Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 15 mesaj ]  Sayfaya git Önceki  1, 2
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: Re: Millet/Milliyetçilik Tartışmaları
MesajGönderilme zamanı: 29.01.13, 14:26 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 28.09.10, 13:01
Mesajlar: 166
Milliyetçi ≠ Ulusalcı ≠ Nasyonalist
HASAN CELAL GÜZEL
Türk Dil Devrimi döneminde millet sözcüğü, Moğolca'dan geldiği anlaşılan 'ulus' sözcüğü ile ifade edilmişse de, daha sonra aynı ağırlığa sahip olmadığı görülünce 'millet' kavramı tekrar kullanılmaya başlanmıştır. Arı dil uygulamasında 'millî' sözcüğü karşılığında 'ulusal' sözcüğü kullanılmıştır. 'Milliyetçi -milliyetçilik' kelimeleri de 'ulusalcı-ulusalcılık' şeklinde söylenmişse de, zamanla bu kavramların anlamlarında kaymalar olmuştur.
Bunun gibi, Batı'da milliyetçi karşılığı olarak kullanılan 'nasyonalist' ve milliyetçilik ile eş anlamlı kabul edilen 'nasyonalizm', Türkiye'de çağrıştırdığı mânâlarından tamamen farklı anlaşılmaktadır. Avrupa'da iki savaş arası dönemdeki Nazist ve Faşist uygulamalar, ırkçı ve kavmiyetçi temelli nasyonalizme karşı haklı bir tepki oluştururken; Türkiye'de 'milliyetçilik', etnik ayrımın dışında 'vatanseverlik' ve 'milletin menfaatlerini, millî- manevî değerleri koruma' şeklinde anlaşılmıştır.
Milliyetçilik, siyasî ortamda sadece Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) tarafından benimsenen bir ilke değildir; merkez- sağ iktidarlar da kendilerini 'milliyetçi' olarak tanımlamışlardır. AP de ANAP da 'milliyetçi-muhafazakâr' siyasî partilerdir.

***
Uygulamada, 'ulusalcı' tanımının üç anlamı ortaya çıkıyor:
Birincisi, milletin /halkın benimsediği, millî ve manevî değerlere sahip, muhafazakâr boyutu da olan 'milliyetçilik'tir. Bu anlamda milliyetçiliği, DP, AP, DYP, ANAP ve MHP ile birlikte halkın büyük çoğunluğu kullanmıştır. Aslında AK Parti tabanının da benimsediği böyle bir milliyetçilik anlayışı ırkçı değildir; lâikliği din düşmanlığı olarak görmez; piyasa ekonomisine ve liberal özgürlüklere karşı değildir; dışa açıktır ve demokrasiye inanır
İkincisi, Kemalizm dayatması yapan sözde Atatürkçüler'in anladığı mânâda 'ulusalcılık'tır. CHP'nin, jakoben çevrelerin ve 'militan demokratlar'ın ulusalcılığı böyledir. Bu ulusalcılık anlayışı, insan hak ve hürriyetleri ile demokrasinin önündedir. Bu tip ulusalcılar, lâikçiliği halka dayatma olarak kullanırlar; 'irtica' ve 'bölücülük' ile mücadeleyi devletçi bir perspektiften değerlendirip jakoben yöntemlere başvururlar.
Üçüncüsü, 'Millî Demokratik Devrim' anlayışından yola çıkarak hiziplere bölünen ve birbirlerini 'sosyal faşist' ve 'Maocu faşist' diye itham eden eski tüfek sosyalistlerin 'ulusalcılık' anlayışıdır. Komünizmin yıkılışıyla mihraplarını kaybeden bu solcu grup, dışa kapalı ve antidemokratik bir 'ulusalcı' görüşe sahiptir.
Türkiye'de, kendilerini Kürt canlarımızın temsilcisi gibi göstermeye çalışan ırkçıbölücü Kürtçüler haricinde, 'etnik milliyetçilik/ ırkçılık' peşinde olan hiç kimse yoktur. Esasen bizim milletimiz, 'millet' kavramını sadece millî değil, dinî değer hükmüyle değerlendirir ve benimser.

***
Milliyetçilik ve ulusalcılığın çeşitli siyasî anlamlarını kullanarak günlük siyasetten vazgeçmeliyiz. Bu ülkede yaşayan herkesin, milletine, vatanına, bayrağına bağlı olması, vatandaşlığın asgarî şartıdır.
Kimse daha fazla vatansever olduğunu iddia ederek diğerlerinin aleyhinde hukuk dışı faaliyetlerde bulunma hakkına sahip değildir.
Nihayet, 'ulusalcı' maskesiyle gayrimeşru eylemlerde bulunanlara bakarak millî şuur sahibi gerçek vatansever Türk Milleti'nin milliyetçi duygularını zedelemenin, milletimizin başına telafi edilmesi mümkün olmayacak gaileler açacağını unutmamalıyız.

http://www.sabah.com.tr/Yazarlar/guzel/ ... asyonalist


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Millet/Milliyetçilik Tartışmaları
MesajGönderilme zamanı: 29.01.13, 14:28 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 28.09.10, 13:01
Mesajlar: 166
"Ulusalcılık" milliyetçiliğin Türkçesi midir?

M. ŞÜKRÜ HANİOĞLU


"Ulusalcılık," milliyetçiliğin Türkçesi değil, uzun geçmişe sahip, özgün bir milliyetçilik yorumunun evrildiği son şekildir. Onun sosyal demokrasiyle bağdaştırılabilmesi ise imkânsızdır.

CHP Genel Başkanı'nın "Altı okumuzdan biri milliyetçilik, Türkçesi de ulusalcılık. Biz elbette milliyetçi, ulusalcıyız. Ulusalcılık kafatasçılık değildir... Bu ülkede yaşayan kimliği ne olursa olsun, inancı ne olursa olsun herkesi kucaklıyoruz. Ulusalcılık budur." açıklaması şüphesiz bu iki kavram hakkında varolan zihin karışıklığını daha da artıracaktır.
Bu açıklamada savunulduğunun tersine "ulusalcılık," milliyetçiliğin Türkçesi değil, uzun geçmişe sahip, özgün bir milliyetçilik yorumunun evrildiği son şekildir. CHP Genel Başkanı'nın verdiği tanımın karşılığı olan "vatanseverlik (patriotism)"in "milliyetçilik (nationalism)"den farklı bir kavram olması ise bu zihin karışıklığını büsbütün içinden çıkılmaz hale getirmektedir.

Japonlar neyi yıktılar?

Tarihçilerin açıklamakta güçlük çektikleri bir husus, Batı'da yükselen popüler materyalizm, Darwinizm, frenoloji (kafatası "bilim"i) ve ırk kuramlarından aşırı derecede etkilenen Osmanlı entelektüellerinin neden milliyetçiliği, uzun süre, Avrupa'da olduğu gibi, bu akımlar üzerinden üretmedikleridir.

Bu sorunun cevabı 1904'te, yayın hayatını Terakki ve İttihad Cemiyeti'nin organı olarak sürdürecek olan Şûra-yı Ümmet dergisinde ilginç bir şekilde veriliyordu. Dergi "Avrupalılar . . . bizleri ecnâs-ı âliye-i insaniyenin madûnunda bir kavm addediyorlar. Türkce söyleyelim. Türkleri, insan cinsinin aşağı kısmından sayıyorlar" yakınmasını dile getirdikten sonra "Sarı cinsden olan Japonyalılar"ın, "bu ifti- rayı tabiatı, bu bühtan-ı hilkati," "memleketlerinde terakkîleriyle, Mançurî'de topları, tüfengleriyle yıkmakta" olduklarını vurguluyordu. Diğer bir ifadeyle, Türkler gibi ırk ve kafatası büyüklüğü hiyerarşilerinde aşağı sıralarda yer alan bir "kavm"in Avrupalı, beyaz ırka mensup Ruslar'ı ağır bir yenilgiye uğratması, Türkçülüğün ırk kuramlarıyla bağdaştırılabilmesi önündeki engeli de ortadan kaldırmaktaydı.

Yusuf Akçura'nın aynı dönemde "ırk esasına müstenid Türk milliyetçiliği"ni imparatorluğun uygulaması mümkün üç temel seçenekten birisi olarak sunması tesadüfî değildi. Nitekim Akçura'nın bu tezi ilk kez dile getirdiği Türk dergisi, Japon zaferleri sonrasında ırk temelli, seküler ve İslâmiyet'i "kavm-i necîb-i Türk"ün temel gerileme nedeni olarak sunan bir milliyetçilik anlayışını savunmaya başladı.

Bu görüşler, bilhassa İslâmiyetin, onu kabulden önce daha yüksek kültüre sahip olan Türklerin gerilemesinin temel nedeni olduğu tezi, milliyetçiliği kültürel unsurlar üzerinden kavramsallaştırmaya ve onunla dini bağdaştırmaya çalışan entelektüellerin şiddetli eleştirilerine maruz kaldı. Türk dergisinin idaresi "ırk temelli seküler milliyetçiler" ile "Türk-İslâm sentezi yaratmaya çalışan" kültürel milliyetçiler arasında iki kez el değiştirdi. Tarafların temel tezleri ve birbirlerine yönelttikleri eleştirilerde güncel Türk siyasetinde varolan "ulusalcı" ve "milliyetçi" hareketler arasındaki farklılığı görebilmek mümkündür.

Antropolojik yeni ulus

Seküler, ırk temelli yaklaşım entelektüel çevrelerde ilgiyle karşılanır, Cahun'dan etkilenen Dr. Nâzım, Bulgarların Türk kökenlerini vurgulayan Dr. Bahaeddin Şakir benzeri ileri gelen İttihad ve Terakki organizatörleri tarafından çekici bulunurken, zannedildiğinin tersine, Cemiyet'in resmî ideolojisi haline gelmedi.

Temel sorunu "devleti kurtarmak" olan İttihad ve Terakki bu tür milliyetçilikten etkilenmekle birlikte, İslâm'ı dışlayan ve onunla çatışan bir milliyetçiliğin istenilen amaca ulaşılmasını engelleyeceğini düşünüyordu. Böylesi yaklaşımları "dava-yı kavmiyet" olarak kınayan bir ûlema şubesi bulunan, kahramanı göğsünün üzerinde Kur'an taşıyan Enver Bey (Paşa) olan Cemiyet'in gidebileceği en uç nokta Ziya Gökalp'in İslâm Mecmuası'nda ortaya koyduğu Türkçü İslâmcılık, yâni İslâmın Türk milliyetçiliği hizmetinde yorumlanması olabilirdi.

Dolayısıyla kökleri Türk dergisinde bulunabilecek seküler, din karşıtı milliyetçiliğin yükselişi ve "ulus" inşaında kullanılması Erken Cumhuriyet döneminde gerçekleşti. Fizikî antropoloji ve iki savaş arası dönem siyasetinin aynı zaman dilimindeki yaklaşımlarının "Neolitik çağda dünya medeniyetini kuran, bunu değişik kıtalara yayan, brakisefal kafataslı üstün ırkın torunlarından oluşan ulus" temelli milliyetçiliği fazlasıyla kolaylaştırdığı şüphesizdir.

Devlet destekli araştırmasıyla Türkiye'nin antropometrik haritasını çıkaran Âfet İnan, Japonların Mançurya'da "yıktığı" tezleri kafatası ölçümleriyle kanıtlamaya çalışırken, Şevket Aziz (Kansu), I. Türk Tarih Kongresi'ne getirdiği sarışın köylü ailesiyle Türklerin "Avrupa medeniyetini kuran" Alpin ırkının ataları olduğunu ispatlamaya gayret ediyor, Türk Tarih ve Dil tezleri ise bu milliyetçiliğin kuramsal çerçevesini tesis ediyorlardı.

Bu milliyetçiliğin inşa ettiği "ulus," Neolitik çağdan itibaren, sadece diğer kavimlere medeniyet taşımakla kalmayarak büyük uygarlıklar da kuran, dünyanın ilk dilini konuşan ataların çocuklarından oluşuyordu. Karanlık İslâm ve Osmanlı parantezleri ise "tarihten önce varolan," "altın çağı" İslâmiyet öncesinde inşa edilen bu ulusun uzun geçmişindeki gerileme dönemleriydi. Erken Cumhuriyet öğretiminin H. G. Wells'in "Aryan ırk" için varsaydığı üstünlükleri "brakisefal kafataslı Türklere" atfederek aşılamaya çalıştığı "ulus bilinci" de bu temellere dayanıyordu.

Türk-İslâm sentezi ve ulusalcılık

Erken Cumhuriyet döneminde yeni, sınır tanımayan ufuklara yelken açan bu ideoloji, resmî düzeydeki etkinliğine karşılık topluma nüfûzunun sınırlılığı nedeniyle tedricen zayıfladı. Sonrasında ise kendisini "din karşıtlığı" ve "antiemperyalizm" üzerinden "Kemalist sol" ile eklemleştirdi. 12 Eylül darbesinin ardından devletin tercihini "Türk-İslâm sentezi"ne dayalı kültürel milliyetçilik lehine kullanması sonucunda marjinal bir çizgiye kayan bu ideoloji nihayet kendisine "ulusalcılık" adını uygun gördü. Bu gerçekte yeni bir ideoloji değil kökleri yirminci asır başına uzanan bir entelektüel/siyasî hareketin evrildiği son şekildir.

Dolayısıyla ulusalcılık özgün bir milliyetçilik yorumu olmakla beraber genel anlamda "milliyetçilik"in Türkçesi değildir. Bu kavrama en uygun karşılığı bulabilmek için TDK sözlükleri yerine siyaset bilimi literatürüne bakmak gereklidir. Bu ideoloji günümüzde artık Sümer kadavralarından, Türklerin kan gruplarından, Hitit dili gramerinden, antropometrik haritalardan üretilmemektedir. Buna karşılık geçmişinden kalan tortunun üzerinde yarattığı etkiyi gözardı edebilmek mümkün değildir. Bu ideolojinin bir entelektüel "bagaj"ı vardır; bunun gerçek bir "sosyal demokrat" parti tarafından taşınabilmesi ise mümkün değildir.

http://www.sabah.com.tr/Yazarlar/haniog ... cesi-midir


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Millet/Milliyetçilik Tartışmaları
MesajGönderilme zamanı: 29.01.13, 14:58 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 28.09.10, 13:01
Mesajlar: 166
ÜMMET

Ahmed KALKAN


Ümmet Kelimesi ve Türevleri: “Ümmet’, anne anlamına gelen ‘Ümm’ kelimesinden türemiştir.

“Ümm’, bir şeyin meydana gelmesine, terbiyesine, ıslahına veya başlangıcına temel olan köküne verilen isimdir.
Kur’an’da geçen ‘ümmü’l kitap/kitabın anası’, ‘Levh-i Mahfuz’ yerine kullanılmıştır. Bütün ilimlerin oluşumu ona nisbet edilir, bütün ilimlerin kaynağı odur.

“Hâ Mîm. Apaçık olan Kitaba andolsun; Gerçekten Biz onu, belki aklınızı kullanırsınız diye Arapça bir Kur’an kıldık. Hiç şüphesiz o, bizim katımızda ‘ümmü’l kitaptadır, çok yücedir, hüküm ve hikmet doludur.” (43/Zuhruf, 1-4). ‘Ümmü’l Kitap’, bütün peygamberlerle gönderilen mesajın kendisinden alındığı asıl ‘kitap’tır. Onun bir adı ‘Levh-i Mahfûz’, diğer adı da ‘Kitab-ı Meknûn’dur (85/Bürûc, 22; 56/Vâkıa, 78). O, korunmuş ve saklanmıştır, her türlü değişiklikten uzaktır. Ona ‘kitabın anası’ denilmesi, vahyin kaynağının aynı olduğuna işaret etmek içindir. Farklı kavimlere gönderilen peygamberlerin dilleri ayrı olsa da, insanlara anlattıkları hak ve bâtılın, hayır ile şerrin ölçüsü aynı idi. Bütün peygamberler ve İlâhî kitaplar insanları aynı İlâhî gerçeğe dâvet etmişlerdir. Gönderilen peygamberlerin ve kitapların dilleri farklı olsa bile geldikleri kaynak ‘ümmü’l kitap/levh-i mahfuz’dur.

Kur’an’da bir âyette geçen ‘ümmü’l kura/şehirlerin anası’ sözü, birçok tefsirciye göre Mekke’dir. “İşte Biz sana, böyle Arapça bir Kur’an vahyettik; şehirlerin anası (olan Mekke halkı)nı ve çevresinde olanları uyarıp korkutman için…” (42/Şûrâ, 7). ‘Ümm’ kelimesi Kur’an’da kelime anlamıyla hem anne, hem de ana, asıl, temel, uygun karşılık anlamlarında geçmektedir.

Ümmet Kelimesinin Anlam Sahası: ‘Ümmet’ sözlükte, cemaat, nesil veya topluluk demektir. ‘Ümmetin’ çoğulu ‘ümem’dir. Aslında ‘ümmet’ kelimesi bir çoğunluğu, bir cemaatı ifâde ederken, ‘ümem’ kelimesi çoğulun çoğulu gibidir. ‘Ümmet’ kavram olarak, kendi irâdeleriyle veya bir zorunluluk sonucunda aynı yerde, aynı zamanda veya aynı dine uymak sûretiyle bir arada yaşayan insan topluluğudur. Bu tanımdan hareketle birçok müslüman bilgin, ‘ümmet’ kelimesiyle İslâm’a inanan topluluklar kasdedilmiştir, görüşündedirler. Kur’ân-ı Kerim ‘ümmet’ kavramını farklı topluluklar için kullanmaktadır. Söz gelimi, “Yerde debelenen hiç bir canlı ve iki kanadıyla uçan hiç bir kuş yoktur ki, sizin gibi ümmetler olmasın…” (6/En’âm, 38) âyetinde olduğu gibi hayvanlar ve kuşlar da birer ümmettir. Peygamberimiz (s.a.s.), köpeğin ve karıncanın bile bir ümmet (topluluk) olduğunu belirtiyor (Müslim, Selâm 38, Hadis no: 2241; İbn Mâce, Sayd 2, Hadis no: 3205). ‘Ümmet’ kelimesinin birkaç âyette ‘topluluk’ anlamında kullanıldığını görüyoruz. “Sizden, hayra çağıran, ma’rufu (iyiliği) emreden, münkeri (kötülüğü) önleyen bir ‘ümmet’ (topluluk/cemaat) olsun…” (3/Âl-i İmran, 104; Aynı kullanılış için bkz. 3/Âl-i İmran, 113; 5/Mâide, 66; 7/A’râf, 159, 164, 181; 28/Kasas, 23)

İslâmî Ümmet İnsanlığın Hidâyet Önderidir: ‘Ümmet’ kavramı bir diğer deyişle ‘imam’ sözünden alınmış çoğul bir isimdir ki, çeşitli insan gruplarına önder olan ve kendisine uyulan cemaat demektir. Yani bir imamın (önderin) başkanlığı altında sağlam bir topluluk oluşturup, düzenli bir şekilde faâliyette bulunan ve diğer insanlara önderlik yapabilen bir topluluktur. Bu topluluk İman üzere olduğu gibi, küfr üzere de olabilir. Faâliyetleri sâlih amel de olabilir, fitne ve fesat da olabilir. Kişilere göre ‘imam/önder’ hangi konumda ise, gruplara/topluluklara göre de ‘ümmet’ o konumdadır. ‘Ümmet’, kuvvetli bir önderlik kurumunun yönetimi altında bir araya gelen topluluktur. O topluluğun fertleri inanç ve gaye yönünden bir köke, bir asıla bağlıdırlar.

Ümmet kavramı, kendine has bir dine sahip olan kimse anlamına da gelir. “Hakikaten İbrâhim başlı başına bir ümmet idi ve Allah’a itaat ederdi.” (16/Nahl, 120). Peygamberimiz, İslâm’dan önce yaşamış ve İmanla ölmüş Kus b. Saide’nin de tek başına bir ümmet olarak diriltileceğini açıklıyor (nak. K. Sitte 3/367). ‘Ümmet’, aynı yer ve zamanda, aynı dine bağlı insanların oluşturduğu topluluk anlamında Kur’an’da sık sık geçmektedir. Aslında insanlar başlangıçta tek bir ümmet idi. Allah’ın gönderdiği peygamberler onların sorunlarını çözüyorlardı. Ancak daha sonradan aralarındaki bağy (taşkınlık) yüzünden anlaşmazlığa düştüler. Farklı farklı dinler uydurdular ve farklı farklı ümmetler haline geldiler (2/Bakara, 213; ayrıca bkz. 10/Yûnus, 19).

Ümmet ve İmam (Önder) İlişkisi: ‘İmam’ insanlara öncülük eden, kendi yolundan giden ve peşinde gelen bir ümmet (topluluk) oluşturan önderdir. Allah’ın yolunda hidâyet imamları olduğu gibi, insanları ateşe ve azâba götüren imamlar (liderler) da vardır. Tıpkı firavun gibi (28/Kasas, 41).

Kıyâmet gününde bütün insanlar kendi imamlarıyla (önderleriyle) çağırılacaklar (17/İsrâ, 71-72). Şüphesiz ki dünya hayatında haktan sapmış, azmış ve yoldan çıkmış günahkâr kimseleri imam/önder edinenler, Âhirette zarara uğrayacaklardır. Allah (c.c.) bütün ümmetlere karşı kendi içlerinden şâhid çıkaracak. Bu şâhitler onların dünyada iken peşlerinden gittikleri önderleridir. Yanlış yaptıklarını, doğru yolda olmadıklarını bizzat itiraf edecekler (16/Nahl, 84). Ayrıca Rabbimiz Hz. Muhammed’i de bütün ümmetler üzerine şâhit olarak getirecek (16/Nahl, 89; 4/Nisâ, 41).

İslâm Ümmetinin Özellikleri: Allah (c.c.) dileseydi yeryüzünde olan bütün insanlar bir tek ümmet olurdu (5/Mâide, 48; 11/Hûd, 118; 42/Şûrâ, 8). O zaman da hür irâdenin ve denemenin bir anlamı kalmazdı. İnsanlardan dileyen İslâm ümmetinin, dileyen de küfür ümmetlerinin bir üyesi olabilir. İnsan bu konuda serbesttir. Ma’rufu (iyiliği) emreden, münkeri (kötülüğü) önlemeye çalışan İslâm ümmeti, insanlık içerisinden çıkartılmış en hayırlı ümmettir (3/Âl-i İmran, 110). Allah’ın yarattıkları arasında bazı ümmetler, hakka iletirler ve hak ile adâlet yaparlar (7/A’râf, 181).

İşte, insanlar arasından çıkartılmış en hayırlı ümmet olan İslâm ümmeti, diğer ümmetlere karşı üstün bir konumdadır. Üstünlüğü soy, kabile, renk, sosyal sınıf, zenginlik ve iktidar sahipliği gibi şeylerde görmeyen İslâm, takvâyı üstünlük derecesi saymış; insanlar arasında kim takvâ sahibi olursa, kim en yüce değerleri Allah rızâsı için ahlâk haline getirirse o üstün olur. Bu yüce erdemin de ancak İslâm’ın getirdiği ilkelerle kazanılacağı açıktır. İslâm ümmetinin üstün olduğunu bizzat Peygamberimiz haber veriyor (Ahmed bin Hanbel, 5/383).

Her peygambere uyan topluluklar o peygamberin ümmeti sayılırlar. Bu anlamda İslâm’a inanan bütün müslümanlar Muhammed ümmetidir. Peygamberimiz (s.a.s.) bütün insanlığa peygamber olarak gönderildiği için, bütün insanları O’nun ümmeti, O’nun topluluğu olarak sayanlar da bulunmaktadır. İslâm ümmeti, Kur’an’a göre bir tek ümmettir. “Gerçek şu ki, sizin ümmetiniz tek bir ümmettir. Ben de sizin Rabbinizim, öyleyse bana ibâdet ediniz.” (21/Enbiyâ, 92 ayrıca bkz. 23/Mü’minûn, 52). Aynı imam/önder etrafında (Hz. Muhammed’in izinde), aynı vahye tabi olarak bir araya gelmiş, Tevhid dinine gönül vererek, vahdete ulaşmış, aynı amaca gitme gayretinde olan bir ümmettir. Ayrıca İslâm ümmeti vasat (orta, aşırı olmayan) bir ümmettir, ki diğer insanlar üzerine, İslâm’ın hak din olduğu, üzerinde oldukları yolun ‘doğru yol’ olduğu hususunda şâhitlik yapacaklar.

İnkârcıların ve haddi aşanların dâvetlerine uymadıklarına, onların emr’lerinin (işlerinin) rüşd (sağlam, yarayışlı) olmadığına da tanıklık edecekler. İslâm ümmeti bir denge toplumudur. İnançta, amelde, hayatı değerlendirmede, cezâ vermede ve yargılamada orta yolu izler. Hiç bir konuda aşırı değildir. Batı toplumlarında ortaya çıkan fanatizm ve fundamentalizm ile ilgisi yoktur. Hakka ve adâlete uygun hareket etmek, insanlara her konuda örnek olmak onların özelliğidir. Tabiatta, inançta ve hayatı yaşamada denge üzerindedir.

‘Ümmet’i tanımlamada yer; yani ümmetin üzerinde yaşadığı ülke, vatan veya ümmetin siyasî olarak hakim olduğu toprak parçası, zaman; yani ümmetin beraberce yaşadıkları çağ ve zaman, din; yani ümmet fertlerinin inandığı ve hayatına uyguladığı din önemli rol oynar. Bu üç bağ ve bunlara benzer diğer bağlar, ümmet topluluğunu oluşturan kişileri birbirine bağlar. Belli bir inanç, ideal, ülkü ve dünya görüşü etrafında birleşen topluluklar birer ‘ümmet’ oluştururlar. Ancak, İslâm kültüründe ‘ümmet’ kavramı daha çok İslâm’a gönül vermiş müslüman toplumu ifâde eder. Dünyadaki bütün müslümanlar bu topluluğun gönüllü üyeleridir. Onların imamı/önderi Hz. Muhammed (s.a.s.), kitapları Kur’ân-ı Kerim, ülkeleri İslâm’ı yaşayabildikleri, hayata hakim kılabildikleri her yer, hedefleri ise İslâm’ın gerçek uygulayıcıları olarak diğer insanlar üzerine Hakk’ın şâhitleri olmak ve dünya imtihanını kazanmaktır. İslâm ümmeti, siyasî yönden güç sahibi olduğu yerlere İslâm diyarı adını verir, İslâm’ın bütün yönleriyle böyle yerlerde yaşanabileceğini bilir.

Ne yazık ki bugün İslâm ümmeti, ideolojiler, gruplar, siyasî rejimler ve emperyalizm yüzünden parçalanmıştır. Müslümanların çoğunlukta olduğu yerlerde bile, siyasî iktidar ya işgalcilerin elinde ya da İslâm’dan yüz çevirmiş mürtedlerin elindedir. Müslümanlar arasına çizilen sınırlar ise doğal değil, sömürgeci işgalciler tarafından çizilmiştir. İslâm ümmetinin yaşadığı coğrafyaya tabii olmayan sınırları çizenler, müslümanların kafalarına da benzer sınırlar çizip onları iyice parçalamak, böylece onların üzerindeki sömürülerini sürdürmek istiyorlar. Ancak bütün bu sınırlara, farklı dil ve renklere rağmen İslâm ümmeti Kur’an’ın emriyle bir bütündür ve Kur’an’ın etrafında birlik oluşturmaktadır.

Kimi kavmiyetçiler, ‘artık ümmet devri geçti, şimdi ulus zamanı’ deseler bile, bu gerçek değişmez. Kaldı ki ‘ulus’ kavramı ne kişiyi, ne de toplumları tanımlayabilir. Ulusculuk bir kimlik değil, bir ırkı üstün görme hastalığıdır.
Ümmet anlayışı ise, en doğru İman ilkeleri ve İlâhî vahiy etrafında örnek bir toplum meydana getirme çabasıdır.

http://www.benimblog.com/MUSLUMANINAKAI ... CMMET.html


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Millet/Milliyetçilik Tartışmaları
MesajGönderilme zamanı: 31.01.13, 11:20 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 28.09.10, 13:01
Mesajlar: 166
Müslümanlık ve Türklük

HAYRETTİN KARAMAN


Çoktan tartışma dışı kalmış olması gereken bazı konuları siyaset hortlatıyor. İslam-ırkçılık ilşkisi de bunlardan biridir. Biz de hararetli tartışmaların cereyan ettiği dönemde yazdıklarımızdan bir kısmını bir daha hatırlatmak istedik:

Varoluş açısından bakıldığında Müslümanlık kavimler, ırklar, mekânlar ve zamanlar üstüdür; varlığı belli bir ırka, kavme, zaman ve mekâna mahsûs ve bağlı değildir. Tarihte İslâm'ı din olarak benimsememiş bulunan Türk boylarının ırkî ve kavmî özelliklerini de koruyamadıkları, zaman içinde köklü bir kültür değişimine uğradıkları görülmüştür.

Meşrûiyet açısından Türklüğe göre Müslümanlık, bu kavmin oniki asır önce benimsediği, bağlandığı bir dindir. Türkler Müslüman olduktan sonra millî değerlerinden önemli bir kayba uğramamışlar, buna karşı çok önemli kazançlar elde etmişler, İslâm'a yatkın fıtratlarını geliştirerek büyümüşler; öldürücü, yıkıcı, sömürücü olarak değil, adâlet, hakkaniyet, hizmet ve yüksek ahlâkî değerlerin temsilcisi olarak cihan hâkimiyeti mefkûresine ulaşmışlardır. Türklük ile Müslümanlığın imtizacından doğan bu büyük medeniyetin gerileme sebeplerini yine bu iki unsurda aramak çelişkiye düşmek olur.

İslâm dînî fıtrîdir; insanın fert ve toplum olarak yaratılıştan gelen, tabîatı icabı olan vasıf ve özelliklerine uygundur, bunlarla örtüşmektedir. 'Allah'ın insanlara yaratırken verdiği mahiyetten (fıtrattan) ibaret olan tevhid dînine kendini ver; sağlam din işte budur, fakat insanların çoğu bilmezler'(Rum-30/30) meâlindeki âyet fıtrat ile hak din arasındaki bağı ifade etmektedir.

İnsan türünü diğerlerinden ayıran akıl, irade, estetik duygu gibi fıtrî özellikler yanında insan gruplarını, topluluklarını birbirinden ayıran özellikler de vardır. Kur'ân-ı Kerîm bunlardan ikisine işaret etmektedir: 'Allah'ın işaretlerinden biri de sizi topraktan yaratmasıdır, sonra siz zaman içinde yeryüzüne yayılan insan nev'i oldunuz.... O'nun işaretlerinden biri de gökleri ve yeri yaratması ve sizin dillerinizin ve renklerinizin farklı olmasıdır. Bilenler için şüphesiz bunlarda büyük işaretler vardır.'(Rum: 30/20, 22).

İnsanlar bir kökten geldikleri halde yeryüzüne dağılıp çoğalıyorlar, dilleri ve renkleri farklı 'alt neviler', gruplar oluşturuyorlar. Renk biyolojik farklılıklara, dil ise kültür farklarına işaret eden anahtar kelimelerdir. Yine âyette geçen 'insanların dağılıp yerleştikleri yeryüzü' insan gruplarının bağlandığı, sahiplendiği toprağa; yani coğrafî unsura işaret etmektedir. Biyolojik, kültürel, coğrafî... özelliklerin biraraya getirdiği, birleştirdiği insan gruplarına Kur'ân-ı Kerîm'de 'kavim' denilmektedir.

Yakından uzağa soy ilişkisi ise 'şa'b, kabîle, aşiret' gibi kelimelerle ifade edilmiştir: 'Ey insanlar! Sizi bir erkekle bir dişiden yarattık, ve tanışmanız için sizi boylara (şu'ûb) ve kabilelere ayırdık, şüphe yok ki Allah nezdinde en kıymetli olanınız O'na isyandan en fazla sakınır olanınızdır; Allah her şeyi bilir, her şeyden haberdardır.' (Hucurât: 48/13. Aşiret için bkz. Şuarâ: 26/214; Tevbe: 9/24; Mücâdele: 58/22).

Kur'ân-ı Kerîm'de 'millet' kelimesi 'toplumun dîni' yusuf:12/37), 'ümmet' kelimesi ise 'bir peygambere, bir dîne... mensup insan topluluğu, gruplar' mânâsında kullanılmıştır.

Bugün bizim millet dediğimiz toplum yapısını ifadeye en yakın kelime 'kavim'dir. Kur'ân-ı Kerîm'e göre insanlar bir kökten (topraktan), sonra bir ana-babadan (Âdem ile Havvâ'dan) yaratılmışlardır. Aynı kökten gelmelerine rağmen yeryüzüne dağılmışlar, dilleri ve renkleri farklı kılınmış (farklılaştırılmış), farklı kelimeler isimlerle anılan gruplara, topluluklara (cemâat ve cemiyetlere) ayrılmışlardır.

Bütün bu oluşma ve gelişmeler fıtrat (yaratılış) icabıdır, tabiîdir, Allah'ın irâdesi ile olmuştur. Ayrıca birçok âyet ve hadîs yardımlaşma, ilgilenme, dayanışma, koruma konularında yakınlara öncelik vermektedir. Akraba, arkadaş, komşu, hemşehri... bu mânâda 'yakınlar' içinde yer almaktadırlar. (Nisa:4/36). İstisnâî durumlar dışında zekât sarfında da bu önceliğe riâyet edilmiştir. Hem geçmişin, hem gelecek nesillerin, hem de hâlen üzerinde yaşayanların hakkı bulunan yurdun (mülkün) korunması İslâm'ın önemli amaçları arasındadır. İnsanın, diğerlerine nisbetle yakınlarına daha fazla sevgi duyması da tabiîdir. Bütün bu tabiîlik, fıtrîlik ve teşvikler göz önüne alındığında 'aynı tarihi, kültürü (dîni, dili, âdetleri, zevkleri...) yurdu, mensubiyet şuurunu paylaşan insanların millet, kavim, ulus gibi bir isim altında bir grup teşkil etmelerine, bu grup içinde birbirini daha ziyade sevmelerine, korumalarına, dayanışmalarına, kültürlerini (ümmet camiâsına nisbetle alt-kültürlerini) geliştirmelerine ve bir değer olarak insanlığa takdim etmelerine' bu mânâda bir milliyete, hatta gerektiğinde milliyetçiliğe İslâm'ın bir diyeceği yoktur. Yeter ki bu milliyetçilik, ümmetin diğer gruplarıyla (diğer İslâm kavimleri ve gruplarıyla) ilgiyi kesmeye, bütünlüğü bozmaya, onlara ve diğer insan gruplarına haksızlık etmeye, İslâm öncesi inanç ve âdetlere dönerek dînin zedelenmesine sebep olmasın!

Şüphe yok ki, İslâm'ın öngördüğü ve Müslümanları dâvet ettiği toplum yapısı ümmettir. Burada ümmetten maksat 'Hz. İbrâhîm'in (a.s) ismini koyup (Hac: 22/78) yaydığı, soyundan gelen son Peygamber Muhammed Mustafa (s.a.v.) ile tamamlanan dîne (İslâm'a ve bu mânâda millete) mensubiyet râbıtası ile birbirine bağlı insanların ve grupların oluşturduğu toplum yapısıdır.' Bu toplumun fertleri birbirinin kardeşidir (Hucurat:49/10), bu toplumun yurdu bütün mü'minlerin yurdudur, bu toplum, İslâm'ı din olarak benimsememiş, başka bir dîne mensup olmuş millet ve ümmetlerden ayrı ve farklı, onları kendi câmiasına dâvet eden, insanlığa alternatif bir dünya görüşü ve hayat düzeni sunan ve teklif eden bir ümmettir. Siyâsî, sosyal, ekonomik, hukûkî bağlar ve bağlantılar yanında bir üst ve üstün değere (İslam'a) bağlılık bu ümmetin gruplarını birleştirmiş ve bütünleştirmiştir.

http://yenisafak.com.tr/yazarlar/Hayret ... kluk/36090

***
Aşiret: Şuarâ: 26/214; Tevbe: 9/24; Mücâdele: 58/22.

Şuarâ: 26/214: Veenżir ‘aşîrateke-l-akrabîn(e) : Ve en yakınların olan aşiretini korkut. (Ömer Nasuhi Bilmen Meali)

Tevbe: 9/24: Kul in kâne âbâukum veebnâukum ve-iḣvânukum veezvâcukum ve’aşîratukum veemvâlun-ikteraftumûhâ veticâratun taḣşevne kesâdehâ vemesâkinu terdavnehâ ehabbe ileykum mina(A)llâhi verasûlihi vecihâdin fî sebîlihi feterabbesû hattâ ye/tiya(A)llâhu bi-emrih(i)(k) va(A)llâhu lâ yehdî-lkavme-lfâsikîn(e)

De ki: “Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz bir ticaret ve beğendiğiniz meskenler size Allah’tan, peygamberinden ve O’nun yolunda cihattan daha sevgili ise, artık Allah’ın emri gelinceye kadar bekleyin! Allah, fasık topluluğu doğru yola erdirmez.” (Diyanet İşleri Meali)

Mücâdele: 58/22: Lâ tecidu kavmen yu/minûne bi(A)llâhi velyevmi-l-âḣiri yuvâddûne men hâdda(A)llâhe ve rasûlehu velev kânû âbâehum ev ebnâehum ev iḣvânehum ev ‘aşîratehum(c) ulâ-ike ketebe fî kulûbihimu-l-îmâne ve eyyedehum birûhin minh(u)(s) ve yudḣiluhum cennâtin tecrî min tahtihâ-l-enhâru ḣâlidîne fîhâ(c) radiya(A)llâhu ‘anhum ve radû ‘anh(u)(c) ulâ-ike hizbu(A)llâh(i)(c) elâ inne hizba(A)llâhi humu-lmuflihûn(e)

Allah’a ve ahiret gününe iman eden hiçbir topluluğun, babaları, oğulları, kardeşleri yahut kendi soy-sopları olsalar bile, Allah’a ve peygamberine düşman olan kimselere sevgi beslediğini göremezsin. İşte Allah onların kalplerine imanı yazmış ve onları kendi katından bir ruh ile desteklemiştir. Onları, içlerinden ırmaklar akan ve içlerinde ebedî kalacakları cennetlere sokacaktır. Allah onlardan razı olmuş, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. İşte onlar, Allah’ın tarafında olanlardır. İyi bilin ki, Allah’ın tarafında olanlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Millet/Milliyetçilik Tartışmaları
MesajGönderilme zamanı: 31.01.13, 15:53 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 28.09.10, 13:01
Mesajlar: 166
‘Millet’in hikâyesi

Beşir Ayvazoğlu

b.ayvazoglu@zaman.com.tr

Çocukluğumuzda bize “Halil İbrahim milletinden, Muhammed ümmetinden” olduğumuz öğretilirdi.

İbrahim peygamber, üç semavî dinin ortak paydasıdır; ancak Kur’anî bir ifade olan ve ümmetin de üstünde bir mensubiyeti ifade eden “İbrahim milleti” kavramının arkasında tevhid akidesi vardır ve aslında diğer semavî dinlerin, yani Yahudilik ve Hıristiyanlığın tahrif edilmeden önce İslâm’dan farklı olmadıkları anlayışına dayanır.

Bu mesele on yedinci yüzyılda enine boyuna tartışılmıştır. Kâtip Çelebi’nin Mîzânü’l-Hakk’ta anlattığına göre, ulemadan bir zat, “Muhammed ümmetinden bir kimsenin İbrahim milletindenim demesi caiz midir?” sorusuna “Caiz değildir” diye cevap vermiş, başka biri de bu fetvayı bir risalesinde ağır bir biçimde eleştirmişti.

“Millet” kavramının Osmanlı dünyasında özel bir anlam kazandığını da unutmamak gerekir. Bilindiği gibi, fethedilen ülkelerde yaşayan gayrimüslim cemaatlere kendi kendilerini idare edebilmeleri için bazı haklar tanınır, bu cemaatlerin her birine “millet” denirdi. Kendi içine kapalı kompartımanlar hâlinde yaşayan ve cizye alınmak suretiyle askerlik hizmetinden muaf tutulan bu milletleri, dinleri, dilleri veya etnik menşeleri değil, genellikle mezhepleri belirlerdi. İmparatorluğun aslî unsurunu teşkil eden Sünnî Müslümanlar da tek bir millet sayılırdı; bütün Müslüman etnik gruplar milletin birer cüz’üydü.

Tarihçilerin “Millet Sistemi” dedikleri bu uygulama, Osmanlı hâkimiyetindeki Ortodokslara Rusların, Katoliklere Fransızların, Protestanlara da İngilizlerin hâmilik rolünü üstlenmeleri ve Fransız İhtilâli’nden sonra yayılan fikirlerin etkisiyle hızla çözülmeye yüz tutmuştu.

Tanzimat Fermanı’nda hâlâ eski alışkanlıkla “ahâli-i İslâm” ve “milel-i saire”den söz edilse de, mezhep farklılığına dayalı millet sisteminin yerini artık etnik farklılıklarını vurgulayan halklar almıştı. Bu fiilî durumu anlamak ve açıklamak için yeni kavramlara ihtiyaç hissediliyor, özellikle Fransız İhtilâli’nin ürünü olan “nation”un karşılığını bulmak gerekiyordu. Önceleri “etnik grup” karşılığı olarak kullanılan “kavm” ve “cins” kelimelerinin yanında, “ümmet”, “millet” ve “ahâli” gibi kelimeler de ortalıkta dolaşmaya başladı. Nasyonalizmin Fransız İhtilâli’nden sonra bulaşıcı bir hastalık gibi yayıldığını söyleyen Ahmet Cevdet Paşa, “kavm” kelimesini tercih ediyor ve “nationalite” karşılığı olarak “kavmiyet”i kullanıyordu.

Ancak “nation” karşılığı olarak “millet” kelimesini tercih edenler de vardı; mesela Basiret gazetesinde çıkan bir makalede, millet oluş, ortak dile ve âdetlere dayandırılmıştı. Ali Suavi ve Şemseddin Sami “nation” karşılığı olarak “ümmet”i tercih ediyorlardı. Şemseddin Sami, Kamûs-ı Türkî’de “Bir din ve mezhepte bulunan cemaat” diye açıklanan “millet”in “nation” anlamında kullanılmasını eleştirmiştir. Çeşitli yazılarında bu fikrinde ısrar eden Şemseddin Sami, devrin genç aydınlarından Sâmih Rifat’ın şiddetli itirazıyla karşılaşmışsa da “ümmet” kelimesi bir ara ön plana geçmiştir. Basiret gazetesiyle Bosna’da çıkan Gülşensaray gazetesi arasındaki tartışmaya İbret gazetesinde üçüncü taraf olarak katılan Nâmık Kemal de “ümmet”i tercih edenlerdendi.

Ne var ki “ümmet” tutunamayacak, “nation” karşılığı olarak hızla yaygınlaşan “millet” kelimesi İstiklâl Marşı’yla da zihinlere kazınacaktır.

Anadolu’da verilen büyük mücadelenin “Millî Mücadele”, bu mücadelenin ruhunu ifade eden marşın “Millî Marş” olduğu unutulmamalıdır. Millî Mücadele sırasında Sivas’ta çıkarılan gazetenin ismi İrâde-i Milliye idi, daha sonra yayınına Ankara’da Hâkimiyet-i Milliye ismiyle devam etti.

“Millet” kelimesi bir kavram olarak “nation” anlamında kullanılmakla beraber, herhangi bir etnisiteyi değil, aynı tarihi, aynı kaderi paylaşan ve başta din olmak üzere ortak değerlere sahip olan bir topluluğu ifade ediyordu. “Millet”, aslında son derece önemli bir mutabakat metni olan İstiklâl Marşı’nda tam da bu anlamda kullanılmıştır.

Moğolca mı, Türkçe mi olduğu hâlâ kesinleşmemiş bir kelime olan “ulus”un Cumhuriyet devrinde ilk defa ne zaman kullanıldığını tespit etmek için özel bir araştırma yapmak gerekir. Ancak büyük bir “arındırma” projesinin ilk adımlarından biri olarak Hâkimiyet-i Milliye gazetesinin isminin 28 Kasım 1934 tarihinde Ulus diye değiştirildiğini, Türk Dili Araştırma Kurumu tarafından 1935 yılında yayımlanan Osmanlıcadan Türkçeye Cep Kılavuzu’nda da “millet” kelimesinin karşılığı olarak “ulus”un kaydedildiğini hatırlatmak isterim.

31 Ocak 2013, Perşembe


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 15 mesaj ]  Sayfaya git Önceki  1, 2

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 1 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye