Mezar Kent Ziyareti
Pazar günü, bir arkadaşımın babası vefat etmiş, Karşıyaka mezarlığına gitmiştik. Yol uzundu ve telaşlıydık. Arabamla ilk kez gidiyordum. Kapıları öğrendik. Beş nolu kapıdan girip camiyi bulduk. Öğlen namazı bitmiş, cenaze namazları henüz başlamıştı. Koşarak yetiştim. Üç kişi okunuyor ve cenaze namazı kılınıyordu. Nerdeyse 25 civarında ölü vardı. Cenaze namazından sonra, arkadaşı aradım o kalabalıkta. Fakat bulamadım. Cenaze arabalarına dörder ölü konulmak suretiyle mezarlığa götürüldüğünü öğrendim. Bizim ölümüzün konulduğu arabadan T20-3 nolu adresi gitmemiz gerektiğini söylediler. Arabamıza bindik, her yerden, kişiden bu yeri arıyoruz. İnsanlar ilgilenmiyor ya da cevap vermiyordu. Yollar dar ve arabalar en işlek caddeden daha kalabalıktı. Çok zahmetli oldu ama sonunda bulmuştuk! Ölü gömülmüş dualar yapılmıştı çoktan… Arkadaşa baş sağlığı diledim. Sonra çevreme baktım. Ölü yakınları, saç baş yolarcasına ağlamıyordu. Sanki sever gibi toprağını düzenliyor ve suluyordu. Çiçekler dikiyor veya çiçekler atıyordu.
Acaba, dinin gerçek kurallarını yaşayan samimi insanlar mı olduk, yoksa ölüye son görevimizmiş gibi mi yapmamız gereken bir sorumluk içinde, ayıplanmamak için mi duygusuzca oradaydık?
Yıllar öncesinde Japonya’da yaşadığım bir hatıram aklıma geldi. Yaşı altmışlarda Budist bir Japon arkadaşım vardı. Her hafta sonu yanında oturur, çay içer ve etrafta arabasıyla gezerdik. Annesi ölümcül hastaydı. Yaşı nerdeyse seksenlerde ve öleceğine kesin gözüyle bakılıyordu. Sayılıydı günleri… Arkadaşım, ölümüne kaygılanmak yerine, ölünce ne yapacağının hesabı içindeydi. Annesinin ölüsünü yaksa ne kadar para harcar ya da toprağa gömse ne kadar tutardı. Derdi paraydı, en ucuz çözümü arıyordu. Ölen annesini düşünmek değildi derdi. O zamanlar ki ruh halimle bu adamın tutumunu çok yadırgamıştım. İçimden, biz olsak dedim, hastaneden dışarı çıkmaz, hastamızın son anlarında yanında kalmak, son kırıntı paylaşımlarımızı dünya gözüyle yaşamak isteyeceğimizi düşündüm. Din ve gelenek faktörü ön plandaydı benim bu düşüncelerimde.
Acaba diyorum, bizde mi böyle olduk? Ya da dinini öğrenmiş, “İnna Lillahi ve İnna İleyhi raciun-Şüphesiz biz Allah’tan geldik ve ona döneceğiz, Bakara-156” ayetini gönülden yaşayan bireyler mi olduk?
Gönlüm ikinci seçenekte olmasını diliyor. Olumlu düşünmek istiyorum.
Saffet Kuramaz
|