Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 1 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: KAZAN TATARLARI EDEBİYATINDA AHMED YESEVÎ
MesajGönderilme zamanı: 13.09.10, 14:40 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 21.12.08, 12:25
Mesajlar: 641
HOCA AHMED YESEVÎ VE KAZAN TATARLARI EDEBİYATINDA TASAVVUF

Doç. Dr. Elfine SİBGATTULİNA*
Tercüme: Fazıl AGİŞ**


*Tataristan Cumhuriyeti Alabuga Pedogoji Enstitüsü Öğretim Üyesi. ** S.Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Arş. Görevlisi.

Sufilik meyveleri pişip yetmiş,
Men andan birin-birin tatsam idi,
Ol meyvenin lezzetinden mest oluben,
Özden gidip, hissiz olup yatsam idi.

Kazan Tatar Şâiri Mevlâ Kulu XVII. yy

Tatar halkının bin yaşar edebiyat bahçesinde olgunlaşmış "Sufilik Meyvaları", Türkî tasavvuf denilen tam ve güçlü ağaç yemişleri. Bu ağacın doğduğu yer, Orta-Asya olup ona hayat veren, yetiştiren kişi Büyük Ahmed Yesevî. Mukaddes Türkistan yerinde birden çıkıp gelen nebat, kendisinin köklerini Maveraünnehir, Anadolu, Deşt-i Kıpçak, İdil-Ural taraflarına gönderip, çok asırlar boyunca dağıldı, serpildi, büyüdü ve tatlı yemişler verdi. Bu ağacın verimli köklerinden Kazak, Kırgız, Türk, Özbek, Tatar ve Başkırt halklarının pek çok şâirleri, kendi icatlarına puhî azık, dert ve his aldılar.
İdil nehri Maveraünnehir yörelerini kapsayan büyük ticaret yolu olduğundan, Orta-Asya tacirleri yardımı ile Hoca Ahmed Yesevî'nin ismi ve hikmetleri İdil boyu Bolgar Devleti'nde, O kendisi sağ iken yayılmaya başlıyor. Tatar halkının büyük eseri "Kıssa-i Yusuf yazıldığı XIII. yüzyılda artık Ahmed Yesevî ve onun Halifesi Süleyman Bakırganî (Hakim Ata)'nın edebî mektebi bu yörelerde tam manasıyla güçlü kök olarak gelişiyor. Kul Ali, şüphesiz, bu mutasavvıfların fikrî gayesi ve icatları ile tanışmış, onların te'şirinde kalmış.
Kendi eserleri ile Yesevî ve Bakırganî, esasta Bolgar-Tatar şivesini, kelime haznesinin zenginliğini, fonetik ve gramatik formalarını edebî dil haline getirecek formalaştırmada, biçimleştirmede büyük rol oynadılar. Meşhur Alim Fuad Köprülü, kendisinin "Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar" adlı servet hizmetinde Ahmed Yesevî icadı, kültür alanında Farsça'nın yayılmasına karşı tepki idi, onun coşkusunu, sanat derecesini işte şu görevi bilinir, diye değerlendirmişti. Yesevî'nin Türkî dilinde yazılan Hikmetlerinin İdil boyu Bulgarları arasında ayrıcalıklı, geniş yayılması, bu yörelerde Fars Edebiyatının hakimiyet kuramamasına bir sebep teşkil eder. Yesevî, Bakırganî'lardan sonra bu dili her ne kadar geliştirme hesabına Kul Ali, Rabguzî, Kutb, Seyf Sarayı'lar yetiştirip gittiler.
Şiiriyatta Ahmed Yesevî, Türkîlerin hece vezinli dörtlüklü kıtaları halk tarzında kullanmış, hepsi Türkîlere yepyeni olan tasavvuf terimlerini fikirlerine anlatmak için Arapça ve Farsça kelimeleri kullanmaya mecbur olmuş,
Altınordu devrinde Ahmed Yesevî, Süleyman Bakırganî eserlerinin te'siri Mahmûd Bolgarî'nin "Nehcü'l-Ferâdis", Kutb'un "Hüsrev ve Şirin", Hüsam Kâtib'in "Cümcüme Sultan", Ali'nin "Kesik Baş", yazarı bilinmeyen "Kıssa-i Avık", Seyf Sarayî'nin şiirlerinde açıkça görülmekte. Bu te'sir Ahmed Yesevî, Süleyman Bakırganî eserlerinden dil, şi'irî şekil te'siri ile birlikte onlardaki felsefî düşünceler, tasavvufî görüşlerin de etkisi ile dolmaktadır. Mesela, Prof. G. Tahircanov'un işaret ettiğine göre, İdil boyu şairi Kutb'un meşhur Nizamî'ye nazire olarak yazdığı "Hüsrev ve Şîrîn" manzumu temel kendine özgülüklerden biri, Nizamî'nin eseri ile karşılaştırıldığında tasavvuf te'sirinin çok güçlü olduğu görülür. Kutb, Nizamî'nin bir çok öğüt-nasihat fikirlerini tasavvufî düşüncelerle güçlendirir. Mesela, Ahmed Yesevî Hikmetlerinde tekrar tekrar söylenen "Ölmeden önce ölünüz" meşhur tasavvufî vecize, Kutb'un şiirinde de yankılanır:
İyerme dünyaya yokluk yolun tut,
Azakka Sal tenini, can kolun tut,
Verip toprağı yele, oda su koy,
Ölüm gelmesinden önden ölüp koy...
"Kıssa-i Avık", "Nehcü'l-Ferâdis", "Cümcüme Sultan", "Kesik Baş" eserlerinde Tuğlu Hoca, Abdülmecid, Mevlâ Kadı Muhsin, Mevlânâ İmâd Mevlevi, Mevlânâ İshak şiirlerinde Hoca Ahmed Yesevî'nin ortaya koyduğu daha bir mânevi prensip karşımıza çıkar ki: O da olsa, müslüman olmıyan halkları, İslâm dinini kabul etmeye çağırmak, dinin ve tasavvufun esaslarını anlatmak. Ahmed Yesevî, Süleyman Bakırganî şiirlerindeki misyonerlik ruhu, demek ki, Altınordu Devrinde de gündemde olup kalmış.
F. Köprülü'ye göre, Süleyman Bakırganî'nin eserleri, yalnız İdil boyunda saklanıp kalmış. Başka yörelere ancak sonraki asırlarda yayılmış. Tatarlar arasında pek tutulan "Bakırgan", "Âhır Zaman" (Ta ki 'aceb), "Hazret-i Meryem Resulullah" (Meryem Ana), kitapları Süleyman Bakırganî'ye atfedilir.
"Bakırgan" kitabı Ahmed Yesevî'nin "Divan-ı Hikmet" kitabına benzer şekilde, türlü yazarların şiirleri mecmuasını teşkil etmektedir. Abdurrahman Sa'dî'nin işaret ettiğine göre, orada yirmi kadar yazar var: Mesela, bu kitaba Ahmed Yesevî'nin 55 mısralık Hikmetleri, Süleyman Bakırganî'nin kendisinin 490 mısra, Kul "Âbidî'nin 179, Kul Şerîf in 27, Şemseddin'in 427, Aykanî'nin 126, Hitay Sakî'nin 324, Meşreb'in 64, Tac Ahmed'in 10, Sar Ahmed'in 6, Beyzâvî'nin 9, Nesîmî'nin 5, Miskin'in 12, Hubbî'nin 14, Fakîrî'nin 14, Kasîm'in 4 v.s. mısraları girmiş.
Bu yazarların çoğunluğu İdil boyunda yaşayan ve icadetmiş kimseler olması gerekir. Herhalde, "Bakırgan" mecmuası işte bu yerde şekillenmiş görüşü doğru olması mümkündür. XVII. asır Tatar şâiri Mevlâ Kulu da bu şâirlerin birkaçını (Kul 'Âbidî, Kul Şerîf, Şemseddin) kendi hikmetlerinde dile getirir. Kul Şerîf, Kul "Âbidî adlı şâirlerin artık başka eserleri de bulundu. Meselâ;
Dergâh kapuğ açıkdır, rahmetleri anıkdır, Gözün açıp bakıp dur, gaafıl yürüme Hû" değil Ey Kul Şerîf, tmmagıl, tünler yatıp uyumagıl, Hak zikrini koymagıl, gaafıl yürüme, "Hû" değil.
diye yazmış, Kul Şerîf, XVI. yüzyılın meşhur şâiri, medeniyet ve din yolunda çalışmış, diplomat olmuş. O Kazan Hanlığı'nm baş ruhanîsi, seyyid olmuş. Hanlığın son devirlerinde etkili ve dereceli kişi olarak sayılmış. Kazan ile Moskova arasında olan diplomatik işlere de katılmıştır. Kul Şerîf 1552 yılının 2 Ekim'inde Kazan'da şehid olur.
Kul Şerîf in şiirleri XIX. yüzyılda Kazan'da çok defalar basılan "Bakırgan" kitabında dünya görür. 1899 yılında onun "Kıssa-i Hubbî Hoca" Destanı ayrı bir kitap olarak basılır. Bu eser Ahmed Yesevî'nin, Hoca Ahmed'in naibi Hakim Ata Süleyman, onun karısı Buhara Hanı kızı Anber Ana, onların üç oğulları Eshar, Mahmud ve Hubbi hakkında ve eserde Hakim Ata ve Hubbî Hoca'nın türlü kerametleri tasvirleniyor.
Umûmen, Orta-Asya'da doğan tasavvuf felsefesinde Arap tasavvufundan farklı olarak İslâm'a karşı çıkma ruhu yok derecededir. İdil boyundaki mutasavvıflar hiçbir vakit müslüman ruhanîleri tarafından kovulmaya, düşmanlığa duçar olmadılar. Tersine, halk arasında kendisinin dindarlığı, Allah'a tam yönelişi ile ayrıca hürmet kazanmıştır. Asırlar boyunca İdil boyundaki Tatarları yaşamında İslâm ile tasavvuf birbirisini tamamlayıp, zenginletip geldiler, tasavvuf her zaman denebilir ki, müslüman ruhanîlerine, hıristiyan misyonerlerine karşı tartışmada büyük yardımcı güç olarak hizmet etti.
Tatar yazarlarının çok asırlar boyu Veysü'l-Karanî, İbrahim Edhem, Mansûr Hallaç, Celâlüddin-i Rûmî (Mevlânâ) gibi çeşitli devirlerde, çeşitli ülkelerde yaşamış büyük sufıler, evliya, tanınmış derviş imajları dalgalar halinde geldi. İcat işine girişildiğinde pek çok sufî görüş ve düşüncesinin eserleri Tatarca'ya tercüme edildi, şerh oldu. Fakat, inanma ve yaşam şekli ruhî destek olarak, İdil boyu Tatarlarında sadece iki Tarikat, Yeseviyye ve Nakşibendiyye yayılabildi. Pek çok İslâm dinini öğrenici âlimler fıkrince, Bahaeddin Nakşibend (vefatı 1389, Buhara), kendi tarikatında Ahmed Yesevî fikirlerini daha da geliştirmiş, devam etmiş, yâni Tatarlar için bu iki tarikat kardeş tarikatlar olup, hiçbir terslik ve fikir ayrılıkları doğurmamıştır.
Kazan Hanlığı'nı Rus Çarı Korkunç İvan yıktıktan sonra, Tasavvuf Tatarlar arasında yeni akım halinde gelişir; bu, halkın gönlüne düşen karamsarlık ruhu ile de, zorla hıristiyanlaştırmaya karşı tepki ile de bağlantılıdır. Sabırlılığa, tevazuya, rahat yaşama peşinde koşmamaya çağırıp, zaman ezilen halka, tasavvuf huzur verir, uyandırır. Bu zamanlarda Ahmed Yesevî, Süleyman Bakırganî, Ümmi Kemâl eserleri halk arasında oldukça popülerleşir. Böyle içtimaî şartlarda Tatar Edebiyatı'nda büyük lirik şâir Mevlâ Kulu icadı doğar. Mevlâ Kulu, Tatar Edebiyatı'nda Hikmet etmiş (eser vermiş) en belirgin, meşhur şâirdir.
Mevlâ Kulu, kendi şiirlerinin herbir bölümünü "Hikmet-i Hekim Rahmetullahi aleyhi" diye başlıyarak devam eder. Bâzı âlimler böyle yazmasını Hakim Ata'ya (yâni Süleyman Bakırganî'ye) bağışlama değil midir?, diye farz ederler. İkinci bir âlimler fıkrince de, Mevlâ Kulu'nun "Hikmet-i Hekîm..." demesi Hoca Ahmed Yesevî olması da mümkündür, derler. Hoca Ahmed Yesevî Hikmetleri'ne benziyen manzumlar Mevlâ Kulu'nda çok rastlanır. Meselâ:
Eya gafil, ömrün senin üter yıl dik,
Göz yaşın da akız dâim abı sil dik,
Seni sever dergâhide misl-i kul dik,
Hoca sevse, seni âzât ider, dostlar.
Ahmed Yesevî
Mevlâ Kulu:
Üstazımnın medhi küptir, meddah zari, Hiç eytip bitirmezler cihan barı;
İllâ vâcib can-ten birle sevmek anı,
Cümle mürîd her dem dua kılın, dostlar.
XVII. yüzyılda Rusya İmparatorluğu'nda Çar'ları, Dvoryan-Alpavıtları titreten güçlü Köylü Savaşları gelip geçer; ama ayaklanmalar bastırılır, ülkede cebir-zulüm, aşağılamalar artar, din te'siri çoğalır, ümitsizlik fazlalaşır;

Bilmen özüm, kanda men, Yol tabalmas çölde men,
diyerek şaşkınlıkta kalan Mevlâ Kulu, yerdeki kahredici yaşantıdan kurtulma yolunu, Allah'a yaklaşmada arar.
"Avık Kıssası"nda olduğu gibi, Mevlâ Kulu da Hikmetlerinde Tann'yı zikirde kuş-kurt gibi hayvan tasvirlerini kullanarak, onları konuşturarak güzel faydalanır:
Karga eydür: Yâ Allah Angut eydür: İllâ İlah Leylek eydür: Kul huvallah Geldi Kur'ân içinde.
Toraç eydür: Yâ Deyyân, Ördek eydür: Yâ Rahman Kazlar eydür: Yâ Sübhân Dün-gün hıyâl içinde.
Dudak eydür: ünüm yok, Sözlemeye dilim yok, Hak zikrin eydürmen Dün-gün gönül içinde...
Kiyik eydür: Yâ Cebbar Senden özge kimim var, Balalarım esirgeyen Yazı yapan içinde.
(Kiyik: ehlî olmayan hayvan; Yazı yapan: orman-kır gibi insandan ıssız yer)
Mevlâ Kulu, şiirlerinde bir taraftan Ahmed Yesevî ve Süleyman Bakırganî adlarına bağlı edebî mekteb te'siri görünse, ikinci taraftan, temelini Tatar halkının çok eski zamanlarda başlayıp, asırlar boyu yaşayıp gelen şiir gücü ve tasvirlerini kullanmış.
XVIII. XIX. asırlarda da, Ahmed Yesevî ve Süleyman Bakırganî Edebî mektebi, Tatar şiiriyatında yaşamını sürdürür. Dinî, tasavvufî eserlerin bu çağlarda da oldukça çok sayıda icat edilmesi göz önüne gelir. XVIII. asırda yaşamış Beşîr bin Abdullah, "Abdî, "Abdusselâm gibi şâirler de Hikmet türünde yazarlar. Onların eserlerinde de İlâhî Aşk esas yerlerini alırlar:
Gitti haberim, kararım, Gönlünde hem nigârım, Sensin benim nigârım, Ba'îd bî-selâm
Aklım oldu puşide, Nigârımın ışkiyle, Perakende oldu huşım
Göz karamak vehciyle.
Abdüsselâm

XVIII. asır sonu-XIX. asır başlarında yaşayan iki yazar: Abdurrahim Utızimenî el-Bolgarî (1754-1834) ve Taceddin Yalçıgul (1768-1838) adlan da doğrudan doğruya tasavvuf edebiyatı, Hoca Ahmed Yesevî edebî mektebi ile bağlantılıdır. Taceddin Yalçıgul, edebiyat tarihine "Risale-i Azize", "Şerh-i Sebatü'l-Âcizin" (1896-97) adlı kitabı ile katılmıştır. "Risale-i Azize", Orta-Asya'da yaşamış Türkî şâir, Ahmed Yesevî devamcısı Sufı Allahyâr'ın (1630-1721/23) "Sebatü'l-Âcizin" (âcizlerin sebatı) adlı manzum eserine yazılan şerhten ibarettir. Bu şerhte Taceddin Yalçıgul'un orijinal şiirleri de vardır.
"Risale-i Azize" yazıldığından bu yana (1796), el yazma ve basılmış olarak yayınlanmıştır. Daha çok medreselerde çok okunmuş eserlerdendir. Eser, 1847 yılında Peterburg'da, 1850 yılında Kazan'da basılmıştır. Daha sonra her yıl denecek kadar basılagelmiştir. Eserin yazılış sebebini anlatanlar: -Bir küme tanıdıkları Taceddin Yalçıgul’dan, "Sebatü'l-"Acizin"in farklı sözlerine şerh yazmasını talep etmişler; kendisi önce razı olmamış, daha sonra kızının ricasını dinliyerek, onun adına "Risale-i Azize" kitabını yazar.
"Risale-i Azize" eserinde o çağdaki İslâm Dini ve tasavvuf hareketi arasındaki bağlantının kendine haslıklarını da görmek mümkündür. XVIII. asırda Rus Çarlığı emri ile İdil boyu Müslümanları için Diniye Nezareti kurulur ve bu şekilde Çarlık tarafına yakın ruhanîlerin çalışmalarını kendi gözetimine alıp, denetimi altında tutmaya başlıyor. Taceddin Yalçıgul mollaların Çarlık ile birleşmelerine karşı çıkar. Resmî İslâm dini de halk arasında, memurlarda pek benimsenmiyor. Tam şu sırada Tatarlar arasında tasavvuf hareketi güçlenir. Sufıcilik (tasavvuf) ise Feodalizm'e karşı koymanın, sadece, dini faaliyet rengini almış görüntüden ibarettir.
"Risale-i Azize", Ahmed Yesevî, onun şakirdleri Süleyman Bakırganî ve Sufî Allahyâr mirasını Tatar Edebiyatı'nda yeniden yenileştirici eserdir. Bu eserde "SebatüT-,Âcizin"den manzum metinler, oldukça çok mikdarda vardır. Onlardan yazar, her beyitteki zor anlaşılır diye saydığı sözleri açıklıyor; kitabı zevkli filolojik hizmete çeviriyor. Bu şekilde "Risale-i Azize", Türkî şiir kültürünün tanıtılmasına önemli bir pay getirmiştir.
Tasavvuf felsefesinin ve şiiriyatm Tatar Edebiyatı'nda yayılmasında Abdurrahim Utızimenî el-Bolgarî çalışmaları i'tibara lâyıktır. Abdurrahim Utızimenî'nin icat mirası, onun kendi çağının önemli ve tanınmış şâiri, ansiklopedik bilgili okumuşu, aydını, âlimi olduğunu gösterir. Utızimenî'nin yerine getirdiği en önemli işlerden birisi şunda ki, şâir artık kanunlaşıp, doğma haline gelmiş, içtihadı reddeden dinî tertiplerin halk yaşantısından uzaklığını görmekle kalmamış, belki kendinde, bu hükümleri değiştirmeye, reform-düzeltmeler yapmaya gidecek derecede güç ve cesaret bulabilmiş, hüküm süren tertiplerden, başka medresede tahsil görenlerden ve bunların öğretilerinden ayrıla duran kendi yolunu, kendi mesleğini ortaya koymuştur. İcadını insanların iman-ahlâkmı iyileştirmeye bağışlamış, gayet büyük içtimâi mes'eleyi, dini, dünyevi hükümet organlarından, devletten ayırmak zaruri diyen problemi ortaya atanların ilklerinden olarak görülmektedir.
Ahlâk düzeltme yönündeki çalışmasında Utızimenî, eski tasavvuf yorumlarına, risalelerine müracaat eder, onları şerh eder, tensîh ederken tashih ederek bastırır. Onun tensîh ettiği kitaplar arasında Doğu'nun önemli âlimleri ve edipleri, Sa'dî'nin "Gülistan"ı, Attar'ın, Gazzalî'nin Hâfız'ın, Celâleddin-i Rûmî'nin eserleri vardır. Şemseddin-i Horasanî'nin, Sufi Allahyâr'ın "Sebatü'l-Âcizin" ve "Muradü'l-'Ârifın" adlı eserlerine Arapça şerhler yazar.
Tasavvuf ilminde Tatar aydınları, çok zaman kendilerinin dini islâh fikirlerine isbatlamalar bulmuşlardır. Utızimenî gibi âlimler ve şâirler hepsi de Hak suf'ileri" veliler'i, sadece onları tanımışlar, yalan sufîleri faş etmişler:
... Meşâih yolunu hiç yürümeyen,
Ma'rifet gülşeninden bûy bilmeyen,
Zulmet-i nefse niyetden ütmeyen (geçmeyen)
Hiç makamâtın birin tıy itmeyen,
Düşte körüp bir nâme özden kitap
Cür'et idip, da'vâ-i şeyhiyyet ider,
Zağmı ilen özin mürşid tutar...
Tuhfetü'l-Gurabâ ve Letâifü'1-Tzâz (Gurbette olanlara hediye ve onların horlanmaya kalma olayları)
Tasavvuf ilminde şâirleri daha çok ahlâkî problemler celbeder, bu ilmin asıl maksadı, insanın ruhunu temizleme, Allah'a yönelme, onu "İnsânü'l-Kâmil" derecesine yükseltmedir. Şuna göre, XIX. asırda siyasî meydana maarifetçilik hareketi geldiğinde de, çok sayıda maarifetçi şâirler "Maarifetli kişi" fikrini tasavvuftan ayırıp bakmadılar. Meselâ, meşhur Tatar-Başkırt-Kazak maarifetçisi Miftahuddin Akmolla şöyle buyurmaktadır:
"Birader çın (gerçek) Molla kim, bilesiz mi?
Tasavvuf kitapların küresiz mi?".
XIX. asrın ikinci yarısında Ahmed Yesevî ve Süleyman Baklrganî'nin eserlerinin çok defalar, çok miktarlarda basılması boşuna değildir. Onlar Tatarlarda 1917 Ihtilâli'ne kadar medrese derslikleri -ve halk için okunan kitaplar olarak kalırlar.
İlâhî, perdesi kaldır gözümden,
Measi karasın yoğıl yüzümden,
İzalet eyle benden bu gümanı,
Ki, fark idem tünümle gündüzümden,
Ömür geçti telefte, kanı hasıl
Bu kış, cay, yazımdan ve güzümden
Cihan zakkumundan hulkumu sakla,
Nasibeyle bana tatlı üzümden...
Ş. Zeki

Ben Huda'nın bir garibi, âsî ve câfı kuluyam,
Gönlümün gözüne yaptı gerdi gaflet karası.
Alem içre var olur mu, ben gibi pür bâ sitem
Çünki benem bu cihanda bendeler bîçâresi.
Ş. Zeki

Başımda ışk-ı sazım var, gönülde kezli razım var,
Nice dürlü niyazım var, meğer ifşaya yok imkân,
Bu âlem dolu kişiden, kamu erkek ü dişiden
Tabalmay yarlı-işiden, akıl medhûş, köngül hayran...
H. Salihov

Türkiyat Araştırmaları Dergisi Sayı: 3, Konya 1997, s. 43-52

_________________
"Bismillah dep beyan eyley hikmet aytıp
Taliblerge dürr ü gevher saçdım mena..."


Hazret-i Pîr-i Türkistan Hoca Ahmed Yesevî [ Qaddesallahu Teala Sırrahul-Azîz ]


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 1 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 1 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye