Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 11 mesaj ]  Sayfaya git 1, 2  Sonraki
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: Rabbani Hakîkatler: Hakîkat-ı Muhammedî
MesajGönderilme zamanı: 08.01.10, 10:01 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 27.12.08, 17:20
Mesajlar: 565
MG - 8. Bölüm: Hakîkat-ı Muhammedî (Kâbiliyyet-i Ûlâ) ve Diğer Kâbiliyyetler

Bilmek gerekir ki, “Hakîkat-ı Muhammedî” denen “kâbiliyyet-i ûlâ”, zâtın îtibâr-ı ilmî (ilim sıfatı) üzerine kâbiliyetidir, yani âlemi icmâlen bilmesidir. O kâbiliyyet-i ûlâ da özet olarak Kelâm şânında (sıfatının aslında), hattâ Kur’ân-ı Mecîd’de tafsîl bulan tüm kemâlât ile irtibatlıdır. Ve o kâbiliyyet, Hz. Muhammed’in (a.s) terbiyecisidir (feyz kaynağıdır, hakîkatıdır). Bazı sûfîlerin “O hazretin (a.s) terbiyecisi ilim şânıdır” şeklindeki sözleri, bu mânâda olabilir. O kâbiliyyet-i ûlâ îtibâriyle ona (a.s) nisbet edildi. Onun (a.s) kademi üzere (meşrebinde) olan kâmil tâbîlerinin terbiyecileri de, söz konusu îtibârın (ilim şânının) kâbiliyetleridir. Bunlar, o kâbiliyyet-i cem‘e (Hakîkat-ı Muhammedî’ye) göre cüz gibidirler.

Peygamberimiz dışındaki diğer ülü’l-azm (büyük) peygamberlerin ve diğer nebî ve rasûllerin terbiyecisi, özet yoluyla bütün sıfatlarla muttasıf “zât kâbiliyeti”dir. Bu kâbiliyyet, bazı îtibârlarla feyizlenmiş, derecelerine göre o îtibârların muhtelif hakîkatleri olmuştur. Onların (diğer peygamberlerin) kademi üzere olan kişiler, bu makâmdan pay ve nasip alırlar. Ancak bu kişilerin hakîkatleri (a‘yân-ı sâbitesi) başka bir sıfattır ve o (peygamberlere âit) son kâbiliyetin altında bulunmaktadır. Bu kâbiliyyet (zât kâbiliyeti), Allah’ın zât ve sıfatları arasında bir berzah ve perdedir.

“Kâbiliyyet-i ûlâ” (taayyün-i evvel, Hakîkat-ı Muhammedî) ise, zât, sıfatlar ve şuûnât-ı zâtiyye (sıfatların asılları) ile o kâbiliyyet-i ûlânın cüzleri gibi olan diğer kâbiliyetler arasında perdedir. Perdenin iki yönü olduğuna göre, son kâbiliyette perde olma hükmü ortaya çıkar. Çünkü onun son yönü, zâta zâid olan sıfatlardır ve zâta zâid bir vücûd ile mevcûddurlar. Nitekim Ehl-i Sünnet âlimlerinin görüşü de böyledir.

Allah Teâlâ onlara çalışmalarının ecrini versin. İşin doğrusu böyledir.

Perdenin mânâsı, ancak bir şeye zâid olmaktır (perde bir şeyin zâtının aynısı olmaz, zâta ilâvedir).

Kâbiliyyet-i ûlânın altında mâdem ki başka kâbiliyyetler vardır ve o kâbiliyetler ancak zât-ı mahza (sırf zâta) göre zâiddir, o hâlde o (ilk) kâbiliyetin bu (alt) cihetten boyanması perde olmaya sebep olmaz. Evet burada perde de ortaya çıkmıştır.

Birinci sûrette (diğer peygamberlerin hakîkati olan kâbiliyyet-i zâtta) ise böyle değildir, çünkü perde burada aynî ve hâricîdir. Ancak bilmek gerekir ki, ilmî (hayâlî) perdeyi kaldırmak mümkün hattâ vâkidir. Hâricî (varlık sahasına çıkmış olan) perdeyi kaldırmak ise mümkün değildir.

Bu sebeple Muhammedîler (müslümanlar) için terakkî yani mânevî yükseliş vukû bulur, terbiyecileri (rableri, feyz kaynakları) olan ilâhî isimlerden Rabbü’l-erbâba (zâta) yükselirler. Şüphesiz, tecellî-yi zâtî Hz. Muhammed’e (a.s) ve ona tâbî olanlara mahsustur. Onların müşâhedeleri perdesiz olur.
Düşün!
Sıfatlar ve kâbiliyetler tarafında mahlûkâttan ve kendi terbiyecileri olan isimlerden bu yükselişin olması mümkün değildir. Çünkü bu perde ortadan kalkmaz ki yükseliş mümkün olsun.

Bugün bazı sûfîler Hakîkat-ı Muhammedî’yi, zâtın bütün sıfatlarla icmâlen (özet olarak) vasıflanma kâbiliyeti olarak düşünmüşlerdir. Bu düşüncenin kaynağı şudur: O cemâat, sıfatlar hânesindedir (makâmındadır), o makâmdan nasipleri vardır. O makâmın kâbiliyyeti, söz konusu edilen kâbiliyyettir. Nitekim yukarıda geçti. Bu sebeple mecbûren o yüksek makâmı o servere (a.s) nisbet etmişlerdir. Doğrusu ise daha önce zikredilendir.

Allah Teâlâ daha iyi bilir, doğru yolu gösteren de O’dur.

Onların hükmü ve anlayışı böyledir, onlara göre bu kâbiliyyet şuûnâtın üzerindedir, şuûnâtı da onun altında saymışlardır. Oysa onların şuûnât dedikleri şey şuûnât değil o kâbiliyyetin altındaki sıfatlardır. O tâifenin nazarı o hâneyi (makâmı) geçemediği için sıfatları şuûnât (sıfatların asılları) zannetmişlerdir. Bu sebeple sıfatların zâta zâid oluşunu inkâr etmişlerdir. Aksine, şuûnât zâtın aynısıdır, sıfatlar ise zâta zâid olarak mevcutturlar.

Şuûnât (şuûnlar) konusu ayrıca yazılmıştır, sıfatlar da müstakil olarak ayrı bir kağıtta yazılmıştır. Oradan okuyup düşünmek gerekir.

***

MÜKÂŞEFÂT-I GAYBİYYE (MANEVÎ YOLCULUK)

İmâm-ı Rabbânî

Tercüme: Doç. Dr. Necdet Tosun

SUFÎ Kitap Yayınları


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Rabbani Hakîkatler: Hakîkat-ı Muhammedî
MesajGönderilme zamanı: 12.01.10, 09:25 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 27.12.08, 17:20
Mesajlar: 565
27. Bölüm: Hakîkat-ı Ahmedî Eleştirisine Cevap

Değerli (din) kardeşim Hâce Muhammed Hâşim, din büyüklerinden bir zâtın benim iki sözüm hakkında şüpheye düştüğünü yazarak açıklama istemişlerdi.

Bu iki sözden birisi şudur: “(Peygamberimizden) Bin yıl sonra Hakîkat-ı Muhammedî, Hakîkat-ı Ahmedî olur” . İbârenin tümünü yazmışlardır ki bundan sonra bir fıkra (paragraf) vardır. (Bin yıl sonra) her iki isimle de (Hakîkat-ı Muhammedî ve Hakîkat-ı Ahmedî olarak) gerçekleşir. Bu ibâre üzerinde düşündükten sonra baksınlar, o şüphe kalacak mı, kalmayacak mı? Bir hakîkatin, kendi isimlerinden ikisi ile isimlenmesine bir mâni var mıdır?

Bu isimler de uzun zaman sonra bir biri ardından gelen özel kemâlâttır ve bir kemâlden diğerine bil-kuvve (teorik ve potansiyel olarak) yükselmektir.

Filozoflar mücerred (soyut) şeylerde bütün kemâlâtı bil-fiil îtibâr etmişler, kuvveden fiile yükselmeyi câiz görmemişlerdir. Bu, onların dar görüşlülüğü sebebiyledir. (Hadis-i şerif:) “İki günü eşit olan (aynı seviyede kalan) kişi aldanmıştır”. (Hz. Muhammed’in hakîkati de aynı seviyede kalmamış, zamanla mânen yükselip Hakîkat-i Ahmedî ismini almıştır).

Yeryüzüne inişi, Peygamberimizin gönderilişinden bin sene sonra olacak olan Hz. Îsâ’nın (a.s) Efendimiz’i (a.s) “Ahmed” ismiyle anmış olması ve onun geleceğini kavmine müjdelerken bu ismi kullanmış olması bu hikmete mebnî olmalıdır. Çünkü (Hz. Îsâ’nın yeryüzüne ineceği zaman olan hicretten en az bin yıl sonrası) bu Ahmed isminin saltanat zamânıdır (çünkü bu dönemde Hakîkat-ı Muhammedî ismi, Hakîkat-ı Ahmedî’ye dönüşür). Yoksa, Hz. Îsâ’nın meşhur olmayan bu Ahmed ismini anmasının ne hikmeti olabilirdi? Çünkü halk bu isim sebebiyle şüpheye düşerler ve isimden müsemmâya (hakîkate) ulaşamazlar.

Bundan da kıyâs etmek gerekir ki, Efendimiz’in (a.s) ismi yeryüzünde Muhammed, gökte ise Ahmed’dir. Kemâlât-ı Muhammedî dünyâ ehli ile ilişkilidir, Kemâlât-ı Ahmedî ise gök ve mele-i a‘lâ (melekler) ile ilişkilidir. Efendimizin (a.s) vefâtından sonra 1000 sene geçince –ki bu sürenin değişimde tam bir etkisi vardır ve onun (a.s) dünyâ ehli ile ilişkisi azalır-, Kemâl-i Ahmedî doğar, o kemâlin ilim ve mârifetleri zuhûr eder. Şüphe nedir ve tereddüt nerededir? Şüphe konusunda yazmışlardır ki: “Hakîkat olan bir şeyde zaman ve değişme olmaz. Hakîkat kelimesiyle ne kastetmişler ve değişme derken ne demek istemişlerdir”. Kalp hakîkat değildir. Takallüb (değişme) hakîkattir. Kalbin bir kemâlden (yüksek hâlden) diğerine, bir renkten diğerine boyanmasıdır hakîkat.

Bu açıklama ile (itiraz eden kişinin): “Hakîkat-ı Ahmedî derken onun (Ahmed Sirhindî’nin) maksadı bizzat kendisidir, yoksa bin yıl kaydının ne anlamı olurdu, bin yıllık duâ kabul edildi ve Hakîkat-ı Ahmedî oluştu demesinin ne anlamı kalırdı?” şeklinde ortaya attığı şüpheler giderilmiş oldu. Bin yıl dememizin hikmeti de açıklanmış oldu.

İkinci şüphe şudur ki: “Onun (Sirhindî’nin) sabâhat ve melâhat kelimelerinden maksadı nedir? Hz. Peygamber ve Hz. İbrâhim onları birleştirememiş de, o (Sirhindî) birleştirmiş”.

Sabâhat ve melâhat kelimelerinden maksadımız, Hz. Peygamber’in: “Kardeşim Yusuf (a.s) daha sabâhat (yüz güzelliği) sâhibidir, ben ise daha melâhat (mânevî güzellik) sâhibiyim” şeklindeki sözünde ifâde edilen sabâhat ve melâhattir. Hz. Peygamber melâhati (mânevî güzelliği) kendisine, sabâhati ise Yusuf (a.s)’a nisbet etmiştir. Bu sabâhat de, Hz. Yusuf’a büyük babası Halîlürrahmân Hz. İbrâhim’den ulaşmıştır.

Bir hizmetçi hizmetkârlık etse, güzel bir insanın güzelliğini arttıracak şekilde ona tarayıcılık (kuaförlük) yapsa, rehberlik ederek iki güzeli buluştursa ve birinin güzelliğini diğerininki ile birleştirse, o iki güzelde ne kusur olabilir ve bu hizmetçiliğin güzelliğinde hangi eksiklik vardır? Hizmetçilerin efendilerine yardımı, efendilerin değerinin büyüklüğü sebebiyledir; efendilerin kemâl, heybet ve yüksek makâmını gösterir. Kendisine hizmet ve yardım edecek hizmetçileri bulunmayan bir efendi, hizmetçileri olmayan ve ordusuz yaşayan bir padişah gibidir. Kişinin kendi seviyesindeki insanlardan yardım alması eksikliktir, hizmetçi ve uşaklardan yardım almak ise övülen bir durumdur. Övülen ile yerilen durumu ayırmak için basîret lâzımdır.

Allah’ı hamd ile tesbih ederim.

Bir grup insan vardır ki, bir şahsın binlerce hüneri olsa, ama sâdece bir tane kusuru bulunsa, o kusuru öne çıkarıp hünerlerini arkaya atarlar ve eleştirirler. Bilmezler ki, belki o bir kusur da -zâhirden sarf-ı nazar edilirse- bir hüner ihtivâ etmektedir. Zâhirden sarf-ı nazar edilen (mecâz olarak yorumlanan) sözler Kur’ân’da, sünnette ve tarîkat şeyhlerinin sözlerinde çoktur. Bu (sözümüz), İslâm’da kırılan ilk şişe değildir. (Daha önce şatahât türünde söz söyleyen bir çok zât olmuştur).

Şu kadarını bilmek gerekir ki, bir kişi kendisini peygamberden daha üstün görürse ve peygamberi bazı işlerde kendisine tâbi bilirse, bu zındıklıktır. Ama bizim bu açıklanan mânâdaki sözümüzden şüpheye düşmek, o sözün sâhibinin zındık olduğuna hükmetmektir. Allah insaf versin.

Mısrâ:
“Rûmî küfür sözü söylememiştir, söylemez de, onu inkâr etmeyin”.

Ne garip belâdır ki, sözlerimden şüphe eden kişiyi dost bilirdim ve onun tâlihli olduğunu düşünürdüm. Beni inkâr ve sözlerimi red nereden çıktı? Hangi sebeple inat yolunu seçti? İnat ve taassup sebebiyle ortaya attığı sorular cevap vermeye değmez, mâzerete de sığmaz. Ama arada siz (Muhammed Hâşim) vâsıta olduğunuz için cevap verildi.

Doğruyu ilhâm eden Allah Teâlâ’dır. Dönüş de O’nadır.

***

MÜKÂŞEFÂT-I GAYBİYYE (MANEVÎ YOLCULUK)

İmâm-ı Rabbânî

Tercüme: Doç. Dr. Necdet Tosun

SUFÎ Kitap Yayınları


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Rabbani Hakîkatler: Hakîkat-ı Muhammedî
MesajGönderilme zamanı: 15.01.10, 10:50 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 27.12.08, 17:20
Mesajlar: 565
10. Bölüm: Zâtî Tecellî ve Hakîkat-ı Muhammedî:

Allah’ın zâtının tecellîsi, zâtın zuhûr edip görünmesinden ibârettir. Bir şeyin zuhûru, taayyün (belirme) ve temeyyüz (sıfatların ayrışması) olmadan imkânsızdır. O hâlde zâtın tecellî ve zuhûru ancak taayyünle olur. O da taayyünlerin en büyüğü ve en genişi olup “vahdet” diye adlandırılan “taayyün-i evvel”dir.

Bütün mahlûkâtın efendisi olan Peygamber Efendimiz’in (a.s) mebde-i taayyünü (belirişinin başladığı yer) bu “vahdet” mertebesidir.

Tasavvuf yolcusunun mânevî seyahatinin son noktası, mebde-i taayyünü olan ilâhî isim olduğuna göre, tecellî-i zât Peygamber Efendimiz’e (a.s) mahsustur. O taayyün (-i evvel), bütün ilâhî sıfat, isim, nisbet ve îtibârları icmâlî olarak (özetle ve topluca) birbirinden ayrışmaksızın ihtivâ etmektedir.

Vâhidiyyet” mertebesinde ise bu sıfatların tafsîli ve detayları ortaya çıkar, kısımları oluşur. Sıfatlardaki bu tafsîl ve kısımlar diğer mahlûkâtın mebde-i taayyünleridir. Bunlar, o birinci taayyünün (vahdet mertebesinin) altında kalan ilâhî isim ve sıfatlardan ibâret olup (ikinci taayyün olan) vâhidiyyet mertebesinde tafsîl ve detayları ortaya çıkmıştır.

O hâlde (Peygamber Efendimiz hâricindeki) diğer tasavvuf yolcularının mânevî ilerleyişinin son noktası bu (tafsilli) ilâhî isim ve sıfatlara (ikinci taayyüne) kadardır. Bu durumda diğerleri için (zât değil) sıfat ve isim tecellîsi olur. “Zâtî tecellî, tecellî sâhibinin mebde-i taayyünü olan ilâhî ismin perdesinde olur” sözünün mânâsı da budur.

Bu durumda, Hakîkat-ı Muhammedî (Hz. Muhammed’in hakîkati) “bütün” ve genel olur, diğer varlıkların hakîkatleri ise onun “cüz” ve parçaları olur.

Hz. Muhammed’e (a.s) tâbî olma mutluluğuna erişen ve tam olarak ona uyanlara bu tâbî olma ve münâsebet sebebiyle zâtî tecellîden bir nasip ve hisse vardır. Çünkü onlara keşf olunmuştur ki, onların hakîkatleri, bütün varlıkların hakîkatlerinin özüdür. Bu sebeple onlar (Peygamber’e tâbî olarak zâtî tecellîden nasip alanlar) ayrışma ve kısımların tafsîle gelmesi sıkıntısından kurtulmuştur. Sanki onlardan görülen şey, kısım perdesi olmaksızın (tecellî-i zâtîden) o hissenin aynısıdır. Onların mebde-i taayyünleri de o hissedir, kısımlar değil.

Meselâ “isim”, kendisine delâlet etme ve bir zamana bağlı olmama perdesi içinde kelimenin bir özelliğidir. Yani “isim”, onun mebde-i taayyünü ve kelimenin diğer kısımlarından ayrışmasının başladığı yerdir. Ancak isim kendisini fiil ve harfin aynısı olarak görünce, ayrışma ve kısımlarda tafsîlâta gelme sıkıntısından kurtulur. Kendi mebde-i taayyünü olarak aynı kelimeyi bulur, o kelimenin bir kısmını değil.

***

MA‘ÂRİF-İ LEDÜNNİYYE (ARİFLERİN HALLERİ)

İMÂM-I RABBÂNÎ

Doç Dr. Necdet TOSUN

SUFİ Kitap


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Rabbani Hakîkatler: Hakîkat-ı Muhammedî
MesajGönderilme zamanı: 18.01.10, 10:06 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 27.12.08, 17:20
Mesajlar: 565
22. Bölüm: Velâyet-i Hâssa-i Muhammediyye:

Bilesin ki, Velâyet-i Hâssa-i Muhammediyye (Hz. Muhammed’e mahsus olan velîlik) –o mâkâmın sâhibine salât ve selâm- “meczûb sâliklere” (yani önce cezbeye nâil olan sonra seyr u sülûke başlayan kişilere) mahsustur. Bunlar “murâdlar” (Allah tarafından istenenler) diye adlandırılırlar; mürîdler (Allah’ı isteyenler) ise zâtî isti‘dâdları hasebiyle bu makâmdan nasip alamazlar. Mürîdler derken, seyr u sülûkü cezbelerinden önce (veya önde) olanları kastediyoruz. Ancak sevilen bir murâd, seven bir mürîdi terbiye eder, onda tasarrufta bulunur ve onu cezbe tarafına güçlü bir şekilde çekerse, o zaman durum başkadır (o mürîdler de bu velâyet makâmından nasip alabilirler).

Nitekim Ali b. Ebî Tâlib’in (kerramallâhü vecheh) durumu böyledir. O, sâlik-meczûb olmasına rağmen Peygamber Efendimiz’in (a.s) tam bir terbiyesi ve kendisi tarafına çekmesi sâyesinde velâyet-i hâssa-i Muhammediyye mertebesine ulaşmıştır.

Kendisinden önceki diğer üç halîfe ise böyle değildir. Onların cezbeleri sülûklerinden öncedir.

Peygamber Efendimiz’in (a.s) hâli de böyledir. Onun cezbesi sülûkünden öncedir.

Bu açıklamadan, bütün meczûb-sâliklerin velâyet-i hâssa-i Muhammediyye mertebesine ulaşabileceği zannedilmesin.
Aslâ.
Aksine, asırlar sonra onlardan binlercesi içinde bu makâma ulaşan bir kişi olursa, onun varlığı ganîmet bilinir.

“Bu Allah’ın lütfudur, onu dilediğine verir. Allah büyük lütuf sâhibidir” (el-Hadîd, 57/21).

Salât ve selâm Efendimiz Muhammed’e ve ailesine olsun.

***

MA‘ÂRİF-İ LEDÜNNİYYE (ARİFLERİN HALLERİ)

İMÂM-I RABBÂNÎ

Doç Dr. Necdet TOSUN

SUFİ Kitap


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Rabbani Hakîkatler: Hakîkat-ı Muhammedî
MesajGönderilme zamanı: 07.04.11, 23:24 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 22.01.10, 04:41
Mesajlar: 345
"....Mısrâ:

“Rûmî küfür sözü söylememiştir, söylemez de, onu inkâr etmeyin”.

Ne garip belâdır ki, sözlerimden şüphe eden kişiyi (evvelce) dost bilirdim ve onun tâlihli (hayırlı) olduğunu düşünürdüm. Beni inkâr ve sözlerimi red nereden çıktı?.. Hangi sebeple inat yolunu seçti?..

İnat ve Taassup sebebiyle ortaya attığı sorular cevap vermeye değmez, mâzerete de sığmaz. Ama arada siz (Muhammed Hâşim) vâsıta olduğunuz için cevap verildi.

Doğruyu ilhâm eden Allah Teâlâ’dır. Dönüş de O’nadır..."

eser: Mükaşefat-ı Gaybiyye / İmam-ı Rabbanî hazretleri (ks.)

"cahil ne var mü'min ise: cahillikten kalır değil!.."

"Allah ehlinin" gönlünden düşeceğine nüh felekden aşağı düş daha iyi demişler..

işbu sözü, O Allah'ın sevgili kullarının gönlünde olanlara veya O görklü gönüllerde kendisine yer arayanlara soracaksın, çünkü Onlar neyin ne olduğunu pek iyi bilirler, "olmayanlar ve aramayanlar" ne bilirler?..

ancak yiyip içip pislemeyi bilirler!..

yahu ne beladır bu Evliya münkirliği........ :x

şerh-i fakir: eceli geleceği zaman cami duvarına işemeye duracak olan köpekler -ne bugün ne de yarın- nasihatpezir olmazlar, binaenaleyh onlara mesaj vermekle, cevap yetiştirmekle meşgul olmak beyhude melahiden öte bir şey değil!..

görülüyor ki:

fi-nefsel-emr, muaraza da muvafakat da kabiliyet (ayn-ı sabit) mes'elesidir:

Rabbime sonsuz hamd ü senalar olsun ki artık yavaş yavaş bazı şeyleri anlayabiliyorum... :)


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Rabbani Hakîkatler: Hakîkat-ı Muhammedî
MesajGönderilme zamanı: 08.04.11, 07:53 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 11.04.10, 21:30
Mesajlar: 29
Kavramlar konusunda bazı zihinler bulanmış. Aslına bakılırsa, bulandırılmış. Müslümanlığımızı Allah tanımladığı gibi, veli ve evliyayı da o tanımlamış. Bakın, kısa bir kaç alıntı:


Veli Allah dostu anlamında olduğuna göre, kendi dostunun kim olduğunu en iyi bilen Allah Teâlâ'dır. O, bu konuda şöyle buyurur:

“İyi bilin ki Allah’ın velilerine korku yoktur. Onlar üzülecek de değillerdir. Bunlar inanmış olan ve takva ehli bulunan kimselerdir.” (Yunus 10/6263)

Demek ki, inanıp takva ehli olanlar Allah’ın velisidir. Takva ehli olanların kimler olduğu da Bakara
suresinin baş tarafında bildirilmiştir.

“Onlar gayba inanan, namaz kılan, kendilerine verilen rızıktan yerli yerince harcayan, Hz. Muhammed'e ve ondan önceki elçilere indirilene inanan, ahireti kesinkes kabul eden kimselerdir.”
(Bakara 2/24)

Her müslüman kolayca bu tanıma girer. Kur’an’da veli tanımı bu iken siz niçin başka bir tanım yapıyorsunuz?

Veli, dost demektir. Karşıtı düşmandır. Yani yukarıda tanımladığınız kimseler Allah'ın dostu da müslümanlar, haşa onun düşmanı mı? Kimileri de şeytanı veli edinir.

“Kim Allah’ın berisinde şeytanı da veli edinirse doğrusu açık bir biçimde kaybetmiş olur.”
(Nisa 4/119)

Dostluk karşılıklı olur. Müminler Allah’ın velisi olduğu gibi Allah da müminlerin velisidir. Şeytan
da kendini veli bilenlerin velisidir.

“Allah müminlerin velisidir, onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Allah’ı tanımazlık edenlerin evliyası da zorbalardır. Bunlar onları aydınlıktan karanlıklara sokarlar. Onlar cehennemlik kimselerdir.
Orada devamlı kalacaklardır.“ (Bakara 2/257)

“Allah’a and olsun ki, biz senden önceki topluluklara da elçiler göndermiştik. Ama şeytan onların yaptıkları işleri kendilerine güzel göstermişti. O, bugün de onların velisidir. Onlar için acıklı bir azap vardır.” (Nahl 16/63)

“Şeytanları inanmayanların evliyası kıldık.” (Araf 7/27) “Onlar Allah’ın berisinden şeytanları kendile rine evliya edindiler. Zannediyorlar ki, doğru yoldadırlar.”
(Araf 7/30)

Müminler birbirlerinin velisidirler.

“Sakın ola müminler, müminlerden önce o kafirleri kendilerine veli edinmeyeler. Her kim böyle yaparsa artık Allah’tan hiçbir şey beklemesin. Ama bunu onlardan korunmak için yapmışsa o başka.” (Ali İmran 3/28)

Bu konuda çok âyet vardır. Dostluğun dereceleri olur. Öyle insanlar vardır ki, Allah'a iyi bir kul olmak için elinden geleni yapar; malını, canını ve her şeyini onun yoluna koyar. Tabii ki, Allah’ın böylelerine olan dostluğu fazla olur.

“Sana vahyettiğimiz Kitap gerçeğin ta kendisidir. Kendinden öncekileri de doğrulamaktadır. Allah kullarından, kesinkes haberdardır ve onları görmektedir. Sonra bu Kitap’ı kullarımız içinden seçtiklerimize
bıraktık. Onlardan kimi kendini yanlışa sürükler, kimi orta yolu tutturur, kimi de Allah’ın izniyle hayırlarda öne geçmek için yarışır. İşte faziletin büyüğü budur.” (Fatır 35/3132)

Bu büyük fazileti elde edenler her zaman Allah’ı kendileriyle beraber hissetmenin huzur ve mutluluğunu yaşarlar. Karşılaştıkları güçlükleri gözlerinde büyütmez, Allah’ın izniyle üstesinden geleceklerini bilir, Allah’a dayanıp yollarına devam ederler. Bunların sıkıntıları görünüştedir, içleri daralmaz.

düşünün...


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Rabbani Hakîkatler: Hakîkat-ı Muhammedî
MesajGönderilme zamanı: 08.04.11, 10:18 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 07.12.10, 00:24
Mesajlar: 424
cogito yazdı:
Müminler Allah’ın velisi olduğu gibi Allah da müminlerin velisidir.


"Tüm müminler velîdir, evliyaullahdandır" ...

velakin kimi birkaç gram kimi birkaç ton velâyet yüklenmiştir.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Rabbani Hakîkatler: Hakîkat-ı Muhammedî
MesajGönderilme zamanı: 08.04.11, 10:47 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 11.04.10, 21:30
Mesajlar: 29
Kesinlikle, ve buna ancak Allah karar verir. Bizim tonlar gördüğümüz belki de toz kadardır, toz gördüğümüz tonlar kadar. Bizim bir sınıflandırma yapma hakkımız yok.


"De ki: "Herkes kendi yapısına göre davranmaktadır; ve bunun içindir ki Rabbiniz kimin en iyi yolu seçtiğini çok iyi bilmektedir"
(6:157)

"De ki: "Öyleyse, O her şeyin Rabbi iken Allah'tan başka bir Rab mı arayacağım?" İnsanların işlediği (kötü) fiiller yalnızca kendilerini ilgilendirir; ve sorumluluk taşıyan hiç kimseye başkasının sorumluluğu yüklenmez. Zamanı geldiğinde hepiniz Rabbinize döneceksiniz: ve o zaman üzerinde ihtilafa düştüğünüz her şeyi size (gerçek haliyle) gösterecektir." (62:8)

Haber verince, göreceğiz :)


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 11 mesaj ]  Sayfaya git 1, 2  Sonraki

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 3 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye