İKİNCİ BÖLÜM
RAKSIN HARAM İDDİASININ İPTALİ
Şimdi de iddiacının kübrasını (büyük önermesini) çürüteceğiz:
Bilindiği gibi büyük önermeleri: “Raks, Malik, Şafi’î ve Ahmed
(Rahimehümullah)e göre bi’l-icma haramdır. İcma ile haram olduğuna göre, onu
helal sayan kafir olur.” Şeklinde idi.
Eğer bu ifade ile –büyük önermelerini sağlama almak için- her türlü raksın
icma ile haram olduğuna kast ediyorlarsa, bu büyük bir iftiradır. Nitekim ‘el-
Hakaik’ ismindeki şerhü’l-Manzume’de deniliyor ki: İmam Şafi’î’ye (r.a) göre,
makamla şiir ve manzumeleri söylemek ve dinlemek (teğanni ile nağme yapmak)
aslı itibariyle mubahtır. Yeter ki gençliğin kötü duygularını tahrik etmekten uzak
olsun ve süreklilik göstermiş olmasın.
Ancak teğaniyi meslek haline getiren ve sürekli insanları dolaşan ya da
meslek edinmemekle beraber yine de sürekli olarak bu tür teğanileri dinlemeyi
adet haline getiren kimse, sefih olup şahitliği kabul edilmez.
Bu hükümler kılıç ile oynamak, raksetmek ve benzeri oyunlar için de
geçerlidir. (el-Umde adlı eserde böyle denilmiş)
Şafi’î fıkıh kaynaklarından; Muharrer, Envar, Hubab ve şerh-i Havi’de
herhangi bir çalgı aleti kullanmaksızın, sadece normal ses kullanılarak, nağmeler
(şiir, şarkı vs.) okumanın ve dinlemenin haram değil mekruh olduğu
vurgulanmıştır. Bu eserlere göre, kılıç ile oynamak da haram değil sadece
mekruhtur. Çünkü bu oyun yalnız ölçülü bir takım hareketlerden ibarettir.
Nitekim rivayetlerde sabit olmuş ki, Hz. Peygamber (s.a.s.) raks ederek
oynayan Habeşlileri seyreden Hz. Aişe için beklemiş ve gözlerden korunması için
ona perdedarlık etmiştir.
El-Halimi’ye göre, içinde bellerin büküldüğü, dizlerin kırıldığı oyunlar –
muhammes (kadın gibi davranan erkek)lerin hareketlerine benzediğinden dolayıhem
erkeklere hem de kadınlara haramdır.
Cemaleddin Envar’ın haşiyesinde belirttiğine göre, İmam Rafii, bel ve diz
kırma şeklinde olmayan raksın mekruh mu, mubah mı olduğuna dair bir
açıklamada bulunmamıştır. Mesele ihtilaflıdır.
El-Bahre de kendisinden nakledildiğine göre, Nekkal bunun mekruh
olduğunu söylemiştir. Nevrai el-Umde’de raksın mubah olduğunu söylemiştir.
Gazzali el-Vasif’te aynı görüşü benimsemiştir. Ebu Ali ve el-Halimi’nin
ifadelerinden de bu anlaşılmaktadır. Yine Şafi’î kitaplarından Şerhü’l Veciz, elidi’nin
Kitabu’ş-Şehadeti adlı bölümünde raksın haram olmadığı belirtilmiştir.
Kadi Hüseyin: “Raks etmek ehl-i hal ve vecd olan kimseler için mubah,
diğerleri için mekruh olduğunu” söyleyerek meseleye farklı bir boyut
kazandırmıştır. Üstaz Ebu Mansur da aynı hususa dikkat çekmiştir. İki taifenin
de reisi olan ‘Hamse mia’nın sahibi olan İmam Gazzali’nin rivayet ettiği bir hadisi
şerifte Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Yüce Allah bu ümmet için
her yüzyıl başında onlara dinlerini yeniden öğreten bir müceddid gönderir” Yine
buyurmuştur ki: “Bu ilmi her nesilden en adil olan bazı kimseler omuzlayacak.
Bunlar hakiki ilmi, bir kısım amillerin tahrifinden, gerçeği iptal etmek
isteyenlerin telkinlerinden ve cahil kimselerin yanlış te’villerinden arındırıp asli
hüviyetine kavuşturacaklardır. Yine İmam Gazzali İhya’ul-Ulum adlı eserinin
Rub’ul-adat bölümünün sekizinci kitabında semaın mubah olup olmadığı konusu
hakkındaki alimlerin ihtilafı, başlığı altında şunları söylemiştir: Bütün bu kıyaslar
bu naslar, teğanninin ve raksın mubah olduğuna delalet etmektedir. Yine bunlar
tef çalmanın, kalkan ile oynamanın, dağarcık ile oynamanın, halkın bütün sevinç
günlerinde Habeşi ve zencilerin oynadığı raksa bakmanın da caiz olduğunu
göstermektedir. Özellikle bayram günlerinde, velime, akiha, sünnet
düğünlerinde, bir yakının gurbetten döndüğü zaman, şer’an sevinmesi caiz olan
her vesileyi kullanarak bu söylenen oyun ve teğannileri icra etmek caizdir.
Dostların buluştuğu yerde, yakın ve dostların kalabalık olduğu yemek
sofralarında –ki buralarda genellikle semadan boş olmazlar- fazla sevinç
göstermekte bir sakınca yoktur.
Gazzali (r.a) başka yerlerde şu görüşlere yer vermiştir: Bir oyun, oyun
olduğu için haram değildir. Nitekim Habeşlilerin oynadıkları oyun ve yaptıkları
raks da bir oyun ve bir eğlencedir, ama Hz. Peygamber (s.a.s.) onu kerih
görmeden seyretmiştir. Kaldı ki eğer oyun ve eğlence yalnız faydasız bir fiilden
ibaret olduğu kabul edilirse, bunun için Allah tarafından her hangi bir sorumluluk
da söz konusu olmaz. Örneğin bir günde yüz defa elini başına koymayı alışkanlık
haline getiren bir kimsenin bu hareketinde elbette bir fayda yoktur, bu abesle
iştigaldir, ancak buna haram demek de mümkün değildir.
Çünkü yüce Allah şöyle buyuruyor: “Allah sizin –yemin kastınız olmaksızınettiğiniz
yeminlerinizden dolayı sizi sorumlu tutmaz.”
Şimdi bir şey üzerine Allah’ın ismi kullanıldığı halde –bir kasde mukarin
olmadığı için- ona aykırı davranmak, en azından faydasız bir meşguliyet olmasına
rağmen, eğer sorumluluk getirmiyorsa, bir şiir bir raks için nasıl haramdır
denilebilir?
Yine Gazzali İhya adlı eserinin başka bir bölümünde şunları söylüyor: Oyun
ve eğlence mubahtır. Habeşlilerin ve zencilerin ortaya koydukları oyun ve
eğlenceden daha üsten oyun mu var? Halbuki bunun helal olduğu nas ile sabittir.
Kaldı ki ben diyorum ki; eğlenceler aslında kalpleri rahatlatır, fikir yorgunluğunu
giderir. Halbuki kalp rahatsız olduğu zaman kör olmaya başlar. Onu rahatlatmak,
onun yeniden ciddiyeti takınmasına yardımcı olmak demektir. Oyun, eğlence ise
kalbi rahatlatmakla onu ciddiyete yöneltir. Peygamberlerin kalpleri/nefisleri
dışında hiçbir nefis daima mutlak ciddiyet üzerinde devam demez. O halde oyun,
eğlence, kalbi yorgunluk ve gevşeklik hastalığından kurtaran bir ilaç
hükmündedir.
Bu açıdan bakılınca oyun/eğlencenin mubah olması gerekir. Şu kadar var ki,
ilacı fazla kullanmak doğru olmadığı gibi oyunlara fazla dalmak da uygun olmaz.
Buna gre, sırf kalbe yeniden dinamizm kazandırmak niyetiyle olursa, oyun da bir
nevi ibadet hükmüne geçer.
Yine İmam Gazzali bir yerde şöyle diyor: Bil ki sema işin başlangıcıdır.
Sema kalpte vecd denilen bir halet meydana getirir. Vecd ise, organları
harekete geçirir. Bu hareketler eğer belli ölçüler içerisinde seyr etmiyorsa buna
ıstırap adı verilir. Yok eğer, belli ölçüler içerisinde söz konusu oluyorsa bu gibi
hareketlere tasfik ve raks adı verilir. Bu tür hareketler, sevinç ve neşeye sebep
olur. Bütün mubah sevinçleri tahrik etmek caizdir. Eğer haram olsaydı, Hz. Aişe
(r.a), Hz. Peygamber (s.a.s.) ile birlikte raks eden Habeşlileri hiç seyreder
miydi? Bazı rivayetlere göre, Hz. Peygamber (s.a.s.) Hz. Aişe’ye (r.a)
“Habeşlilerin oyununu seyretmek istiyor musun” diye sormuştur. (Bu da ayrı bir
inceliği gösteriyor)
Sahabeden bir cemaatin sevinçlerinden dolayı raksettikleri de gelen
rivayetler arasındadır. Rivayet göre, Hz. Hamza’nın (r.a) kızının türbesinde, Hz.
Ali, Hz. Cafer, Hz. Zeyd b. Sabit tartıştılar. Hz. Peygamber (s.a.s.) Hz. Ali’ye
(r.a) hitaben “Sen bendensin ben de sendenim” buyurunca, Hz. Ali (r.a),
sevincinden raks etmeye başladı. Sonra Hz. Peygamber Hz. Cafer’e (r.a) hitaben
“Sen hem fiziki yönden hem de ahlaken bana benziyorsun” deyince Hz. Cafer
(r.a) de sevincinden raks etmeye başladı. Sonra da Zeyd’e (r.a) hitaben “Sen
bizim kardeşimiz ve mevlamızsın (azatlı kölemiz, dostumuz)” deyince o da
sevincinden raks etmeye başladı.
Bunun hükmü heyecanı tahrik eden sebebin durumuna göre farklılık arz
eder. Eğer sevincin kaynağı mubah ise onun sonucu olan raks da mubah olur. Eğer
sevincin kaynağı mubah değilse raks da mubah olmaz. Evet bu çeşit sevinç
yansımaları başkasına örnek durumunda olan yüksek mevki sahiplerine pek
yakışmaz. Çünkü bunlar çoğunlukla bir oyun ve eğlence tarzında olur. Örnek olan
kişilerin, kendilerini halkın gözünde küçük düşürecek, örnekliğine gölge
düşürecek hareketlerinden kaçınmaları gerekir. Elbiseyi yırtmak için iradesi
elinde olan kimseler için caiz değildir. Kendinden geçmiş olanlar bunun dışındadır.
Vecde gelmiş birinin kendinden geçerek –farkında olmadan- elbisesini
yırtabileceğini veya farkında olduğu halde, iradesine sahip olmadığından üstünü
başını yırtabileceğini unutmamak lazımdır. (Gazzali’nin sözü bitti. Fazla bilgi için
İhya’nın Rub’ul-adat bölümüne bakılabilir)
Şeyh Sihabeddin Ömer es-Sühreverdi (r.a) el-Avarif adlı eserinin 28.
bölümünde “Sema hakkındaki görüşler” başlığı altında şu görüşlere yer vermiştir:
Bazen olur ki, samimi bazı kimseler herhangi vecd eseri olmaksızın, sırf bazı
fukaranın ortaya koydukları hareketlere katılıp onları hoşnut etmek için, sahibi
için bir batıl hükmünde olur. Çünkü raks şeriata göre haram olmamakla beraber,
genel mubah olanlar içinde de yer almaz. Hareketli bir oyun olduğu için raksı ve
ölçülü hareketleri –gülünecek mizahi türden- birer mubah hükmünde olur. Kişinin
kendi çoluk-çocuğu ile şakalaşıp oynaması da buna dahildir. Hatta nefsin fazla
olan dinçliğini kırmak gibi halis bir niyetle yapılırsa, bu gibi hareketler ibadet
hükmünde bile düşünülebilir.
Nitekim, Ebu Derda’nın (r.a) “ben bazen nefsi batıl bir şeyle meşgul
ediyorum ki, hakka hizmetine yardımcı olsun” dediği rivayet edilmiştir. Demek ki,
raks, hal davası yerine böyle güzel bir niyetle yapılsa, ne lehinde ne de aleyhinde
olmaz. Hatta bazen kalbi rahatlatmak ve dolayısıyla ibadete yeni bir güç
kazanmak gibi güzel bir niyet olsa, özellikle Rabbinin sonsuz merhametini ve
şefkatini düşünüp onunla sevinmeye içinde taşısa raksı bir nev-i ibadet hükmüne
geçebilir. (Fazla bilgi için Avarif kitabına bakınız)
Yine Sühreverdi Avarif’in 25. bölümündeki sema konusunda şunları
söylüyor: Bize Ebu Zura Tahir, babası Ebu’l Fadl el-Makdisi’den, o da Ebu
Memşur Muhammed b. Abdülmelik el-Muzaffer’den, o da Ebu Ali el-Fadl b.
Mansur b. Nasır el-kağidi, es-Semerkandi’den, o da Said b. Amir’den, o da
Şube’den, o da Abdülaziz b. Suheyb’den, o da Hz. Enes’den şöyle rivayet
etmiştir. Hz. Enes (r.a) dedi ki: “Biz H.z. Peygamber (s.a.s.)in yanında idik. O
anda H.z. Cebrail (a.s.) indi ve şöyle dedi: “Ya Resulallah! ümmetinin fakirleri
zenginlerden beş yüzyıl önce -ki bu yarım gündür, cennete girecekler. Buna çok
sevinen Hz. Peygamber (s.a.s.) “içinizde bize bir şeyler okuyan yok mu? dedi.
Bedevilerden bir adam “Evet ya Resulallah! ben okurum” deyince, “oku” diye
buyurdu. Bedevî şöyle başladı: “Aşk yılanı ciğerimi ısırdı, yaram için ne bir
doktor ne de bir tedavi eden vardır. Tek çarem şu anda kendisine aşık olduğum
sevgilimdir, benim ilacım sadece onun yanındadır.” Bunun üzerine Hz. Peygamber
(s.a.) vecde geldi. Sahabeler de vecde geldiler. Öyle ki efendimizin ridası
omuzlarından yere düştü. Sonra vecd halleri sona eren herkes yerine geçti. Bu
arada Muaviye b. Ebi Süfyan: “ya Resulallah! bu eğlenceniz ne güzel oldu!” dedi.
Buna karşılık Hz. Peygamber (s.a.s.) “Sus, sevgilinin zikrini (anıldığını) işitip de
yerinden kımıldamayan, şerefli değildir” buyurdu. Sonra Hz. Peygamber (s.a.s.)
rida-i şerifini dört yüz parçaya ayırıp oradaki ashabına dağıttı. (Biz bu hadis-i
duyduğumuz gibi müsned olarak naklettik. Bununla beraber hadis alimleri bunun
sıhhati hakkında tereddüt etmişler. Biz bundan başka günümüzün sema ve
vecdine benzeyen herhangi bir şeyin Hz. Peygamber (s.a.s.)den nakledildiğini
göremedik. Suhreverdi’nin sözü bitti. Bunun tıpkısını Necmettin de Menazilü’s-
Sairin’de zikir etmiştir.)
Şeyh Muhyiddin-i Arabi Endülüsi, Futühat-ı Mekkiye’sindeki
vasiyetlerinde (yaptığı tavsiyelerde) şunları söylemiştir: “Ahmet b. Mesut b.
Şeddad el-Mukri el-Mevşıli altı yüz bir yılında bize haber verdi ki, sika bir kimse
idi o da Ebu Cafer el Kadi’den, o da Yusuf b.Ebi’l-Ganam ed-Diyarbekri’den , o da
Cemali’l-İslam Ebul-Hasan Ali b. El-kureyşi, el Hekkari’den, o da Ebul-Hasan el-
Kerki’den, o da Ebu’l-Abbas Ahmed b. Muhammed el-Fadl en-Nihavendi’den, o da
şeyhi Cafer b.Muhammed b.el-Huldi’den nakl etmiştir. Cafer dedi ki, Hicaz
yolunda Cüneyd-i Bağdadi (r.a) ile beraberdim. Derken Tur-i Sına dağına çıktık.
Cüneyd yukarıya doğru tırmandı biz de takip ettik. Nihayet Hz. Musa’nın
durduğu mevkide durunca yerin heybetinden üzerimize bir ürperti çöktü.
Yanımızda bir kavval vardı. Cüneyd ona bir şeyler söylemesi için işaret verdi.
Adam bir şiir okudu. “(Aşka dair bir şiir okudu, metni okunamadı, Osmanlıcasında
da yok.)
Bunun üzerine Cüneyd hazretleri vecde geldi, bizde coştuk. Öyle ki, artık
hiç birimiz gökte mi, yerde mi olduğunun farkında değildi. Bizim yakınımızda bir
deyr (kilise) vardı, içinde bir rahip bulunuyordu. “Ey Muhammed ümmeti! Allah
için bana cevap verin” diyerek seslendi. Fakat içinde bulunduğumuz o güzel
halet-i ruhiyeyi bozmamak için hiç kimse onun bu sesine iltifat etmedi. Rahip
ikinci kez: “Din-i mübin-i hanifin hakkı için bana cevap verin” diye yalvardı. Ancak
yine bizden hiç kimse oralı olmadı.Üçüncü kez rahip yine “tapmakta olduğunuz
mabudunuzun hakkı için bana cevap verin” diyerek seslendi ise de, bizden yine
hiç kimse onun bu çağrısına kulak asıp cevap vermedi. Nihayet sema’dan hasıl
olan vecd hali kalkıp da Cüneyd dağdan inmeğe hazırlanınca, kendisine rahibin
bize üç defa çağrıda bulunduğunu, bizim de kendisine cevap vermediğimizi
anlattık. Bunun üzerine Cüneyd, “haydin oraya gidelim, belki de Allah ona hidayet
nasip eder de Müslüman olur” dedi. Kendisini çağırdık, yanımıza gelip selam verdi
ve “içinizden hangisi üstattır?” dedi. Cüneyd “bunların hepsi birer üstattır”
deyince, Rahip, “doğrudur, ancak içinizden birisi mutlaka en büyük üstattır” dedi.
Arkadaşlar Cüneyd’i işaret ettiler. Bunun üzerine Rahip: “sizin biraz önce
yaptıklarınız ne idi; bu durum herkes için olabilen bir şey mi, yoksa dininize
mahsup bir durum muydu?”diyerek sordu. Cüneyd: “ Allah’a ümit bağlayarak ve
ona karşı besledikleri sevinç (sevgi)i niyet ederek semaya kalkıyorlar” dedi.
Rahip: “Hangi niyetle kalkıp bu hareketi icra ediyorlar” diye sordu. Cüneyd: “Bu
belli topluluklara mahsus bir şeydir” dedi. Rahip: “Hangi niyetle kalkıp bu
hareketi icra ediyorlar” diye sordu. Cüneyd: “Allah’a ümit bağlayarak ve ona
karşı besledikleri sevinç (sevgi)i niyet ederek semaya kalkıyorlar” dedi. Rahip:
“Hangi niyetle dinlerler/semaa kalkarlar” deyince, Cüneyd: “Allah’dan dinlemeyi
niyet ederler” dedi. Rahip: “Hangi niyetle bağırıp çağırıyorlar?” diye sorduğunda,
Cüneyd: “Ubudiyetin Rububiyetin emirlerine icabet etmek niyetiyle” dedi ve
şöyle devam etti: “Yüce Allah buyuruyor ki: “Allah ruhlara ben sizin Rabbiniz
değil miyim? diye sorunca, ruhlar da:
Evet Ya Rabbi biz de buna şahitlik ederiz” dediler.”
Rahip: “Bu sesler nedir?”deyince
Cüneyd: “Rabbime olan çağrımdır” dedi.
Rahip: “Bunların oturuşları hangi niyete göredir?”
Cüneyd: Allah korkusu niyetiyle ....” dedi.
Rahip: “Çok doğru söyledin” dedi ve devam etti; “uzat elini , “Ben şehadet
ederim ki, Allah’tan başka ilah yoktur, o birdir, onun hiçbir ortağı yoktur. Yine
şehadet ederim ki, Muhammed (s.a.s.) Allah’ın kulu ve resulüdür” diyerek
Müslüman oldu.
Cüneyd: “Sen benim doğru söylediğimi nereden bildin?”deyince,
Rahip: “Ben Meryem oğlu Mesih İsa’ya indirilen İncil’de şunları okudum:
“Muhammed ümmetinin has kulları bir hırka giymekle kanaat ederler, ekmeğin
kırıntılarını yemekle yetinirler ve kendilerine yetecek şeylerle razı olurlar. En
arı-duru oldukları vakitlerde semaa kalkar,Yüce Allah’ın varlığı ile sevinirler, ona
karşı müştak ve arzuludurlar. Allah için vecde gelirler ve daima ona karşı rağbet
içindedirler.” Rahip bizimle beraber Müslüman olarak üç gün daha yaşadı ve
vefat etti. Allah rahmet eylesin!”
Şeyh Ata “Tezkıratü’l-evliya” adlı eserinde Farsça olarak yukarıdaki
kıssayı yazmıştır. (Kıssa Farsça olarak aynen yazılmış olduğundan tekrara gerek
yoktur.)
Son olarak deriz ki: Nakledilen bu bilgilerden anlaşılmıştır ki, İmam Şafi’î,
İmam Gazzali ve esrar ilmini, zahir ve batın ilimlerini kendilerinde barındıran,
ehl-i tahkik olan büyük meşayihin hepsine göre, raks mubahtır. Hatta bu
muhakkiklere göre, raks yerine göre, bazı vakitlerde halis niyete bağlı olarak bir
nevi ibadet hükmünü bile alabilir. Mubah olan da budur.
Daha önce de belirttiğimiz gibi, vecde bağlı hareketler H.z.Peygamber
(s.a.s.)den de sadır olmuştur. Hatta İncil’de de biraz önce değindiğimiz gibi söz
konusu edilmiştir.
Şimdi dediklerimizin doğru olduğuna kanaat ettiysen, elbette inatla bunu
inkar eden gafillerden olmayacaksın. Ve bileceksin ki, raksın caiz olduğunu
söyleyenleri tekfir etmek, ona helal nazarıyla bakan müçtehidlerin de tekfirini
gerektirir. Halbuki onlardan bazılarına göre raks, sadece mubah değil, aynı
zamanda övgüye değer bir hal ve övülmeye layık bir fiildir. İster ihtiyaç ile olsun
ister olmasın.
Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s.) den, onun sahabelerinden, büyük
meşayihten ve büyük tabiinden bu tür hareketlerin vukuu söz konusudur.
Hasetçilerin hasedinden ve Hz. Peygamber (s.a.s.)in aşağıda arz edilecek
hadisinin hedefi olan , kibirli alimlerin fetvalarından Allah’a sığınırız!
Evet Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyuruyor: “şüphesiz ki yüce Allah,
kullardan çekip almakla ilmi yok etmez. Fakat alimleri vefat ettirip, ortadan
kaldırmakla, ilmi de ortadan kaldırır. Öyle ki bütün alimler yok olup hiçbir alim
kalmayınca, insanlar –ister istemez- bir kısım cahilleri kendilerine reis seçerler.
Onlar sorulara muhatap olacaklar, saparlar ve halkı da saptırırlar.” Allah’ın
sevgilisi elbette doğru söylemiştir. Zira bu durum aynen vukuu bulmuştur.
Şunu da söylemeliyim ki, muhalefetinden dolayı tekfiri gerektiren icma,
sahabeler arasında vukuu bulan ve mevcudiyeti tevatür ile kesin olarak sabit olan
icmadır. Halbuki böyle bir icmaın hiçbir zaman vukuu bulmadığı kesin olarak
bilinmektedir. Nitekim söz konusu ettiğimiz kitaplardan da bunu anlamak
mümkündür. Dolayısıyla konu ile ilgili icmaın vukuu bulduğunu iddia etmek büyük
bir iftiradır.
Gerçek şu ki, tevatür yoluyla –kesin olarak- tespit edilemeyen bir sahabe
icmaı, aykırı davrananların tekfir sebebi olamaz. Meşhur veya ahad yolla gelen
icma haberleri, -usul ilminde belirtildiği üzere- muhalefeti tekfire mucip
değildir.
Nitekim usul kitaplarında şu görüşlere yer verilmiştir: İcmaın mertebeleri
vardır. Sahabe icmaı, onlardan sonra gelenlerin –sahabeye aykırı bir rivayetin
söz konusu olmadığı- konularda yaptıkları icma, bir de sahabeden aykırı
rivayetlerin söz konusu olduğu konularda yapılan icma. Bu sonuncusu ‘ihtilaflı
icma’ adını alır. Bunlardan birincisi ayet ve mütevatir haber hükmünde olup, inkar
eden kafir olur. İkincisi, haber-i meşhur hükmündedir ki, inkar eden delalete
düşer. Üçüncüsü, ihtilaflı olduğundan inkar eden tadlil edilmez. (Sapıklığa düştü
denilmez)
Sonra şunu da bil ki, eğer her asırda icma ile nakl edilen ve bu yolla bize
kadar gelen sahabe icmaı mütevatir hadisin nakli gibidir ki inkar eden tekfir
edilir. Yok eğer bu icma haberi bize şöhret (meşhur rivayat) veya ahad yoluyla
gelmişse –sika bir kimsenin: sahabeler şu konuda icma etmişler demesi gibi- bu
da meşhur veya ahad yolla gelen sünnetin durumu gibidir. İlim değil (kesin olarak
ona inanmak) fakat onunla amel etmek gerekir. İnkar eden tekfir edilmez. Fakat
bu kıyasa tercih edilir.
Bir nüshada: “er-Risaletü’t-Tahkikiye fi tariki’s-Sufiyye” adlı eser tamamlandı.
Şeyh Musa (ks)nın vakfıdır.
Asıl nüshada: Koca Mustafa paşa şeyhi olarak meşhur olmuş Hacı Sümbül
Sinan Yusuf efendiye ait bu şerefli, yararlı risale tamamlandı.
Allah’ın rahmeti onun üzerine olsun, Allah sırrını takdis etsin ve
şefaatinden faydalandırsın!
Ali Toker
Fulya
30 Eylül 2001
---------------------------------------------
1 Meşariku’l-Envâr, Sağanî’nindir.
2 Mesabih Şarihi der ki, “Zikir ses yükseltilerek olur, eğer riyadan
sakınılabilirse, bu cehrî zikirdir. Buharî’nin rivayetine göre, Hz. Peygamber
(s.a.s) şöyle buyurur: “Allah’ı bir topluluk (kavim) ile beraber zikredin. Bazı
insanların güneşin batması ile birlikte seslerini yükselterek Allah’ı (c.c)
zikrettikleri ve sonra seslerini kıstıkları söylendiğinde, Resulallah (s.a.v) onlara
Ömer bin Hattab’ı (r.a) gönderir ki, seslerini yükseltsinler”
3 Muhyiddin Ebu Abdillah Muhammed bin Süleyman El-Kafiyeci (Vefat
879/1474) Kitabat’ul-Teysir fi Kavaidi i’lmit-Tefsir
www.semazen.net