Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 9 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: Etik Hakkında
MesajGönderilme zamanı: 19.08.13, 19:31 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 05.03.09, 09:49
Mesajlar: 311
Tıp Etiği ve Tıp Hukuku Derneği http://www.teth.org.tr/yayinlar.htm

http://www.biyoetik.org.tr
http://tip.kocaeli.edu.tr/docs/ders_not ... aclari.pdf
http://www.hubam.hacettepe.edu.tr/tanitim/amaci.php
http://endokrin.com/pdf/220868211640_ed ... s_2012.pdf
http://tip.kocaeli.edu.tr/docs/ders_not ... keleri.pdf
http://eskidergi.cumhuriyet.edu.tr/makale/481.pdf
http://iuke-dergisi.com/arsiv/2002/Sayi3/1.pdf
http://etikder.org/makale/etetk.pdf
http://ulusaltipgunleri.com/sunum/nesrin_cobanoglu.pdf
http://www.e-kutuphane.teb.org.tr/
www.ttb.org.tr/kutuphane/tip_etigi.pdf

ETİK KAVRAMININ TANIMI


Etik ( ethics ) sözçüğü ,Yunanca’da gelenek görenek anlamına gelen ethos sözcüğünden gelir .

Günümüzde işletmelerinde etik büyük önem kazanmaktadır.Sürekli olarak karşımıza çıkan

işletme odaklı rüşvet ,yolsuzluk ,dolandırıcılık,yetkilerin kötüye kullanımı gibi kavramlar

kamunun duyarlı olduğu başlıca konulardır.

Kültür ve etik kavramları belliölcüde birbirleriyle bağlantılıdır.ETİK,insanlar için neyin

doğru olduğunu ortaya konmasıdır ve işletme etiği insancıl değerlerin ışığında işletme

işlevlerinin doğru yerine getirilmesi çabasıdır.ETİK,genel değer morel değerlerin ve kişilerin

birbirleriyle ilişkilerinde ,bu morel değerler içinden benimsedikleri özel değererin

incelenmesidir.Geniş anlamda ETİK ,herhangi bir eylemin kabul edilebilir biçimde

gerçekleşmesini sağlaya n temel kurallar yada değişkenlerdir.Etik neyin doğru yada yanlış

olduğunu ortaya koyan davranışsal kurallar topluluğu ,ilkeler topluluğudur.Ayrıca ETİK ahlaki

görev ve sorumluluklarıda içerir.Türkçede ETİK kavramı,tek bir sözcükle tam anlamıyla

karşılanamamaktadır. Ahlak,dürüstlük ,gibi kavramlar etik kavramının içindedir.Etik

kavramını törel kurallar olarakta belirtebiliriz.


TOPLUMSAL SORUMLULUK VE ETİK



Toplumsal sorumluluk ve etik kavramı aynı olmamalarına karşın ,birbirlerinin yerine

kullanılırlar.Toplumsal sorumluluk bir işletmenin topluma karşı duyması gereken

sorumluluklardır.Toplumsal olarak sorumlu olmak toplum üzerinde olumlu etkileri

en üst düzeye çıkarıp, olumsuz etkileri en aza indirmektir.İşletmelerin toplumsal sorumluluğu

ekonomik, hukuksal ,etik ve gönüllü olmak üzere inceleyebiliriz.

Ekonomik sorumluluk : Toplumun istediği ve gereksindiği mal ve hizmetleri işletmenin

sürekliliğini sağlayacak ve yatırımcılara karşı sorumlulukları yerine getirecek bir fiyatla

üretmek.
Hukuksal sorumluluk : İşletmelerin var olan yasalara uymasıdır.

Etik sorumluluk : Yasalarla belitilmeyen fakat bir işletmeden toplumun beklediği

davranışlardır.

Gönüllü sorumluluk : Toplumun işletmelerden beklediği çeşitli katkılardır. örnek olarak

eğitim, çevreye duyarlı olmak vb gibi davranışlardır.


Toplumsal sorumluluk : Toplum ile işletmeler arasında bir toplumsal anlaşmadır.Oysaki etik

bireysel karar almayı ilgilendiren ahlak kuralları ile ibağlantılıdır.İşletme etiği bireysel

kararların ahlaksal kurallar ve ilkeler üzerindeki etkisiyla ilgilenirken ;toplumsal sorumluluk

örgütsel kararlar ve bu kararların toplum üzerindeki etkileriyle bağlantılıdır.


ETİK SORUMLULUK VE İŞLETME KARARLARI



Yöneticilerin verecekleri kararlar,beş nedenle çok karmaşık bir yapı gösterir :

1.Etik kararaların sonuçları başkalarınıda ilgilendirmektedir.Bu kararlar dalgalar

biçiminda yayılarak ,işletme dışındakileride etkiler.Örnek olarak ,bir işletme ucuz

ançak güvenli olmayan hammade kullanarak bir mal ürettiğinde ,hem çalışanlarını

hemde bu malı kullananları etkileyecektir.

2.Etik sorunlara ilişkin alınacak kararlar çok çeşitli seçeneklere sahiptir.Bu kararlar

evet- hayır biçiminde oluşmaz .Örnek olarak ,güvenli olmayan ucuz hanmadde kullanan

bir başka seceneğide ,çok ucuz ve çok güvensiz hammadde kullanmaktır,Başka deyişle

birbirinden çok farklı seçenekler kararın yönünü değiştirir.

3.Etik sorunlara ilişkin işletme kararları çoğunlukla karmaşık sonuçlar doğurru.Her anan

işletme kararında toplumsal çıkarlar ve maliyetler karşılıklı olarak değerlendirilip geirler ve

harcamalar açısından irdeleme yapmak gerekmektedir.

4.Çoğu illetme kararı belirsiz etijk sonuçlar doğurur .Bir kararın gerektirdiği sonuç akılcı

görünse de hiçbir zaman tam bir kesinlik taşımaz.Başka bir deyişle ,etik risk olmaksızın bir

kararın alınması söz konusu değildir.

5.Etik konulardaki çoğu işletme kararı kişisel özellik taşır.Bir girişimcinin vereçeği kararda ,o

kararın doğuraçağı sonuçları değerlendirmeksizin hareket etmesi söz konusu olamaz.Sonuç

işletme çıkarı açısından olumsuza gidecekse ,yönetici kararın yönünü

değiştirebilir.Girişimciler tümüyle işletme cıkarlarından soyutlanmış kararlar veremez.

İşletme kararlarına ilişkin bu beş oluşum ,girişimcilerin işletme kurarken ve işletirken göz

önünde tutulması gereken konulardır.Ana kararların herbirinde ,girişimcilerin elsden gelen en

çok bilgiyi edinmesi gerekir.

Etik sorumluluk için işletmelerde stratejilerin belirlenmesi gerekmektedir.Etik kuralların

bir bölümü endüstriyle ,bi bölümü doğrudan işletmeyle ilgili olarakdüzenlenir.Bu kurallar pek

çok konuyu kapsar.aöarnek olarak işletme varlıklarının yanlış kullanımı ,işletme içi bilgilerin

çıkar için kullanımı ,defter kayıtlarının yanlış ve eksik olamsı, tekelci uygulamalar gibi.

ABD’de yapılan bir araştırmada örgütlerin % 72’si kuralları yazılı olarak

belirtmişlerdir.Başka bir araştımada 300 şirketten 227’sinin etik kurallar belirlediğini

göstermektedir.



ETİK ÇATIŞMALARININ NEDENLERİ



Kişiler5 belirli bir konuda ya da konumda etiğe ilişkin bir boyut algıladıklarında ,etik

kararlar verme gereği duyarlar.Bu nedenle ,işletme etiğini anlamanın ilk adımı etikle ilgili

konuların farkına varmaktır.Etiğe ilişkin konular ,bir sorun,bir konum ya da fırsat olabilir ve

bunların bireyler ya da örgütlarce doğru ya da yanlış,etiğe uygun ya da etik dışı olarak

karşılaştırılması gerekir.

Etiğe ilişkin konuların ortaya çıkmasında yol açan etkenlerin başında ,bireylerin kişisel değer

yargıları ile çalışılan işin ve yaşanılan toplumun değer yargıları arasındaki çatışma gelir.

İşletme çalışanlarının amaçları ile işletmenin örgütsel amaçları arasında bir çelişkidoğabilir;

bu durum etik konuların ortaya çıkmasına neden olur.Ayrıca,tüketicilerin güvenli ürün

istemeleri ile üreticilerin yüksek kar elde etme arzusu etik sorunların çıkmasına neden olabilir.

Yöneticiler belirli bi kişiyi işe almak isterken ,örgütün en nitelikli personeli işe alma

amaçıyla çelişebilir.Ayrıca,toplumda kadınlara ,belli kümelere de eşit iş fırsatı verme amacı ile

bir çelişki yaşanabilir.

İşin özellikleri ile örgütün kültürü arasında çelişki etik sorunlar yaratabilir.

Örgütler ve bireyler herhangi bir etik sorunla karşılaştıklarında bunları nasıl çözeçeklerini

kararlaştırmak zorundadırlar.İşletmelerin sık sık karşılaştıkları sorunlar ise ,bunlar ortaya

çıkar çıkmaz çözmeleri gerekmektedir.


Etik konuların çatışmalarından doğması nedeniyle ,bu çatışmaların neden doğduğunu

incelemek gerekir.İşletme yöneticileri ve çalışanlar görevlerini yerine getirirken kendietik

inançları ve sorumlulukları ile işletmeninkiler arasında uyumsuzluklart yaşarlar.


ETİK KONULARIN SINIFLANDIRILMASI


Belli başlı olanlar

Çıkar çatışması : Kişiler kendi kişisel çıkarlarını ,örgütlerin ya da çeşitli grupların

önünde tuttuğuda çıkar çatışması daoğar.Bu çatışmanın olmaması için kişiler kendi

çıkarları ile işletme çıkarlarını birbirinden ayırmalıdır.

İçtenlik ve Doğruluktan sapma : İşletmeler,tüm yasalara uymak zorundadırlar.Ayrıca

işletmeler tüketicilere ,müşterilere ,çalışanlara ve rakiplerine karşı bilerek yanıltıcı ,aldatıcı

olmamalıdır.Alıcılar satıcılara ,borç verenlar borç alanlara güvenmelidir.Eğer işletme

piyasadaki içtenliğini ve doğruluğunu koruyamazsa işletmenin inanırlığı kalmaz.

İletişim : İletişim bilginin akışı ve paylaşımıdır.İletişimde ortaya çıkan etik sorunlar

reklam mesajları,ürün güvenliğine ilişkin bilgiler ,çevre kirliliği,çalışma koşulları gibi birçok

konuyu kapsar.Yanlış ya da aldatıcı iletişim bir örgüte karşı müşterinin güvenini yaok eder.

İletişimde yalana yer verilmesi en önemli etik sornlardandır.Yalan söylemek hem iç hemde dış

iletişimde güveni yok ettiği için etik sorunlar yaratmaktadır.

Örgütsel ilişkiler : Örgüt üyelerinin tüketicilere ,girdi verenlere ,astlara ,üstlere ve çeşitli

kişilere karşı davranışlarından doğan etik sorunlar ortaya çıkarabilir.Örnek olarak ,bir işletme

farklı formüllerden ürettiği aynı ürüne farlı fiyat politikası uygulaması gibi.

ETİK SORUNLARDA TARAFLAR VE İŞLETMENİN İŞLEVSEL ALANLARI



Etik sorunların ortaya çıkabileçeği işletme işlevleri ve bu sorularla karşılaşacak tarflar

durmak gerekir.

İşletmede etik sorunlarla karşılaşacak tarflar işletme sahiplari,işletme çalışanları ve

müşterilerdir.Sorunların çıkabileçeği işletme işlevleri ise yönetim, pazarlama, muhasebe ve

finanstır.

İşletme Sahiplari : İşletmelerin çoğu ,kaynaklarını mal yada hizmet üretmek için aktaran bir

kişi ya da bir kümeden oluşur.İşletme sahipleri yada pay sahiplari ,kaynakları para ya da kredi

biçiminde sağlayarak işletmenin gelişmesini hedefler.Yöneticiler ya kendileri yönetimi

üstlenirler ya da profosyonel yöneticilerden yararlanırlar.Bir işletme yöneticisi ,işletme

sahiplaerinin çıkarlarını doğrultusunda işletmeyi yönetirken hem etik hemde yasal sorumluluk

taşır.Öte yandan yöneticilerin topluma karşıda sorumlulukları vardır ,çevra sorunları ile

ilgilenmesi gibi.

Finans : İşletme sahiplari işletmeya finansal kaynak sağlamak ile yükümlü olmaları nedeniyle

çevrelerinden ya da finansal kurumlardan borç olarak alabilirler kimi zamanda ortak alırlar.

Finansal kaynakların nasıl sağlandiğı kimi zaman etik ve yasal sorunlar yaratabilir. Örnek

olarak halka açılmada pay değerlerinin belirlenmesi.Ayrıca, işletmenin finansal durumunu

var olan ortaklara alası ortaklara ve kamuya eksik ya da yanlış aktarılması durumunda etik

sorunlar doğabileçeği gibi yasal tedbirlerde getirebilir.

İşletme Çalışanları : Çalışanların üstlerine durum iyi gitmediği zaman verilen raporlar üstler

tarafından hoş karşılanmamakt olup bu durumda paporlar işlerin iyi gitmesi durumunda

verilmesi gibi bir durum yaratnaktadır bu da çalışanların etik açmazla karşı karşıya kalmasına

neden olamktadır.İşverenler kimi zaman çalışanlarını yalana zorladıkları,tacizde bulunmaları

bir eik sorun ile karşı karşıya kalmalarına sebeb olamktadır.

Yönetim İşlevi : Yönetimin temel amacı çalışanları örgütleyerek güdüleyerek ve denetleyerek

örgüt amaçları doğrultusunda yönlendirmektir.Yöneticiler bir örgütde ortaya çıkan etik

sorunları doğrudan etkiler.Töneticiler çalışanlarının disiplini,sağlık ve güvenliği işyerinde

davranışları alkol ve diğer davranışları gibi ortaya çıkacak etik sorunlarlada ilgilenirler.Öte

yandan çalışanlara ait özel bilgilerin kişilere ve kurumlara aktarılmaması durumuda

yöneticilerin sorumluluğundadır.

Tüketiciler : Hiç bir işletme tüketici olmadan varlığını sürdüremez,bu amaç ile tüketicilerin

isteği doğrultusunda işletmeler tüketicilerin isteklerine cevap vermek zorundadırlar, fakt bu

istekleri yerine getirmeye çalışan işletmeler ucuz mal elde etmek için kaliteden taviz verdiğinde

yada gerekli sağlık koşullarını yerine getirmdiği zaman tüketicilerin davranışları etik açıdan

sorunlar oluşturabilir.

Pazarlama İşlevi : Pazarlama tüketicilerden aldığı bilgiler ışığında piyasaya süreçeği ürün

hakkında tüketicileri yanlış bilgilendirmesi ( reklam ) durumunda yada yanlış yönlendirmesi

durumunda tüketicilerin tepkisi ile karşı karşıya kalabilmektedir,bu yüzden pazarlam eylemi

yapılırken fiyat , ürün tanıtımı gibi konuların sağlıklı bir şekilde yapılması gerekmektedir.


GENEL İLKELER


İşletmelerin Sorumlulukları : Bir işletmenin toplum için değeri ; o işletmenin yarttığı değer

ve sağladığı işgücü ile tüketicilere sunduğu mal ve hizmetlerin nitelikleriyla ve fiyatlarıyla

ilişkilidir.Böyle bir değer yaratmak için işletmeler sağlıklarını ve canlılıklarını korumak

zorundadırlar.İşletmeler yarattıkları serveti müşterileri, çalışanları ve pay sahiplari ile

bölüşerek bunların yaşamlarını gelişmesinde rol oynamalıdırlar.İşletmeye girdi verenler

ve rakipler de işletmenin yükümlülüklerini dürüstlük ve güvenirlik içinde yerine getirmesini

beklerler.

İşletmelerin Ekonomik ve Toplumsal etkileri : Yabancı ülkelerde mal ve hizmet üretmek

,geliştirmek yada satmak için kurulan işletmeler ,bu ülkenin toplumsal gelişmelerine verimli

bir istihtam yaratarak ve halkın satın alma gücünü artırarak katkıda

bulunmalıdırlar.Ayrıca,işletmeler bulundukları ülkelerde insen haklarına,eğitime ,rafah

düzeyine ve yaşam koşullarınada katkıda bulunalıdırlar.İşletmeler sadece bulundukları ülkede

değil tüm dünya toplumuna katkıda bulunmalıdırlar.


İşletme davranışları :İşletmeler uymak zorunda olduğu yasalar ötesinde ,bir takım

ilkelerede bağlı olaçaklardır.İçtenlik, dürüstlük , gerçekçilik ,sözünü tutma ,saydamlık yanlızca

işletmelere katkıda bulunmayacak ,bunun yanında uluslararası düzeyde gerçekleştirilen

işletmelerde etkinlik ve süreklilik sağlayacaktır.


Kurallara Uyum : Ticarikısıtlamalardan kaçınmak ve daha özgür bir ticareti

gerçekleştirmek ,rekabette eşit koşullar sağlamak için işletmeler ,ulusal ve uluslar arası

kurallara uymak zorundadırlar.


Ticari Anlaşmaları Desteklemek : İşletmeler, GATT, Dünya Ticaret örgütü ve bunlar gibi

uluslararası anlaşmaları desteklemelidirler.Küresel ticaretin gelişmesi için işletmeler

işbirliğine gitmesi gerekmektedir.


Çevreye Saygı : İşletmeler çevrelerini koruyup ve ellerinde geldiğince çevre düzenlemeleri

yapmalı ve dağal kaynakları israfını önlemelidirler.


Yasal Olmayan İşlerden Kaçınmak : İşletmeler ,rüşvet , dolandırıcılık ve benzeri

davranışlardan kaçmalı bu hareketleri gerçekleştirenleri yok etmek için çalışmalıdır.



İŞBİRLİĞİ İLKELERİ



Müşterilerle İlgili İlkeler : İşletmelerin üretkleri mal ve hizmetleri doğrudan işletmeden ya

da başka aracıdan alınmasına bakılmaksızın ,tüm tüketicilere aynı değerlerin verilmesi

gerekmektedir.İşletmelerin şu sorumluluklarıda vardır : Müşterilerinin istedikleri mal ve

hizmeti en yüksek nitelikte sunmak,üretilen mal ve hizmetlerin tiüketici sağlığı için zarar

teşkikl etmemesi, müşteri kültürü ile çelişkide kalmamak.


İşletme Çalışanları ile İlgili İlkeler : Tüm çalı şanlar değerlidir ve çalışanların çıkarları

korunması önemlidir.çalışma şartlarının düzgünlüğü ,bilgi paylaşımını açmak ,çalışanları

dinlemek ,cinsiyet , din ,dil ırk ayrımı gözetmeden değerlendirme yapmak işletmelerin

çalışanlara karşı sorumluluklarındandır.


İşletme Sahipleri ve Pay Sahipleri ile İlgili İlkeler : İşletme yatırımcılarının güvenini

sağlamak temel ilkelerden biridir.Yatırımcıların yatırımları karşılığını almaları için

profesyonel ve özenli yönetim politikaları uygulanması ; yasal kısıtlamalar dışında işletme

sahiplerine ve pay sahiplerine gerekli bilginin aktarılması ; yatırımcıların varlıklarını

koruması ve değerlerini artırması ; yatırımcı isteklerinin , önerilerinin , yakınmalarının ve

çözümlerinin göz önünde tutulması yatırımcı güvenini sağlamaya yönelik davranışlardır.


Girdi sağlayanlarla ilgili İlkeler : İşletmelerin girdi sağladığı ve parça ürettikleri yan

sanayi ile ilişkileri güvene dayanmalıdır. bu konudaki sorumluluklar şöyle sıralanabilir :

Fiyatlamada , lisans kullanımında ve satışla ilgili haklar ve benzer konudaki dürüstlük ve

gerçekçilik temeline dayandırmak ; ilişkide baskı ve yaptırımda kaçınmak ; ilişkilerin değer,

nitelik açısından uzun döneme yayılması , bilgilerin paylaşılması


Rakiplerle ilgili İlkeler : Ulusların refahı ve mal ve hizmetlerin dağru ve yerinde

dağıtımı için gerçek bir ekonomik rekabetin gerekliliği kabul edilmelidir.bunun için :

Ticaret ve açık pazarların desteklenmesi ; rekabeti özendirmek ; gizli ödemelerden

kaçınmak ; endüstri casusluluğu gibi konuları desteklememek .


Toplum ile ilgili İlkeler : İşletmeler , bulundukları toplumda insan hakları ve formlarının

gelişmesinde katkı sağlamaya özen göstermelidirler .bunun için : insan hakları ve

demokratik kuruluşlara önem vermek ; hükümetin topluma karşı yasal sorumluluklarını

desteklemek ; toplumun standartlarının yükselmesi için çalışmalar yapılması ; toplumun

eğitim düzeyi için eğitim kuruluşlarını desteklemek ; çalışanların iş güvenliği vs gibi

konularda yanında olmak ; yerel kültürün korunmasına önem vermek ; sivil toplum

etkinliklerini destekleme gibi konular işletmelerin topluma karşı yükümlülüklerindendir.






Etik , insanlar için neyin doğru ve iyi olduğunu ortaya konmasıdır .G eniş anlamda



etik herhengi bir eylemin kabul edilebilir biçimde gerçekleşmesini sağlayan temel kurallardır.



Etik ve yasalar herzaman örtüşmez .Kimi konularda etik ve yasalar arasında tam bir



uyum vardır .Kimi konularda ise etik ve yasalar arasında farklılıklar ortaya çıkar .İşletme



kararları , kimi zaman etik olmayan ama yasal bir yaıya sahip ,kimi zaman etik olan fakat yasal



olamayan bir yapıda kimi zamanda hem etik olmayan hemde yasal olmayan bir yapıya



dönüşebilmektdir.


İşletmelerde etik açısından sorgulanacak davranışları ; denetim dışı ,görevde hatalı

davranma , görevi kötüye kullanma. Bu davranışların herbirini işletme için olumlu ya da

olumsuz sonuçlara yol açar.

Toplumsal sorumluluk , toplum ile işletmeler arasındaki bir toplumsal anlaşmadır .

Buna karşılık etik bireysel karar almayı ilgilendiren ahlak kuralları ile ilgilidir. İşletme etiği

bireysel kararların ahlaki kurallar ve ilkeler üzerindeki etkisiyle ilgiliyken ; toplumsal

sorumluluk ,örgütsel kararları ve bu kararların toplum üzerindeki etkileriyle bağlantılıdır.


İşletmnin temel etik sorunları ;çıkar çatışması ,içtenlik ve doğruluk ,iletişim örgütsel

ilişkiler konularında ortaya çıkar .Kişiler kendi kişisel çıkarlarını ,örgütlerin önünde tuttuğunda

çıkar çatışması ve etik sorunlar doğar. İşletmenin yönetminde doğruluk ve konusundan

sapmada etik sorunları doğurur.

akademik.maltepe.edu.tr


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Gönüllüler Üzerinde Yapılan Tıbbi Araştırmalarda Etik İlkele
MesajGönderilme zamanı: 19.08.13, 19:34 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 05.03.09, 09:49
Mesajlar: 311
DÜNYA TIP BİRLİĞİ HELSİNKİ BİLDİRGESİ

Gönüllüler Üzerinde Yapılan Tıbbi Araştırmalarda Etik İlkeler

Dünya Tıp Birliği'nin 18. Genel Kurulunda (Helsinki, Finlandiya, Haziran1964 ) benimsenmiş, 29. Genel Kurulunda (Tokyo, Japonya, Ekim 1975), 35. Genel Kurulunda (Venedik, İtalya, Ekim 1983), 41. Genel Kurulunda (Hong Kong, Eylül 1989), 48. Genel Kurulunda (Somerset West, Güney Afrika Cumhuriyeti, Ekim 1996), 52. Genel Kurulunda (Edinburgh, İskoçya, Ekim 2000) 53. Genel Kurulunda (Washington 2002-29. maddeye açıklama notu ilave edilmiştir.) 55. Genel Kurulunda (Tokyo 2004-30. maddeye açıklama notu ilave edilmiştir.) 59. Genel Kurulunda (Seul, Ekim 2008) geliştirilmiştir.

A. Giriş

1. Dünya Tıp Birliği, insanlardan elde edilen ve kime ait olduğu belirlenebilen materyal ya da veriler üzerinde yapılan araştırmalar da dahil olmak üzere, gönüllülerin yer aldığı tıbbi araştırmalar için etik ilkeler olarak Helsinki Bildirgesi'ni geliştirmiştir.

Bildirge bir bütün olarak ele alınmalı ve içerdiği maddeler, ilgili bütün diğer maddeler göz önünde bulundurulmadan uygulanmamalıdır.
2. Bildirge esas olarak hekimlere yönelik olsa da, Dünya Tıp Birliği gönüllüler üzerinde yapılan tıbbi araştırmalara katılan diğer kişilerin de bu ilkeleri benimsemesini desteklemektedir.
3. Hekimin görevi, üzerinde tıbbi araştırma yapılan gönüllüler de dahil olmak üzere insan sağlığını korumak ve geliştirmektir. Hekimin bilgisi ve vicdanı bu görevin yerine getirilmesine adanmıştır.
4. Dünya Tıp Birliği'nin Cenevre Bildirgesi "Hastamın sağlığı benim ilk önceliğimdir" cümlesiyle hekimi bağlar ve Uluslararası Tıp Etiği Kodu "Tıbbi hizmetleri verirken, hekimin yalnızca hastanın yararına göre davranması gerektiği"ni bildirir.
5. Tıbbi ilerlemeler, insanlar üzerinde yapılan araştırmalara dayanır. Tıbbi araştırmalarda yeterince temsil edilmeyen popülasyonlara, araştırmaya katılım konusunda uygun erişim sağlanmalıdır.

6. Gönüllüler üzerindeki tıbbi araştırmalarda, gönüllünün iyilik hali diğer bütün menfaatlerden önce gelmelidir.
7. Gönüllüler üzerindeki tıbbi araştırmaların birincil amacı; hastalıkların nedenlerini, gelişimini ve etkilerini anlamak, koruyucu, tanı koyucu ve tedavi edici girişimleri (metotlar, prosedürler ve tedaviler) geliştirmektir. Mevcut en iyi girişimler bile güvenlilik, etkililik, verimlilik, erişilebilirlik ve kalite açısından, yapılacak araştırmalarla sürekli olarak değerlendirmeye tabi tutulmalıdır.
8. Tıbbi uygulamalarda ve tıbbi araştırmalarda uygulanan girişim/girişimlerin pek çoğu, tehlike ve sakınca içermektedir.
9. Tıbbi araştırma, insana saygıyı destekleyen, onun haklarını ve sağlığını koruyan etik standartlara tabidir. Bazı araştırma grupları istismara açıktır ve özel korunmaya ihtiyaçları vardır. Bunlar arasında kendi başlarına olur ya da ret veremeyenler ve baskı veya uygunsuz etkiden zarar görebilecek olan bireyler sayılabilir.
10. Hekimler, gönüllüler üzerindeki araştırmalar konusunda kendi ülkelerinde yürürlükte olan etik, yasal ve düzenleyici kurallar ile standartların yanı sıra, geçerli uluslararası kural ve standartları da göz önünde bulundurmalıdır. Hiçbir ulusal ve uluslararası etik, yasal ve düzenleyici kural, bu bildirgede bulunan ve gönüllülerin korunmasına yönelik olan herhangi bir hükmü zayıflatamaz veya yok sayamaz.

B. Tüm Tıbbi Araştırmalara Uygulanabilir Temel İlkeler
11. Gönüllülerin yaşamını, sağlığını, onurunu, vücut bütünlüğünü, kendisi ile ilgili karar verme hakkını, mahremiyetini ve kişisel bilgilerinin gizliliğini korumak, araştırmaya katılan hekimin görevidir.
12. Gönüllüler üzerindeki tıbbi araştırmalar; genel olarak kabul edilmiş bilimsel ilkelere uygun olmalı, kapsamlı bilimsel literatür bilgisini, ilgili diğer bilgi kaynaklarını, yeterli laboratuar ve uygun hayvan deneylerini temel almalıdır. Araştırmalarda kullanılan hayvanların iyilik haline saygılı olunmalıdır.
13. Çevreye zarar verebilecek tıbbi araştırmalar yürütüleceği zaman, uygun önlemler alınmalıdır.
14. Gönüllüler üzerinde yapılacak bütün araştırmaların tasarım ve uygulaması, araştırma protokolünde açık bir şekilde tanımlanmalıdır. Protokol, dikkate alınan etik düşüncelere ilişkin bir beyan içermeli ve bu bildirgede öngörülen ilkelerin nasıl ele alınacağını belirtmelidir. Protokol; finansmanı, destekleyiciyi/destekleyicileri, kurumsal bağları, diğer olası çıkar çatışmalarını, gönüllülere sunulan teşvikleri ve araştırmaya katılmaları sonucu zarar görebilecek gönüllülerin tedavi edilmesi ve/veya tazmin edilmesine ilişkin hükümleri içermelidir. Protokol, gönüllülerin araştırma sürecinde gördüğü tedavilere araştırmadan sonra da devam edebilmeleri veya diğer uygun tedavi veya faydalara erişimleri konusundaki düzenlemeleri tanımlamalıdır.
15. Araştırma protokolü, çalışma başlamadan önce değerlendirme, yorum, rehberlik ve onay için bir araştırma etik kuruluna sunulmalıdır. Bu kurul; araştırmacı, destekleyici ve diğer unsurlardan bağımsız olmalıdır. Kurul, araştırmanın yapıldığı ülke veya ülkelerin yasa ve yönetmeliklerinin yanı sıra, geçerli uluslararası kural ve standartları dikkate almalı, ancak bunlar bu bildirgede gönüllülerin korunmasına yönelik olarak öngörülen herhangi bir koruma hükmünü zayıflatmamalı veya yok saymamalıdır. Etik Kurulun sürdürülmekte olan çalışmaları izleme hakkı olmalıdır. Araştırmacılar izleme bilgilerini, özellikle de herhangi bir ciddi advers olayla ilgili bilgileri kurula vermelidir. Kurul tarafından değerlendirilmedikçe ve onay verilmedikçe protokolde hiçbir değişiklik yapılmamalıdır.
16. Gönüllüler üzerindeki tıbbi araştırmalar, yalnızca yeterli bilimsel deneyim ve uygun niteliklere sahip bireyler tarafından yürütülmelidir. Hastalar veya sağlıklı gönüllüler üzerindeki araştırmalar, yetkin ve uygun niteliklere sahip bir hekim veya diğer bir sağlık mesleği uzmanı gözetiminde yapılmalıdır. Gönüllüleri koruma sorumluluğu her zaman hekim veya diğer bir sağlık mesleği uzmanına aittir ve olur vermiş olsalar bile asla gönüllülere ait değildir.
17. Mağdur veya istismara açık bir popülasyon veya topluluk üzerindeki tıbbi araştırmalar, yalnızca araştırmanın söz konusu popülasyon veya topluluğun sağlık gereksinimleri ve önceliklerine yanıt veren bir araştırma olması ve bu popülasyon veya topluluğun araştırmanın sonuçlarından yarar görmesi konusunda makul bir olasılık bulunması koşulu ile kabul edilebilir.
18. İnsanlar üzerindeki her tıbbi araştırma öncesinde, araştırmaya katılan birey ve topluluğun veya araştırma konusu olan hastalıktan etkilenen diğer birey veya toplulukların, araştırmadan görecekleri yarara kıyasla araştırmanın doğurabileceği tahmini tehlike ve sakıncalar da dikkatli bir biçimde değerlendirilmelidir.
19. Her klinik araştırma, ilk gönüllü araştırmaya dahil edilmeden önce açıkça erişilebilir bir veritabanına kaydedilmelidir.
20. Hekimler, risklerin yeterince değerlendirildiğinden ve tatmin edici bir şekilde bunlarla baş edilebileceğinden emin olmadıkça, gönüllüler üzerindeki araştırma projelerine katılamazlar. Hekimler, saptanan riskler yararlardan daha fazla olduğunda ya da olumlu ve yararlı sonuçlara ilişkin kesin kanıtlara ulaşıldığında, araştırmayı derhal sona erdirmelidirler.

21. Araştırmadan hedeflenen amaç/amaçların önemi, araştırmanın gönüllüler üzerinde
yaratacağı tehlike ve sakıncalardan daha ağır basıyor ise araştırma gönüllüler üzerinde
gerçekleştirilmelidir.

22. Yetkin bireylerin araştırmaya katılımları gönüllü olmalıdır. Her ne kadar aile üyelerine
veya toplum liderlerine danışmak uygun görülse de yetkin birey, serbest iradesi ile kabul
etmedikçe hiçbir araştırma çalışmasına dahil edilemez.
23. Araştırmaya katılan gönüllülerin mahremiyetinin ve kişisel bilgilerinin gizliliğini korumak; gönüllülerin fiziksel, zihinsel ve sosyal bütünlükleri üzerinde araştırmanın etkisini en aza indirmek için her türlü önlemin alınması gerekir.
24. Yetkin bireyler üzerinde yapılacak bir araştırmada her gönüllü adayı; benimsenen amaçlar, yöntemler, finansman kaynakları, bütün olası çıkar çatışmaları, araştırmacının kurumsal bağları, araştırmadan beklenen yararlar, olası tehlikeler, araştırmanın vereceği rahatsızlıklar ve çalışmanın diğer ilgili yönleri hakkında yeterince bilgilendirilmiş olmalıdır. Gönüllü adayı; araştırmaya katılmama ya da hiçbir yaptırıma maruz kalmadan, herhangi bir zamanda, katılım olurunu geri çekme hakkına sahip olduğu konusunda bilgilendirilmelidir. Gönüllü adaylarının özgül bilgi gereksinimlerinin yanı sıra bilgi verme konusunda kullanılan yöntemlere de özel dikkat gösterilmelidir. Gönüllü adayının bu bilgileri anlamasını sağladıktan sonra hekim veya uygun niteliklere sahip başka bir birey, tercihen yazılı olarak, gönüllünün serbest iradesiyle verilmiş bilgilendirilmiş gönüllü olurunu almalıdır. Eğer onay, yazılı olarak alınamıyor ise; gönüllü oluru, tanık huzurunda resmi olarak belgelenmelidir.
25. Kime ait olduğu belirlenebilen materyal ya da verilerin kullanılacağı bir tıbbi araştırma için hekim; verilerin toplanması, analizi, saklanması ve/veya yeniden kullanımı konusunda onay almalıdır. Bu onayın elde edilmesinin söz konusu araştırma için olanaksız olduğu veya pratik olmadığı veya araştırmanın geçerliliğine dair bir tehdit oluşturacağı durumlar olabilir. Bu durumlarda araştırma, yalnızca bir araştırma etik kurulunun değerlendirme ve onayından sonra yapılabilir.
26. Bir araştırma için bilgilendirilmiş gönüllü oluru alınırken, hekim, kendisiyle gönüllü arasında bir bağımlılık ilişkisi olup olmadığı ya da baskı altında olur verilip verilmediği konusunda özellikle dikkatli olmalıdır. Böyle bir durum söz konusu olduğunda, bilgilendirilmiş gönüllü oluru; tamamen bu konunun dışında olan ve konu hakkında iyi bilgilendirilmiş bir kişi tarafından alınmalıdır.
27. Araştırmanın; çocuk, kısıtlı gibi yetkin olmayan gönüllülerde yapılması gerekiyorsa, hekim yasal temsilcinin olurunu almalıdır. Araştırmanın olası gönüllünün temsil ettiği popülasyonun sağlığını korumayı amaçlaması, araştırmanın yetkin gönüllülerle yapılamaması ve araştırmanın en az ölçüde tehlike ve sakınca içermesi söz konusu değilse, bu bireyler kendileri için yararlı olma ihtimali olmayan bir araştırmaya dahil edilemez.
28. Yetkin kabul edilmeyen bir gönüllü adayı, araştırmaya katılma kararı hususunda olur verebiliyorsa; hekim, yasal temsilcinin onayına ek olarak gönüllünün olurunu da almalıdır. Gönüllü adayı ret kararı vermiş ise buna saygı duyulmalıdır.
29. Bilinci yerinde olmayan hastalar gibi fiziksel veya zihinsel olarak olur verme yetisi bulunmayan gönüllü içerecek bir araştırma, ancak bilgilendirilmiş gönüllü oluru vermeyi engelleyen fiziksel veya zihinsel koşulun araştırma popülasyonunun zorunlu bir karakteristik özelliği olması durumunda yapılabilir. Hekim bu durumlarda yasal temsilcinin bilgilendirilmiş gönüllü olurunu almalıdır. Eğer söz konusu temsilci mevcut değilse ve araştırma ertelenemiyorsa; bilgilendirilmiş gönüllü oluru vermelerini engelleyen durumda olan gönüllüleri araştırmaya dahil etmenin özgül nedenlerinin araştırma protokolünde belirtilmiş olması ve bunun bir araştırma etik kurulu tarafından onaylanmış olması kaydıyla araştırma, bilgilendirilmiş gönüllü oluru olmadan devam edebilir. Araştırmada kalmaya ilişkin olur, gönüllüden ya da yasal temsilcisinden mümkün olan en kısa sürede alınmalıdır.
30. Yazar, editör ve yayıncıların tümünün araştırma sonuçlarının yayımlanmasına ilişkin etik yükümlülükleri bulunmaktadır. Yazarların, gönüllüler üzerinde yürüttükleri çalışmanın sonuçlarını toplumsal kullanıma sunma görevi bulunmaktadır. Yazarlar ayrıca raporlarının doğru ve eksiksiz olmasından sorumlu olup, kabul edilmiş etik raporlama kılavuzlarına bağlı kalmalıdırlar. Araştırmadan elde edilmiş olumsuz ve yetersiz sonuçlar da olumlu sonuçlar gibi yayımlanmalı veya başka yollarla topluma duyurulmalıdır. Finansman kaynakları, kurumsal bağlar ve çıkar çatışmaları yayında beyan edilmelidir. Bu bildirgede yer alan ilkelere uymayan araştırma bildirileri yayına kabul edilmemelidir.

C. Tıbbi Bakımla Birleşik Tıbbi Araştırmalara İlişkin Ek İlkeler
31. Araştırma potansiyel koruyucu, tanı koyucu ve tedavi edici değerleri yönünden haklı bulunabildiği ölçüde ve araştırmaya katılımın, gönüllü olacak hastaların sağlığını olumsuz etkilemeyeceğini düşündürecek iyi nedenleri olması durumunda; hekim, tıbbi araştırma ile tıbbi bakımı birleştirebilir.
32. Yeni bir yöntemin; yarar, tehlike, sakınca ve etkileri (aşağıdaki durumlar hariç olmak üzere), kullanılmakta olan kanıtlanmış en iyi yöntemle karşılaştırılarak denenmelidir.


• Mevcut kanıtlanmış yöntemin olmadığı durumlarda plasebo kullanımı veya tedavisiz bırakma kabul edilebilir veya
• Zorunlu kalındığında ve bilimsel olarak metodolojik nedenlerden ötürü, bir yöntemin etkililiği veya güvenliliğini tespit edebilmek çin plasebo kullanımının gerekli olması ve plasebo alan veya tedavisiz bırakılan hastaların herhangi bir ciddi veya geri dönüşü olmayan zarara uğrama riskinin olmaması (bu seçeneğin istismar edilmesinden kaçınmak için büyük dikkat harcanmalıdır).

33. Çalışmanın sonunda, çalışmaya katılan her hastanın çalışmanın sonuçları hakkında bilgilendirilme ve çalışmada yararlı olarak tanımlanan yöntemlere veya diğer uygun tedavi ve faydalara erişim gibi, çalışmanın olumlu sonuçlarından yararlanma hakkı vardır.
34. Hekim, tıbbi bakımın hangi yönlerinin araştırma ile ilgili olduğu konusunda hastayı tam olarak bilgilendirmelidir. Hastanın, bir çalışmaya katılmayı reddetmesi veya hastanın çalışmadan çekilme kararı alması, hekim hasta ilişkisini asla etkilememelidir.

Bir hastalığın tedavisinde kanıtlanmış yöntem(ler) mevcut değilse ya da bu yöntem(ler ) etkin değilse; hekim, hayat kurtarma, sağlığı düzeltme ya da acıyı hafifletme konusunda işe yarayacağı kanaatinde olursa uzman görüşüne başvurmak ve hastadan veya yasal temsilcisinden bilgilendirilmiş gönüllü oluru almak kaydıyla, kanıtlanmamış bir yöntemi gönüllüye uygulayabilir. Mümkünse, güvenlilik ve etkililiği değerlendirilmek üzere bu yöntem bir araştırma konusu yapılmalıdır. Bütün vakalarda, yeni bilgiler kayıt edilmeli ve uygun olduğunda yayımlanmalıdır.

http://www.sifa.edu.tr%2FImages%2FSite% ... 8961,d.bGE


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: BİLİM ETİĞİ KILAVUZU - ANADOLU ÜNİVERSİTESİ
MesajGönderilme zamanı: 19.08.13, 19:37 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 05.03.09, 09:49
Mesajlar: 311
A N A D O L U  Ü N İ V E R S İ T E S İ
BİLİM ETİĞİ KILAVUZU
ESKİŞEHİR, 2011

GİRİŞ
Etik kavramı, çeşitli tanımlarla açıklanabilir. Kısaca etik, doğru ve yanlış davranışlara ilişkin kavramlar geliştiren, bu kavramları savunan ve bunların kullanımını öneren felsefe dalı biçiminde tanımlanabilir [1]. Diğer bir deyişle etik, ahlak felsefesidir. Bilim etiği ise bilimsel etkinliklerin yürütülmesi sırasında ortaya çıkan değer sorunları ile bunlara getirilen çözüm önerilerinin tartışıldığı alan olarak ifade edilebilir. Bilim etiği, bilimsel çalışmalarda bulunanlara, bu çalışmalar sırasında uymaları gereken ilkeleri gösterir. Ancak bilimsel çalışmaların yürütülmesi, değerlendirilmesi ve yayımlanması aşamalarında, bilgi ve deneyim eksikliği, özensizlik ve ihmal gibi nedenlerle ya da kasıtlı olarak bu ilkelere uyulmaması sorunu ile karşılaşılabilmektedir.
Bilim etiğine ilişkin olarak, evrensel düzeyde kabul gören, ancak çeşitli bilimsel kuruluşlar tarafından özgün yorumlar katılarak ifade edilen bir dizi kural bulunmaktadır. Bu kılavuz, Anadolu Üniversitesinin öğretim elemanlarına ve öğrencilerine bilim etiği kurallarını anımsatmak amacıyla hazırlanmıştır. Ayrıca, yapılacak araştırmalarda gerekli etik kurul onayları için nasıl bir yol izleneceği hakkında da yol gösterici niteliktedir.
1. BİLİMSEL ARAŞTIRMA VE YAYINLARLA İLGİLİ ETİK KURALLAR
Bu bölümde, sırasıyla, katılımcılarla/deneklerle ilgili etik kurallar, araştırma süreciyle ve sonuçlarıyla ilgili etik kurallar, yayın ve sunum süreciyle ilgili etik kurallar, yazar adlarıyla ilgili etik kurallar, editörlük, hakemlik, jüri üyeliği, tez danışmanlığı ve tez öğrenciliği ile ilgili etik kurallar ve mali desteğin kaynağının gösterilmesiyle ilgili etik kurallar yer almaktadır.
1.1. KATILIMCILARLA/DENEKLERLE İLGİLİ ETİK KURALLAR
Katılımcıların ve/veya deneklerin kullanıldığı araştırmalarda, etik olarak kabul edilebilir amaçların ve bu amaçlara ulaşmak için uygun araçların seçilmesi gerekmektedir. Bununla birlikte, söz konusu katılımcılarla ve deneklerle ilgili araştırmaların yürütüldüğü tüm kurum yöneticilerinin, araştırmaların etik kurallara uygun olarak yürütülmesini kolaylaştırma, izleme ve denetleme yükümlülükleri vardır. Aşağıda, insanlarla ve hayvanlarla yürütülen araştırmalarda uyulması gereken etik kurallar yer almaktadır.

1.1.1. İnsan Katılımcılarla/Deneklerle İlgili Etik Kurallar
İnsan katılımcılarla/deneklerle yürütülen araştırmalar:
Katılımcıların kendilerinden bilgi sağlayarak (anket, görüşme, gözlem vb.),
Katılımcılar hakkında başka kaynaklardan bilgi sağlayarak (resmi ve özel her türlü kayıtların incelenmesi),
Katılımcıları belli uygulamalara maruz bırakarak (çeşitli deneysel uygulamalar) gerçekleştirilebilir [2].
Bu tür araştırmalarda dikkat edilmesi gereken etik kuralların belli başlıları alanyazında şu şekilde belirtilmektedir [2-5]:
a. Araştırmalar, katılımcıları olabildiğince riske sokmayacak şekilde planlanmalı ve yürütülmelidir. Veri toplama araçlarının (örneğin, anket, görüşme ve ölçme araçları) içeriği ve uygulanış biçimi; katılımcıları küçük düşürücü, rahatsız edici, huzursuz edici, yorucu, işleri aksatıcı vb. olumsuz özellikler taşımamalıdır. Deneysel araştırmalar söz konusu olduğunda ise deneysel süreçte yer alan uygulamaların (örneğin, tedavi, öğretim vb.), denekleri olumsuz etkileme olasılığı en aza indirilmelidir.
b. Katılımcılara; araştırmanın amacı, umulan yararları, nasıl yürütüleceği, olası riskleri, gizlilik ilkesi ve kendilerinden neler bekleneceği ile ilgili bilgi verilmelidir. Ancak bu açıklamalar, katılımcıların araştırma ile ilgili davranışlarını ve veri toplama araçlarına verecekleri yanıtları yönlendirmeyecek özellikte olmalıdır. Katılımcıların 18 yaşından küçük olmaları durumunda, araştırmayla ilgili bilgiler katılımcıların kendilerine ve anne-babalarına (velilerine), katılımcıların herhangi bir nedenle (zihinsel özür, hastalık, bunama, vb.) ayırt etme gücüne sahip olmamaları durumunda katılımcının yasal sorumlusuna (vasisine) verilmelidir.
c. Araştırmada yer alacak katılımcıların her birinin, 18 yaşından küçük katılımcıların velilerinin, ayırt etme gücüne sahip olmayan katılımcıların vasilerinin, araştırmada yer almayı kabul ya da reddetme hakkı bulunmaktadır.
d. Deneysel araştırmalarda, araştırmaya katılmaya karar veren yetişkin deneklerin kendilerinin, 18 yaşından küçük deneklerin velilerinin, yetişkin olup ayırt etme gücüne sahip olmayan deneklerin de vasilerinin yazılı onayı alınmalıdır. Tüm katılımcıların (ya da velilerin/vasilerin), araştırmacının ya da araştırma ekibinin sorumlusunun adı, adresi ve telefon numaraları bu yazıda belirtilmelidir. Aynı yazıda, deneklerin neleri kabul ettikleri (örneğin, videoya çekilmeyi, üç ay süreyle araştırmaya katılmayı vb.) ayrıntılı olarak açıklanmalıdır. Ayrıca, araştırma okul, işyeri, bakımevi, cezaevi, kışla, veya benzeri bir kurumda gerçekleştirilecekse, hem deneklerin (ya da velilerinin/vasilerinin) hem de ilgili kurum yöneticilerinin yazılı onayı alınmalıdır.
e. İzin dilekçesi imzalanmış olsa bile, katılımcılara (ya da velilerine/vasilerine), dilediklerinde araştırmanın herhangi bir aşamasında çekilme hakkı tanınmalıdır. Araştırmacılar, katılımcıları araştırmaya devam etmek için zorlamaktan kaçınmalıdırlar.
f. Katılımcıların adları ve kimliklerinin ortaya çıkmasına yol açabilecek belirleyici özellikleri (örneğin, işyeri, cinsiyet vb.) gizli tutulmalıdır. Ancak katılımcıların söz konusu özelliklerinin açıklanmasının gerekli olduğu durumlarda, araştırma başlamadan önce katılımcıların (ya da velilerinin/vasilerinin) yazılı onayı alınmalıdır. Kuruluş yöneticileri ya da çalışanlarından bilgi alınıyorsa, araştırma raporunda ilgili kuruluşun adının yazılması (kuruluşun onaylaması koşuluyla), arzu edilen bir durumdur.
g. Araştırmada değişiklikler olması durumunda, katılımcılar (ya da velileri/vasileri) bu değişikliklerle ilgili olarak bilgilendirilmeli ve değişikliklerle ilgili onayları alınmalıdır. Örneğin, bir görüşme araştırmasında ses kaydı almaktan vazgeçilip, görüntü kaydı almaya karar verilmişse, bu karar katılımcılara önceden iletilmeli; ses yerine görüntü alınmasını kabul edip etmeyecekleri sorulmalıdır. Ayrıca, böyle bir değişikliğin nedenleri de açıklanmalıdır.
h. Bir deney grubuna yapılan uygulama diğer gruplara yapılan uygulamalardan daha etkili çıkarsa, araştırma sona erdikten sonra tüm gruplara bu uygulamadan yararlanma şansı tanınmalıdır.
i. İlgili gruba yönelik bir araştırma söz konusu olmadıkça, 18 yaşından küçükler ve ayırt etme gücü olmayan kişiler denek olarak kullanılmamalıdırlar.
1.1.2. Hayvan Deneklerle İlgili Etik Kurallar
Bu başlık altında, çiftlik ve kümes hayvanları, doğal (vahşi) ortam hayvanları ile laboratuvar hayvanlarının bakımı, üretimi, kullanımı ve söz konusu hayvanlar üzerinde yapılan uygulamalar ele alınmaktadır. Tüm hayvan deneyleri ile ilgili çalışmalarda Anadolu Üniversitesi Hayvan Deneyleri Yerel Etik Kurulu (AHADYEK) Yönergesi’nde belirtilen ilkeler uygulanır.
2. ARAŞTIRMA SÜRECİ VE SONUÇLARIYLA İLGİLİ ETİK KURALLAR
Bir bilimsel araştırmanın değerini, daha açık bir ifadeyle, yinelenebilirliğini ve güvenirliğini zedeleyen tüm girişimler, bilimsel yanıltma adıyla anılmaktadır. Bilimsel yanıltma, iki biçimde ortaya çıkmaktadır ve bunların her ikisi de eşit derecede etik açıdan kabul edilemez durumlardır [6-9]:
Bilimsel ihmal/disiplinsiz araştırma
Bilimsel saptırma/kasıtlı sahtekarlık
2.1. Bilimsel İhmal
Bilimsel ihmal (disiplinsiz araştırma), bilimsel araştırmaların gereklerini tam olarak yerine getirmeden yapılan araştırmalar sonucunda ortaya çıkan bilimsel yanıltmadır. Bilimsel ihmalde, araştırmacı kasıtlı olarak değil, bilgi, beceri ya da deneyim yetersizliğinden dolayı yanlış bilgi sunmakta; dolayısıyla, yalnızca başkalarını bilimsel olarak yanıltmakla kalmamakta, kendi kendini de yanıltmış olmaktadır [6]. Sanat ve tasarım alanındaki ihmaller de disiplinsiz çalışma olarak kabul edilir. Ayrıca, “klinik etik kuruldan” veya “hayvan deneyleri etik kurulundan” onay alınması gereken araştırmalarda etik kurul onayı alınmaması da “disiplinsiz araştırma” tanımına uymaktadır [7].
2.2. Bilimsel Saptırma
Bilimsel saptırma, yapılan bilimsel araştırmanın süreçlerini ya da sonuçlarını kasıtlı olarak saptırmak; dolayısıyla, araştırmanın yinelenebilirliğini ve araştırma bulgularının güvenirliğini bozmaktır [8]. Araştırma sonuçlarıyla ilgili yapılabilecek saptırmalar üç grupta toplanmaktadır [6]:
a. Çarpıtma: Araştırmada belli veri noktalarının, örneğin istatistiksel verilerin doğru sonuç almayı engelleyebilecek biçimde değiştirilmesidir.
b. Gizleme: Yapılan araştırma sonucunda elde edilen bulguların bazılarının, özellikle de araştırmacının beklentileri doğrultusunda çıkmayan bulguların, rapor edilmemesidir.
c. Uydurma: Araştırmada toplanmayan verilerin toplanılmış gibi gösterilmesidir.
Bulgularla ilgili yukarıda sıralanan saptırmaların hiçbiri, ne derece önemsiz görünürse görünsün, kabul edilemez. Diğer bir deyişle, bilimsel saptırma, önemli bir sahtekarlıktır.
3. YAYIN VE SUNUM SÜRECİYLE İLGİLİ ETİK KURALLAR
Başkalarının çalışmalarını (sözlü olarak, yazılı olarak ya da resim, müzik gibi diğer araçlarla ortaya konan görüş, öneri, bilgi, grafik, bilgisayar programı, sanat eseri vb. ürünlerini), kaynaklarını açık olarak belirtmeksizin ya da kasıtlı olarak değiştirerek kullanmaya, bilimsel aşırma denmektedir [11-14].
Bilimsel aşırma; tam aşırma, bilimsel korsanlık ve kendisinden aşırma biçimlerinde gerçekleşebilmektedir.
a. Tam aşırma : Bir başkasına ait çalışmayı, kendi adını koyarak aynen sunmaya ya da yayımlamaya, tam aşırma adı verilmektedir [12].
b. İnce aşırma: Yazılı eserin tümünü veya bölümlerini değiştirerek aşırmak ya da başkasının fikrini kendi fikri gibi sunmak biçimlerinde karşımıza çıkmaktadır [14].
c. Bilimsel korsanlık: Başka araştırmacıların verilerini, kaynak göstermeksizin ya da, izin gerektiren durumlarda, izin almaksızın kendi çalışmasında kullanmak biçimindeki aşırma ise bilimsel korsanlık olarak adlandırılmaktadır [9].
d. Kendisinden aşırma: Söz konusu kasıtlı etik hatalar kişinin kendi eserlerinden aşırma şeklinde de gerçekleşebilir. Bu durum, kendisinden aşırma olarak adlandırılmaktadır.
Kendisinden aşırma da, yineleme, dilimleme ve kardeş yayın olarak üçe ayrılmaktadır. Yineleme, yayımlanmamış lisansüstü tezler hariç, yayımlanmış bir çalışmanın başka bir yerde aynen yayımlanması; dilimleme ise yayımlanmış bir çalışmanın parçalara bölünerek her parçanın ayrı olarak tekrar yayımlanması; kardeş yayın daha önce yapılan yayının küçük değişiklikler ile yeniden yayımlanması anlamına gelmektedir. Bu tür sorunlara yol açan ve sık rastlanan girişimlerden biri olan, bir çalışmayı aynı anda birden fazla dergiye değerlendirilmek üzere göndermekten de kaçınılması gerekmektedir. Her türlü bilimsel aşırmadan kaçınmak için yapılması gerekenler, aşağıda açıklanmaktadır:
Başkalarının görüş ve önerilerinden yararlanma; istatistikler, grafikler ya da resimler gibi sözel olmayan bilgilerden yararlanma; başkalarının sözlü/yazılı söylemlerinden ve uygulamalarından (sanat ve tasarım) yararlanma biçimlerinin her birinde, bilginin kaynağını açık olarak göstermek gerekmektedir.
Bu tür yararlanmalarda yazar, yararlandığı kaynakta yer alan bilgileri, kendi sözcükleri ve anlatım biçimi ile dile getirmelidir. Bu işlemde, yalnızca birkaç sözcüğün yerini değiştirmek ya da aynı anlama gelen başka sözcükler kullanmak yeterli değildir.
Başkalarının sözlü/yazılı söylemlerinin aynen kullanıldığı durumlarda ise alıntı yapıldığını belirtip bilginin kaynağını ve alıntı yapılan sayfanın numarasını açık olarak göstermek gerekmektedir. Alıntı yapıldığını göstermek için, birkaç satırı geçmeyen (örneğin 40 sözcüğü geçmeyen) kısa alıntılar, cümle ve/veya paragraf içinde ve tırnak içine alınarak verilmelidir. Uzun alıntılar ise ayrı bir paragraf halinde ve farklı bir yazım şekliyle (örneğin,tireli, tablı ya da sık arayla) verilmelidir.
Başka bir kaynaktaki tabloyu ya da şekli bir çalışmada aynen kullanmak için, kullanılan tablonun ya da şeklin hemen altına, kaynağı ve alıntı yapılan sayfanın numarası açık olarak yazılmalıdır (İzinsiz kullanılamaz ibaresi olanlar hariç).
Kaynak göstermenin yanısıra, telif hakkı vb. yasal zorunlulukların gerekli kıldığı durumlarda, telif haklarını elinde tutan kişi ya da kuruluştan izin alınması gerekmektedir.
Yaygın olarak bilinen genel bilgileri sözlü ya da yazılı olarak kullanırken kaynak göstermek gerekmemektedir [10, 11]. “Eğitim, en önemli toplumsal kurumlardan biridir” tümcesinde olduğu gibi.
Araştırmacı yayınında kaynak göstereceği yayınları iyi okumak ve iyi anlamak zorundadır. “Yanlış kaynak göstermek” de etik bir sorundur. Sadece özeti okumak, tablolarına bakmak ya da bir başka makalenin kaynaklar listesine bakarak hiç okumadığı ve üzerinde hiç fikir sahibi olmadığı bir makaleyi veya kitabı kaynak olarak göstermek etik dışı bir davranıştır.
4. YAZAR ADLARIYLA İLGİLİ ETİK KURALLAR
Yazar adları ve sırası çalışmaya yapılan katkıya göre belirlenmelidir. Yayımlanan eser üzerindeki sıralama bu katkıyı ifade eder. Ortak yazarlı çalışmalarda, yazar adlarının sıralanmasında, her bir yazarın araştırmaya ne derece katkıda bulunduğu dikkate alınmalıdır. Eğer her yazarın katkısı aşağı yukarı eşitse, yazar adları alfabetik sıraya göre dizilmeli ve bu durum dipnotta belirtilmelidir. Eğer yazarların katkıları eşit değilse, yazar adları, en çok katkıda bulunandan en az katkıda bulunana doğru sıralanmalıdır. Ortak yazarlı çalışmalarda, tüm yazarlar çalışmanın tümünden sorumludur.
Lisansüstü tezlerden üretilecek her türlü çalışmada öğrenci ve danışmanın ismi yazar olarak belirtilmelidir.
Proje çalışmalarından üretilecek her türlü yayında kullanılacak yazar adları ve sıralaması proje yürütücüsü tarafından belirlenir. Projelerde ortak yazarlık gereklerini yerine getirmemesine karşın bir kişinin adının çeşitli nedenlerden dolayı (örneğin, baskı uygulanması, çıkar beklentisi, hatır ilişkisi vb.) ortak yazarlı olarak yazılması, etik açıdan kabul edilemez bir durumdur. Dekanlık, Müdürlük, Bölüm, Anabilim, Anasanat Dalı Başkanlığı, vb. idari görevleri olan kişilerin isimleri sadece ortak yazarlık gereklerini yerine getirdiklerinde çıkan yayınlarda yer alabilir [13].

5. MALİ DESTEĞİN KAYNAĞININ GÖSTERİLMESİ İLE İLGİLİ ETİK KURALLAR
Eğer bir araştırma belli bir veya birkaç kurumdan veya kişiden mali destek alınarak yürütülmüşse, bu araştırmanın sonuçlarıyla ilgili tüm yayınlarda mali destek vermiş olan tüm kurum ve kişiler eksiksiz olarak mutlaka belirtilmelidir. Mali destek veren kurumların veya kişilerin adlarının belirtilmesini istememeleri etik açıdan kabul edilebilir bir durum değildir. Çünkü araştırma sonuçlarının değerlendirilmesinde araştırmanın kimin tarafından desteklenmiş olduğunun bilinmesi önem taşıyabilir.

6. TELİF HAKLARI VE FİKRİ MÜLKİYET İLE İLGİLİ ETİK KURALLAR
Araştırmacı, gerek araştırma sürecinde gerekse araştırma sonuçlarının yayımlanması aşamasında, 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu, 551 sayılı Patent Haklarının Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ve ilgili diğer yasal düzenlemelere uymakla yükümlüdür.

7. AKADEMİK VE/VEYA POPÜLER BİLİM-SANAT DERGİLERİNDE EDİTÖRLÜK VE HAKEMLİKLE İLGİLİ ETİK KURALLAR
Basılı ya da elektronik ortamlarda belirli aralıklarla yayımlanan akademik ve/veya popüler dergilerin editör ve hakemleri için uyulması gereken bir dizi etik kural söz konusudur. Bu kuralların başlıcaları editör ve hakemler için ayrı ayrı aşağıda sıralanmıştır:

7.1. Editörlerle İlgili Etik Kurallar
Editör; yayımlanmak üzere gönderilen bir çalışmanın değerlendirme sürecinde, aşağıda özetlenen bilimsel etik ölçütlere uymalıdır:
Çalışmayı önyargılardan (yazar/yazarların ırk, din, milliyet, cinsiyet, düşünce ve eğilimleri, kurumsal/kişisel yakınlığı vb.) bağımsız olarak değerlendirmelidir.
Değerlendirme sürecini kasıtlı olarak ya da ilgisizlik nedeniyle geciktirmemelidir. Bu durum yazının güncelliğini yitirmemesi ve yazarın/yazarların zarar görmemesi için çok önemlidir.
Çalışmanın bu kılavuzda belirtilen etik kurallara uygun olarak yapılmış ve yazılmış olmasını dikkate almalıdır.
Çalışma hakkında, yayın kurulu üyeleri, hakemler ve yazar/yazarlar dışında hiç kimse ile bilgi alışverişinde bulunmamalıdır.
Değerlendirme sürecinin hiçbir aşamasında yazarlara yanlış bilgi vermemelidir.
Hakem raporları üzerinde herhangi bir değişiklik yapmamalı; düzmece rapor düzenlememelidir.
Çalışmayı, yazarın/yazarların izni olmaksızın, kendi araştırmalarında kullanmamalı, başkalarının kullanmasına fırsat vermemelidir.

7.2. Hakemlerle İlgili Etik Kurallar
Hakem; yayımlanmak üzere kendi görüşünün alınması için gönderilen bir çalışmayı değerlendirirken, aşağıda özetlenen bilimsel etik ölçütlere uymalıdır:
Çalışmayı bilimsel ve etik ilkelere ve derginin yayın ölçütlerine göre önyargılardan bağımsız olarak değerlendirmelidir.
Çeşitli nedenlerden dolayı (örneğin, ilgi alanı uyuşmazlığı, kişisel ya da mesleki yakınlık, çıkar örtüşmesi, zaman sınırlılığı vb.) çalışmayı değerlendiremeyeceği ya da değerlendirmek istemediği durumlarda, çalışmayı en kısa sürede editöre iade etmelidir.
Çalışmanın gizliliğini korumalıdır.
Çalışmanın, bu kılavuzda belirtilen etik kurallara uygunluğunu dikkate almalıdır.
Görüş ve önerilerini açık ve anlaşılır şekilde ifade etmeli ve alanyazın verileri ile desteklemelidir.
Çalışmayı, yazarın/yazarların izni olmaksızın, kendi araştırmalarında kullanmamalı, başkalarının kullanmasına fırsat vermemelidir.
7.3. Proje Hakemliği/Proje Değerlendirme Komisyon Üyeliği
Herhangi bir resmi veya özel kurum tarafından desteklenen projeleri değerlendirmek üzere görüşü istenen hakem, birim yöneticisi (alt birim yöneticisi) veya komisyon üyesi, gönderilen bir projeyi değerlendirirken, aşağıda özetlenen bilimsel etik ölçütlere uymalıdır:
Genel olarak hakemlik ve jüri üyeliğiyle ilgili etik kurallara uymalıdır.
Proje ile ilgili değerlendirmeleri öngörülen süreler içinde tamamlamalı ve değerlendirme sonuçlarının zamanında proje yürütücüsüne ulaşmasını sağlamalıdır.
Sonuç raporunu, gelişme raporları (ara raporlar) ile uyumlu bir biçimde değerlendirmeli ve ara rapor dönemlerinde öngörülmeyen köklü değişiklik önerileri sonuç raporu döneminde proje yürütücüsünden istememelidir.
Projenin yapılabilirliğini ve projenin yürütüleceği birimin alt yapısının projede istenen malzeme ile uyumluluğunu nesnel biçimde değerlendirmelidir.
Çalışmanın gizliliğini titizlikle korumalı ve hiçbir şekilde proje çalışmalarından kendi araştırmalarında yararlanmamalı, başkalarının kullanmasına izin vermemelidir.
Birim yöneticileri ve alt birim yöneticileri, projenin yürütüleceği birimin alt yapısının proje ile istenen malzeme ile uyumluluğunu nesnel biçimde değerlendirmeli, ancak projenin bilimsel içeriği ile ilgili görüş bildirmemeli, diğer bir deyişle hakemlik rolünü üstlenmemelidir.

7.4. Jüri Üyeleriyle İlgili Etik Kurallar
Jüri üyeleri, bir adayı ve/veya çalışmayı değerlendirirken aşağıda özetlenen bilimsel etik ölçütlere uymalıdır:
Değerlendirmeyi yansız bir bakış açısı ile yaparak önyargısız olarak kararını vermelidir.
Adayı ve/veya diğer jüri üyelerini baskı altına alıcı, olumlu veya olumsuz olarak yönlendirici iletişim ve tutum içerisine girmemelidir.
Adayı ve çalışmalarını, bilimsel etik ölçütlere uygunluğu açısından incelemeli ve değerlendirmelidir.
Değerlendirdiği yayınlanmamış çalışmayı adayın/adayların izni olmaksızın, kendi araştırmalarında kullanmamalı, başkalarının kullanmasına fırsat vermemelidir.
Değerlendirme sonucuna ilişkin olarak hazırlanan rapor ve tutanaklarda açık ve anlaşılır ifadeler kullanmalıdır. Karara katılıp katılmadığını belirterek raporu imzalamalıdır. Karara katılmayan jüri üyeleri gerekçeli bir ek rapor sunmalıdır.
Hakkında soruşturma bulunan bir adayın değerlendirmesini, soruşturma bitinceye kadar yapmamalıdır.

7.5. Akademik Tez Danışmanlarıyla İlgili Etik Kurallar:
Akademik tez danışmanı; danışmanlığını üstlendiği tez çalışmasının tüm evrelerinde, aday ile ilişkilerinde aşağıda özetlenen bilimsel etik ölçütlere uymalıdır:
Aday ile ilişkilerinde dürüstlüğü, yansızlığı, sorumluluğu, ilkeli akademik davranışları temel almalı ve bu davranışlarını adaya yansıtarak ona rehberlik etmelidir.
Adayın çalışmalarının yürütülmesinde, tamamlanmasında ve içeriğinde kendi sorumluluğunun en az aday kadar olduğunu bilmeli ve buna uygun olarak adayın çalışmasının her evresinde bu sorumluluğu paylaşmalıdır.
Adayın bilimin evrensel ilke ve dürüstlük anlayışına uygun olarak çalışmasını sağlamalı, bilimsel çalışma etiği açısından denetlemeli, bilim etiğine uymayan davranışlara karşı kesin tavır almalıdır.
Danışmanlığını üslendiği tez çalışmasını ya da çalışmaya ilişkin verileri öğrencisinin haberi ve izni olmaksızın kendi araştırmalarında kullanmamalı, başkalarının kullanmasına fırsat vermemelidir.
Değerlendirme, yönetme, yönlendirme vb. süreçlerinin hiçbir aşamasını kasıtlı olarak ya da ilgisizlik nedeni ile geciktirmemelidir.
Çalışmada kullanılacak ölçme araçlarının önyargılardan (ırk, din, milliyet, cinsiyet, düşünce ve eğilimleri, kurumsal/kişisel yakınlığı vb.) bağımsız olarak hazırlanmış olmasına dikkat etmelidir.

7.6. Öğrenciyle İlgili Bilimsel Etik Kurallar:
Öğrenci; üstlendiği tez ve proje çalışmalarının tüm evrelerinde, akademik danışmanı ile ilişkilerinde aşağıda özetlenen bilimsel etik ölçütlere uymalıdır:
Tez/proje çalışmalarının bu kılavuzda belirtilen etik kurallara uygun olarak yapılmasından ve yazılmasından sorumludur.
Danışmanı ile ilişkilerinde dürüstlüğü, sorumluluğu, ilkeli akademik davranışları temel almalıdır.
Kendi sorumluluğunu bilmeli ve buna uygun olarak çalışmanın her evresini danışmanıyla paylaşmalıdır.
Çalışmaları süresince danışmanı ile düzenli olarak görüşmeli ve danışmanın önerilerini dikkate almalıdır.
Tez/proje çalışmaları ile ilgili bilgileri danışmanın izni olmaksızın başka araştırmalarda kullanmamalı ve yayınlamamalıdır.
Çalışmada kullanacağı ölçme araçlarının önyargılardan (ırk, din, milliyet, cinsiyet, düşünce ve eğilimleri, kurumsal/kişisel yakınlığı vb.) bağımsız olarak hazırlanmış olmasına dikkat etmelidir.

8. BAŞVURU ŞEKLİ
Üniversitemiz mensuplarının yapacağı ya da üçüncü şahıslarca yapılması planlanan, “İnsan ve hayvan üzerinde deney niteliğini taşımayan”, biyolojik materyal (kan, idrar gibi biyolojik sıvılar, doku numuneleri vb.) kullanılmayan ve fiziksel müdahale içermeyen gözlemsel ve betimsel nitelikte araştırmalarda (anket, ölçek/skala çalışmaları, dosya taramaları, veri kaynakları taraması- model geliştirme çalışmaları, ses ve görüntü kayıtları, vb.) başvuru süreci aşağıdaki gibidir:
1. Araştırmacı, araştırma konusunu planlandıktan sonra, Anadolu Üniversitesi web sayfasında yayınlanan Ek-1’deki başvuru formunu ve Ek-2’deki Taahhütnameyi doldurup ilgili birim aracılığıyla Rektörlüğe başvurur.
2. Başvurular daha sonra Etik Kurul Sekreteryasına gönderilir.
3. Etik Kurul, araştırmanın konusuna göre çalışmayı alt komisyonlara sunar.
4. Alt komisyondan gelen görüşler Etik Kurulca belirlenen raportör tarafından Etik Kurul Başvuru Değerlendirme Formu (Ek-3) üzerinde rapor edilir (Düzeltme olan başvurular en geç 6 ay içinde düzeltilerek tekrar Etik Kurula teslim edilmelidir).
5. Rapor ilgili rektör yardımcısına gönderilir.
6. Rektörlük, ilgili kişiye ve ilgili birime son durum hakkında bilgi verir.
7. Diğer üniversitelerden gelen başvurularda ait oldukları üniversitenin etik kurulu raporu varsa, ayrıca etik kurul raporu istenmez.
YARARLANILAN KAYNAKLAR
1. http://www.iep.utm.edu/ethics/ Erişim tarihi: Mayıs 2011
2. Wiersma, W. (1995). Research Methods in Education: An Introduction (6. baskı). Boston, Massachusetts: Allyn and Bacon.
3. Best, J. W., ve Kahn, J. V. (1998). Research in Education (5. baskı). Boston, Massachusetts: Allyn and Bacon.
4. Wiseman, D. C. (1999). Research Strategies for Education. Belmont, California: Wadsworth Publishing Company.
5. Türkiye Bilimler Akademisi Bilim Etiği Komitesi (2002). Bilimsel Araştırmada Etik ve Sorunları. Ankara: Türkiye Bilimler Akademisi Yayınları.
6. http://www.files.chem.vt.edu/chem-ed/ethics/index.html Erişim tarihi: Mayıs 2011
7. http://www.publicationethics.org/annualreport/2005/7
8. http://www.aek.yildiz.edu.tr/ Erişim tarihi: Mayıs 2011
9. Kansu, E., ve Ruacan, Ş. (2000). Bilimsel Yanıltmanın: Türleri, Nedenleri, Önlenmesi, Cezalandırılması. Cumhuriyet Bilim-Teknik, 712, 4-5.
10. www.indiana.edu/~wts/wts/plagiarism.html Erişim tarihi: Mayıs 2011
11. http://sja.ucdavis.edu/academic-integrity.html Erişim tarihi: Mayıs 2011
12. http://www.ubc.ca/search/?q=plagiarism Erişim tarihi: Mayıs 2011
13. http://pubs.acs.org/userimages/ContentE ... ethics.pdf Erişim tarihi: Haziran 2011
14. Töreci, K. (2010). Tıpta Yayın Etiği (Bizden de Örneklerle). ANKEM Dergisi 24, 1 (Özel ek), 1-41.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: İLETİŞİM ETİĞİ
MesajGönderilme zamanı: 19.08.13, 19:42 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 05.03.09, 09:49
Mesajlar: 311
İLETİŞİM ETİĞİ
Prof. Dr. Hayrani ALTINTAŞ


İletişim etiği şöyle tarif edilir : Ortakça sahip olunanla kişiye ait olanı ayırmaya İletişim Etiği denir. Böyle bir iletişim, kişiler arasındaki iyi iletişimdir.

İletişim etiği denilince iki kavram üzerinde durulur: İletişim ve Etik….. O halde, bu iki kavram iyice bilinmelidir.

İletişim, bir bilgiyi bir başkasına aktarma ve karşılıklı konuşma(diyalog) kurmadır.
İletişim, belli bir gayeye yönelik faaliyet olduğundan yönelinen kişi veya kitle ile uzlaşma ve uyuşma arar. Muhatap olarak gördüğü kişi veya gurup ile kaynaşma, özdeşleştirme ve bütünleşmeyi hedef edinir.
İletişim, ifade edilen bu kaynaşma ve bütünleşme temin için karşılıklı iyi niyeti esas alma, bununla ilgili olarak faaliyette bulunmadır. Aynı davada yer alındığını gösterme eylemidir. Müşterek bir çerçevede hareket edildiğini hissettirmedir. Bu hususta bilgi verme ve bu bilginin muhatabın aklına uygun hale gelmesini sağlamadır. Bu sebeple tarafların tercihlerini etkilemedir. Bu faaliyetiyle iletişim, düşünce, davranış, tutum ve inançları değiştiren bir süreçtir.
İletişim, belli bir davranışı benimsetmek ve o yönde hareket ettirmek için ikna etme, inandırmadır. İletişim, bir inandırma yöntemi, etkileşim biçimidir.
Bu gayeleri temin etme hususunda, iletişim, topluluğu incelemeyi, onu
1-tahlil etmeyi, 2-ilişkiyi tasarlamayı, 3-tasarlananı uygulamayı, 4-değerlendirmeyi, esas alan bir faaliyettir.

Etik, kişisel bir planda tanımlanabilen değerler manzumesidir.

Öyle ise iletişim etiği, değerler manzumesine saygı göstererek bir bilgiyi bir başkasına aktarma, onunla dialog kurmadır.
O takdirde, bir bilgi aktarımının etik olabilmesi, kişinin, bedeni ve ruhi yönden değerlere saygı göstermesiyle mümkündür. Açıktır ki, iletişimin etik olup olmadığına kişi kendisi karar verecektir.

Etik şahsiyet veya ahlaki kişilik, şahsı tanımlayacaktır. Mesela, İnternette yazışırken etik davranıp davranılmadığı, kişilerce tespit edilebilir.
Etik, bir ahlak felsefesi olması itibariyle kişilerin bütün eylem ve davranışlarıyla, bu eylem ve davranışların delalet ettiği kavramlarla ilgilenir. Bunları değerlendirir ve hüküm verir. Bu çerçevede, insani değerler, bu değerlerin gösterisi olan eylemler, iyi, kötü, vicdan, yükümlülük, sorumluluk, yaptırım, çeşitli insani görevler hep etiğin konuları içinde yer alır.
Bu anlamda iletişim etiği, kişi ve sorumlulukları çerçevesinde şekillenen bir yaşama tarzıdır. Yani kişinin hayatını anlamlandırma ameliyesidir. Kişiler, yükümlülükleri ve sorumluluklarıyla hayata bakarlar. Bu düşünce ve duyguyla hayat dokusunu örerler. Evren ve onda mevcut bütün varlıklarla her an iletişim halinde bulunan kişi, bu iletişimin düzenini etiğin kurallarına göre tanzim eder.
İyi bir iletişim, dostluk için elzem ve toplumsallık için gereklidir. Kişi, iletişimde bulunarak kendini daha iyi tanır. Ahlaki yapısının ve davranışlarının diğer insanları nasıl etkilediğini anlar.
Bu anlamda iletişimde bulunmak, düzen kurmak değil, bir doğru istikametinde gitmektir.
İletişimin etiği, doğrudan kişiye aittir. Bu, kişinin kendine saygı duyacağı bir çerçevedir. Kişinin ahlakı veya etik davranışı, onu aşırılıklardan korur. Diğer insanlarla kurulan iletişimin ahlakı veya etiği nedir? yerine Yapılan veya kurulan iletişim ne derecede etik eylemle ilgilidir? sorusunu sormak lazımdır. İletişimin yapılmasında, menfaatten öte bir bağ kurulması önemli olmalıdır.

İletişimdeki İlişkiler:
Elbette iletişimin amacı, çevre üzerinde etkin olma, başkalarında tutum, davranış meydana getirme ve tutumları istenildiği yönde değiştirmedir
Etik, araçların kullanılmasından öte bir şeydir. O, bir bağ, bir ilişki kurma ve öğretici olma eylemidir. Etik, iletişimin mihveri veya ekseni olduğundan onda sadece ticari kaygılar olmamalıdır.

İletişim, muhataba, adı ile hitap etmekle başlar. Böyle başlama çok önemli bir husustur. Çünkü onun adı ile başlamak muhatabı başkalarından ayırarak, ona bir kişilik vererek önemsendiği bildirmektir. Ad, muhatabı karşımızda olmadığı zaman bile hatırlatan sembolik bir gerçektir.
İletişim açısından beşeri varlık insanı antropolojik bir yaklaşımla incelemek gerekir. Önce kişinin vücuduna saygı vardır. Bu vücutla diğer kişiler arasında bulunur.
İnsanın aklı, bütün diğer insanlar gibi onun için tek ve önemli bir cevherdir. Bununla kazandığı bilgiler, kültür, tecrübe ve değer hükümleri çok önemlidir. Heyecanlarını dikkate alma, projelerini değerlendirme ona kıymet vermedir.
İletişimdeki ilişkiler, insanlar arası münasebetler şebekesini tespit eden ilgi hayatıdır. Bir şahsiyete yaklaşma, ona birçok yönden önem verme demektir. Bu ilişkide, sevgi ve güven, kişiler arası ilişkileri şekillendiren değerlerdir.
Şahsiyet, kişiyi tek yapan değerler, inançlar ve öğretilerin bütünüdür. İletişimde bu kişiliğe her yönden saygı duyma şarttır. Kişinin tercihlerinde serbest ve bağımsız olduğunu bilmek, iletişim açısından ayrı bir önemi haizdir. Gerçeği veya iletilecek bilgiyi kendisine ulaştırıp tercihi kendisine bırakmak olağanüstü önem taşır.
İletişimde karşılıklı etkileşim etiği: İletişimde, karşılıklı etkileşim bulunduğu unutulmamalıdır. Verilen kararda her iki tarafın payının bulunduğu gözden kaçırılmamalıdır. Karşılıklı etkileşim bir defa tespit edilince yapılacak seçim için takip edilecek stratejinin özelliği söz konusu olur. Hâkim bir eda, ihtiyatlı bir tavır, şartlandırıcı tutum, taklitçi telkin, kazandığını ima eden eylemler ve karşı tarafın değişmezliği, daima nazarı itibara alınması gereken hususlardır.
Karşılıklı etkileşimde, hiçbir taraf kendi iradesiyle istenilen sonuca ulaşamaz. Çünkü bu, her iki tarafın seçimine bağlıdır. Karşılıklı etkileşim etiği kurmak için tarafların seçimlerin kendi iradelerinin rol oynayacağını unutmamak çok önemli bir kuraldır. Karşılıklı etkileşim etiği için önce, bir örnek tespit etme oldukça faydalıdır.
Bilgi ve iletişim:
İletişim, beraberce yaşayabilmek ve uygun gelen tarzda davranabilmek demek olduğu söylenmişti. Bu çerçevede, bilgi, şüphe ve tereddütten kurtulma, gerçeği idrak etme demektir. Bu bilgi, gündelik bilgi ve kurulu bilgi olarak nitelendirilebilir.
İletişim de bilgi, karşılıklı açık olmayı keşfetme ve kurmadır. İletişim, bu manada, fikirleri uyuşturma ve varsa farklılıkları ortadan kaldırma olarak tanımlanabilir.
Muhatabın yerini almak yerine kendisini onun yerine koyma, iletişim açısından oldukça önemlidir. İletişim, karşılıklı zihinlerde yeni düşüncelerin yaratılması şeklinde de tanımlanabilir. O, aynı zamanda, muhatabı kalkındırma, fikren yükseltme ve belli konularda onunla birleşmedir.
İletişim, etiği ilgilendirdiği kadar hukukla da alakalıdır. Bilginin aktarımı ve depo edilme vasıtalarının gelişmesiyle iletişim ve hukuk arasında yakın bir ilişki ortaya çıkmıştır. İletişim Hukuku denilen hukuki kurallar vücut bulmuştur. Bilginin ses, görüntü ve kâğıt olarak yayılması, elektronik aletlerin çoğalması, iletişimin bir hukuki alt yapıya bağlaması zaruretini gündeme getirmiştir. İletişimde bulunan olarak kişinin hüviyeti iletişim hukukunu ortaya çıkarmıştır.
Hukuk ve etik farklı alanlarda görev yaparlar. Önce gayeleri itibariyle ayrılırlar. İletişim söz konusu olduğu zaman, hukuk bir toplumun düzenini esas alır ; halbuki etik, kişilerin, ticari şahısların ve müessselerin iyi ve kötü eylemleriyle ilgilenir. Bu yüzden hukuk ve etiğin cezaları farklıdır. Hukukta cezayı hakim verirken etikte kişi kendini manen cezalandırabilir.


Ticari İletişim Etiği:
Ticari iletişim, doğrudan veya dolaylı olarak bir ürün veya hizmetin satışını teşvik etmek için yapılan tüm iletişim eylemleri içerir. Medya iletişimi(reklam)ve medya dışı iletişim gibi çok sayıda ve çeşitli halde tüketicilere yöneliktir. Her ticari iletişim, işitsel ve görsel vasıtalarla kültür değerlerinin hedef alınan kitleye ulaştırılmasını esas alır.
Bu iletişimin gerçekleşmesinde etik kurallar daima nazari itibara alınmalıdır. Genel olarak, televizyon reklamcılığı, destek alışveriş, ürün yerleştirme gibi hususları kapsayan bu iletişimde, bilinçaltı ve kaçamak teknikleri kullanılmamalıdır. İnsan onuruna saygı gösterilmeli, mesela cinsiyet, milliyet, din temelli ayrımcılık teşvik edilmemelidir. Sağlığa zararlı davranışı teşvik etmemelidir. Güvenlik ve çevre, iletişimin içinde olarak tütün veya reçeteli ilaç tanıtımını yapmayarak küçüklerin korunması etiği esas gaye olmalıdır. Görsel-işitsel ticari iletişim, Küçüklere fiziksel veya manevi zarara neden olmamalıdır. Bu çerçevede, doğrudan küçüklerin saflıkları ve deneyimsizlikleri istismar etmemelidir Küçükleri, bir satın alma yapmak için anne ve babaya baskı yapmaya teşvik etmemelidir.
Ticari iletişim etiğinde, müesseselerin unutmamaları gereken şu hususlar yer alır : a)İletişimin ahlaki boyutunun ayrılmaz bilgisinin bulunduğu ; b)etik bir araştırmaya dayanma zorunluluğunda bulunan bilginin teorik ve felsefi bir temele dayanması luzumu ; c)etik akıl yürütmenin tahlili ve tasnifi ; d)mutatabın inanacağı bilginin bizim bilgimizden farklı olmayacağına dair yakini bir bilgi ; e)menfaat kaygısının her iki taraf için mevcut olduğuna dair şuur.
Müesseselerin iletişimin etik bir karakteri bulunması gerektiğine dair görüşleri henüz yenidir. Halka yönelik iletişimin etik bir boyutu olduğu kadar kurum işlerinin de etik bir boyutu olduğu unutulmamalıdır.

İletişim Etiği ve Bilgilendirme
İletişimde, bilgilerin nakli için, önemli hususlar vardır. Bu, muhatap ile çok düzenli bir düşünce alış verişine elverişli ortamın sağlanmasıdır. İletişimde bir ilginin ortaya çıkarılması güvenin tesis edilmesiyle başlar. Bunun için, kendimi nasıl görüyorum, muhatabı nasıl görüyorum ve muhatabım beni nasıl görüyor? hususlarının açığa çıkarılması gerekmektedir. Bunlar, muhatap zihninde olumlu bir resmin şekillenmesi için gerekli hususlardır.
Öyle ise iletişim, ayrı ayrı, tek tek, birer kişilik sahibi bulunduğumuzu, beraberce ne bildiğimizi, ne yaptığımızı, ne olduğumuzu, bazı farklılıkları ortadan kaldırarak manen birleşmek istediğimizi ortaya koymaktır.



İletişim, genel anlamında, iki varlığın belli konuda haberleşmesidir diye de tanımlanır. İnsan söz konusu olduğunda, iki insan arasında biyolojik ve psikolojik sahada, mesaj verme ve almadır. Böyle bir durumda, bir mesajı veren bir de mesajı alan vardır. Pek tabii, bir de arada mesaj vardır. Bu karşılıklı haberleşmenin insanlarda ortaya çıkardığı psikolojik bir durum yani etkileşim söz konusudur. Etkinin sonucunda insanda bir durum ortaya çıkar. Bu durum, iletişimin gerçekleştiğini ve sonuç verdiğini ifade eder.
Toplumun bireyleri arasında çeşitli biçimlerde ortaya çıkan ve iletişim etiğinin bulunması gereken durumlar şu şekilde sıralanabilir:
-Kişiler arası iletişim,
-İnsan kümeleri arasında iletişim,
-Görsel iletişim,
-İşitsel iletişim,
-Kitle iletişimi,
-Sözlü iletişim,
-Yazılı iletişim,
-Yüz yüze iletişim,
-Uzaktan iletişim.

İletişimin olabilmesi için gerekli olan bir ortam bulunmalıdır. Bu ortam, kimin kiminle iletişim kurduğunu belirler. Nasıl bir iletişim vardır ve sonuçta ne olmaktadır? İletişimin gerçekleştiği ortam, hem psikolojik hem de sosyolojik bir özellik arz eder. Bu açıdan, iletişim, bir bakıma, psikoloji ve sosyolojiyle alâkalıdır.


Etik Eylem Nedir?
Etik veya ahlâk, insanda meleke haline gelmiş davranışlar bütününe denir. İnsanın huyu, tabiatı, seciyesi denilirken kast edilen, işte bu meleke haline gelmiş eylemlerdir. Edep ve töre kelimeleri de kimi kere etiği ifade ederler. Bu anlamda, görenekler, gelenekler, kimi âdetler, etik veya ahlâk yerine geçer. Kimi toplumlarda, töre, kanun yerine geçer. Bu yüzden, töre, etik(ahlâk) ve hukuk anlamında kullanılır. Öyle ise, töre, ahlâkî ve hukukî davranış kurallarıdır. Kanunlar, bütün insani ilişkileri kurallara bağlamaz. Bu sebeple, hukuk düzeninde olmayan yaptırımlar, “ayıp ve kınama” ile karşılanır. Bunlar, etik(veya ahlâkî) kelimelerdir.
Toplum, kişinin eylemlerini değerlendirir ve bir kıymet hükmü biçer. Buna ahlâki değer yargısı denir. Genel olarak, faydalı, zararlı kelimeleriyle ifade ettiğimiz bu gerçek yargısı, iyi ve kötü kelimeleriyle de ifade edilir. O halde, insanlarla iletişimi sağlayan eylem veya davranışlar, iyi ve kötü olabilirler.

İletişim ve İnsan İlişkisi:
Karşımızdaki insan gruplarına aktardığımız şeyler, onlarda, olumlu veya olumsuz psikolojik bir durum ortaya çıkarır. Bu durum, değişik bir şekilde ve belli bir zaman sonra bize döner. Yani biz, iletişimde bulunduğumuz kişiden mesajımıza bir cevap alırız. Sözü edilen cevap, karşı tarafın mesajımıza tepkisi demektir. Bu tepki, olumlu veya olumsuz olabilir. Karşımızdaki insanlara verdiğimiz haber veya mesaj, bize birtakım ödev ve yükümlülükler verir. Bunlar, iletişim etiği veya ahlakı adı altında toplanır.
İletişim kurmamız için, insan gruplarının hangi değerlere sahip olduklarının ve kıymet hükümlerinin neler olduğunun bilinmesi gerekir. Bir başka ifade ile insanlar arası iletişimin bir düzen içerisinde olması gerekir. Ama kimi kereler, irademizin dışında iletişim gerçekleşir.
İletişim ahlâkı, insanlar ya da gruplar arasında, belli bir düzen ve hukuk sistemine bağlı olarak gerçekleşen bir husustur. Eski çağlardan beri, insan topluluklarının, düzenleri için, kendilerine göre birtakım kurallar koydukları ve bunlara göre eylemde bulunduklarını görüyoruz. Bu kurallar, bazı kereler yazılı olarak bir hukuk tarzında, bazı kereler de yazılı olmadan örf şeklinde kendini göstermektedir. Töre denilen şeyler, âdet ve alışkanlıklar olarak kabul edilmekle beraber hukukî yönü de olan eylem veya davranış kurallarıdır. Bunun için, iletişimin hukuk kurallarına göre yapılması gerekir.
Son zamanlarda, “özgürlükçü demokrasi” denilen bir tabir ortaya çıktı. Bu, insanların haklarını kullanabilmelerini de ifade eder. Ancak, bu haklar, beraberinde insanların görevlerini de getirir. Nerede bir haktan bahsediliyorsa, orada mutlaka bir görev de vardır. Bu tabirin ortaya çıkardığı hürriyetleri sonuna kadar kullanmak söz konusu değildir. Aksi takdirde, başkalarının haklarına tecavüz edilmiş olur. Hürriyetler, ancak başkalarının haklarının başladığı yere kadar kullanılır. İşte iletişimin etiği(veya ahlâkı) denen husus burada ortaya çıkar. Nasıl bir iletişimde bulunacağız meselesi önemlidir. İnsanlar hak ve görevlerini bilmek zorundadırlar. Hak ve görevler yazılı (kanunlar) ya da tabii ve törelere bağlı olarak ortaya çıkarlar.
İletişim etiği(veya ahlakı), gelenekleri, görenekleri ve âdetleri, yani töreleri bilmemizi gerekli kılmaktadır. Aksi halde, iletişim, olumlu anlamda değil, olumsuz, menfî anlamda gerçekleşir. Karşımızda bulunan kişilere haber vermiş olmaz, onları, kendi düşüncelerimiz doğrultusunda yönlendirmiş oluruz. Bu da, propaganda olur.
Propaganda da insanları belli hukuk kurallarına ve belli törelere göre değil, bizim arzumuza göre yönlendirmek söz konusudur. Çünkü propaganda, kişilerin idraklerini istenilen yönde etkilemeyi hedef almış psikolojik eylemlerden meydana gelir. Politikacıların, yöneticilerin televizyondaki konuşmaları iletişim ahlâkı açısından değerlendirmeye muhtaçtır.
İletişim etiği(veya ahlâkı), tüm insanlar arasında söz konusudur. Nerede ikili münasebetler varsa iletişim ve iletişim etiği vardır. Bu nedenle, hak, görev ve hürriyetin ne olduğunun bilinmesi gerekir.

İletişim Etiği ve Dil:

Halkla ilişkiler, iletişim etiğine dayanır. İlişki, insandan çevresine giden söz, davranış ve bedeni ifadelerle ortaya çıkar. Bir tür haberleşmedir. Haberleşme kelimesinden, sadece, bilgi aktarımı anlaşılmamalıdır. İletişimi sağlamak için, sözün dikkatli, ihtiyatlı, temkinli ve hoşgörülü kullanımı esastır.
Bu açıdan, iletişim etiğiyle dil arasında çok büyük bir ilişki vardır. Halkla ilişkilerin yolu, karşıda bulunan kişiyi inandırmaktır. İletişim, bir zihinden diğer bir zihne doğrudur. Bu sebeple, zihinler ve zihniyetler önemlidir. İletişimde, bir verici, bir bildiri ve bir de bu bildiriyi alıcı vardır. İletişimi sağlayan ilk unsur dil olduğuna göre, dilin önemi çok büyüktür. Bu durumda, iletişim esnasında, bir konuşan, iletişimi sağlayan bir aracı ve bu aracı sözü alan bir dinleyici vardır. Burada bir şey amaçlanmaktadır. Amaçlanan bu şeyin yorumlanması söz konusudur. İletişimin gerçekleşmesi durumunda da bir bütünleme söz konusu olmaktadır.
İletişim, bir anlamda, çevre, doğa ve bireylerle uyum sağlama demektir. Bu uyumu sağlayan ilk iletişim nesnesinin dil olduğu çok açıktır. İletişimde, sözler kadar, beden dili dediğimiz hareketlerin de büyük önemi vardır. Bundan dolayı, iletişim ile dil münasebeti üzerinde durulması gereken bir konudur. Karşıda bulunan insanda uyandıracağımız ilk izlenim dille olur. Bunun için, Leibniz, “Diller zihnin (veya aklın) aynasıdır”, demiştir. Hem halkla ilişkileri, hem de iletişimin önemini vurgulamak için, G.Boissy’nin “elde etmeyi düşündüklerimizin içinde, hiçbir şey, bize, halkın sevgisi ve beğenisi kadar yararlı ve şeref verici olamaz” dediği ifade edilir.
İletişim Etiği ve Hürriyet:
Hürriyet, mutlak hürriyet mânâsında kullanılırsa ayırıcı bir nitelik kazanır. Sınırsız hürriyet herhangi bir hukuk kuralını, görgüyü tanımamak, kuralları hiçe saymak anlamına gelir. Bu yüzden, insan için mutlak hürriyet yoktur.
Kültür denilen şey insanları birleştirir. Her topluluğun örfü ve kültürü vardır. Yapılan iletişimin kültüre uygun olarak gerçekleştirilmesi şarttır. Aksi halde, insanı toplumdan ayırır.
Mutlak anlamdaki bir hürriyet, bağımsızlığı, kültür ise fedakârlığı ifade eder. İşte, bu çerçeve içinde, iletişim konusunda, hürriyetin ortaya çıkaracağı bağımsızlık ve bunun sonucunda ortaya çıkacak etkileşimin ne olacağını bilmek zorundayız. Her istediğimizi yapamayız. Yani, başkalarının menfaatine aykırı davranamayız. Bizim isteklerimiz, başkalarının istemediği şeyler olabilir.
Bağımsızlık ile fedakârlık arasında bir etkileşim vardır. Birbirlerinden ayrılamazlar. İnsanlar ortaklaşa bir yerde yaşarlar ve ortak değerleri paylaşırlar veya ayın şartlarda yaşayıp müşterek değerleri benimserler. Bu da, karşılıklı iletişimde birbirlerine saygılı olmayı ve birbirlerinin haklarına riayet etmeyi ortaya çıkarır.
Mutlak anlamdaki bir hürriyet, insanı tecrit eder, yani soyutlar; halbuki müşterek kültür birleştirir. Ama ikisi birbiriyle alâkalıdır. İnsanlar ortak değerleri aynı anda yaşar, aynı şartlara uyar, müşterek değerleri benimserler. Bunun millet olmanın bir gereği olduğunu da bilirler. İnsanlar arası iletişimin bu şartlara uygun bir şekilde gerçekleşmesinin bilincindedirler. Bu, iletişimde karşılıklı saygıyı ve birbirlerinin hakkına riayet etmeyi gerekli kılar. İletişim bu dayanışmaya aykırı olmamalıdır. Aynı şekilde, bu dayanışmanın temellerini sarsacak nitelikte de bulunmamalıdır. Yani, iletişim, etiğe (veya ahlâka) uygun olmalıdır.
Hürriyet, dayanışmanın temellerini bozmuyorsa, kültür içerisinde değerlendiriliyor demektir; bozuyorsa tecrit ediyor, insanı toplumdan soyutluyor demektir.
Hürriyeti sonsuzca kullanabilmek isteği, sadece kendi değerlerine göre yaşamayı gösterdiğinden, insanlar arasında, örf, âdet, gelenek gibi unsurların önemini kaldırdığından dolayı bazı çatışmalara sebebiyet vermekte, iletişim etiği (veya ahlâkı) denilen ahlâkın gerçekleşmesine engel olmaktadır.
Özellikle 1789 Fransız ihtilâlinden sonra, insanlar dinî taassubun ve fanatizmin getirdiği baskıdan kurtulunca, 18. yüzyılda, bir kanaat ortaya çıktı. Bu, hürriyetin, insanın tabii bir hakkı olduğu şeklindeki kanaat idi. Aslında, hiçbir örfü, ahlâk sınırını ve hukuk kuralını tanımayan bir insan hakkı olarak değerlendirilmemesine rağmen 18. yüzyılda böyle sanıldı. 1789 ihtilâlinden sonra, her konudaki bir serbestlik, açık, seçik ve tabii bir hak şeklinde değerlendirildi. Hiçbir kimse bu haklara müdahale edemez dendi. Böylece, kural tanımaz bir anlayış ortaya çıktı ve bu hal, iletişimi kötü etkiledi. Hürriyet, tek başına bir hak değildir. Pek çok siyasetçi, filozof ve ahlâkçı bu şekildeki değerlendirmenin yanlış olduğunu söylediler. Daha sonra, yavaş yavaş kurallar konulmaya başlandı. Hürriyetin tek başına bir hak olmadığı ve insanların başkalarının haklarına saygı göstermesi gerektiği anlaşıldı.
Serbestlik veya hürriyetin kendisi bir gayedir; biz onu elde etmeye çalışırız. Düşünce, kanaat ve vicdan hürriyeti gibi hususlar bizim elde etmek için büyük gayretler sarf edip uğurlarında kanlar akıttığımız hürriyet çeşitleridir. O gayeye ulaşmak için büyük çabalar gösteririz. Ancak, sahip olunan veya kazanılan bu hürriyetler, hiçbir zaman, başkalarının hürriyetlerini kısıtlayacak nitelikte olmamalıdır. Niçin hürriyetimizi kullanmak istiyoruz? Bu husus, iletişim etiği açısından çok önemlidir.
Felsefî olarak baktığımızda hürriyet bir iyilik için vardır. Hürriyet, ya bizim için ya da toplumun iyiliği, yararı açısından mevcuttur. Yani, hürriyet, iyilik için bir vasıtadır. Fizikî hürriyetimi kullanarak kitap yazıyorsam diğer insanlar için faydalı olmak istiyorumdur.
Hürriyetsiz toplumlarda insanlar arasında, ahenk veya uyum olmaz. Baskı, zulüm ve zorla kabul ettirmeler vardır. Hürriyet, ifade edildiği gibi, başka insanlara iyilik yapmak için vardır. Böyle düşündüğümüz takdirde iletişim etiği gerçekleşir.
İletişim etiği veya iyi olan şey, iyi, güzel, şahsiyetli ve büyük olan toplulukta yani, iletişimin en geniş manada gerçekleştiği toplumda ortaya çıkar. Biz hürriyeti iyilik yapmak için kullanıyorsak, iletişim o iyiliğin gelişmesini sağlar.
İletişim ahlâkının olduğu yerde büyüme, iyileşme, ilerleme vardır. Bunların olabilmesi için baskı ve otorite kâfi değildir. Orada mutlaka hürriyet ve serbestliğin, bir başka ifade ile en geniş anlamda iletişimin olması gerekir.
Baskı ve otorite, kendi fikir ve prensiplerinin hayat bulmasını ister. Kendi kaidelerinin dışındakilere hayat hakkı vermez. Bunun sonucunda da iletişim meydana gelmez, dolayısıyla da, gelişme, büyüme ve iyileşme olmaz.
Hürriyetlerin kullanımında, otoritelerin varlığı çok belirgin bir şekilde hissedilir. Otoriteler, hürriyetleri sınırlandırır veya yönlendirirler. Bu anlamda devletten söz edilmektedir. Hatta birçok kereler, hürriyetleri ortadan kaldırırlar. Belli bir otoritenin bulunmadığı bir toplum düşünmek mümkün değildir. Bir toplumda gereken otorite yoksa orada başıboşluk vardır. Ancak, bu otoriteler(burada devlet kastedilmektedir), hürriyetlerin en iyi şekilde kullanılması, dolayısıyla da toplum düzenini sağlamak için vardır. Otorite, mevcut olanı belli zamanda muhafaza etmeyi hedef alır. Maddi otorite için pek çok şeyler söylenebilir, ama konumuz buna müsait değildir. İletişim etiği söz konusu olduğu zaman,
Otorite: 1) İnsanın kendi içinden gelen baskılar ve
2) İnsanın dışından gelen baskılar,
şeklinde iki bölümde incelenebilir.
Bunlardan birincisi, insan için, olağanüstü bir önem taşır. Çünkü iç baskılar, ahlâki özgürlüğü engellerler. Psikolojik hürriyet veya özgürlük denilen ahlâki hürriyet, iç baskılardan kurtulmuş insanın sahip olduğu serbestliktir. İnsan, pek doğal olarak, kendi çıkarları doğrultusunda eylemlerde veya davranışlarda bulunur. Ama toplum içinde yaşadığını ve kendinden başka insanların da bulunduğunu unutmamalıdır. Fakat bir gerçek vardır ki, insanlar, sadece kendilerini düşünür hale gelmişlerdir. Menfaatleri, çıkarları ve yararları tek kelime ile bencillikleri ön safa geçmiştir. Bu da, insanlar arası iletişimi zorlaştırmakta hatta bazı kereler, imkânsız kılmaktadır.
O halde, toplumda iletişimi en geniş anlamda gerçekleştirecek düzeyde psikolojik veya ahlâki özgürlüğe sahip olmak gerekmektedir. Bu konu da, ancak, içimizdeki bencil duygu ve düşüncelerin etkisinden ve köleliğinden kurtulmuş olarak gerçekten özgürce veya hürce hareket etmekle mümkün olur.
Bu sebeple, hukukî, fizikî ve maddî hürriyet kadar, mantıkî, psikolojik, ahlâkî veya iç hürriyet de önemlidir. Bunlar olmaksızın iletişim etiğinden söz etmek mümkün değildir.
1789 ihtilali, insan haklarının en ön sırasına hürriyeti koydu. İnsanlar mutlaka hür olmalıdırlar. Fakat bu hürriyet, başkalarının hürriyetine set çekmemelidir. Ancak, 1789 ihtilali, bunu, ifade edilen şekilde gerçekleştiremedi. Bütün hakların önüne hürriyeti koyduğu için, diğer haklar daha arkalarda kaldı. İnsan haklarının önüne sınırsız hürriyet konulunca iletişim ahlâkı gerçekleşemez. Karışıklık denilen durum ortaya çıkar. 1789 Fransız ihtilali ile ortaya çıkan durumda, “insanlar hürriyetlerini istedikleri gibi kullanamıyorlar öyle ise, onlara hürriyetlerini verelim” denildi. Sosyal şartlarda, eğitimde ve hukukta insan hürriyetleri gerçekleştirilmeye çalışıldı. Gelişme, sadece, eğitim ya da sosyal şartların eşit seviyeye getirilmesi ile gerçekleşmez. Yanlış değerlendirilen hürriyet anlayışı, sadece, eğitim ve sosyal şartların eşitlenmesiyle ve alabildiğine bir serbestlik anlayışıyla gerçek hürriyetin elde edilebileceği düşüncesini gündeme getirdi. İnsanlar, tabiatları ve kültürleri itibariyle eşit değillerdir. Bu eşitlik olmadan, onlara sosyal şartları vererek ilerleme gerçekleşmez. Bir de, hürriyeti nasıl kullanacağını da o insana belirtmelidir. İnsanlar, kendilerine verilen hürriyeti; huyları, kültürleri, tabiatlarının farklılığı sebebiyle yanlış kullanıyorlar.
Hürriyetin ortaya çıkmasıyla birlikte, eşitlik ve adâlet de ortaya çıkmıştır. Esasen, bu üçü, birbirinden ayrılmaz tabiî haklardır.
Hürriyet şunu diyor: “İnsanlar için, şartlar, her halükârda eşit olmalıdır. İnsanlar, görevlerde, haklarda ve kanun önünde eşit olmalıdırlar.”
İletişimde, sahip olduğum imkânları (hakları) kullanırken karşımdakine de bu imkânları vermezsem iletişim etiği olmaz. Eğer o imkânları vermiyorsam, bunun sebebi bencilliktir. Bundan dolayı, imkânları eşit kılmak için çeşitli kanunlar konmuştur; onların yanında, bir de örf ve âdetler vardır. Kimi kereler, insanlar hürriyetlerini kullanmak istedikleri takdirde kanunlar da yeterli olmamaktadır. O zaman, işin içine, örf, âdet, etik veya ahlâk kuralları girmektedir. Kanun bahis mevzuu ise hukukî bir değer yargısı söz konusudur. Bu anlamda, hukuk, davranışlarımızı yani, hürriyeti kullanmamızı sınırlamaktadır. Bu sınırlama bilinen çerçevelerde olmaktadır.

İletişim Etiği ve Kültür:
Dayanışmanın olmadığı toplumlarda, iletişimden istenilen sonuç ortaya çıkmaz. Kültürün bütün insanlar için bir değeri olmalıdır. Bir başka ifade ile kültürün unsurları olan dil, din, musiki, örf ve âdetlerin bütün insanlar için bir değeri olmalı ki, onlara hürmet edilsin ve böylece, insanlar arası iletişim de bunlara uygun olsun.
Yukarıda belirtilen kıymet hükümlerinin benimsenmediği toplumlarda, iletişimden istenilen sonuç gereği gibi elde edilemez. Toplumun kültürünü oluşturan unsurlar, iletişimde bulunmak isteyen kişi için de bir değer taşıyorsa iletişim için kullandığı mesaj ve bu mesajın öğeleri de ifade edilen kıymeti taşımalı veya göstermelidir. Ancak bu takdirde, iletişim etiği gerçekleşir.
İletişimde, müspet manada karşılıklı sonuç almak söz konusudur. Esas itibariyle, iletişimin gayesi, insanlarda olumlu bir durumu ortaya çıkarmaktır.
Kültürün de bir manası olmalıdır; çünkü kültür insanların şahsiyetlerini geliştirir. Bu da, iletişimin daha iyi ve sağlıklı ortamda gelişmesini sağlar. Değer hükümleri, kültür değerleri, bilgiler, birbirinden farklı olunca iletişimin meydana gelmesi mümkün olmayacağı açıktır. İletişimin gerçekleşmesi için kültürün herkesin gözünde bir değeri olmalıdır. Kültür değerleri herkes (bütün fertler) tarafından benimsenmelidir. Aksi halde kargaşa çıkar; kaos ve başı bozukluk olur.
Kültür, dil, din, musiki, giyim-kuşam, örf, âdet gibi kıymet hükümlerini ifade ettiğinden insanlara şahsiyet kazandırır. İletişim sadece içinde yaşanılan toplumla değil, dünyadaki varlıklarla olur. Kültür, evrensel değerler taşır. Kültürümüzü çok iyi bilmemiz lazım ki, evrensel değerlere sahip olalım. Toplumumuzda kültür fazla gelişmediği için toplumumuz değerlerini kaybetmiştir.

İletişim Etiği ve Gaye:

İletişim etiğinin olabilmesi için insanın bir gayesinin olması ve bu hususta çalışması gerekir. Gaye varsa ödev veya görev de vardır. Gayesiz insanlara görev yüklemek pek kolay olmaz ve bu tip insanlarda iletişim etiği de bulunmaz.
Medya etiğinde, gazetecilik ahlâkı doğru haber verme gayesine matuf olarak yapılıyorsa, iletişim olumlu olarak ortaya çıkar. Bu gaye içinde çalışıldığı zaman insanlar birtakım kural ve prensiplere uyma zorunluluğu hisseder. Böyle bir meslekte, insanın gayesi ve çalışması da sahip olduğu kültüre uygun olmalıdır. Aksi takdirde, fikirlerde çatışma belirir. İletişim olumlu olarak gerçekleşemez. Bunun sonucunda da, iletişim etiğinin varlığından söz etmek mümkün olmaz.
Hem çalışma hem de gaye, kültür içinde yer almalı ve ona uygun olmalıdır. İletişimin istenilen şekilde ortaya çıkabilmesi için, insanların, haklara tecavüz etmemesi ve edepli olmaları gerekir. Edep, ahlâki sınırları aşmamaktır.
Toplumda değerleri, örf, âdet, gelenek ve kültürü bildiren bir eğitim düzeni olmalıdır. Edep, ahlâk, töre, hukuk kurallarına uyma ve insanların haklarına riayet mânâsında kullanılır. Edepsiz derken o insanın haklara tecavüz ettiği kastedilir.
İletişim etiğinin bulunabilmesi ve iletişimin olumlu olabilmesi için, her şeyden önce, münasebetlerin ve davranışların bencillikten uzak olması lazımdır. Bencillik, iletişim etiği açısından üzerinde durulması gereken çok önemli bir konudur. Öfkeyle, dik kafalılıkla hareket edenler iletişim kuramazlar. Peşin fikirler ve ön yargılarla hareket etmek bencillikten kaynaklanır. Böyle olunca, iletişim ortaya çıkmaz, iletişim etiği de mümkün olmaz. İletişim etiğinin gerçekleşebilmesi için, her türlü söz ve eylemler bencillikten uzak bulunmalıdır.
İnsanlar, umumiyet itibariyle, her şeyin kendi lehinde olmasını isterler. Bu husus, bencilliği veya egoizmi biçimlendirir. Bu bencilliğin yönlendirilip, başkalarına zarar vermeyecek hale getirilmesi şarttır. Kültürel ve evrensel değerleri kazandırarak iletişim etiğine sahip olunması temin edilmelidir.

İletişim Etiği ve Aile:
İletişim ahlâkı açısından aile fevkalade önemlidir. Toplumdaki ilişkilerimiz, aile fertleri arasındaki iletişime bağlı olarak şekil alır. Kültür, ailede, yaşlılardan, gençlere ve çocuklara geçer. Bu sebeple, iletişim etiği, aile içinde, fertler arasında başlar. Kültürün ilk şekillendiği ortam, aile içindeki fertlerin bulunduğu sahadır. Eğitimin ilk yuvası ailedir.
Aile, düzenin ilk defa başladığı yerdir. O, bir ahlâk ocağıdır. Birbirine bağlılık, sevgi, sadakat, feragat ve manevî birlik, ailede başlar. Aile bu yönden bir okuldur. Ailedeki bu özellikler, bu derecede, başka bir kurumda yoktur. Aynı kandan olmak, maddî ve manevî bir yakınlaşmaya sebep olduğu gibi, istisnaî bir birlikteliği ortaya çıkarır. Ailede olan ahlâk anlayışı, meslek gurupları için de geçerlidir. Ailenin görevi, toplumla uyuşacak, mutlu olacak ve düzenli yaşayacak kişileri şekillendirmektir.
Kültürün ailede verilemediği durumlarda, bazı sorunlarla karşı karşıya gelinilmektedir. Mesela, büyük şehirlerde, çocuk yuvalarında yetişen bazı çocukların evrensel değerleri alıp almadığı tartışma konusu haline gelmiştir.
İletişim etiğinde, eğitim ve ailenin önemi kadar bu ailenin içindeki geleneklerin de önemi vardır. Bu gelenekler, o toplumun manevî değerlerine uygun mudur meselesi gündeme gelmektedir. Bu değerler, o toplumun, gelenek, görenek ve örfüne uygun değilse toplum ile ailenin fertleri arasında çatışmaların ortaya çıktığı ve kişilerin ruhunda psikolojik sarsıntıların meydana geldiği psikologların tespitleri arasındadır. Bu halin bizim toplumumuzda sık görüldüğü bilinen bir husustur. Hatta bu konu Türk filmlerine senaryo mevzu bile olmuştur.
İletişim için, aile içerisinde kişilerin “taklitleri” oldukça önemlidir. Gençler, kendileri için ideal tipler seçerler. Bu, televizyon, sinema, gazete ve mecmuaların telkinleriyle olur. Daha sonra, bu tipler taklit edilirler. Bu yüzden, bazı kereler, aile fertleri arasında çatışma söz konusu olur. Bu sebeple, anne ve babalar, çocuklarının bu eğilimini bilip onları iyi bir yöne sevk etmelidirler. Tâ ki, gencin toplumla ve aile ile iletişimi tam ve uygun olsun. Aksi takdirde, çoğu kere müşahede edildiği gibi, gencin ruhunda çatışmalar bile meydana gelebilir. Toplumla iletişimin tam ve uygun olarak ortaya çıkmadığı durumlarda bu halin kaçınılmaz olduğu psikologların ifadeleri arasındadır.

İletişim Etiği ve Toplum:

İnsan toplulukları büyüdüğü zaman, örf, gelenek ve ahlâk kuralları yeterli olmamış bu yüzden hukuk kuralları çıkmıştır. Cemiyeti veya toplumu bu kanunlar düzenlemektedir. Zamanla, bu da yeterli gelmemiştir. O halde, neler yapmalıdır? Bu hal, çok özel kanunların çıkarılmasını gerekli kılmıştır. Bazı mesleklerle ilgili kanunlar, tüzükler teşkil edildi. İletişim ahlâkının söz konusu olduğu basın yayın organları için basın kanunu kondu. Son zamanlarda televizyonların çoğalması ve özel televizyonların çıkması ile birlikte yeni düzenlemelerin yapılmasına ihtiyaç hissedildi.
Romalılar döneminde, Batı’da, Roma Kanunları vardı. Daha sonra, kanunlar, yavaş yavaş gelişti. Zamanla, bu kanunlardan bazıları, uygulanma özelliklerini kaybederken yenileri kabul edildi. Mesela, Kilise, kendine ait birtakım görüşleri, kanun olarak ortaya koydu. Bu görüşlere uygun hareket etmeyenleri, Engizisyon mahkemelerinde cezalandırdı. 1210’lu yıllarda, Magna Carta çıktı. Ancak, bu da yeterli gelmedi ve nihayet, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi yayınlandı.
İnsanların haklarını korumak ve bu suretle, iyi bir iletişim sağlamak için, öncelikle, insanların fikirlerini ve düşüncelerini şekillendirmek gerekir. Bunun için, iletişim etiğini düzenleyen “nizamname”ler yapıldı. Bunun bir amacı adaletin gerçekleşmesi idi. Diğer yönden de, insanlar arası ilişkilerin iyi bir düzeyde olması, yani iletişimin en güzel biçimde şekillenmesi isteniyordu. Devlet, vatandaşlarının haklarını korumak için özel kanunlar yanı sıra umumî kanunlar da çıkardı. Bunlar; inanlar arasındaki ilişkileri veya iletişimi düzene koymak için yapılmış kanunlardır.
İyi bir iletişim içinde olan insanlar, aynı zamanda, iyi ahlâkî davranışlar içinde olacaklardır. İnsanlar kanunlara uymuyorsa bu takdirde, onlara, şimdiye kadar diğer insanlara tatbik edilen şeyler uygulanmalı ve iletişim ahlâkı sağlanmalıdır. Nitekim ayıplama, kınama ve yerme gibi birtakım kavramlarla kanunun boşluklarından faydalanmak veya kanunlara uymamak suretiyle gerçekleştirilen bu suretle de, iletişimi bozan davranışları kendimiz düzenlemeye çalışıyoruz.
Hürriyetin kötü kullanılması durumunda da görgü kuralları ile hürriyetin kullanılmasını düzenliyoruz. Ancak, görgü kuralları denen şeyler uygulanabiliyor mu? Bizde bunu uygulamak çoğunlukla mümkün olmuyor. Çünkü biz, idari, sosyal ve siyasî birtakım değişiklikler yapmışız. Bu değişiklik, hukukî bir değişmeyi de beraberinde getirmiş. Bu değişme ile eski kanunlar kaldırılmış ve yeni kanunlar getirilmiştir. Bu kanunlardaki maddelerde, örfün ve geleneğin etkisi âdeta silinmiştir. Kanunun suç saymadığını örf de suç sayamaz hale gelmiştir. Türk Ceza Kanunu ve diğer kanunlar hâkime bir takdir hakkı vermiştir. Ama, bu hak, ancak kanunlar dâhilinde kullanılabilmektedir.
Şüphesiz, kanunlar, Anayasa’ya uygunluk arz etmelidir. Çünkü Anayasa’daki haklar, kanunlar çerçevesinde korunmuştur.
Bununla birlikte, şu da bilinen bir husustur ki, kanunlar, her zaman, insanlar tarafından tatbik edilme imkânını bulamıyorlar. O zaman da, töreler işin içine girmektedir. Nitekim İsviçre hukukunda, şöyle bir kaidenin yer aldığı ifade edilir: “Eğer bu kanunlar tatbik edilemiyorsa kantonlarda bulunan eski töreler tatbik edilebilir.” Bu törelerin, Hıristiyanlığa göre ortaya konmuş kanunlar olduğu şüphesizdir.
Devletimiz, Cumhuriyeti kabul edince, bu dönemde, geçmiş İslâmî kurallar ve gelenekler ilga edildi. Onların yerine Anayasa kabul edildi. İnsanların hakları Anayasa ile teminat altına alındı. İnsan haklarının ihlaline engel olmak için de Anayasa’nın ilgili maddelerine uygun yeni kanunlar çıkartıldı. İhlaller için uygulanacak cezalar da bunlarla belirlendi.
Günümüzde, etik kuralları etkisini yitirmiştir. Eğer, etik kuralları, mevcut kanunlara uygunsa tatbik edilebilir. Bunu tatbik edecek olanlar da hâkim ve savcılardır. Bazı etik değer yargıları söz konusu olduğu zaman bu konuda ölçü ne olacaktır? “Bana göre” diye bir ölçü olabilir mi? Elbette böyle bir ölçü olamaz. Eğer ahlâkî değer yargısı bize göreyse başkasına göre de başka bir ahlâkî değer yargısı ortaya çıkar ki, böyle bir şey aklın kabul edeceği bir husus değildir. Esasen, böyle bir durumda, iletişim etiğinden söz edilemez. Hürriyet başka bir manada kullanılmış olur. İletişimde bulunulan insanlar, toplumun genelinin kabul ettiği değer yargısına göre hareket etmelidir. Eğer bir ahlâkî değer yargısı söz konusu ise iyi veya kötü meselesinin kişilerce bilinmesi gerekir. Bazı ilmî gerçekler de yeterli bir değer yargısı meydana getirmemektedir. O zaman da, hükümetler, yeni kanunlar çıkarmak gereğini hissediyorlar.
İnsanlar arası münasebetlerde iletişim etiğine sahip olunabilmesi için, hürriyet ve haklar yerli yerinde kullanmalıdır. Aynı şekilde, örf ve ahlâkın ne olduğu bilinmelidir.
Biz hep Batı prensiplerini benimsemişizdir. Özellikle oradan kanunlar almışız. Bu kanunlar değer yargıları ile çatışınca, o kanunlarda değişiklik yapmak gereği görülmüştür. Hâlâ da değişiklikler yapılmaktadır. Bu, kanunlar ve Anayasa yetersizdir demek değildir. Kanunlar ve Anayasa, olayları çözemiyorsa onlarda değişiklik yaparak iletişim etiğinin gerçekleşmesi için imkân hazırlamak demektir. Diğer insanlarla olan her türlü münasebetlerde o insanı bütünüyle değerlendirmek zorunluluğu vardır. İletişim açısından, huy, mizaç, kültür ve değer yargılarının bu konuda çok önemli olduğu açıkça bilinmektedir.
Hukuk düzenimizde, Batı devletlerinde olduğu gibi, yollamalar yapmanın söz konusu olmadığı hukukçularımızca ifade edilmektedir. Her şey, mümkün olduğu kadar kanunla tespit edilme sine gayret ediliyor. Hürriyetlerin kullanımı, hukuk kurallarıyla yerine getirilmeye çalışılıyor. Ancak, ahlâk kurallarını da uygulayanlar vardır.
Hukukî kurallar ne kadar bağlayıcı olurlarsa olsunlar, bunların kifayet etmediği yerlerde ahlâk kuralları geçerli olur. Hürriyetleri kullanma konusunda aşırıya gidildiği zamanlarda, insanların dernek kurma hakları vardır. Ancak, insanlar, kendilerine verilen bu hakları kötüye kullanarak bu derneklerde kumar oynatıyorlar. Hürriyet ve haklar adına kurulan bu yerler gayelerin dışına çıkmış oluyorlar.
Hürriyetleri ve hakları insanların zararlarına kullanan bu tarzdaki bir harekete ve bunların sahiplerine hürriyet ve haklarını kullanıyorlar denilemeyeceği için bu hareketlerde iletişim etiğinden bahsetmek de söz konusu değildir. İletişim etiği açısından, kişi, kanunların kendine verdiği hakları kullanırken bunların ahlâkî değerlendirmesini de yapmalıdır.
İletişim etiği denilen hususun tam manasıyla gerçekleşebilmesi için fırsat eşitliği yani imkânların herkes tarafından eşit olarak kullanılması gerekir. Aksi, takdirde iletişim etiğinden söz etmek mümkün değildir.
Fırsat eşitliği, iletişim etiği açısından şart olduğuna göre, bunu temin etmek de yönetimin üzerine düşen bir görevdir. Hukuk düzeni için fırsat eşitliği gereklidir. Bu yönde, Türk Medenî Hukuku, Türk Ceza Hukuku ve Anayasa, fırsat eşitliğinin temin edilmesi için yönetim ve ilgili organlara emir vermektedir.

---->


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: İletişim Etiği ve Meslek Etiği:
MesajGönderilme zamanı: 19.08.13, 19:42 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 05.03.09, 09:49
Mesajlar: 311
<<<<<

İletişim Etiği ve Meslek Etiği:

Meslek etiği, iletişim etiğinin geçekleşmesi için öngörülmüş bir sistem olduğu için bu hususunun bilinmesi gerekir. Her şeyden önce, genel ahlâk dışında bir meslek etiği düşünülemez. İnsanlar, meslekî faaliyetlerini genel ahlâk kurallarına bağlı olarak yaparlar. Gerçekte, insanı yönlendirmek için ayrıca bir meslek ahlâkı gerekmez. Fakat insanlar genel ahlâk kurallarına uymadıkları için Meslek Ahlâkı adıyla yeni bir etik kuralı oluşturmak zorunluluğu ortaya çıkmıştır.
Her sosyal faaliyet, şekli kendine has bir ahlâk disipliniyle varlık gösterir. Her sosyal topluluk da, kendini meydana getiren bölümlerden oluşur. En sonra kişiye kadar iner. Sosyal gruplar kendilerinin devamını sağlayacak şekilde davranırlar. Çünkü bu gereklidir. Kişi menfaatleri ile sosyal menfaatler uyuşmayabilir. Hatta ikisi arasında çatışma da olabilir. Kişi, sosyal menfaatlerle ilgilenmeyebilir. Ama şurası bir gerçektir ki, kişinin menfaatleri toplumun menfaatleri içindedir. Bundan dolayı işaret ettiğimiz bu hususu hatırlatmakla görevli insanlar veya teşkilatlar olmalıdır. Bu teşkilat ahlâk disiplinidir. Etik, toplumun menfaatlerini korur, onu bozmamak için mecburiyetler koyar. Yani sosyal düzeni temin eder. Kişinin menfaatlerinin, onu, kendi eğilimi yönünde faaliyete sevk ettiği psikolojik bir gerçektir. Bunun da kargaşalara sebep olduğu, menfaat savaşlarını ortaya çıkardığı ve saldırganlıkları meydana getirdiği bir gerçektir. Etik, ferde, kişilerin menfaatlerinin sosyal menfaatlerde olduğunu gösterir. Diğer yönden etik, kişilere kendi dışlarındaki gayeleri de gösterir. Etik ve estetik bir ifadeyle, ahlâk sosyal güzellikleri gösteren bir kaideler bütünüdür. Bu yönden, etik veya ahlâk şahsî menfaatlerin üstündedir. Kişiler onu böylece kabul ederler. Toplulukta bir düzenin bulunması zarureti, kuralların çok kesin ve zorlayıcı olma özelliğini ortaya çıkarır. Bu sebeple her meslek faaliyetinin bir ahlâkının olmaması imkânsızdır. Çünkü vicdan, bir kişiden diğer bir kişiye değişmez. O daima iyi ve güzel olanı tavsiye eder.
Durkheim, Ahlakla ilgili makalelerinde, “Meslek ahlâkı bir insandan diğerine göre değişiyorsa o zaman her meslek için meslek ahlâkı gerekir” der. Etik veya ahlâk, bütün insanların uymasını istediği evrensel hükümler taşır. İşte, genel etik kuralları her mesleği bağlamaktadır. Bu açıdan Durkheim’in tezini doğru kabul etmek yanlıştır.
Ama her meslek için, özellik arz eden kurallar vardır. Durkheim, aynı zamanda, “Meslek ahlâkı kuralları da genel ahlâkın kurallarına uyar” diyor. Söz konusu olan, çok özel meslek ahlâkı kuralları değil, meslek ahlâkı içerisinde mesleğe göre önem arz eden davranış kuralları olabilir.
Durkheim, fikirlerine dayanak teşkil etmek üzere, “Bir bilginle, marangozun davranış şekli farklıdır, böyle olması gerekir” ifadesini kullanıyor. Bilginin işi, kitap okumak, fikir üretmektir; marangoz da, mesleğiyle ilgili olarak kendisine özgü işler yapar, bu da, onun için bir önem arz eder.
Aslında birisi için etik olan husus, bir başkası için ahlâk olmaktan çıkmaz. Ama bu husus, her halü kârda böyle olmayabilir. Meslek ahlâkı içerisinde böyle bir kaidenin yer almasının düşünülemeyeceğini söylemek doğru olmasa gerektir.
İnsan askerlikte zevk için değil, müdafaa ve karşılıklı milletlerin menfaati olduğu için insan öldürüyor. Burada bir ahlâksızlık söz konusu değildir. İnsan hayatı, genel ahlâk içerisinde kutsal ve bizim buna hürmet etmemiz gerekiyorsa askerlerden buna uymalarını istemek herhalde doğru olmaz. Böyle bir istek, o mesleğe aykırıdır. Askerler akıllarını kullanamaz, körü körüne itaat ederler. Bu husus, mesleğin gereğidir. Hürriyetini kullanmadığı için, mantıkî olarak etik davranamaz. İnsanın ahlâkını kullanabilmesi için hürriyetine sahip olmalıdır, şeklindeki ifadeler yazarın meslek ahlâkıyla ilgili olarak söylediği doğru tespitlerdir.
Meslek ahlâkı kitabının yazarının söylediği gibi, bir din adamı için, yalan söylemek mesleğine aykırı, ahlâk dışı olduğu halde, bir doktor mesleği gereği zaman zaman yalan söyleyebiliyor. Bu ifade ilk anda doğru gibi gelebilir. Doktor, ahlâka uygun bir tutum sergilemiş, hakikati gizlemek suretiyle insana faydalı bir iş yapmış olabilir. Hastayı inkisara, kötümserliğe sevk edecek yerde, o insana yaşama ümidini vermiş gibi gözükebilir. Ama doktorun meslek ahlâkı içinde, hakikati gizlemek vardır, denilemez. Esasen, bu, tıp ahlâkının kuralı olarak da görülemez.
Bu bakımdan, mesleklerin genel ahlâk kurallarına bağlı olduğunu söylüyorsak, her meslekte genel ahlâkın geçerli olduğunu söylemek istiyoruz demektir. Basın-yayında da, bu böyle olmalıdır.
Bir insanın manevî hayatı korunmuştur. İnsanın izzet-i nefsiyle oynanamaz, hayatı hakkında yalan söylenemez. Genel ahlâk kuralları çerçevesinde, insanın özel hayatıyla ilgili gizlilikleri de açıklanamaz. Aksi halde, fertler arasında kinin yayılmasına sebep olunur; cemiyetin dağılmasına zemin hazırlanır. Fertlerin hususî hayatlarındaki hataları açıklayıcı mahiyette yayın yapıp, “bu basın-yayının gereğidir” denilemez. Etik ve gazetecilik deontolojisi bütün ülkelerde günün konusudur.
Meslek etiğini, genel etikten ayrı düşünmek mümkün değildir. Genel etiğin kaideleri ne kadar geçerli, evrensel ve halk tarafından ne kadar çok benimseniyorsa, meslek etiği de o derece geçerli olup kaidelerine uyulması gerekmektedir. Meslek etiğinin varlığından söz edebilmek için, mutlaka ve mutlaka meslek sahiplerinin genel ahlâka uymaları gerekir.
Genel ahlâkta, başlıca kaide, yapılan davranışların başkalarına zarar vermemesidir. Etik veya ahlâkî davranış bu demektir. Meslek etiğinde, gerçekleştirilen fiiller, davranışlar ve meslek uygulamaları başkasına zarar verecek nitelikte olmamalıdır. İnsanın haysiyet ve şerefine iftira edecek nitelikte bulunmamalıdır. Genel ahlâk ile meslekî ahlâk kaideleri asla çelişmemelidir. Çelişiyorsa meslek etiğinin kurallarının terk edilmesi icap eder. Zaten böyle bir ahlâka meslek etiği de denilemez. Bu konuda da, prensip, daima başkasına zarar vermeme olmalıdır.
Meslek etiğini meslek örgütleri belirler. Neden meslek etiğine ihtiyaç hissedilmiştir? Bu sorunun cevabı, “Genel ahlâk kurallarına uyulmamıştır da ondan” şeklinde olacaktır.
Doğu ve Batı dünyalarında da meslek örgütleri, genel ahlâk kurallarına uyulmaması halinde bu kişileri tespit etmek, ahlâk kurallarına uymalarını sağlamak için meslekî etiği kuralları belirlemişlerdir. Genel ahlâk kurallarına uyulmasını ve toplumda düzenin sağlanmasını temin için bunları bir nizamname haline getirmişler.
Durkheim, “Toplum ve kamu vicdanı, genel ahlâk kurallarına aykırı hareket edenleri tespit eder, görür ve karşı çıkar. O kişiyi cemiyetten soyutlayıp, toplum dışına iter. Ama kişi, meslekî etik kurallarını ihlâl edenlere ilgisiz davranır, fazla reaksiyon göstermez, bu yüzden meslekî etik kurallarına ihtiyaç vardır” diyor.
Genel ahlâk kuralları içerisinde insana zarar vermek ahlâk dışı bir tutumdur. Meslekî etik kurallarının genel ahlâk kurallarına aykırı olması katiyetle düşünülemez. Genel ahlâk kurallarından ayrı ve onlara aykırı meslekî etiği söz konusu olamaz.
Eskiden beri, Batı ve Doğu dünyasında, genel ahlâk kaidelerine uymayanların hiç olmazsa meslekleri içinde kurallara uymalarını temin babında nizamname, yönetmelikler ve tüzükler yazılmıştır.
Lonca Teşkilatı, sadece, o mesleğin mensupları arasında dayanışma kurmak için değil, aynı zamanda, bu teşkilata mensup olanların, ahlâk kurallarına uymaları için kurulmuş bir örgüttür. Bizde, Batı’daki Lonca Teşkilatının bir örneği olarak Ahilik teşkilatı ve Fütüvvetler vardır. Bazı ülkelerde, nedense, çiftçiler arasında Lonca Teşkilatı kurulmamış.
Zamanında, ziraatçıların ve iktisatçıların lonca teşkilatları olmamasını eleştiren ahlak felsefecileri, asker, papaz ve avukatların ahlâkı var, neden ziraatçı ve iktisatçılar ahlâkı olmuyor diye sorarlar.
Meslek etiğinde yapılan kusurlar ve yanlışlar, o meslek mensupları tarafından hafif bir tarzda ayıplanıyor. Halbuki esas olan, gerektiği tarzda ayıplanmasıdır. Genel ahlâk kurallarında bu kusurun telafi edilmesi gereklidir. Meslekte kusurlu olanlar herkesin gözünde kusurlu olmayıp sadece o meslek grupları arasında kusurlu oluyor. Ama bir yanlış yapılıyor.
Zamanımızda, toplum, meslek etiği ile ilgili olarak yapılan hata ve yanlışların hepsinden aynı anda haberdar olmadığı için, onları ayıplayamıyor. Meslek mensupları, kendi aralarında bunu kısmen hoş karşılıyor ve hiçbir yaptırım uygulamıyorlar. Mesela bir ekmeğin içinden bir ip parçası çıksa veya bir hastanın karnında tampon bezi veya bir alet unutulsa çok fazla önem verilmiyor hatta bunun doğal olduğu bile ifade edilebiliyor.
Odalar, maalesef, sadece kendi menfaatlerini korumaya yönelmiş kuruluşlar olarak mevcut olup vatandaşların menfaati onları fazla ilgilendirmiyor. Böyle bir meslek etiği anlayışı, genel ahlâka aykırıdır.
Meslekte suçlu olanlar, herkesin gözünde aynı derecede suçlu olmuyor. Çünkü işlenen suçu herkes bilmiyor. Kamu vicdanı bu konularla yakından ilgilenmediği için böyle bir mahkûmiyete gerek duymuyor.
Bu yüzden, genel ahlâk kaidelerine uymayan meslek sahiplerinin, ahlâk kaidelerine uymalarını sağlamak için melek örgütlerine ihtiyaç hissediliyor. Bu sebeple, loncalar, odalar, ahilik teşkilatları ortaya çıkıyor. Ama günümüzde, bunlar, gereği gibi çalışıyorlar mı şüphe götürür. Bunlar, kendi mensuplarının ahlâk kurallarına uymalarını istiyorlar. Çünkü bu teşkilatlar, mensuplarının genel ahlâk kurallarına uymalarını da sağlamak için kurulmuş teşkilatlardır. Ama görevlerini tam olarak yaptıkları söylenemez.
Her mesleğin kendine ait bir meslek etiği vardır; bu meslek etiği, aynı zamanda, toplumun da ahlâkı demektir. Öyle ise, meslek etikleri toplumun ahlâkını aksettiriyor denilebilir.
O halde, şöyle bir değerlendirme yanlış olmaz: “Ahlâkî değerlerin ihmal edildiği bir toplumda, o toplumdan çıkan meslek gruplarındaki insanlar da genel ahlâk kurallarına uymazlar. Çünkü toplum ahlâkı, çok umumî tarzda, meslek ahlâkında kendini gösterir.”
Ne kadar meslekî teşekkül bulunursa bulunsun, genel ahlâk kurallarına uymayan mensuplarını, kurallara uyulması için, ne kadar zorlarsa zorlasın, toplum ahlâkı prensipleri dikkate alınmıyorsa, bu meslek kuruluşlarıyla bir şey yapmak mümkün değildir.
Meslek etiği, toplum ahlâkı bozulduğu için, yalanı mazur göremez. Meslek etiği, bazı meslek grupları tarafından bizzat ihlâl ediliyor. Mesela bazı doktorlar hakikati gizliyorlar. Haklıyla haksızı ayırmakla mükellef olan herhangi bir avukat, haksız arkadaşlarının davranışını örtbas ederek hem genel hem de meslek etiğine aykırı davranıyor. Meslek kuruluşları bunlar hakkında çok az yaptırım uyguluyorlar. Çok az da olsa bunlar müşahede ediliyor.
Meslek kuruluşlarında, meslek mensuplarının yaptığı bazı kusurlar, o meslek grubundaki kişiler tarafından hafifçe kınanıyor. Halbuki genel ahlâk, daha şiddetli cezalandırır. Her mesleğe ait bir meslek etiği olduğunu söylemek her zaman mümkün değildir.
Genel ahlâk kaidelerine toplum içerisinde ne kadar uyuluyor ve geçerli ise, meslek etiğine de o derece uyulur.
Bir toplumda, meslek etiğinin olması için genel ahlâkın olması şart olduğu gibi, üyelere ahlâk şuurunun ve sorumluluk bilincinin verilmesi gerekir. O meslekten olanlar arasındaki sorumluluk samimiyetinin derecesine bağlı olarak, meslek etiği de iyi olur. Bu, aynı zamanda, toplumun fertleri arasındaki samimiyete de bağlıdır. Böyle bir toplumdan çıkan meslek etiği o derece güzel olur. Çeşitli kereler ifade edildiği gibi, esas olan, o toplumun genel ahlâka sahip olmasıdır. Bu ahlâk da, evrensel değerleri bünyesinde taşımalıdır.
Toplumda makyavelist bir düşünce, “amaca ulaşmak için her şey helaldir” anlayışı varsa, menfaatçilik hâkimse, yani, hem amacının gerçekleşmesi için her türlü yanlışlığı benimsiyor hem de kendi çıkarları açısından ahlâki prensiplerinden fedakârlıkta bulunuyorsa bu toplumdan çıkacak meslekî teşekküller de, meslek etiği de aynı olacaktır.
Meslek etiği, toplum ahlâkının meyvesi niteliğindedir. Fikir ve düşüncenin iyi olması, meslek etiğinin da iyi olması demektir. İnsanlar ne derece iyi fikir ve düşüncelere sahip olurlarsa meslek odalarındaki üyeler de o derecede iyi meslek etiğine sahip olacaktır. Yani, cemiyetin fertleri ne kadar iyi düşünce, fikir ve hislere sahipseler, onun meyvesi niteliğinde olan meslek etiği de o derece iyi ve güzel olur.

Barolar, Gazeteciler Cemiyeti, Esnaf ve Sanatkârlar Odaları, Ticaret ve Sanayi Odaları gibi teşekküller kurulmuştur. Bunlar, haberdar oldukları sürece teşhis edebildikleri suçları, hataları ortadan kaldırmaya ve meslek etiğini devam ettirmeye çalışıyorlar. Bu teşekküllerin, haysiyet divanları ve disiplin kurulları vardır. Bunlar, hem meslekî ahlâk hem de genel ahlâka aykırı hareket edenleri cezalandırıyorlar. Bu görev, meslek etiği kuralları çerçevesinde yapılıyor.
Genel ahlâk kaideleri insanlar tarafından kabul edilip, tatbik edildiği zaman, meslek etiği ve toplu ahlâkı iyidir. Meslek etiği kötü olduğu durumlarda toplu ahlâkı da kötüdür.
Disiplin kurulları bazı mesleklerde çok çalışmaktadır. Günümüzde, bazı pratisyen hekimler ameliyat yapıyor, bazı lokantacılar temizliğe dikkat etmiyor ve bazı fırıncılarla pastacılar pislik içinde iş yapıyorlarsa ve bu zabıta ekiplerince tespit ediliyorsa o halde meslek ahlâkında iyi gitmeyen bir yön var demektir. Bunun için, her meslekten disiplin kurulları veya haysiyet divanları çalışıyor. Bu buhranın sebebi, bu insanların, sadece, meslek ahlâkına sahip olmamaları değil; toplum ahlâkına ve genel ahlâk prensiplerine de sahip olmamalarıdır.
İletişim etiği, bu anlamda, toplumun genel ahlâkına sıkı sıkıya bağlıdır.
İnsanlar arasındaki barış ve düzen, sadece maddî unsurlardan meydana gelmez. Barış ve düzen, insanlar arasındaki sevgi, saygı ve hürmet bir ahlâk işidir. Bu unsurlar da ancak, ahlâklı olmakla mümkündür. Çünkü ahlâk sevmek ve saymak demektir. Bu ise, toplum ahlâkı ve meslek ahlâkı ile mümkündür. İnsanlar arasındaki iletişim de ancak bu şekilde mümkün olur.
Hiçbir meslek etiğinin, genel ahlâk dışında olmadığı şüphe götürmez bir gerçektir.
Meslek etiği, lonca teşkilatlarında doğmuştur. Lonca teşkilatları, aynı meslekten olan insanların, ahlâklı davranmaları, başkalarının hak ve hürriyetine saygı duymaları için kurulmuştur. Lonca teşkilatları, önce dinî teşkilatlar olarak ortaya çıkmıştır. Böyle bir teşkilatta, festival, şenlik gibi her şey, dine bağlı olarak yapılıyordu. Daha sonra, bu dinî olma hüviyetinden çıkıp, meslek dernekleri halinde kendini gösterdi. Tâ ki, Avrupa’da Hobbes’un ortaya attığı “insan insanın kurdudur” şeklindeki meşhur sözüne kadar devam etti.
Mekanikleşmenin gelmesi ve değerlerin ortadan kalkmasıyla Lonca Teşkilatları değerlerini yitirdi. İnsanlar bir takım hakları ihlâl ettiler. Yeni tedbirler alındı ve yeni kurallar kondu.
Bizde de, meslek etiğini ortaya koymak için, Türk insanının şekillendirdiği “Ahilik” teşkilatları vardı. Bu, Türkler arasında ortaya çıkan bir meslekler derneğidir. Bütün esnaf ve sanatkârları içine alıyordu.
Ahi kelimesi Arapça’dan gelir, kardeş demektir. Ahi kelimesinin içinde kardeşlik, dostluk, yiğitlik ve sevgiye dayalı münasebet vardır.
Türkçe Akı kelimesi de, yiğitlik, cömertlik ve cesaret mânâlarına geliyor. Ahi kelimesinin de Orta Asya Türkçesi’ndeki bu kelimeden geldiği iddia edilir.
İletişimin, meslek etiğinin ve üretici ile tüketici arasındaki münasebetlerin en iyi tarzda gerçekleşmesi için böyle bir teşekkül kurulmuştur. Ahilik, teşkilatın devamı açısından bazı kurallar koymuştur. Buna, Ahilik Nizamnamesi denmiştir. Niçin ahilik teşkilatı kurulmuştur?
Bu teşkilat, bazı esnaf ve üreticilerin tüketicilerin haklarına aykırı hareket etmelerini önlemek, tüketicinin haklarını korumak ve içtimai hayatın düzen içinde sürmesini sağlamak için kurulmuştur.
Bugün de, Ahilik Teşkilatına benzer meslek odaları vardır. Onlar da, iletişimi ortadan kaldıran ve disiplin suçu işleyen kişiler hakkında yaptırımlar uyguluyorlar.
Bu Nizamname’ler ve teşkilatların kuralları, yani Fırıncılar veya Terziler Odasının kuralları, insanların iyi üretimde bulunmalarını temin etmeye kâfi gelmiyor. Pek çok yanlış iş, gözler önünde cereyan ediyor. Bu insanların, meslek ahlâkına sahip olmalarını temin etmek gerekiyor. Yani, meslek etiğinin üzerinde, genel ahlâk kurallarına sahip olmalarını sağlamak gerekiyor.
Üretici ile tüketici arasındaki münasebetlerin yani iletişimin en güzel şekilde sürmesini sağlamak, iyi hareket etmekle bir başka ifadeyle, genel ahlâka sahip olmakla mümkün olur.
Ahilik, tıpkı Batı’da ortaya çıkan Lonca teşkilatı gibi, hem meslekî hem etik bir kuruluştur. Ahilik, Fütüvvetten meydana gelir. Fütüvvet, yiğitlik demektir. Fütüvvetname, insanların ahlâklı olmaları için hazırlanmış kâideler topluluğudur. Ahilik, bu kurallar manzumesinden bir şeyler alıp kendi meslekî faaliyetlerine uygun hale getirmiştir.
Fütüvvetname’lerde ahlâk prensipleri yer alır. Yiğitlik, cömertlik, doğruluk, haklara riayet, insanların birbirlerine saygılı olmaları onların içinde yer alır.
İnsanın, her şeyden önce, kendisini ve insanın değerini bilmesi lazımdır. Aksi takdirde, mekanik iletişim ortaya çıkar.
İnsanın bir ruhunun olduğunu ve buna bağlı olarak bir psikolojik durumunun bulunduğunu düşünmeden yapılan münasebetler mekaniktir. İletişimde, ahlâk kâideleri gözetilmezse, “insan insanın kurdudur” darb-ı meseli ortaya çıkar.
Bu Fütüvvetname’lerde, insanın, yeryüzünde şerefli bir varlık olduğu kabul edilir. Gerçekten de, kâinatta, insandan daha kutsal bir varlık düşünülemez. Yeryüzünde en kutsal, en kıymetli ve sahip olduğu aklî değerlerle en üstün varlık insansa o şekilde muamelede bulunmalıdır.
İletişim, bizden başkasına iyi ya da kötü olarak giderse bize de o şekilde döner. Şurası bir gerçektir ki, insanlar bencil olarak hareket ettikleri zaman, üzüntülerin içine düşer, herkesten şikâyet ederler.
Karşımızdaki insana değer verip, onun haklarına hürmet etmediğimiz için, hırsızlık, cinayet gibi kötü durumlar ortaya çıkar. Toplumsal değerler azaldığı için, bunlar ortaya çıkmış ve çoğalmaktadır.
Eskiden, insanın değeri üzerinde durmak, insana insanca muamele etmek ve iletişimin bu şekilde kurulmasını sağlamak suretiyle ahilik teşkilatları kurulup, tüzükler, kurallar oluşturulmuştur.
İletişim iyi olursa insanlar mutluluk içinde bulunurlar. Kardeşlik duyguları içinde bulunursak yani münasebetlerimiz sevgiye dayanıyorsa iletişim iyi ve güzel bir nitelik kazanır. İnsan hayatının gayesi iyiliktir. İnsan, bu dünyaya hem kendine hem de başkalarına iyilik yapmak için gönderilmiştir.
Yukarıda belirtilen tüzükler, nizamnameler sevgiye dayalı hususları ihtiva etmektedir. Bunlar, insanların sevilmesi gerektiğini, hak ve hürriyetleri olduğunu ve insana insanca davranmak gerektiğini belirtmek için kaleme alınmıştır.
Bu Nizamname’lerde geçen bir emir, ekmeklerde kömür parçalarının olmamasını, yanmış halde bulunmamalarını, bunların tetkik edilmesini, bir kusur bulunduğu takdirde ekmekçinin cezalandırılmasını âmirdir. Aşhanede aşçının pişirdiği etin çiğ ve tuzsuz olmamasını, tabakların eski ve pis olmamasını emreder.
Bu şekildeki emirler, hem üreticide hem tüketicide güzel his ve duyguların ortaya çıkmasını temin ediyor. Bundan dolayı, ekmeği veya pastayı aldığımızda nahoş bir duygu ortaya çıkmamalıdır. Sattığımız her malzeme de, insanda, güzel ve iyi duygular ortaya çıkarmalı, haz uyandırmalıdır.
Herkes kendi mesleğindeki ahlâka sahip olursa münasebetler iyi, insanlar mesut olur dolayısıyla cemiyette de iyilik ve güzellik olur.
Meslek etiğinin gayesi, insanda güzel hislerin uyanmasına vesile teşkil etmek üzere iyi davranışların vücut bulmasına imkân hazırlamaktır. İnsan, her şeyin en iyisine, en güzeline lâyıktır. Biz iyi olduğumuz takdirde herkes iyi olur. Karşımızdaki kötü diye kötü davranırsak, hem biz hem de bizim münasebetlerimizden etkilenenler kötü olur.
Bütün nizamnamelerin yapılışının tek gayesi insanın değeridir. Bunlar, genç, yaşlı, olgun, kadın, erkek diye bir ayırım gözetilmeden sadece insan için yapılmış kurallardır. İnsan, iyilik ve güzellikten hoşlanır. Biz, insanlara, iyi, güzel ve doğru olanı vermek zorundayız.
Bu tarzda hazırlanan “Nizamname”ler, insanlara, sadece, iyiyi sunmak için değil, bugünkü standartları da temin etmek için yapılmış şeylerdir. Gerçekten, bu kurallar, bir standart getirmiştir. Aynı zamanda, çalışma veya iş ahlâkını da sağlamıştır. Çalışma saatleri, şu veya bu saat diye belirlenmemiş ama çalışmalar ayarlanmıştır.
İletişim etiği, karşımızdaki insana değer vermek demektir. İnsanın tabiî haklarının başında yaşama hakkı gelir. İnsanın hayatı kutsaldır. Hiç kimse hiçbir şekilde başkasının hayatına kastedemez. İnsanın bir de ruhî veya psikolojik hayatı vardır. Buna da, kastetmemek gerekir. İnsanın ruhî hayatı, onunla kurduğumuz ilişkinin sonucuna göre iyileşir veya kötüleşir. Meslekî yönden bir tutumumuz ona acı verebilir.
İnsanın ırzı, şerefi ve haysiyetini teşkil eden manevî hayatı da çok önemlidir ve kutsaldır. Bütün dinlerde bu böyledir.
İletişim ve meslek etiği açısından, önemli olan husus, bizim davranışımızın, karşımızdaki insanın manevî (veya ruhî) hayatına zarar vermeyecek nitelikte olmasıdır. Bütün bunlar, hürriyetin kullanımı ve insana verilen değerle ilgilidir.
İnsanın maddi ve manevi ihtiyaçları pek çoktur. İletişim etiği için önemli olan, insanın bu ihtiyaçlarının tatmin edilmesi, giderilmesi meselesidir. Manevî ihtiyaçlardan en önemlisi, onun muhtaç olduğu sevgidir. Elbette, insanın en çok sevgiye ihtiyacı vardır. Karşımızdakini insan olarak sevmeliyiz. Ama öncelikle, onun özelliklerini bilmeliyiz ki, sevebilelim. Sevgi, nesnesine bağlı olarak şiddet gösterir. Ne kadar çok tanırsak, o derece severiz. O insanın, örf, âdet, değer hükümlerini ve ihtiyaçlarını bilmeliyiz ki, onu sevelim.
İletişimde, gereken unsurlardan bazılarında eksiklik olunca insanlar kötü durumlara düşerler.
İletişimin iyi bir temele oturabilmesi için insan sevgisine, insanın psikolojik, ruhî yönüne önem verilmesine dayanması lâzımdır.
Meslek etiği, iletişim etiği yönünden fevkâlade önemli bir husustur. Her sosyal faaliyet, kendisine has bir disiplin meydana getirir ve bu disiplin ile varlık gösterir. Toplumsal bir teşekkül ve bir grup varsa, bu grup, kendi varlığını koyduğu kurallar çerçevesinde göstermeyi arzu eder. Çünkü bu kurallar onun varlığının işaretidir. Onlarla varlık gösterir. Mesela, Barolar Birliğinde disiplin kuralları, öğretmenler için tüzük, yönetmelikler vardır. Her topluluk kendi varlığını kurallar, yani ahlâkî disiplinler ile göstermektedir.
Her toplumsal grup, birtakım bölümlerden meydana gelir. Mühendisler, tabipler odası, millet, şehir, semt, mahalle, aile, fert, esnaf ve sanatkâr toplulukları gibi.
Her toplulukta, en büyükten en küçüğe inen gruplar arasında, davranışların ve insanların birbirleriyle münasebetlerinin hangi şekilde olacağını gösteren prensipler vardır. Buna etik kurallar veya ahlâk kuralları diyoruz. Ailenin, ziraat, esnaf odalarının vb.nin ahlâk kuralları vardır. Bu küçük gruplar, neden ahlâk kurallarına ihtiyaç hissetmiştir? Ancak bu etik kuralları ile varlıklarını devam ettirirler. Varlıklarının devamı için bu etik kuralları şarttır ve gereklidir.
Sosyal gruplar sadece kendi varlıklarını devam ettirmek için mi yoksa başka bir şey de düşünerek mi bu kuralları koymuşlardır?
Elbette, kişinin çıkarları ile toplumun çıkarları her zaman uyuşmaz. Nitekim fırıncılar ekmek fiyatlarını istediği gibi belirlemek istiyorlar.
Her şahıs veya grup, sadece kendi menfaatini düşünerek mesleğini yaparsa kargaşa olur, düzensizlik ortaya çıkar.
Toplumun ihtiyaçlarının korunmasını sağlamak için, meslek odaları tarafından meslek etiği dediğimiz kurallar manzumesi, disiplin kâideleri konulmuştur. Böylece, hem kendileri hakkında kötü düşünülmesini önlemiş, hem de toplumun menfaatlerini korumuş oluyorlar. Bu amaçla çıkarılan disiplin kâidelerine “meslek etiği” diyoruz. Bunlar, toplumun menfaatlerine uygun olmayan kişinin menfaatlerini, toplumun menfaatlerine uygun hale getirmek için koyulan kurallardır. Kişileri ilk anda ilgilendiren, kendi menfaatleridir, toplumun menfaatleri ile çok ilgilenmezler.
Kişiler, toplumun menfaatlerini umumiyet itibariyle düşünmezler, ama düşünmek zorunluluğu vardır. Başka bir meslekten olan kişinin toplumun menfaatlerini düşünebilmesi için bazı disiplin kurallarına ihtiyaç vardır. İşte, bunlara meslek etiği diyoruz.
Sadece kendi menfaatiyle ilgilenen meslek sahibi kimselerin düşüncesi doğru değildir. İnsanın menfaati toplumun menfaatine bağlıdır. Toplum menfaati düşünülmüyorsa, kişinin menfaati de tepkiyle karşı karşıyadır. Çünkü kişinin menfaati de toplumun menfaatine bağlıdır.
İnsanoğluna toplumun menfaatini, toplumun menfaati ile kendi menfaatinin birbirine bağlı olduğunu düşündürebilmek için, meslek ahlâkı dediğimiz disiplin kuralları oluşturmak mecburiyeti hâsıl olmuştur.
Bir avukatın, haksız olanı, kendi ünü için, hakikatleri ters yüz ederek haklı çıkarması, haksız kişinin aklanmasını temin etmesi, kendi menfaati için uygun görünse de toplumun menfaati açısından hiç de uygun değildir. Haklı ve haksız kavramlarının insanların gözünde itibar kaybetmesine sebep olur, bu da, toplumda düzensizlik meydana getirir; haksızlar çoğalır, haklılar haksızların karşısında bir şey yapamaz hale gelir. Bu nedenle, meslek etiği zorunlu hale gelmiştir. Kişi, kendi menfaatinin toplumun menfaatinden üstün olduğunu düşünür. Halbuki üstün olmadığını, onun toplumun menfaatine bağlı olduğunu, kendi menfaatini toplumun menfaatlerinin önüne çıkarması halinde toplumda kargaşa olacağını birilerinin bildirmesi lâzımdır. Bu da, meslek odalarıdır. Yani, meslek odaları, insanın tabiatı gereği daima kendi menfaatleri doğrultusunda hareket etmelerini önlemek için ortaya çıkmıştır.
Ahlâk disiplinleri veya meslek etiği, kişinin ait olduğu kurumun menfaatlerini korur. Ticaret odaları hem tacirin hem de toplumun menfaatlerini korumak için birtakım kurallar koyar. Yani, bu meslek organizasyonları, hem kendi üyesinin hem de toplumun menfaatlerini korumak için mecburiyetler ortaya koyar, toplumsal ve sosyal düzeni temin eder.
Meslek etiği ve bu etiğin içinde yer alan meslek disiplin kuralları, hem o kişinin hem de toplumun menfaatlerini korur ve toplumda düzeni sağlar. Bu da iyi bir iletişimin doğmasına imkân verir.
İnsanın kendi çıkarları doğrultusunda hareket etmesi halinde düzensizlik ve kargaşalık olur, menfaat savaşı ortaya çıkar ve saldırganlık baş gösterir. Bir kişi, bir meslek grubunun suçlanmasına sebep olabilir ve bizde, o meslek grubuna karşı saldırgan tutum oluşur. Her meslek grubu, üyesinin bencil davranışlarda bulunmasını önlemek amacıyla disiplin kaideleri korur. Buna meslek etiği denildiğini ifade etmiştik. Meslek etiğinde insanlar düşünceli hareket ederlerse kendi menfaatlerinin toplumun çıkarlarında olduğunu görebilirler.
Diğer yönden, davranışları akıl yönlendirmediği zaman insanlar zor duruma düşerler.
Ahlâk, insanlara, kendi dışında bulunan gayeleri gösterir. Bizim mutluluğumuz, içimizdeki, toplumun mutluluğu ise dışımızdaki bir gayedir. Ahlâk, hem insanı hem de toplumu mutlu etmek ister. Meslek etiği, dıştaki gayeleri esas almaktadır. Ahlâk toplumsal güzellikleri göstermek suretiyle huzuru temin etmektedir. Meslek etiğinin de gayesi budur. Bu sebepten dolayı, ahlâk ve meslek etiği kişisel menfaatlerin üzerindedir. Kişi, meslek etiğini böylece kabul eder; kendi menfaatlerine aykırı olsa da meslek etiğine uygun şekilde hareket etmeyi kendisine zorunlu hisseder.

İletişim Etiği ve Gazetecilik:
Osmanlı devleti zamanında, özellikle, 17. ve 18. yüzyıllarda, yavaş yavaş Batı’daki Lonca sistemlerinin meslek teşekkülleri arasına girdiğini görüyoruz. Başlangıçta, dini bir kimlikteki Ahilik teşkilâtı, loncaların girmesi ile bu dinî kişiliğini kaybeder.
Bu değişiklikten sonra meslek teşekkülleri, sadece, Müslümanların dâhil olduğu ahilik teşkilâtı olmaktan çıkar. Müslümanların yanında, Müslüman olmayanlar da bu teşkilatlara üye olurlar. Ahilik teşkilatlarının bu hale gelmesinde Loncaların tesiri vardır. Loncalar, Tanzimat döneminde dernek teşekkülleri olarak kendini gösterirler.
Tanzimat döneminde, gazetecilik ortaya çıkar. İlk gazeteler, Türkçe değildir. Bir meslekî örgütlenme olmadığı için, meslek etiği nizamnameleri yoktur. Tanzimat’tan önce Müslüman olmayanlar gazete çıkarıyordu. Onların, kendi aralarında dayanışma vardı, ama meslek etiğini meydana getiren tüzük veya yönetmelikleri yoktu. Onlar da, kendi aralarında, Batı’da olduğu gibi bir dermek kurma faaliyetine girdiler. Hükümet bu gazetelerin faaliyetlerini yakından izliyordu.
İlk Türkçe gazeteyi çıkaran bir İngiliz’dir. Gazetecilik (basın) ahlâkı, belki ilk Türkçe gazete ile ortaya çıkıyor. Gazetecilik ahlâkının genel ahlâk kurallarına uygun olması isteniyor.
Halbûki günümüzde, bütün Müslüman ülkelerinde, çok çelişkili bir durum vardır. Din ve genel ahlâk kaideleri halkın doğru bilgilendirilmesini, doğrunun verilmesini istediği halde Müslüman ülkelerde, bazı basın organlarının buna uygun hareket etmediği görülür.
Cumhuriyetten önceki gazetelerin bir desteğe, dayanağa, mali yönden teşvik edilmeye ihtiyaçları vardı; dolayısıyla, kendilerini destekleyen kişi ya da grubun fikirleri doğrultusunda yayın yapıyorlardı. O ilk devirde çıkan gazetelerde, doğrular kısmen söyleniyordu. Bu yüzden, genel ahlâk doğrultusunda hareket edildiği görülmüyordu. İnsanlara doğru haber ulaştırılması konusunda, dini emirlerin yanında hükümetin çıkardığı kanun da vardı; ama kanunlara uyulmuyordu.
Bu gün de, aynı şeyler söz konusudur. Dinimiz, “bir haberi aldığınız zaman o haberi tahkik edin, doğru mu değil mi araştırın ondan sonra halka verin” diyor. Aksi halde, halk yanlış bilgilendirilmiş ve gazeteciler genel etiğe aykırı hareket etmiş olurlar.
Basın ve yayın hayatında, genel ahlâka uygunluk ve olması gereken gerçek birbiriyle çelişmemesi gerekirken, böyle olmamıştır. Şu bir gerçektir ki, şekli ve cinsi ne olursa olsun, insanlar, bir inanca sahiptirler. Türk basın hayatında, bu husus göz ardı edilmiş ve genel ahlâk kaidelerine uyulmayan durumlarla karşı karşıya kalınmıştır.
Tanzimat döneminde, çıkan gazeteyi destekleyen şahıs ve grupların tesirinde kalınmıştır. Müslüman olmayanların çıkardığı gazetelerde, yazarlar, kendi düşünceleri doğrultusunda haber veriyorlardı. Bu, bir anlamda, doğal, ama ahlâka da uygun olması gerekirdi. İlk Türkçe gazetenin ortaya çıkmasıyla, Türklerin de, kendi inanç, görüş ve düşünceleri doğrultusunda yayın yapmaları gerekirken genel ahlâk kurallarına ve meslek etiğine aykırı davranılarak birbirlerinin aleyhinde olan haberler verildi.
İlk Türkçe gazete Takvim-i Vekâyi, devlet eliyle çıkarılmıştır. “Vakanüvis”ler tarihi ve günlük olayları günü gününe kaydediyorlardı. Müslüman olmayanların çıkardığı gazeteyi görünce, vakanüvisler, olayların halka ulaşabilmesi yönünde ve hükümetin politikasına uygun haberler vermeye başladılar. Görevleri iç ve dıştaki olayları halka doğru olarak duyurmaktı.
Türklerin çıkardığı ilk gazete Tercüman-ı Ahvâl (1860)dır. Meslek etiğinin bozulması ve iletişimin olumsuz yönde gelişmesi ta o zamanlardan başlamıştır. İnsan, içinde bulunan çağa ve içinde yaşanılan duruma göre mi, gazetecilik ahlâkına sahip olacaktır?
Zaman, şartlar ne olursa olsun gazetecilik mesleğinde doğru haberlerin verilmesi ve gerçeklerin yansıtılması gerekir.
Bunu temin etmek üzere hazırlanmış bazı Basın Ahlak İlkeleri şöyledir:
1. Bir amme müessesi olan gazetecilik mesleği, bu mesleğin dışında kalan özel veya ahlaka aykırı maksat ve menfaatlere alet edilemez ve amme menfaatine zarar verici bir şekilde kullanılamaz.
2. Yazı, haber, fotoğraf vesaire şekillerde yapılacak yayınlarda şu hususlar riayet edilir:
a. Ahlaka aykırı veya müstehcen yayında bulunulamaz.
b. Şahıs, müessese ve zümreler hedef tutulan yazılarda galiz kelimeler kullanılamaz, şeref ve haysiyetlere karşı haksız yayın yapılamaz.
c. Amme menfaatini ilgilendirmeyen hallerde fertlerin hususi hayatları küçük düşürücü şekilde teşhir edilemez.
d. Şahıslar müesseseler veya zümreler aleyhine iftira ve isnatta bulunulamaz.
e. Din istismar edilemez.
3. Haberlerde ve olayların yorumunda hakikatlerden tahrif veya kısaltma yoluyla maksatlı olarak ayrılanamaz, doruluğu şüphe uyandırabilen ve tahkiki gazetecilik imkânları içinde bulunan haberler tahkik edilmeden ve doğruluğuna emin olunmadan yazılamaz.
4. Gazetenin veya gazetecinin şahsi veya taraf tutan kanaatlerine metninde yer verilemez.
5. Haber başlıklarında, haberin ihtiva ettiği hususlar tahrif edilemez.
6. Amme menfaati mutlak lüzum göstermedikçe ‘mahrem’ kaydı verilen malumat
yayınlanamaz.

Gazeteciler, kendi aralarında, Batı’da olduğu gibi, bir dernek kurmayı düşünüp, bazı toplantılar yaptılarsa da ilk aşamada bir dernek kuramadılar. Gazeteciliğin nasıl olması gerektiği konusunda karar almaya çalıştılar. Sultan Abdülhamit, Batı’da bir gazetecilik derneği olup olmadığını öğrenmek amacıyla Fransa’ya bir adam gönderdi.
1860 yılında, Matbaat-ı Osmaniye Cemiyeti adı altında dernek kurulmasına karar verildi. Bu çalışmalar, 1935’de kurulan Basın Kurulu’nun kuruluşuna kadar muhtelif fasılalarla devam etti. İlk çıkan gazeteden sonra, 1935’e kadar, başka gazeteler de çıktı. Basın ahlâk yasasına doğru yavaş yavaş adımlar atılmaya başlandı.
Belli bir dönemden sonra, gazetelerin birdenbire çoğaldığı görüldü. 1950’den sonra basın hayatında değişiklik oldu ve gazete sayısı bir hayli arttı. Bu sebeple, gazetecilik mesleğinde basın ahlâkı olmasına ihtiyaç hissedildi.
Her dönemde, grup ve şahıslar kendi görüşlerine göre gazetecileri desteklediler; bu hâlâ da aynı şekilde devam ediyor. Bu gruplar veya insanlar, kendi fikirlerini halka mal etmek için gazete çıkarıyorlar.
Gazeteciler arasında, hiç olmazsa haberlerin doğru verilmesi, kamuoyunun yanlış yönlendirilmemesi konusunda görüş birliğine varılmışsa da bu hiçbir zaman gerçekleşmedi.
Bu bilgilerin çoğunu aldığımız Hatemi’nin kaydettiği gibi, 27 Haziran 1938’de Basın Birliği kurulması için kanun kabul edildi. Neden Basın Birliği kurulmasına ihtiyaç vardı? Çünkü insanlar, farklı kültür ve değer yargılarına sahip, gazete sahipleri de farklı tarzda insanlardı. Demek ki, bu gün olduğu gibi, genel ahlâk kurallarına ve meslek etiğine tam olarak uyulmuyordu. O dönemde, basın ahlâkını belirleyen nizamnâme de yoktu. Bu yüzden, bir basın ahlâk kanununa ihtiyaç vardı.
Bundan sonra, gazeteler, bir müddet, hiç olmazsa toplumun düşüncelerinin yönlendirilmesinde ahlâk kurallarına uygun yayın yaptılar.
Demokrat Parti döneminde gazetecilikte bir baskı olduğu ve aleyhte yayınlara bir sansür uygulandığı kaydedilir.
1960’dan sonra, gazetecilikte büyük gelişmeler oldu. Basın Ahlâk Yasası ve Basın Şeref Divanı gibi kuruluşlar Türk gazetecilerinin hayatına girdi. Basın Ahlâk Yasası, bir kanun değildir. Her gazeteci, uymayı taahhüt ediyor, ama uymayanlara hiçbir müeyyide uygulanmıyor. Bu yüzden, basın hayatını düzenleyecek bir yaptırım yok. Ama buna şiddetle ihtiyaç hissedilmiş. Konu ile ilgili olarak yukarıda kaydettiğimiz Basın Ahlâk Yasası kurallarından bazılarını tekrar eder ve bir yorum getirirsek durum şöyledir:
1. Basın ahlâkı, doğru haberleri kamuoyuna nakletmek ise, basın mensuplarından bunlara uymayı beklemek, insanların hakkıdır. (Ama uyulmadığı için kamuoyundan ve siyasî otoriteden şikâyet geliyor. Basın ahlâk yasasına uyulup uyulmadığı konusunda gazetecilere hâlâ sorular soruluyor.)
2. Gazetelerde çıkartılan resim ve karikatürler müstehcenlik kaidesine aykırı olamaz, milletin örgüne, âdetine aykırı olamaz. (Ama bunlara hâlâ uyulmuyor, birçok gazete ve mecmua müstehcen sayılan resimleri boy boy basıyorlar.)
3. Din istismar edilemez. (Ama bazı gazetelerde dinin istismar edildiğini hâlâ görüyoruz.)
4. Haberler tahrif edilemez, olduğu gibi anlatılır. (Ama haberciler, haberleri yorumluyor ve objektiflik ortadan kalkıyor, toplumun düzeni bozuluyor. Kamuoyu yanlış şekilde yönlendirilmiş oluyor. Bunlar, iletişim etiğine uymayan hususlardır.)
İletişim etiği, meslek etiğini içerdiğine göre, basın ahlâk yasasının mutlaka kanunla tespit edilmiş olması gerekir.
Haberlerin değiştirilerek, yorumlanarak anlatılması, bizim toplumumuzda ahlâka daha fazla itibar edilmemesi, toplumun sekülarize olmasından kaynaklanıyor.
Basın Şeref Divanı, basın ahlâkına aykırı davrananlara gerekirse ceza veriyor, ama Basın Şeref Divanı, maalesef az çalışıyor. Yanlış haberler verenlerin çok azı muhakeme edilmiştir.
Hem kendi gazetecilik tarihimiz hem de basın açısından dikkat edilmesi gereken husus, kamuoyunun kültürünü ve genel ahlâk kurallarını bilip, ona göre hareket etmeleridir. Ayrıca etik kuralların neler olduğunun da insanlara gazeteciler tarafından verilmesidir.
Gazetelerin toplatılması ve kapatılmasında kanun var, ama yeterli değildir. Esasen, gazetelerin cezalarla uslandıkları da tespit edilmiş değildir.
Gereken medya ahlâkına sahip olmak, gazetecilik ahlâkından ayrı düşünülemez.
Her meslek kuruluşu, özellikle de, gazetecilik kuruluşu, gazetecilik etiğine ve onun kurallarına uygun hareket etmelidir. Çünkü kamuoyunu oluşturma gibi bir husus söz konusudur. Yanlış haber verme, yönlendirme cemiyetin düzenini bir anda altüst edebilir.
1960 hükümet darbesinden sonra, 1961 Anayasasına, basınla ilgili bazı maddeler kondu. Anayasanın 23. maddesi, bu tür maddelerin korunmasına gerekçe olarak, gazetecilik hayatında, bazı kişilerin, kamuoyuna doğru haber verme yerine aşırılığa gittiklerini söylüyor ve gazetecilik mesleği içinde, iletişim etiği, gazetecilik ahlâkı ve matbaa ahlâkına aykırı davranmalarını sebep gösteriyor. Bu maddeler, basın ve yayın hayatına temel hak ve görevler getirmiştir.
“Basın hürdür, sansür edilemez” kuralı burada ifade ediliyor. Daha sonraki tarihlerde, “Basın istediği şekilde hareket eder” düşüncesi ortaya çıktı.
Türk basın hayatında, yukarıda ifade edilen “Basın hürdür, sansür edilemez”, kuralı sadece gazeteciliğe has olarak kabul edildi ve vatandaşların hakkı gasp edildi. Maalesef, bazı gazeteciler, gelenek ve göreneklere, inanç ve akidelere aykırı, onları tahrip edecek yayınlar yapıyorlar, ama vatandaşın hakkını ve hukukunu koruyan yok…
Basına, kamuoyunun doğru tarzda bilgilendirilmesi ve yanlış yöne sevk edilmemesi konusunda da görev verilmesine rağmen kimileri buna aykırı hareket etmekte devam ediyorlar.
Devlet, vatandaşın haber alma hürriyetini engelleyemez, aksine, vatandaşın haber alma imkânlarını genişletir. Basın-yayının, devletin imkânlarından eşit tarzda faydalandırılması, yönetime veya devlete yüklenen görev bir görev olduğu halde, bu eşitlik ilkesi bizzat yönetim veya devlet tarafından iğfal edilirken kanunla temin edilmiş basının görevleri hususunda hiçbir özen gösterilmiyor.
1982 Anayasasında, “Vatandaş düşünce ve kanaatlerini yayabilir ve basabilir” ifadesi vardır. Bu hürriyet, zaman zaman kimi basın yayın organları vasıtasıyla kötüye kullanılmaktadır.
Türkiye’de, basın ahlâk kanunu ve haberleşme hürriyeti ile ilgili kanunların boşluklarından faydalanılarak düzenin bozulmasına yönelik faaliyetlere girilmiştir. Devlet bunları önleyecek kanunlar çıkarıyor, ama kanunların ifade ettiği değerler değişmiştir.
Ahlâk kuralları evrenseldir, herkes tarafından aynı şekilde kabul edilir. Birtakım değer hükümleri içerikleri kaybetmiş olabilir, ama ahlâk hükümleri değişmez. Kişinin manevî hayatı, haysiyeti ve şerefi korunmuştur. Hiç kimse, bu korunmuş değerlerin aleyhine yazı yazamaz. Ama yanlış bir basın ahlâkı anlayışı, insanların manevî hayatına saldırıya kadar gidiyor.
Medyanın görevi, 1961 ve 1982 Anayasalarında olduğu gibi, kamuoyunun veya halkın menfaatlerinin korunması ve halkın istismar edilmemesidir. Buna yönelik ceza hükümlerinin konması bu sebeptendir.
Bazı gazeteler, iletişim etiğine aykırı faaliyette bulunuyorlar. Görevleri doğru haber ve yazılarla insanları aydınlatmak olduğu halde, küçük de olsa promosyonla vatandaşı istismara yöneliyorlar. Vatandaşın doğru haber alma ihtiyacını temin yolunda bir faaliyete girecek yerde, gazetecilik ve matbuat ahlâkına aykırı olarak pek de aslı olmayan sansasyonel haberler vermek suretiyle gazete satma yoluna gidiyorlar. Bir grubu diğer bir grubun üzerine salmak amacıyla, ideolojik haber verip yayınlar yaparak iletişim ahlâkına aykırı davranıyorlar.
Kanunlar, 18 yaşından küçük çocukların ruhî gelişmesini bozacak, fikren sarsılmalarına sebep olacak yayınları yasaklarken gene kimi medya grupları, bu yasaklara aykırı davranarak meslek ahlâkına aykırı hareket ediyorlar, iletişimi olumsuz yönde etkiliyorlar.
Genel ahlâka sahip olunmazsa, içinde yaşanılan toplumun kültürel değerleri ve inançları bilinmezse, bunlara saygılı olmak mümkün değildir. Sadece, patronun menfaati içinde hareket edip şiddet ve kan dolu yayınlar yapılırsa, bunları gören küçük çocukların saldırgan olmaları pek tabiidir. Üzülerek söylemek gerekir ki, Türk medyasında yapılanlar bunlardır.
Oyuncakçılık sektöründe de, saldırganlığı ihtiva eden oyuncaklar ortaya çıkmış ve çocukların, medyadaki bu yayınlar sebebiyle, saldırganlığı simgeleyen bu tür oyuncaklara yöneldiği görülmüştür. Meslek etiğiyle bağdaşmayan bu faaliyetlerin, iletişim ahlâkına faydadan çok zararları vardır. Gazetecilikte en önemli şey, gazetecinin meslek etiğinin kurallarına göre hareket etmesidir.
Bazı gazete, mecmua ve televizyonlarda, insanların değer hükümleriyle alay edilir yayınlara rastlanmaktadır. Birçok gazete, mecmua ve televizyon vatandaşları hiçe saymakta ve istedikleri gibi yayın yapmaktadırlar. Meslek ahlâkıyla bağdaşmayan bu yayınlar, iletişim ahlâkının yokluğuna delalet etmektedir. Doğru yayın yapan medya mensuplarına diğer meslektaşlarına meslek etiği ve ahlâkın evrensel kurallarını hatırlatma konusunda görev düşmektedir.
Basın hürriyetinin toplumu istismar etmek suretiyle kullanılması, haber yapılması doğru değildir. Meslek etiğinin yerleşmesi hususunda, yöneticiler ve eğitimciler büyük bir sorumlulukla karşı karşıya bulunmaktadırlar. Vatandaşın hak ve hürriyetlerini koruma açısından birçok önemler alınmışsa da kanunların işleyişi yönündeki gevşeklik, bunu gerçekleştirememektedir. Dolayısıyla, iletişim etiği kaybolmaktadır.
Anayasada halkın haber almasına, çeşitli düşünce ve kanaatlere ulaşmasına, kamuoyunun serbestçe oluşmasına, cevap ve düzeltme hakkına v.b. lerine yer verilirken, bunlara gereği gibi uyulmamakta, menfaatler ön plana çıkmakta ve haberleşme hürriyeti kötüye kullanılmaktadır.
1961 ve 1982 Anayasalarına bağlı olarak Basın kanununda ispat hakkı üzerinde durulmuştur. Gazete, mecmua ve televizyonlarda çıkan haberlerde, herhangi bir iddiada bulunan kimse, o iddiasını kanıtlamak, ispatlamak zorundadır. Türk basın hayatında ispat hakkı tam olarak kullanılamıyor. Düşünce ve kanaatler, söz, çizgi ve resim yoluyla yayılabilir, ama başkasının düşünce ve kanaatlerini tahkir edici yönde olmamalıdır.
Televizyon yayınlarında, meslek ahlâkının temin edilemediği ve kanunların yeterli olmadığı görülünce, RTÜK diye üst kurul kurulmuştur. Anayasamız, basına, haber alma ve yayma, düşünce ve kanaatleri serbestçe ifade etme hürriyetini getirmiştir; ama bunlar hiçbir zaman, devletin ve milletin düzenine, insanların değer hükümlerine, ahlâkına aykırı olmamalıdır kaydını da koymuştur. Meslek etiğinin gerçekleşmesi için alınan bu önlemlere rağmen genel ahlâka riayet edilmediğinden bozukluklar baş göstermektedir.
Basın Ahlâk Yasası ve Basın Şeref Kurumu’nun varlığına rağmen, basın, meslekî açıdan, kendini denetleme görevini yapamamıştır. Basın Şeref Divanı, halkın düşünce, inanç ve kanunlarla belirtilmiş haklarına aykırı hareket edemler için, kovuşturma ve cezaî sorumlulukları uygulamak amacıyla kurulmuştur.
Bu kurum, meslek etiğine uymayanlar için, maddî ceza olarak Basın İlan Kurumu aracılığıyla, ilanları kesme yoluna gitmiş gitmişse de meslek ahlâkının gelişmesine katkıda bulanamamıştır. Mahkemelerdeki pek çok dava ya sonuçsuz kalmış veya etkili olamamıştır. Çünkü genel ahlâk olmadan meslek ahlâkının olması mümkün değildir.
Gazete ve mecmuaların yaşayabilmesi için ilan şarttır. Ülkemizde, ilanlar kesilince bazı yayın organları, finans eksikliğine düştükleri için, bu defa da, kendilerine verilen ilanı kesen hükümetler, müesseseler ve Basın İlan Kurumu hakkında doğrudan ve dolaylı aleyhte yayınlarda bulundular. Bazı yayın organları, ya doğrudan ya da protesto mahiyetinde Basın Şeref Divanının toplantılarına katılmadılar; hatta bu kurumdan ayrıldılar. Böylece, meslek ahlâkını yerleştirmekle görevli Basın Şeref Divanı yeterince çalışamadı.
Basın Şeref Divanının görevi basın yayın organlarının basın ahlâkına uygun davranmalarını denetlemektir. Ama gazetelerde basın ahlâkına aykırı yayınlar çıktı. Basın Şeref Divanı bu gazete ve mecmualara cezalar verdi, ilanlarını kesti. Bazı yayın organları bunları itibara almadı.
Basın Şeref Divanı toplatılması gereken bazı basın organlarını, mahkemelere bildirdi, ama mahkemeler, kanunlardaki yetersizlikler sebebiyle, bu yayınları toplatamadı; bunlar hakkında tam manada kovuşturma yapılamazken bu organlar meslek ahlâkını hiçe sayarak yeni hatalar yapmaya devam ettiler.
Alınan önlemler caydırıcı olmadığı için, cezalar gerekli sonucu vermedi. Basın Şeref Divanı, basın etiği ve genel ahlâka aykırı hareket eden basın organlarını teşhir etti; ama bu teşhire de ehemmiyet veren olmadı ve bu çaba da sonuçsuz kaldı. En etkili olan Basın İlan Kurumunun ilanları kesmesi oldu. Bu ceza gazete ve mecmuaları can evinden vurdu.
Abone ve satışlar basın organlarının satışlarını yeterince karşılayamıyordu. İlanlar kesilince basın organlarının birçoğu zararına çıkmaya başladı. Sık sık tekrar edilen yanlışlar sebebiyle ilanlar kesilince zor durumda kaldılar ve 1950-1980 arası, Basın Şeref Divanına yüklendiler. Basın Şeref Divanı faaliyetlerini yürütebilmek için yeterli malî kaynaklara sahip değildi, bu da etkili oldu.
Basın organları arasında siyasî, ideolojik çatışmalar ortaya çıktı. Kendi ideolojilerine göre haber verme, yorumlama ve kamuoyu oluşturma yoluna gittiler. Bu durum Basın Şeref Divanına da intikal etti. Basın Şeref Divanında haklı gören ve görmeyen oldu. Özellikle 1980’den önce basın organlarında adeta kamplaşma oldu. Haber ve yayınlar herkesin kendi ideolojik ve siyasî anlayışına göre çıktı; hatta Anayasanın amir hükümleri bile bunları engelleyemedi.
Sonuçta, 1980 darbesinde, Basın Şeref Divanı, basın ahlâk yasasına uygun olarak cezalandırmada bulundu, bazı kararlar aldı ama bu kararlar gazete ve mecmua tarafından benimsenmedi. Pek çok gazeteci ve fikir adamına göre, basın hayatında standart bir basın ahlâkı kurulamadığı için basın-yayın organlarının faaliyetlerini denetleyen kurumla basın arasında çatışma oldu. Basın Şeref Divanının bazı üyeleri, “basın hürdür, sansür edilemez” diyerek basına herhangi bir baskı yapılamayacağını savunurken; Anayasanın amir hükümlerini esas alanlar ise, yanlış haber, yanlış yorum ve dolayısıyla kamuoyunun yanlış yönlendirilmesini önlemek için basına bazı sınırlamalar getirilmesini istediler.
Gazeteci ve bilim adamlarının toplandığı bir sempozyumda Türkiye’de Basın Konseyi kurulması kabul edilmedi. Daha sonra, bir Basın Konseyi kuruldu. Basın Konseyi, Basın Şeref Divanının görevlerini üstlendi. Amacı, halkı doğru bilgilendirmek ve kamuoyu oluşturma gayesini temin etmeye matuftu. Daha önceki kanunlar değiştirilerek basın organları düzenleme altına alınmaya çalışıldı.
Basın Konseyi ve onunla gelen basında standart ahlâkın ortaya çıkmasını sağlayacak düzenlemeler ilk önce tesirli oldu; ama zamanla gücünü yitirdi ve aldığı kararlar geçersiz olmaya başladı.
Paneller ve toplantılarda, “Basın hür müdür?” “Basın her istediğini yazıp, kamuoyunun değer ve kıymet hükümlerini göze almaksızın yayın yapabilir mi?” ve basının sınırsız olup olmadığı tartışıldı, nelerin zararlı olup, olmadığı gündeme geldi. Kıymet hükümlerinin değiştiği ve basının faaliyetlerinde bu değişen değer ve kıymet hükümlerinin göz önünde bulundurulmasının önemli olmadığı söylendi. Bu çok yanlıştı. “Basın hürriyeti hiç kimse tarafından kaldırılamaz” diye müdahale edenler olduğu gibi, basın yalan haber veremez kendi ideolojilerine göre kamuoyunu yanlış yönlendiremez diyenler de oldu.
Sosyalist ülkelerin hepsinde basın, devletin denetimi altındadır. Totaliter rejimlerde böyle olması doğal görülebilir. Ama hür rejimler için bu söz konusu olamaz.
Bu itibarla, devletin geleceği ve itibarı, devamı açısından basına sınırlar getirildi. Basının hür olması, elbette devletten bağımsız olması demek değildir. Çıkar grupları, siyasetçi ve devleti idare edenler, ekseriyetle de çıkar grupları, basın organlarını kendi çıkarları doğrultusunda kullanıyorlardı. Çıkar grupları, basın organlarını satın aldı, müşterek hareket etmeye başladılar. Böyle olunca, Basın Konseyi ve yönetim arasında kavgalar ve anlaşmazlıklar başladı. Birtakım çıkar grupları, gazete ve mecmuaları ellerine geçiriyor ve faaliyetlerine aynen devam ediyordu. Mesela, geçmişte Abdülhamit’e karşı yayın yaptıkları gibi, günümüzde de kendi menfaatlerine aykırı davranan yönetimler aleyhinde aynı hareketleri sergiliyorlar. Faaliyetler aynı, ama sadece tellaklar değişti. Çıkar gruplarının menfaatleri korunmaya başlandı.
Basında danışıklı dövüşler oldu. Sırf çıkar gruplarının menfaatlerini korumak için bir gazete başka bir gazeteyle birbirinin aleyhinde bulunuyormuş gibi faaliyetler içine girdiler.
Anayasanın istediği basının hür olması ve sansür edilmemesi, kamuoyunun haberleşme hürriyetinin engellenmemesi, insanların düşünce ve vicdan hürriyetine sahip olarak düşünce ve fikirlerini ortaya koyabilmesiydi. Anayasa, hem vatandaşı hem basını koruyordu, ama Türk Basın organları, Anayasanın istediğinin aksine sadece çıkar gruplarının menfaatlerini korur hale geldi.
Türkiye’de, çıkar grupları ile basın arasında kavgalar oluyor, gazetelerin dağıtımının durdurulması gibi faaliyetler ortaya çıkıyor. Türkiye basın hayatında standart bir meslek ahlâkı teşekkül etmiş değildir. Meslek ve genel ahlâk açısından, Basın Ahlâk Yasası, Basın Şeref Divanı ve Basın Konseyi görevlerini yerine getiremiyor. Gazete ve diğer basın-yayın organları çıkar grupları doğrultusunda yayın yaptığı için ülkemizde gerçek anlamda basın ahlâkı vücut bulamamıştır.
İnsanlık tarihi, daima, bir iletişimin varlını göstermiştir. Bu iletişim, çeşitli şekillerde vücut bulmuştur. Küçük gruplar halinde olan ilk insanlar arasında da, konuşma var. Onlar, iletişimi sözlü olarak yapıyorlardı; çünkü kelimeleri ve eşyaların isimlerini biliyorlardı.
İnsanlar arasındaki bu iletişimin, belli grupların menfaatine olduğu bilinen bir gerçektir. Eski dönemlerde, kral, imparator ve etraflarında bulunan insanlar, iletişimi kendi çıkarları doğrultusunda yönlendiriyorlardı. Bu dönemlerde, iletişim ahlâkı, belli çıkar gruplarının menfaati doğrultusunda yer alıyordu. Mesela Roma’da, ve senatodakiler, insanlar arasındaki iletişime hâkim durumdaydılar. İnsanları onlar yönlendiriyordu. Yunan’da, Mısır’da Yahudi krallıklarında, Türk devletlerinde de aynı şekilde olmuştur. Ama bazı kavimlerde ve milletlerde, mümkün olduğu kadar iletişim etiğinin gerekliliği ve bu ahlâk çerçevesi içinde menfaatlerin korunması gerektiği bilinmiştir.
1950’lerde nüfusun 20 milyon civarında olduğu Türk toplumunda, çıkar grupları ve zenginler çok değildi. Basın ve iletişim etiği, gazetecilik ahlâkına uygun bir seyir takip ediyordu. Nüfus artınca zenginlik de arttı. Buna paralel olarak, çıkar grupları da o oranda çoğaldı. Holdingler kuruldu; bunların sözü geçerli olmaya başladı. Genel ahlâka uygun bir basın ahlâkı bu devirde hiç olmadı.
Basın ahlâkında, elbette, kamu ahlâkının göz önüne alınması gerekir. Çünkü herkesin, yani basın-yayın organlarının ve meslek kuruluşlarının kamuya karşı bir görevi vardır. Meslek etiğini kamu ahlâkına uygun bir tarzda düzenlemek zorunluluğu vardır.
Basın-yayın organları birbirleriyle olan münasebetlerinde birbirlerinin hak ve hürriyetlerine saygı göstermeli, birbirlerinin menfaatlerine aykırı hareket etmemelidir. Ama çıkar grupları, karşı tarafı alabildiğine kötülüyor. Bu, basın ahlâkına ve iletişim ahlâkına sığmaz.
Basın-yayın organlarını, ilan ve reklam veren gruplar besliyor, gazete ve televizyonların geleceği buna bağlıdır; çünkü gazete satışları masraflarını karşılamıyor.
Bizde çıkar gruplarının menfaatlerine uygun hareketlerde bulunma eğilimi ve bu şekilde davranma zihniyeti oluştu.
Medya, reklam ve ilan veriyorsa hükümet, menfaatlere sıcak bakıyorsa iktidar lehine yazılar yazmak, kamuoyunu o yönde yönlendirmek yerine şunlara dikkat etmelidirler.
1. Doğruları yazmalı kararı insanlara bırakmalı ama insanları yönlendirmemelidir. Böyle yapmak ve sadece bilgilendirmek, basın ve meslek ahlâkı açısından çok önemlidir.
2. Basın-yayın kuruluşları çalıştırdıkları insanlara karşı da ahlâklı olmalıdırlar.
Türkiye’mizde, basın yayın organlarının bazıları, bir sömürü düzeninde bahsederler, ama çalıştırdıkları insanları kısmen sömürmekten geri durmazlar. İnsanların kendi çalıştırdıkları insanlara karşı meslek etiğine sahip olmaları gerekir ki, basın ahlâkını yerine getirilmiş olsun. Her işverenin, çalışan insanlara karşı görevleri vardır. Mesela, basın-yayın organları kapatıldığı zaman gazete çalışanları paralarını alamazlar, aslında, bu gibi durumlara karşı da çalışanların geleceğini güvence altın almalıdır.
3. Özellikle gazete ve mecmualar açısından, muhabir veya köşe yazarları yazı yazar, mesul olan ise yazı işleri müdürü ve genel yayın yönetmenidir. Yazı işleri müdürü ve genel yayın yönetmeni çok dikkatli olmalı kamu düzenini, kamu ahlâkını ve iletişim ahlâkını zedeleyecek tarzda yazılar yazılmasını, yayınlar yapılmasını önlemelidirler.
Programcı ise, televizyonda kendisini kamuya kabul ettirebilmek, empoze etmek için sansasyonel haber verip, kamuda kargaşa ve kaynaşma meydana getirmemelidir. Bu nitelikteki haberlerle insanlar yanlış yönlendirilmemelidir. Çünkü bu yayınlardan sonra, insanlar düş kırıklığına uğramaktadırlar.
Oysa haberler hakikate uygun olarak verilmeli, ama hiçbir zaman hakikatin tanımı yapılmamalı.
Gerçek bir meslek etiğinde, satıcılar mallarını övmezler; çünkü övmek, o malın reklamını yapmak, malı olduğundan farklı göstermek suretiyle dinleyiciyi kendi lehimize çekmektir. Bu ilk bakışta, müşteriyi kazandırmak gibidir. Ama gerçekte, onu kendi menfaatleri doğrultusunda yönlendirmektir. Bunlar, basın ahlâkına uymayan şeylerdir. Basın ahlâk kanununda, meslek ahlâkı açısından, bunları önleyici tedbirlerin bulunması gerekir. Basın ahlâkını ve genel ahlâkı rencide edici reklam ve ilanlara yer verilmemelidir.
Propaganda, kendi malımızı, yayınımızı tesir altında tutmak istediğimiz insanlara abartarak anlatmak, can sıkıcı hale gelinceye kadar tekrar etmektir. Propaganda da kişilerin tercihte bulunma hakkı elinden alınmış oluyor. Basın ahlâkında, bu tür yanıltma, yönlendirme ve propagandalara meydan vermeyecek tarzda düzenlemeler yapılması gerekir. Mal olduğu gibi verilmelidir, meslek ve ticarî ahlâk bunu gerektirir. Tercihi insan kendisi yapacak ve bütçesine göre uygun olanı alacaktır.
Meslek etiği, iletişimde bulunulan her insana yönelen bir ahlâk anlayışı olduğu için, karşıdaki insanı yanlış yönlendirmeyecek, kötü tesir altına almayacak bir tarzda ahlâk anlayışına sahip olunması gerekir.
Sorumluluk, hangi şartlarda olursa olsun, insanlara iyiyi, doğruyu, güzeli, hakikati anlatmak ve söylemektir. Aksi halde, bizim davranışımıza bakarak başkası da aynı şekilde davranacak ve insanlar yanlış bir tarzda yönlendirilmiş olacaktır. Karşımızdaki insanı kırma pahasına da olsa doğruyu söylemek lâzımdır, böylece, gerçeğin ortaya çıkmasına yardımcı olunur ve güven ortamı doğar.
Meslek etiği açısından, kamu ahlâkına uygun hareket etmek, insanlar için bir zorunluluktur.
Çoğunluğun yanlışta olması, yanlışın doğru olduğunu göstermez.












KAYNAKLAR

Bateson, (G.), Pour Une Ecologie de l’Esprit (C. I), Paris 1980.
Bertran, (A.), Ahlâk Felsefesi, çev. H.Altıntaş, Ankara 1999.
Dönmezer, (S.), Basın Hukuku (Basın Hürriyeti), İstanbul 1958.
Durkheim, (E.), Meslek Ahlâkı, çev. M. Karasan, Ankara 1949.
Erem, (F.), Hürriyet ve Suç, Ankara 1952.
Habermas( J.), Théorie de l’Agir Communicationnel (C. I ),Paris 1987.
Hatemi, (H.), Basın Ahlâkı, İstanbul 1976.
Laborit (H.), La Nouvelle Grille. Paris 1982.
Kayaalp, (İ.), İletişim ve Dil, Ankara 1998.
Koç, (T.), Din Dili, Kayseri, trz.
Mill, John Stuart, Hürriyet, çev. H.C.Yalçın, İstanbul 1927.
Musulin, Janka, Hürriyet Bildirgeleri, çev. Zeki, Necmi, İstanbul 1983
Pascal, Les Pensées, Paris 1928.
Watzlawick (P.), Une Logique de Communication. Paris 1972.
Zıllıoğlu, (M.), İletişim Nedir? Eskişehir 1993.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Türk Tabipleri Birliği (TTB) Hekimlik Meslek Etiği Kuralları
MesajGönderilme zamanı: 19.08.13, 19:48 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 05.03.09, 09:49
Mesajlar: 311
Türk Tabipleri Birliği (TTB) Hekimlik Meslek Etiği Kuralları

TTB 47. Büyük Kongresi’nde (10-11 Ekim 1998) kabul edilmiş, 01.02.1999’da yayınlanmıştır.
Kendilerini her zaman dünya hekimliğinin bir parçası olarak gören, Türkiye Cumhuriyeti toprakları üzerinde ulusal, evrensel ve çağdaş bir sorumluluk ve hizmet anlayışına sahip bulunan hekimlik mesleğinin, içinde yer aldığı toplumsal ve kültürel koşullardan soyutlanmayacağının bilinci ile insanın sahip olduğu olanakları geliştirebilmesinin en temel koşulunun onun bedensel ve ruhsal sağlığı olduğunun bilincini taşıyan bu ülkenin hekimleri, dünyadaki ve Türkiye’deki toplumsal ve bilimsel değişimler göz önünde bulundurularak ve çeşitli platformlarda tartışılarak oluşturulan Hekimlik Meslek Etiği Kuralları’na bağlılıklarını bildirmekle, insana insan olarak hizmet etmenin yüce onurunu taşırlar.

BİRİNCİ BÖLÜM
AMAÇ, KAPSAM VE TANIMLAR
Amaç
Madde 1 - Bu kuralların amacı, hekimlerin mesleklerinin gereklerini yerine getirirken uymaları zorunlu olan hekimlik meslek etiği kurallarını belirlemektir.
Kapsam
Madde 2 - Türkiye’de hekimlik yapma hakkını kazanmış olup mesleğini uygulayan tüm hekimler bu kurallar kapsamındadır.
Dayanak
Madde 3 - Bu kurallar bütünü 6023 sayılı yasanın 59/g maddesine dayanılarak hazırlanmıştır.
Tanımlar
Madde 4 - Bu metinde geçen
a) Bakanlık deyimi, Sağlık Bakanlığı’nı,
b) Hekim deyimi, tıp doktorlarını,
c) Hekim örgütü deyimi, Türk Tabipleri Birliği’ni ifade eder.

İKİNCİ BÖLÜM
GENEL KURAL VE İLKELER
Hekimin Görev ve Ödevleri
Madde 5 - Hekimin öncelikli görevi, hastalıkları önlemeye ve bilimsel gerekleri yerine getirerek hastaları iyileştirmeye çalışarak insanın yaşamını ve sağlığını korumaktır. Meslek uygulaması sırasında insan onurunu gözetmesi de, hekimin öncelikli ödevidir. Hekim, bu yükümlülüklerini yerine getirebilmek için, gelişmeleri yakından izler.
Etik İlkeler
Madde 6 - Görevlerini yerine getirirken, hekimin uyması gereken evrensel tıbbi etik ilkeleri yararlılık, zarar vermeme, adalet ve özerklik ilkeleridir.
Hekimin Yansızlığı
Madde 7 - Hekim görevlerini her durumda hastaları arasındaki siyasal görüş, sosyal durum, dini inanç, milliyet, etnik köken, ırk, cinsiyet, yaş, toplumsal ve ekonomik durum ve benzeri farklılıkları gözetmeksizin yerine getirmekle yükümlüdür.
Vicdani ve Mesleki Kanı
Madde 8 - Hekim, mesleğini uygularken vicdani ve mesleki bilimsel kanaatine göre hareket eder.
Sır Saklama Yükümlülüğü
Madde 9 - Hekim, hastasından mesleğini uygularken öğrendiği sırları açıklayamaz. Hastanın ölmesi ya da o hekimle ilişkisinin sona ermesi, hekimin bu yükümlülüğünü ortadan kaldırmaz.
Hastanın onam vermesi ya da sırrın saklanmasının hasta ya da öteki insanların yaşamını tehlikeye sokması durumunda, hastanın kişilik haklarının zedelenmemesi koşuluyla, hekim bu sırrı saklamakla yükümlü değildir.
Yasal zorunluluk durumlarında hekimin rapor düzenlemesi de, meslek sırrının açıklanması anlamına gelmez.
Hekim, tanık ya da bilirkişi olarak mahkemeye çağrıldığında olayın meslek sırrı olduğunu ileri sürerek bu görevlerinden çekilebilir.
Acil Yardım
Madde 10 - Hekim, görevi ve uzmanlığı ne olursa olsun, gerekli tıbbi girişimlerin yapılamadığı acil durumlarda, ilk yardımda bulunur.
Ticari Amaç ve Reklam Yasağı
Madde 11 - Hekim, mesleğini uygularken reklam yapamaz, ticari reklamlara araç olamaz, çalışmalarına ticari bir görünüm veremez; insanları yanıltıcı, paniğe düşürücü, yanlış yönlendirici, meslektaşlar arasında haksız rekabete yol açıcı davranışlarda bulunamaz. Hekim, yayın araçlarıyla yapacağı duyurularda varsa, Tababet Uzmanlık Tüzüğü’ne göre kabul edilmiş olan uzmanlık alanını, çalışma gün ve saatlerini bildirebilir. Tabela ve benzeri tanıtım araçlarının biçim ve boyutları yerel tabip odası tarafından saptanır.
Meşru ve Yasak Yöntemler
Madde 12 - Hekim mesleğini yerine getirirken, bilimsel ve çağdaş tanı ve tedavi yöntemleriyle koruyucu hekimlik ilkelerini göz önünde bulundurur; hastalarının tanı ve tedavisinde bilimsel olmayan yöntemleri uygulayamaz. Hekim, gerekli bilimsel aşamalardan geçip ruhsatlandırılmamış kimyasal, farmakolojik, biyolojik maddeleri ilaç olarak kullanamaz.
Hekimliğin Kötü Uygulanması (Malpractice)
Madde 13 - Bilgisizlik, deneyimsizlik ya da ilgisizlik nedeniyle bir hastanın zarar görmesi “hekimliğin kötü uygulanması” anlamına gelir.
Aracılık Etme ve Aracıdan Yararlanma Yasağı
Madde 14 - Hekim öteki hekimlere veya tetkik-tedavi kuruluşlarına maddi çıkar karşılığı hasta gönderemez. Hekim, hasta sağlamak amacıyla aracı kişilerden yararlanamaz.
Endüstri ile İlişkilerde Çıkar Sağlama Yasağı
Madde 15 - Hekimler endüstri kuruluşları ile hiçbir çıkar ilişkisi kuramazlar. Bilimsel araştırmalar ve eğitime yönelik ilişkiler ise, şeffaf ve kurumsal olmalıdır. Bu ilişkilerde Türk Tabipleri Birliği’nin hazırladığı “Hekim ve İlaç Tanıtım İlkeleri” geçerlidir.

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
HEKİMLER ARASI İLİŞKİLER
Meslektaşlar Arasında Saygı
Madde 16 - Hekim, kendi meslektaşları ve insan sağlığı ile uğraşan öteki meslek mensupları ile iyi ilişkiler kurar, meslektaşlarına veya tedavi ekibinin bir başka üyesine karşı küçük düşürücü davranışlarda bulunamaz.
Mesleki Dayanışma
Madde 17 - Hekim, meslektaşlarını mesleki yönden onur kırıcı ve haksız saldırılara karşı korur.
Yetkinlik Dışı Faaliyet Yasağı
Madde 18 - Hekim tıbbi görevlerini yerine getirirken, gecikmenin hasta yaşamını tehdit edebileceği zorunlu durumlar dışında özel bilgi, beceri gerektiren bir girişimde bulunamaz.
Danışım (Konsültasyon) ve Ekip Çalışması
Madde 19 - Danışım ve ekip çalışması sürecinin düzenli işleyebilmesi ve bir hekim hakkı olarak yaşama geçirilebilmesi için, hasta izlemi sırasında, değişik uzmanlık alanlarının görüş ve uygulamalarına gereksinim doğduğunda, tedaviyi yürüten hekim durumu hasta ve/veya yakınlarına bildirmelidir. Konsültasyonu hastanın tedaviyi yürüten hekimi yazılı olarak ister. Yazılı istemde hastanın özellikleri, konsültasyon isteğinin nedenleri açık ve anlaşılır biçimde belirtilir.
Konsültasyon sürecinde konsültan hekim de, hastanın sürekli hekimi gibi hastadan sorumludur.
Konsültan hekim, alanında bilimsel ve teknik bilgiye sahip olmalıdır.
Konsültasyon sonucunda, konsültasyonun gerekçesi ve sonuçları, açık ve anlaşılır biçimde bir tutanak ile belgelenir.
Konsültasyonun sonuçlarından hastalar da yeterli ölçüde bilgilendirilir.
Konsültasyonun sonucunda hastanın tedaviyi yürüten hekimi ile konsültan hekimin görüş ve kanaatleri arasında fark olur ve hasta konsültan hekimin önerilerini kabul ederse, hastanın tedaviyi yürüten hekimi tedaviyi bırakabilir.
Konsültasyon istenen hekim davete uymak zorundadır.
Odaya Bildirme Yükümlülüğü
Madde 20 - Hekim meslektaşları ile meslek uygulaması konusunda uzlaşmaz bir anlaşmazlığa düştüğünde ya da tıp etiği açısından yanlış davranan bir meslektaşının bu davranışını kasıtlı bir biçimde sürdürmesi durumunda yerel tabip odasına konuyla ilgili bildirimde bulunur.

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
HEKİM-HASTA İLİŞKİLERİ
Hasta Haklarına Saygı
Madde 21 - Hekim hastasının sağlığı ile ilgili kararlar alırken, bilgilenme hakkı, aydınlatılmış onam hakkı, tedaviyi kabul ya da red hakkı, vb. hasta haklarına saygı göstermek zorundadır.
Hekim Seçme Özgürlüğü
Madde 22 - Hasta, mevzuatın belirlediği kurallara, tıbbi uygulamanın özelliklerine ve kurumun koşullarına göre hekimini seçmekte özgürdür.
Muayenesiz Tedavi Yasağı
Madde 23 - Hekim, acil olgular gibi zorunlu durumlar dışında, hastasını bizzat muayene etmeden tedavisine başlayamaz.
Hasta Üzerindeki Etkinin Kullanımı
Madde 24 - Hekim hasta üzerindeki etkisini tıbbi amaçlar dışında kullanamaz.
Tedaviyi Üstlenmeme veya Yarıda Bırakma
Madde 25 - Hekim, ancak tıbbi bilgisini gerektiği gibi uygulayamayacağına karar verdiğinde ve hastasının başvurabileceği başka bir hekim bulunduğu durumlarda, hastanın bakımını ve tedavisini üstlenmeyebilir veya tedaviyi yarım bırakabilir. Yukarıdaki koşullarda tedaviyi bırakacak hekim, bu durumu ve hastanın sağlığının tehlikeye düşmeyeceğini hastaya veya yakınlarına anlatır ve onları tıbbi yardımla ilgili başka olanaklar konusunda bilgilendirir. İkinci hekim bulunmadan hekim hastasını bırakamaz. Hekim, tedaviyi üstlenen meslektaşına hasta hakkındaki tüm bilgileri aktarmakla yükümlüdür.
Aydınlatılmış Onam
Madde 26 - Hekim hastasını, hastanın sağlık durumu ve konulan tanı, önerilen tedavi yönteminin türü, başarı şansı ve süresi, tedavi yönteminin hastanın sağlığı için taşıdığı riskler, verilen ilaçların kullanılışı ve olası yan etkileri, hastanın önerilen tedaviyi kabul etmemesi durumunda hastalığın yaratacağı sonuçlar, olası tedavi seçenekleri ve riskleri konularında aydınlatır. Yapılacak aydınlatma hastanın kültürel, toplumsal ve ruhsal durumuna özen gösteren bir uygunlukta olmalıdır. Bilgiler hasta tarafından anlaşılabilecek biçimde verilmelidir. Hastanın dışında bilgilendirilecek kişileri, hasta kendisi belirler. Sağlıkla ilgili her türlü girişim, kişinin özgür ve aydınlatılmış onamı ile yapılabilir. Alınan onam, baskı, tehdit, eksik aydınlatma ya da kandırma yoluyla alındıysa geçersizdir.
Acil durumlar ile, hastanın reşit olmaması veya bilincinin kapalı olduğu ya da karar veremeyeceği durumlarda yasal temsilcisinin izni alınır. Hekim temsilcinin izin vermemesinin kötü niyete dayandığını düşünüyor ve bu durum hastanın yaşamını tehdit ediyorsa, durum adli mercilere bildirilerek izin alınmalıdır. Bunun mümkün olmaması durumunda, hekim başka bir meslektaşına danışmaya çalışır ya da yalnızca yaşamı kurtarmaya yönelik girişimlerde bulunur. Acil durumlarda müdahale etmek hekimin takdirindedir. Tedavisi yasalarla zorunlu kılınan hastalıklar toplum sağlığını tehdit ettiği için hasta veya yasal temsilcisinin aydınlatılmış onamı alınmasa da gerekli tedavi yapılır.
Hasta vermiş olduğu aydınlatılmış onamı dilediği zaman geri alabilir.
Bilgilendirilmeme Hakkı
Madde 27 - Hasta hastalığı konusunda bilgilendirilmek istemediğini belirtmişse, hekimin bilgi vermesi gerekmez. Ailenin haberdar edilmesi hastayla görüş birliğine varılarak yapılmalıdır. Bilinçsiz durumdaki hastalar için, yakınlarının bilgilendirilip bilgilendirilmemesine hekim karar verir.
Terminal Hastalara Yardım
Madde 28 - Hekim, terminal dönemdeki hastalara her türlü insani yardımı yapmaya, insan onuruna yaraşır koşulları sağlamaya ve çekilen acıyı olabildiğince azaltmaya çalışır.
Ücret
Madde 29 - Hasta ücret konusunda önceden hekimden bilgi alabilir. Hekim, tüm muayene, tetkik, tıbbi ve cerrahi girişimlerde meslek örgütünün belirlediği taban ücretin altında bir ücret alamaz. Hekimin, meslektaşları ile meslektaşlarının eşleri ve bakmakla yükümlü olduklarından muayene ve tedavi için –masraflar dışında– ücret almaması uygundur.
Gereksiz Harcama Yaptırma Yasağı
Madde 30 - Hekim, hastasının parasal durumu ne olursa olsun, kesin zorunluluk olmadıkça pahalı ilaçlar ve yöntemler öneremez, hastaya gereksiz harcamalar yaptıramaz ve yararı olmayacağını bildiği bir tedaviyi veremez.
Hastayla İlgili Bilgilerin Hastaya Verilmesi ve Kullanımı
Madde 31 - Hasta dosyalarındaki bilgilerin geniş bir özeti ile bilgi ve belgelerin örnekleri, isteği durumunda hastaya verilir. Hekim, yasal zorunluluk olmadıkça, bu bilgileri başkasına veremez. Hekim, hastanın kimlik bilgilerini saklı tutmak koşuluyla, bu bilgileri dosya üzerinden yapacağı araştırmalarda kullanabilir.
Rapor Düzenleme
Madde 32 - Hekim, bizzat muayene ve tedavi ettiği hastasına gerekli gördüğünde hastalıkla ilgili rapor verir. Bu raporda tıbbi gerekçelere bağlı olarak istirahat, tedavi şekli, diyet, çalışma koşulları gibi hasta için gerekli geçici ya da kalıcı bilgiler ve hekimin önerileri bulunur.

BEŞİNCİ BÖLÜM
HEKİM VE İNSAN HAKLARI
Uluslararası Sözleşmelere Uyma Zorunluluğu
Madde 33 - Her hekim, başta İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi olmak üzere tüm insan hakları belgelerine ve hekimlikle ilgili ortak kurallara uymakla yükümlüdür.
İşkenceye Yardım Yasağı
Madde 34 - Hekim, tıbbi bilgi ve becerisiyle, işkence ve benzeri uygulamalara katılamaz, yardımcı olamaz, gerçeğe aykırı rapor düzenleyemez. İşkence iddiası olan olgularla karşılaşan hekim, mesleki bilgi ve becerilerini gerçeğin ortaya çıkarılması için kullanır.
Tutuklu ve Hükümlülere Verilecek Tıbbi Yardım
Madde 35 - Tutuklu ve hükümlülerin muayenesi de öteki hastalarınki gibi, kişilik haklarına saygılı, hekimlik sanatını uygulamaya elverişli koşullarda yapılır ve onların gizlilik hakları korunur. Hekimin, bu koşulların sağlanması için ilgililerden istekte bulunma hakkı ve sorumluluğu vardır. Muayene sonucu düzenlenecek belge veya raporlarda hekimin adı, soyadı, diploma numarası ve imzası mutlaka bulunur. Belge ve raporun bir örneği kişiye verilir. Belge ve rapor baskı altında yazılmış ise, hekim bu durumu en kısa zamanda meslek örgütüne bildirir.
Tutuklu ve Hükümlülerin Tıbbi Yardımı Reddetmesi
Madde 36 - Hekim, muayene ve tedavi olanaklarını bilinçli olarak reddeden tutuklu ve hükümlülere bu davranışlarının sonuçlarının neler olabileceğini açıklar. Zorla muayene ve tedavi yolunu deneyemez, öneremez.
Ölüm Cezasına Etkin Katılım Yasağı
Madde 37 - Hekim, hiçbir zaman ölüm cezasının infazında bulunamaz, infaza yardımcı olamaz, ölüm cezası uygulamasında tıbbi hizmet veremez.
Olağanüstü Durumlar ve Savaş
Madde 38 - Hekim, olağanüstü durumlar ve savaşta, evrensel nitelikteki tıbbi etik kurallarını yansızlıkla uygular. Hasta ve yaralı sayısının çokluğu nedeniyle, herkese gerekli tıbbi yardımın verilemediği koşullarda, hekim, tedavi olasılığı yüksek olan ağır olgulara öncelik verir.
Cinsel İlişki Muayeneleri
Madde 39 - Hekim, savcılıklar ve mahkemeler dışında kalan kişi ve kurumlardan gelen cinsel ilişki muayene istemlerini dikkate alamaz. Hekim ilgilinin veya ilgili reşit değilse, veli veya vasisinin aydınlatılmış onamı olmadıkça cinsel ilişki muayenesi yapamaz.
ALTINCI BÖLÜM
TIBBİ ARAŞTIRMALAR VE YAYIN ETİĞİ
İnsan Üzerinde Araştırma
Madde 40 - İnsan üzerinde yapılacak klinik, deneysel ya da epidemiyolojik araştırmalar, gerek ilaç gerek cerrahi yöntem araştırmaları olsun, bilimsel bilgi birikimine katkıda bulunabilmek amacıyla yerel etik kurullardan geçmek koşuluyla yapılır. İnsan üzerinde yapılan tüm araştırmalar, bilimsel ve mesleki yönden yeterli ve yetkin kişiler tarafından yürütülür. Araştırmanın sorumluluğu tümüyle araştırmacıya aittir.
Deneğin Bilgilenmesi ve Aydınlatılmış Onamı
Madde 41 - İnsan üzerinde yapılan araştırmalarda her deneğe araştırmanın amacı, yöntemleri, beklenen yarar ve olası yan etkileri hakkında, deneğin anlayabileceği dilde ve biçimde yeterli bilgi verilmesi zorunludur. Deneğe, çalışma başladıktan sonra isterse araştırmaya katılmaktan vazgeçebileceği ve onamını geri alabileceği, ancak bu nedenle daha sonraki tedavisinin ve takibinin aksamayacağı anlatılır. Bilgilendirme sonrasında deneğin konuyu yeterince anlayıp anlamadığı değerlendirilir.
Araştırma hakkında yeterli bilgilendirme sağlandıktan sonra, deneğin yazılı onamı alınır. Bu onam, deneğin özgür iradesine dayanmalıdır.
Reşit ve Mümeyyiz Olmayanların Durumu
Madde 42 - Reşit ve/veya mümeyyiz olmayan kişiler yönünden veli veya vasisinin aydınlatılmış onamı gerekir.
Deneğin Korunması
Madde 43 - İnsan üzerinde yapılan tıbbi araştırmalarda deneğin yaşamı, bedensel ve zihinsel bütünlüğü ile sağlığı her zaman toplumsal veya bilimsel çıkarların üzerinde tutulur.
Deneğin özel yaşamına saygı gösterilmesi ve kişisel bilgilerin gizliliği sağlanır. Bilimsel araştırma ve yayınlar ile akademik-bilimsel amaçlı sunuşlarda deneğin kimliği gizli tutulur.
Bir tıbbi araştırmada, beklenen katkı ne olursa olsun, denek için ciddi bir tehlike şüphesi doğduğunda araştırma durdurulur.
Araştırmanın giderleri deneğe, yakınlarına ya da sosyal güvenlik kurumuna yansıtılamaz.
Yayın Etiği
Madde 44 - Hekim, araştırma verilerini değerlendirirken ve yayına hazırlarken bilimsel gerçekleri yansıtmalıdır. Çalışmaya fiilen katılmamış kişilerin adları o yayında yer alamaz. Kaynak göstermeden ve izin almadan başkalarına ait veriler, olgular ve yazılı eserler kullanılamaz.

YEDİNCİ BÖLÜM
ÇEŞİTLİ HÜKÜMLER
Hüküm Bulunmayan Durumlar
Madde 45 - Bu kurallarda yer almayan durumlarla karşılaşıldığında, hekim, genel etik ilkelere, ulusal düzenlemelere, uluslararası düzeydeki bildirge ve sözleşme hükümlerine uyar.
Disiplin Kovuşturması
Madde 46 - Hekimler bu kurallar bütünü hükümlerine aykırı davranışlarda bulunduklarında, 6023 sayılı Türk Tabipleri Birliği Yasası’na göre tabip odaları yönetim kurulları tarafından onur kurullarına sevk edilirler. Hekimlerin disiplin soruşturmasına uğraması, haklarında ayrıca hukuki veya cezai takibat yapılmasına engel değildir.
Yürürlük
Madde 47 - Bu kurallar bütünü Türk Tabipleri Birliği Büyük Kongresi’nde kabul edilip, Türk Tabipleri Birliği yayın organlarından birinde yayımlandıktan bir ay sonra yürürlüğe girer ve Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi ve tabip odaları tarafından yürütülür.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Etik Günü
MesajGönderilme zamanı: 19.08.13, 19:53 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 05.03.09, 09:49
Mesajlar: 311
ETİK

Etik sözcüğü, Yunanca “karakter” anlamına gelen “ethos” sözcüğünden türetilmiştir.
 
Etik: İnsanların kurduğu bireysel ve toplumsal ilişkilerin temelini oluşturan değerleri, normları, kuralları, doğru-yanlış ya da iyi kötü gibi ahlaksal açıdan araştıran bir felsefe disiplinidir.(İnal,1996)
Etik her şeyden önce istenilecek bir yaşamın araştırılması ve anlaşılmasıdır.Daha geniş bir bakış açısı ile, bütün etkinlik ve amaçların yerli yerine konulması; neyin yapılacağı ya da yapılamayacağının; neyin isteneceği ya da istenmeyeceğinin; neye sahip olunacağı ya da olunmayacağının bilinmesidir.(Solomon-Hanson)
 
AHLAKİ GELİŞİM EVRELERİ
 
Kohlberg’in ahlak gelişim kuramına göre birey, üç düzey ve altı evreden geçerek ahlaki gelişime ulaşır.
 
à Gelenek Öncesi Dönem
*Bağımlı Evre
*Bireycilik ve Çıkara Dayalı Alışveriş Evresi
 
à Geleneksel Düzey
*Karşılıklı Kişiler arası Beklentiler ve Kişiler arası Uyum Evresi
*Sosyal ve Vicdan Evresi
*Geçiş Düzeyi
 
à Gelenek Ötesi ve İlkelere Dayalı Düzey
*Toplumsal Anlaşma, Yararlılık ve Bireysel Haklar Evresi
* Evrensel Ahlaki İlkeler Evresi
 
ETİK DAVRANIŞIN TOPLUMSAL ETMENLERİ
 
Ø Kültür; insanın yarattıklarının tümüdür.(Kongar,1982) Geniş kapsamlı olarak bakıldığında kültür, bir toplumun tüm yaşam biçimidir. Toplumun duygu, düşünce ve hareketlerinden oluşan kalıplar, kültürü oluşturur.(Tezcan,1993)
 
Ø Değerler; Bireyin yaşamındaki farklı etmenlere yüklediği önemdir.Değer, birey için önemli olan her türlü düşünce yapısı, obje veya etkinlik olarak da tanımlanabilir. (Lamberton-1995)
 
Ø Normlar; Toplumsal normlar, belli bir grup içindeki bireylerin ilişkilerini düzenler ve eylemlerine yön verir. Normlar, genellikle değerlerin yansımasıdır ve bir grubun tüm üyelerince paylaşıldığı için kollektiftir. Bazı normlar diğerlerinden daha fazla ciddiye alınır, çünkü bunlara karşı gelindiğinde uygulanacak yaptırımlar daha ağırdır.(Mc Kenna,1994)
 
YÖNETİMDE ETİK İLKELER
 
1. Adalet: Temelinde eşit toplumsal koşullar ve olanaklar içinde tüm insanların özgürce ve çok yönlü gelişmesini, eşit hak ve sorumluluğun paylaşıldığı bir toplulukta kişilerin yaratıcı olarak iş görebilmesini, herkese temel eşit hak ve ödevler tanınmış olmasını,kişinin erdemlerinin toplumca ve toplumun tüm üyelerince güvence altına alınmış bulunmasını öngören ve dile getiren etik ve hukuk ilkesidir.
 
Yöneticiler, örgütte görevlerin, yükümlülüklerin, sorumlulukların eşit bir şekilde dağıtılmasından sorumludurlar. Bu şekilde, hak dağıtıcı adaleti yerine getirirler. Ancak hak dağıtıcı adaletin yeterince sağlanamadığı durumlarda zarar gören ya da haksızlığa uğrayan işgörenler düzeltici adaletin işletilmesini ister ve beklerler.
 
2. Eşitlik: yararların, sıkıntıların, hizmetlerin dağıtılmasında uygulanacak sınırların belirlenmesini içerir. Eşitlik, dürüstlük ve adalet kavramları ile bütünleşmiş bir kavramdır. Eşitlik kavramı temel bireysel eşitlik, kısmi eşitlik ve blokların eşitliği açısından ele alınmaktadır.
 
Ø Temel Bireysel eşitlik; Eşit bireylerden oluşan tek bir sınıf vardır. Toplumda tüm vatandaşların bir oy hakkı vardır.
 
Ø Kısmi eşitlik; Her zaman işlevsel değildir.Çünkü toplumun bireyleri aynı özelliklere sahip değildir. Örn, çiftçilerle işadamları ayrı vergiler öder.
 
Ø Blokların eşitliği; Kadın-erkek, yaşlı-genç gibi sınıflar oluşur.
 
3. Dürüstlük ve Doğruluk: Etik davranış, başkaları ile ilişkilerde dürüst olmayı ve içtenliği gerektirir. İçten ve dürüst davranmayan yöneticiler, ilişkilerde kendi sonlarını hazırlarlar ve güven ortamı ortadan kalkar. Örgütte politik güç kazanmanın kendisi etik dışı bir davranış değildir. Bununla birlikte politik güce ulaşmak için dürüstlükten ödün verilmesi, etik kurallarının önemli ölçüde ihlal edilmesi anlamına gelmektedir.
 
Yönetimde yalan çoğunlukla güvensizlik ve korkudan kaynaklanır. Yöneticilerin kendilerinin yalandan uzak durarak, doğruluğu konusunda astlarına ve üstlerine tam bir güven sağlamak zorundadır.
 
4. Tarafsızlık: Tarafsızlık ya da nesnellik, insanın bireyleri ya da nesneleri olduğu gibi görebilmesi ve bu görüntüyü bireyin kendi istek ve korkuları ile oluşturduğu görüntüden ayırabilmesidir.
Yönetici, bir kamu görevlisi olarak, vatandaşlarla ve işgörenlerle ilişkilerinde yansız olarak davranmak ve hizmet sunmak zorundadır. Özellikle siyasal tarafsızlık, yöneticinin en önemli sorumluluklarından biridir.
 
Yöneticinin astlarına taraflı davranması, işgörenlerin üstlerine karşı kapalı bir tavır içine girmeleri ve daha da önemlisi işgörenlerin adalet ve güven duygularının zedelenmesine yol açmaktadır.
 
5. Sorumluluk; Belirli bir görevin istenilen nitelik ve nicelikte yerine getirilmesidir.
İki tür sorumluluk bulunmaktadır. Birincisi üstlere hesap vermeyi içeren “sorumlu olma”dır. İkincisi ise bir işi yapmayı üstlenmek anlamına gelen “sorumluk alma”dır.
Sorumluluğun temeli, yetkiyi kullanma zorunluluğudur. Sorumluluk, mesleki ve etik ölçülere uymayı gerektirdiği kadar bu ölçülerin yaratılmasını da gerektiren bir kavramdır.
 
6. İnsan Hakları: İnsan hakları, insanın insan olma özelliği nedeniyle sahip olduğu; dokunulamaz, devredilemez ve vazgeçilemez nitelikte, kişiliğe bağlı haklardır.
İnsan haklarının iyi anlaşılması ve bireylerin bu haklarına saygılı olmak, yöneticinin etik değerleri arasında öncelikle yer alması gereken unsurdur.
 
7. Hümanizm: İnsan varlığının insani erdemlerce biçimlen-dirilmesi, insancıllık çabası; insanın insancıl bir biçimde eğitilmesi öğretisi; insanların yetişme ve gelişme yeteneğinden, insanın erdemleriyle, kişiliğinin gözönünde tutulmasından yola çıkılarak, insanın çok yönlü yetişmesini, özgürce etkinlikte bulunmasını, yaratıcı güçlerini ve yeteneklerini kullanabilmesini amaçlayan, insan topluluğunun gelişmesine ve insan soyunun daha da yetkinleşmesine ve özgürleşmesine yönelik düşünce ve çabaların bütünüdür.
 
8. Bağlılık: Örgütsel bağlılık, işgörenlerin örgüt üyeliklerini sürdürmeleri ve örgütte kalmak istemeleri olarak tanımlanabilir.
Yönetici, bir lider olarak hem kendi mesleki bağlılık ve gelişmesini hem de astlarının mesleki bağlılık, meslekte gelişme ve ilerlemeye istekli olmayı, bu amaçla alana ilişkin yayınları izlemeyi ve eğitim programlarına katılmayı gerektirir. Ayrıca eğitim olanaklarının çevre yararına kullanılmasını sağlamak ve eğitim sorunlarına gönüllü olarak yeterli zamanı ayırmak da bağlılığın gerekleri arasında sayılabilir.
 
9.Hukukun Üstünlüğü: Hukukun üstünlüğü ilkesinin yaşama geçirilmesi, hukuk düzeninin toplumda egemen kılınması, hukuk üzerinde politik baskı olmaması, yasaların kişilere göre çiftte standartlı olarak uygulanmaması, suçlunun kısa sürede yakalanıp cezalandırılması, yargısız uygulama yapılmaması, yetkili kişi ve kuruluşların yasalara saygılı olması, hukuk sisteminin sağlıklı ve düzenli çalışmasını sağlar. Bireye ve topluma güven, huzur mutluluk ve rahatlık verir.
 
10.Sevgi: insanın kendisiyle ve başkasıyla yaratıcı ilişki kurması demektir. Sevgi, sorumluluğu, ilgi ve bakımı, saygı ve bilgiyi, başkasının yetişme ve gelişmesi için istek duymayı gerektirir.
Sevgi, yalnızca insanlara yönetilen bir duygu değildir. Yöneticinin, mesleğini de sevmesi gereklidir. Yöneticilik yoğun stres altında çalışmayı sorunlara hızlı ve etkili çözümler üretmeyi gerektiren bir meslektir.
 
11.Hoşgörü: Hoşgörü,yasalara ve etik kurallara aykırı olmadıkça, sevilmeyen ya da onaylanmayan şeylerin varlığına tahammül göstermektir.
 
Hoşgörü insanın karşısındaki insanla etkileşirken, onunla eşduyum(empati) içinde olmaya; etkileşim konusunda onun algılarını tanımaya çalışması; böylece ona tepkide bulunması; ve ona belli bir sınır içinde kusurluluk hakkı tanınmasıdır.
 
Hoşgörülü olmak, aynı zamanda bir iç hesaplaşmayı gerektiriri.Çünkü bu hesaplaşma olmazsa, hoşgörü yerini ilkesizliğe ve bir tür bağnazlığa bırakabilir.
 
12. Laiklik: Yönetenlerin, yönetme yetkilerini Tanrıdan ya da dinden değil, halktan aldıkları bir yönetim biçimidir.
 
Din ve inançlar konusunda seçim, bireylerin iç dünyasının en dokunulmaz alanıdır ve öyle olmalıdır.
Bireyler inançları konusunda dilediği seçimi yapabilir, inancından ötürü kınanamaz, suçlanamaz ve bunları açıklamaya zorlanamazlar. Laik bir düzen içinde herkes istediği dine ya da inanca sahip olabilir.
 
Yöneticiler, işgörenlerin din ve inanç özgürlüğüne karışmamalı ve Anayasal düzende güvence altına alınmış olan din ve inanç özgürlüğünü zedeleyici bir davranışa girmemelidir.
 
13. Saygı: İnsan, her şeyden önce insan olduğu için değerlidir. İnsanın değeri ve onuru, insan ilişkilerinde köşe taşı niteliğini taşır.
 
Saygı, bir çok insanın bildiği ve beklediği gibi korkmak, çekinmek değildir.
 
Saygı bir insanı, bir kişi olarak olduğu gibi görmek, onun kişiliğini ve biricikliğini fark etmek demektir.
 
14.Tutumluluk: Örgütü amaçlarına uygun olarak yaşatmak örgütteki insan ve madde kaynaklarını en verimli şekilde kullanmakla gerçekleşir.
 
Tutumlu olmak, örgüt kaynaklarının amaçlara uygun tüketilmesi, donanım ve araç-gereçlerin kullanışlı, ekonomik ve lüksten uzak ve işlevsel olanlardan seçilmesi gerekir.
 
Özellikle yöneticilerin, sürekli çalan telefonlarla, ani ziyaretçilerle, ağır bürokrasinin yüklediği kırtasiyecilikle baş edebilmek önemli bir sorundur.
 
15. Demokrasi: İnsana bir değer olarak önem veren ve insan kişiliğinin özgürce ve eksiksiz olarak geliştirilmesine yarayan bir yönetim biçimidir.
 
Demokrasi eğitim süreci içinde öğretilebilir ve yaşam biçimine dönüştürülebilir. Eğitim demokrasinin ön koşuludur.
 
Örgüt içinde demokratik bir ortamın oluşturulmasında, yönetici tutumlarının büyük bir rolü vardır.
 
16. Olumlu İnsan İlişkileri: Yönetimde olumlu insan ilişkileri, hem amaçlanan üretimin gerçekleştirilmesi, hem de işgörenlerin duyumunun sağlanması açısından gereklidir.
 
Sağlıklı insan ilişkileri için, bireyin yetenek ve güçleri kadar, zayıf yanlarının ve gereksinimlerinin neler olduğunun anlaşılması gerekir. İnsan ilişkilerinin niteliği, başarı ya da başarısızlığın belirleyicisi olmaktadır.
 
17. Açıklık: Açıklık karşılıklı iletişi gerektirir. Kişiler arası iletişimde, katılanların yüz yüze olmaları, katılımcılar arasında karşılıklı ileti alış veriş olması, sözkonusu iletilerin sözlü ya da sözsüz olması gerekir.
 
Yöneticilerin açık davranabilmeleri için, eleştiriye açık olmaları gerekir.
 
Eleştiriler amaçlı, nesnel, çıkarsız ve kişiye özel olmalıdır.
 
Yöneticiler astlarını eleştirirken bu ilkelere uygun davranmalı ve astlar da kendi eylem ve düşüncelerine ilişkin eleştirileri saygı ve hoşgörü içinde değerlendirmelidir.
 
18. Hak ve Özgürlükler: Hak ve özgürlükler bir arada kullanılan ancak birbiri ile karıştırılan kavramlardır.Özgürlük kavramı, bireyin bir şeyi yapma ya da yapmama serbestliğidir. Devlet ya da başka herhangi bir güç tarafından her hangi bir şey için zorlanmamayı, baskı altında tutulmamayı ifade eder.
 
Hak kavramı ise özgürlükten daha geniş bir anlam taşır.Bu terim yalnızca serbest olmayı değil, bunun yanı sıra Devletten ya da toplumdan bazı istemlerde bulunmayı içerir.
 
19. Emeğin Hakkını Verme: Emek işgörenin örgütsel edimini elde etmek için harcadığı kafa ve kol gücüdür. İş görenin emeğinin hakkı, örgütün yapacağı ödeme ile verilir.
 
Ödeme iş görenin üretim için örgüte harcadığı değer artışından hak ettiği değerin kendisine döndürülmesidir.
 
20.Yasa Dışı Emirlere Karşı Direnme: Yasalarda da açıkça belirtilmesine karşın, kamu görevlileri zaman zaman yasa dışı ancak, üstler tarafından yerine getirilmesi istenilen emirlere karşı karşıya kalmakta ve bunları yerine getirmektedir.
 
Oysa, hukuken suç teşkil eden emirlerin yerine getirilmemesi konusunda yöneticiler kesin tavır içinde olmadırlar.
 
Emirlerin yasalara aykırılığının, üst yöneticilere hatırlatılması, yöneticinin yönetimde keyfiliğin ortadan kaldırılması ve hukukun üstünlüğünün sağlanmasında önemli katkıları olmaktadır.
 
YÖNETİMDE ETİK DIŞI DAVRANIŞLAR
 
1.Ayrımcılık: Ayrımcılık önyargılı tutumlarla davranmaktır.Bir grup insana karşı, adaletsiz ve zarar verecek biçimdeki her türlü davranış ayrımcılık olarak tanımlanmaktadır.
 
à Açık ayrımcılık; geleneksel olarak cinsiyete ya da ırkçılığa dayalı olarak ortaya çıkmaktadır.
à Kurumsal ayrımcılık; bir örgütün yansız bir seçim süreci sunsa bile, kadın ya da azınlıkların bu örgütte diğer gruplar ile eşit oranlı temsil edilmemesi sonucu ortaya çıkmasıdır.
 
2. Kayırma: Aile, akrabalık bağları gibi maddesel olmayan etkileme araçlarını kullanarak, kamu görevlilerinin, bazı kişilere kamu işlemlerinde ayrıcalık tanımasıdır.
 
Kamu görevlisi tinsel-duygusal nitelikteki geleneksel bağlılıkları ve yükümlülüklerle yakın çevresine ya da üzerinde nüfusu olan başkalarının etkisi ile bir takım kişilere ayrıcalıklı davranmaktadır.
 
3. Rüşvet: Kamu görevlilerinin para, mal, hediye gibi birtakım maddesel çıkarlar karşılığında bunu sağlayan kişi ya da kümelere ayrıcalıklı bir kamu işlemi ile çıkar sağlaması rüşvet olarak tanımlanır.
Bir çok yöneticiye çeşitli nedenlerle, farklı niteliklerde hediye verilmesi Türk toplumunun ve Türk bürokratik kültürünün bir gereği olarak kabul edilir bir davranış olarak karşımıza çıkmaktadır.
Dünyanın bir çok yerinde olduğu gibi hediye göreli bir kavram olup rüşvet ile arasındaki farkı ayırmak çok zordur.
 
4. Yıldırma- Korkutma: Kabadayılık olarak tanımlanan ve kimseden korkmaz, yılmaz görünerek çevresine meydan okuma davranışı ile astlarını yıldırmaya çalışmak etik dışı bir davranıştır.
 
Kabadayılık yoluyla çalışanlar üzerinde güç gösterileri yapmak yöneticinin özenle kaçınması gereken bir davranış olmalıdır.
 
5.Sömürü (istismar): Sömürü, insan ya da nesnelerin adaletsiz kullanımıdır. Ve çıkar sağlamaya yöneliktir.
 
Sömürünün çeşitli türleri vardır;
1- Sömürücü, sömürülen kişiyi zorlayabilir veya aldatarak kullanabilir.
2- Sömürülen kişi, yapılan eylemlere gönüllü rıza gösterebilir.
3- Sömürülen kişinin amacı, çıkar sağlamak ve kazancını güvenceye almaktır.
 
6. İhmal: Türk Ceza Yasası’nın 230. Maddesine göre ihmal, hangi nedenle olursa olsun görevin savsaklanması ve geciktirilmesi veya üstü tarafından verilen buyrukların geçerli bir neden olmadan yapılmaması olarak tanımlanabilir.
 
Yöneticiler, yasalarla kendilerine verilen görevleri yerine getirmek ve yetkilerini sınırları içinde kullanmakla sorumludurlar.
 
7.Bencillik: Yönetimde bencillik, yöneticinin başkalarının yararını düşünmeden; kimi kez onlara zarar vererek; davranışlarını yalnız kendi gereksinimlerini giderecek, kendine çıkar sağlayacak biçimde yönlendirmesidir.
 
Bencil bir insan sadece kendisiyle ilgilenir, her şey kendinin olsun ister, vermekten hiç zevk duymaz, yalnızca almaktan hoşlanır.Başkalarının gereksinimlerine ilgi duymaz, onların kişilik bütünlüğüne ve değerlerine saygı göstermez.
 
8. Yolsuzluk: Genel anlamıyla yolsuzluk, bir çıkar karşılığında, kamu yetkililerinin yasa dışı kullanımı olarak tanımlanmaktadır.
 
Yolsuzluk sadece maddi kazançları kapsamaz. Maddi olmayan özel amaçlara da yönelik olabilir.
 
Yolsuzluk; para ya da mal karşılığında, kamu görevlisinin ayrıcalıklı iş yapması, yapılmaması gereken işleri yapması veya yapmaları gereken işleri çabuklaştırmaları karşılığında çıkar sağlamaları, kişisel kazançlar karşılığında yetkilerini kötüye kullanmaları, politik kazanç amacıyla devlet yetkisinin yasa dışı kullanımını anlatmaktadır.
 
9. İşkence (Eziyet): Bir insana maddi ya da manevi olarak yapılan aşırı eziyet anlamında kullanılmaktadır.
 
Yöneticilerin kendi görüşlerini paylaşmayan çalışanları hedef seçerek eziyet etmeleri kabul edilmez bir davranıştır.
 
İşkence veya eziyet yalnız fiziksel acıyı değil, psikolojik acıyı da kapsamaktadır.
 
Ayrıca iş yaşamındaki şiddetli sorunlar bireyin çevresini ve özel yaşantısını etkilemektedir.
 
10. Yaranma-Dalkavukluk: Rahatsız edici ve sahtekarlık olmasına rağmen yöneticiye yaranma ve dalkavukluk yapmanın, başarı için ödenmesi gereken bir bedel olarak görülmesi yaygın bir davranış biçimidir.
 
Çalışanların yöneticiler yaranma çabaları, olumsuz bir ortam yaratılmasına neden olmaktadır. Kendisine dalkavukluk yapılan yönetici, sağlıklı bir görüş açısına sahip olmaması halinde davranışlarını pekiştirerek tüm çalışanlardan aynı davranışları beklemektedirler.
 
11.Şiddet-Baskı-Saldırganlık: Şiddet sözcüğü, aşırı duygu durumunu, bir olgunun yoğunluğunu, sertliğini, kaba ve sert davranışı nitelendirir.
 
Yönetici, önünü tıkayan engelleri ortadan kaldırmak için şiddet kullanmamalıdır.
 
Yöneticinin şiddet içeren eylemleri kendini engellediği düşünülen nesne ya da bireyin kendisine doğrudan yaptığı gibi, hiç ilgisi olmayan nesne yada bireylere yönettiği görülebilir.
 
12.İş İlişkilerine Politika Karıştırma: Her yöneticinin tarafsız davranması ve politik yöneticilere tarafsız bilgi sunması gerekmektedir. Yöneticinin politize olması durumunda görev yaptığı kurum politik bir görünüm kazanacak, yönetici astları yöneticiden çok politikayı araç olarak göreceklerdir.
Sonunda yönetim ile politika, karşılıklı yüklenme ve ödeme çemberi içine girmiş olacak, böylece politik ilişki ve kayırma, yönetimsel yeterliliğe üstün tutulacaktır.
 
13. Hakaret ve Küfür: Sözlü taciz olarak değerlendirilebilecek olan hakaret ve küfür, sözel bir şiddet gösterisidir. Ve tüm şiddet gösterileri gibi saldırganlık içerir.
 
Hakaret ve küfür kişiliğe saldırı olup, bu tür yöneticiler insanların kişiliğini küçültüp, örseleyerek, kendi bencil kişiliklerini yücelttiklerini inanmaktadır
 
14. Bedensel ve Cinsel Taciz: Bedensel taciz, şiddetin bir ürünüdür. En sık karşılaşılan bedensel taciz türü ise dayaktır.
 
Cinsel taciz ise, çocuğa, gence, kadına söz atma, el, kol hareketi yapmakla başlayan, ırza geçmeye kadar varan geniş bir yelpaze içinde yer almaktadır.
 
Taciz, aciz olana yapılan haksız ve kötü niyetli davranışları çağrıştırırı. Yöneticiler, astları konumundaki kişilere yetkilerinin arkasına sığınarak ve itiraz edemeyecek konumdaki kişilere karşı, her türlü tacizden özenle kaçınmalıdır.
 
15. Kötü Alışkanlıklar: Özellikle, çocuk ve gençlerin bulundukları okul, çocuk yuvası, yetiştirme yurdu gibi kurumlarda görev alan çalışanların, sigara, alkol, kumar ve benzeri kötü alışanlıkları çocuk ve gençlerin göz önünde sergilemeleri sakıncalıdır.
 
Kişisel açıdan bakıldığında, kötü alışkanlıklar bireyi ilgilendiren konudur. Ancak bu alışkanlıkların kişisellikten çıkarak, kamu alanına taşınması sakınca yaratmaktadır.
 
Özellikle alkol ve sigara tüketiminin özenti ile başlayan davranışlar olduğu gözönüne alınırsa, yöneticilerin ve sosyal hizmet çalışanlarının davranışlarına özen göstermesi gerekmektedir.
 
16. Görev ve Yetkinin Kötüye Kullanımı: Bir makam adına elde edilmiş olan yetkiler kamu görevlilerince kötüye kullanılamaz. Örgüt açısından yetkinin kötüye kullanımı, yetkinin veriliş amacından başka bir amaç için kullanılmasıdır.
 
• Yasalar uygun olan kamu işlemlerinin daha hızlı yerine getirilmesi için, bazı kimselere diğerleri aleyhine ayrıcalıklı işlem yapılması,
• Yasalarla yasaklanmış kamu işlemlerinin bir çıkar karşılığı yapılması, görev ve yetkinin kötüye kullanımının örneğidir.
 
17. Dedikodu: Genel olarak dedikodu, gerçek olup olmadığı bilinmeden başkalarına karaçalmak, insanları kötülemek, kınamak, suçlamak amacıyla yapılan konuşmalardır.
 
İletişimde açık ve dürüst bir yaklaşım benimsemeyen bireyler, toplumsal kültürün de etkisi ile birbirlerini yüzüne karşı eleştirmek yerine, bazı sorunları üçüncü bir kişiye çarpıtarak anlatmakta ve başkalarını arkalarından çekiştirebilmektedir.
 
Dedikodu işyerlerinde büyük ölçüde zaman ve enerji kaybına neden olmakta, insan ilişkilerinin gerginleşmesine ve bozulmasına neden olmaktadır.
 
18. Zimmet: Kamu görevlisinin para ya da mal niteliği taşıyan kamusal bir kaynağı, yasalara aykırı olarak kişisel kullanımı için harcaması ya da kullanması olarak tanımlanabilir.
 
Zimmetin bir yolsuzluk türü olmasına karşın rüşvetten farkı, bir takas süresi olması, yani alıcı ve verici olmaması, ancak işgörenin kamu kaynaklarını tek taraflı olarak kişisel kullanıma geçirilmesidir.
 
19. Dogmatik Davranış: Doğmatik, daha önce doğru olan bir kavrama, bir inanca zamanla doğruluğu ortadan kalksa bile bağlı kalmaktır.
 
Dogmatik bir yönetici, mesleğinde kazandığı kavramlara ve inançlara zamanla ondan kopmayacak derecede bağlanabilmektedir.
 
Genelleşmiş bir dogmatiklik, işgöreni bir ırka, bir dine bir ulusa, bir topluma bir mesleki görüşe karşı düşman edebilir.
 
Dogmatik bir kişi, kendi kavram ve inançlarını değiştirmeye ve yenilikleri benimsemeye karşı sonuna dek direnme gösterir.
 
20. Yobazlık-Bağnazlık: Yobazlık ve bağnazlık, inanç ve düşünceleri konusunda tartışmaya yer vermeyen, tek doğru şeyin kendi doğrusu olduğuna inanan, kendi gibi düşünmeyenlere en ağır biçimde saldıran, hoşgörüsüz ve sevgisiz insanları niteler.
 
Yöneticinin bağnaz tutumu işgörenlerin gelişme ve yenileşmesini engeller.
 
ETİK GÜNÜ İLE İLGİLİ AÇIKLAMA, GENEL BİLGİ
 
25 Mayıs tarihi ülkemizde etik günü olarak kutlanmaktadır. 25 Mayıs'ın özelliği Başbakanlık Kamu Görevlileri Etik Kurulu'nun kuruluş Kanunu'nun (5176 sayılı Kanun)kabul tarihidir.
 
Bizim kültürümüze kavram ve çerçeve olarak farklı olan bu terim son yıllarda ülkemizde de önem kazanmış bulunmaktadır. Bu günün ne anlama geldiğini ve niçin kutlandığını bilmek için öncelikle kısa bir sözlük çalışması yapmak yararlı olacaktır. Kelime anlamıyla ‘etik’ Yunanca ethos yani "töre" sözcüğünden türemiştir, özgün Yunanca kullanımı ‘Etika’dır, tıpkı politika (siyaset bilimi), poetika (şiir kuramı), gibi. Felsefenin dört ana dalından biridir. Yanlışı doğrudan ayırt edebilmek amacıyla ahlâk kavramının doğasını anlamaya çalışmaktadır. Bu yönüyle, kendine ait kuralları olsa da, halen de tartışılarak gelişen bir daldır. Farklı kelimelerle ifade edilen değişik kültürlerde etik kavramı elbette mevcuttur. Nitekim Eski Yunanda olduğu kadar Çin Uygarlığında da Etik tartışılan bir konudur. Bizim kültürümüzde ise daha çok ‘ahlak’ kavramı merkezli bir etik alanı vardır. Ancak Yunan Felsefesi Etik alanını kelime ve düşünce olarak kuramsallaştıran Felsefe olarak bilinmektedir. Nitekim Etik kavramının bütün dünyada kabul edilen ortak bir kavram olması da bunu göstermektedir. Ancak tarihsel süreçte uygulama bakımından sistematik etik uygulamalarının Selçuklu Medeniyetinin unsurlarından olan Ahilik örgütünde görüldüğünü belirtmek gerekir. Bilindiği gibi Ahilik, 13. yüzyılda Anadolu'da yaşayan Türklerin, esnaf ve sanatkârlarının birliğini, çalışma ilkeleri ve usullerini oluşturan, çok yönlü bir sosyo-ekonomik Türk kurumudur. Ahi Örgütüne üye olan esnaf ve sanatkarların uymaları gereken bir dizi ahlak ve iş kuralları vardı. Uyulmaması durumunda ağır cezalar da öngörülmüştü. Etik alanı öylesine geniş bir konudur ki, bazen ne olduğu veya ne anlama geldiği konusunda sağlıklı bir bütünlük de sağlanamayabilir. Günümüzde farklı etik alanlar bulunmaktadır: Kürtaj, yasal ve ahlaki meseleler, Hayvan hakları, Biyoetik, İş etiği, Kriminal adalet, Çevresel etik, Feminizm, İnsan hakları, Gazetecilik etiği, Tıbbi etik, Teknolojik etik, Faydacı etik, Faydacı biyoetik, vb. Bunların yanında, farklı açılardan ele alınan etik başlıkları da söz konusudur: meta etik, normatif etik ve uygulamalı etik (yukarıda sayılanlar uygulamalı etik’in alt başlıklarıdırlar. Yunan Felsefesinin Arapça tercümeleriyle birlikte Müslüman dünyasında da Yunan tarzı çalışmalar görülmektedir. Erdem etik’i denilen alan daha çok Müslüman dünyasında ilgi görmüş ve geliştirilmiştir. Yakın çağda bilim ve teknolojinin ilerlemesi, devlet kurumlarının aşırı güç kazanması vb. nedenler etik ilkelerinin oluşturulması ve benimsenmesini gerekli kılmıştır. İlk uygulamalı etik değerlerin tıp, genetik, vb. alanlarda konuşulmaya başlanması ilgi çekicidir. Çünkü diğer insanların üzerinde belirli bir etkileme gücüne sahip kişi veya meslek gruplarının endi iç denetimlerinin olması zorunlu hale gelmiştir. Aksi takdirde, diğer insanlara büyük zararlar verilmesi riski saptanmıştır. İlk önce Batı dünyasında bilgi ve gücü iç denetime kavuşturmak için etik kuralları oluşturulmaya başlanmıştır. Bu etik kuralları, bazen yasa gücünde bazen de bir meslek grubunun iç denetim ilkeleri olarak ortaya çıkmaktadır. Her iki durumda da, Etik Değerler/ kurallar bir başka insana ve topluma karşı iç sorumlulukları içermektedir. Ancak bu alanda tam bir başarı sağlandığını söyleyebilmek zordur. Zira insanoğlunun iyi ve kötü tarafının da gelişimi sonsuzdur. Etik değerlerin hatırlatılması, bir bilinç oluşturulması için de 25 Mayıs tarihi Etik Günü olarak kabul edilmiştir. Halen Etik değerlerin çiğnenmesi durumunda – çoğunlukla bu değerler çiğnenmektedirler- öngörülen vicdani cezalar son derece yetersizdir. Hukuki cezalar ise son derece edilgen, karmaşık ve her zaman kamu vicdanını tam tamir edici değildir. Zaman içerisinde Etik Değerlerin, bir tür Etik Yasalar haline dönüştürülmesi de sanırım bundan kaynaklanmaktadır. Fakat bu durumda da Yasaları koyan ve uygulayanların ahlaki davranmaları ihtiyacı yok mudur? Bu gün dolayısıyla – veya alan uzmanlığı itibarıyla- araştırma yapanların Etik /İnsan ilişkisi ve Ahlak üzerinde de durmaları bu yüzden bir gerekliliktir. Zira Yunan Felsefesi ve Batı Uygarlığı, kuramsal ve hukuki açıdan çok gelişmiş olmakla birlikte, insan öğesine yeterli değeri verebilmiş değildir. Bizim kültürümüzdeki ve inancımızdaki ahlak anlayışı ise hala tarihin derinliklerinden tam olarak bugüne taşınabilmiş değildir.
 
ETİK GÜNÜ NE ANLAMA GELİR? AÇIKLAMA, GENEL BİLGİ
 
Bir ülkede etik değerlerin oluşup kök salmasında birinci derecede etkili etmen bireyleri kültürlü uygar insanlar yapmayı amaçlayan eğitim düzeyleri. Ülkemiz açısından içine düştüğümüz olumsuz çarpıcı bir örnek her düzeyde eğitimi bir yabancı dilde yapma çabaları. Kendi anadilinde yapılan eğitimin önemine dikkat çekenlerin yadırgandığı bir düzeye kadar bu olumsuzluğu getirmiş bulunuyoruz. Etik değerlere özen gösterilen ülkelerde hiç kimse kendi ana dilinden bu derece vazgeçmiş gözükmüyor. Üstelik hem kendi diline hem de başkalarının anadiline saygıyı önemli bir etik değer sayıyor.
 
Bizim toplumsal olarak bugün karşı karşıya bulunduğumuz sorun, toplumsal yaşantımızdaki gelişmelerin toplumun geneli için geçerli olacak değer yargılarını oluşturamamış olması. Biz cumhuriyetin kuruluşu ile başlayan Atatürk devrimlerinin yaşamımıza soktuğu değer yargılarına güveniyoruz ve geçerliliğini koruduğuna inanıyoruz. Evrensel düzeyde geçerli olan değer yargılarına dayanan Atatürk ilke ve devrimlerini, teknolojik gelişmelerin günümüzde yaşattığı toplumsal dönüşümler bile eskitememekte.
 
İnsanoğlu, var oluşuyla birlikte, "ahlâkilik kaygısını" içinde taşımıştır. Kendisini "iyi" ve "kötü" olana dair sorgulamalara tabi tutarak, bunların "ne" olduğu sorusunun cevabını aramıştır. İşte bu aşamada ahlâkilik problemi ile karşılaşmıştır. Çevresinde gördüğü insanlar ve etrafındaki fizik nesnelerle ilişki kurarken karşılaştıklarının, bir takım değerlerle anlam taşıdığını görmüştür. Bu değerler de o insanın ahlâkî kodlarını belirlemiştir. Değerlerin dikkate alınmadığı anlarda, farklı eylem imkânlarıyla karşılaşıldığı zaman, neyi yapmanın doğru olacağına dair çeşitli ikilemler içerisine girilmesi kaçınılmaz olmuştur. Bu ikilemlerin tabiî bir sonucu olarak da doğru ve iyi olana dair çeşitli tasavvurlar ileri sürülmüştür.
 
"Doğru" ve "iyi"nin "ne" olması gerektiğine dair bilgiler insanlığın ilk kültürel bulgularına kadar götürülebilir. Çeşitli kabartma resimler, destanlar, yazılı taşlar ve yazılı eserlerde buna dair motifler vardır. "İyi"nin "ne" olduğu üzerinde durarak diğer insanlara öncülük eden en önemli kişiler hiç kuşkusuz filozoflar ve peygamberlerdir.
 
Filozoflar, felsefenin tabiatı gereği "iyi"nin "ne" olduğunu tartışmakla beraber somut davranış biçimleri vermekten kaçınmışlardır; peygamberler ise, iyinin ne olduğu üzerinde durarak, insanlara "model davranış biçimleri" sunmuşlardır. Peygamberler bu misyonlarını vahiy ve vahyi açıklayıcı sözler yoluyla yerine getirmişlerdir. Son peygamber Hz. Muhammed (asm) "Ben güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim." diyerek hayatın bütün alanlarını kuşatan bir değerler sistemi sunmuştur.
 
Aynı problem bugün de insanlığı meşgul etmektedir. Teknolojinin gelişmesi ve sosyo-ekonomik hareketliliğe bağlı olarak daha karmaşık hale gelen gündelik hayatlar, "iyi"nin "ne" olduğu sorusunu cevaplamayı daha da zorlaştırmıştır. İnsanlık, hayatın değişik alanlarında, bu soruya doğru cevaplar bulabilmek için "etik kodlar"a ihtiyaç duymuştur. Bilim adamları, mühendisler, siyasetçiler, hukukçular, tüccarlar, doktorlar, iş adamları ve meslek odaları yaşadıkları problemleri çözebilmek için bir değer yargıları sistemine dayalı teamüller oluşturmuşlardır. Bilgisayar alanında, internet kullanımında, enformasyon teknolojisinde, şirketlerin rekabet alanında ahlâka uygun olanla olmayan bilinmek istenmiştir.
 
ETİK GÜNÜNÜN KUTLANMA NEDENİ, ETİK GÜNÜ NİÇİN KUTLANIYOR?
 
25 Mayıs tarihi bütün dünyada etik günü olarak kutlanmaktadır. Bizim kültürümüze kavram ve çerçeve olarak farklı olan bu terim son yıllarda ülkemizde de önem kazanmış bulunmaktadır. Bu günün ne anlama geldiğini ve niçin kutlandığını bilmek için öncelikle kısa bir sözlük çalışması yapmak yararlı olacaktır.
 
Kelime anlamıyla ‘etik’ Yunanca ethos yani "töre" sözcüğünden türemiştir, özgün Yunanca kullanımı ‘Etika’dır, tıpkı politika (siyaset bilimi), poetika (şiir kuramı), gibi. Felsefenin dört ana dalından biridir. Yanlışı doğrudan ayırt edebilmek amacıyla ahlâk kavramının doğasını anlamaya çalışmaktadır. Bu yönüyle, kendine ait kuralları olsa da, halen de tartışılarak gelişen bir daldır.
 
Farklı kelimelerle ifade edilen değişik kültürlerde etik kavramı elbette mevcuttur. Nitekim Eski Yunanda olduğu kadar Çin Uygarlığında da Etik tartışılan bir konudur. Bizim kültürümüzde ise daha çok ‘ahlak’ kavramı merkezli bir etik alanı vardır. Ancak Yunan Felsefesi Etik alanını kelime ve düşünce olarak kuramsallaştıran Felsefe olarak bilinmektedir. Nitekim Etik kavramının bütün dünyada kabul edilen ortak bir kavram olması da bunu göstermektedir.
 
Ancak tarihsel süreçte uygulama bakımından sistematik etik uygulamalarının Selçuklu Medeniyetinin unsurlarından olan Ahilik örgütünde görüldüğünü belirtmek gerekir. Bilindiği gibi Ahilik, 13. yüzyılda Anadolu'da yaşayan Türklerin, esnaf ve sanatkârlarının birliğini, çalışma ilkeleri ve usullerini oluşturan, çok yönlü bir sosyo-ekonomik Türk kurumudur. Ahi Örgütüne üye olan esnaf ve sanatkarların uymaları gereken bir dizi ahlak ve iş kuralları vardı. Uyulmaması durumunda ağır cezalar da öngörülmüştü.
 
Etik alanı öylesine geniş bir konudur ki, bazen ne olduğu veya ne anlama geldiği konusunda sağlıklı bir bütünlük de sağlanamayabilir. Günümüzde farklı etik alanlar bulunmaktadır: Kürtaj, yasal ve ahlaki meseleler, Hayvan hakları, Biyoetik, İş etiği, Kriminal adalet, Çevresel etik, Feminizm, İnsan hakları, Gazetecilik etiği, Tıbbi etik, Teknolojik etik, Faydacı etik, Faydacı biyoetik, vb. Bunların yanında, farklı açılardan ele alınan etik başlıkları da söz konusudur: meta etik, normatif etik ve uygulamalı etik (yukarıda sayılanlar uygulamalı etik’in alt başlıklarıdırlar.
 
Yunan Felsefesinin Arapça tercümeleriyle birlikte Müslüman dünyasında da Yunan tarzı çalışmalar görülmektedir. Erdem etik’i denilen alan daha çok Müslüman dünyasında ilgi görmüş ve geliştirilmiştir.
 
Yakın çağda bilim ve teknolojinin ilerlemesi, devlet kurumlarının aşırı güç kazanması vb. nedenler etik ilkelerinin oluşturulması ve benimsenmesini gerekli kılmıştır. İlk uygulamalı etik değerlerin tıp, genetik, vb. alanlarda konuşulmaya başlanması ilgi çekicidir. Çünkü diğer insanların üzerinde belirli bir etkileme gücüne sahip kişi veya meslek gruplarının endi iç denetimlerinin olması zorunlu hale gelmiştir. Aksi takdirde, diğer insanlara büyük zararlar verilmesi riski saptanmıştır.
 
İlk önce Batı dünyasında bilgi ve gücü iç denetime kavuşturmak için etik kuralları oluşturulmaya başlanmıştır. Bu etik kuralları, bazen yasa gücünde bazen de bir meslek grubunun iç denetim ilkeleri olarak ortaya çıkmaktadır. Her iki durumda da, Etik Değerler/ kurallar bir başka insana ve topluma karşı iç sorumlulukları içermektedir.
 
Ancak bu alanda tam bir başarı sağlandığını söyleyebilmek zordur. Zira insanoğlunun iyi ve kötü tarafının da gelişimi sonsuzdur. Etik değerlerin hatırlatılması, bir bilinç oluşturulması için de 25 Mayıs tarihi Etik Günü olarak kabul edilmiştir.
 
Halen Etik değerlerin çiğnenmesi durumunda – çoğunlukla bu değerler çiğnenmektedirler- öngörülen vicdani cezalar son derece yetersizdir. Hukuki cezalar ise son derece edilgen, karmaşık ve her zaman kamu vicdanını tam tamir edici değildir. Zaman içerisinde Etik Değerlerin, bir tür Etik Yasalar haline dönüştürülmesi de sanırım bundan kaynaklanmaktadır. Fakat bu durumda da Yasaları koyan ve uygulayanların ahlaki davranmaları ihtiyacı yok mudur?
 
Bu gün dolayısıyla – veya alan uzmanlığı itibarıyla- araştırma yapanların Etik /İnsan ilişkisi ve Ahlak üzerinde de durmaları bu yüzden bir gerekliliktir. Zira Yunan Felsefesi ve Batı Uygarlığı, kuramsal ve hukuki açıdan çok gelişmiş olmakla birlikte, insan öğesine yeterli değeri verebilmiş değildir. Bizim kültürümüzdeki ve inancımızdaki ahlak anlayışı ise hala tarihin derinliklerinden tam olarak bugüne taşınabilmiş değildir.
 
ETİK VE AHLAK ARASINDAKİ FARK NEDİR?
 
Ahlak, içinde yaşadığımız topluma göre değişir ve genelde çoğunluk tarafından herhangi bir gerekçe gösterilemeden doğru kabul edilen değerlerin ve düşüncelerin toplamıdır. "Doğru" olduğu hissedilenler ahlaka uygun olarak kabul edilir. Ve bu durum toplumdan topluma farklılık gösterir. Buna karşılık etik, kuralları mantıklı olarak yorumlamaya çalışır. Etiği, ahlakın üzerinde yeniden düşünme olarak tanımlamak da mümkün. Bilimde ve hukuk sisteminde sadece mantıklı açıklamalar bulunduğu için de biyoahlak değil sadece biyoetik vardır.
 
Biyoetik terimini anlamak zordur. Fakat tedavisi bulunmayan bir hastalığa yakalananlar biyoetikle karşı karşıya gelebilirler. Doktorlar, iyileşme sağlayabilecek bir yöntemi denemeliler mi? Ya da yaşı ilerlemiş bir kadın yapay döllenmeyle çocuk sahibi olmalı mı? Ve insan, bitkileri ve hayvanları genetiğin yardımıyla ekonomik ihtiyaçlarına göre ne kadar değiştirmeli ya da değiştirmeli mi?
Yasaları hazırlayanlar uygun kuralları koyabilmek için konuyu enine boyuna tartışmak zorundalar. Kurallar çok katı olursa bilim adamları araştırmalarını sürdürmekte zorluk çekebilirler. Mesela ülkemizde kısa bir süre önce embriyonik kök hücreleriyle araştırmanın yasak olduğu açıklandı.
 
Fakat İngiltere’de örneğin belli kurallara uyulduğu müddetçe buna izin var. Aynı yasakla karşı karşıya kalan diğer bazı ülkelerin bilim adamları, araştırmalarına son mu veriyorlar? Hayır, bu uygulamanın serbest olduğu ülkelere giderek araştırmalarını oralarda sürdürüyorlar.
 
Tabii kuralları çok fazla gevşek tutmak da pek doğru olmasa gerek. Örneğin kopyalama tekniğinin uzun vadede ne gibi olumsuzlukları beraberinde getireceği henüz kesinleşmemişken insan embriyosu kopyalamak elbette ki sakıncalıdır. Ya da insan ömrünün ortalama olarak yetmiş yıl olduğu bir dünyada 60 yaşında bir kadının yapay döllenmeyle anne olması doğru mu?
 
ETİK GÜNÜ ÜZERİNE
 
Dünya değerlere koşuyor. Kimileri değerleri metada bulurken kimileri de onu gönüllerde buluyor. İnsan değerlere koşuyor. Bu koşuş iyi ve kötünün mücadelesi, bu koşuş iyide kişinin kendisini bulması, bu koşuş maddiyatın asıl değerine kavuşması.
 
Zaten iyi ve kötü mücadelesi aynı zamanda bir varlık mücadelesi idi! Goethe Faust adlı eserinde onu buluyordu. Mefisto dize geliyordu satırlarda. Filibeli Ahmet Hilmi Amak-ı Hayalle bir başka oluyordu. İyiler onunla huzura kavuşuyordu. İyiler ve kötüler saf saf ayrılıyorlardı. Oluklar çiftti birinden nur akıyordu diğerinden ise kir. Kalpler iyi ve kötü arasında. Tercihler erdemli olma adına. Hep iyilik soluklanmalıydı. Etik yolunda küheylan gibi koşulmalıydı. Etik et ve kemik değildi sadece. O kafa ve ruhun aşkıydı. Madde ve mananın izdivacıydı. Etik yaşanmalı idi ve asıl olanı yani iyi olan değerleri hayata hayat kılmaktı. İyiyi yaşayanlardan olunmalıydı. Davranışlara bu iyilik elbisesi giydirilmeliydi. Ve bu elbisenin kirlenmemesi için yaşama özenle ve etikçe anlam verilmeliydi.
Peki ya kötülük; Kötülük özden uzaklaşmaktı. Çünkü o, gazap, gayz, haset solukluyordu. Onun bulunduğu topraklar çoraktı, kuraktı. Kara bulutlar vardı. Ancak bu bulutlar merhamet yağmurlarına değil ebabil kuşlarına gebe idi. Havada birliktelik soluklanmıyordu. Bu toprakların sakinleri için temel anahtar kelimeler ego, ene ve hep bendi. Her şey ben içindi. Ve her şey saman alevi gibi kaybolup gidiyordu. Topraklar bereketten nasibini alamıyordu. Onlar etikçe yaşayanlar gibi akıllarda belleklerde ve daha da önemlisi gönüllerde yaşamıyordu. Onların kaderi yok olmaktı, unutulmaktı.
 
İyi değerlerin kötü ile mücadelesinde iyi kazanacaktı. İyi değerlerin temsilcileri bir ressam gibi gönül tuvaline en güzel biçimleri ve şekilleri resmediyorlardı. Bu resim için en güzel renkleri kullanıyorlardı. Ve tuval o kadar güzelleşmişti ki görenler ona hayranla bakıyordu. Bu resim neden bu kadar güzeldi. Çünkü fırçalar iyilik darbelerini vurarak hatları belirliyordu. Bu darbelerle fedakarlık dağ oluyordu. Dağlarda şecaat vardı. Onlar vakur idi. İşi doğru yapmanın huzuru ile başları hep dikti. Çünkü onlar bu yüce dağ makamına şeref veriyorlardı. Bu makamdan şeref almıyorlardı. Merhamet toprakta kendini buluyordu. Ağaçlar birliktelik solukluyordu. “Ağaç gibi tek ve hür orman gibi kardeşçesine” şiirini terennüm ediyorlardı. Ağaçların dalları eğikti. Çünkü meyveler hem mütevazi hem de olgun idi. Kuşlar en güzel nağmeleri söylüyordu, çünkü diyalog ve tolerans yansımıştı bu nağmelere. Gökyüzü engin maviliği ile kapsayıcı idi. Bu gökkubenin altında herkes kendini huzurlu hissediyordu ve adalet içinde yaşıyorlardı. Lonca sisteminin kurucuları gibi ahice yaşıyorlardı. Irmaklar ahenk içinde ağlarcasına akıyorlardı. Fakat bu ağlama sevgi içindi, çorak gönülleri yeşertmek içindi. Tuvalin her objesi o kadar uyumlu idi ki kimse ben demiyordu yalnızca biz diyordu. Bu tuvale yansıyan memleket bizim olmalıydı. Aşk ile iştiyakla bu memleketi korumak gerekirdi. Memleket içinde yaşayan insanlar da elinden belinden dilinden emin olunan insanlar idi ancak yine de dış müdahalelere karşı güvenlik tedbirleri iyice alınmalı idi. Bu memlekete kötü değerler girmemesi için sınır taşları koyulmalı idi. Ve tuvalin şekli böylece verilecek ve şahane bir resim ortaya çıkacaktı.
 
Şimdi sıra onu tüm resimlerin sergilendiği gönüller sergisinde göstermekti.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Saglik-haberleri Hakkında
MesajGönderilme zamanı: 19.08.13, 20:54 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 05.03.09, 09:49
Mesajlar: 311
http://www.iku-dergisi.com/IKU/images/s ... -iku25.pdf
http://www.sbusgis.com/sunumpdf/JohnIllmanTR.pdf
http://www.sosyalhaklar.net/2010/bildiri/gur.pdf
http://www.e-kutuphane.teb.org.tr/pdf/t ... os00/4.pdf
http://www.akademikbakis.org/26/12.pdf
http://www.tjodizmir.org.tr/Admin/photo ... 215000.pdf (Sibel Güneş)
http://www.wfsj.org/course/tr/pdf/ders1.pdf
http://www.irfanerdogan.com/makaleler4/ ... leyici.pdf
http://www.iletisim.com.tr/images/cust_ ... 141813.pdf
https://dosya.sakarya.edu.tr/Dokumanlar ... kuman1.pdf
http://www.toraks.org.tr/uploadFiles/21 ... iskisi.pdf
http://www.akademikbakis.org/5/1.pdf
http://www.eecon.info/papers/449.pdf
http://calismatoplum.org/sayi32/eren.pdf
http://inet-tr.org.tr/inetconf12/kitap/ ... inet07.pdf
http://www.tdd.org.tr/dosya/Bitkisel_ur ... saglik.pdf
http://www.flsfdergisi.com/sayi2/155-162.pdf


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 9 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 1 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye