sufiforum.com
https://sufiforum.com/

PEYGAMBER VARİSİ OLMANIN AĞIRLIĞI
https://sufiforum.com/viewtopic.php?f=27&t=4312
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

Yazar:  dua [ 07.06.10, 16:16 ]
Mesaj Başlığı:  PEYGAMBER VARİSİ OLMANIN AĞIRLIĞI

PEYGAMBER VARİSİ OLMANIN AĞIRLIĞI

ÖMER NASUHİ BİLMEN’DEN İKİ MÜHİM HATIRA


Sevgili dostlar, günümüzde İslâm’ın garip olduğunu söylemeye/hatırlatmaya gerek var mı bilmiyorum. Çok uzak değil, yakın geçmişimizde gerçekten “âlim” olan insanlarımızın gerek ilmin gerçek mahiyetine vakıf olmaları, gerekse Allah’ın “Âlim” sıfatına olan saygıları ve ilim sebebiyle bu sıfata namzet olmalarından duydukları haşyete binaen nasıl bir tavır sergiledikleri hepimizin malûmu… Bugün kendilerine alim denilen veya kendini alim görenlerin, alim olarak lanse edenlerin hali de yine hepimizin malûmu… Türk insanının hemen hepsinin evinde mevcut olan ve bugün namaz kılan, oruç tutan insanların kahir ekseriyetinin bu “halleri” kendisinden öğrendiği Merhum (ve inşallah mağfur) Ömer Nasuhi Bilmen hocaefendi de zamanında müftülük ve diyanet reisliği yapmış bir âlim idi…

Hakkında aşağıda okuyacağımız iki hatıra onun kelimenin tam anlamıyla “âlim” olduğunu gösterdiği gibi, bizim de ne halde olduğumuzu gösteren ve mutlaka tekrar tekrar “halimizin ilmini” gözden geçirmemiz gerektiğini hatırlatan önemli bir hassasiyete işaret etmekte… hocaefendi, siyasilere ve yüksek makamlarda (!) oturanlara karşı hep DİK durmuştu. Bu dik duruş güzeldir. Hele ki bir ilim adamında olursa daha da güzeldir. Çünkü ilim adamı, yani âlim Allah’ın isimlerinden bir isimle isimlendiği gibi, peygamberin de hakiki manada varisidir. Hz. Peygamberin varisi olanlara da O’nun sallallahu aleyhi vesellem gibi yaşamak düşer. Onun gibi yaşamayanlar ise boşuna yoruluyorlardır. İşte Ömer Nasuhi Rahmetullahi aleyh bu müsbet halkanın son ve parlak örneklerindendi/r.

İnşallah hocamızın yaşadığı bu hayatın bizlere de ders olması ve hepimiz için başımıza tac, kulağımıza küpe olması dua ve niyetiyle…
* * *
Rıhle Dergisi 8. sayısında muhterem Emin Saraç Hocaefendi ile yapılan röportajı yayımladı.
Dergiyi okuyanlar muttalidir ama ben, ulaşamayan ve okuyamayanlar için kaydadeğer bulduğum iki hatırayı nakletmek istiyorum.
Emin Saraç Hocaefendi, kayınpederi Yekta Efendi’nin, Ömer Nasuhi Bilmen merhumun sırdaşı olduğunu ifade ediyor öncelikle.
Bu vesileyle, kendisi de merhumla görüşme imkânına sahip olmuş.
Ankara dönüşü Bilmen Hoca’yı, kayınpederi ile birlikte karşıladıklarını anlatıyor.
Yer vereceğim iki önemli hatırayı Emin Saraç Hocaefendi’nin ağzından aktaralım:
1- O zaman İstanbul’da bir patrik vardı. Amerika’dan buraya reis-i cumhurun uçağıyla gelmişti. İstanbul’da Fatih’in türbesi açıldığı zaman o da buradaydı. Türbenin kapısı açılırken Rumca bir konuşma yaptı. Nureddin Topçu da Türkçe bir konuşma yaptı. Fazla kalabalık bir merasim değildi. 40 ya da 50 kişi ancak vardı. Bu Patrik geldiğinde İstanbul müftülüğünü ziyaret etmiş. Aradan bir müddet geçtikten sonra o zamanki İstanbul valisi Fahrettin Kerim Gökay: “Efendi hazretleri, bir nezaket ziyareti arz etmez misiniz?” diyor. Ömer Nasuhi Efendi, “O bizim kapımıza gelmekle mükelleftir. Ben onun kapısına gidemem. O bizim kapımızın zimmîsidir” diyor. Aradan bir süre geçtikten sonra vali Gökay tekrar arıyor. Bu arada, Fahreddin Kerim Gökay namazını kılardı. Ben bunu biliyorum. Abisi sabah namazı için Fatih Camii’ne cemaate gelirdi. Mütedeyyin bir kimseydi. Bunlar Tatardır. Vali Gökay telefonda diyor ki: “Patrik bizi ziyarete gelecek. Siz de teşrif etseniz de bir mülakat hâsıl olsa.” Ömer Nasuhi Efendi, “İstanbul valisi olarak zat-ı âlînizi ziyarete gelirim. Lakin resmî müftü kıyafetimle gelmemde bir mahzur var mıdır?” diyor. Bakınız o mütevazı hocaefendi neyi düşünüyor… Vali, “Hayhay efendim, tabii ki gelebilirsiniz” diyor. Ömer Nasuhi Efendi, kayınpederime, “Senin cübben güzel, iyi bir cübbe. Sen onu bana ver, sarığımı sararım. O şekilde giderim” diyor. Nihayet görüşme zamanı geldiğinde Fikri Efendi’yi (Aksoy) de yanına alarak valiliğe gidiyor. Valilikteki görevlilere “Patrik geldi mi?” diyor. “Hayır, gelmedi” diyorlar. “Öyleyse beni şu kenardaki odalardan birine alın. Patrik geldikten sonra bana haber edersiniz” diyor. Patrik gelince kendisine haber veriliyor. Patrik içeri girip oturduktan sonra Ömer Nasuhi Efendi kemal-i azamet ve heybetiyle içeri giriyor. Patrik ayağa kalkmak mecburiyetinde kalıyor. Patrikten önce girmesi durumunda bir Müslüman müftü olarak patriğin önünde ayağa kalkma durumuna düşmemek için böyle yapıyor. İşte bizim hocalarımız böyle insanlardı. Bir de şimdiye bakın. Bizim ağalar onların kapısına kadar gidiyorlar ve Ramazan iftarı veriyorlar. Allah aşkına bu nereden çıktı?! Kime ne iftarı veriyorsunuz? İftarla istihza mı ediyoruz? İftar sofrası Allah’ın has kullarının ziyafet-i ilahiye sofrasıdır.

2- O zaman Dünya ismiyle bir akşam gazetesi çıkardı. Bir günkü manşeti hiç aklımdan çıkmaz. Büyük puntolarla yazmışlar: “Cemal Gürsel dedi ki: ‘Milletimiz isterse Kur’ân’ını da Türkçe okur.” Meğer o günlerde askerî yönetim Diyanet reisinden Kur’ân’ın Türkçe okunması üzerine bir yazı istemiş. Ömer Nasuhi Efendi bu hadiseden bahsetti. “Bunlar her şeye el uzatmaya başladılar. Bildiklerini de bilmediklerini de söylüyorlar. Benden böyle bir yazı istediler. Ben de onlara, lazım olan cevabı muhtevi bir yazı yazdım. Söylediklerim hoşlarına gitmedi. Böylece Diyanet riyasetinden ayrılma zamanımızın geldiğini anladım ve ayrıldım” dedi. Ben de, “Aman efendim, lütfetseniz de o yazınızı istinsah etsem” dedim. (Cevaben) ‘500 Hadis’ adlı kitabımda القرآن هو الذكر الحكيم والصراط المستقيمhadis-i şerifiyle ilgili izaha bakarsan orada bulursun. Birkaç satır takdim yazısı dışında oradaki izahı gönderdim” dedi.
Bu yazı http://www.darulhikme.org.tr adresinden alınmıştır.

1. sayfa (Toplam 1 sayfa) Tüm zamanlar UTC + 2 saat
Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group
http://www.phpbb.com/