Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 4 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: Gülen hareketi “post tarikat”...
MesajGönderilme zamanı: 09.01.10, 20:11 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 10.11.09, 16:02
Mesajlar: 30
Prof. Dr. Tayfun Atay: 'Post-tarikat Gülen hareketinde şeyhin yerini video ve MP3 aldı!'

SELİN ONGUN / T24
songun@t24.com.tr

En etkin dini grup hangisi?

DTP Diyarbakır Milletvekili ve Grup Başkan Vekili Selahattin Demirtaş, T24'e verdiği röportajda söylemişti:"Gülen cemaatinin tabanımızda bir etkinliği yok. Bölgedeki en zayıf İslami hareketlerden biri Gülen cemaatidir. Gülenciler, miting yapsın 100 kişi toplayabilirlerse, ben istifa edeceğim."

Ve bambaşka bir cevap:

“Ülkenin her yerinde olduğu gibi Kürt coğrafyasında da Gülen hareketi etkin, ardından Nakşibendîler, onun ardından da artık neredeyse marjinalleşen Kadiriler geliyor.”

Bu değerlendirme, Türkiye'de kültürel kimlik, din, etnik yapı ve siyaset ilişkileri üzerine araştırma ve incelemeleri ile dikkat çeken sosyal antropolog Tayfun Atay'a ait. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Halkbilim Bölümü ile Etnoloji Anabilim Dalı başkanlıklarını yürüten Prof. Dr. Tayfun Atay ile bölgedeki dini grupların etkinliğini, Fethullah Gülen hareketini “post-tarikat” yapan unsurları, cemaatin post-tarikat yapısının Kürtler'i nasıl etkilediğini konuştuk.
***

Söyleşinin yarın yayımlanacak bölümünde ise, Prof. Dr. Atay'ın; Abdullah Öcalan'ın “Gülenizm açılımı”na, DTP ve PKK'nın bu açılımdaki yerine, Zaza-Kırmanci çekişmesine, Kürt laikliğinin dinle neden daha barışık olduğuna ve Hizbullah'ın bölgedeki durumuna ilişkin değerlendirmeleri yer alacak.

- Kürt açılımıyla birlikte “Türkiyeli Kürtler” için çözüm önerilerinin tartışıldığı günlerdeyiz. “Türkiyeli Kürtler”denildiğinde karşımıza kimler çıkacak?

Çok önemli bir soru bu. Kürt sorununun çözümüne yönelik alternatiflerin tartışıldığı bugünlerde özellikle ihmal edilmemesi gereken bir konu… İktisadi, dinsel, dilsel temelde bir tek Türkiye Kürtlüğünden söz edemeyiz. Dolayısıyla Türkiye Kürtlerine ilişkin bir kimlik arayışı içerisinde “Türkiye Kürtlüğü” demek doğru değil, Türkiye Kürtlükleri var. Kürt coğrafyası homojen değil, bu coğrafyada Kürtlük içinde Kürtlükler var. Dil içinde diller, din içinde dinler var. Öte yandan etnik kimlik içinde Kürtlerin tek bir noktada buluşma imkânı da yok.

'Türkiye Kürtlüğü demek doğru değil, Türkiye Kürtleri var'

- Yani soru şu: Hangi “Türkiye Kürtleri”nden söz edeceğiz?

Doğru... Şafii Türkiye Kürtleri var, Alevi Türkiye Kürtleri var. Şafii ve Kırmanci konuşan Türkiye Kürtleri var, Alevi ama Kırmanci konuşan Türkiye Kürtleri var. Zazaca konuşan, Alevi olmayan Türkiye Kürtleri var, Zaza konuşan ve Alevi olan Türkiye Kürtleri var. Sonra Kırmanci Şafiiler, Kırmanci Aleviler, Zaza Sünniler, Zaza Aleviler, Süryani Kürtler, Yezidi Kürtler var. Öte yandan büyük şehirlere göç etmiş, bir anlamda ulus devlet kültürünü özümsemiş ve Türkiye ekonomi-politiğinden nasiplenmiş, Kürt coğrafyasıyla bağları minimalize olmuş önemli bir Kürt grubu var. Bölge dışına çıkmamış, Türkiye ekonomi-politiğinden kopuk yaşayan Türkiye Kürtleri var. Modernleşmiş, küresel sistemin isterleri doğrultusunda uyumlu olmuş Türkiye Kürtleri var. Pre-kapitalist ve feodal yapılar içinde yaşamını sürdüren Türkiye Kürtleri var. Bütün bunları Türkiye Kürtlüğüne ilişkin bir tanım yaparken ihmal edemezsiniz.

'Etniklik içinde etniklikler çıkacak'

- Şimdi bazı cin akıllardan, “Alın size federe devlet, ama o da bölünebilir” geçebilir.

Aslında bunu kimse yabana atmamalı. Çünkü adına federasyon ya da otonomi, ne derseniz deyin, bölgeyi etno-kültürel çerçevede totalleştirmeye gittiğiniz zaman, bu saydığımız unsurlar kendisini gösterecek. İç kırılma ve ayrılmalar olacak. Yani “etniklik içinde etniklikler” çıkacak.

Kürt açılımının AKP üzerinden gerçekleşmesinin dini altyapısı

- İşte tam burada, bu farklılıkları “din şemsiyesi” altında toplamak gibi bir formül ortaya atılıyor zaman zaman. İslam'la ya da dini sosu baskın bir strateji ile Kürt sorununa çözüm önermek ne kadar sorunlu?

Çok sorunlu. Kürt sorununun milliyetçilik temelinde çıktığı vurgulanarak, çözüm seçeneğinde dinin yani İslam'ın sıkıntıyı çözecek bir etki yaratabileceği uzun yıllar ileri sürüldü. Şunu unutmuyorum: Ben bunu, daha sonra kitap olarak da basılan (“Batı'da Bir Nakşî Cemaati: Şeyh Nazım Kıbrısi Örneği”) doktora araştırmamı sürdürürken, 1990'lı yılların başlarında, Güneydoğu’da çatışmanın en yoğun olduğu dönemlerde, bir Nakşibendî şeyhinden duydum ilk olarak... Sünni bir tarikat şeyhi, çözümün İslam'dan geçtiğini, “kavmiyetçiliğin” böldüğü insan gruplarının ümmet birliği içinde toplanabileceğini söylüyordu. Buna benzer iddialar, Türkiye'de İslami hareketin pek çok kanatlarında ifade edildi. Bu öneri sadece geleneksel çevrelerden değil, daha modern İslamcı çevrelerden/entelektüellerden de geldi. Aslında bugünkü Kürt açılımının AK Parti üzerinden gerçekleşmesinin, böyle bir altyapıdan beslendiğini düşünüyorum. Ancak bu formül, bizim sorunumuzu çözmeye yetmez.

'Din kardeşliği Kürt sorununu çözmeye yetmez'

Neden?

Bu çözümü öne çıkaranların kafasında Kürtlerin Müslümanlığı ve dindarlığını esas alma var. Ama hiç ihmal edilmemesi gereken bir Kürt-Alevi gerçeği var. Ayrıca Sünni İslam çerçevesinde de Kürtlerin ezici çoğunluğunun Şafii mezhebinden olduğunu unutmamak gerekir. Şafii mezhebi üzerinden Sünni İslam'la bağ kurulabileceğini düşünmek de yetersiz. Çünkü Şafii ve Hanefi ayrımı, kolay aşılabilen bir ayrım değildir. Dolayısıyla yine vurguluyorum: Bütün bunlar süreç içinde yeni kırılmaları, kimlik içerisinde kimlik, etniklik içerisinde etniklik ayrışmalarını ortaya çıkaracaktır. O yüzden, salt din üzerinden, din kardeşliği teması üzerinden bu sorunun çözümüne yönelik girişimler kolay gerçekleşecek gibi gözükmüyor.

Bilinci sağlayan hareket Nakşibendilik'ti ama...'

- “Doğu Anadolu Bölgesi ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi'ndeki Kürt nüfus üzerinde etkin olan dini gruplar arasında Gülen cemaati giderek daha etkin görünüm sergiliyor. Gülenciler, bölgede tarihsel olarak güçlü olan Nakşibendîleri ve Kadirileri ekarte etti” tezine ne kadar katılıyorsunuz?

Özellikle Sünni Kürtlük içerisindeki tarikat bağları açısından durum, yüzyıllar boyunca değişmedi. Biliyoruz ki bölgede iki büyük tarikat var; Nakşibendîlik ve Kadirilik. Ancak modern zamanlarda, yani 18'inci, 19'uncu yüzyıllarda ve 20'nci yüzyılın yakın zamanlarına uzanan dönemde hâkim tarikat Nakşibendîlikti. Ve yine biliyoruz ki, Osmanlı İmparatorluğu'nda Nakşibendîliğin politize olması Kürt coğrafyasında başladı. Bu süreci başlatan isimlerden Mevlana Halid-i Bağdadi Kürt’tü. Halidî bir eğitimden geçen, daha sonra Nakşîlikten kopan, Cumhuriyet tarihinin belki de en önemli “anti-kahraman”ı Said Nursi, Kürt’tü. Dolayısıyla bölgede popüler katmanlarda kitlelerde en fazla kimlik bilincini, politik bilinci, varlık bilincini sağlayan hareket, Nakşibendilik'ti. İşte burada karşımıza Türkiye'nin modernleşme süreci çıkıyor. Bu süreçle birlikte de geleneksel dini oluşumların değişmesine, yeni dini oluşumların ortaya çıkmasına tanık oluyoruz.

- Yeni din oluşumlarından kastınız nedir?

Tarikatın geleneksel işleyiş mekanizmasının dışındaki oluşumlar… O mekanizma, sözlü kültüre, yüz yüze ilişkiye dayanan, zikir pratiğinin merkezî rol üstlendiği, şeyhin mutlak otoritesinin esas olduğu bir yapıdır. Bu geleneksel yapı, modern dünyada ortaya çıkan gelişmelerle birlikte değişti.

'Nurculukta şeyh yok, Risale-i Nur var'

- Geleneksel tarikat yapılanmasında nasıl bir değişim oldu?

İslam bireyselleşti. Sözlü kültürün değil, yazılı kültürün hâkim olduğu bir dönem başladı. Şahsa değil, yazılı kaynaklara otorite atfetme dönemine girildi. Bu dönem, artık şeyhlerin etkisinin azalmaya başladığı bir dönem. Bu yeni mekanizmanın yükselişi, Said Nursi'nin etkisi altında gerçekleşti. Nursi'nin “Devir tarikat devri değil, imanı kurtarma devri” önerisinden hareketle şeyhin otoritesinin yerine bir eser/bir kitap geçti. Bu eser, Nur hareketinde Risale-i Nur'dur.

'Gülen hareketi yükselişte, Nakşîlik inişte'

- Said Nursi ile başlayan bu hareketin doğuş sürecinin en belirgin özelliği nedir?

Said Nursi geç 19'uncu yüzyıldan 1960'da ölümüne dek hem Osmanlı'dan cumhuriyete geçiş sürecini deneyimleyen yani “geç Osmanlı- erken laik cumhuriyet” sürecini yaşayan ve etkileyen bir insan. Nursi'nin 1960'da ölümüyle birlikte başlayan süreçte Nurcu hareket içinde oluşan, onun izini süren alt gruplar oluştu. Bu yeni yapılanmalar sürerken, tüm bu süreçte Nakşibendîliğin, geleneksel tarikat yapısının dinamik ve yaygın biçimde var olduğunu da hatırlatalım. Ve bugüne bakalım: Cumhuriyet döneminde Nakşîliğe karşı daha modern bir yapılanmaya ve ilkeselliğe sahip olan Nurcu hareket ve onun devamı sayabileceğimiz Gülen hareketinin sürekli yukarıya doğru bir ivmesi varken, Nakşîlik inişte. Bu “genel gelişme zinciri”nden bahsettikten sonra ana sorunuza dönebiliriz.

- Kürtler nezdinde Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde en etkin dini grup hangisi?

1990'lardan sonra Gülen hareketi, siyasi, iktisadi, kültürel süreçlerinde yer alma açısından Türkiye'nin her yanında çok daha etkin ve belirleyici hale geldi, Nakşîlik ise giderek zayıfladı. Bugün artık Nakşîliğin, Gülen hareketine göre mukayese edilemeyecek ölçüde gerilediğini düşünüyorum. Bunun Kürt coğrafyasındaki somut ifadesi ise şöyle: Gülen hareketi, ülkenin her yerinde olduğu gibi orada da oldukça etkin, ardından Nakşibendîler, onun ardından da artık neredeyse marjinalleşen Kadiriler geliyor.

'Gülencilik bir post-tarikat harekettir'

- Siz, Gülen hareketini “post tarikat” olarak tanımlıyorsunuz.

Doğru, Gülen hareketi, post-tarikat bir harekettir. “Post” oluşumlar, kendinden öncekinin içinden çıkan, ama onu değilleyerek aşan hareketlerdir. “Gülencilik bir “post-tarikat” harekettir derken bu niteliği temel alıyorum.

- Gülen hareketi Nurculuğun; Nurculuk Nakşîliğin içinden doğdu. Bu zincir içerisinde Gülen hareketini “post-tarikat” yapan unsurlar nelerdir?

Dünyada ortaya çıkan değişmenin bizim coğrafyamıza da din özelinde yansımaları oldu. Endüstri devrimi olmuş, ulus-devletler ortaya çıkmış, birey ortaya çıkmış, en önemlisi bizim konumuzu ilgilendiren Protestan reformu yaşanmış Batı’da. Nedir bu; dinin geleneksel bir kuruma, Kilise’ye bağlı olarak yaşanmasından vazgeçilmesi, dinin kitabi olarak matbaanın da sağladığı teknolojik imkânlarla bireyler tarafından ve kavmî ya da ulusal temelde yaşanması. Batı modernitesini etkileyen bu reform, Osmanlı coğrafyasına da yansıdı, geleneksel dinsel yapının gerilemesine neden oldu. Osmanlı döneminde Kürt coğrafyasında Nakşî tarikat terbiyesiyle yetişen ama Batı'daki gelişmelere de aşina olan Said Nursi, geleneksel tarikat örgütlenmesi içerisinde faaliyet sürdürmenin hiçbir yarar getirmediğini fark etti. O yüzden tarikat yapılanması içinde hareket etmekten vazgeçti. Bir anlamda tarikat yapılanmasını protesto etti. Dikkat edelim; Risale-i Nur tarikat yapılanmasındaki insani figürün yerine, kitabi figürü oturtmaktır. Yani Nur hareketi içerisinde şeyhin karşılığı aslında Said-i Nursi değil, Risale-i Nur'dur.

'Gülen hareketinde otorite MP3'den çıkar'

- Gülen hareketinde şeyhin karşılığı nedir?

Sorunuza Marshall McLuhan’ın ünlü “Araç, mesajdır” deyişinden ilhamla cevap vermem gerekirse, şeyhin tarikattaki işlevini Gülen hareketinde “Hocaefendi”nin sohbetlerini bize aksettiren videokasetler, toplu cd’ler, nihayet mp3'ler üstlendi denilebilir. Şöyle ki, dünya, pre-modern, modern ve post-modern süreçlerde üç ayrı gündelik yaşam kültürü üretti: sözlü kültür, yazılı kültür ve görsel kültür. Nakşîliğin bizim coğrafyamızda başını çektiği tarikatlar, sözlü kültür yaşantısıyla örtüşen dini yapılardır. Nurculuk, bu coğrafyaya yazılı kültürün girmesi, aktarılması, yaygınlaştırılması noktasında ortaya çıkan ve kısmen yazılı kültürle örtüşen bir harekettir. Gülen hareketi ise tüm dünyada etkisini gösteren, bizim ise henüz yazılı kültürü içimize sindirmeden, 1990'lardan itibaren içerisine hazırlıksız daldığımız görsel kültür yaşantısının karşılığı olarak düşünebileceğimiz bir dini yapıdır. Dolayısıyla şeyhin yerinde “Hocaefendi”nin bütün dini sohbetlerinin videokasetleri, cd setleri var, diyebiliyoruz. Bu döngüye en iyi uyarlanan hareket, Türkiye'de Gülen hareketidir. Bu, elektronik teknolojisi açısından öne sürebileceğimiz bir unsur. Bir de iktisadi temelde öne sürebileceğimiz unsurlar var.

'Müslüman burjuvazinin kendini en zinde hissettiği yer, Gülen hareketi'

- Onlar nedir?

Türkiye'de sermayenin el değiştirmesi, Müslüman burjuvazinin doğuşu, bu burjuvazinin geleneksel İslami yapılar yerine çok daha modern olan Gülen hareketine eğilim göstermesi… Yani Müslüman burjuvazinin psiko-kültürel anlamda Gülen hareketinde kendine uygun bir yapılanma ve pratik bulması. Türkiye'de Müslüman burjuvazinin, tarikatlar içerisinde kendini bu kadar dinamik, zinde ve mobil hissetmesi mümkün olamazdı. Gülen hareketinin dini gruplar içerisinde Türkiye'de artık neredeyse rakipsiz olmasındaki üçüncü unsur ise dış-politik. 11 Eylül'den sonra El Kaide, Taliban gibi küresel kapitalizm karşıtı İslami hareketler yerine küresel kapitalizmle uyumlu İslami hareket bulma arayışı. Uluslararası politika içerisinden bu arayışa en önemli adaylardan biri, belki de birincisi Gülen hareketi oldu. Tabii bunun içinde bazı Nakşî çevreler de vardır. Ancak küresel kapitalizmin hedefleri doğrultusunda en uyumlu, en duyarlı, en değişken hareket Gülen hareketi olarak gözükmektedir.

'Fethullah Gülen'in her alanda söz sahibi olduğu tartışılır'

- Böylesi 'hacimli' bir hareketin tek kişinin otoritesiyle, yani sadece Fethullah Gülen’le kontrol edilmesi mümkün mü?

Çok önemli bir detay bu. Dengenin özellikle 1990'ların sonuna doğru değişmesiyle birlikte Gülen hareketi neredeyse rakipsiz, inanılmaz boyutlarda yaygın ve merkezi olarak da kontrol edilmesi-yönetilmesi mümkün olmayan bir şebeke haline geldi. Yani sorunuzu şöyle cevaplayayım; Fethullah Hoca'nın, artık Gülen hareketinin her kulvarında doğrudan söz sahibi olduğu ya da en azından her olan bitenden haberdar olduğu tartışılır. “Hocaefendi” bir simge artık. Uluslararası ve uluslar-üstü toplumsal bir oluşumdan bahsediyoruz. Merkezkaç inisiyatifler kaçınılmaz biçimde olacaktır burada.


Prof. Dr. TAYFUN ATAY KİMDİR?.

Prof. Dr. Tayfun Atay kültürel kimlik, din, etnik yapı ve siyaset ilişkileri üzerine araştırma ve incelemeleri olan bir sosyal antropolog.

Atay'ın başlıca eserleri “Batı’da Bir Nakşî Cemaati: Şeyh Nazım Kıbrısi Örneği” , “Din Hayattan Çıkar: Antropolojik Denemeler”, “Türkler, Kürtler, Kıbrıslılar: İngiltere’de Türkçe Yaşamak” ve “Din Üzerine Antropolojik İncelemeler” başlıkları altında yayımlandı. Prof. Atay halen Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Halkbilim Bölümü ve Etnoloji Anabilim Dalı başkanlıklarını yürütüyor. Bunun yanı sıra ODTÜ Sosyoloji Bölümü bünyesindeki Antropoloji Yüksek Lisans Programı’nda da dersler veriyor.

http://www.t24.com.tr/haberdetay/53172.aspx


En son ahirzaman tarafından 23.01.11, 15:10 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.

Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Prof. Dr. Tayfun Atay: Gülen hareketi “post tarikat”...
MesajGönderilme zamanı: 19.01.10, 11:59 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 10.11.09, 16:02
Mesajlar: 30
'Babası Nakşî şeyhine bağlı genç Gülen-benzeri hareketlere yöneliyor'


SELİN ONGUN / T24
songun@t24.com.tr

Kültürel kimlik, din, etnik yapı ve siyaset ilişkileri üzerine araştırma ve incelemeleri ile bilinen sosyal antropolog Prof. Dr. Tayfun Atay ile yaptığımız röportajın dün yayımlanan bölümünde Fethullah Gülen hareketini “post-tarikat” olarak konumlandıran unsurları, Gülen hareketinin Kürtler'i nasıl etkilediğini konuştuk.

Konuşmanın bugünkü bölümünde, Atay'n, Abdullah Öcalan'ın “Gülenizm açılımı”na, DTP ve PKK'nın bu açılımdaki yerine, Zaza-Kırmanci çekişmesine, Kürt laikliğinin dinle neden daha barışık olduğuna ve Gülen hareketinin Hizbullah üzerindeki “katalitik etki”sine dair değerlendirmeleri yer alıyor.

'Kürtçülüğü Türk modernleşmesine borçluyuz'

- Röportajımızın ilk bölümünde Gülen hareketinin Türkiye'deki dini gruplar arasında rakipsiz hale geldiğini, bunun bir sonucu olarak cemaatin, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde de ağırlığını hissettirdiğini söylediniz. Gülen hareketi Kürt coğrafyasında hangi dengeleri değiştiriyor?

Burada önce bir parantez açalım. Kürtçülüğü bir anlamda Türk modernleşmesine borçluyuz. Kürtçülüğün, cumhuriyetin başında bir Kürt elitin inisiyatifinde, sınırlı bir hareket olmaktan çıkıp, kitlesel ve elitle sınırlı olmayan, halka mal olmuş bir hareket haline gelmesini, Türk modernleşmesi sağladı. Dolayısıyla böyle bir düzlemde, geleneksel aşiret yapısı da sarsılıyor. Diğer yandan aşiret yapısı sarsıldıkça, zayıfladıkça, bununla ters orantılı olarak vahşileşiyor da...

'Babası Nakşî şeyhine bağlı genç Gülen-benzeri hareketlere yöneliyor'

- Ne demek bu?

Aşiretin yapısının temelini oluşturan töre, namus v.b. pratikler yavaş yavaş çözülüyor. Yakınlarda Mardin’de yaşanan olay buna örnektir mesela. Bu çözülmeler periyodik vahşi çıkışlara neden oluyor. Aşiret yapısı gibi, geleneksel tarikat yapıları da çözülüyor. Tarikat yapılanmasının çözülmesinin bir yanı da şu: Babası bir şeyhe mürit olan, kendisi İstanbul'da üniversitede hukuk okuyan bir çocuk, o geleneksel, yüz yüze iletişimin olduğu, zikirlerin yapıldığı ama modern hayatın dinamiklerini kavramak açısından daha az donanımlı Nakşî şeyhine yönelmiyor artık ve daha modern, Gülen-benzeri hareketlere yöneliyor. Çünkü bu hareketler içinde mühendisler, bürokratlar, stratejistler, Amerika'da eğitim gören sonra Türkiye'de “think-tank” (düşünce kuruluşu) oluşturanlar var. Dolayısıyla bu genç, modern-profesyonel (meslek sahibi) Müslüman bir Kürt olarak kendisini Gülen hareketine daha uygun hissedebilir.

'Gülen hareketi Nusaybin’e evlerin tepesindeki uydu anteniyle gidiyor'

- Büyükşehirde, belirli bir çıtanın üzerinde yaşıyan Kürt, Gülen hareketinde böyle hissediyorsa, tabanda durum nasıl?

Burada post-tarikat kavramı bize yine bir açıklama anahtarı sunar. Bu, kendinden önceki tarikat pratiğini deneyimlemiş olmak, onun işleyiş mekanizmalarına, diline, sembollerine, deyimlerine hâkim olmak, onun dilini konuşabilmek ve sonra tüm bunları reddederek aşmaktır. Dolayısıyla Gülen hareketi içindeki insanların, Nakşî veya Kadiri terbiye ile yetişmiş yahut aşiret yapılanmasının içinde yoğrulmuş kişilerle diyalog kurması ve onların içine girmesi zor olmuyor. Tayyip Erdoğan'ın belki de Türkiye nezdinde geniş bir coğrafyada, orta Anadolu’nun Türkçü duyarlılığı olan çevrelerinden Kürt coğrafyasına kadar etkili bir lider olması da o geleneksel dili konuşabilmesiyle ilgili. Böyle bakıldığında elbette Gülen hareketi, bölgedeki insanlarla iletişim kurma konusunda önemli bir altyapıya sahip. Ama ondan önce modern hayatın en önemli gereçlerine sahip; para ve iletişim teknolojisiyle hareket edebilme kıvraklığı. Sözlü kültürün ürünü olan tarikatların takatsiz kaldığı bu alanlarda uluslar-üstü hareket edebilen bir şebeke söz konusu. Evet, bu Silvan'daki, Nusaybin'deki köye kadar gider. Çünkü Nusaybin’deki köyde insanlar bugün hâlâ kerpiç, toprak damlı evlerde otursa da, o kerpiç evlerin tepesinde uydu anteni var.

- Peki, Gülenciler Kürt coğrafyasındaki tabanı neye teşvik ediyor?

AK Parti Kürt açılımı ile tabanı neye teşvik ediyorsa Gülen de ona teşvik ediyor.

'Apo'nun Kemalistler’den 'Gülenist'lere meyli söz konusu'

- O halde hemen soralım: Öcalan'ın yol haritasında Fethullah Gülen'e yönelik ilginç bir çıkış vardı. Daha önceki mesajlarında Gülen hareketini tehlikeli olarak değerlendiren Öcalan, “Ben Fethullah Hoca'yı takip ediyorum, okuyorum. Olumsuz değerlendirmiyorum. Kürdistan'da okulları cemaatleri var, örgütlüler. Demokratik temelde, karşılıklı yaklaşımlar olabilir” diye konuşmuştu. Bu anlamda arada bir bağ kurmak uygun olur mu?

Aslında tam da stratejik olur. Bu da sadece Türkiye'nin Kürt coğrafyasıyla ilgili değil, sermayenin el değiştirmesi, siyasi, entelektüel yapıdaki dönüşümle ilgili. Yani Öcalan yakalandıktan sonra geliştirdiği “Kemalist iletişim stratejisi”nden şimdi Gülenci kesimle diyaloğu da önemseyen ve öne çıkartan bir politik stratejiye geçmiş gibi. Yani Apo'nun Kemalistler’den “Gülenist”lere meyli söz konusu gibi.

'PKK'nın ilk kuşağında sol, yeni yetişen ikinci kuşakta ise etnik jargon var'

- Şeyh Sait İsyanı'nda yer alan Kürtlerin süngülerinin önüne Kuran taktığını hatırlayarak bu anlamda Öcalan'ın teşvikiyle “post” bir PKK isyanı beklemek çok mu fantastik?

Yüzyılın başındaki Şeyh Sait isyanı geleneksel, pre-modern, feodal ve dinin belirleyici olduğu bir isyandı. İsyanı cesarete getirenler, milliyetçi Kürt aydınlarıdır. Ama kitleler, din adına mobilize edildi. Yüzyılın sonundaki PKK isyanı, modern ve hatta post-modern bir isyan… Belirleyici öğe din değil, etnisite bu isyanda. PKK'nın altyapısında sol-sosyalist bir jargon var. Ama hemen hatırlayalım; PKK hareketi içinde ikinci yetişkin kuşak henüz çıkıyor. Bugün Meclis'teki eski kuşak DTP'liler sol-sosyalist-demokrat bir geçmişten geliyor. Daha genç kuşaklara baktığımızda Kürt etnik kimliği üzerinden yapılan taleplerde, özellikle kimlik politikasına yönelik unsurlarda belirgin bir artış olduğunu görebiliriz.

'Kürt laikliği, Türk laikliğine göre çok daha dostane bir ilişki üretebilir'

- Sizce DTP'de “Gülenci hava” var mı? Hatta mübalağa yaparak soralım: Gülenci bir PKK sempatizanı olabilir mi?

Bu daha zaman isteyen bir sentezlenme sürecidir. Siyasal ya da entelektüel olarak ileride karşımıza çıkabilir. Şu anda DTP'nin temsil ettiği çizgiyle Gülen hareketinin ve / veya AK Parti'nin temsil ettiği çizgi arasında ancak birbirini anlama çabasından söz edilebilir. AK Parti ve Gülen hareketinin oluşturduğu simbiyosis (ortak yaşam) Türkiye'de yeni bir ekonomik-politik iktidar ortaya çıkardı. Laik ekonomik-politik iktidar, yerinden edildi. Bu açıdan henüz DTP ve AK Parti arasında birbirini anlama çabası var. Öcalan’ın Gülencilere yönelik ilgisi, bu iktidar kaymasıyla da ilgili bir bakıma. Ne var ki Öcalan, PKK ve DTP’nin dili, bu yeni iktidarın “mütedeyyin” dilini anlamaya daha tam olarak müsait değil. Ama şunu da söyleyeyim; Kürt coğrafyasında İslam, kültürel olarak çok etkili olduğu için Kürt sekülerizmi, Türk sekülerizmden dinle çok daha dostane bir ilişki üretebilir. Gerek Kürt sosyalizmi, gerek Kürt laikliği, Türk sosyalizmi ve Türk laikliğinde olamayan ölçüde dinle çok daha olumlu bir ilişki içine girebilir.

'Kürt sosyalistin bir Nakşî şeyhiyle haşir neşir olması şaşırtıcı değil'

- Kürt laikliği neden dinle daha barışık?

Çünkü Türk laikliğinin anti-teist bir temeli vardır. Antiteizm dini olan her tür tezahürden çok ciddi şekilde alerji duymaktır. Ateizmden farklılığı tespit etmek gerekir bu noktada. Ateist olabilirsiniz, ama inanan bir insandan irkilmezsiniz, onunla gayet olumlu ilişki kurabilirsiniz. Bir Kürt sosyalistin yetiştiği bölgedeki bir Nakşî şeyhiyle haşir neşir olması, beklenmedik bir durum değildir. Örnekler vardır geçmişte bu bakımdan. Türkiye'de büyük şehirlerde yetişen orta sınıf ağırlıklı laik kitleler ise, sosyalistler de ekseriyetle içinde olmak üzere, dine karşı ciddi bir alerji ile büyüdüler. Kürt coğrafyası ise belki uzun zaman feodal kaldığı, orta sınıf oluşmadığı için, özellikle 1950'lerden sonra modernleşmeye başlayan Kürt insanları hiçbir zaman Türkiye'nin geri kalanında olduğu kadar dine alerji ile bakan laikler olmadılar.

'Gidişata göre, Gülen hareketi bütün etkili çevrelerde meşruiyet kazanacak'

- DTP'yi ve PKK'yı yumuşatan bir Gülen hareketine asker nasıl bakar?

Askerin buna tepkisi yine konjonktürel olarak belirlenir. Uluslararası politikanın etkisi, Amerikan faktörü, Ortadoğu'nun almak üzere olduğu yeni şekil ve tüm bu süreçte Türkiye'nin menfaatlerine ilişkin ikna edici değerlendirmeler yapıldığı noktada asker tepki göstermez. Şu anda da askerin süreci izlemekle yetindiğini, olan bitenden çok hoşnut olmasa bile süreci bloke etmediğini görüyoruz. Bu böyle devam edebilir. Ama burası çok sert ve kaygan bir zemindir. Yine de ben gidişatın Gülen hareketinin Türkiye'de bütün etkili ve yetkili çevreler nezdinde meşruiyetini mümkün kılacağını düşünüyorum.

'Sırada Zaza milliyetçiliği var'

- Konuşmamızın başında vurguladığınız, “Türkiye Kürtlüğü yok, Türkiye Kürtlükleri var” noktasında Gülen hareketinin teşvik ettiği çözüm ne ölçüde başarılı olabilir?

Gülen hareketi, Türk-İslam kökenli bir hareket. Uluslararası bir statü kazandı, kendi içinde dönüşümler geçirdi. Buna bağlı olarak bölgedeki çeşitliliği kuşatıp kucaklayacak bir söylemi, pratiği geliştirebilir mi? İmkânsız değil, ama çok zor. Somutlaştırma adına isterseniz başa dönelim: Alevi Kürtlere, Dersim'e (Tunceli'ye) bakalım mesela. Burada bir Zaza milliyetçiliği oluşuyor giderek. Kırmanci ağırlıklı Kürt ulusalcılığına “içerden” bir tepki bu. “Sen Kürtsün” denildiğinde “Evet Kürdüm, ama Zazayım da” diyen, Zazalığı öne çıkaran bir eğilim var. Zazalığın kendi haklarını Kürt unsur içerisinde ayrıca talep ettiği bir yere gidiliyor. Bunun içinde mesela Alevi Zazalar, yani Zazaca konuşan Aleviler var. Zazaca konuşan Sünniler var. Diğer yandan yine Dersim bölgesinde yaşayan Alevi olmayan, Zazaca konuşan, ama kendilerini Türk kimliği ile özdeşleştirenler bile var.

'En iyi Kürt Kırmanci Kürdüdür, gibi bir anlayışı var'

- Üst kimlikteki Kürtlüğe ek olarak alt kimlikteki Zazalığın vurgulandığı bir eğilim mi bu?

Tabii oraya gidiyor. Ama öte yandan Kürt ulusal hareketi içinde Kırmanci Kürtlüğü, daha doğrusu Kırmanci konuşan Kürtler, bir alt kimlik olarak kalmakla yetinmek istemiyorlar. “En iyi Kürt Kırmanci Kürdüdür” gibi bir anlayış da var

'Zaza, Kırmancinin hegomanyasını kabul etmiyor'

- PKK'da bu anlayış ne ölçüde etkin?

Sanıyorum orada Kirmanci Kürtlüğü daha etkin olarak temsil ediliyor ve Zazalık bunun içine entegre edilmeye çalışılıyor. Diğer yandan Zaza, Kırmancinin hegomanyasını kabul etmiyor. O nedenle vurgulamak gerkiyor; “Sen Kürt değil, Türksün” baskısı nasıl yanlışsa, “Sen Zaza değil, Kürtsün” ya da “Sen Türk değil, Zazasın” diye yapılan telkin de yanlıştır. Türkiye bundan sonraki hayatında, Kürt açılımının da sonucu olarak böylesi yeni sorunlara hoş geldin diyecek, onlarla tanışacak.

- Bölgedeki Gülen hareketi etkinliğinden bahsederken Hizbullah'ın (Mustazaflar Derneği) 50-100 bin insanı bir araya topladığı mitinglerini nereye koymalıyız?

Hizbullah söz konusu dernek üzerinden toplumsal süreçlerde varlık sergilese de esasen bir örgüt; üstelik kendisini illegalitede var etmiş bir örgüt. O yüzden, onu bölgede toplumsal-kültürel temelde yaygınlık gösteren dini oluşumlardan söz ederken ihmal ettim. Ama tabii Hizbullah’ın bölgedeki etkisi, her ne kadar eskiye göre ciddi biçimde kırılmaya uğramış olsa da, hâlâ mevcut.

'Gülen hareketi, Hizbullah’a farkında olmadan can suyu olabilir'

- Hizbullah yeniden daha diri hale gelebilir mi?

Bu, konjonktüre bağlı. Hizbullah’ın ve onun bölgedeki performansının devlet ile PKK arasındaki ilişkinin seyriyle titreşim içinde olacağı kanısındayım. Tabii buna Gülen hareketi de katalitik bir etki yapabilir.

- Gülen hareketi ve Hizbullah arasında bir çekişme olabilir mi?

Gülen hareketi bölgenin kültürel dokusuna, dini altyapısına aşina olsa da, yine de bölge için diğer saydıklarımıza göre yeni bir oluşum. O yüzden bölgede yerleşikleştikçe haliyle muarızları olacak. Az önce ima ettiğim üzere, bakarsınız Gülen hareketi Hizbullah’a da farkında olmadan veya istemeden can suyu olur.


***

PROF. DR. TAYFUN ATAY KİMDİR?

Prof. Dr. Tayfun Atay kültürel kimlik, din, etnik yapı ve siyaset ilişkileri üzerine araştırma ve incelemeleri olan bir sosyal antropolog. “Batı’da Bir Nakşî Cemaati: Şeyh Nazım Kıbrısi Örneği” (İletişim, 1996), “Din Hayattan Çıkar: Antropolojik Denemeler” (İletişim, 2004), “Türkler, Kürtler, Kıbrıslılar: İngiltere’de Türkçe Yaşamak” (Dipnot, 2006) ve “Din Üzerine Antropolojik İncelemeler” (Brian Morris’ten çeviri, İmge, 2004) Atay’ın başlıca eserleri. Prof. Atay halen Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Halkbilim Bölümü ve Etnoloji Anabilim Dalı başkanlıklarını yürütüyor. Bunun yanı sıra ODTÜ Sosyoloji Bölümü bünyesindeki Antropoloji Yüksek Lisans Programı’nda da dersler veriyor.

B İ T T İ

http://www.t24.com.tr/haberdetay/53353.aspx


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Prof. Dr. Tayfun Atay: Gülen hareketi “post tarikat”...
MesajGönderilme zamanı: 20.01.10, 15:45 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 05.01.10, 21:01
Mesajlar: 488
İlginç noktalara değinilmiş bir röportaj...

Doğu'daki Nakşi gelenekler ile ilgili değerlendirmeler (konuya uzaktan bakıldığı için olsa gerek) gerçeklerle örtüşmüyor.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Prof. Dr. Tayfun Atay: Gülen hareketi “post tarikat”...
MesajGönderilme zamanı: 12.02.10, 14:39 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 22.01.10, 04:41
Mesajlar: 345
"Gülen hareketi yükselişte Nakşilik inişte(!).."

vah benim körlerim vahh!.. medyayı -her koldan- elinde bulundurmakla zahiran daha kalabalık kitlelere hitab ediyor gözükmekle Nakşî'liğin pabucu dama mı atılmış oluyor?.. alemlerin Merkez efendileri (ks.hum) sessiz ve tek başına da kalsa bu da'va her zaman yükseliştedir inişe geçenler ise tarikata karşı barikat kurmaya çalışanlar olur her zaman..

"post tarikat, protestan (demeye getirilen) mürşid vs.vs.." bir çığır açmışlar ama bakalım nere vasıl olur..??

bir sorum üzerine şehid Bayram Ali hocam (rh.a) "sen yakında görürsün ne olacağını: bekle ve gör.." demişti acaba neyi kasd ettiydi onu da hala düşünür dururum?..


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 4 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 1 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye