İMAM GAZALİ'NİN MEZARI BULUNDU 20 Aralık 2009
İran, ünlü İslam alimi İmam Gazali'nin mezar yerinin bulunduğunu açıkladı.
İstanbul İl Müftüsü Mustafa Çağrıcı ise, 'Bu mezarın yeri çok eskiden biliniyordu ancak İran bu mezarla ilgilenmemişti' diyerek tepki gösterdi.
'Kimya-ı Saadet' ve 'İhya-ı Ulumuddin' gibi büyük eserleri kaleme alan alim İmam Gazali'nin mezar yeri İran'da bulundu.
Moğol istilasıyla yerle bir edilen Horasan eyaletindeki Tus şehrinin geçmişine ait kalıntı ve belgeleri inceleyen Tarihi ve Kültürel Miraslar Kurumu araştırmacıları, Gazali'nin mezar yeri olarak tespit ettikleri yerleşim dışı bir noktada kazı çalışması başlattı. İranlı yetkililer, Gazali'nin türbesini ortaya çıkardıktan sonra çevre düzenlemesini de yaparak inanç turizmine kazandırmayı hedefliyor.
Öte yandan, İmam Gazali ile ilgili Türkiye'deki uzman isimlerden İstanbul İl Müftüsü Mustafa Çağrıcı ise, " Bu mezarın yeri çok eskiden biliniyordu ancak İran bu mezarla ilgilenmemişti" dedi.
Bugün bir kısmı İran toprakları içinde kalmış Horasan'ın Tus şehrinde miladi 1058'de doğan İmam-ı Gazali, 53 yıllık hayatında 'Kimya-ı Saadet' ve 'İhya-ı Ulumuddin' başta 500'ün üzerinde eser kaleme aldı.Cihan
***
Kabe baskını - 20 Kasım 1979
Tam 30 yıl oldu Kabe baskını esrarını hâlâ muhafaza ediyor
Murat Bardakçı 01.12.2009
İSLAM dünyasının kurban bayramını kutladığı ve haccın tamamlandığı şu günlerde, Mekke'de yaşanan ve İslam tarihinin en kanlı olaylarından olan bir baskının 30. yıldönümü olduğu gözlerden kaçtı, belki de hatırlanması istenmedi.
Bundan tam 30 sene önce kalabalık ve silâhlı bir grup Kabe'yi basmış, Harem-i Şerif haftalarca işgal altında kalmış, çatışmalarda yüzlerce kişi hayatını kaybetmiş ve baskın çok kanlı bir şekilde, hem de Fransız antiterör birlikleri kullanılarak sona erdirilebilmişti. Ama, aradan geçen bu kadar seneye rağmen Kabe baskınının sebepleri hiçbir zaman resmî olarak açıklanmadı, ayrıntıları tam olarak öğrenilemedi.
Herşey, 1979'un 20 Kasım sabahı başladı. Kabe'ye sabah namazını kılmaya gelenler bir anda "Allahuekber" nidaları ve silâh sesleri işittiler.
Baskıncıların Kabe'deki ses sistemini ele geçirmelerinden hemen sonra, liderleri mikrofonun başına geçti. "Mehdî'nin geldiğini" söyledi, Suudi rejimini şeriatı terketmekle suçladı, yanında bulunan kayınbiraderi Muhammed el Kâhtânî isimli genci "Mehdî" olarak tanıttı ve Mehdî'ye biat edilmesini istedi.DAĞLAR DA İŞGAL EDİLDİ
Liderin ismi, Cuheyman ibn Muhammed ibn Seyf el Oteybî idi. Baskının hazırlıkları çok önceden başlamış, Kabe'nin altında bulunan eski devirlerden kalma yüzlerce metrelik dehlizlere aylar boyunca gizlice silâh, mühimmat ve yiyecek depolanmış, dehlizlerin şehre giden uzantıları, meselâ Ecyad Kalesi'ne uzanan yeraltı yolları da tutulmuş ve baskından sonra güvenlik kuvvetlerinin Haremi-Şerif'e girmeleri imkânsız hale getirilmişti.
Minarelere çıkan baskıncılar, Kabe'yi çeviren Suudi askerlerin her hareketini görebiliyor ve alınan her tedbire kurşunla karşılık veriyorlardı. Birliklerin avluya girebilmelerini bir tarafa bırakın, Harem-i Şerife yaklaşmaları bile mümkün değildi. Kabe'nin arka tarafına hâkim olan Ebu Kubays Dağı da baskıncıların elindeydi, yani Kabe tamamen işgal altındaydı.
KABE'DEKİ HRİSTİYANLAR
Olup bitenleri kendi başlarına halledemeyeceklerini farkeden Suudi yönetimi, Pakistan'dan destek istedi ama Mekke'ye sevkedilen Pakistan askerleri de hiçbirşey yapamadılar. Bunun üzerine, Fransa'dan antiterör birlikleri talep edildi. Ama, gayrimüslimlerin Mekke'ye girmeleri dinen yasaktı.
Yasak, Mekke Kadısı Bin Bas'ın verdiği bir fetva ile halledildi, Fransız askerlere Mekke'ye varmalarından önce kâğıda yazılmış Kelime-i Şehadet okutuldu, böylece güya Müslüman oldukları kabul edildi ve Mekke'ye getirilerek Kabe'nin etrafına yerleştirildiler.Baskın, işte bu Fransız birlikleri tarafından ama akla zor gelecek bir şekilde sona erdirildi: O günlerde Mekke'nin su şebekesi yenileniyor ve şehrin her tarafına geniş borular döşeniyordu. Su şebekesinin planları değiştirildi, borular Kabe'ye ve Harem'i Şerifin altındaki dehlizlere uzatıldı, sonra içeriye tonlarca metreküp su basıldı, suya elektrik verildi ve antiterör timlerine suda yüzmeye başlayan cesedleri toplamak kaldı.
Suudiler, baskının lideri Cuheyman el Oteybî ile birkaç adamını sağ olarak ele geçirdiler ve Bin Bas'ın fetvası ile taksit taksit doğradılar. Önce kollan, sonra ayakları ve en nihayet kafaları kesildi ve iki hafta devam eden baskın böylece şeklen son bulmuş oldu.Ama, 1979'un 20 Kasım'ında başlayan olayın sebepleri ve ardında kimlerin bulunduğu hiçbir zaman resmen açıklanmadı. Sonraları, işin içerisinde bazı Suudi prenslerinin de yeraldığı, ama zamanın kralı Halid'in prensleri cezalandırmaktan çekindiği ve bazılarını sadece sürgüne göndermekle yetindiği öğrenildi, hepsi bu kadar...
Kabe'de 1979 senesinin Kasım'ı ile Aralık'ında yaşananların üzerindeki esrar perdesi hâlâ örtülü duruyor ve aralanacağı günü bekliyor.
***
Sürgünden Sonra Hayber Yahudileri NUH ARSLANTAŞ
İbrânîce “kale” anlamına gelen Hayber, Yahudilerin Arabistan’daki en eski yerleşim yerlerinden biridir.
Yahudilerin Hayber’e ilk olarak Asur sürgünüyle geldiği, sonraki sürgünlerle de şehrin bir Yahudi merkezine dönüştüğü kabul edilmektedir.
İslâmiyet’in ortaya çıktığı dönemlerde, Arabistan Yahudileri içerisinde en güçlü ve organize Yahudi topluluğu, Hayber’de idi. Kalelerinin sağlamlığı, topraklarının verimliliği ve su bentlerinin çokluğuyla meşhur olan Hayber, Yarımada’nın kuzey-güney ana ticaret güzergâhında olması sebebiyle çok zenginleşmişti.
Hicretten sonra Hayber Yahudileri Medine’de kurulan yeni devlet için hep tehlike teşkil etmiş, Medine aleyhine çeşitli Arap kabileleriyle yürüttükleri siyasal faaliyetler nedeniyle şehir, 628 yılında [Hicrî 7] fethedilmiştir. Fetihten sonra Hayberlilerin canı bağışlanmış; önce taşıyabilecekleri mallarla şehri terk etmelerine müsaade edilmişken, daha sonra vazgeçilerek Müslümanlara ait olan bu topraklarda yetiştirdikleri ürünlerin yarısını alma şartıyla yerlerinde bırakılmış, kendilerine dinî gereklerini serbestçe yaşama hakkı da tanınmıştı.
Hz. Ömer döneminde kadar Hayber’de bu şekilde kalan Yahudilerin bir kısmı, bu dönemde çeşitli siyasî ve ekonomik nedenlerden ötürü Teymâ ve Erîha’ya sürülmüştü. Hayberliler, sonraki dönemlerde buradan Mısır, Suriye ve Irak’ın değişik şehirlerine yerleşmişlerdi.
Hayber’de kalanlar ise, XVIII. asra kadar varlıklarını sürdürmüş, aynı asrın ikinci yarısından itibaren Vehhâbî hareketi ile beraber yavaş yavaş şehirden göç etmişlerdir. Fetih’ten sonra cizye alınmayan Hayberlilere sürgünden sonra cizye de konmuştu. Ancak Hayber kökenli olduğunu iddia eden bazı Yahudiler, zaman zaman düzmece belgelerle Müslüman idarecilerden cizyeden muafiyet talebinde bulunmuşlardır.
Abbâsî idarecileri bu tür taleplere prim vermezken, Fâtımîler, düzmece de olsa bu belgelere istinaden Hayberli Yahudileri cizye ve zimmîlere yönelik bazı yükümlülüklerden muaf tutmuştur. Makalenin sonunda Geniza vasıtasıyla günümüze ulaşan bu sahte belgelerden biri verilmektedir.
***
Khaibar, which means citadel in Hebrew, is one of the oldest Jewish settlements in Arabian Peninsula. They had come here first as the result of Assyrian expulsion in 721 BC, then in the course of time the city turned into a Jewish town owing to other expulsions from Palestine. When Islam came on the scene, Khaibar was populated by the most powerful and organized Jewish community in Arabia. In the time of Prophet Muhammad Khaibar had become famous with its strongly fortified castles, fertile lands and rich water reservoirs. Thanks to its strategic location on the very important commercial route in the Peninsula, the city prospered in a short period of time.
After the migration of Prophet Muhammad to Madina, Khaibar had always remained a source of trouble for Madina, and Khaibarite Jews had become a source of military provocations and centre for war investigations. Therefore, the city was given a top priority by the Prophet. On the other hand the Jews had concluded political alliances with some of the Arab tribes to eliminate the new state, but these attempts failed. After a heavy siege that lasted for fourteen days, Khaibar was conquered by Muslims in 628 [7 AH]. The Jews realized that they would perish, therefore, they asked for a negotiable peace treaty on the condition that they be allowed to remain in Khaibar and cultivate their lands, gardens and date palms. In return they agreed to pay half of their harvest to the Muslims. However, the land itself would henceforth belong to the Muslims. The Jews were also granted permission to keep practising their faith.
The Jews of Khaibar continued to stay on these conditions until the final years of Caliph Omar. For some political and economical reasons, Omar exiled a considerable part of the Jews to Taima and Jeriho. As time passed they were further dispersed from there to some towns of Egypt, Syria and Iraq. Due to the Wahhabi movement the remainder Jews in Khaibar migrated during the second half of the 18th century. As pointed above, at time of conquest they were exempted from jizya, but after their expulsion in 641 AD they were levied jizya. In the following centuries some of them demanded to be exempted from jizya with some forged documents claiming that these documents were given by the Prophet himself. Abbasid administrators never accepted such false documents and did not exempt them from jizya, but Fatimids did. They excused Khaibarite Jews from jizya and some other obligations. An example of such a false document which was found in Geniza is also attached at the end of this article.
- BELLETEN, 264, Cilt: LXXII - Sayı: 264 - Yıl: 2008 Ağustos
http://www.akademiktarih.com/tarih-anab ... ileri.html***