ders vermedeki mükemmel metodolojisi Mevlana Tehanevi’yi, onun kaderi olan büyük tecdid hareketi için hazırladı..

Bir sohbetinde Hacı İmdadullah hazretlerini şöyle anlatır: “Cidden, Şeyh İmdadullah’ın tevazuda, fani varlığını ifnada, münkesirülkalb olmada hâli çok acayipti. O, bu hususlarda öncü sayılırdı. Şüphesiz ki onun bütün hâli hikmet ve hakikati müşahededen ibarettir. Bunda hayret edilecek bir şey de yoktur. Zira yeryüzünde sular daima alçak ve çukur yerlere doğru akar. Onun meclisinde, onun bulunduğu sohbette insanın öğrendiği ve istifade ettiği en büyük şey şüphesiz yokluğun ve mahviyetin sırrına ermekti. Bütün yâranının ve müntesiplerini kendisinden üstün görmek onun şiarıydı. Ve “beni ziyarete gelenlerin ayaklarını öpmeyi kurtuluşum için bir vesile görürüm” derdi. Her halinde, her hareketinde, her vaktinde kulluğunu izhar eder, bol bol tevazu gösterirdi.”

Tehanevi, Şeyh İmdadullah’ın tarikatındaki vusul kolaylığı için şunları demektedir: “Şeyh İmdadullah’ın tarikatında gördüğümüz şey, acil bir vakitte, fazla bir mücahede ve riyazata lüzum kalmadan Allah’a ulaşmanın imkân ve husulüdür. Bundaki sebeb de, bu yoldaki varışın, seyrü suluk yoluyla olmayıp, doğrudan doğruya Rabbani bir cezbe ile oluşudur. Bu cezbe ve incizab da Sünnet-i Muhammediye’ye ittibanın semeresi, ona tabi olmanın bereketidir. Zira Sünnet-i Muhammediye’ye ittiba, sevgiliye benzeme olduğu için insanı Allah nezdinde mahbubiyet derecesine ulaştırır.”


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: MEVLÂNA EŞREF ALİ TEHANEVİ
MesajGönderilme zamanı: 20.06.10, 12:06 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator

Kayıt: 01.01.09, 18:04
Mesajlar: 145
Konum: http://askinsonhecesi.com
Kanpur’da Talebe Yetiştirmesi

Hac dönüşü Kanpur şehrinde, Feyzul’âm medresesinde müderrisliğe başladı. Derin ilmi ve çok tesirli hitabeti ile kısa zamanda birden herkesin dikkatini çekmeye başladı. Medrese yöneticileri, onun bu tesirli hitabetini bağış toplamak için kullanmayı düşündüler. Bu teklifi hamiyet-i diniyesine ters buldu ve reddetti.

Böylece oradan ayrılarak Camiul Ulum medresesinde öğretime başladı. Burada 14 sene kaldı. Bu on dört yıl içinde halkı irşad ve vaaz vermek için birçok köye ve şehre gezi yaptı. Bu vaazlar halkta o kadar tesir yapıyordu ki, bir benzeri görülememişti. Derslerinin ve vaazlarının yazılı dökümleri genelde bu turlardan kısa bir süre sonra hazır olurdu..

Şeyh (rh.a) burada pek çok öğrenci yetiştirmiştir. Bunlar arasında en önemli isimler olarak Mevlana Şeyh Muhammed İshâk el-Berduvânî (Bu zat, "Sahihu'l-Buhârî"nin tümünü ezberlemişti.), Mevlana el-Hakîm Muhammed Mustafa el-Becnûrî (Urduca bir çok kıymetli eserin sahibidir) ve ilminin büyüküğü ile otoritesine şahit olarak "İ'lâu's-Sünen"i anmanın yeterli olacağı Mevlana Zafer Ahmed el-Osmânî sayılabilir.

Muhammed Şefiy Deobendi, onun hayatını davaya vakfetmesini şöyle anlatır: “Nübüvvet veraseti yahut ta müceddidlik cazibesi veya halka karşı merhamet ve şefkat sahibi olmak ve Müslümanların vaziyetini ıslah etmek düşüncesi bu büyük zatın çalışmalarında her bakımdan müessir oluyordu. Hatta rahat ve uykularını kaçıracak kadar da ileri gidiyordu. Gidişatlarını, hareketlerini, rahat ve uykularını, bütün iş ve güçlerini bu yola hasretmişti.”


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: MEVLÂNA EŞREF ALİ TEHANEVİ
MesajGönderilme zamanı: 20.06.10, 12:10 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator

Kayıt: 01.01.09, 18:04
Mesajlar: 145
Konum: http://askinsonhecesi.com
İkinci Haccı ve Müderrisliği Bırakması

1897’de ikinci haccını gerçekleştirdi. Bu haccında da bir süre kutsal topraklarda kaldı. Bu sırada, şeyhi İmdadullah hazretleri kendisinden Tehane’ye dönmesini istedi. Nihayet Hicri 1315’te(1898) müderrislikten ayrıldı ve kendini Thana Bhawan’daki dergâhı yeniden kurmaya vakfetti. Yerine öğrencisi Mevlana Şeyh Muhammed İshak el-Berduvânî geçti ve kendisi vatanı olan Tehâne-Bihûn (Thana-Bhawan)'a dönerek şeyhinin "Hangâh-ı İmdâdî" diye adlandırılan zâviyesine çekildi. Bu intikal üzerine, Hacı İmdadullah şu düşüncesini ifade etti: “Thana Bhawan’a gitmiş olman iyi bir şey; umulur ki kitleler senden ilmi ve ruhi olarak istifade etsinler. Thana Bhawan’da bir kere daha medresemizi ve tekkemizi canlandırmayla meşgul olmalısın. Benimle ilgili olarak, şahsen senin için her zaman dua ediyorum ve sana hizmete hazırım.”

Şeyh (rh.a) 1362/1943 yılında vefat edene kadar bu zaviyede ikamet etmiştir. Büyük cemiyetlerin ve dünya çapındaki ilmî meclislerin bile gerçekleştirmekten aciz olduğu büyük dinî faaliyetleri Allah (cc) bu zaviyede onun eliyle gerçekleştirdi.

Thana Bhawan’da çeşitli ilmi çalışmalarının yanında halkı irşad çabalarını sürdürdü. Halkın sorunlarına verdiği fetvalar elden ele dolaştı, mektuplarla fetvaları ülkenin her tarafına ulaştı. Zamanla bu tatlı su kaynağına koşan insanlar o kadar çoğaldılar ki, devlet bu ufak kasabaya bir tren istasyonu açma mecburiyetinde kaldı.

İrşad yolunda mazhar olduğu bu muvaffakiyeti, Muhammed Şefi Deobendi şöyle ifade eder; “Öyle muvaffakiyetler ki, koskoca cemiyet, müessese ve teşekküller, bunun onda birinin onda birini bile kolayca başaramamışlardı. O büyük zat insanlardan uzak, münzevi bir hayatı sevmesine rağmen müceddidlik vazifesi kendilerini inziva köşesinden çıkarıp memleketin her tarafını, her köşe ve bucağını dolaşmaya sevk etti. Ülkenin her yerini gezip dolaşıyor, vaaz ve nasihatlerde bulunuyorlar, lisanen tebliğ vazifesini de kendilerine has, hususi usulleriyle ifa edip halkı uyarıyorlardı. Bir taraftan bu yolun saliklerini yetiştirmek gayesiyle talim ve terbiye ile meşgul oluyor, diğer taraftan da kitab telifatı ve fetva işleri ile uğraşıyorlardı.”


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: MEVLÂNA EŞREF ALİ TEHANEVİ
MesajGönderilme zamanı: 20.06.10, 12:30 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator

Kayıt: 01.01.09, 18:04
Mesajlar: 145
Konum: http://askinsonhecesi.com
Tecdid hareketi

Şair şu sözü sanki onun için söylemişti; “İçler karardıkça karardı. Buna karşı Allah öyle bir adam hazırladı ki, uzak bir köşede oturur, meşaleyi yakar. Kalpler ve ruhlar onunla aydınlanır. Kur’an’ı ezbere okuyanın bile huzur ve huşuu kaybettiği, ulema ve hükemanın dahi iman ve yakinde iflas ettiği bir zamanda.”

Muhammed İkbal de bu acı zamanı şöyle tasvir eder: “Saflar eğri ve aralıklıdır. Kalpler boş ve şaşkındır. Secde sönük ve donuktur. Hararet ve şevk yoktur. Kalbin kıvılcımı sönmüş, gönlün koru küllenmiştir.”

Tasavvufi disiplinlerin özünü kaybettiği, şekil ve merasimlerin öne çıktığı, “folklor Müslümanlığı”nın revaç bulduğu, akli ilimlerin kalbi ilimlerden talak-ı selase ile boşandığı işte böyle bir dönemde, akli ve kalbi ilimlerde yed-i tûlâ sahibi bir insan olarak Eşref Ali Sahip, hizmet meydanına atıldı. Avamın yanlış akidelerini düzeltti, dini düşünceye bir saykal vurdu. Tasavvufu ifrat ve tefrit noktasına getirenlere karşı, tasavvufun asli yapısını Kur’an ve Sünnetten deliller getirerek açıkladı. Ve haklı olarak koskoca bir coğrafyada Hekim ül Ümme(Ümmetin doktoru) lakabını aldı..

Büyük âlim Abdülbari en Nedvi diyor ki: “Şeyh hazretleri-sırf bu maksadın tahakkuku uğrunda, tasavvuf için Kur’an Ve Sünnetten açık delillere dayanan iki bin mesele tespit etmiş, “düşünce ve tetkiklerimi derinleştirseydim, bir bu kadar daha mesele çıkarırdım” buyurmuşlardır...

Maalesef son yüzyıllarda tasavvuf ehil olmayanların elinde bir acubeye dönmüştü. Dönmüştü de, çok iyi niyetli âlimler bile ona cephe almışlardı, kalpler ona karşı ister istemez soğumuştu. Merhum allame Said Havva haklı olarak şöyle demektedir:

“Tasavvufla ilgili, birine bir kitap adını vermekte güçlük çekiyorum. Çünkü tasavvuf kitaplarının çoğuna, biraz bilgisi olan insanın hoşnut olamayacağı çok şeyler karışmıştır. Bakarsınız mesnetsiz ibareler, ölçüsüz şatahatlar(tasavvuf ehlinin anormal sözleri) ve bir tarafı yapayım derken başka tarafı yıkmalar çoktur.” Ve esefle şunları da ifade eder: “Tasavvuf kitaplarını okuyan bir insanın, dinin ötesinde bilmecelerle karşı karşıya olduğunu sezmesi gerçekten üzücü bir şeydir.”

İşte bu düğümü keskin kılıcı ile çözen, tasavvufun hakikatini ve vartalarını dile getiren zat Eşref Ali Tehanevi oldu.
Bu konuda merhum Ebul Hasan en Nedvi şunları yazmakta: “Şimdiye kadar gittikçe dürülen ve düğümlenen bu tezkiye-i nefis yolunu kolaylaştırmak ve halkın istifadesine sunmak, maksadı vasıtadan, özü kabuktan ayırmak için Cenab-ı Hakk onun sinesini açmış ve bu yolda içtihad ve imamet derecesine ulaştırmıştır. Büyük terbiyeciler, şeyhler ve ilim adamları O’nun bu babda tek olduğunu, bu ilmi yenileme hususunda tek ve benzersiz olduğunu ikrar ve teslim etmiş bulunuyorlar. Tasavvuf gerçeklerinin tecellisi ve halkın bunun lüzum ve ehemmiyetine ikna edilmesi, hakiki tasavvuf yolunun, herkesin meşgalesine, meslek ve meşrebine, akıl ve zekâsına kolaylaşması için vâz-u irşad, te’lif ve terbiye yolunda Cenab-ı Hakk, O’na tevfik vermiştir. O kadar ki ona uzanmak kolay, meyvesini devşirmek yakın..Aydın ve memur, lider ve bilgin, müellif ve muallim, üniversite hocaları, yeni felsefenin ve batı medeniyetinin tesiri altında kalanlar, küfür ve ilhad ateşiyle dinden çıkmaya kulak asanlar,boşlar ve meşguller,zeka ve dirayet sahipleri, sanat ve zanaat ehli, himmeti zayıf olanlar ve gücü kuvveti yerinde olanlar müsavi olarak üstada saygı duyar, teveccüh ederlerdi. Öyle ki tasavvufun ve ruh hayatına ait ıslahın, aydınlar zümresi içinde üstün yeri ve bu madde asrında bir devri başladı.”

O, Tasavvufa çeşitli yerlerden gelmiş bulaşmış bütün tortuları temizledi. Yanlış anlayışları düzeltti. Hem ilmi hem de ameli anlamda 20. asırda tasavvufun yenilenmesinin en büyük kahramanı, bir mürşid-i kâmil oldu.


Yakın talebelerinden büyük âlim Abdülbari en Nedvi bu hususu şöyle anlatır: “Bu yanlış düşünce öyle yaygın hale gelmiştir ki, birçok meşayih-i kiramda bile görülmüştür. Onlar müridlerinden beyat aldıkları ve onlara sayısız zikirler telkin ettikleri vakit vazifelerinin sona erdiğini sanırlar. Ne müridlerinin ahlak ve amelini fesada götüren hallere mani olurlar, ne onları uygunsuz hallerinden dolayı muaheze edip sorguya çekerler, ne de bir derde derman bulup ruhi buhranlara tedbir alırlar. Bir talip bu şeyhlerden birine derdini arz etti de ondan çare istedi mi, hemen, yapıp yapmayacağını düşünmeden ona bir yığın evradu ezkar tavsiye etmeye kalkarlar. Ama Müceddit Şeyh Tehanevi merhum, bu cihetten, o nevi şeyhlerden ayrılır. Çünkü O, tasavvufun yüce karakterinde büyük bir değişiklik meydana getirdi. Bundan dolayı biz, kendisi için büyük kıymeti haiz olan bu büyük gayreti şükranla yâd ederiz.”

Tehanevi, bir münasebetle şöyle demişti: “Yalnız ve yalnız evrad ve ezkarla meşgul olmak kâfi değildir. Allah’a yemin ederim ki, yalnız evrad ve ezkar şeyhi olan kimselerin nezdinde ıslah-ı hal diye bir şey bulunmaz. Ahlak ve amelde yapılması istenen ıslah, ancak salah yolunu ihtiyar etmekle olur.”


Tasavvuf adına işlenen yanlışlara birçok eserinde karşı çıkmış, sırat-ı müstakimi belirtmişti. İşte bazı misaller: “Gerçi Sufiyye de Allah’ın rızası ancak nefse muhalefetle hâsıl olur zannına kapıldılar. Bu muhalefet ne kadar şiddetli olursa Allah’ın rızası da o nispette büyük ve daha sağlam kazanılmış olur sandılar. İsterse bu muhalefet Şeriat-ı İslamiyye ile uyuşmasın. Bunu böyle kabul ettiler. Hatta o kadar ki bazıları kendisine et yemeyi haram kıldılar ve yemediler. Nefislerini soğuk su içmeden men ettiler ve kana kana içmediler. Bazıları yumuşak döşekten çekindi ve uzanıp yatmadı. İslam’ın nimetini nefislerine haram kılan, açlık ve susuzluk sebebiyle içeride uzuvlarını kurutan ve onları ölüme mahkûm eden kimselerden meydana gelen bir grup böylece haddi tecavüz etmiş, ölçüyü taşırmışlardır. Hâlbuki ben etrafında ateş yakıp, geçip içinde serbestçe oturan bir kâfire şahid oldum. Bir şey çıkmaz ki bunlardan, Öyle basit şeylerdir ki bunlar. Bunları kör cehalete nispet etmek daha uygundur. Bu hususta itidal ve iktisat, Şer’i Şerifin emirlerini muhafaza ederek nefsin kıvama gelmesinde tam manasıyla mücahede eden kimselerdedir.”

“Gerçeği araştırmayan şu cahil sofulara esef olunur ki, onlar tasavvufu kalp akçeye çevirdiler. Bozdular ve halk nazarında onu korkunç ve tehlikeli bir duruma soktular. Sufiyane uzleti onlar uydurdular, zevceleri boşamayı onlar emrettiler. Ehil ve evlattan uzak yaşamayı, kadınlara perhizkâr olmayı onlar tavsiye ettiler. Kırk nohut tanesi ile kırk gün geçinmeyi onlar ortaya attılar. Ve dediler ki; Velayet ve Allah’a vuslat ancak bu yolla hâsıl olur. Fakat ben de sarahat ve vuzuhla söylüyorum ki, velayet ve vuslat yumuşak döşemeler, rahat koltuklar üstünde, hatta mevki-i emarette nefis yemekler yenilerek bile olur.”

O, Müslümanların cehaletinden kaynaklanan birçok gereksiz uygulamadan derin endişe duyuyordu. Bu yüzden, bu konuyla ilgili birçok kitap yazdı. Hıfz al-İman adlı kitabı mezarlara ibadet, Allah’ın dışındakilere niyazda bulunmak, Peygamberin ve velilerin her yerde olması vs. gibi şeylerle meşgul olmanın yanlışlığını açık bir şekilde anlatıyordu. Ahlat al-Avam adlı başka bir eser insanlar arasında yaygın olan bütün gayri-İslami bidat ve hurafeyi dışarı atmaya yönelik ciddi bir çalışmaydı. İnançta, ibadette ve muamelelerde bidatler bu kitapta kınanır. “Mevlana Tehanevi’nin dengeli yaklaşımı bütün dini hükümleri ifrat ve tefrite düşmeden doğru yerlerine koyar.”


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: MEVLÂNA EŞREF ALİ TEHANEVİ
MesajGönderilme zamanı: 20.06.10, 12:43 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator

Kayıt: 01.01.09, 18:04
Mesajlar: 145
Konum: http://askinsonhecesi.com
Etkili Hitabeti Ve İrşadı

Onun mesajını geniş bir başarıya ulaştıran ayırıcı vasfı ve temel prensibi harikulade bir denge anlayışı ve konuşmalarındaki, yazılı eserlerindeki açık sözlülüktür. İslami öğrenimin her dalı arasındaki tutarlılık onun şahsiyetinde armonisini bulmuş, derslerinde açıklanmış ve yazılı eserlerinde kayıt edilmişti.

Onun dini yaklaşımı tartışılan konunun bütün yönlerini kapsar ve değişik konulardaki bakış açıları Ehl-i Sünnet nazarının gerçek, kapsamlı bir tetkikini yansıtır. Keskin zekâsı, inkılâpçı talim ve öğretme metodu, Allah ve Resulü’ne karşı sevgisi, açık fikirliliği, hoşgörüsü ve dini disiplinlerde benzersiz ve taze ama muhafazakâr anlayışı İslam tarihinde ona kalıcı bir yer ayırdı.

“Müslümanlar Batılı kolonist güçlerin fiziksel ve entelektüel olarak saldırısı altında oldukları bir zamanda modern çağın bütün din dışı etkilerine karşı koymaya yönelik konuşmalarında, yazılı eserlerinde, fetvalarında ve ruhi terbiyesinde edebi ve akademik zenginliğiyle kitlelerin ıslahçısı, örnek bir ruhani rehber, üretken bir yazar, ruhani bir hukukçu, entelektüel bir bilge ve İslami geleneğin bir güçlendiricisi olarak hatırlanacak” diyor Ali Altaf Mian..

Tehanevi, eserlerinde halkın seviyesine inmiş, tabiri caizse tenezzülat yapmıştır. Ondan dolayı da eserleri hâlâ elden ele dolaşmaktadır. Talebelerinden büyük âlim Muhammed Tagi Osmanî, Deobend’in Büyükleri adlı eserinde buna şöyle işaret eder: “Mevlana Tehanevi’nin ilmi sadece muhakkiklerinin istifade ettiği bir ilim değildi, bütün Müslümanlara faydası dokunmaya devam ediyor. Mevlana Tehanevi’nin sözleri sohbetlerine katılanların kulaklarına akardı, sonra ruhlarındaki pasları kırarak kalplerini vururdu.”

Onun etkin vaizliği konusunda Muhammed Şefi Deobendi’nin oğlu büyük alim Muhammed Tagi Osmani şunları yazmaktadır; “Şeyh (rh.a), Diyubend (Deoband)'de öğrenim gördüğü sıralarda vaaz ve hitabet pratikleri yapılır, her cuma gecesi öğrencilerin toplandığı oturumlar tertip edilir ve konuşurken kullanılan ifadeler üzerinde hassasiyetle durulurdu. Şeyh (rh.a), bu toplantıların önde gelen simalarındandı. Öyle ki, öğrenimini tamamladıktan sonra, zamanının en ünlü hatip ve vaizlerinden biri olmuştu. Kanpur'daki ikameti sırasında da va'z-u nasihatlerde bulunur ve her tarafta kendisi için toplantılar yapılırdı. Daha sonra bu toplantılar, tüm Hindistan'ı sardı. Vaazları ülkenin dört bir yanında şöhret buldu ve bu toplantılara katılmak için her türlü güçlüğe katlanarak uzun yolculuklar yapılır hale geldi. Onun vaazlarını dinlemek, bulunmaz bir fırsat olarak değerlendiriliyordu ki gerçekten de öyleydi. Onun vaazları uçsuz bucaksız bir deniz gibi derin ve yoğundu. Bu vaazlarda, gerçekten uzun mesafeler kat etmeye değer ilim ve hikmet parıltıları, nadir konular, değerli misaller ve latifeler yer almakta, tefsir, fıkıh, hadis ve tasavvuf konularında kitaplarda rastlanamayacak bilgiler bulunmaktaydı. Bu konuşmalarında Şeyh'in ağzından, kalpleri aydınlatan ve zihinleri nurlandıran irfan incileri dökülürdü.

Onun vaazlarının, bu asırda bir benzeri daha bulunmayacak şekilde nefisleri ıslah edici ve fikirleri güçlendirici bir özelliği vardı. Bu vaazları dinledikten sonra, alışkanlık haline getirdiği kötülüklerden vazgeçen insan sayısı oldukça fazladır. Aynı şekilde, nefsin heva ve heveslerine ve bid'atlere dalmış pek çok kimse bu vaazlar sayesinde tevbe etmiş, çeşitli şüpheler içinde çırpınan binlerce insan, iman ve yakîn'e yol bulmuştur. Onun vaazlarıyla hayatında bir devrim meydana gelen erkek ve kadın sayısı binlerle ifade edilmiştir. Allah (cc)'a hamd ediyoruz ki bu vaazların büyük bir çoğunluğu, öğrencileri ve irşad ettiği kimseler tarafından anında kaydedilmiş ve bunlar, her biri en az 600 sayfadan oluşan 20 cilt halinde basılmıştır.

Bu matbu vaaz metinleri, gürül gürül akan bir kaynak olarak günümüze kadar gelmiş, hiçbir şekilde azalmamış, kesilmemiştir. Bu beldelerde hesaba gelmeyecek sayıda insan bulunmaktadır ki, Şeyh et-Tehânevî ile sohbet etmedikleri ve onu görmedikleri halde, bu matbu vaazlar sayesinde onun sohbetlerinin faydasını görmüş, bu sayede hayatlarında büyük bir dinî inkılap meydana gelmiştir.

Vaazlarından ötürü herhangi bir karşılık almamak onun âdetiydi. Hatta vaaz sonrası kendisine, herhangi bir hediye getirilecek olsa onu bile asla kabul etmezdi. Vaazlarında terhîb (korkutma, tehdit etme) yerine tergîb'i (teşvik etme, sevdirme) tercih eder ve şöyle derdi: "Çağımız insanının tabiatını inceledim ve korkutmak yerine lisan-ı münasiple teşvik etmenin daha yararlı olduğunu gördüm. Bu yüzdendir ki vaazlarımda daha az korkutma ve daha çok müjdeleme yolunu tercih etmekteyim."

Vaaza başlamadan önce de şöyle dua ederdi: "Allah'ım, beni burada hazır bulunanların ihtiyaç duydukları ve durumlarını düzeltecek şeyleri açıklamakta başarılı kıl!"


Vaazlarında durum gerektirmedikçe müslümanlar arasında ihtilaf konusu olan hususlara değinmez, değinmek zorunda kalınca da bu türlü meseleleri, yumuşaklık ve tatlılıkla şerh ederdi. Böyle durumlarda, muhaliflerine kaba konuşmak ve zamanımız vaizlerinin yaptığı gibi aleyhlerinde mübalağalı davranmak yerine hikmet ve güzel öğüt yolunu tutar ve peygamberleri örnek alarak yumuşak söz ve mev'ıza-i hasene ile hitabı tercih ederdi.

Şeyh (rh.a), Hangâh-ı İmdâdî'deyken hergün öğleden sonra genel bir toplantı düzenlerdi. Öğrencilerinin ve halkının katıldığı bu toplantılarda onlara va'z-u nasihat eder ve çeşitli sorularını cevaplandırır, hemen her konuyu işlerdi. Orada hazır bulunanların bazıları, Şeyh'in söylediklerini yazardı. Bunlar, daha sonra "el-Melfûzât" adıyla basılmıştır. 20 ciltten fazla olan "el-Melfûzât"ta ilim, hikmet, letaif, kıssalar, tarihî haberler, vaaz, ibret, ıslah, irşad, edep, ahlak, eleştiri, reddiye vb. gibi pek çok husus yer alır. Hint alimleri bu eserin, sağlam bir dinî anlayışın oluşmasında ve amel-i salih'e teşvik konusunda oldukça etkili olduğunu tecrübe etmişlerdir.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: MEVLÂNA EŞREF ALİ TEHANEVİ
MesajGönderilme zamanı: 20.06.10, 12:50 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator

Kayıt: 01.01.09, 18:04
Mesajlar: 145
Konum: http://askinsonhecesi.com
O’nun Huzuru

Bazı şeyler satırlara dökülemez..Yaşanmadan idrak edilemez..Yemeğin lezzeti tarifle bilinebilir mi? İşte Mevlana Tehanevi’nin altın iklimi de ancak yaşanarak tadılabilecek, üns esintilerinin esip durduğu, dolu girenin boş, boş girenin dolu çıktığı böyle bir atmosferdi.

Pakistan’ın büyük âlimlerinden Abdülbari en Nedvi bu durumu ne güzel anlatıyor: “O zamana kadar pek çok kitap okudum. Mücerret ilim erbabının yaşadığı vasatta yaşadım. Mezuniyet diploması almaya muvaffak oldum ve kendimi yazar ve müelliflerden sayıyordum. Fetanet ve zekâda arkadaşlarımdan, akıl ve dirayette yaşıtlarımdan geri kalmıyordum, fakat Şeyh Tehanevi hazretlerinin meclisinde birçok kereler hazır bulunduktan sonra anladım ki ben, basiret-i diniyyeden mahrum, dini anlayış ve kavrayıştan uzak, kupkuru, bomboş bir ahmakmışım.

“O öyle kâmil bir insandı ki, kendisine mülaki olduktan ve aramızda ruhi bağ meydana geldikten sonra, nefis terbiyesinde, batini hastalıkların tedavisinde asla anarşiye düşmedim, sarsıntıya uğramadım. Ve ben ruhi bir illetin, gizli bir veremin son devrelerinde kıvranıyordum. Böyleyken içimdeki en son hayat kalıntımın iadesini, ruhumun itminan ve huzuruna ait her şeyimin geri gelmesini-muhtelif bedeni yorgunluklarıma ve türlü bünyevi hastalıklarıma rağmen- Şeyhe ve şeyhimin eserlerine karşı beslediğim alakaya borçluyum. Eğer bu gizli kuvvet olmasaydı karşılaşmış olduğum müşkül darbelere, iç buhranlarına mukavemet edemez, karşı koyamazdım.”

“Günlük hayatımızda bizim edep, güzellik ve medenilik dediğimiz şeylerin hepsini, günlerce Şeyh Hazretlerinin meclisinde bulunduktan ve sohbetlerinde nurlandıktan sonra bildik, gördük, anladık ki, biz aldanmışız, hadiselerin özüne değil, kabuğuna bağlanmış, onların tezahürlerini görmüşüz.”

Bir başka talebesi, Ali Altaf Mian da, üstadı hakkında şunları ifade eder: “Modern zamanlarda eğer birisi “Ve işte böylece Biz sizi örnek bir ümmet kıldık ki, insanlar nezdinde Hakk’ın şahitleri olasınız” (Bakara:143) ayetinin bir misalini isteyecek olursa, Mevlana Tehanevi’nin hayatı ve dini yaklaşımı en uygun örneklerden biri olur.”

Muhammed Tagi Osmani, onun ahlakı ve irşad yöntemi hakkında şunları yazıyor: “İşte Tasavvuf konusundaki bu mutedil ve selim fikir, Şeyh et-Tehânevî (rh.a)'nin eserlerinde ve vaazlarında Kitap ve Sünnet'ten delilleri, Sahabe'nin ve evliyanın yaşantılarından örnekleri akl-ı selim ve nefsî tecrübelerden hüccetleriyle ayrıntılı olarak yer almıştır. Bunun yanı sıra, onun bu eserlerinde Tasavvuf ve büyük sufilerin Kitap ve Sünnet doğrultusundaki amelî tatbikatları etrafındaki şüpheler, kalpleri tatmin edecek, göğüsleri genişletecek ve kendini büyük gören cahillerle kendini cahilliğe veren inatçılar dışında kimsenin inkârına meydan bırakmayacak şekilde cevaplandırılmıştır.

Şeyh'in, Tasavvuf'un gerçek mahiyetini aydınlatıcı çalışmalarından pratik alanda yapılanlara gelince, bunlar da onun Sünnet-i Muhammediyye'ye uygun, ilmî metot ve şeriatin öngörüleri doğrultusunda mürit terbiyesi ile gerçekleştirdiği çalışmalardı. Birisi bey'at etmek üzere kendisine geldiği zaman, ona önce, gerek Allah (cc)'ın hukuku, gerekse kul hukuku noktasından üzerine düşen şer'î vecibeleri yerine getirmesini emrederdi. O yöredeki insanların Allah (cc)'ı zikir ve ibadetlere devam ediyor oluşları dolayısıyla Şeyh, ağırlıklı olarak kul hukuku üzerinde dururdu. Zira zikir ve ibadet görevlerini yaparken insanlar, kul hukukunu ihmal ve muamelata ilişkin pek çok konuda şeriata muhalefet ediyorlardı.

Keza Şeyh vird, zikir ve sair nafilelerden ziyade adab-ı muaşeret talimine özen gösterir ve bu meyanda şöyle derdi: "Gücümün çoğunu, herhangi bir kimseye benden veya arkadaşlarımdan bir eziyet gelmemesi için sarf ediyorum. Bu eziyet ister vurma, dövme çekişme gibi bedenî, ister malını haksız yolla yeme veya hakkını gasb etme gibi malî, ister küçük düşürme ve gıybet gibi şahsî, isterse muzdarip ve kötü bir durumdayken kendisini terk yahut kendisine hoşlanmadığı bir şekilde muamele gibi nefsî bir konuda olsun. Eğer bizlerden böyle bir şey sadır olmuşsa bu bir hatadır ve af ve bağışlanma dilemek gerekir. Bu konuya her şeyden çok önem vermişimdir. Öyle ki, birisinin, zahirî bir tavrıyla şeriata muhalif hareket ettiğini görsem, bundan büyük bir elem duyuyorum. Aynı şekilde birisinin, kul hukukuna riayet etmediğine şahit olsam, beni şiddetli bir hüzün kaplar ve Allah (cc)'a o şahsı o beladan kurtarması için dua ederim."

Yine Şeyh'in bir sözü: "Şüphesiz ki güzel ahlakın başı iyi davranış, esası da, kişinin başkasına eziyet vermeyecek tarzda hareket etmesidir. Bunu, Hz. Peygamber (s.a.v.) lafzı kısa, anlamı geniş olan şu sözüyle öğretmiştir: "Müslüman, diğer müslümanların, elinden ve dilinden emin oldukları kimsedir." Başkalarının incinmesine sebebiyet veren her şey kötü ahlak kapsamına girer isterse bu şeklen insanların güzel ahlak olduğunu iddia ettikleri ta'zim, edeb yahut başkasına hizmet etmek amacıyla takınılmış bir tavır olsun. Çünkü güzel ahlakın esası başkalarının rahat ve huzurlu kılınmasıdır ki bu da hizmetin başlangıcıdır. Dolayısıyla, bir kimsenin rahatını temin etmeksizin ona hizmet, özden yoksun bir kabuk mesabesindedir. Şu bir gerçektir ki, adab-ı muaşeret, dinin şeairinden olması hasebiyle, akaid ve ibadetlerden sonra gelir. Bununla birlikte şu da bir gerçektir ki, adab-ı muaşeret, bir diğer açıdan da bunların mukaddimesidir ki o da, akaid ve ibadetlerdeki bir arızanın, kişinin kendi nefsinde kalan bir zarar olmasına karşılık, adab-ı muaşeretteki bir arızanın, başkalarına sirayet eden bir zarar oluşudur. Kişinin, başkasına verdiği zarar ise, kendi nefsine verdiği zarardan daha şiddetlidir. Konuya bir başka açıdan yaklaşacak olursak, Allah Teâlâ (c.c.) adab-ı muaşeret konusunda ta'lim içeren "... onlar ki yeryüzünde tevazu ile yürürler. Cahiller kendilerine laf attığı zaman da selam(etle) de(yip geçe)rler" (25/el-Furkân, 63) kavl-i şerifini, ibadetler ve diğer hususları içeren "Onlar ki gecelerini, Rabbleri için secde ederek ve kıyamda durarak geçirirler" (25/el-Furkân,64) kavl-i şerifinden önce zikretmiştir. Dolayısıyla hüsn-i muaşeret (:güzel davranış), farzlara kıyasla bazı açılardan önde gelirken, nafilelere oranla her açıdan öndedir."

Şeyh et-Tehânevî (Tanavî)'nin bu düşünceleri, hiç bir zaman, havada kalan ve sonuç getirmeyen nazari görüşler olarak kalmamış, kendi amellerine ve hayatına yansıdığı gibi, müritlerinin hayatına da yansımıştır.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: MEVLÂNA EŞREF ALİ TEHANEVİ
MesajGönderilme zamanı: 20.06.10, 13:00 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator

Kayıt: 01.01.09, 18:04
Mesajlar: 145
Konum: http://askinsonhecesi.com
Hangâh-ı İmdâdî'deki Örnek Faaliyetler:

Hangâh-ı İmdâdî, burada takibedilen metot bakımından yeryüzündeki biricik terbiye merkezi idi. Burada ahlak temizlenir, fikirler olgunlaşır, kişisel ve toplumsal hayatın edepleri öğrenilirdi. Hindistan'ın dört bir yanından ve civardan gelen müslümanlar burada toplanırdı. Bunların içinde alimler, büyük şeyhler, doktorlar, mühendisler, memurlar, öğretmenler, ziraat ve sanat erbabı, kısaca hayatın her alanından insanlar bulunurdu. Buraya gelenlerin, yanlarında eş ve çocuklarını getirdikleri de olurdu. Şeyh bunların durumlarını sorar, kendilerine dini öğretir, onları İslamî ahlak üzere eğitir ve onu elde etme yolunu belletir, adab-ı muaşeret üzerinde durur ve kendilerine bu konunun ince noktalarını açıklardı. Dikkatlerini nefsî hastalıklar üzerine çeker ve bunlardan kurtulma yollarını beyan ederdi.

Bu tekkenin oldukça sağlam bir sistemi vardı ki buna muhalefete hiç kimsenin gücü yetmezdi. Bu sistemin kendisi bile İslam adabının canlı bir misaliydi. Şeyh burada insanları, hayatlarını tanzime, zamanlarını değerlendirmeye, Allah (cc) ve kul haklarını eda etmeye ve başkalarına eziyet vermekten sakındırmaya teşvik ederdi.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 21 mesaj ]  Sayfaya git 1, 2, 3  Sonraki

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 1 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye