Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 80 mesaj ]  Sayfaya git Önceki  1 ... 4, 5, 6, 7, 8
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: Re: Hatemen-Nebiyyîn : Muhammed Mustafa (HAYATI)
MesajGönderilme zamanı: 10.02.11, 12:40 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 14.12.10, 17:07
Mesajlar: 70
81. DERECELER


Yeni dine girme sırasında insanları yönlendiren ruh­sal dürtüler artık çok zayıflamıştı. Bu nedenle şu âyet nazil oldu-

«Bedeviler* dedi ki: «iman ettik» De ki: «Siz iman etmedi­niz, ancak 'islâm (müslüman veya teslim) olduk' deyin. îman he­nüz kalblerinize girmiş değildir. Eğer Allah'a ve Rasulüne itaat ederseniz, O, sizin emellerinizden hiçbirini eksiltmez.» (Hucurat: 14)

Bu âyet iman etmeden teslim olmayı -en aşağı derece olarak kabul ederek İslâm hiyerarşisini tamamlıyordu. Da­ha yüksek dereceler, Hudeybiye anlaşmasından birkaç ay önce Peygamber (s.a.v.)'e nazil olan Nur Sûresinin konu­sunu daha doğrusu konularından birini teşkil ediyor­du. Kur'an'da nur, iman anlamına gelir ve aşağıda bu nu­run (aydınlanmanın) dört derecesi belirtilmiştir:

«Allah, göklerin ve yerin nurudur. O'nun nurunun misali, için­de çerağ bulunan bir kandil gibidir; çerağ bir sırça içerisindedir; sırça sanki incimsi bir yıldızdır ki. doğuya da battya da ait olma­yan kutlu bir zeytin ağacından yakılır; (bu öyle bir ağaç ki) nere­deyse ateş ona dokunmasa da yağı tştk verir. (Bu) Nur üstüne nur­dur. Allah, kimi dilerse onu kendi nuruna yöneltip-ilettr. Allah insanlar için örnekler vermektedir. Allah, herşeyi bilendir.» (Nur: 35)

En alt derecede, aydınlatılan fakat kendisi ışık saçma­yan kandil vardır. Daha sonra sırça gelir, onun üstünde de kutlu zeytin ağacı yer alır. Bu sembollerin anılması insana. «Allah insanlara örnekler verir» diye başlayan ve sebebi­ni belirterek: «belki düşünürler» (Haşr: 21) diye biten baş­ka ayetleri hatırlatıyor. Nur ayetinin tümü insanı düşün­meye çağırır. Fakat derecelere gelince Kur'an bu konuyu burada imalı bir şekilde anlatır. Halbuki ilk nazil olan ayetlerde imanın dereceleri daha açık bir şekilde anlaşıl­mıştır. Bunlardan birinde (Vakıa: 7-40) insanlar üç gruba ayrılmıştır, «Ashabı Meymene» (ahirette amel defteri sağ­dan verilen ya da sağ yanda olanlar), «Ashab-ı Meş'eme» (ahirette defterleri soldan verilenler, ya da sol yanda olan­lar) ve «Yarışıp öne geçmiş öncüler.» «Ashab-ı Meymene» kurtulanlar, «Ashab-ı Meş'eme» de cezalandırılanlar. «Ön­cüler ise en üst derecededirler ve onlara Allah'ın Kulları[1] denilir.. Baş melekleri diğer meleklerden ayırmak için kul­lanılan Allah'a yaklaştırılmış (mukarrebûn) deyimi bun­lar İçin kullanılır. İlk nazil olan sûrelerden bazılarında mü'min kategorisinde, «öncüler»le (sabikûn) «Ashab-ı Mey­mene» arasında yeralan «iyiler» (ebrârl diye bir sınıftan da bahsedilir. Bu üçü arasındaki ilişki Kur'an'm bu üç grubun Cennette ki durumlarıyla ilgili anlattıklarından çıkarılabilir. Ashab-ı Meymene»ye içmek için «saf su» ve­rilirken, en yüce kaynaklar sadece «öncülerde verilir. «İyi­lerde ise, onların «Öncüler» in ayak izlerine uyanlar olduğu­nu belirtir, bir şekilde iki farklı kaynağın karışımı verilir (insan: 5), (Mutaffifin: 27).

Üstünlük derecelerine Kur'an'da kalbten bahsederken de değinilir. Kur'an çoğunluktan bahsederken:

«Gerçek şu ki, gözler kâr olmaz, ancak sinelerdeki kalbler kö­relir» (Hac. 46).

der. Diğer taraftan Peygamber (s.a.v.) tüm diğer Peygam­berler gibi, kalbinin devamh uyanık olduğunu, yani kalb gözünün açık olduğunu söylemiştir. Kur'an bunun belli öl­çülerde başkaları tarafından da paylaşılabileceğini belir­tir, çünkü bazen sadece «temiz akıl sahipleri»ne (ulü'l-el-bab) (Yusuf: ili, Ra'd: 19) hitap eder.

Peygamber (s.a.v.)'in Ebu Bekir hakkında şöyle söyle­diği rivayet edilir: «O sizi çok oruç tutmakla ve çok na­maz kılmakla geçmedi, fakat o sizi kalbinde sabit olan bir şey sayesinde geçti.»[2]

Peygamber (s.a.v.) sık sık Ashabdan bazılarının diğer­lerinden üstün olduğunu belirtirdi. Mekke'nin fethi sırasın­da Peygamber (s.a.v.)'in yanında Halid kendisini azarla­yan Abdurrahman îbn Avf'a sinirlenip karşı çıkınca Pey­gamber (s.a.v.): «Arkadaşlarıma (Ashabıma) nazik dav­ran Halid, çünkü senin Uhud dağı büyüklüğünde altının olsa ve bunu Allah yolunda harcasan, yine de arkadaşla­rımdan hiçbirinin faziletine ulaşamazsın»[3] dedi.

Kur'an'a göre bir derece ile diğeri arasındaki fark ahi-rette, bu dünyadakinden daha büyüktür:

«Onlardan bir kısmım bir kısmına nasıl üstün tuttuğumuzu gör. Muhakkak ahiret dereceler bakımından daha büyüktür, üstün­lük bakımından da daha büyüktür» (tsra: 21).

Peygamber (s.a.v.) de şöyle demiştir: «Cennet ehli ken­di üstlerindeki yüce yerin, şimdi en parlak gezegeni (ve-nüs) doğu veya batı ufkunda gördükleri yükseklik kadar yukarıda olduğunu görecekler»[4] İnsanlar arasındaki eşitsizlikler onun öğretme şekline de yansımıştır, öğrettikle­rinin bazılarını sadece anlayabileceklerini umduğu belirli bazı kişilere hasretmiştir. Ebu Hureyre: «Hafızama Rasu-lullah (s.a.v.)'tan öğrendiğim iki tür bilgi depoladun. Bir kısmını açıkladım; eğer diğer kısmını da açıklarsam bu gırtlağı kesersiniz»[5] diyerek boğazına işaret etmiştir.

Mekke ve Huneyn zaferlerinden sonra dönüş yolculuğu sırasında Peygamber (s.a.v.) arkadaşlarından bazılarına-«Küçük cihaddan, büyük cihada dönüyoruz» dedi. İçlerin­den biri: «Ey Allah'ın Rasulü, büyük cihad nedir? diye so­runca: «Nefse karşı cihad»[6]cevabını verdi. însan nefsi iki bölüme ayrılmıştır. Onun aşağı bölümü hakkında Kur'an:

«Gerçekten nefis var gücüyle kötülüğü emredendir» (Yusuf: 53) der. Şuur da denen iyi bölümüne de:

«Kendini kınayıp duran nefis» (Kıyamet: 2).

adını verir. îşte alçak nefse karşı ruhun yardımıyla cihadı yüklenen bu kısmıdır.

En sonunda da savaşı sona ermiş ve artık içinde bir ayrılık taşımayan «mutmain (tatmin olmuş) nefis» vardır. *Öncüler»in (sabikûn), «Allah'ın kullananın ve «Allah'a yaklaştırılmış olanlardın (mukarrebûn) nefisleri işte böy­ledir. Kur'an bu kemâle ermiş olan nefse şöyle hitap eder:

«Ey mutmain (tatmin olmuş) nefis. Rabbine, hoşnut edici ve hoşnut edilmiş olarak dön[7] . Artık kullarımın arasına gir. Cenne­time gir.» (Fecr: 27-30).

Bu lütuflardaki ikili doğa, Kur'an'ın kutsanmış nefis için verdiği iki Cennet va'dini ve Peygamber (s.a.v.)'in kendi nihai durumunu anlatmak için söylediği «Rabbimle

ve Cennetle buluşma» sözünü hatırlatıyor. «Mutmain ne­fis- için, «Cennetime gir» sözü -Rabbimle buluşma» sözü­ne tekabül ediyor; «Kullarımın arasına gir sözü de «Cen­net» e tekabül eder. Yüksek Cennet (Cennet 'ül-a'la), yani •Rabbimle buluşma» Rıdvan'dan başka birşey değildir. Aşa­ğıdaki âyet bu sıralarda nazil olmuştu:

«Alîah, mü'min erkeklere ve mü'min kadınlara İçinde ebedi kalmak üzere, altından ırmaklar akan cennetler ve And cennetle­rinde güzel meskenler vadetmiştir. Allah'tan olan hoşnutluk (Rıd­van) ise en büyüktür. İşte büyük 'kurtuluş ve mutluluk' da budur.» (Tevbe- 72).

Peygamber (s.a.v.) bu dünyada iken ulaşılabilecek en yüksek dereceden de bahsetmiştir. Kutsi hadislerden bi­rinde şöyle denir: «Kulum gönüllü (nafile) ibadetieriyle bana yaklaşmayı ben onu sevinceye kadar devam ettirir; ben onu sevdiğimde, onun duyan kulağı, gören gözü, tutan eli ve yürüyen ayağı olurum»[8].

Gönüllü ibadetlerin en başında «Allah'ı anmak veya Allah'ı çağırmak» anlamına gelebilecek olan zikr Allah gelir. İlk inen âyetlerden birinde Peygamber (s.a.v.) şöyle bir emirle karşılaşmıştı:

«Rabbinin ismini zikret ve her şeyden kendini çekerek yal­nızca O'na yönel» (Müzentmit: S).

Daha sonraları nazil olan bir âyette de şöyle deniyor, du:

«Hiç şüphe yok namaz, çirkince-utanmazltklardan ve kötülük­lerden vazgeçirir. Allah'ı zikretmek ise muhakkak en büyüktür» (Ankebût: 45).

Kalb ve kalbin körlüğüyle ilgili olarak Peygamber (s.a.v.): «Herşeyin pasını silen bir cilası vardır, kalbin ci­lası ise Allah'ı zikretmektir»[9], demiştir. Mahşer gününde

Allah katında kimin en yüksek dereceye sahip olacağı so­rulduğunda ise «Allah'ı en çok zikreden kadın ve erkekler» cevabını vermiştir. Bunların, Allah yolunda savaşanlardan da yüksek bir derecede olup olmadıkları sorulduğunda ise cevabı şu olmuştur:

«Kişi müşrik ve putperestlere karşı kılıcı kana bulanıp kırılıncaya kadar savaşsa bile, Allah'ı zikretmek ondan daha yüksek bir dereceye sahip olacaktır»[10].


--------------------------------------------------------------------------------

[1] Tahrim t 6, Fecr; 29:/Kur'an kul kelimesini İki anlamda kul­lanın bîri herşeyi İçine alan -hatta şeytanı bile kulu olarak gören diğeri iso yukarıdaki gibi âyetlerde hususi anlamda. Şeytana hitaben söylenen şu sözlerde de bu kelime husus; anlamda kullanılmıştır: «Btimm kullarım; senin onlar uzo-rinde hiçbir zorlayıcı gücün (hakimiyetin) yoktur.» îsra: 65).
[2] El Hakim et-Tirmızı, Nevadiru'1-Üsûl,
[3] I. i, 853
[4] M. U. 4
[5] B. III, 42.
[6] B'eyhâki, Zûd.
[7] Yani karşılıklı Rıdvan ılc. (bk. böl. XXX),
[8] B. LXXXI, 37.
[9] Beyhakî, Da'vet.
[10] Tir. XLV.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Hatemen-Nebiyyîn : Muhammed Mustafa (HAYATI)
MesajGönderilme zamanı: 10.02.11, 12:41 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 14.12.10, 17:07
Mesajlar: 70
82. GELECEK


Peygamber (s.a.v.): «Ümmetimin en iyisi benim dönemimdedir-, sonra onlardan sonrakiler daha sonra onlardan sonrakiler gelir»[1] dedi ve kendi çağında yaşayan ümmeti­nin, yani Ashabının çokluğuna sevindi. Bir'keresinde asha­bından on kişiye uğradı ve onları Cennetle müjdeledi. Bun­lar; Ebu Bekir, Osman, Ali, Abdurrahman îbn Avf, Ebu Ubeyde, Talha, Zübeyr, Zühre'îi Sa'd ve Hanif olan Zeyd1-in oğlu Sa'ld idi. Onlardan önce diğer bazı kimseleri de cennetle müjdelemişti. Hadis kitapları onun bu on kişi ile ilgili övgülerinden ve bunlardan başka kimselere de cen­netle ilgili verdiği haberlerden bahseder, örneğin bir ha­diste: «Cennet şu üç kişiyi arzular: «Ali, Amnıâr[2] ve Selman»[3] buyurulur. Peygamber (s.a.v.) Fatuna (r.) ya da şöyle demiştir: «Sen, îmran'ın kızı Meryem hariç, Cennet­teki kadınların en üstünüsün»[4]. Ali (rj'nin Peygamber (s. a.v.)'den aldığı hikmeti gelecek nesillere ulaştıracak olan en önemli ileticilerden biri olacağına işaret ederek onun hakkında; «Ben bilginin şehriyim, Ali de onun kapısı»[5]. Umuma, hitaben de: «Benim Ashabım yıldızlar gibidirler; hangisini izlerseniz hidayet bulursunuz»[6] demiştir.

Tebûk'ten döndükten sonra adamlar kendi aralarında artık savaşın bittiğini düşünerek konuşmuşlardı. Onuncu yıl boyunca çeşitli delegelerin gelmeye devam etmesiyle bu düşünce o denli yerleşti ki, mü'minlerin çoğu silah ve zırhlarını satmaya başladılar. Fakat Peygamber (s.a.v.) bunu duyunca,, böyle yapmalarını yasakladı ve: «Ümme­timden bir bölümü, Deccal gelinceye kadar hak için savaş­maya devam edecek» dedi. Bunun yamsıra: «Eğer benim bildiklerimi bilseydiniz, az güler çok ağlardınız»[7] ve «Ken­disinden sonra daha kötüsü gelmeyecek olan hiçbir za­man olmaz»[8] da demiştir. O insanları, ümmetinin bozulma sonucunda hristiyan ve yahudilerj izlemeye başlayacağını söyleyerek uyarmıştır: «Siz, onları adım adım zira' zira' izleyeceksiniz, öyle ki eğer onları zehirli bir kertenkele çukuruna girseler, siz yine onların peşinden gideceksiniz[9] Kıyametten önce insanlığın genelde yaşayacağı en büyük düşüşü de ifade ediyordu: «İslâm garip olarak başladı, yi­ne garip olacaktır»[10]. Yine de Allah'ın onları bırakmayaca­ğım vadetmekten geri kalmamıştır: «Allah, bu ümmete her-yüzyılın başında dinini yenileyecek birini gönderecektir»[11]. Bir başka sefer Ashabdan bazıları Peygamber (s.a.v.}'in «Ey kardeşlerim!» diye birkaç kez bağırdığını duymuşlar­dı. *Ey Allah'ın Easulü, biz senin kardeşlerin değilmiyiz1?-diye sorduklarında: «Sizler benim arkadaş lanınsınız. Fa­kat benim kardeşlerim henüz gelmeyenler arasındadırlar Başka rivayetlerde de: «Son günlerde gelecek olanlardır» cevabını vermişti. Konuşma tarzı büyük ruhsal öneme sa­hip olan kişilerden bahsettiğini gösteriyordu.

Son günlerin çok kötü olmasına rağmen o günlerde, doğru yolu bulmuş anlamına gelen Mehdi adında bir hali­fenin çıkacağını da haber vermiştir; «Mehdi benim ümme­timden çıkacak, geniş alınlı ve uzun burunlu olacak. Da­ha önceden kötülük ve zulümle dolu olan dünyayı doğru­luk ve adaletle dolduracak. Yedi yıl hükmedecek.»[12].

En sonunda Mehdi'den sonra veya onun hükmünün son yıllarda Deccal gelecek, «sağ gözü üzüm gibi, tüm ışığı gitmiş kör bir adam»[13]. Yeryüzünde büyük tahribat yapa­cak ve anlattığı yalanlarla da daha da çok insanı kendi tarafına çekecek. Fakat ona karşı savaşan bir grup mü'min bulunacak. «Onlar savaşmak için dayanırken» dedi Peygam­ber, (s.a.v.) «namaz kılmak için saflara dizildiklerinde Meryem oğlu İsa gökten inecek ve onlara imamlık yapa­cak. Allah'ın düşmanı, İsa'yı görünce, tuzun suda eridiği gibi eriyecek. Eğer bırakılsa hiç kaîmaymcaya kadar erir; fakat Allah, onu tsa'nm eline düşürecek. İsa (a.s.) da onun kanını mızrağının ucunda insanlara gösterecek» [14].

Peygamber (s.a.v.} aynı zamanda kıyametin yaklaştı­ğını gösteren birçok işaretleri de haber vermiştir. Bunlar­dan biri insanların çok yüksdk binalar inşa etmesidir. Ömer'in oğlu Abdullah (r.Vın babasından rivayet ettiği bir hadiste bu belirtiler daha açık bir şekilde anlaşılmıştır:

Ömer anlatıyor: «Günün birinde, Resulullah (s.a.v.)'in yanında bulunduğumuz sırada elbibesi bembeyaz, saçları simsiyah üzerinde yolculuk belirtileri görülmeyen ve böyle iken hiç birimizce tanınmayan bir kimse geldi. Nihayet

Kur'an'da açıkça sözü edilmeyen ve islam "bilginleri arasın­da çeşitli biçimlerde ve görüşlerde ele alınan bu konuya iliş­kin daha geniş bilgi için bakınız: Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi, Cilt I. Sayfa 681-696, İstanbul 1980; Ebul Âlâ. el Mevdudi, islam'da îhya Hareketleri, s. 46-48, Ankara, 1967; Avni tlhan, Mehdilik, İzmir, 1978 (İNSAN Y.)

Peygamber (s.a.v)'in yanma oturdu. Dizlerini dizlerine da­yadı, her iki avucunu iki uyluğu üzerine koyup: «Ya Muhammed, İslâm nedir? Bana söyle« dedi. RasuluIIah (s.a.v.) «İslâm Allah'tan başka hiç bir ilah olmadığına ve Muham-med'in Allah'ın Rasulü olduğuna şehadet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan'da oruç tutman ve yoluna gücün yeterse Beyt'i hac etmendir» dedi. O: «Doğru söylüyorsun» dedi. Biz hem soruyor hem de doğ­ruluyor diye onun haline şaşırdık. Ondan sonra «îman ne~ dir? Bana söyle» dedi. RasuluIIah (s.a.v.): «Allah'a, melek­lerine, kitaplarına, Peygamberlerine, ahiret gününe iman etmendir. Bir de hayır ve şer kadere iman etmendir» dedi. O; «Doğru söylüyorsun» dedi. Ve: «İhsan nedir?» diye sor­du. RasuluIIah (s.a.v.); «Allah'a sanki görüyormuş gibi iba­det etmendir. Çünkü sen O'nu görmüyorsan da O seni gö­rüyor» dedi. O yine: «Doğru söylüyorsun» dedi ve «Saat'İ (Kıyameti veya ne zaman kopacağını) bana haber ver» diye devam etti. Resulullah (s.a.v.): «Bu konuda sorulanın sorandan daha fazla bilgisi yoktur» diye cevap verdi. O: «öyle ise emarelerini (belirtilerini) bildir» dedi. Rasu­luIIah (s.a.v.) cevap olarak. «Cariyenin kendi sahibini do­ğurması'[15] ve yalın ayak, sırtı çıplak, fakir koyun çobanları­nın hangimizin kurduğu bina daha yüksek diye yanşa çıktıklarını görmendir» dedi. Bundan sonra o kimse gitti, o gittikten sonra bir sure kaldım! sonra Peygamber (s.a.v.) «Ya Ömer, soranın kim olduğunu biliyor musun?» diye sordu. «Allah ve Rasulü daha iyi bilir» dedim. Peygamber (s.a.v.) «O Cibril idi. Size dininizi öğretmek için geldi de­di»[16].

--------------------------------------------------------------------------------

[1] B. LXH, ı.
[2] Bak. böl. XXVI.
[3] Tır. XLVI, 33.
[4] A. H 64. Kur'an meleklerin Meryem'e şöyle dediklerinden bahseder: -Meryem, şüphesiz Allah seni seçkin kıldı, seni arındırdı ve alemlerim kadınları üzerine seçti,- (Al-i îm-ran: 42).
[5] Tir. XLVI, 20.
[6] F. XXVI, Menultıb es-Sahabe.
[7] B. LXXXi, 27.
[8] B. XC1I, 4.
[9] M. XLVII, 6.
[10] M. I. 232
[11] A. D XXXVI, 1.
[12] A. D. XXXV, 4.
[13] M. LII, 20
[14] M. LII, 9
[15] Bir kız çocuğu doyuran bir kadın, son zamanlardaki çocuk­ların anne-babalarına karsı saygısız davranmaları nedc-nıvle hunıen hemen kızının cariyesi gibi olacaktır Bu so-zun ikinci bolumu sadece sosyal düzeydeki konusu degıl, **ym zamanda Kabil'in Habıl'ı öldürmesine son muhru vu racak olan, yerleşik hayatın göçebe hayat üzerinde zafer kazanmasını da kastediyor.
[16] M. I. I


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Hatemen-Nebiyyîn : Muhammed Mustafa (HAYATI)
MesajGönderilme zamanı: 10.02.11, 12:41 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 14.12.10, 17:07
Mesajlar: 70
83. VEDA HACCI


Peygamber (s.a.v.) Medine'de iken Ramazan ayında, ayın ortalarında Mescid'de on günlük bir inzivaya çekil­meyi ütikaf) adet haline getirmişti, arkadaşlarından bazı­ları da ona katılırlardı. Fakat o yıl kararlaştırılan on gün­den başka bir on gün daha mescidde kaldılar. Yani Rama-zan'm son yirmi gününü itikafta geçirdiler. Her Rama-zan'da Cebrail gelir ve hafızasında vahiyden bir bölümün silinip silinmediğini anlamak için onu kontrol ederdi. Bu yıl Peygamber (s.a.v.) Katıma (r.)'ya gizlice henüz başka­larına söylenmemesi gereken bir sır verdi: «Her yıl bir kez Cebrail bana Kur'an'ı okur ben de ona okurum: fakat bu yıl bana iki kez okudu. Zamanımın geldiğini düşünüyo­rum»[1].

Şevval ayı geçti; yılın onbirinci ayında Medine'de, Hac'da Peygamber (s.a.v.)'in önderlik edeceği haberi ya­yıldı. Bu haberler çöl kabilelerine de ulaştırıldı ve her adı­mında Peygamber (s.a.v.)'le olmak için vahaya her taraf­tan akın akın insanlar gelmeye başladı. Bu Hac, yüzyıllar­dan beri yapılan haclara hiç benzemeyecekti: hacıların tü­mü bir tek Allah'a inanan kimseler olacak ve hiçbir putpe­rest putperestçe ibadetleriyle Kutsal Ev'i kirletmeyecekti. Ayın sona ermesine beş gün kala Peygamber (s.a.v.) otuz-bin kadın ve erkeğin başında Medine'den yola çıktı. Pey­gamber (s.a.v.)'in hanımlarının hepsi, Abdurrahman İbn Avf (r.) ve Osman îbn Affan (r.) tarafından yedilen deve­lerin üstündeydi. Ebu Bekir CrJ'in yanında hanımı Esma (r.) da vardı. îlk konaklardan birinde Esma, Muhammed adını verdikleri bir erkek çocuğu doğurdu. Ebu Bekir (r.) onu Medine'ye geri göndermek istiyordu, fakat Peygam­ber (s.a.v.) ona, hanımına gusül abdesti almasını, Hac için niyet etmesini söyledikten sonra birlikte planlandığı şekilde hacca gitmelerini söyledi.

Medine'den ayrılışın onuncu gününün akşamı Pey­gamber (s.a.v.) Mekke'yi fethetmeye giderken geçtikleri bir geçide ulaştı. Orada bir gece geçirdikten sonra ertesi sabah Vadi'ye inmeye başladılar. Peygamber (s.a.v.) Kâ'-be'yi gördüğünde devesinin ipini sol eline alarak sağ elini yukarı kaldırıp açtı ve dua etti: «Allah'ım, bu Evin insan­lardan gördüğü saygı lütuf, bağlılık ve rahmeti artır!»[2] Mescide girdi, tavaf ettikten sonra İbrahim makamın­da namaz kıldı. Daha sonra Safa'ya giderek Safa ile Mer-ve arasında yedi kez gidip geldi: Yanındakiler her yerde yaptığı duaların tam sözlerini hazıfalannda saklamak içm çaba sarf ediyorlardı.

Daha sonra Mescid'e girerek, önce de olduğu gibi anah­tarlarını koruyan Abdu'l-Dar'dan Osman (r.)'ı ve Usame (r.) ile Bilâl (r.)'i yanma alarak Kâ'beye girdi. Fakat o ak­şam Aişe'yi çadırında ziyafet ettiğinde Aişe onun üzgün olduğunu farketti. Sebebini sorduğunda: «Bugün birşey yaptım, keşke yapmasaydım. Kâ'be'ye girdim, Ümmetim­den bazıları» dedi gelecekteki Müslümanları kastederek, «içeri giremeyebilirler ve bu nedenle nefislerinde huzursuz­luk hissedebilirler. Biz sadece onu tavaf etmekle emrolunduk, içine girmekle değil»[3] dedi.

Ümmü Hani (r.)'nin kendi evinde kalması için tüm ıs­rarlarına rağmen Peygamber (s.a.v.} Mekke'deki evler­den hiçbirinde kalmayı kabul etmedi. Yeni ayın sekizinci gününde tüm hacılarla birlikte Mina'ya gitti. Geceyi orada ge­çirdikten sonra, sabahleyin Haram bölgenin hemen dışın­da, Mekke'nin onüç mil doğusunda geniş bir vadi olan Arafe'ye gitti. Arafe, Taif'e giden yol üzerindeydi ve kuzey ve doğudan Taif dağlarıyla çevrilmişti. Fakat bunların hep­sinden ayrı her tarafı vadi tarafından çevrelenmiş ve vadi ile aynı adı taşıyan, bazen de Rahmet dağı denilen bir dağ vardı. Her ne kadar aşağılara kadar yayılıyorsa da ha­cıların makamı bu dağ idi. O gün Peygamber (s.a.v.) bu te­pede vakfe yaptı.

Mekke'lilerden bazıları onun çok ileri gittiğini söyleye­rek şaşkınlıklarını belirttiler. Çünkü diğer hacılar Arafe'ye gittikleri halde Kureyç'liler: «Biz Allah'ın ümmetiyiz» diye­rek haram bölgede kalmayı alışkanlık haline getirmişlerdi. Fakat Peygamber (s.a.v.) İbrahim'in Arafe'de geçirilen gü­nü haccm gereklerinden biri olarak emrettiğini ve Kureyş-lilerin onun uygulamasını terkettiklerini söylemişti. Pey­gamber (s.a.v.) o gün hac geleneğîifden bahsetti ve dudak­larından sık sık «İbrahim'in mirası» kelimeleri döküldü.

Peygamber (s.a.v.) tüm kabilelere, artık bundan son­ra tüm İslâm toplumunda kan davalarının sona erdiğini her insanın mal ve canının dokunulmaz olduğunu duyur­mak için gür bir sesi olan Safvan'm kardeşi Rebia'yı tel­lal olarak görevlendirdi ve ona şöyle bağırmasını emretti: «Allah'ın Rasulü soruyor: Bu ay ne ayıdır?» Herkes ses­sizdi, Peygamber (s.a.v.) cevap verdi: «Haram ay.» Sonra sordu: «Bu belde neresidir?» Yine kimse cevap vermedi, o da: «Haram belde» dedi. Daha sonra: «Bugün nedir?» diye sordu. Yine cevap veren kendisi oldu: «Büyük Hac günü.» Daha sonra Rebia, Peygamber (s.a.v.)'in öğrettiği şekilde şöyle bağırdı: «Gerçekten Allah, Rabbinize kavuşuncaya kadar kanlarınızı ve mallarınızı birbirinize haram kılmış­tır. Nasıl ki bu gününüz, bu beldeniz ve bu ayınız haram ise.»

Güneş en yüksek noktasma ulaştığında Peygamber (s.a.v.) Allah'a hamddan sonra şu sözlerle başlayan bir hutbe okudu: «Ey insanlar, beni dinleyin, çünkü bilmiyo-rum, belki de sizinle bu yıldan sonra bir daha buluşama-yacağım.» Daha sonra onları birbirlerine iyi davranma­ları konusunda uyardı ve onlara haranı ve helâl olan şeylerden bahsetti. En sonunda şöyle dedi: «Size sımsıkı sarıldığında sizi sapıklıktan kurtaracak bir emanet bı­rakıyorum: Allah'ın kitabı ve Peygamber'in sünneti. Ey in­sanlar, sözlerimi dinleyin ve anlayın» Daha sonra onlara Kur'an'm son âyetlerini oluşturan ve henüz nazil olan bir pasaj okudu:

«Bugün size dininizi kemâle erdirdim, üzerinizdeki nimetimi de tamamladım ve size din olarak islâm'ı seçip-beğendim. Kim «Şiddetli bir açltkta kaçınılmaz bir ihtiyaçla karşı karşıya kalırsa —günaha eğilim, göstermeksizin (bu haram saydıklarımızdan ye­tecek kadar yiyebilir): Çünkü Allah bağışlayandır, esirgeyendir» (Maide: 3).

Hutbesini bir soru ile bitirdi: «Ey insanlar, risaletimi tebliğ ettim mi?» Binlerce ağızdan yükselen Allahümme ne'am (Allahım, evet) sesleri gök gürültüsü gibi tüm vadi­yi doldurdu. Peygamber (s.a.v.) işaret parmağını göğe kaldırarak: «Allahım, şahid ol.» dedi.

Daha sonra namazlar kılındı ve Arife gününün geri kalan kısmı dua ve tefekkürle geçirildi. Fakat güneş batar batmaz Peygamber (s.a.v.) yanına Üsame (r.) 'yi alarak tepeden aşağıya inmeye başladı ve tüm hacılarla birlikte Mekke'ye doğru vadiyi aştılar. Bu noktada hızlı ilerlemek gelenekti; fakat aşırı hareketleri görünce Peygamber (s a. v.): «Yavaş! Yavaş! Sessiz olun! Aranızdaki güçlüler za­yıfları gözetsin!» diye bağırdı. Geceyi Haram bölge sınırla­rı içinde olan Müzdelife'de geçirdiler ve oradan Mina va­disinde, Akabe'de üç sütunla temsil edilen Şeytanı taşla­mak için küçük çakıl taşları topladılar. Şevde, Peygamber (s.a.v.)'den etraf sakinken Müzdelife'den ayrılma izni is­tedi. Kadınların çoğuna nazaran iri yapılı ve ağır oldugu için sıcaktan ve yolculuk sıkıntılardan çok rahatsız oluyordu. Bu nedenle kalabalık ulaşmadan önce şeytan taş­lamak görevini bitirmek istiyordu. Bunun üzerine Peygam­ber (s.a.vJ onu Ümmü Süleym ile birlikte Abbas'm oğulla­rından biri olan Abdullah'la gönderdi.

Peygamber (s.a.v.) kendisi sabah namazını Müzdelife'-de kıldı ve daha sonra arkasında deve sırtında yol alan Fadl olduğu halde hacıları Akabe'ye götürdü. Onikİ yıl ön­ce bu yerde ve bu günde altı Hazreç'li gelmiş ve ona biat etmişlerdi. Bu da Birinci ve İkinci Akabe biatlarımn ze­minini hazırlamıştı. Taşlamadan sonra hayvanlar kurban edildi ve Peygamber (s.a.v.) başını traş etmesi için bir arîam çağırdı. Hacılar, onun saçından bir tutam alabilmek ümidiyle etrafına toplandılar. Ebu Bekir (ı\) daha sonra­ları, Uhud'da ve Hendek'te a Halid'le şimdi şu sözleri söy­leyen Halid (r.) arasındaki ayırıma dikkat çekmişti: «Ey Al­lah'ın Rasulü, alnındaki saçları, Anam babam sana feda oîsun başkasına değil, bana ver»- Peygamber (s.a.v.) onları Haîid (r.î'e verdi o, saç tutamır aldı, gözlerine ve dudak­larına bastırdı.

Bundan sonra Peygamber (s.a.v.) hacılara, Kâ'be'yİ ziyaret etmelerini ve ondan sonraki iki geceyi Mina'da ge­çirmek üzere tekrar geri dönmelerini emretti Kendisi ikin­diden sonraya kadar bekledi. Hayız halinde olan Aişe (r.) hariç diğer hanımları ona Mekke'ye giderken eşlik ettiler. Birkaç gün sonra Aişe (r.) temizlendiğinde Peygamber onu kardeşi Abdurrahman ile Haram bölgenin dışına gönder­di. Aişe (r.) orada tekrar niyet etti ve Mekke'ye giderek Kâ'be'yi tavaf etti.

Peygamber (s.a.v.)'in Ramazan'da gönderdiği ûç yü? afh Yemen seferini bitirmişlerdi ve güneyden Mekke'ye doğru geliyorlardı. Ali (r.) şimdi haccını bitirmiş olan Pey­gamber (s.a.v.î'le birlikte Kac yapmak için mümkün oldu­ğu kadar kısa sürede ona ulaşmak isteğiyle adamlarından önce geliyordu. Devletin payına düşen ganimetlerin beşte birinde tüm orduyu giydirecek kadar keten elbise vardı, fakat Ali (r.) bunların Peygamber (s.a.v.)'e eldeğmemış bir şekilde teslim edilmelerine karar vermişti. Fakat adam-lar, onun yokluğu sırasında vekil olarak bıraktığı adamı herbirine keten bir elbise vermeye ikna etmişlerdi. Elbise değiştirmeye büyük ihtiyaçları vardı. Çünkü üç aydan be­ri evden uzaktaydılar. Şehre yaklaştıklarında Ali onları karşılamaya gitti ve yapılan değişikliğe çok şaşırdı. Ku­mandan: «Halkın arasına girdiklerinde düzgün görünsun-ler diye elbiseleri verdim» dedi. Adamlar, Mekke'deki hor-kesin Bayram için en güzel elbiselerini giydiklerini ve gu-zel görünmeye dikkat ettiklerini biliyorlardı. Fakat Ah (r.î böyle bir serbestliği hoşgörü gösteremeyeceğini hissetti ve onlara eski elbiselerini giyip yenilerini ganimetlerin arası­na koymalarını emretti. Tüm orduda huzursuzluk başgos-terdi. Peygamber (s.a.v.) bunu duyduğunda. «Ey insanlar, Ali (r.) 'yi suçlamayın, çünkü o Allah yolunda, suçlanama-yacak kadar titizdir.» Fakat bu sözler yeterli olmadı, belki de bunu sadece bir haç kişi duydu Bu nedenle huzursuz, luk devam etti.

Medine'ye dönerken bölüklerden biri Peygamber '.)'e Ali (r.)'yi şikâyet edince Peygamber (s.a.v.)'ın yu/,u-nün rengi değişti. «Ben, mü'm inlere, kendilerinden daha yakın değil miyim?" dedi. Adamlar tasdiklndiklerindo «Ben kime en yakın isem, ona en yakın ulan Ali'dir, diye ekledi. Gadir eJ-Humm'da kamp kurduklarında bütün ın-sanlan topladı. Ali (r.)'yi elinden tuttu ve bu sözleri tek­rarladı. Daha sonra şu duayı okudu: «Allattım, onun dos­tuna dost ol, düşmanına da düşman ol». Böylece Ali hak­kındaki söylenti ve mırıldanmalar son buldu[4]

Bir önceki yıl gelen delegelerden biri de, yerleşim böl­geleri Necd'in doğu sınırı boyunca yayılmış olan, Beni Ha-nife adındaki YemameT Hristiyan bir kabiledendi. Müs­lüman olmayı kabul etmişlerdi; Takat onlardan Museylime adındaki bir adam kendisinin de Peygamber (s.a.v.) oldu­ğunu iddia ediyordu. Hacıların Mekke'den dönmesinden kısa bir süre sonra Yemame'den gelen iki elçi Medine'ye şu ^mektubu getirdiler: «Allah'ın Rasulü Museylime'den, Allah'ın Rasulü Muhammed'e, selâm üzerine olsun! Otori­teyi seninle paylaşma görevi bana verildi. Dünyanın yansı bizim, diğer yarısı da günahkâr olmalarına rağmen Ku-reyşlilerin». Peygamber (s.a.v.} elçilere bu konuda ne dü­şündüklerini sordu. Elçiler: «Biz de onunla aynı fikirdeyiz dediler. «Vallahi* dedi Peygamber (s.a.v.): «Eğer elçiler öldürülmez diye bir kural olmasaydı, sizin başınızı keser­dim.» Daha sonra efendilerine vermeleri için bir mektup yazdırdı: «Allah'ın Rasulü Muhammed'den yalancı Musey-lime'ye. Selâm doğru yola uyanların üstüne olsun! Gerçek­ten yeryüzü Allah'ındır, O kullarından dilediğine onu mi­ras bırakır, işüı sonu Allah'tan korkanların lehinedir»[5].

Bu sıralarda ortaya çıkan yalancı Peygamberlerden bi­ri Beni Esed'in başkam Tuîeyhe, diğeri de Yemenli Ka'b îbn Esved idi. Yemen'li belli bir başarı kazandı ve geniş bir alanda etkili oldu. Fakat bir süre sonra gurur ve kibiri nedeniyle taraftarlarının çoğu ona karşı çıktılar. Birkaç ay sonra da öldürüldü. Tuleyhe en sununda Halid tarafın­dan dize getirildi ve tüm iddialarından vazgeçerek İslâm'­ın güçlerinden biri oldu. Museylime'ye gelince onun kade­ri, Nuseybe'nin oğlu Abdullah'tan ölümcül bir kılıç yarası aldıktan sonra Vahşi'nin attığı mızrakla ölmek oldu. Fakat bu olay aylar sonra meydana geldi. Hac ay'ınm geçtiği ve Hicret'in onbirincı yılma girildiği şu an için bunlar îslâm a karşı potansiyel bir tehlike teşkil ediyorlardı. Aynı zaman­da kadın Peygamber olduğunu iddia eden Sace adında Temim'li bir kadın da ortaya çıkmıştı Fakat Peygamber (s.a. v.) bunlara karşı ani bir girişimde bulunmak istemi­yordu. Onun dikkati kuzeyde yoğunlaşmıştı. Yılın ikinci ayı olan Safer'in son günlerinde, yani, M. S. 632 yılının Mayıs ayı sonlarında, Mute'deki yenilginin karşılığının verilmesi zamanının geldiğine karar verdi. Zeyd ve Cafer'in öldürül­düğü gün İmparatorluk lejyonlarının tarafını tutan Suri-ye'li Arap kabilelerin üzerine bir sefer düzenlemek için hazırlıklara başlanmasını emrettikten sonra, gençliğine rağ­men üçbin kişilik orduya kumanda etme görevini Zeydln oğlu Üsame'ye verdi.

--------------------------------------------------------------------------------

[1] B. LXJ. 25. ,
[2] W. 1097
[3] W. 1100.
[4] îbn Kesir Bidaye ve n-Nıhaye, V. 209.
[5] I 965


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Hatemen-Nebiyyîn : Muhammed Mustafa (HAYATI)
MesajGönderilme zamanı: 10.02.11, 12:43 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 14.12.10, 17:07
Mesajlar: 70
84. SEÇİM


Peygamber fs.a.v.) sürekli Cennet'i, tasvir ettiği şeyi sanki görüyormuş gibi anlatırdı. Bu izlenim başka' işaret­lerle de desteklenirdi. Örneğin, bir keresinde elini sanki bir şey alıyormuş gibi uzattı ve tekrar geri çekti. Hiçbir şey söylemedi, fakat etrafında onun bu hareketine dikkat edenler sordular. «Cenne'ti gördüm,» diye cevap verdi «ve üzümlerinden bir salkım alabilmek için uzandım. Eğer onu alabilseydim, dünya durdukça onu yerdiniz»[1] Onlar Pey­gamber s.a.v.in bir bakıma ahirette olduğu fikrine alış­mışlardı. Belki de bu nedenle, o kendi ölümünden bahset­tiği veya burada olduğu gibi her an ölebileceğim ima etti­ği zamanlar, sözleri onlar üzerinde fazla etkili olmuyordu. Bunun yamsıra altmışüç yaşında olmasına rağmen, hâlâ genç bir adamın incelik ve vücut yapısına sahipti. Gözle­ri hâlâ ışıl ısıldı ve siyah saçlarında çok az beyazlık vardı. Yine de bir keresinde hanımları ile beraberken yakında öleceğine değinmesi onların, kendi aralarından ilk önce kimin ona kavuşacağı sorusunu yöneltmelerine neden ol­du. Peygamber (s.a.v.) «En uzağa erişebilen, bana ilk ön ce kavuşacak»-[2] diye cevap verdi. Bunun üzerine hangisinin kolunu daha uzun olduğunu anlamak için kollarını ölçme­ye başladılar. Kaynaklara kaydedilmemesine rağmen tah­minen kararlaştırmayı kazanan, diğerlerine nazaran en bü­yük en uzun olan Şevde idi. Diğer taraftan Zeyneb, minyon tipli bir kadındı, kolu da boyuna göreydi. Fakat bu olay-don yaklaşık en yıl sonra içlerinden ilk ölen Zeyneb oldu. İşte o zaman Peygamber (s.a.v.)'in «en uzağa erişebilen» deyimiyle en cömert olanı kasdettiğini anladılar. -Çünkü Zeyneb (r.)'de kendi adını taşıyan ve «fakirlerin annesi» diye anılan Peygamber (s.a.v.)'in diğer hanımı gibi çok cö­mertti.

Peygamber (s.a.v.) Suriye seferi için hazırlıklara baş­lanmasın emrettikten kısa bir süre sonra, ordu ayrılma­dan önce bir gece Ebu Muveyhibe adlı azatlı bir kölesini erken saatlerde çağırdı ve: «Mezarhktakiler için bağışlan­ma dilemem emredildi, benimle gel» dedi. Birlikte gittilor ve Baki'e vardıklarında Peygamber (s.a.v.): «Ey mezarlık halkı, selâm üzerinize olsun. Halinize sevinin, durumunuz Şimdi yaşayanlardan çok iyi. Kargaşalar en karanlık ge­cenin dalgaları gibi geliyor. Herbiri arkasına, herbiri bir öncekinden daha kötü» dedi. Daha sonra Ebu Muveyhibe'-ye döndü ve: «Bana bu dünya hazinelerinin anahtarları ve bu dünyada ölümsüzlük, ardından da Cennet sunuldu. Bu­nunla Rabbime ve Cennete kavuşma arasındaki seçim ba­na bırakıldı.» dedi. Ebu Muveyhibe «Ey bana anamdan ve babamdan daha sevgili olan, bu dünya hazinelerinin anah­tarlarını ve burada, ardından Cennet gelen Ölümsüzlüğü seç» dedi. Fakat Peygamber (s.a.v.) ona şu cevabı verdi: «Ben zaten Rabbime ve Cennete kavuşmayı seçtim.» Daha sonra Baki'de yatanlar için bağışlanma diledi[3].

O sabah veya ertesi gün başı o zamana kadar hiç ağrı­madığı bir şekilde ağrıdı. Fakat Peygamber (s.a.v.) yine de mescide gitti. Namazdan sonra minbere çıkıp, sonradan anlatılanlara göre sanki son defa yapıyormuş gibi Uhud şehitleri için rahmet diledi. Daha sonra: «Allah'ın kullar arasında bir kul var ki, Allah onu bu dünya ile kendisi­ni seçme konusunda serbest bıraktı. O kul da Allah'ı seçti-dedi Bunları söylediğinde Ebu Bekir ağlamaya başladı; çünkü Peygamber (sa.v.)'in kendisinden bahsettiğini ve seçimin kaçınılmaz ölüm olduğunu biliyordu. Peygamber ts.a.v.) onun ağladığını görerek ağlamamasını söyledikten sonra: «Ey insanlar, insanlar arasında arkadaşlığı ve ih­sanı ile bana en lütufkâr olan kişi Ebu Bekir'dir. Eğer İn­sanlar arasında hiç ayrılmayacağı bir arkadaş seçecek ol­sam, bu Ebu Bekir olurdu —fakat iman kardeşliği ve arka­daşlığı Allah bizi huzurunda birleştirene kadar bizimdir» iste bu konuşmadan sonra Mescid'i çevreleyen ve kapılan Mescide açılan özel evlere bakarak: «Mescide açılan şu ka­pılara bakın. Ebu Bekir'in kapısı hariç hepsini kapatın.[4] dedi Minberden inmeden önce şöyle dedi: «Ben. sizden ön­ce gidiyorum ve sizin şahidinızim. Sizinle, şimdi şu durdu­ğum yerden gördüğüm Havuz'da[5] bulaşacağım. Sizin Allah' in yanında İlahlar edineceğinizden korkmuyorum. Sizin için bu dünyadan korkuyorum, ola ki dünyevi şeyler için bırbırınizle rekabet edersiniz.»[6].

Mescidden çıktıktan sonra, ev sahipliği yapma sırası Meymune'de olduğu için onun odasına gitti. Cemaate ko­nuşma yapmak iç m harcadığı güç, ateşini yükseltmişti. Bir veya iki saat sonra Aişe'nin kendi hastalığını bilmesi­ni istediği İçin onun odasına gitti. Aişe'nin başı ağrıyordu, n içeri girdiğinde «of başım!» diye inledi. Peygamber (s,a. v.) «Hayır, Aişe, aslında of (benim) başım»[7] dedi. Onun yuzunü ölümcül bir hastalığın İzlerini ararcasma araştır­dı. Böyle birşey göremeyince: «Ben hayatta iken olmasını isterdim.» Aişe'nin ölümünü kastediyordu «O zamaiı senin için bağışlanma diler, sana rahmet diler, seni ke­ti)

fenler, namaziiu kılar ve gömerdim» dedi. Aişe (r.) onun hasta olduğunu görüyordu ve sesinin tonu onu telâşlan­dırmıştı. Fakat yine de onu neşelendirmeye çalıştı ve onu biraz olsun gülümsetmeyi başardı. Peygamber (s.a.v.) tek­rar: «Hayır of (benim) başım!»1 dedi ve Meymune'ye dön­dü.

Sağlıklı olduğu zamanlardaki gibi davranmaya çalışı­yordu ve her zamanki gibi Mescidde namazları kıldırıyor­du. Fakat hastalığı öyle arttı ki, sadece oturarak namaz kı­labilecek hale geldi. O zaman cemaate onların da oturarak kıîmalgn gerektiğini söyledi. O gün sırası gelen hanımınm odasına gittiğinde: «Yarın neredeyim?» diye sordu. Hanımı da ertesi günü sırası gelen hanımın adın? söyledi. «Peki ya­rından sonraki gün geredeyim?» diye sordu. Hanımı yine cevap verdi. Onun bu kadar fazla ısrar etmesine şaşırarak ve Aişe ile birlikte olmak istediğini anlayarak diğer ha­nımlarına bunu haber verdi. Onlar da hep birlikte geldiler ve: «Ey Allah'ın Rasulü, seninle geçireceğimiz günlerimizi kardeşimiz Aişe'ye veriyoruz»[8] dediler. Peygamber (s.a.v.) bu hediyeyi kabul etti. Fakat yardımsız yürüyemeyecek denli zayıftı. Bu nedenle Ali (r.) ve Abbas (r.), Aişe (r.)'-nin. odasına kadar ona yardım ettiler.

Suriye seferi için Üsame (r.î gibi çok genç bir adamı kumandan seçmesi konusunda çok eleştiri olduğu ve hazır­lıklarda bir yavaşlama olduğu haberi Peygamber (s.a.v.)'e ulaştı. Bu eleştirilere cevap verme ihtiyacını hissetti, fakat ateşi çok yüksekti. Hanımlarına: «Benim üzerüiie değişik kuyulardan doldurulmuş yedi kırba su dökün kî gidip adamlara hitap edebileyim» dedi. Hafsa (r.), Aişe (r.)'nin odasına bir tekne getirdi, diğer hanımları da su getirdiler. Su üzerine dökülürken Peygamber (s.a.v.) bu teknenin içine oturdu. Daha sonra onun giyinmesine ve sarığını sar­masına yardım ettiler. îki adam da ona yardım ederek aralarında Mescide kadar götürdüler. Peygamber (s.a.v) orada minbere çıktı ve toplanan kalabalığa şöyle hitap et­ti: «Ey insanlar. Üsame'nin ordusunu sevkedin. Çünkü, siz ondan önce babasının liderliğine Itarşı çıktınınız gibi onun liderliğine karşı çıksanız da, O babası gibi kuman­danlık etmeye yaraşır»[9] Daha sonra minberden indi ve yine yardımla Aişe'nin odasına gitti. Hazırlıklar hızlandı ve Üsame (r.) ordusuyla Medine'nin üç mil kuzeyindeki Curf'a kadar gitti ve orada kamp kurdu.

Bir sonraki namaz vaktinde ezan okunduğunda Pey­gamber (s.a.v.) hâlâ oturabilmesine rağmen artık namaz kıldıramayacağını hissetti. Hanımlarına: «Ebu Bekir'e na­mazlarda imamlık etmesini söyleyin» dedi. Fakat Aişe, (r.) Peygamber (s.a.v.) 'in yerini almanın babasını çok üze­ceğinden korktu. «Ey Allah'ın Rasulü,» dedi. «Ebu Bekir çok duygulu bir adamdır, sesi de gür değildir, hem Kur'an okunurken çok ağlar.» Peygamber (s.a.v.), sanki o hiç ko­nuşmamış gibi: «Ona namazı kıldırmasını söyle» dedi. Aişe (r.) tekrar denedi, bu kez onun yerine Ömer'e görevi ver­mesini önerdi. Fakat Peygamber (s.a.v.) tekrar: «Ebu Be­kir'e namazı kıldırmasını söyle» dedi. Aişe (r.) Hafsa (r.) '-nın yüzüne yalvaran bir bakış fırlattı ve Hafsa (r.) da ko­nuşmaya başladı. Fakat Peygamber (s.a.v.) onları şu söz­lerle susturdj: «Siz Yusuf'un yanındaki kadınlar gibisi­niz[10]. Ebu Bekir (r.)'e namazda insanlara imamlık yapma­sını söyle. Bırakın suçlayan hata araştırsın, haris" olan da arzulasm. Yoksa Allah ve mü'minler buna sahip obuaya-caklar»[11]. Son cümleyi üç kez tekrarladı ve hastalığının geri kalan kısmında namazları hep Ebu Bekii kıldırdı.

Peygamber (s.a.v.) çoğu zaman başı Aişe'nin göğsün­de veya dizinde olduğu halde yatıyordu. Fakat Fatıma (r.) geldiğinde Aişe, (r.) baba kızı yalnız bırakıyordu. Bu ziyaretlerden birinde Aişe onun kızına birşeyler söylediğini kızınında bunun üzerine ağlamaya başladığını gördü Daha sonra ona bir sır daha verdi bu kez gözyaşlarının arasında gülümsemeye başladı o ayrılırken Aişe

sonra Abbas (r.) Ali (rj'nin elini tuttu ve: «Yemin ede-nm ki, kabilemden adamların yüzlerinde gördüğüm gibi Allah in Rasulünün yüzünde ölümü farkettim. Gidelim ve onunla konuşalım. Eğer bu otorite bizim üstümüze yükle-necekse, ondan insanlara bile iyi davranmalarını söyleme­sini isteyelim» dedi Fakat Ali: «Vallahi sormam, çünkü otoriteyi bizden o alırsa, ondan sonra asla kimse onu bize vermem»1* dedi.

Peygamber (s.a.v.) yatağına dönmüş ve başı Aişe'nin göğsünde sanki hiç bir gücü kalmamış gibi yatıyordu. Yine de Aışe (rJ'nin kardeşi Abdurrahman (r.) elinde bir mis­vak ile odaya girdiğinde. Aişe (rj Peygamber ts.a.v.Vin ona sanki misvağı istiyormuş gibi baktığını gördü. Misvağı kardeşinden aldı ve yumuşatmak için Çiğnedi. Daha son­ra Peygamber (s.a.v.)'e verdi. O da güçsüzlüğüne rağmen gayretle dişlerini misvakladi.

Kısa bir süre sonra kendini kaybetti. Aişe bunun olu­mun başlangıcı olduğunu düşündü. Fakat bir saat sonra Peygamber (s.a.v.) gözlerini açtı. Aişe o zaman Peygam­ber (s.a.vJ'in kendisine şöyle dediğini anımsadı: «Hiçbir Peygamber cennetteki yeri gösterilmeden ve yaşamakla ölmek arasında bir seçim kendisine sunulmadan ölmez.-Aışe (r.) Şimdi bunun yerine geldiğini ve onun ahireti go-rup geldiğini anladı. Kendi kendisine: «Şimdi bizi seçmez.. dedi. Daha sonra onun şöyle mırıldandığını duydu: Cen­nette buluşmak üzere.

«Allah'ın kendilerine nimet verdiğ; Peygamberler, doğrular (ve doğrulayanlar) şehitler ve salihlerle beraberdir. Ne iyi arkadaştır onlar.» (Nisa: 69).

Onun tekrar: «Allahım, Cennette buluşma üzere» diye mırıldandığını duydu. Bunlar ondan duyduğu son kelimeler oldu. Yavaş yavaş Aişe (r.)'nin göğsündeki başı ağır­laşmaya başladı. Diğer hanımlan ağlamaya başlayınca Aişe (r.), onun başını bir yastığa koydu ve kendisi de ağlama­ya başladı.



--------------------------------------------------------------------------------

[1] B. XVI, 8.
[2] I. S. VIII 7C 7
[3] I. I.J.OO0.
[4] I I 006
[5] Havuz. Peygamber (s.a.v.)'e verilen semavi nehir ve Ccnnet'e girdiklerinde mü'minkerin susuzluklarını giderdikleri göldür.
[6] W B I.XIV, 17.
[7] i. S.II/2, 10
[8] I. S. H/2, 30 504
[9] Bir müddet ertelemeden, sonra sefere çıkıldığında Üsame bu sözlerin doğru olduğunu ispatladı.
[10] Vezir'in kötü kalbli karısı ve arkadaşlarını kastediyor; bak. K. (Yusuf: 31-3).
[11] I. S. 11/2, 20.
(12) Z. LXJI, 12.
(13) İ. 3. VIII. oı
(14) I. I. JOll.
(15) I. S. U/2, 27


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Hatemen-Nebiyyîn : Muhammed Mustafa (HAYATI)
MesajGönderilme zamanı: 10.02.11, 12:48 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 14.12.10, 17:07
Mesajlar: 70
85. CENAZENİN GÖMÜLMESİ VE HİLAFET

İlk olarak Abbas'ın dikatini çeken belirtilen bir süre sonra diğerleri de farkettiler. Peygamber (s.a.v.) daha öl­meden Ümmü Eymen (r.) oğluna Peygamber (s.a.v.)'in öl­mek üzere olduğunu bildiren bir haber gönderdi. Kuzeye yürümek için kamp zaten kaldırılmıştı. Fakat Üsame he­men Medine'ye dönme emri verdi. Ömer (r.)'in de içlerin­de bulunduğu Ashab'dan ilk Müslüman olan birçok kişi ordu ile birlikteydi. Şehre vardıklarında ölümün gerçekleş­tiği haberini duyduklarında Ömer bunu kabul etmeyi red­detti. Ömer (r.) Kur'an'ın bir âyetini yanlış tefsir ettiği için bu âyetin Peygamber (s.a.v.)'in onların neslinde ve gelecek nesillerde sürekli yaşayacağı anlamına geldiğini zannetmişti. Bu nedenle Mescidde ayağa kalkmış, insanla­ra Peygamber (s.a.v.)'in sadece ruhen yok olduğunu ve bir süre sonra geri "geleceğini anlatıyordu. O bu şekilde konu­şurken Ebu Bekir (r.) at sırtında Sunh'tan geldi. Çünkü haberler hızla tüm vahaya yayılmıştı. Ebu Bekir hiç kim­senin konuşmasını durdurmadan doğruca kızının evine gitti. Peygamber (s.a.v.)'in yüzünden örttükleri örtüyü çekti. Ona baktı ve öptü. «Ey bana annemden ve babam­dan daha sevgili olan» dedi, «Allah'ın senin için yazdığı ölümü tattın. Bundan sonra sana hiçbir ölüm gelmeyecek.» Daha sonra yavaşça örtüyü tekrar yüzüne örttü ve Ömer (r.)'in hitap ettiği insan kalabalığına doğru yöneldi. İnsan kalabalığına yaklaştığında: «Yavaş ol Ömer!» dedi. «Beni
ziyaretlerden birinde Aişe onun kızına bırşeyler söylediğini kızının da bunun üzerine ağlamaya başladığını gördü. Daha sonra ona bir sır daha verdi, bu kez gözyaşlarının arasında gülümsemeye başladı. O ayrılırken Aişe (r.) Peygamber (s.a.v.)'in ne söylediğini sordu, fakat Fatıma (r.) bunun bir sır olduğunu ve kimseye açamayacağını söyledi Ancak daha sonraları Fatıma ona bu sırrı açıkladı- «Peygamber (s.a.v.) bana bu hastalıktan öleceğini söyledi, ben de ağla­dım. Daha sonra bana ev halkından ona ilk kavuşanın ben olacağımı söyledi, ben de güldüm» 2.

Peygamber (s.a.v.) hastalığı sırasında acı çekiyordu, acının çok ağırlaştığı bir sırada karısı Safiye (r.) «Ey Allah'ın Peygamberi, senin çektiğini keşke ben çeksey­dim!» dedi. Bunun üzerine diğer hanımları birbirlerine baktılar ve aralarında bunun münafıklık olduğunu fısıldaştılar. Peygamber (sa.v.) onları gördü ve «Gidin ağzı­nızı yıkayın» dedi. Ona niçin olduğunu sorduklarında, «Çünkü arkadaşınıza iftira ediyorsunuz. Vallahi, o tüm samimiyetiyle gerçeği söyledi» cevabını verdi.

Ümmü Eymen (r.) de sürekli onun yanındaydı ve ara-ara oğluna Peygamber (sa.v.)'in durumu ile ilgili haber­ler gönderiyordu. Üsame (r.), Allah bir yol gösterinceye kadar daha fazla ilerlemeyip Curf'ta kalmaya karar vermişti. Fakat bir sabah ulaşan kötü haberler nedeniyle Medine'ye geldi ve ağlayarak, şuuru yerinde olduğu halde ko­nuşamayacak kadar hasta olan Peygamber (s.a.v)'in ya­nına gitti Üsame (r.), onun üzerine eğildi ve öptü. Pey­gamber (s.a.v.) elini Sema'dan rahmet dilercesine yukarı doğru kaldırdı ve daha sonra elinin içindekileri, üzün­tü içinde kampa dönen Üsame'nin eline boşaltırmış gibi bir hareket yaptı.

Ertesi gün Hicret'in onbirinci yılının Rebi-ül-Evvel ayı -Tam Pazartesiye denk gelen onikinci günü idi, yani M. S. 632 Haziranının sekizinci günü.- O sabah erkenden Peygamber (s.a.v.)'in ateşi düştü ve çok güçsüz olmasına rağmen ezan onun Mescid'e gitmeye karar vermesine neden oldu. O içeri girdiğinde namaz başlamıştı ve insanlar onu gör­düklerinde sevinçten neredeyse namazdan çıkacaklardı, fakat Peygamber, (s.a.v.) onlara devam etmelerini işaret et­ti. Bir süre onları seyretti ve davranışlarmdaki takvayı görerek yüzü sevinçten parladı. Yanında Fadl (r.) ve azatlı kölesi Sevban (r.)'in yardımıyla ilerlerken yüzü hâlâ par­lıyordu. «Peygamber (s.a.v)'in yüzünü o andaki kadar gü­zelken hiç görmemiştim» dedi Enes (r.) Ebu Bekir (r.) arkasındaki saflarda bir hareket olduğunun farkındaydı. Bu­nun sadece bir tek sebebinin olabileceğini "Ve arkadan yaklaştığını duyduğu adamın Peygamber (s.a,v.)'den başkası olmadığını biliyordu. Bu nedenle başını çevirmeden bir adım geri çekildi. Fakat Peygamber (s.a.v.) elini onun omuzuna koydu ve «Namazı sen kıldır» diyerek onu tekrar cemaatın önüne doğru itti. Kendisi de Ebu Bekir'in sağı­na oturdu ve oturarak namaz kıldı.

Onun bu iyileşmesi büyük bir sevinç yaratmıştı. Na­mazdan kısa bir süre sonra Usame, Peygamber (s.a.v)'i daha kötü bulacağını umarak dönmüştü, fakat onu daha iyi görünce çok sevindi. Peygamber (s.a.v.) «Allah'ın rah­meti ile yola çık» dedi Bunun üzerine Üsame ona veda etti ve Curf'a geri dönerek adamlarına kuzeye yürümek için hazırlanmalarını emretti. O sırada Ebu Bekir (r.) yu­karı Medine'ye doğru yola çıkmıştı. Esma (r.) ile evlenme­den çok önce Ebu Bekir (r.), on yıl önce vahaya geldiğinde yanında kaldığı Hazreçli Hârise'nin kızı Habibe ile nişan­lanmıştı. Uzun süre nişanlı kaldıktan sonra evlenmişler­di. Habibe hâlâ Sunh'ta ailesinin yanında kalıyordu. Ebu Bekir (r.)'da onu orada görmeye gidiyordu.

Peygamber (s.a.v.} Fadl (r.) ve Sevban (r.)'ın yardı­mıyla Aişe (r.)'nin odasına döndü. Ali (r.) ve Abbas (r.) da oraya kadar peşlerinden gittiler, fakat çok kalmadılar. Dışarı çıktıklarında oradan geçen bazı adamlar Ali (r.)'ye Peygamber (s.a.v.)in nasıl olduğunu sordular. «Allah'a hamdolsun» dedi Ali (r.) «O iyi.» Fakat soranlar gittikten dinle!» Ömer (r.) buna aldırmadı ve devam etti. Fakat Ebu Bekir'in sesini tanıyanlar Ömer'i bırakıp ne söyleyeceğini duymak için ona döndüler. Ebu Bekir (r.) Allah'a hamd ettikten sonra şöyle dedi: «Ey insanlar, kim Muhammed e tapıyor idiyse —gerçekten Muhammed ölmüştür; kim de Allah'a tapıyor idiyse— gerçekten Allah Diridir ve ölmez.» Daha sonra Uhud'dan sonra indirilen şu âyeti okudu:

«Muhammed, yalnızca bir Peygamberdir. Ondan önce nice Pey­gamberler gelip geçmiştir. Şimdi o ölürse ya da öldürülürse siz to­puklarınız üzerinde gerisin geriye mi döneceksiniz? İki topuğu üze­rinde gerisin geri dönen kimse, Allah'a kesinlikle zarar veremez. Allah, şükredenleri pek yakında ödüllendirecektir.» (Al-i İmran: 144)

Sanki Ebu Bekir (r.) okuyuncaya kadar bu âyeti hiç kimse duymamıştı. Ondan bu âyeti aldılar ve bu âyet dil­lerde dolaşmaya başladı. Ömer (r) daha sonraları şöyle anlattı:

«Ebu Bekir'in o âyeti okuduğunu duyunca o kadar şa­şırmıştım ki yere düştüm. Ayaklarım artık beni taşımıyor­du ve Allah'ın Rasulünün ölmüş olduğunu anlamıştım.»

Ali, (r.) Zübeyr (r.) ve Talha Cr.) ile birlikte evine çe­kilmişti. Muhacirlerin geri kalan kısmı Ebu Bekir'in etra­fında toplanmışlardı. Useyd ve kabilesinden bir çok kişi de onlara katılmıştı. Fakat Evs'li ve Hazreçli Ensarın bü­yük çoğunluğu Sa'd İbn Ubade (r.)'nin başkanı bulundu­ğu Beni Sa'ide'nin toplantı yerinde toplanmıştı. Ebu Bekir (r.) ve Ümer (r.)'e, onların Peygamber (s.a.v.) irtihal et­tiğine göre yönetimin kime ait olacağı konusunda tartış­tıkları haberi ulaştı. Onun otoritesini memnuniyetle ka­bul etmişlerdi; fakat onu kaybettikten sonra çoğu Kayle oğullarının Yesrib'li bir adamdan başkası tarafından yöneltilmemesi gerektiğini düşünüyorlardı. Çoğu Sa'd'a (r.) biat etmek üzere idi.

Ömer (r.), Ebu Bekir (r.)'i toplantı yerine kendisiyle beraber gelmesi için zorladı. Ebu Ubeyde de onlarla bir­likte gitti. Sa'd hastaydı ve toplantı yerinin ortasında bir örtüye sarınmış yatıyordu. Üç Kureyşli içeri girdiğinde Ensar'dan biri onun adına insanlara hitap etmek üzereydi. Onları görünce Allah'a hamdettikten sonra konuşmasına onları da dahil ederek başladı: «Bizler Allah'ın Ensarıyız ve İslâm'ın savaşan gücüyüz, ey Muhacirler, sizler de biz­densiniz. Çünkü sizden bir grup bizim aramızda yaşıyor» Konuşmacı aynı tonda konuşmaya devam etti. Muhacirle­ri de biraz övmesine rağmen, onların ilk İslâm toplumu ola­rak önemlerini gözönünde bulundurmaksızın sürekli Ensarı överek göklere çıkarıyordu. O konuşmasını bitirdiğinde Ömer (r.) tam konuşmaya başlamak üzereydi. Fakat Ebu Bekir (r.), onu susturdu ve nazikçe, fakat kesin bir şekil­de konuşmağa başladı. Ensarın önemini kabul ettiğini söy­ledi. Fakat, İslâm'ın Arabistan'da yayıldığını ve Arapların tüm olarak Kureyş'ten başka birinin otoritesini kabul etmeyeceğini, çünkü Kureyş'in tüm Araplar arasında eşsiz bir konumu olduğunu da belirtti. Konuşmasını bitirerek "iki adamdan birini öneriyorum. Hangisini dilerseniz ona biat edin" dedi. Daha sonra Ensar'dan biri kalkarak iki otoritenin olması gerektiğini söyledi. Bu ateşli bir tartışma­ya yol açtı. Ömer (r.) bu tartışmayı şu sözleriyle susturdu: «Ey Ensar, Allah'ın Rasulünün namazlarda imamlık yap­ma görevini Ebu Bekir'e verdiğini bilmiyor musunuz? «Bili­yoruz» diye cevap verdiler. Ömer "Peki aranızda kim onun önüne geçmek istiyor?» dedi. -"Allah korusun, onun önüne geçemeyiz"[1] dediler. Bunun üzerine Ömer (r.), Ebu Bekir (r.)'ın elini tuttu ve ona biat etti. Arkasından da Ebu Ubeyde (r.) ve diğer Muhacirler biat ettiler. Daha sonra Sa'd hariç orada bulunan Ensarın tümü de biat etti­ler, Sa'd hiçbir zaman Ebu Bekir'i bir halife[2] olarak kabul etmedi ve Suriye'ye hicret etti.

Orada ne karar almış olurlarsa olsunlar Medine'de hiç kimse Mescid'de, o orada olduğu müddetçe Ebu Bekir'in önüne geçmeyi kabul etmezdi. Ertesi gün sabah namazın­da, namazı kılmadan önce Ebu Bekir (r.) minbere oturdu. Ömer (r.) ayağa kalkıp, cemaate Ebu Bekir'e biat etmele­rini emretti ve onu şöyle tanımladı: «Sizin en iyiniz, Allah'­ın Rasulünün arkadaşı, ikisi mağarada oturduklarında ikinin ikincisi» (Tevbe: 40).

Yeni nazil olan âyetlerden birinde Ebu Bekir (r.)'in bu önemli anda Peygamber (s.a.v.)'in tek arkadaşı olduğu belirtiliyordu[3]. Daha sonra biat eden Ali hariç tüm cemaat bir ağızdan ona bağlılık yemini ettiler[4].

Daha sonra Ebu Bekir fr.), Allah'a hamd ve şükret­tikten sonra cemate hitap etti: «Sizin en iyiniz olmadığım halde sizin üzerinize hakim oldum. Eğer doğru yaparsam bana yardım edin, eğer yanlış yaparsam beni doğrultun. Hakka samimiyetle saygı göstermek bağlılıktır, hakka say­gısızlık ise ihanettir. Aranızdaki güçsüzler, inşallah onla­rın haklarını koruyuncaya kadar benim katımda güçlü ola­caklardır. Aranızdaki güçlüler ise, başkalarının hakkını onlardan, inşallah, alana kadar benim katımda güçsüzdürler Ben Allah'a ve Rasulüne itaat ettiğim sürece bana itaat ediniz. Fakat eğer ben Allah'a ve Rasulüne itaat etmez­sem siz de bana itaat etmeyin. Namaza kalkın, Allah size merhamet etsin!»

Namazdan sonra Peygamber (s.a.v.)'in ev halkı ve ailesi onu gömülmeye hazırlamaları gerektiğine karar ver­diler. Fakat bunun nasıl yapılacağı konusunda anlaşmazlığa düştüler. Daha sonra Allah onların üzerine bir uyuk­lama verdi ve herbiri rüyasında bir sesin «Peygamber (s, a.v.)'i elbiseleri üzerinde olduğu halde yıkayın» diye bir ses duydu. Bunun üzerine Aişe'nin odasına gittiler, o an için Aişe odadan çıkmıştı. Hazreçli bir adam olan Evs ibn Havlî, orada Ensarı temsil etmek için Ali'ye yalvardı: «Sen­den Allah ve Rasulündeki payımız adına rica ediyorum Ey Ali!» Ali onun içeri girmesine izin verdi. Abbas (r.), oğlu Fadl (r.) ve Kusam (r.), Ali (r.)'ye mübarek vücudu­nu çevirmekte yardım ettiler. Bu sırada Üsame (r.). Pey­gamber (s.a.v.)'in azatlısı kölelerinden biri olan Şükran'ın yardımıyla su döküyordu, Ali (r.) elini uzun yün elbisesi­nin her tarafında gezdirdi. «Ey bana annemden ve babam­dan daha sevgili olan,» dedi, «yaşarken de, ölü iken de ne kadar güzelsin!» Hatta bir gün sonra bile Peygamber (s.a.v.)'in vücudu nefes alıp vermemesine, sıcaklık ve yumu­şaklığını kaybetmiş olmasına rağmen hâlâ uykuda imiş gibiydi.

Ashab şimdi de onun nereye gömüleceği konusunda anlaşmazlığa düştü. Çoğu, onun mezarının Baki mezarlığında üç kızı ve oğlu İbrahim'in ve kendi gömdüğü arka­daşlarının yanına kazılması gerektiğini düşünüyordu. Ba­zıları ise onun Mescide gömülmesi fikrindeydi. Fakat Ebu Bekir onun: «Öldüğü yere gömülmeyen hiçbir Peygamber yoktur» dediğini hatırladı. Bunun üzerine mezar, Peygam­ber (s.a.v)'in yattığı şiltenin hemen yanında Aişe'nin oda­sının zeminine kazıldı.

Daha sonra tüm Medine'liler onu ziyaret ettiler ve ba­şında cenaze namazı kıldılar. Küçük gruplar halinde geldi­ler ve her grup ayrı olarak cenaze namazını kıldı. İlk ön­ce erkekler grup grup geldiler, tüm erkekler onu ziyaret ettikten sonra kadınlar geldiler. Onlardan sonra da çocuk­lar ziyaret ettiler. O gece Peygamber (s.a.v.) Ali (r.) ve kendisini mezara hazırlayan diğer arkadaşları tarafından gömüldü.

Şimdi «Nur şehri» diye anılan Medine'de büyük bir üzüntü yaşanıyordu. Sahabeden her biri ağladığı için baş­kalarını azarlıyor, fakat kendisi ağlıyordu. Niye ağladığı sorulduğunda Ümmü Eymen[5]: «Ben onun için ağlamıyo­rum» dedi. «Onun için bu dünyadan daha iyi olan bir yere gittiğini sanki bilmiyor muyum? Fakat ben, bize gökten gelen haberler kesildiği için ağlıyorum»[6].

Sanki büyük bir kapı kapanmış gibiydi. Yine de onun şöyle dediğini hatırladılar: «Ben bu dünyada ne yapayım? Ben ve bu dünya, bir yolcu ve yolcunun altında gölgelen­diği bir ağaç misaliyiz. Bir müddet sonra yolcu yoluna gi­der ve onu arkasında bırakır [7] Peygamber (s.a.v.) bunu herkesin kendisi için söylemesini kestederek duyurmuştu. Bu kapı şimdi kapansa bile, mü'minler için Ölümle birlikte tekrar açılacaktır. Kulaklarında hâla onun şu sözleri çın­lıyordu:

«Ben sizden Önce gidiyorum ve sizin şahidinizim. Si­zinle buluşma yerim Havuz'dur». Bu dünyadaki risalet gö­revini yerine getirerek, bu görevi ahirette devam ettirmek üzere bu dünyadan ayrılmıştı. Ahirette O, onlar için ve baş­kaları için, bu dünya hayatına sınırlamaları olmaksızın merhamet anahtarı[8], Cennet Anahtarı, Hakkın Ruhu ve Allah'ın habibi olacaktı.

«Hiç şüphesiz, Allah ve melekleri Peygambere salat etmekte­dirler. Ey iman edenler, siz de ona salat edin ve tam bir teslimi­yette ona selâm verin» (Ahzab: 56).

514


-----------------------------------------------------------------

[1] 1. S. II/a. 23.
[2] Arabçada Halife, yani tamamen söyleyecek olursak Halifetil-Rasülullah , Allah'ın Rasülü‘nün vekili anlamına gelir
[3] Bak. Bul. XXXVII.
[4] Birkaç ay sonra Fatıma öldüğünde Ali ve Ebu Bekir'e şöyle dedi: -Senin önemini ve Allah'ın sana olan ihsanını biliyo­ruz ve onun sana verdiği hiçbir şeyi kıskanmıyoruz. Fakat cjH bizim önümüzde bize sonnadajı bir şey yaptın. Biz bu konuda, Peygamber (s.a.v.)e olan yakınlığımız nedeniyle bir siz hakkına sahip olduğumuzu hissettik.» Bunun üzerine Ebu Bekir'in gözleri yaşlarla doldu ve şöyle dedi; «Nefsimi kud­ret elinde tutana yemin olsun ki, ben Allah'ın Rasulünün ak­rabalarıyla, kendi akrabalarımdan daha iyi geçinmek isterim.» O gün öğle namazında cemaate Ali'nin henüz kendi­sini bir halife olarak kabul etmediğini açıkladı. Bunun üzerine Ali Ebu Bekir'in doğruluğunu tasdikledi ve ona biat etti. (B. LXIV, 38).
[5] I. S. H/2. 63.4
[6] I. M. XXXVII, 3.
[7] I. M. XXXVII, 3.
[8] Bu ve diğer isimler Peygamberin İsimlerini anlatan geleneksel münacaatlardan alınmıştır.


En son muhammedi tarafından 16.03.11, 15:00 tarihinde düzenlendi, toplamda 2 kere düzenlendi.

Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Hatemen-Nebiyyîn : Muhammed Mustafa (HAYATI)
MesajGönderilme zamanı: 12.02.11, 18:17 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 14.12.10, 17:07
Mesajlar: 70
.


En son muhammedi tarafından 16.03.11, 15:01 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.

Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Hatemen-Nebiyyîn : Muhammed Mustafa (HAYATI)
MesajGönderilme zamanı: 15.03.11, 14:09 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 14.12.10, 17:07
Mesajlar: 70
VADÎ KUREYŞLERÎ

(Fihr direkt olarak İsmail'in oğullan soyundan gelmektedir. Fihr'in soyunun civar Kureyşleri olarak anılan kısmı bu şemada belirtilmemiştir.)

KUREYŞ diye tanınan Fihr

el-HARÎS

Gâlib Lu'ay

(Ebu Ubeyde'nin kabilesi)

AMİR

(Süheyl'in kabilesi)

Ka'b

Hüseys ADİY MÜRRE

(Ömer'in kabilesi) AMR

SEHM (AMR tbn el As'ın k.)

CUMAH (Osman İbn Ma'zun k.)

Kilâb

KUSAY

MÜRRE

TEYM

(Talha ve Manzum Ebu Bekir'in)

ZÜHRE

Yekaze

{Ebu Seleme ve Halid İbn Velid'in Kabüesi)

ABDU'D-DAR
ABDU MENAF

ABD EL-UZZA (Peygamber'in annesi Amine'nin kuzeni

ESED Sa'd'ın ve Abdurrahman ibn Avf'ın kabilesi)

Hatice, Varaka ve Zübeyr ibn El-Avvam'm kabilesi

Kabilelerin kurucuları büyük harflerle yazılmıştır. Bunların ardından da o kabileden Pey­gamber'e çok yakın veya tarihsel önem arzeden birkaç kişinin adı verilmiştir.


REFERANS ANAHTARI

Biyografik ve Tarihsel eserler

K.— Kur'an

Bu kitap esasen aşağıdaki üç yazarın M.S. 8 ve 9. yüzyıllarda yazdıkları eserlere dayanmaktadır.

İİ.: İbn İshak Buradaki alıntılar Muhammed ibn İshak'ın Siret-i Rasulullah (Peygamberin Hayatı) adlı kitabının Abdel-Malik îbn Hişam (I.H.) tarafından tetkik edilmiş nüshasının Wüsten/eld baskısından ya­pılmıştır.

İ.S. : İbn Sâ'd Buradaki alıntılar Muhammed İbn Sa'd'ın Kltab et-Tabaka el-Keblr adlı eserinin Leyden baskısındandir.

W. Vâkıdi Buradaki alıntılar Muhammed İbn Ömer el-Wâkıdl'nin Kitab el-Megazi (Peygamberin savaşlarının kronolojisi) adlı kitabının Marsden Jones baskısından yapılmıştır.

Bunların yanısıra zaman zaman şu yazarlara da müracaat edilmiştir:

A. : Azraki Muhammed îbn Abdullah el-Azraki'nin Ahbar Mekke adh eserinin Wüstenfeld baskısı.

Tb. t Taberl Muhammed ibn Cerlr et-Taberî'nin Târih er-Rusûl ve'l-Mûlûk (Peygamberler ve Krallar Tarihi) adh eserinin Leyden baskısı . Aynı yazarın Tefsir'ine de müracaat edilmiştir.

S.: Süheylî Abdurrahman İbn Abdtdah es-Süheyli'nin İbn İshak'a yazdığı şerhin (Er-Ravz el-Usul) Kahire baskısı.



Peygamberin Hadislerini Toplayan Eserler

Aşağıdaki 9. yüzyılda yaşamış sekiz Muhaddisten yapılan alıntılar Wensinck'in Handbook of Early Muhammadan Tradition adlı eserinde kullandığı sisteme göre düzenlenmiştir.
B : Muhammed ibn İsmail el-Buhari
M : Müslim ibn el-Haccac el-Kuşeyrî
Tir.: Muhammed ibn İsa et-Tirmizi
A.H. : Ahmed ibn Muhammed İbn Hanbel
N. : Ahmed ibn Şu'ayb en-Nesei
A.D.: Ebu Davud es-Sicistanî
D.: Abdullah ibn Abdurrahman ed-Darimi
İ.M.: Muhammed İbn Mace.

Zaman zaman aşağıdaki M.S. 11. yüzyıl muhaddislerinden de alıntılar yapılmıştır. Bu muhaddislerin eserleri Wensinck'in el kitabında yer almamıştır.

Bay: Ahmed ibn el-Hüseyin el-Beyhaki Kitabes-Sünen el-Kübra
F. : Hüseyin b. Mahmud el-Ferraz el-Begavî, Mişkat el-Mesabih.


En son muhammedi tarafından 16.03.11, 15:01 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.

Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Hatemen-Nebiyyîn : Muhammed Mustafa (HAYATI)
MesajGönderilme zamanı: 16.03.11, 14:58 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 14.12.10, 17:07
Mesajlar: 70
Hatemen-Nebiyyîn : Muhammed Mustafa (HAYAT)

Ebubekir Siraceddin rh.a

(Martin Lings)


***

İçindekiler


1. Allah'ın Evi

Büyük Bîr Kayıp

Vadideki Kureyş

Bir Kaybın Tekrar Bulunuşu

Bir Oğul Kurban Etmeye İçilen And

Bir Peygambere Duyulan İhtiyaç

Fîl Yılı

Çöl

İkî Kayıp

Rahip Bahira

Hılfül-Füdul

Evlilik Önerileri

Yuva

Ka’be’nin Yeniden İnşası

İlk Vahiy

Namaz

Aileni Uyarıp Korkut

Kureyş Karşı Çıkıyor

Evs Ve Hazreç

Ebu Cehil Ve Hamza

Kureyş'in Teklifleri Ve İsteklebî

Kureyşin Îleri Gelenleri

Korku Ve Ümit

Ailelerde Bölünmeler

Es-Saa (Kıyamet)

Üç Soru

Habeşistan

Ömer

Boykot Ve Kaldırılışı

Cennet Ve Ebedîyyet

Hüzün Yılı

Senin Yüzünün Nuru

Hüzün Yılından Sonra

Yesrib’in Cevabî

Göçler

Bîr Suikast

Hicret

Medine'ye Giriş

Ahenk Ve Uyuşmazlık

Yenî Yuva

Savaşa Başlangıç

Bedîr'e Doğru

Bedîr Savaşı

Yenilenlerin Geri Dönüşü

Esirler

Beni Kaynuka

Ölümler Ve Evlilikler

Düzensiz Saldırılar

Savaş Hazırlıkları

Uhud'a Yürüyüş

Uhud Savaşı

Întîkam

Şehitlerin Gömülmesi

Uhud'dan Sonra

İntikam Kurbanları

Benî Nadir

Savaş Ve Barış

Hendek

Kuşatma

Benî Kurayza

Kuşatmadan Sonra

Münafıklar

Gerdanlık

Îftîra

Kureyşin Yaşadığı İkilem

Apaçık Bir Zafer

Hudeybîye'den Sonra

Hayber

En Çok Sevdiğin Kim?

Hayber'den Sonra

Umre Ve Sonrası

Ölümler Ve Bîr Doğum Va'dî

Anlaşmanın Bozulması

Mekke'nin Fethî

Huneyn Savaşı Ve Taîf Kuşatması

Uzlaşmalar

Zaferden Sonra




En son muhammedi tarafından 24.03.11, 13:35 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.

Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Hatemen-Nebiyyîn : Muhammed Mustafa (HAYATI)
MesajGönderilme zamanı: 24.03.11, 13:34 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 14.12.10, 17:07
Mesajlar: 70
Tebük

Tebük'ten Sonra

Dereceler

Gelecek

Veda Haccı

Seçim

Cenazenin Gömülmesi Ve Hilafet


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Hatemen-Nebiyyîn : Muhammed Mustafa (HAYATI)
MesajGönderilme zamanı: 11.07.14, 11:18 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 05.03.09, 09:49
Mesajlar: 311
Alıntı:
52. Uhud Savaşı


Güneş yükselmiş ve Kureyşliler saflarını düzene sokmuşlardı. Her iki tarafta yüzer atlı vardı. Sağ taraftakine Velid'in oğlu Halid, sol taraftakine Ebu Cehil'in oğlu İkrime kumanda ediyordu. Ortadan Ebu Süfyan ilerleme emrini verdi. Onun önünde Abdu'd-Dar'dan Talha, Kureyş sancağını taşıyordu. Talha'nın iki kardeşi ve dört oğlu, gerektiğinde sancağı almak için onun yakınında yer alıyorlardı. Talha ve kardeşleri kabileleri için o gün zafer kazanmaya kararlıydılar. Bedir'de onlardan iki kişi şerefsizce kendilerinin esir alınmasına izin vermişlerdi. Ebu Süfyan, Uhud'a giderken bunu Talha ve kardeşlerine hatırlatmayı ihmal etmemişti. Mus'ab, Peygamber'in Önünde, sancağı taşıdığı yerden kendi kabilesinin adamlarının da Kureyş sancağını taşıdıklarını gördü.

İki düşman ordusu seslerini duyacak kadar birbirlerine yaklaştıklarında, Ebu Süfyan ordunun hafifçe önüne çıktı. «Ey Evsliler ve Hazreçliler, alanı boşaltın ve kuzenimi bana bırakın. O zaman biz de size dokunmayız. Çünkü biz size savaş ilân etmedik» dedi. Fakat ensar, ona yüksek sesle hakaret ederek cevap verdi. Daha sonra Mekke saflarından bir adam öne atıldı. Hanzala, öne çıkanın babası olduğunu görünce çok şaşırdı. Adam: «Ey Evsliler, ben Ebu Amir'im» dedi. Ebu Amir bir zamanlar çok güçlü olan nüfuzunun bir anda yok olduğuna inanamıyordu. Bu nedenle Kureyşlilere, kabilesine kendisini tanıtır tanımaz, bütün adamlarının kendi safına geçecekleri konusunda söz vermişti. Ensar ise, onu taşlayarak karşıladı.

Mekke ordusu tekrar ilerleme düzenine girdi. Hind tarafından yönetilen kadınlar da deflere, zillere vurarak ve şarkı söyleyerek ilerliyorlardı:

Ey Abdu'd-Dar sülalesi, ileri!
Ey gerideki safların bekçileri, ileri!
Her kılıç darbesiyle ölüm saç!.

Kadınlar, düşmana yeteri kadar yaklaştıklarını anlayınca, davullarını döverek savaş zamanının geldiğini ilan ediyorlardı. Erkekler, kadınların, önüne geçti. Dana sonra Hind, önceki bir savaşta başka bir Hind tarafından okunan şarkıyı söylemeye başladı:

İlerleyin, o zaman sizinle övünürüz,
Ve yumuşak halılar sereriz.
Fakat eğer geri dönüp kaçarsanız, sizi terkederiz.
Sizi terkederiz ve sevmeyiz.

İki ordu yeteri kadar birbirine yaklaşınca, Peygamber (s.a.v.)'in okçuları, Halid'in süvarilerini ok yağmuruna tutmaya başladı. Kişneyen atların sesleri kadınların davul seslerini bastırdı. Mekke ordusunun orta kısmından Talha, ileri doğru çıktı ve teke tek çatışma önerdi. Ona karşı Ali (r.) çıktı. Biraz çatıştıktan sonra Ali onu yere düşürdü ve miğferinin üstünden kafatasını parçalayan bir darbe ile öldürdü. Peygamber (s.a.v.) bir anda, «öldürülecek bölük başkanının» -rüyasında kendisine gösterilen koçun- Talha olduğunu anladı ve yüksek sesle Allahu Ekber dedi- Bu ses tüm orduda yankılandı. Fakat rüyada gördüğü koç sadece bir tek kurbanı sembolize etmiyordu. Çünkü Talha'nın kardeşi sancağı almış ve Haraza tarafından öldürülmüştü. Daha sonra Zühre'li Sa'd, Talha'nın diğer kardeşini, boynuna ok saplayarak öldürdü. Talha'nın dört oğlu da birbiri arkasına Ali (r.), Zübeyr (r.) ve Evs'li Asim îbn Sabit (r.) tarafından öldürüldüler. İkisini, ölmek üzere iken ordunun gerisine, anneleri Sulâfe'nin yanma taşıdılar. Ona, oğullarına bu öldürücü darbeleri kimin vurduğunu söylediklerinde, bir gün Asım'ın kafatasından şarap içmeye and içti.

Hiç bir Müslüman kadının ordu ile birlikte gelmesine izin verilmemişti. Fakat Kureyşli bir kadın. olan Nuseybe (r.), asıl yerinin ordunun yanı olduğunu hissetti. Kocası Gaziyye ve iki oğlu ordudaydı, fakat gitmek istemesinin sebebi bu değildi. Diğer kadınların da orduda çocukları ve kocaları vardı ve onlar evde kalmaya razı olmuşlardı. Nuseybe, İkinci Akabede Peygamber (s.a.v.)'e biat etmek için Medine'den gelen yetmiş kadar adamın yanındaki iki kadından biriydi. Geride kalmak onun mizacına aykırıydı. Bu nedenle sabah erkenden kalkmış, kırbasını su ile doldurup hiç olmazsa susuzlara su vermek ve yaralıları tedavi etmek amacıyla yola koyulmuştu. Bununla birlikte yanma bir kılıç, bir yay, bir torba da ok almayı ihmal etmemişti. Ordunun geçtiği yolları izleyerek, savaş başladıktan kısa bir süre sonra, Uhud'un eteklerine ulaşmakta zorluk çekmedi. Vardığında Peygamber (s.a.v.1, Ebu Bekir (r.) ve Ömer (r.) gibi yakın arkadaşlarından bir grupla birlikte biraz yüksek bir arazide konumlarını almışlardı. Enes'in annesi Üramü Süleyman de aynı şekilde düşünerek, su kabını doldurmuş ve Nuseybe'den kısa bir süre sonra oraya ulaşmıştı. Safların gerisindeki bu gruba iki yeni kişi daha katıldı. Vahanın batısındaki Sedevi kabilelerinden Muzeyne'li iki adam kısa bir süre önce müslüman olmuş ve Mekke'lilerin saldırısından habersiz bir şekilde Medine'ye gitmişlerdi. Şehri yan boş görünce, sebebini öğrenmişler ve hemen Uhud'a doğru yola çıkmışlardı. Uhud'a vardıklarında Peygamber (s.av.)'i selamladılar ve kılıçlarını çekerek safların arasında ilerlediler.

Ebu Dücane (r.) kırmızı sarığıyla verdiği sözde durmuştu. Zübeyr daha sonraları şöyle itiraf ediyordu «Allah'ın Rasulü kılıcı bana değil de Ebu Dücane'ye verince içimden kırılmış ve kendi kendime şöyle demiştim: Ben onun babasının kızkardeşi Safiye'nin oğluyum ve Kureyşliyim. Ona gidip diğer adamdan Önce kılıcı istedim, fakat o kılıcı bana değil de ona verdi. Allah'a andolsun Ebu Dücane'nin ne yaptığını izleyeceğim! Ve onu izledim.» Zübeyr daha sonra Ebu Dücane'nin her önüne geleni, kendisi bir biçici, kılıcı da bir tırpanmış gibi nasıl kolayca öldürdüğünü ve Peygamber (s.a.v.)'e verdiği sözü nasıl yerine getirdiğini anlattı. Sonunda kendisinin de: «Allah ve Rasulü daha iyi bilir» demek zorunda kaldığını söyledi.

Görünüşü çok etkileyici ve iri olan Hind, hâlâ erkeklerin arasında onları savaşmaya teşvik ediyordu. Bir ara onu erkek sanan Ebu Dücane (r.)'nin kılıcından zor kurtuldu. Ebu Dücane'nin kılıcı tam kafasının üstünde iken, Hind haykırdı. Onu bir kadın olduğunu anlayan Ebu Dücane de yanındaki erkeğe döndü ve ona vurdu. Bunun üzerine Hind de, ordunun gerisinde köleler tarafından korunan kamptaki diğer kadınların yanına döndü. Hind oraya vardığında, Habeş'li Vahşi savaş alanına doğru ilerliyordu. Alandaki diğer adamların aksine Vahşi, sadece bir adamla ilgileniyor ve onu izliyordu. Hamza (r.), olağanüstü güçlü görünüşü, becerikli savaşma tarzı ve üstündeki deve kuşu tüyüyle kendini uzaktan belli ediyordu. Vahşi, uzaktan onu farketti ve mızrak atabileceği uzaklıkta, güvenli bir yere doğru ilerledi. Hamza (r.), Abd'ud-Dar'ın son sancaktarlarından biriyle yüzyüzeydi. Bir kılıç darbesiyle düşmanının zırhında delik açmıştı. Vahşi bu şansı kaçırmamak için acele etti ve mızrağını atacak şekilde hazırladı. Hamza (r.) düşmanını öldürmüş ve birkaç adım atmıştı ki can çekişerek yere yuvarlandı. Vahşi, onu, hareketsiz kalana kadar, bekledikten sonra mızrağını çekti ve bütün hızıyla kampa gitti. Kendi kendine şöyle diyordu : «Yapmak istediğim şeyi yaptım. Onu sadece özgürlüğüm için öldürdüm».

Hamza (r.)'nın şehid olması, Mekke ordusunun verdiği kayıplarda bir değişikliğe neden olmadı. Öldürülen yedi sancaktarın kölelerinden biri olan başka bir Habeş'li sancağı kendisi aldı, fakat bir müddet sonra hemen öldürüldü. Hamza (r.) 'nın devekuşu tüyü görünmemesine rağmen Ebu Dücane (r.), Zübeyr (r.) ve Ensar'la muhacirlerden diğerleri, o günün parolası olan “Emit”, “Emit” (Öldür, Öldür) sözlerinin canlı şekilleri gibi düşmana ölüm saçıyorlardı. Onlara karşı kimse duramıyordu: Ali'nin beyaz sorgucu, Ebu Dücane'nin kırmızı sarığı, Zübeyr'in parlak sarı sarığı ve Hubab'ın yeşil sarığı, gerilerdeki saflara güç veren zafer bayrakları gibiydi. Ebu Süfyan, ortada cesurca dövüşen Hanzala'nın darbesinden zor kurtuldu. Hanzala tam ona vuracakken, Leys'li bir adam Hanzala'yı mızrağıyla yere düşürdü, ikinci bir mızrak darbesiyle de öldürdü.

Mekke'liler kamplarına doğru kaçıştıkça savaş alanı Peygamber (s.a.v.)'in bulunduğu yerden uzaklaşıyordu. Peygamber (s.a.v.) kendi adamlarının kazandığını anlama­sına rağmen, savaşın ayrıntılarını göremiyordu. Fakat bir an gözlerini, sanki kuşları seyrediyormuş gibi göklere çe­virdi. Bir müddet seyrettikten sonra yanındakilere: «Arka­daşınızı» -Hanzala (r.)'yı kastediyordu- «Melekler yıkıyor» dedi.[1]

Daha sonraları, bir açıklama istercesine bu olayı Cemile'ye anlattı: «Gökle yer arasında, bulutlardan aldıkları suyu, gümüş kaplardan dökerek, meleklerin Hanzala'yı yı­kadıklarını gördüm»[2] Bunun üzerine Cemile, Peygamber (s.a.v.)'e gördüğü rüyayı ve kocasının nasıl savaşa geç kal­ma korkusuyla, her zaman aldığı gusül abdestini almadan yola koyulduğunu anlattı.

Müslümanlar, düşman saflarının tümünün kırıldığı noktaya kadar ilerlediler. Düşman kampına giden yol açıl­mıştı. Ganimet almak isteyenler de kampa doğru ilerliyor­lardı. Seçilen elli okçu, Peygamber (s.a.v.)'in solunda bi­raz uzaktaydılar. Peygamberle okçular arasında, zemin ön­ce alçalıyor sonra da onları yerleştirdiği bölgede yükseli­yordu. Okçular, ilk saflardaki arkadaşlarının ganimet ka­zanmak için giriştikleri çabayı görebiliyorlardı. Bundan dolayı okçular da, savaş alanına gitmek istediler. Liderleri Peygamber'in ne olursa olsun yerlerinden ayrılmamaları gerektiğine dair emrini hatırlattı. Fakat önderlerini dinlemediler. "Savaş bitti ve kâfirler kaçtı" dediler. Yaklaşık kırk ta­nesi, Abdullah ve diğer on kişiyi orada bırakarak savaş alanına gittiler.

O zamana dek Mekke ordusunun süvarileri hiçbir işe yaramamışlardı. İki ordu ortada öyle kaynaşmışlardı ki, bir atın ilerlemesi hem kendi adamlarını, hem de düşman askerlerini tehlikeye sokabilirdi. Yukarıdaki müslüman ok­çuların önüne kendilerini atmaksızın da onların arkasına geçmeleri mümkün değildi. Fakat Halid o anda karşı tarafta neler olduğunu farketti ve hemen bütün adamla­rını, okçuların bulunduğu yere doğru yöneltti. Abdullah ve adamları onları ilk önce oklarıyla durdurmaya çalıştı­lar. Daha sonra kılıç ve mızraklarıyla, ölünceye dek sa­vaştılar. Bu on müslüman okçudan hiçbiri hayatta kalma­dı. Tepenin arkasından dolaşan Halid, adamlarını Müslü­manların en yoğun olduğu bölgeye arkadan saldırttı. İkrime de onun gibi yaptı. Mekke ordusunun süvarileri, korunma­sız mü'min saflarına çok kayıplar verdirdiler. Ali ve arka­daşları artık yüzlerini yeni düşmana çevirmişlerdi. Kaçan kâfirlerden bir kısmı da gelip mü'minlere arkadan saldı­rıyordu. Savaş naraları birden bire değişti ve Kureyşlilerin «Ey Hubal, Ey Uzza» sesleri alanı doldurdu. Atlıların saldırısından kurtulan ve geride kalan müslümanların ço­ğu korkmuşlar ve sığınma umuduyla dağa doğru kaçmış­lardı. Peygamber (s.a.v.) onları geri çağırdı, fakat onlar Peygamber (s.a.v.)'in sesine karşı sağır, zihinleri de kaç­maktan başka her türlü düşünceye kapalıydı. Müslüman­ların çoğu savaş alanındaydı, fakat daha önceki cesaret­leri kırılmış ve sayıca düşmandan çok az kalmışlardı Adım adım Uhud'a, Peygamber (s.a.v)'in bulunduğu yere doğru geri çekilmek zorunda kaldılar.

Peygamber (s.a.v.) ve içinde iki kadının da bulundu­ğu grup, düşmanın üstüne arka arkaya ok yağdırıyordu. Savaş aleyhlerine dönmeye başladığında ilk düşünceleri Peygamber (s.a.v.)'i korumak olan birçok müslüman da yanlarına gelip onlara katılmıştı. Onlara ilk katılanlar ara­sında Muzeyne'li iki adam, Vehb ve Haris de vardı. Küçük bir düşman grubu sollarından kendilerine doğru yaklaşı­yordu. «Bu gruba karşı kim çıkacak?» dedi Peygamber. Vehb (r.) hemen: «Ben, ey Allah'ın Rasulü» dedi ve onları öyle hızla ok yağmuruna tuttu ki, düşmanlar oku atan gru­bun büyük olduğunu düşünerek geri çekildiler. Bir başka grup atlı onlara yaklaşırken Peygamber (s.a.v.): «Bu bölüğe karşı kim gidecek?» dedi. Vehb yine: «Ben, ey Allah'ın Rasulü» dedi ve onlarla sanki kendisi bir adam değil de bir ordu imiş gibi savaştı. Düşman grubu yine geri çekildi. Düşman saflarının arasından bir grup yine onlara doğru yöneldi. Peygamber (s.a.v.) : «Peki bunlara karşı kim çıka­cak?» dedi. Vehb (r.) : «Ben çıkacağım» deyince, Peygam­ber (s.a.v.) : «O halde kalk» dedi «ve neşeli ol, çünkü Cen­net senindir». Vehb düşman grubunun içine daldığında Peygamber (s.a.v.) ve arkadaşları onun cesaret ve yiğitli­ğini gözlemekten kendilerini alamadılar ve bir süre si­lah atmayı durdurdular. Vehb, düşmanı yarıp karşı ta­rafa geçmişti. Geri dönüp tekrar düşman grubunun ortasına daldığında Peygamber (s.a.v.): «Allah'ım, ona mer­hamet et!» dedi. Vehb düşmanlarla her taraftan yaralanıp şehid oluncaya kadar savaştı. Daha sonra onu bulduklarında üzerinde yirmi mızrak yarası vardı. Kılıç darbelerin­den başka, bir tek mızrak darbesi bile onu öldürmeye yete­cek kadar derindi. Onun bu şekilde döğüştüğünü görenler, onu hiçbir zaman unutmadılar. Ömer sonraki yıllarda şöy­le derdi: «Ölümler arasında en çok Muzeyne'li arkadaşımın ölümü gibi ölmek isterdim»[3]. Zühre'li Sa'd da on yıl sonra, hâlâ Peygamber'in Vehb'e verdiği Cennet müjdesini duyar gibi olduğunu söylerdi.

Müslümanlar geriye çekildikçe kalabalık da, tepe­ye doğru yaklaşıyordu. İki tarafın savaş naralarının yanısıra tek tek savaşçıların kişisel çağrılarını da duymak mümkündü. Ok atarken, kılıç darbesi vururken ve teke tek karşılaşmaya davet ederken iki taraftan da «Al işte, ben falan falanım» diye sesler yükseliyordu. Ebu Dücane kendisini, büyük babası olan Karaşa'nın oğlu diye ta­nıtıyordu. Bazen de bağıran kişinin kim olduğu söz­lerinden anlaşılmıyordu. Ensar'dan birinin şöyle bağırdı­ğı duyuluyordu: «Al işte, ben Ensardan bir gencim.» Pey­gamber (s.a.v.) de o gün birkaç kez : «Ben İbn el-Avatik'im»[4], yani «Ben Atike'lerin oğluyum» diye bağırdı. Atikeler derken bu adı taşıyan ninelerini"[5] kastediyordu. O sıra­da karşı saflardan kimliğini açıkça söyleyen bir adam çık­tı ve: «Bana karşı kim çıkacak. Ben Atik'in oğluyum» de­di. Bu adam, Aişe'nin tek öz erkek kardeşi ve ailenin tek müslüman olmayan ferdi olan Ebu Bekir'in oğlu Abdu'l-Kâ'be idi. Ebu Bekir (r.), kılıcını ve mızrağını çekip ilerledi, fakat Peygamber (s.a.v.), ondan önce davrandı. «Kı­lıcını kınına sok» dedi, «ve yerine dön, bize arkadaşlık et»[6]

Bir grup atlı daha Müslümanların arkasından yaklaş­maya başladı ve geri çekilen Abdu'l-Kâ'be'nin önüne doğ­ru ilerlediler. Peygamber (s.a.v.): «Bizim için kim kendini verecek?»[7] dedi. Ensardan beş kişi kılıçlarını çekip düş­mana saldırdılar ve şehid oluncaya kadar çarpıştılar, içlerinden sadece biri, o da ağır yaralı olarak, kurtuldu. Fakat onların yerini alacak yeni yardım gelmişti Ali (r.), Zübeyr (r.), Talha (r.) ve Ebu Dücane (r.), ön saflardan ordu ile birlikte geri çekilmişlerdi. Onlar Peygamber (s.a.v.)'in yanına ulaşmadan önce, düşman tarafından atı­lan bir taşla Peygamber (s.a.v.)'in alt dudağı yırtılmış ve dişlerinden biri kırılmıştı. Birden bire yüzünü kan kapla­dı, fakat o elinden geldiğince acısını göstermeyerek Ali ve diğerlerini iyi olduğu konusunda teskin etti. Kan kaybından zayıf düşüp bayılan Talha dışında hepsi düşmanın üs­tüne tekrar yöneldiler. Peygamber (s.a.v.), Ebu Bekir'e, «Kuzenine bak» dedi. Fakat Talha hemen kendine geldi. Onun yerine ileriki saflara Sa'd'lı Zühre ve Hazreç'li Ha­ris İbn Simme katılmıştı. Bu yeni grupla desteklenen Ali ve arkadaşları düşmana öyle ölüm saçtılar ki, müşriklerin geri çekilmesiyle birlikte şehid olan beş Ensar'ın cesedi de açığa çıktı. Peygamber (s.a.v.) onlara baktı ve dua etti. Fa­kat yatanların arasından biri ona doğru ilerlemek için ze­minde biraz süründü. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) onu getirmek için iki adam gönderdi. Ayağını yastık gi­bi adamın başının altına koydu ve adam ölünceye dek aya­ğını hareketsizce orada tuttu.

Peygamber (s.a.v.) şöyle dedi: «Bilin ki, Cennet kılıç­ların gölgeleri altındadır»[8]. Daha sonraki yıllarda da o gü­nün ne kadar muhteşem ve hayır dolu bir gün olduğunu hatırlar ve şöyle derdi: «Keşke o dağın eteklerinde arka­daşlarımla birlikte öylece kalsaydım»[9].

Müşrikler, yavaş yavaş kaybettiği alanları tekrar kazan­maya başlamıştı. Peygamber (s.a.v.)'in çevresindeki grubun okları bitmek üzereydi. Kısa bir süre sonra herkes kı­lıç ve mızraklarını çıkarıp yakın dövüş yapmak zorunda kalacaktı. Hem de bir Müslümana dört kâfir düşüyordu. O sırada aniden yan tarafta bir atlı belirdi ve Peygamber (s.a.v.)'in bulunduğu gruba doğru ilerledi. «Muhammed! (s.a.v.) nerede?» diye bağırdı. «O yaşadıkça ben yaşaya­mam!» Bu adam, zaten müslümanlara büyük kayıplar verdirmiş olan, Mekke'nin dışındaki Kureyşlilerden İbn Kamia idi. Gruba hızla bir göz atarak hedefini hemen farketti. Atını mahmuzlayıp, hiç bir miğferin dayanamayaca­ğı güçlü bir kılıç darbesi indirdi. Fakat Talha hemen Pey­gamber (s.a.v.)'in yanındaydı ve kılıcı görür görmez ken­dini Peygamber (s.a.v.)'in önüne attı, hayatı boyunca kullanamayacağı bir elinin parmaklarını kaybederek baş­ka bir yara almaksızın darbeden kurtulmuştu. Darbe hemen Peygamber (s.a.v.)'in başının yanından geçmiş miğ­ferine çarpıp, iki demir parçasının Peygamberin yüzüne saplanmasına neden olmuştu, omuzundan geçerken de iki kat zırhını parçalamıştı. Başının yan tarafına gelen bu dar­be ile Peygamber (s.a.v)'in yere düştüğünü gören kâfir atını mahmuzlayıp, geldiği hızla geri gitti. Fakat diğerle­ri yine de saldırıya karşı Peygamber (s.a.v.)'i çevrelediler. Mahzum'lu Şemmas[10] Peygamber (s.a.v.)'in önünde vuruluncaya kadar savaştı. Peygamber (s.a.v.) onun bu hare­ketini, yaşayan bir zırha benzettiğini söyledi. O vurulunca yerine başka bir adam geçti. Arkasından da kılıcını çekmiş bir halde Nusaybe bekliyordu.

Bir ses -belki de İbn Kamia- «Muhammed öldürüldü!» diye bağırdı. Bu ses tüm düşmanı kapladı ve hepsi Hubal ve Uzza'yı övüp yücelten sözler söylediler. Uhud bu söz­lerle çınlıyordu, kaçıp dağa sığınan müslümanlar pişman olmuş ve üzülmüşlerdi. Cesaretini kaybeden daha birçok müslüman da elinden geldiğince hızla dağa doğru kaçı­yordu. Fakat istisnalar da vardı. Bunlardan biri de, Pey­gamber (s.a.v.)'in hizmetçisi olan ve kendi adını taşıyan Enes'in dayısı Nadr'ın oğlu Enes'ti. Peygamber (s.a.v.)'in Bedir'de bir okla öldürülen oğlunun Firdevs cennetinde olduğunu haber verdiği kadın Enes'in kızkardeşi, yani Nadr'ın oğlu Nadr'ın kızı idi. Enes, yaşama arzusunu yi­tirmiş ve kendilerinde ne savaşa devam etme ne de kaç­ma isteği kalmamış iki arkadaşını gördü. «Niye burada oturuyorsunuz?» diye bağırdı. Onlar: «Allah'ın Rasulü öl­dürülmüş» dediler. «Peki o öldükten sonra yaşayıp da ne yapacaksınız? Kalkın ve onun gibi ölün» [11] dedi. Ve sava­şın en yoğun olduğu yere doğru ilerledi. Daha sonra Sa'd İbn Muaz, onun kendisini şöyle çağırdığını Peygamber (s.a.v.)'e söyledi; «Cennet! Uhud'un öbür tarafından Cen­net kokusu alıyorum.» «Ey Allah'ın Rasulü» dedi Sa'd «Ben onun savaştığı gibi savaşamazdım». Savaştan sonra Enes (r.)'i seksenden fazla yara almış bir halde buldular, yaralardan tanınmayacak hale gelmişti. Onu kızkardeşi ancak parmaklarından tanıyabildi.[12].

Müslümanların tekrar savaş meydanına dönmeye baş­ladığını gören Kureyş geri çekilmeye başlamıştı. Çünkü müşriklerin çoğu savaşın bittiğini düşünerek çabalarını azaltmışlardı. Henüz ölüler sayılmamıştı, fakat tahminen Bedir'dekilere tekabül edecek kadar müslümanı şehid et­mişlerdi. Yanısıra tüm bu karışıklıkların asıl nedeni olan adamı öldürmekle amaçlarına ulaşmışlar, yeni dini bastı­rıp, tekrar eski düzeni kurmuşlardı. «Yalal-Uzza, yalal-Hubal!»

Kureyş'in tümünde görülen bu yavaşlama, Peygamber (s.a.v)'i cansiperane koruyan yirmi adamın bulunduğu grubun çevresindeki atlılarda da görülmeye başladı. Mekke'liler bu adamları esir alamayacaklarını ve ölene dek savaşacak olan bu adamların kendilerinden de birkaç ki­şiyi öldüreceğini anlamışlardı. Asıl amaçlarını gerçekleş­tirdiklerine göre seçilecek en iyi yol onları bırakıp zafer kutlamalarına başlamaktı.

Peygamber (s.a.v.), hemen hemen kendisine gelmişti. Düşman çekilir çekilmez ayağa kalktı ve arkadaşlarına kendisini takip etmelerini söyleyerek, düşmanı gözleyebi­lecekleri ve sığınabilecekleri bir nehir yatağına doğru iler­ledi. Fakat Peygamber (s.a.v.), yüzüne saplanan metal par­çaları nedeniyle çok acı çekiyordu. Bu yüzden bir müddet durdular ve Ebu Ubeyde birbiri arkasına iki metal parça­sını dişleriyle Peygamber (s.a.v.)'in yüzünden çıkardı. Fa­kat yara tekrar kanamaya başladı. Bunun üzerine Hazreç'li Malik ağzını yaranın üstüne koydu, kanı emdi ve yuttu. Malik, Medine'deyken: «Önümüzde iki iyi şeyden biri var» diyen ve hemen hemen ölüm durumunda olan Şemmas'tan sonra orada bulunanlar içinde en ağır yara­sı olan adamdı. Peygamber (s.a.v.) şöyle dedi: «Kim benim kanımın kendi kanına karıştığı bir adam görmek isterse Malik İbn Sinan'a baksın». Ebu Ubeyde de bu söze dahil­di. Çünkü metal parçalarını çıkarırken iki dişi kırılmış ve ağzı kanıyordu. Peygamber (s.a.v.) onlara; «Benim kanı­mın dokunduğu kişiye ateş ulaşamaz» dedi[13].

Bu küçük grup nehir yatağına doğru ilerlerken, daha önceden Uhuda sığınan müslüman grup onları karşılama­ya geldi. Ka'b İbn Malik herkesten önce yapısı ve görünü­şü Peygamber (s.a.v.)'e benzeyen, fakat yürüyüşü daha yavaş olan birini gördü. Daha sonra yaklaştıkça, Ka'b bak­tığı kişinin gözlerinde başkalarıyla karıştırılmayacak olan o parlaklığı görünce arkasındakilere : «Ey müslümanlar, gözünüz aydın! Bu Allah'ın Rasulü» diye bağırdı. Peygam­ber (s.a.v.) ona sessiz olmasını söyledi. Bu haber ağızdan ağıza dolaştı. Adamlar aceleyle geliyor ve onun yaşadığı­nı gözleriyle görmek istiyorlardı. Sevinçleri o kadar bü­yüktü ki, sanki yenilgi bir anda zafere dönüşmüştü.

Fakat Ka'b'ın sevinçle bağıran sesini yanındaki bir Kureyş süvarisi duymuştu. O, Umeyye'nin kardeşi Ubey yani Avd adlı atının üstünde iken Peygamber (s.a.v.)'i öldüre­ceğine yemin eden adamdı. Kurbanının ölüm haberini duy­muş ve cesedini gözleriyle görmek için araştırıyordu. Tam o sırada K'ab'ın sesini duymuş ve vadi yatağına doğru iler­lemeye başlamıştı. Müslümanlar onu görünce, karşılamak için ona doğru döndüler. «Ey Muhammed» dedi Ubey, «Eğer sen kaçarsan ben seni bulamaz mıyım?» Ashabdan bir grup Peygamber (s.a.v.)'in çevresini sardı, diğerleri de Ubey e saldırmak üzereydiler. O sırada Peygamber (s.a.v.) onlara ellerini bırakmalarını söyledi. Daha sonra bu olay anla­tanlar, Peygamber {s.a.v.)'in kendilerini bir devenin ar­kasındaki sinekleri kovması gibi itip onların arasından kurtulduğunu söylediler. Peygamber (s.a.v.), Haris İbn Simiue'nin elinden mızrağı aldı ve hepsinin önüne çıktı. Hiçbiri hareket etmeksizin onun bu cesaretine ve karar­lılığına bakakaldılar, içlerinden biri şöyle derdi: «Allah'ın Rasulü bir şeyi yaymaya niyet ederse, hiçbir güç onu, o işi yapmaktan alıkoyamazdı» [14] Ubey, kılıcı havada Pey­gamber (s.a.v.)'e yaklaştı Fakat o vurmadan Peygamber (s.a.v.) mızrağıyla Ubey'i vurdu. Ubey bir boğa gibi bağır­dı, neredeyse atından düşüyordu. Fakat dengesini tekrar sağladı ve arkasını dönüp yokuş aşağı Mekke kampına doğru hızla kaçmaya başladı. Kampta yeğeni Safvan ve kabilesinden başka adamlar toplanmış duruyorlardı. Ubey se­sini kontrol edemeyerek: «Muhammed beni vurdu» dedi. Adamlar onun yarasına baktılar ve hafif olduğunu söyle­diler. Fakat o yarasının çok ağır ve öldürücü olduğuna bir kez inanmıştı. Gerçekten de onun bu inancı sonradan doğ­ru çıktı. «Bana, seni öldüreceğim» dedi, «eğer üstüme sille atsaydı, andolsun beni öldürürdü». Bu haber karşısında müşrikler Muhammed (s.a.v.) ölmemiş diye endişelenmeye başladılar. Fakat Ubey kendinde olmadığından dolayı bu miğferli adamı, başkalarıyla karıştırabilirdi.

Peygamber (s.a.v.) ve arkadaşları nehir yatağına ulaş­tıklarında Ali (r.) kalkanına bir kayanın kovuğundaki su­dan doldurarak Peygamber (s.a.v.)'e getirdi. Su dur­gun olduğu için çok kokuyordu. Bu nedenle çok susa­masına rağmen Peygamber (s.a.v.) suyu içmedi, bir kıs­mıyla yüzünü yıkadı, sonra hâlâ düzlüğe yakın oldukla­rından biraz daha yukarıya tırmanma emri verdi. Önündeki kayanın üstüne çıkıp tırmanmaya devam etmek istiyordu. Fakat o kadar güçsüzdü ki tüm çabasına rağmen çıkamadı. Bunun üzerine Talha, yaralarının ağır olmasına rağmen Peygamber (s.a.v.)'i sırtına aldı ve gerekli yük­sekliğe çıkardı. Peygamber (s.a.v.) o gün Talha'ya: «Yer­yüzünde yürüyen bir şehid görmek isteyen Ubeydullah'ın oğlu Talha'ya baksın» dedi.[15]

Geçici olarak konaklayabilecekleri bir yere vardıkla­rında güneş tepeye yükselmişti. Bu nedenle öğle namazını kıldılar. Namazda imam olan Peygamber (s.a.v.), tüm na­mazı oturarak kıldırdı. Diğerleri de ona uyarak aynı şekilde kıldılar. Daha sonra kayalığın üstüne bir gözcü di­kip dinlenmek üzere uzandılar. Çoğu derin ve taze bir uy­kuya daldı.


-------------------------------------

[1] I. I. 56G.
[2] W. 274.
[3] W. 275.
[4] W. 280.
[5] I S. L/1, 32-4 Bu kitapta Haşim ve Lu'ayy'ın annesini de kapsayan ondan fazla Atike ismi sayılmıştır. Atike'nin anla­mı «temiz» demek olan Tahire'nin anlamına yakındır.
[6] W. 257.
[7] I. I. 572:
[8] B, LII, 22.
[9] W. 255.
[10] Bak. Böl. 27.
[11] W. 280
[12] B. LVI. 12.
[13] W. 047.
[14] W. 251.
[15] I. H. 571.


Uhud'u hatırlamak gerek.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 80 mesaj ]  Sayfaya git Önceki  1 ... 4, 5, 6, 7, 8

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 2 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye