Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 6 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: "Dede, Bize Osmanlıca Öğret!"
MesajGönderilme zamanı: 07.07.11, 15:02 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 13.03.09, 06:08
Mesajlar: 291
"Dede, Bize Osmanlıca Öğret!"

Sultanu'l-Evliya Mevlana Şeyh Nazım Adil El-Hakkani

Pazartesi, Nisan 11, 2011

Lefke, Kıbrıs

Mevlana Şeyh Nazım: Hoşgeldiniz, hayırlan geldiniz. Trabzon’da vazifeniz nedir?
Misafir: Trabzon’da Yomra ilçe vaiziyim.
Mevlana Şeyh Nazım: Herşeyi bozdular. Osmanlı idare sisteminde kaza, nahiye, vilayet, eyalet vardı. Şimdi her ne varsa hepsini bozdular. Allah düzenlerini bozmuş onlarında; hiçbir işleri yürümez. La havle ve la kuvvete illa billahil aliyyil aziym. Adın neydi?
Misafir: Hüseyin.
Mevlana Şeyh Nazım: Hüseyin’lerin gölgesi hafiftir; ağırlık vermez meclise. Tâcımızı giyelim ki siz âlim bir kimsesiniz. Sizin huzurunuzda başı bozuk oturmak olmaz.
(Mevlana Şeyh Nazım Efendi sarığını takar.)
Misafir: Estağfirullah, biz âlim değiliz.
Mevlana Şeyh Nazım: Allah razı olsun. Cenab-ı Hakk’ın huzuruna takdim olunacak birşeyimiz yok. Hâşâ sümme kellâ! Hiçbir şeyimiz yok. Gece namazı vardır, hoca efendi, ona dikkat ediniz. Gece namazı sâlihînlerin yoludur. Yatıp uyandığı vakitte, hiç olmazsa sabah ezanı okunmadan yarım saat önce kalkabilirse, gecenin feyzi bilhassa gecenin üçüncü bölümündedir. En kuvvetli olan tecelli o zamandır. Hoca efendinin huzunurda konuşamayız ama size konuşayım. Bir âlim vardı bizim bu memlekette. Istanbul’dan icazetliydi o. Böyle söylerdi: “Oğlum, Nazım Efendi.”
“Buyur, hoca efendi.”
“Okuduk, okuttuk, unuttuk! Üç kaf (harfi) bir araya geldi, olduk bir guguk,” derdi bana (Mevlana Şeyh Nazım Efendi güler.)
Bizde öyle olduk. Ne yapalım artık? Bu yaşımızda böyle.
Misafir: Maşallâhınız var.
Mevlana Şeyh Nazım: (Mevlana Şeyh Nazım Efendi misafirlerine bir resim gösterir.) İslam’ın azamet ve ihtişamı! Tesbittir bu, ki tesbit, sağlam bir esas üzerinedir. Kimse itiraz edemez buna. Bunları da size takdim edeyim, hepsini. Tabii bize göre birşey olduğu için...heryere biz yetişemiyoruz. Ya Rabbi şükür, ya Rabbi. Hangisinin siyerini (çevirirsiniz)? Türkçe’den mi Arapça’nın aslından mı?
Misafir: Siyer Âsım Köksal’ın.
Mevlana Şeyh Nazım: Mübarek bir zât. Ama Âsım (Köksal) Efendi, rahmetullah aleyhum, acayip ihtilahi vardı. İlmi deniz gibi olanlardan: Asım Köksal Ömer Nasuhî (Bilmen) Efendi hazretleri. Biz Istanbul’dayken, yani 40 yıllarında, gizli ziyareti. Kendisi Islambol müftüsüydü. Mühendis mektebinden arkadaşlarımızda vardı. Ben giderdim...ve minderin üzerinde siyah takkesiyle böyle otururdu. Elhamdülillah elini öptüm, hayır duasını aldım mübarek. Allah Allah, Allah bizi af eylesin.

(Misafire hitaben:) Ama hoca efendi nurlu. Allah feyzinizi arttırsın. İleriye doğru açılacaksınız siz. Sizinle gelenler var mı yoksa yalnız mısınız? Belki 20 sene önce bana Eskişehir’den bir kimse geldi. “Ziyaretinize geldim Şeyh Efendi” dedi bana. Dedim, “Bizi aldatan bizden değildir. Bana bir şeyh diyerekten gelirsen benim içim burkuluyor” dedim. “Ki şeyhlik benim gibi kimseler kaldıysa ondan ötesini siz hesap ediniz. Nerden geldiniz dedim?”
“Eskişehir’den geldim” dedi.
Dedim, “Bak hacı efendi, birşey sorayım sana: Kaç sene önce Eskişehir’den geçmiştim de bir hududundan dışarıya çıkıncaya kadar yarım saat gitmişti otobüsle. Büyük bir memleket. Size bir sual sorayım: Eskişehir’de sofrası ümmete açık, eli eteği öpülebilen bir zât var mıdır?” dedim.
“Size mâlum, bir kimse kalmadı. Şeyh Efendi, İslambol’da bile şimdi eli eteği öpülecek, sofrası ümmete açık kimse kalmadı.”
Ben dedim ki: “Kendiliğinde mi kalmadı yoksa başka bir yoldan mı?”
“Bırakmadılar eli eteği öpülecek kimse! İstanbul’da da yoktur” dedi bana.

Şimdi Anadolu’nun hali böyledir. Biz ayakta duruyorduk, dinimizlen, imanımızlan, zikrimizlen fikrimizlen, dergâhımızlan, türbelerimizlen, medreselerimizlen, kabristanlamızlan, camilerimizlen duruyorduk ayakta! Bugün millet aşağı düştü. Onun için şimdi bulunduğunuz yerde inşallah nur verirsiniz. Sizin istikbaliniz...

Said Nursi Hazretleri gayret etti, gayret etti.
Şimdi birgün ben İstanbul’da bulundum da, çocuklar beni davet etti. Bana dediler ki, “Şeyh Efendi, bu gece bir (programımız) olacak, nur talebeleriyle, sizde buyrun” dedi. E tabi gideyim göreyim, ne yapalım, hiç bulunmaya kısmet olmamıştı; gidip otururum. Yukarıda yüksek bir yerde bana bir sandalye gösterdiler, oturduk. Bir talebe mecliste açılış yaptı. Ondan sonra hazretin kitaplarından bir sayfa okudu bıraktı. Orada bir (Kırkıncı) 40.ıncı, hangi hocadır o? Sağ mı mübarek? (Sağ, Erzurumlu.) Dediler ki “Şimdi (Mehmed Kırkıncı) hoca efendi size takrir edecek.” Ben baktım ki hocaefendinin sözleri Said Nursi hazretlerinin verdiği manaları taşıyacak gibi değil. Hazret gün doğumundan konuşursa, o, gün batışında güneşin verdiği ışık gibi bir şey söyledi. Dedim, “Haklısınız, çünkü karşınızda olan kimseler Said Nursi hazretlerinin kitaplarını anlayacak, içindeki esrârı bilecek seviyede adam yoktur. Onun için sizin bu izahatınız ...kelimun nâs’ı alakadar kabilinden oldu (dinleyen kimselerin seviyesine göre oldu), tamamdır.” dedim.

E şimdi bu memleket içerisinde bilmem 1 milyon mu var, 10 milyon mu var, talebe okuyup anlayacak bir kimse yoktur.
Hocalarımız da anlamıyor, çünkü hazretin kelâmı derindir. Okyanusa kayıklan girilir mi? Alabora eder seni! Ejdarha gibi gemi ister! Fırtına tutulsa o bile çöp gibidir. “Bunlar” dedim, “okyanustur, kolay mesele değil mübareğin yazdığı ibâreyi anlayabilmek, anladıktan sonra da anlatabilmek.” Ne yapacağız işte böyle idare ediyorum.

(Hadis-i Şerif:) Bir zaman gelir ki, işte o zaman da mübarekler, evliyalar saklanır, veyahut gizlenir. Görünürde olanlar işte abuk sabuk birsürü var. Ben derim: Benden başlayın be ilk! Bende onların içerisindeyim. (Estağfirullah) Ne yapacağız?
Bir mumun ışığına gece pervanelerin geldiği gibi. Güneş battıktan sonra pervana neyi arar? İşte bir mum ışığı bulduğunda gelir oraya fakir. Bizde o da var mı yok mu iddiamız yok. Çünkü iddia şeytanın mesleğidir, hoca efendi. İddia etti şeytan, Huzûr-u Rabbul Aleminde.
Misafir: Ene hayrun minhu, “Ben ondan daha üstünüm” (diyerekten şeytan iddia etti.)

Mevlana Şeyh Nazım: Hah! İddia sahibi oldu. “Bundan iyiyim ben” dedi. “Yükseyim” dedi. Şimdi kim iddia ederse, sınıfı şeytanın sınıfıdır. Utlubul ilme, minel mehdi ilel lehd (beşikten mezara kadar ilm ara). Şimdi de okunacak anlayacak birşeyimizde kalmadı. Koca memleketin içerisinde tâlibi ilmi olan adam yok.
Torunlarım var; Allah herkese bağışlasın. Bana diyorlar ki, “Dede!”
“Buyur oğlum.”
Bize Osmanlıca öğret,” diyor
“Benim bildiğim Osmanlıcayı siz anlamazsınız. Elif be’den başlayacağız, yazısını yazacağız, ondan sonra imlâsını öğreneceğiz, okumasını öğreneceğiz, ve Osmanlıcayı öğreneceğiz!” Bunların saçma sapan ne kadar uyduruk kelâmı varsa... siz nerede okursunuz?

Misafir: Üniversitede, sultanım.
Mevlana Şeyh Nazım: Üniversite Türkçe değil! Karşılığımız yok muydu onun?
Misafir: Medrese.
Mevlana Şeyh Nazım: Medrese başka! “Üniversite,” Dârul Fünun’dur! Dârul Fünun’un suyumu çıktıda adını “üniversite” koydun? “Talebe” için ne derler? (Öğrenci.) “Öğrenci” diye bir tertip yoktur Türkçede. “Ekmekçi” var, “Demirci” var. (güler). Sanat erbâbına “cı” kullanılır, lakin talebeye “öğrenci” hangi kaideden oldu? Sarhoş kafa tezgahından çıkmış. Sonra okutanlara ne derler? (Öğretmen). Öğretmen! İki mana vardır. Anadolu lehçesinde, öğretmek manasıdır! “Öğretmen” dediğinde, “Buna onu öğretme!” manasındadır. Karmakarışık bir söz! Muallimin suyumu çıktı? Bin senelik harsımızı...”harsın” yerine ne kullanırlar? (Kültür.) Kütük düşsün başlarına! (Şeyh Efendi güler.)

Yenilenecegiz diye iflas etmiş bir hükümet olduk. Hiçbir müessesemiz tam değildir çünkü ehil insan yoktur. Aşçıların bile bir giydikleri üniforması var. Bu ilmiye sınıfın böyle avam elbisesiyle gezmesi doğru mudur? Bu efendi, İslamın ulemasından bir kimse, müftisi veya müderrisi olduğunda böyle şehadet edebilir mi? Giydirmiyorlar! Yasak ettiler; bunun sebebinden kaç bin kişiyi astılar! Senin başında fes var. Bir şahsiyet gösterir ve “Bunu çıkaracaksın, bir kasket giyeceksin, şapka giyeceksin” dediler. Karşı gelenlerden kaç bin kişi astılar bilir misin? İstiklal Mahkemeleri kurdular müteharrik. Bir vilayetten başka vilayete ne kadar bunların ihtilallerine karşı olan varsa hepsini sudan sebepten astılar.

Kendimize döneceğiz, hocaefendi! Kendimize dönmedikten sonra itibarımız düşecek ve sıfırlanacağız.

Allahu Ekber! Allahu Ekber! Lâ ilâhe illaAllahu Allahu Ekber! Allahu Ekber ve lillahil hamd.

(Mevlana Şeyh Nazım Efendi misafirine fes giydirir.)
Yanınızda kalsın; istediğiniz vakit giyersiniz. Burda soran yok. Şimdi Türkiye’de de kalmadı artık soran, fesi bilende kalmadı; bitirdiler. (Bir başkasına:) Sen sarıklısın, sana lüzum etmem. Bak, şahsiyeti oldu. Bak, ecdâdımız kaç yüz sene giydi bunları! Osmanlı olduğu bellidir. Ben diyorum: Ben TC vatandaşı değilim zaten. Burdakilerin zaten nereye mesul oldukları hiç belli değil. “Ben Osmanlıyım!” diyorum.

Osmanlıya dönecek bu millet! İsteyiyor. (Hepimizin arzuladığı odur.) Hay hay! Lakin millet ürkütülmüş, korkutulmuş. Bir parça millete kendini bildirmek lazımdır. Vaazlarınızda söyleyeceksiniz: Âti küllü bi hakkin hakka, “Her hak sahibine hakkını ver.” Bu ilahi emirdir İslamda. İslam haksızlığı kabul etmez. Hak sahibine hakkını vereceksin. İyiyse iyiliğini bulsun, kötüyse kötülüğünü bulsun, cezasını bulsun.

(Şeyh Nazım Efendi biat verir.)

Tesbih tanesinin ipi olmasa hepsi dağılır.
Bu râbıta meselesini çok münakaşa ederler. Râbıta bağılıyor milleti dağılmasın diye. Lakin onlar düşmanlık yapıyorlar ki ümmet dağılsın diye.

Euzubillah, Huuu Bismillah. Sünnet-i Peygamber-i Allah’ın emriylen, Peygamberi Zişan biyat verdi. (Biyat ayetini okur.) Bizim işimiz taklit kabilindendir. Onun için, onların yolunu taklitlen olsa bile muhafaza edelim.
(Dua.)
Allahu Allahu Alllahu Hak! Allahu Allahu Alllahu Hak! Allahu Allahu Alllahu Hak!

Fatiha.

Enbiyaların bir vasiyeti var: “Gençler yaşlı kimselerin meclisinde ara sıra bulunsunlar, çünkü onlardan bilmedikleri, öğrenmedikleri şeyi öğrenebilirler.” Yaşlılarada yine vasiyetleri var enbiyanın: “Ara sıra gençlerin meclisinde bulununuz. Onlar oynar koşturur, cirit atar, ata biner.” Top yok! Futbol dediği bela yok! Kabul olunmaz o! O haramdır doğrudan! Lütfü Efendi söyleyemiyor ama doğrudan haram. Min hüsnü islamı...terkü malayanı, “Malayani, faydasız şeyleri terk etmek, kişinin müslümanlığının güzelliğindendir.” En azından malayani, en çoğundan haram, çünkü insanın kıymetli vaktini bitiriyor. Onun için sizin gibi gençler geldiğinde sizin kuvvetinizden bizede aktarılır.

Buraya kadar geldiniz; mekanınız cennet olsun, Cennetül Firdevs olsun. Dünyanızda mâmur, ahiretinizde mâmur olsun. Bana da dua yap.

Fatiha.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 6 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 2 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye