Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 3 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: Hüzünlü Bir Günün Sene-i Devriyesi
MesajGönderilme zamanı: 09.06.09, 22:33 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 30.04.09, 09:08
Mesajlar: 148
Hüzünlü Bir Günün Sene-i Devriyesi

Prof. Dr. Osman ÖZSOY

Peygamber Efendimizin miladi olarak 8 Haziran 632 de vefat ettiği düşünülürse, bugün itibari ile tam 1377 yıl olmuş.


08 Haziran 2009

2004 yılı Nisan ayında Kutlu Doğum Haftası vesilesiyle İstanbul'da bilbordlara bazı sivil toplum kuruluşlarınca, "Hz. Muhammed 1477" yaşında afişleri asılmıştı. İyi bir anma sloganı değildi. Mevzuyu sığlaştırıyordu. O günlerde eleştirmiştim. Bu hesaba göre Hz. Musa 4 bin, Hz. İsa 2 Bin yaşında olur. Geçen yılların uzunluğu mevzuya değer kazandıran bir muhteva olarak yansıtılmamalıydı.

Tasavvuf düşüncesinde ilk yaratılan, varlıkların başlangıç sebebi olan Nur-ı Muhammedî'dir. Yaratılmışlar arasında herşeyden önce o vardı. Yunus Emre Divanında bu konuyu uzun anlatır. Hz. Muhammed'in (sav) tüm varlık aleminde ilk yaratılan olduğunu ifade eden manzume ve beyitleri vardır.

"Allah'ın ilk yarattığı şey, benim nurumdur" hadis-i şerifinin devamında âlemin yaratılış safhaları sırayla, kalem, levh, arş, hamele-i arş olan melekler, kürsi, diğer melekler, gökler, yerler... şeklinde ifade edilir. Göklerin ve yerlerin yaratılmasından önceki safhalarda, yaratılış doğrudan doğruya Nur-u Muhammedîden gerçekleştiği bilgisine yer verilmektedir. Her şeyin bir sebebe bağlandığı bu hikmet dünyasında, şu görünen âlemin başlangıcının böylece takdir edilmiş olması İlâhî hikmete muvafık düşmektedir.

Son sözleri...

Mevzuya yaptığımız bu girişten sonra, gelelim bundan 1377 yıl öncesine, 8 Haziran 632 tarihine...

Peygamber Efendimizin vefatından bir gün önceydi...

Herkes nefesini tutmuş bekliyordu. Çünkü az evvel Hazreti Peygamber, "Bende bir hakkı olan varsa gelsin alsın" dediğinde, orada bulunan sahabelerden biri; "evet, benim bir alacağım var. Bir gün kırbacınızın ucu o sıra açık olan sırtıma değmişti de, canım yanmıştı" dedi. Hz. Peygamber hiç tereddüt etmeden üstündeki kıyafeti sıyırdı, arkasını döndü ve 'vur' dedi.

Herkes şaşkındı. O sahabe hemen koşturdu ve elini yüzünü Hz. Peygamber'in mübarek sırtına sürdü, doyasıya öptü. Ardından da, "teninizin değdiği yerleri cehennem ateşinin yakmayacağını bildiğimden, mübarek bedeninize dokunabilmek için mahsus böyle söyledim" dedi. Hz. Peygamber bu davranışıyla, kul hakkının ne kadar önemli olduğunu bir kez daha göstermiş oldu.

Vefatına çok az bir süre kala göz nuru kızı Hz. Fatma'yı yanına çağırdı ve kulağına bir şeyler söyledi. Hz. Fatma'nın önce üzüldüğü sonra sevindiği görüldü. Hikmeti sorulduğunda; "Babam bana yakında vefat edeceğini söyleyince çok üzüldüm. Fakat benim yanıma ilk sen geleceksin dediğinde ise sevindim" cevabı verdi. Nitekim Hz. Fatıma Peygamber Efendimizden 6 ay sonra vefat etti.

Peygamber Efendimiz vefat etmeden az önce eşi Hz. Ayşe'nin dizine uzandı ve mübarek başını Hz. Ayşe'nin çenesi ile göğsü arasına yasladı. Misvak istedi. Takatsiz olmasına rağmen, zaten inci tanesi gibi olan dişlerini temizledi. Rabbi'nin huzuruna tertemiz gitmek istiyordu.

Bu vesile ile şu noktanın da altını çizelim.

Peygamber Efendimizin son nefesini vermeden az önce dişlerini temizlemesi, kıyametin kopmak üzere olduğunu bilseniz bile elinizde bir fidan varsa dikiniz tavsiyesini ve benzeri binlerce örnek davranışını kendimize de, toplumumuza da, insanlık alemine de yeterince anlatamadık ya, ona yanıyorum. Dünya Çevre Haftası'nın kutlandığı şu günlerde başka söze gerek kalır mıydı?

Benzer örneklere diğer dinlerin mühim şahsiyetlerinin hayatlarında bu kadar yoğunlukla denk gelinmiş olsa, tüm dünya çoktan onların dinlerine dahil olmuş olurdu. Hz. Peygamber'i ve bu dine ait değerleri ve güzellikleri insanlığa anlatmakta geç kaldık, vesselam... Eğer bugün dünyada ineğe tapanların sayısı Müslümanların sayısına yakınsa, kristal misüllü değerlerini dünyaya anlatamayanların "ah benim öküz kafam" diye düşünmesi ve hicap duyması gerekir.

Durum böyle olunca, Amerikan Başkanı Obama konuşmasında Kur'an'dan bir iki alıntı yaptı diye avunup duruyoruz. Bir örnek abide olarak Hz. Peygamber insanlığı çepeçevre kuşatıncaya ve O'nun mesajı herkese ulaşıncaya kadar kendimizi yeterince birşey yapmış duygusu içinde hissetmemeliyiz.

Türkçe Olimpiyatları'ndaki güzelliğe bir de bu pencereden bakınız... Oralara, o tertemiz genç dimağlara götürülen nefes kimin nefesi... O tatlı yüzler bize neden bu kadar sıcak geliyor... Hangi iklimin rahmet esintileri o gençlerin çehrelerinde tebellür etmiş ve bir nur halesi nakşedilmiş.

Sonra da vicdanınıza bir sorun... O mesajı oralara götürmek için gidenlere de, onların buralara gelmesine vesile olanlara da ne kadar katkımız oldu. Neden sadece 115 ülke vardı da, insanoğlunun yaşadığı her yöreden, her köşeden, her ülkeden, her kabileden çocuklar yoktu. Ve biz, bu mesaj ve bu nefes her yere ulaşabilsin diye o civanmertlere, Başbakan Erdoğan'ın tabiri ile günümüzün o çağdaş akıncı beylerine nasıl bir katkıda bulunabiliriz? Bu sadece onların mı sorumluluğu ki kenardan seyrediyoruz. Bari birşey yapmıyorsak, hased ya da kıskançlıkla hayırlı işlere mani olmayalım da, hiç olmazsa günahlarına girmeyelim. Şeytanı sevindirmeyelim.

Son anları...

Peygamber Efendimiz vefatından az önce son sözleri olarak; Namaza dikkat edilmesini, kadın haklarının korunmasını, idare altındakilere iyi muamele edilmesini, emanetlerin yerlerine ulaştırılmasını istedi." (Câmiü's-Sağîr, c.3, s.188/3190) İnsanlık sırf bu öğütlere kulak verse, daha yaşanılabilir bir dünya oluşturmak işten bile değildir.

Son cümlelerini tamamlamıştı ki, bir ara kapı çaldı. Gelen Hz. Cebrail'di. Selam verdi. Peygamberlik görevinin sona erdiğini söyledi. Ardından, kapıda bekleyen bir misafir daha olduğunu ve eğer izin verirse ancak içeri girebileceğini söyledi. Hz. Peygamber "o kim?" diye sordu. Hz. Cebrail, ölüm meleği Hz. Azrail dedi. Hz. Peygamber, "gelebilir, ben hazırım" cevabı verdi. Şahadet parmağını yukarı kaldırdı; "Yüce Dosta" gittiğini söyleyerek ruhunu teslim etti. Hz. Ayşe seslendi, cevap alamadı. Hz. Peygamber'in mübarek gözünden bir damla yaşın yanağına süzüldüğünü gördü.

Bilemiyoruz artık Hz. Peygamber niçin ağlıyordu. Geride bıraktığı dost ve arkadaşlarının hasretine mi, yoksa Müslümanların emanete yeterince sahip çıkamayacakları endişesi ile mi?

Ya Rasül... Emanetine yeterince sahip çıkamadık, doğrudur. Ama bugün dünyanın dört bir yanında milyonlarca Müslüman yeni bir kıpırdanışın arefesinde... Kar çiçekleri sert kışın ardından yeniden boy göstermeye başladı...

İşin doğrusu Türkçe Olimpiyatlarını ben biraz da bu gözle izledim ve bir kez daha umutlandım.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Hüzünlü Bir Günün Sene-i Devriyesi
MesajGönderilme zamanı: 29.06.10, 13:37 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 30.04.09, 09:08
Mesajlar: 148
“Neden Hz. Aişe Validemiz?”

Prof. Dr. Osman ÖZSOY

Peygamberimiz 8 Haziran 632′de vefat etti. 1378 sene önce bugün, 9 Haziran’da toprağa verildi. Son nefesini özellikle eşlerinden birinin yanında vermek istemişti. Bunun hikmetine siyer yazarları şöyle dikkat çekti:

Bugün sizlere, ilk okuduğumda oldukça şaşırdığım ve 7 aydır bugün için yazmak üzere beklettiğim tarihi bir ayrıntıdan söz edeceğim. Neden bugün sorusunun cevabı ise gayet basit…

Peygamber Efendimiz (sav) 8 Haziran 632 tarihinde vefat etti. 9 Haziran 632 Salı günü, yani bundan tam 1378 sene önce bugün, vefat ettiği odaya defnedildi. Yani miladi takvim olarak Peygamber Efendimizin vefat yıldönümünü idrak ediyoruz.

Vefatının son günlerinde sağlık durumu ağırlaştı. Şiddetli başağrısı çekiyordu. O gün, Resulullahın nikâhı ile şereflenen son hanımı olan, eşleri arasında da en son vefat eden Hz. Meymune Validemizin odasındaydı.

Bir ara hastalığının şiddeti ile bayıldı. Bir müddet sonra kendine geldiğinde, “Ben yarın nerdeyim” diye sordu. Durumu ağır olduğu için o sırada diğer eşleri de Hz. Meymune Validemizin odasındaydılar ve sağlığına kavuşması için dua ediyorlardı. Peygamber Efendimizin sorusu üzerine, Meymune Validemiz yarın hangi eşinde olacağını söyledi. Bunun üzerine “Yarından sonra” diye tekrar sordu.

Bu ikinci soru üzerine Peygamber Efendimizin eşleri birden birbirine baktılar. Hz. Aişe Validemizin ayrı bir yeri olduğunu ve O’nu çok sevdiğini biliyorlardı. Anladılar ki, sıranın hangi gün Hz. Aişe Validemizde olacağını öğreninceye kadar bu sorular devam edecek. Sonra hepbir ağızdan, “Ya Rasülallah, sağlığınıza kavuşuncaya kadar, biz sıramızı Aişe’ye verdik” dediler.

İşte tam bu noktada akıllara, “neden Hz. Aişe Validemiz” sorusu gelebilir. Yazıya başlık olan sır da tam da bu noktada gizli.

İngiliz asıllı Müslüman yazar Martin Lings (Ebubekir Siraceddin), Pakistan devletince her yıl verilen “Siret Ödülü”nü kazanan ve birçok dile çevrilen “Hz. Muhammed’in Hayatı” isimli kitabında bu konuda ilginç bir ayrıntı verir.

Vahiy meleği Hz. Cebrail’in, eğer o sırada Peygamber Efendimiz hane-i saadetlerinde (yani evinde) ise, sadece eşi Hz. Aişe’nin yanında iken vahiy getirdiğini yazar. Yani vahyin, Peygamber Efendimiz o sırada eşlerinden birinin yanında ise, sadece Hz. Aişe’nin yanında iken geldiğini anlatır. Peygamber Efendimiz o sırada diğer eşlerinden birinin odasında ise, Hz Cebrail’in vahiy getirmek amacıyla teşrif etmediğinin altını çizer. Bu konuya çeşitli kitaplarda da temas edilmektedir. Sayın Fethullah Gülen’in sohbetlerinden birinde de bu ayrıntıya kısaca yer verilmektedir.

Herşeyin doğrusunu ve gerçek hikmetini sadece Allah bilir. Neden sadece Hz. Aişe Validemizin odasında iken… sorusuna cevap olabilecek ayrıntıya yazıyı uzatmamak için girmek istemiyorum. Konu hakkında ciddi malumat sahibi olmayanların ve siyer konusunda vukufiyeti bulunmayanların ulu orta yorum yapmamalarını öneririm. Şu kadarını söylemek isterim ki, konunun çok hoş, çok anlamlı, insan ilişkileri açısından çok değerli, maddi ve manevi iletişim açısından üzerinde durulması gereken boyutları var.

Son tavsiyeleri…

Peygamber Efendimiz (sav) 1378 sene önce, 8 Haziran 632 tarihinde vefat etti, 9 Haziran’da defnedildi. Yani miladi takvim olarak Peygamber Efendimizin vefat yıldönümünü idrak ediyoruz. Bu vesile ile hazır konu açılmışken, Hazreti Peygamber’in vefat etmeden önceki son anlarına ve son mesajlarına kısaca temas etmek yararlı olur.

Vefatından bir gün önceydi. Herkes Peygamber Efendimizin sağlığına biran önce kavuşması beklentisindeydi. O gün durumu önceki güne göre daha iyi görünüyordu. Mescide çıktı, “Bende bir hakkı olan varsa gelsin alsın” dediğinde, orada bulunan sahabelerden biri; “evet, benim bir alacağım var. Bir gün kırbacınızın ucu o sıra açık olan sırtıma değmişti de, canım yanmıştı” dedi. Hz. Peygamber hiç tereddüt etmeden üstündeki kıyafeti sıyırdı, arkasını döndü ve ‘vur’ dedi. Herkes şaşkındı. O sahabe hemen koşturdu ve elini yüzünü Hz. Peygamber’in mübarek sırtına sürdü, doyasıya öptü. Ardından da, “teninizin değdiği yerleri cehennem ateşinin yakmayacağını bildiğimden, mübarek bedeninize dokunabilmek için mahsus böyle söyledim” dedi. Hz. Peygamber bu davranışıyla, kul hakkının ne kadar önemli olduğunu bir kez daha göstermiş oldu.

Vefatına yakın çok sevdiği kızı Hz. Fatma’yı yanına çağırdı ve kulağına bir şeyler söyledi. Hz. Fatma’nın önce üzüldüğü sonra sevindiği görüldü. Hikmeti sorulduğunda; “Babam bana yakında öleceğini söyleyince çok üzüldüm. Fakat benim yanıma ilk sen geleceksin dediğinde ise sevindim” cevabı verdi. Nitekim 6 ay sonra aileden ilk O vefat etti.

Peygamber Efendimiz vefat etmeden az önce eşi Hz. Ayşe’nin dizine uzandı ve mübarek başını Hz. Ayşe’nin çenesi ile göğsü arasına yasladı. Misvak istedi. Takatsiz olmasına rağmen, zaten inci tanesi gibi olan dişlerini temizledi. Rabbi’nin huzuruna tertemiz gitmek istiyordu.

Son sözleri olarak; Namaza dikkat edilmesini, kadın haklarının korunmasını, idare altındakilere iyi muamele edilmesini, emanetlerin yerlerine ulaştırılmasını istedi.” (Câmiü’s-Sağîr, c.3, s.188/3190) İnsanlık sırf bu öğütlere kulak verse, daha yaşanılabilir bir dünya oluşturmak işten bile değildir.

Peygamber Efendimizin, son nefesini neden Hz. Aişe validemizin odasında vermek istediğini anlamamıza yardımcı olacak hadiselerden biri şu şekilde gerçekleşti.

Bir ara Hz. Aişe validemizin odasının kapısı çaldı. Gelen Hz. Cebrail’di. Selam verdi. Peygamberlik görevinin sona erdiğini söyledi. Ardından, kapıda bekleyen bir misafir daha olduğunu ve eğer izin verirse ancak içeri girebileceğini söyledi. Hz. Peygamber “o kim?” diye sordu. Hz. Cebrail, “ölüm meleği Hz. Azrail” dedi. Hz. Peygamber, “gelebilir, ben hazırım” cevabı verdi.

Şahadet parmağını yukarı kaldırdı; “Yüce Dosta” gittiğini söyleyerek ruhunu teslim etti. Hz. Ayşe seslendi, cevap alamadı. Hz. Peygamber’in mübarek gözünden bir damla yaşın yanağına süzüldüğünü gördü.

Bilemiyoruz Hz. Peygamber niçin ağlıyordu. Ayrıldığı dost ve arkadaşlarının hasretine mi, yoksa Müslümanların geride bıraktığı emanete yeterince sahip çıkamayacakları endişesiyle mi?

Rabbim şefaatlerine nail eylesin ve bizleri kendisine layık ümmet kılsın.

Büyük Gün’de buluşmak üzere.

Haber 7


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 3 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 1 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye