Cengiz Dağcı'nın 'büyük sürgünü'
Akif Emreaemre@yenisafak.com.tr27 Eylül 2011
Ölüm "gurbet"in sona ermesidir. "Dünya sürgünü"nden asli yuvaya dönüş...
Gurbette ölümler daha çok hüzün veriyor.
Yalnız ve tenha yaşanan bir hayatı tek ve tenha terk ediş; çünkü hepimiz" yalnız ölürüz"
Cengiz Dağcı'nın ölümü bir tür sürgün ölümüydü.
Sürgünde memleket hasretiyle yaşadı. Bu biraz da korku dolu bir hayat demekti.
Cengiz Dağcı'nın romanları ne lise ne üniversite dönemlerimde hiç ilgimi çekmemişti. Türkçülüğe karşı bir tepkiydi . Türkistan'dan, Kırım'dan bahsetmek Türkçülerin- Türk milliyetçilerinin tekelindeydi. İslamcılar; Türkçülük yapmamak adına Türk kelimesini bile ağızlarına almamak gibi aşırı bir hassasiyet sergilediler. Her tür milliyetçiliğe, ırkçılığa karşı çıkmak isterken aşırılığa varan bir hassasiyet kuşatmıştı bizim kuşağı..
Kırım'a ilk kez sanırım 1996 yılında dostum Kemal Sayar'la birlikte belgesel çekimi için gittiğimde Bahçesaray'ı, Yalta'yı, Akmescid'i gezerken Cengiz Dağcı'nın nasıl bir hasretle o romanları yazdığını fark edecektim.
Evet Kırım bir bakıma çok uzak bir ülke, bir bakıma bizim Anadolu toprağı kadar yakın ve aşina bir coğrafyaydı...
Herhalde Kırım Tatarları kadar Anadolu kültürüne yakın akraba topluluk yoktur. Unuttuğumuz kimi Anadolu türküleriyle, sürgünden 50 yıl sonra, Kırım'da karşılaşmak bu aşinalığı yakıcı biçimde hatırlatacaktı. Hem insan, hem kültür hem coğrafya olarak Cengiz Dağcı'nın resmettiği Kırım'ın aslında ne kadar bize yakın olduğunu orada farkedecektim.
Cengiz Dağcı ile dünya görüşümün örtüştüğünü hiç sanmıyorum. Buna karşın insan oluşumuzun en doğal özlemini memleket hasretini, millet sevgisini anlatan romanlarını, ideolojik boyutunu bir kenara koyunca daha iyi anlayabiliyoruz. Romanlarındaki hamaset düzeyi ne olursa olsun yakıcı bir hasretin, esaret altındaki bir ulusun hikayesi sizi kuşatır...
İşin daha da yakıcı tarafı sürgünde olan sadece Dağcı'nın kendisi değildi, halkı da sürgündeydi. Kırım Tatarları İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra toplu cezalandırmaya tabi tutularak Kırım'dan Orta Asya'ya sürüldüler. "Özgürlükler cenneti Sovyetler"de topluca sürülen, açlık ve hastalık dolu uzun sürgün yolculuğu sırasında ölen Kırım Tatarlarından bahsetmek, onlara sahip çıkmak Türkiye'de pek çok aydın için bir tür sapkınlık sayılırdı.
Dün Cengiz Dağcı'nın cenazesi Londra'nın doğusundaki Süleymaniye Camii'nde kılınmış. Şair Mevlüt Ceylan'ın aktardığına göre, cenaze namazında toplam 20 kişi ancak varmış. Dağcı'nın cenaze namazında bile bu denli yalnız kalmasının sebeplerinden biri dinle arasına koyduğu mesafe olabilir. Asıl nedenin yıllarca yaşadığı İngiltere'de ne Türklerle ne de diğer Müslümanlarla hemen hemen hiçbir ilişkisinin olmamasıydı belki de.
Ne olursa olsun, gurbette ölüm kadar bu denli terk edilmişlik de inanın büyük yalnızlığını bir kez daha hatırlatıyor.
Cenazesinin Kırım'a götürülerek orada toprağa verilecek olması sahiplenmek adına önemli.
Ne var ki ne Cengiz Dağcı'nın hayatı boyunca romanlarında özlemle dile getirdiği Kırım'dan ve acılarını paylaştığı Kırımlılardan bihaber okumuş-yazmışlar kendi ülkelerinde daha yalnız bence.