Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 2 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: Ankara veya Hacı Bayram...
MesajGönderilme zamanı: 20.10.10, 16:59 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 15.12.08, 02:19
Mesajlar: 253
Ankara'nın nesi güzel?
Ankara'nın nesi güzel?

Hakan Arslanbenzer

Ankara'nın güzellikleri saymakla bitebilir. İyisi mi biz sadece bir kaçına değinelim..

19 Ekim 2010


Bir aydır bir yerde iki günden fazla kalamadığım için bazı sabahlar uyandığımda hangi şehirde olduğumu ve nerede yaşadığımı idrak edemez hale gelmiştim ki son Ankara seferi de yorgun argın telaşlı ve yağmurlu bir ortamda bitti ve İstanbul'a döndüm. 1983'ten beri iki şehir arasında kaç kez mekik dokuduğumu bir Allah biliyor ben kendim bilemiyorum. Hep İstanbul'a yerleşmeye çalıştım, hep Ankara'dan kaçmaya gayret ettim.

27 senedir Ankaralıyım, 16 senedir İstanbullu. Ankara'yı nasıl bilirsin deseniz, avucumun içi gibi diyebilirim. Belki bu yüzden bana dar gelmiştir Ankara. Belki insan bildiğinden bilmediğine koşarak geçiriyordur ömrünü. Ama bu sefer bir kurtulma duygusu veya dileğiyle ayrılmadım Ankara'dan. Bu yüzden de elveda demedim, dostlarla duygusal anlar yaşamadık. Birçoğunu görme şansım bile olmadı. Nasıl olsa civardayız, nasıl olsa buluşur bilişiriz, gönüller bir olsun yeter ki... düşüncesiyle hareket ettim. Bu haber bir selam olsun Ankara'ya.


Ankara'nın en güzel taraflarından biri Eren Safi'nin varlığı. Şairliğinden daha çok arkadaşlığı. Şair olarak Eren Safi'ye katlanabilmek için (bütün iyi şairlerde olduğu gibi) ya hayranı olmak veya şiirden anlamak gerek. Ben şiirden anladığımı sanırım. Ankara'da nadiren görülen birkaç kişilik toplantıları saymazsak şiir meclisleri iki kişiliktir. Gerçi Ankara'da her şey iki kişilik. Satranç oynayanlar da iki kişi oluyor, biriyle bir yerde oturursanız da iki kişi oluyorsanız, meseleniz Türkiye veya şiir olunca da iki kişisiniz. Eren'le çok geceledik, çok sabahladık. Birimizden birimizin saatlerce konuştuğuna öbürünün tahammül edebilmesine hep hayret etmişimdir.

Hep demişimdir “Şiir yazmasan sana beş dakikadan fazla tahammül edemezdim.” Eren de daima ne çekilmez adam olduğumu hatırlatmıştır. Bunu o kadar çok söyledik ki karşılıklı olarak, belki de gerçek tarafı vardı ama artık gerçekliğini yitirdi. Eren'e tahammül edemediğim doğru değil. Şair olarak önemli biri Eren Safi. Ama arkadaşlığı ve iki kişilik meclisimiz Ankara'nın en güzel tarafıdır, şehrin dinamiklerinden biri gibi gelir bana. Ankara'da arkadaşlık zaten yeraltında ve derin, sürekli olur.

İki kişi birbirini üzemiyorsa arkadaş diyemeyiz bunlara. Üzüldüğün, darıldığın veya kızdığın halde birinden vazgeçemiyorsan işte senin arkadaşın. Orhan'a bazen o kadar kızardım veya beni küçük bir dokunuşla o kadar çok üzerdi ki günlerce evde eşime veya Yunus gibi, Cahit gibi kardeşlerime şikayet edip dururdum. Yok artık bu sefer Orhan bitti, Orhan'la artık görüşmeyeceğim deyip durdum yıllarca. Ama ben Ankara'ya döndüğümden beri geçen beş buçuk senede arkadaşlığımız sinsice gelişti, ilerledi, gücünün zirvesine yerleşti. Eren'le birlikte Orhan da benim Ankara'da evimin dışındaki iki adresimden biri oldu hep. Bunun kadrini bilmeye çalıştım, bunun maneviyatı dışına çıkmamaya özen gösterdim. Bazı ayet ve hadisleri Orhan'la arkadaşlığımız sayesinde daha iyi anladım, İslamiyeti tasavvur ve toplumsal mücadeleyi tanımlama hususunda da Orhan'la geçen yılların eğitici, öğretici tarafı hep ağır bastı.

Herkesin bir yanıyla tek olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Ama tek olduğunu saklayan veya saklayabilenlerle tek olmaktan korkmayanlar birbirinden ayrılıyor. Orhan hep ayrı olacak. Kötü günleri inşallah ikimiz de tümüyle geride bırakırız. Fakat her şey yolunda gitse bile içimizin almayacağı şeyler var.

Yunus Bilge Özdemir, Murat Küçükçifci, seyrek olarak da Fatih Çelikkaya ile Orhan'ın dükkandan eve kadar konuşarak yürüdük, yürürken konuştuk. Bir işte sürekli çalışan, evli ve çocuklu bir adam olmanın sonucu olarak belli bir zaman sınırlaması içinde hareket etmek zorunda kaldığım için farkında olmadan icat etmişim bu eve kadar yürüyüşleri. Daha doğrusu çocuklar beni Kızılay'da bırakamamış, çok defa yürümüşüz, konuşmuşuz. Bu yürüyüş ve konuşmalardan ilham alarak Popülist Kültür Derneği'ni kuralım dedik, Ankara'ya nasip olmadı.

Ankara'da cevherler tek tek bulunuyor nedense. Yunus gibi cevher zor bulunur. Eskiden profesyonel devrimciler vardı. Yunus da profesyonel arkadaş. Bazı adam vardır, koş yetiş dersin, sadece nerdesin diye sorar. Bazı adam da vardır, ne oldu diye ortamı bulandırır. Yunus ne oldu diye soranlardan değil, nerdesin diyenlerden. Yunus için gelsin, Neşet'ten “Neredesin sen?” Biraz ağır oldu galiba. Ama “Angara”lı olmak başlı başına ağır bir şey zaten.

Mekan Kafe'yi de eklemek kaydıyla muhafazakar okur yazarların buluştuğu esas mekan olarak Kurtuba Kitap Kahve'yi Ankara'nın güzelliklerinden biri olarak ifade etmek lazım. Fatih Bedir Köker ve Arif Burun'la, Cahit ve Muhammed Yıldız'la birçok defa oturduğumuz, daima Sıtkı Caney ve Şaban Abak'la karşılaştığımız bir yer Kurtuba. Bir kere de şairler etkinliğine katılıp “Şair değilim ve neden değilim” içerikli bir konuşma yapmıştım. Şaşırmıştım da, hem ilgi gösteren çoktu hem de çok canlı bir topluluğa konuşmuştum. Ortam adamı olmadığım ve insanların çokça ve sürekli olarak gittikleri mekanlara karşı Kadıköy ve Çemberlitaş'tan kalma bir çekingenliğim olmasına rağmen, Kurtuba Kitap Kahve'de her zaman iyi münasebetler ve muhabbetler içinde oldum. Çocuklarınla gidebileceğin bir yer.

Ankara'nın bir de bu tarafı güzel. Eşin, çocukların, arkadaşların, edebiyatçı tanıdıklar hep bir masada bir anda bir araya gelebiliyor. Temelde yalnızlık hakim Ankara'da. Beş milyon insan var ama insanla karşılaşmak ancak gayretle oluyor. Benim durumumda biraz da şehre aidiyetle.

Yoksulları Güzel

Ankara'da çok yoksul var. İstanbul'daki kadar katı bir sosyo-ekonomik gerçeklik yok denebilir Ankara'da. Yoksullar daha kolay idare edebiliyorlar hayatı. Ama gene de çoklar ve belki hiçbir büyük şehirde olmadığı kadar şehri sahiplenmişler. İşyerimin taşındığı zengin mahallelerinde bile selamlaşacak, konuşacak yoksul insanlar, işçiler karşıma daima çıkıyordu. Ankara'nın yoksulu çalışkan oluyor. Ama başına buyruk da oluyor. Gidecek bir köyleri her zaman var. Çoğu Orta Anadolu kökenli zaten. Doğdukları topraklara yakın konumdalar yani. Dedesinin tarlasını, babasının evini tanıyor Ankara'nın yoksulu.

Yoksulluktan kurtuldukça bir arsızlık, her şeyin en doğrusunu biz biliriz havası çöküyor üstlerine; ama yarışta geride kalanlar, yoksullar telaşsız ve endişesiz, kim olduğumuzu unutmamıza engel olan garip tebessümleriyle Ankara'nın benim gözümde asıl fotoğrafını veriyorlar.

Bozkırda yaz akşamları güzel

Bazı Temmuz akşamları hava kararmadan yıldızlar çıkar ve Ankara'nın bitmez tükenmez yokuşlarından birini çıkarken insan göğün koyu mavi tonuna mı yıldızların çokluğuna mı şaşırsın bilemez. İstanbul kadar açık bir göğü yok Ankara'nın. Ankara bir kap gibi, sen de o kabın içindesin. Ama yaz akşamları bazen yalnızca gök kalıyor, mavi siliniyor.

Kitapçıları güzel

Kitaplar çoğunlukla İstanbul'da yazılıyor ama Ankara'da okunuyor. Ankara'nın çok iyi kitapçıları var. Sayıca İstanbul'un çok altında olsalar da düzen disiplin bakımından son derece kullanışlı, okuyucu dostu diyebileceğimiz yerler bunlar. Muhammed abinin Birleşik Kitabevi her birimizin kitaplığının yarısını dolduran kitapları aldığımız, yine her birimizin mutlaka borçlu olduğumuz, kitapçılıkta bir efsane.

“Birleşik'e bir soralım” diye bir şey var. Bizzat giderek, birini göndererek veya telefonla kitap sorabileceğiniz, getirtebileceğiniz, insan yüzünün arkasında tıkır tıkır bilgisayar gibi işleyen bir kitabevidir Birleşik. Birleşik'e gitmeye başlamak kitap okuyucusu olduğunuzun alameti farikasıdır. İlk adımımı içeriye 1990'da atmıştım yanlışlıkla. Ama yanlış bir şey olmadığını kavramam bir iki dakika sürdü, çünkü Gürbüz abi (tanımıyordum, sonra ayrıldı, İstanbul'a mı gitti bilmiyorum, Allah selamet versin) elindeki çayı bana uzatıp hava soğuk dışarıdan geldin bunu sen iç dedi. Bir kerede otuz kitap aldığım olmuştur Birleşik'ten.

Okulları ve hastaneleri güzel

Meşhur kurumların çoğu İstanbul'da olsa da Ankara hastane ve okul bakımından Türkiye ortalamasının çok üzerinde bir imkan bolluğu içindedir. Benim hastaneyle pek işim olmaz, dişim ağrıyınca düşünce gücüyle geçirmeye çalışırım. Ama yakınlarımın hastane işleri nedeniyle Ankara'nın hastane düzenini tanıma şansım oldu. Bazı handikapları ve çirkin tarafları olsa da, Allah kapısına düşürmesin ama hastane dediğin Ankara'da olmalı. Okul dersen adı sanı duyulmamış bir ilköğretim kurumunda sessiz efsaneler ders verir Ankara'da. Lise düzeyinde de çok başıboş okulların yanında müthiş istikrarlı ve güçlü okullar da var. Çocukluğumdan beri “Artık eski okullar yok” ya da “Bizim öğretmenlerimiz başkaydı” gibi bir söz hakimdir Ankara'da. Ama bu okul mükemmelciliğinden kaynaklanıyor. Herkes de her okulun durumunu, seviyesini, olayını bilir.

Şiir yazması güzel

Ankara'da bozkır tabiatlı bir şehir olmasından mı bilinmez insanın canı müthiş sıkılır. Bilmem belki de Baudelaire'in Paris sıkıntısına eş bir sıkıntıdır bu. Bu sıkıntı da adama durmadan şiirler yazdırır. Garip şiiri 30'ların sonunda Ankara'da doğdu, İkinci Yeni 50'lerin ikinci yarısında, 60 Kuşağı 60'ların ilk yıllarında Ankara'da ortaya çıktı. 80 Kuşağının birçok mensubu Ankara'dan geçmiştir ve 90 Kuşağı içinde belirleyici bazı figürler en güçlü şiirlerini Ankara'da veya Ankara'dan dolayı yazdılar. Sanırım bu modern gelenek zinciri koptu veya kopuyor. 2000'lerde ismi anılmaya değer isimlerin ezici çoğunluğu İstanbul'dadır. Ankara, modernizmin başkenti olma vazifesini tamamlamış, eleğini asmış bir görüntü arz ediyor. En az dört beş kuşağa ve bunun iki üç katı akıma yuva oldu Ankara.

Daha ne yapsın?


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Ankara veya Hacı Bayram...
MesajGönderilme zamanı: 10.12.10, 21:05 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 15.12.08, 02:19
Mesajlar: 275
Ankara veya Hacı Bayram...

D.Mehmet Doğan

Vakit


2009-05-15

İstanbul başta olmak üzere büyük tarihî şehirlerimizin güçlü bir edebiyatı vardır. Bu edebiyata her dönemde ilâveler olur; şehirliler bu edebiyatın oluşturduğu havadan etkilenirler. Böyle bir şehirde yaşamaktan mutluluk duyarlar. Ankara böyle bir mazhariyetten büyük ölçüde mahrum kalmıştır. Gerçi Ankara ile ilgili bir hayli kitap vardır elimizde. Son olarak Büyükşehir Belediyesi de çok ciltli bir Ankara kitabı yayınlamıştır. Buna rağmen Ankara’nın bu konuda boynu bükük olduğunu söylüyoruz.

Ankara coğrafî olarak ülkenin merkezinde yer alıyor. 1920’lerden beri Türkiye’nin başkenti. Böyle bir şehrin bir taraftan siyasî değişmeler ve idarî düzenlemeler, diğer taraftan hızlı nüfus hareketleri yüzünden bazı kimlik meseleleri olması kaçınılmazdır.

Ankara ve kimlik meselesi... Her halde Türkiye’de son devirlerde başka hiç bir şehrimiz Ankara ölçüsünde kimlik meselesiyle karşı karşıya kalmamıştır.

Ders kitaplarına kadar girmiş Ankara övgülerinden herkes haberdardır... Resmî olarak Ankara Türkiye’nin başkentidir, bunun izahı maksadıyla gereksiz övgüler düzülmüştür. Bu çerçevede Ankara’nın üstünlükleri sayılır, dökülür. Ama gerçek anlamıyla söylemek gerekirse, “Ankara” reklamı yapanlar da gerçekte Ankara olmayan bir Ankara’dan bahsederler.

Resmî söyleme göre Ankara “yoktan var edilen” bir başkenttir. Demek oluyor ki, seksen küsur yıl önce Ankara diye bir şehir yoktu! Esasen bu Türkiye Cumhuriyeti’nin Osmanlı geçmişini inkâr etmesiyle paralel giden bir propagandadır. Nasıl Türkiye Cumhuriyeti yoktan var edilmişse, Ankara da öylece türetilmiş bir şehirdir!

Ankara’nın bu tarz reklamını yapanlar Ankara’nın dostları değillerdir gerçekte. Çünkü köksüz, türedi bir şehirden bahsetmektedirler.

Diğer taraftan, Ankara olmayan/olamayan bu Ankara’dan memnun olmayanlar da Ankara’ya pek hoş nazarla bakmazlar. Ankara’nın bu kesim nezdinde de iyi bir ismi yoktur. Onlara bakarsanız, yine tarihte Ankara diye bir şehir olmamıştır. Sonradan olan ise, bize uygun bir şehir değildir. Burada Ankara’yı yoktan var ettiğini iddia edenlerin bir zamanlar sıkı sıkı sarıldığı “mabedsiz şehir” sloganının etkili olduğunu görülür. Gerçi yoktan bir Ankara kurmak iddiasında olanlar, onun mabedsiz, yani camisiz olmasını arzu etmişlerdir. Fakat bütün çabalara rağmen yeni Ankara da mabedsiz şehir olmamıştır!

Ankara ne reklamcılarının ne de karşıtlarının Ankarasıdır aslında. Ankara Ankara’dır, başka bir şey değil!

Tabiî ki eskiden olduğu gibi bir Ankara değildir bu Ankara. Ama, eskisinden tam kopuk da değildir.
Ankara’nın tarihi geçmişini bir isim etrafında açıklamak gerekirse, bu Hacı Bayram’dır. 15. Yüzyılın Anadolusunda üretimi, tüketimi, esas olarak da insanı ve yönetimi belirleyen bir şahsiyetten bahsediyoruz. Hacı Bayram-ı Veli, Timur sonrasının harap Anadolusunun büyük onarımcılarındandır. Kendi söylediği gibi, ansızın bir şehre varmış, o şehri yapılır görmüş, kendisi de taş ve toprak arasında yapılmıştır...

Ankara’nın ve Anadolu’nun yapıcısı Hacı Bayram, Osmanlı Devleti’nin dönüşümünde de büyük rol oynamıştır. Osmanlı Devleti onun hazırladığı zemin üzerinde İstanbul’un fethini gerçekleştirmiştir...
Bu başlangıcı neden yaptık? Ankara zaman zaman okuyucularımızla paylaştığımız konular arasında yer alacak. Ankara’yı konuşurken kendimizi konuşacağız, Türkiye’yi konuşacağız.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 2 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 1 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye