Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 10 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: "Mardin Fetvası" Tartışmaları
MesajGönderilme zamanı: 27.03.10, 20:23 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 31.12.08, 16:59
Mesajlar: 308
Alıntı:
HIYANETİN VATANI YOK

Ebubekir SİFİL

Milli Gazete - 1 Nisan 2003


Malezya'dan Serdar kardeşim geçen gün sitesinden indirdiği bir yazıyı gönderme lütfunda bulunmuş. Kendisine teşekkür ediyorum.

Yazı Kuveyt Üniversitesi'nden bir grup öğrencinin sorusunu ve cevaben verilen fetvayı muhtevi.

Kuveyt Üniversitesi'nden Öğrenciler –kaynağını zikretmedikleri– bir fetvada Irak savaşında Amerika'nın yanında yer almanın "caiz" ve hatta "Allah yolunda cihad" olduğunun söylendiğini belirterek durumun aydınlatılmasını istiyor.

Gayet tafsilatlı olarak verilen cevapta ise mezkûr sözümona "fetva"nın batıl olduğu aklî ve naklî delillerle ortaya konuyor. Dünyanın dörtbir yanından, hatta mütecaviz zorbaların kendi ülkelerinden yükselen protestolarla lanetlenen bu vahşet ve soykırıma destek vermenin "Allah yolunda cihad" olarak nitelendirilmesi ve bu alçaklığın "fetva" adı altında kitlelere takdimi nasıl bir iğdişliğin ve satılmışlığın sonucudur, akıl erdirmek gerçekten mümkün değil...

Cevabî fetvada zikredilen pek çok husus yanında, Müslümanlar'a saldırmaları durumunda gayrimüslimlere yardım edilebileceği konusunda İslam tarihinde bir istisna dışında herhangi bir örnek bulunmadığı da zikredilmiş. O istisna da Nasîruddîn et-Tûsî'nin 656/1258 yılında Bağdat halkını "zulümden kurtarmaları" için Moğollar'ı teşvik ve teşci eden tavrı...

Her ne kadar 7/13. yüzyılın ünlü matematik, felsefe ve astronomi bilgini olarak yad edilse de, Nasîruddîn et-Tûsî adı, aynı zamanda Bağdat tarihinde 20 Mart 2003'e dek görülen en büyük yıkım, yağma ve vahşete çanak tutan kişi olarak da ebediyen anılacaktır...

Nitekim Bağdat 40 gün süreyle yağmalandıktan ve yüz binlerce insan (400 binden 2 milyona kadar değişen rakamlar var) kılıçtan geçirildikten sonra Abbasi hilafeti ortadan kalkmış ve et-Tûsî, vezir ve müsteşar sıfatıyla Hülagü'nün yanındaki yerini almıştır...

Tarihlerin, yine böyle bir Mart ayında Moğollar'ın Bağdat'ta sergilediği vahşeti anlatırken kan gölü haline gelen sokakları, kadın, çocuk, genç, ihtiyar demeden kılıçtan geçirilen masum halkı ve harabeye çevrilen dünya güzeli "barış ve esenlik şehri"ni tavsif edecek kelime bulmakta zorlandığını hissediyorsunuz. O kara günlerde bağrına atılarak imha edilen kitapların mürekkebinden mi, yoksa Hz. Peygamber (s.a.v)'in yakılarak külleri savrulan abasından mı günlerce simsiyah akan Dicle, şimdi de yastan karalar giymiş durumda...

Hainler hıyanete devam ededursun... Abbasi devletinin yıkılışından sonra Müslümanlar'ın iki yıl başsız kaldığını yazan tarih, 21. yüzyılın modern vahşetinin ardından kim bilir nelere şahit olacak!..

Bir şeyi çok iyi biliyoruz; hiçbir hainin hıyaneti yanına kâr kalmamıştır.
Burada olmazsa ötede...

http://www.ebubekirsifil.com/index.php? ... zete&no=39



Mardin Fetvası

Ebubekir Sifil

mail@ebubekirsifil.com

27.03.2010

Hangi aklı başında ve ruhunu satılığa çıkarmamış kişi, yaşadığı memleket işgal ve istila edildiği zaman buna bütün gücüyle karşı koymaz? Vatan müdafaası, insanın tabii ve refleksif olarak yerine getirdiği bir görev değil midir?

Başkalarını bir kenara koyalım; İslam dünyasında kâfir tasallutuna çanak tutulabileceğini, yardım edilebileceğini Nasîruddîn et-Tûsî dışında söyleyen bir Allah kulu olmuş mudur?[1]

Soru şu: Herhangi bir mufassal Fıkıh kitabında, "Kâfir tasallutuna maruz kalmış herhangi bir İslam toprağında "nefîr-i âmm" (umumî seferberlik) durumu çerçevesinde cihada iştirak etmek ve vatan savunmasına gücü yettiğince katkıda bulunmak her Müslüman üzerine farz-ı ayndır" hükmünü görmek mümkün iken,[2] İbn Teymiyye'nin "Mardin fetvası" adı altında gündeme getirilen tavrı niçin özellikle seçilmiştir?

Birtakım şazz görüşleri sebebiyle İbn Teymiyye'nin amansız muhalifi olan ulema da dahil olmak üzere Moğol istilasını onaylayan/tecviz eden kimse olmadığına göre burada şunu görmek durumundayız: "Ortadan kaldırılacağı" söylenen (bu her nasıl olacaksa?!) o fetva ile, aslında "kâfir tasallutu vuku bulduğunda vatan müdafaasına iştirak etmek her mü'mine farz-ı ayn olur" hükmünü veren ulemanın tamamı hedef tahtasına oturtulmuş olmaktadır.

Bir adım daha ileriye gidelim: Düşman tasallutu karşısında mü'minleri direnmeye ve müdafaaya çağıran fetvalar, hiç şüphesiz kaynağını, ilgili ayet ve hadislerden almaktadır. Bu durumda bu ayet ve hadisler de hedef tahtasına –dolaylı da olsa– oturtulmuş olacaktır…

Mardin Moğollar tarafından işgal edilene kadar İslam dünyasında Moğol istilasına yahut daha genelde "kâfir istilasına" karşı herhangi bir fetva yok mudur da aslında Moğollar'a her hal-u kârda karşı konulması gibi bir hüküm de ihtiva etmeyen o fetva bayraklaştırılmaktadır?

İşin gerçeği şu ki, yapılmak istenen, "İbn Teymiyye" üzerinden bir taşla birkaç kuş vurmaktır:

1. İslam dünyasındaki "cihad" hareketlerinin İbn Teymiyye ile ilişkini köpürtüp, İbn Teymiyye'ye şazz görüşlerinde muhalif tutum benimsemiş Ehl-i Sünnet ulemanın aslında "uyumlu ve ılımlı" bir çizgi izlediği şeklinde bir "kara propaganda" yapmak.

2. Meseleyi sadece İbn Teymiyye ile sınırlandırmak suretiyle (nitekim yukarıda da belirttiğim gibi o dönemde yaşamış ulemanın tamamı Moğol istilasına karşı durulması gerektiği noktasında İbn Teymiyye ile paralel düşünmektedir) İbn Teymiyye'nin tersinden propagandasını yapmak ve küresel emperyalizmin işgallerine karşı duruş potansiyellerini marjinalize etmek.

3. İslam dünyasının "düşman tasallutu" karşısında yeri geldiğinde eli silah tutan herkesin seferber olması hadisesiyle tanışması İbn Teymiyye ve Moğol istilasıyla başlamış değildir. Öncesinde, asırlardan beri süren bir "Haçlı tasallutu" vardır ve İslam dünyası bu tasalluta karşı topyekün direnmiştir. Dolayısıyla meseleyi "İbn Teymiyye ve Moğol istilası" başlığına sıkıştırıp, İslam dünyasında Haçlı tasallutuna duyulan tepki ve nefretin, aynı tasallutun çağdaş versiyonuna da gösterilmesinin önüne geçilmesini dolaylı da olsa mümkün kılmak…

Her hal-u kârda bizim gündemimize bu meseleyi sokanlar bir şeyler umuyor ve umduklarını elde ediyor. Söz konusu fetvayı "devre dışı" bıraksalar da, bırakamasalar da bizim gündemimize böyle bir mesele hediye etmiş oluyorlar: İbn Teymiyye devre dışı bırakılırsa geri kalanlarla küresel emperyalizm anlaşabilir!! Belki en büyük kazançları böyle bir düşüncenin kafalarda yer etmesini sağlamak olacak?!


[1] Bkz. http://www.ebubekirsifil.com/index.php? ... zete&no=39

[2] Hatta böyle bir durumda vatan savunmasına iştirak etmek için kadınlar eşlerinden ve köleler efendilerinden izin almak zorunda değildir. Zira bu durumda vatan savunmasına iştirak etmek herkese tıpkı namaz, oruç… gibi farz-ı ayn olur. Bkz. el-Kâsânî, Bedâi'u's-Sanâyi', VI, 57.

Keza İmam eş-Şâfi'î, herhangi bir hisarın kâfirler tarafından muhasara edilmesi durumunda, orada yaşayanların mukavemet için Devlet Başkanı'nın iznini almak zorunda olmadığını söyler. Bkz. el-Ümm, VII, 580.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Mardin Fetvası / Ebubekir Sifil
MesajGönderilme zamanı: 01.04.10, 11:21 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 31.12.08, 16:59
Mesajlar: 308
Diyanet'ten 'Mardin Fetvası' açıklaması

1 Nisan 2010


Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu, İbn-i Teymiye'nin ''Mardin Fetvası''nın tartışıldığı ''Barış Yurdu Mardin Konferansı ile ilgili olarak, ''Aradan asırlar geçtikten sonra bir grup insanın toplanıp asırlar önce verilmiş bir dini görüşü geçersiz kılmaya çalışması fevkalade anlamsızdır'' dedi.

Bardakoğlu, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Diyanet İşleri Başkanlığının, gündemini toplumun ihtiyaçlarına göre özgürce belirlediğini belirterek, bunun millete, İslam dinine ve kendilerine saygılarının gereği olduğunu söyledi.

''Hiçbir uluslararası gündem belirleyicinin bizim gündemimizi oluşturmasını ve kendi programlarına ortak etmesini düşünemeyiz'' diyen Bardakoğlu, bu kapsamda İbn-i Teymiye'nin ''Mardin Fetvası''nı tartışmak üzere gerçekleştirilen toplantıya ev sahipliği yapmayı ya da iştirak etmeyi uygun bulmadıklarını dile getirdi.

Asırlar önce verilmiş ve kitapların satırları arasında kalmış fetvaların günümüze taşınmasını ve daha bilinir hale getirerek tartışmaya açmayı doğru bulmadığını vurgulayan Bardakoğlu, her fetvanın kendi döneminin ürünü olduğunu ve o dönemin geçerlilik şartlarına sahip bulunduğunu kaydetti. Bardakoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:

''Aradan asırlar geçtikten sonra toplanıp asırlar önce verilmiş bir dini görüşü geçersiz kılmaya çalışmak fevkalade anlamsızdır. İslam alimlerinin dini konularda açıkladıkları görüşler, dinin ana kaynaklarına uygunluğu, dinin genel ilke ve amaçlarıyla uyumu, bir de içinde bulunulan şart ve ihtiyaçlara cevap veriyor olup olmamasıyla alakalı olarak geçerlilik taşır. İslam alimlerinin dini konularda verdikleri görüşler kendi dönemleri ve şartlarıyla sınırlı bir geçerliliğe sahiptir. Bir fetvanın başka bir fetvayı geçersiz kılması, işlevden düşürmesi gibi bir şey de söz konusu olamaz.

Günümüzdeki terör ve şiddeti İbn-i Teymiye'nin Mardin Fetvası ile ilişkilendirmek, günümüz dünyasında olup bitenleri anlamamak anlamına gelir. Hatta olup bitenlerden İslamı ve İslam alimlerini sorumlu tutmak anlamına gelir. Orta Doğu'da kan şiddet, gözyaşı, terör ne varsa hepsini Mardin fetvasına bağlayıvermek, olayların gerçek nedenlerini göz ardı eden ciddi bir körlük olduğu kadar şiddeti, terörü, olumsuzlukları İslam ve İslam alimlerinin görüşleri ile ilişkilendirmek, asırlar önce yaşamış İslam alimlerini bunlardan sorumlu tutmak gibi bir talihsiz yaklaşımı da içerir. Bu bakımdan bu toplantının Türkiye'de böyle bir formatta, böyle bir usulde yapılmış olmasını fevkalade yadırgadım. Diyanet olarak bu toplantıya iştiraki en başta reddetmiş olmamızın, ne kadar isabetli olduğunu bugün daha iyi görüyoruz.''

-''BAĞDAT'TAKİ TERÖR KADAR MOSKOVA'DAKİ DE BİZİ ÜZMEKTEDİR''-

Sadece İslam dünyasındaki değil, her yerdeki terörün, acının, şiddetin sona ermesini istediklerini belirten Bardakoğlu, ''Bağdat'taki terör kadar Moskova, Tokya, Londra, İspanya metrolarındaki terör de bizi üzmektedir. Hepsine karşıyız ama bu yanlışlara karşı çıkarken başka yanlışlar yapmamak, terör ve şiddeti bir dine, ulusa ve coğrafyaya mahkum etmekten, İslamla ilişkilendirmekten, İslamın ve Müslümanların izzet ve itibarını zedeleyecek söz ve tavırlardan da kaçınmak gerekir. Hele hele dini konuları, uluslararası siyasetin ve stratejilerin aracı haline getirmek en başta yüce dinimizin ve sonra da milletimizin tarihine ve bugüne saygısızlık olur'' dedi.

Dünyanın her tarafında masum insanların şiddetle, terörle katledilmesine, kimden gelirse gelsin, ne amaçla olursa olsun, kim yaparsa yapsın karşı olduklarını vurgulayan Bardakoğlu, şunları kaydetti:

''Ancak bu tür olayları çok boyutlu kavramak, herhangi bir dine, millete, gruba fatura etmekte aceleci davranmamak gerekir. Teröre bulaşanların hangi dine, hangi millete mensup olduklarından ziyade hangi amaçla, hangi şartlar altında, hangi kötü niyetleri taşıyarak bu suça yöneldiklerini anlamak, uluslararası stratejileri ve ilişkiler yumağını görmek gerekir. Böyle olaylarda İslam, Hristiyanlık, Musevilik gibi dünyanın her yerinde mensubu olan evrensel dinleri sorgulamaya kalkmak yerine şiddete ve teröre tevessül edenlerin niye bu yola girdiklerini ve bu olumsuz durumu besleyen şartları analiz etmek, sosyal, kültürel, ekonomik, psikolojik tahliller yapmak, iç siyaseti ve uluslararası siyaseti okumak, terör ve şiddetin ekonomik kaynaklarını tespit etmek gibi çok yönlü bakış açıları geliştirmek gerekir. Terör ve şiddeti besleyen kaynakları kurutmadan bunların önlenmesi mümkün değildir.''

Dini değerleri benimseyen ve İslam'ın insan hayatına verdiği değeri kavrayan insanların teröre bulaşmayacağına dikkati çeken Bardakoğlu, ''İslam dünyasındaki 1.5 milyar insanın eşit derecede İslamı kavradığını, özümsediğini varsayamayız. Hayatımızdaki davranışları, tercihleri belirleyen tek kaynak da İslam değildir. Başka birçok faktör vardır. Onun için sosyal bilimlerde cevaplar ve çözümler tek şıklı ve basitçe değil, karmaşık ve girifttir. Her şeyin her şey ile irtibatı vardır'' diye konuştu.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Mardin Fetvası / Ebubekir Sifil
MesajGönderilme zamanı: 01.04.10, 11:27 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 31.12.08, 16:59
Mesajlar: 308
Fatma K. Barbarosoğlu

"Mardin Fetvası" Moskova metrosuna yetişti mi?


Çarşamba, 31.03.2010

I

Mardinlilerin bile hatırlamadığı, bilmediği "Mardin Fetvası"nı tartışmak üzere Artuklu Üniversitesi'nin ev sahipliğinde, Küresel Yenilik ve Rehberlik Merkezi (GCRG) ile Canopus Consulting düşünce kuruluşlarının desteğiyle 'Barış Diyarı Mardin' başlığıyla bir sempozyum düzenlendi geçtiğimiz hafta sonu.

İngilizler, programı Türkiye Diyanet İşleri Başkanlığı ile ortak yapmak istemişlerdi. Ama Diyanet İşleri Başkanlığı, yedi asır öncesinde kalmış, Mardin'de bile hiç kimsenin bilmediği fetvayı, Müslüman teröristler için dayanak noktası kabul etmenin yanlışlığına dikkat çekerek toplantıya ev sahipliği yapmayı reddetti.

Bu bakımdan Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Mehmet Görmez'in açıklaması son derece önemli: "11 Eylül'den sonraki şiddet ve terör olaylarının onlarca sebebi ortada dururken, yedi asır önce Mardin'de verilmiş bir fetvayı ve bu fetvanın sahibi İbn-i Teymiyye'yi sorumlu tutmak doğru değil. Anadolu'da kimsenin bilmediği bir fetvaya şöhret kazandırmak da yanlış."

Diyanet İşleri Başkanlığı'nın bu reddi dini, felsefi ve sosyolojik açıdan son derece yerinde bir karardır.

Diyanet İşleri'nin reddettiği bu toplantının ev sahipliğini Artuklu Üniversitesi kabul etti. Anadolu'da yeni kurulmuş üniversitelerin çeşitli sıkıntıları olduğu malum. Ama bazen bu sıkıntıları aşmak için kullandıkları metotlar yeni sıkıntıların mayası olabilecek tehlikeler içerebiliyor.

Nitekim 28-29 Mart tarihleri arasında yapılmış olan "Barış Diyarı Mardin" toplantısı böyle bir sıkıntıyı beraberinde taşıyordu.

Din adamlarının İslam ve terör kelimelerinin yan yana kullanılmaması gerektiğine dair tebliğler sunmasında, bunu her vesile ile kamuoyu ile paylaşmasında yarar var. Ancak bunu yaparken yanlış bir kes yapıştır işlemi ile silinmeyecek imajların oluşmasına katkı sağlayabilecekleri tehlikesini de her an akılda tutmaları gerekiyor. Nitekim medyada "Mardin Fetvası" kaldırılıyor başlığı ile duyurulan toplantı, böyle bir yanlış kes-yapıştır işlemi olarak gündemimize damgasını vurdu.

Türkiye medyasında "Mardin Fetvası kaldırılıyor" diye sunulan toplantı gün boyunca BBC ekranından yayınlandı. Sanki Türkiye'nin "ev sahipliği" yaptığı bir Mardin Fetvası var ve her vesile ile bu fetvaya müracaat ediliyormuş da, dünyanın dört bir tarafından gelen din adamları bu fetvanın yürürlükte olmasının tehlikelerine işaret ederek, İslam'ın barış dini olduğu mesajını vererek, mevcut duruma son verecekmiş gibi.

İslam'ın barış dini olduğu mesajı verilsin tabii. Ama barış, tarafların karşılıklı "selamı" ile yürüyen bir süreçtir. Taraflardan biri "selamı" kesip bomba yağdırmaya başladığında, Müslüman'ın vazifesi cihad etmektir.

İbn Teymiye yedi asır önce Moğol istilasına karşı bu vazifeyi hatırlatmıştır. Yani işgal kuvvetlerine karşı direnme yönünde fetva vermiştir. Şimdi bu fetvayı kes yapıştır işlemine tâbi tutacağız, ABD politikalarını onaylamak üzere, öyle mi?

II

Terör kelimesinin en erken kullanımına Fransız İhtilali esnasında rastlıyoruz. İlk kullananlar Jakobenler. Ne ki onlar kavramı olumlu anlamda kullanıyor. Ama zaman içinde terör kelimesi olumsuz bir anlam kazanıyor.

Aynı coğrafyada aynı kişilerin önce "kutsal savaşçılar" sonra da teröristler olarak isimlendirilmesi ise henüz çok yeni. Rusların Afganistan'ı işgal ettiği dönemde; ABD güçleri, Afganlı mücahitleri kutsal savaşçılar olarak ilan etmiş ve onları desteklemişti. Ne zaman ki Rus işgalcilerin yerini ABD askerleri aldı "kutsal savaşçılar", isimlerindeki kutsallıktan arındırılarak, "terörist" oldu.

Bütün dünyada kalbi olan insanlar terör kavramını yeniden düşünmek zorunda. Devletlerden bağımsız olarak hakiki entelektüeller, bireyin bireye düşman edildiği orantısız güç savaşının bütün cephelerini masaya yatırmak zorunda.

Terör kelimesinin ev sahibi, Fransa. Sivillere karşı orantısız güç kullanarak savaşı, terörün mayası olarak tarihe çalan ilk ülke ise ABD.

Nazım Hikmet'in mısraları ile analım Hiroşimalı çocukları:

Kapıları çalan benim /kapıları birer birer./ Gözünüze görünemem /göze görünmez ölüler./ Hiroşima'da öleli /oluyor bir on yıl kadar/ Yedi yaşında bir kızım/büyümez ölü çocuklar/ Saçlarım tutuştu önce/ gözlerim yandı kavruldu Bir avuç kül oluverdim/ külüm havaya savruldu.

III

"Mardin Fetvası yürürlükten kalkarken" Moskova'da iki metro istasyonuna yapılan intihar saldırısında 39 kişi öldü. Saldırıyı yapanların Kuzey Kafkasyalı görünümüne sahip iki kadın olduğu haberi duyulduktan hemen sonra Rusya'da yaşayan başörtülü kadınlar metro istasyonlarında saldırıya uğradı.

"Batılı dostlarımız" Mardin toplantısından şu hisseyi çıkarmamızı istiyor:

"ABD ve dostları topraklarınızı işgal ederse, yollarına güller dökerek demokratik ve barışçıl kimliklerinizi tescilleyiniz."

"Şayet ABD'nin düşmanları tarafından topraklarınız işgal edilirse, kanınızın son damlasına kadar savaşınız."

ABD, Irak semalarını füze ışığı ile aydınlatabilir. İsrail, beşiklerinde uyuyan bebeklerin üzerine misket bombaları yağdırabilir. İsrail askerleri Filistin sokaklarını tekinsiz bularak işgallerini; evlerin içinden geçerek, geçtikleri evleri yıka yıka gerçekleştirebilir. Bunlar "savaşın gerçeği" dir.

"Savaşın gerçekleri" nin hâkim olduğu bir dünyada kalbine sığmakta zorlanan insanlar, kendileri gibi kimsiz kimsesiz, sadece bir kuru canı olan insanları öldürüyor. Devletler orantısız güç kullanarak savaş ilan ettiği ülkenin masumlarını öldürürken, terör örgütleri de siviller adına savaşacak "kahraman"lar buluyor. Bu kısır döngü içinde ABD dünyanın tekinsizliğini ve güvensizliğini bahane ederek, insanların seyahat özgürlüğünü, bireysel haklarını rafa kaldırıyor. ABD'de insanları çıplak gösteren cihazların havalimanlarına yerleştirileceği haberinin ardından el–Kaide'den gelen açıklamaya dikkatinizi çekmek isterim. Bombaların, derinin altına yerleştirilebileceğine dairdi açıklama.

Başkasının hayat hakkı için sınır, vicdanlara değil teknik aletlere yerleştirilmeye çalışıldığında, dünya güvenliğini yitirmiş bir dünya oluyor.

"Mardin Fetvası"nın içeriğini mi tartışıyorduk değil mi? Hangi yüzyıldan ve hangi kulaklar için?

Yeni Şafak


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: "Mardin Fetvası" Tartşmaları
MesajGönderilme zamanı: 01.04.10, 11:32 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 31.12.08, 16:59
Mesajlar: 308
Mardin Fetvası ve Müslüman Ulusalcılık

Mustafa AKYOL

mustafaakyol@stargazete.com

Geçen hafta sonu Mardin Artuklu Üniversitesi’nde düzenlenen İbn-i Teymiye konferansı, oldukça geniş bir yelpazenin boy hedefi oluverdi. Konferansı “emperyalist İngiltere”nin organize ettiği ve amacının “işbirlikçi İslam” yaratmak olduğu yönünde sert eleştiriler yapıldı ve yapılıyor. Patenti asıl Kemalist ulusalcılara ait olan “Ilımlı İslam komplosu” tezleri de havada uçuşuyor.

Eğer yanılmıyorsam bu yorumları yapanların hiçbiri Mardin’de değildi. Ama ben oradaydım ve konferansı baştan sona izledim. Ve açıkça (ve İslami dille) söyleyeyim ki, söz konusu yorumcular biraz “sui-zan”da ve hatta belki “gıybet”te bulunuyor. Çünkü konferansta ne cihad kavramına ilişildi ne de Müslümanların “direnme hakkı” kötülendi. Hiçbir konuşmacı “Batı, Müslüman ülkeleri işgal edebilir” filan demediği gibi, aksine çoğu başta Filistin olmak üzere işgal altındaki Müslüman topraklarının kurtarılması çağrısında bulundu.

Ama asıl mesele, Hanbeli alim İbn-i Teymiye tarafından yedi asır önce yapılan “Dar-ül Harb” (savaş yurdu) tanımının bugün ne anlama geldiğiydi. Çünkü başta Mısır’daki Tekfir vel-Hicre grubu olmak üzere bazı radikal akımlar, bu tanıma referans vererek, “üzerinde şeriat uygulanmayan ülke Dar-ül İslam değildir, buradaki yönetimlerle cihad farzdır” diyor. Sonra da hem Müslüman ülkelerde hem de Batı’da teröre girişiyorlar.

Ayrıca belirteyim ki konferanstaki konuşmacılar İbn-i Teymiye’yi kınamadılar, aksine çoğu onu epey övdü. Sadece onun devri ile bugünkü şartların farklı olduğuna işaret ettiler. En dolu ve özlü tebliği de kanımca İSAM’dan Prof. Ahmet Özel verdi. İslam ulemasının Ortaçağ şartları içinde yaptığı “Dar-ül Harb/Dar-ül İslam” ayrımının, uluslararası hukuk ve insan haklarına dayalı bugünkü dünyayı açıklamadığını izah etti. Ebu Hanife’nin ve diğer bazı Hanefi alimlerin görüşleriyle de bu yorumu destekledi.

Peki bu makul sözler bizde niye bu kadar tepki çekti?

Çünkü, açık söyleyeyim, bence Müslüman aydınların bir kısmında, seküler versiyonunu ulusalcılarda gördüğümüz türde bir paranoya, komploculuk ve reddiyecilik tavrı var.

Bu yüzden “İslam teröre cevaz vermez” gibi son derece makul bir lafa bile hemen karşı çıkıyorlar.

İlk dedikleri, “ne yani, Müslümanlar işgale direnmesin mi?”

Oysa mesele “direnme” değil, bunun sokak ortasında bomba patlatıp masum insanları öldürerek yapılıp yapılmayacağı. Dahası “direnme” yerine (veya yanına) diplomasi, diyalog, uzlaşı gibi yolların aranıp aranmayacağı. (Bkz: Hudeybiye.)

İkinci dedikleri, “terörü zaten Batı üretiyor, El Kaide’yi onlar yarattı.”

Oysa Batı’nın günahları saymakla bitmese de, İslam dünyasının içinden tedhiş hareketlerinin çıkması için komplolar şart değil ki. Aynen bugünün radikalleri gibi her farklı düşüneni “tekfir” edip öldüren Hariciler nerden çıkmıştı sanki? Yedinci yüzyılda CIA mi vardı?

Üçüncü dedikleri de, “niye Batı’ya bir şeyler izah etmek zorundasınız?”

İstanbul’da oturup böyle sormak kolay. Gidin de (Mardin konferansını organize eden Müslümanlar gibi) Londra’da yaşayın bakalım. Şehrin ortasında otobüs patlıyor, patlatan adamlar “Allah için yaptım” diyor, İngiliz toplumu da haliyle “bu iş neyin nesidir” diye soruyor. Müslümanların Avrupa’dan sürülmesini savunan faşist partiler güçleniyor, İsviçre’de minareler yasaklanıyor. Bu durum karşısında Batı’daki Müslümanların “ bu şiddet dinimize uymaz, uydurmaya çalışanlar da yanılıyor” demesinden daha doğal ne olabilir?

Başka ne desinler? “Mücahid kardeşlerimize helal olsun, iyi çalışıyor, çoluk-çocuk ayırmadan küffarı biçiyor” mu desinler?

Siz öyle mi diyorsunuz?


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: "Mardin Fetvası" Tartışmaları
MesajGönderilme zamanı: 01.04.10, 11:36 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 31.12.08, 16:59
Mesajlar: 308
Mardin komedisi

NURAY MERT


Gazetelerden takip etmişsinizdir, hafta sonu Mardin’de son derece tuhaf bir toplantı yapıldı. Yedi yüzyıl önce İbn-i Teymiyye’nin Moğollara karşı verdiği ‘cihat’ fetvasının bugünkü anlamı tartışıldı. İngiltere merkezli bir düşünce kuruluşunun önderliğinde bir araya gelen birtakım din adamları, İslam dininde ‘cihat’ın, ‘radikal’ yorumlarına karşı bir anlayışın altını çizdi. Öncelikle, Diyanet İşleri Başkanlığı’nı bu komediye ev sahipliği yapmayı reddettiği için kutlamak isterim. Sonra da, Batılı dostlarımıza bir tavsiyede bulunmak isterim; Müslüman dünya ile barışmak için daha sahici ve samimi yollar bulmak yerine bu tür komediler organize etmekten vazgeçsinler.

Bugün karşılarına çıkan radikal İslamcı örgütlere ilişkin sorun, İslam dininin ‘cihat’ kavramı falan değil, İslam’ın modern tarihsel süreç içinde ve özellikle Soğuk Savaş döneminde selefi-radikal yönde ‘siyasallaşması’nın sonucudur. O nedenle işin içine Ortaçağ İslam düşünürlerini, post-modern çağın ‘yandaş’ ulemasını katmanın âlemi yok.

El-Kaide başta olmak üzere, radikal İslamcı örgütlerin nasıl palazlandığını hepimiz biliyoruz, bu palazlanmanın gerisinde İbn-i Teymiyye değil, modern dönemin siyasal çekişmeleri var. Bunu gayet iyi bildikleri için, geçen yıl (4 Haziran 2009) Obama, meşhur Kahire konuşmasını yaptığında, Mısır’da ‘Dar Al-İfta Al Mısrıyyah’, yani fetva makamının bir açıklaması, Obama’nın konuşması ile birlikte bir dosya içinde dağıtılmıştı. O açıklamada da, ‘cihat’ın yanlış yorumlandığı uzun uzadıya anlatılıyor, ‘cihat’ın insanın ‘nefsine karşı mücadele’ olduğu vurgulanıyor, ama ilaveten, ‘Evet, Afganistan’da mücahitler cihat yaptı, ama o ‘Ateist Ruslara karşı din özgürlüğü’ adına yapılmıştı’ deniliyordu.

Zira, ABD dış politika çıkarları, uzunca bir süre, ‘cihat’ın ‘nefisle mücadele’den ibaret değil, bildiğiniz silahlı mücadele olduğu yönündeki yorumları gerektiriyordu. Bunu bilmeyen yok, ama ben size işin içinde olanların ifadelerinden bir örnek vereyim. Suudi Arabistan’ın 20 yıl boyunca ABD büyükelçiliğini yapan ve Bush ailesine yakınlığı dolayısıyla adı ‘Bandar Bush’a çıkan, Prens Bandar Bin Sultan, biyografisinde, “Biz Amerika’nın Doğu-Batı veya anti-komünizm tezlerini kullanmadık, dini kullandık... Reagan’ın Sovyetler Birliği ile kavgasının stratejisine mükemmel bir şekilde uyacak biçimde Müslüman dünyayı kendimize yönelttik” diyor (W. Simpson, The Prince, Harper Collins, 2006, 112).

Aslında, Batılı güçlerin, İslami sembol, makam ve öğretileri siyasal alanda kullanması tarihi çok eskilere gider. 1857’de Hindistan’daki Sepoy İsyanı’na karşı İngilizler, dönemin Osmanlı Padişahı Abdülmecid’den, halife sıfatı ile asileri yatıştırmak için tavassutta bulunmasını istemişlerdi (Kemal Karpat, İslamın Siyasallaşması, 2001, 55). Sonra, II. Abdülhamid, halife sıfatını Osmanlı dış politikasında kendi yararına devreye soktuğunda, İngilizler tarafından ‘Kızıl Sultan’ ilan edilmişti.

Ezcümle, artık 21. yüzyılda, bu ucuz emperyalist manevralardan vazgeçilse diyorum. Dini veya başka bir şeyi devreye sokarak, insanlığı tehdit eden, her türden anlayışa karşı, sahici ve samimi uzlaşma zemini yakalamaya çalışılacaksa, bu türden çabalara Müslüman, gayri Müslüman hepimiz destek verelim, yoksa bu sahte çabaların sonuç vermesini beklemek beyhude.

Dahası, bu tür girişimler Müslümanları/Müslüman toplumları ‘enayi’ yerine koymak gibi, fazladan rencide ve rahatsız edici bir etki yaratıyorlar.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: "Mardin Fetvası" Tartışmaları
MesajGönderilme zamanı: 01.04.10, 11:39 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 31.12.08, 16:59
Mesajlar: 308
Mardin'de cihat çağrısı

29.03.2010


SoL Dergisi

Mardin'de düzenlenen ve Mardin Artuklu Üniversitesi rektörünün de katıldığı "Barış Diyarı Mardin" başlıklı etkinlikte din adamları Kudüs için cihat çağrısı yaptılar. Etkinliği düzenleyen Londra merkezli Küresel Yenilik ve Rehberlik Merkezi'nin başındaki kişinin Rabıta örgütünü uzun yıllar yönettiği ortaya çıktı.

ABD ve AKP’nin çok sevdiği “medeniyetler buluşması” fikrini işlemeyi seven Mardin Artuklu Üniversitesi rektörü, din adamlarıyla birlikte “Barış Diyarı Mardin” başlıklı bir etkinliğe katıldı. Etkinliğe katılan din adamları, İsrail’in Kudüs’ü başkent ilan etmesi karşısında “cihata devam” çağrıları yaptılar.

Etkinliği düzenleyen Londra merkezli Küresel Yenilik ve Rehberlik Merkezi’nin (GCRG), ABD’ye uyumlu İslami tezler öne süren ve Suudi Arabistan bağlantılı bir örgüt olduğu anlaşıldı. GCRG’nin başında, Uğur Mumcu’nun Türkiye’deki imamlara para verdiğini ortaya çıkardığı Suudi Rabıta örgütünün liderliğini de yapmış olan Abdullah Bin Naseef bulunuyor.

Mardin’de gerçekleştirilen “Barış Diyarı Mardin” etkinliğine Kudüs için cihat çağrıları damgasını vurdu. İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu’nun Kudüs’ün İsrail’in başkenti olduğu yönündeki açıklamasına tepki gösteren din adamları, etkinlikte “Müslümanların bu konuda cihadlarını sürdürmesi için ellerinden gelen her türlü fedakârlığı yapmaları”, “Kudüs’ü sonuna kadar savunma” çağrıları yaptılar.

GCRG ile Canopus Consulting düşünce kuruluşunun Mardin'de düzenlediği “Barış Diyarı Mardin” konferansına katılan Iraklı din adamı Dr. Ali Karadaği, İsrail'in bu kararından dolayı çok üzgün olduğunu, bu kararın uluslararası hukukta yeri olmadığını belirterek şöyle konuştu:

“Müslümanların görüşü bu yöndedir. Hiç bir zaman Müslümanlar Filistin'den vazgeçmez. 2. Abdulhamid bunu 100 yıl önce de dile getirmişti. Yahudilerin Başkanı Herzl geldiği zaman Abdulhamid'den 'hiçbir zaman ecdadıma ihanet etmeyeceğini ve Filistin'den hiçbir zaman vazgeçmeyeceklerini cevabını' almıştı.Ben şeyhimiz Yusuf El Kardavi görüşleri doğrultusunda aynı görüşleri belirtmek istiyorum. Müslümanların bu konuda cihadlarını sürdürmesi için ellerinden gelen her türlü fedakârlığı yapmaları konusunda görüş belirtiyorum.”

Suudi Arabistanlı din adamı Nasrri El Suud ise, “Ama biz Müslümanlardan Kudüs'ü her zaman savunmaları ve Yahudilerden arındırılması için çabada bulunmalarını istiyoruz. Tüm tarih şahittir ki bu topraklar Müslümanlarındır. Yahudiler Müslümanların egemenliği altında yaşadığı sürece hep barış egemen olmuştur. Hatta bütün dinler aynı şekilde İslam dini altında barış içinde yaşamıştır. Bu yöndeki saldırılar hiç bir zaman onları hiçbir şekilde yıldırmayacaktır. Allah mazlumların galip geleceğini müjdelemiştir. Filistinlilere yapılan haksızlıklar dünyanın gözü önünde yapılmaktadır. Allah adildir. Bu günlerin hesabını mutlaka vereceklerdir” diye konuştu.

Rektör de oradaydı

Daha önce AKP’nin Kürt açılımına uyumlu üniversite yönetimiyle gündeme gelen Mardin Artuklu Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Serdar Bedii Omay da katılımcılar arasındaydı. İsrail’in kararını değerlendiren Omay, şunları söyledi:

“Çok uzun yıllar boyunca kalbimizi acıtan meselenin bir halkası olarak aslında beklenmeyecek bir şey değildir. Biz Müslümanlar olarak ilim ve irfan yolunda mücadelemizi hakiki bir şekilde yürütemezsek daha çok sıkıntılar çekeriz. Aslında bu meseleyi, kaderimizi belirleyen bir kilometre taşı olarak mütaala etmemiz gerekir. Çok ibret almamız gereken bir hadisedir. Bundan sonra sanırım başka Selahaddin Eyyübi'lerin çıkmaması gibi bir sebep yoktur. İsrail'in bu kararını kınıyorum.”

Rabıta Mardin’deydi

Konferansın organizatörü olan Londra merkezli “Küresel Yenilenme ve Rehberlik Merkezi” (GCRG) Yönetim Kurulu Başkanı Abdullah Bin Naseef’le görüşen Akşam’dan Utku Çakırözer ise, Bin Naseef’in 80’li yıllarda Avrupa’da görevli Türk imamlara maaş ödemesi nedeniyle Türkiye’de büyük gürültü koparan Suudi kökenli “Rabıta Vakfı”nın geçmişteki bir numaralı yöneticisi olduğunu yazdı. Haberde Naseef’in Rabıta’da görev yapmayı sürdürdüğü de belirtildi.

ABD uyumlu İslam

Mardin’de yapılan konferans İbn Teymiye’nin 700 yıl önce yazdığı Mardin Fetvası’nın günümüz koşulları altında yeniden yorumlanması için düzenlendi.

GCRG “İbn Teymiye’nin, bazı ülkeleri barış ya da savaş ülkesi kategorisine sokamayacağını, buralarda yönetimlerin tavrına göre pozisyon belirlenmesi gerektiğini” anlatan fetvasının yanlış yorumlarının Müslüman gençleri olumsuz etkilediğini öne sürüyor. Bu gençler, Müslüman olmayan ülkelerde yaşayan Müslümanları hedef alıyor, onları kafirlerle işbirliği yapmakla suçluyorlar. İslam ülkelerinin hükümetleri de ülkelerini dini kurallara uygun yönetmiyorsa o zaman onlarla da savaşılacağı anlamına geliyor. GCRG, şimdi de El Kaide’nin cahil gençleri kandırmak için bu fetvayı kullandığını öne sürüyor.

Ilımlı mesajlarıyla ABD yanlısı İslamcı bir çizgiyi izlediği anlaşılan GCRG’nin projeleri arasında ABD’deki imamları eğitmek de var.

(soL-Haber Merkezi)

http://haber.sol.org.tr/devlet-ve-siyas ... beri-26001


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: "Mardin Fetvası" Tartışmaları
MesajGönderilme zamanı: 01.04.10, 11:45 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 31.12.08, 16:59
Mesajlar: 308
700 yıllık Cihat fetvası

VATAN

27.03.2010

Cihat Fetvası, ilan edildiği Mardin’de tartışılıyor


El-Kaide gibi aşırı dinci örgütlerin eylemlerine alet ettiği Cihat Fetvası, ilan edildiği Mardin’de tartışılıyor.

İslam alimleri: “Cihat günün koşullarına göre yeniden yorumlanmalı”

Moğol istilası altındaki Mardinlilerin isteği üzerine, İslam dünyasının önde gelen alimlerinden İbn-i Teymiyye tarafından 1300’lü yılların başında verilen ve Müslümanları, Müslüman olmayan yönetimlerle savaşmaya çağıran ’Cihat fetvası’, Suudi Arabistan, Mısır, Ürdün ve diğer İslam ülkelerinden 20’ye yakın tanınmış din aliminin katılımıyla, 700 yıl sonra ortaya çıktığı Mardin’de masaya yatırıldı. Canopus Consulting adlı düşünce kuruluşunun direktörü Aftab Ahmad Malik, İngiltere başta olmak üzere batı ülkelerinde terörist olarak nitelenenlerin hep Müslümanlar olduğu için bu tür bir etkinliği gerçekleştirdiklerini söyledi. İslamın masum insanların öldürülmesini emretmediğine dikkat çeken Malik, cihadın İslami kaidelerle yeniden yorumlanması gerektiğini belirterek şöyle dedi:

İslam dini iyiliği emreder

”Bugün İslam adına cihadı kullananlardan hiçbiri ne alim ne de medrese eğitimlidirler. Cihadı yapanların ancak yüzde 3’ü İslam medreselerinden mezun olmuşlar. Onların cihat emri İslamın yorumu değildir. Dünya Müslümanlarına sorduğumuzda bizlere ilk olarak ‘İslam iyiliği emreder’ diyorlar. Az grubun öfkesi kesinlikle bizi temsil etmiyor. Radikal grupların eylemlerini meşrulaştırmak için kullandıkları dini argümanların başında ‘Mardin Fetvası’ olarak bilinen ve Müslümanları, Müslüman olmayan yönetimlerle savaşmaya çağıran fetva gelir. Mısır’daki cihatçı hareket bu fetvayı kullanarak ayaklandı. İslam dünyasının yanı sıra ve İslam ile ilgili çalışmalar yapan batılı bilim adamları uzun süredir bu fetvayı tartışıyor. Bizler de bunu Mardin’de masaya yatırdık.”

Malik, gazetecilerin El-Kaide ya da başka gruplarından tehdit alıp almadığı yönündeki bir sorusuna ise “Çok fazla konuşmamam konusunda uyarıldım” yanıtını verdi.

Yaptıkları yanlış

Küresel Yenilenme ve Rehberlik Merkezi Kurucu Üyesi Şeyh Abdullah Bin Bayah ise şunları söyledi:

“Fetvalar geçmişte çok önemliydi. Bugün Mardin fetvasını ele alıyoruz. O dönemde fetva neden verildi. Ona bakmamız gerekiyor. Fetvanın verildiği dönemde Moğollar ve Şeyhülislam İbn-i Teymiyye arasında bir çatışma vardı. Şeyhülislam İbn-i Teymiyye için İslamı savunmak Moğolları savunmaktan daha önemliydi. Bu nedenle İbn-i Teymiyye fetvayı verdi. Aradan geçen zamandan sonra bazı gençler bu fetvayı farklı yorumladı. Bu gençler ‘İslam dinin olmadığı yer savaş alanı olmalıdır’dediler. Ama fetvanın içeriği bu değildir. İnsan bu fetvanın gerçek değerinin üstünü örttü. Mardin fetvası bir kapıdır. Bu kapı sayesinde pek çok soruna çözüm getirebiliriz. Bu fetva üzerine savaş açanlar yanlış yapıyor. Bu konuda Kuran-ı Kerim’de de anlatımlar vardı. Terörist saldırı yapmak İslam'la bağdaşmaz. Şeriatın sesi terörizimle ilgili değildir. Bu tür terörist saldırılar yanlıştır. Barışı savunmak ve barışı görmek istiyoruz.”

Dünyadaki Müslüman Azınlıkların Başkanı Dr. Ali Al-Karadağı ise herkesin karşı çıkmasına rağmen, fetvanın yeniden okunması ve yorumlanması açısından doğru bir zamanlama olduğunu kaydetti.

http://haber.gazetevatan.com/haberdetay ... z0jrDaj5De

***

20 aydın, 700 yıllık cihat fetvasını tartıştı

Farklı din ve etnik kökenden insanların barış ve kardeşlik içinde yaşadığı Mardin, önemli bir toplantıya ev sahipliği yapıyor.

Yurtiçi ve yurtdışından gelen 20'ye yakın aydın, 1300'lü yılların başında İslam dünyasının önde gelen âlimlerinden İbn Teymiyye'nin Moğol istilası altında ezilen Mardinliler için verdiği 'cihat fetvası'nı tartışıyor. Merkezi İngiltere'de bulunan İslami düşünce kuruluşu Küresel Yenilenme ve Rehberlik Merkezi (GCRG) tarafından organize edilen 'Barış Yurdu Mardin Konferansı'nda aydınlar, radikal grupların eylemlerine meşruiyet kazandırmak için kullandığı 700 yıllık fetvaya çıkış yolu arıyor. Fetvanın 'işgale karşı bir direniş mi' yoksa 'bazı örgütlerin kanlı eylemlerine meşruiyet kazandırmak için kullandığı bir argüman mı' sorusunun yanında, 'darü'l harp' ve 'darü'l İslam' gibi kavramlar da ele alınıyor.

Artuklu Üniversitesi'ndeki konferansta konuşan GCRG kurucusu Şeyh Abdullah Bin Bayah, terörist saldırıları İslam'la bağdaştırmanın mümkün olmadığını vurguladı. İbn-i Teymiyye'nin verdiği fetvanın bazı kesimler tarafından yanlış yorumlandığını belirten Bayah, "Bu fetva üzerine savaş açanlar yanlış yapıyor. Şeriatın sesi, terörizmle aynı değildir. Bu tür terörist saldırılar İslam'la bağdaşmaz." dedi.

Tabah Vakfı Direktörü Şeyh Habib Ali Jifri de, "İbn-i Teymiyye tıpkı diğer alimler gibi, kendi yaşadığı koşulları göz önünde bulundurarak fetvasını verdi. Dünyada İslam adına katliamlar işleniyorsa ve bazıları İslam'ı kendi istedikleri şekilde yorumluyorsa bu konuda üzerimize çok şey düşüyor. Cinayet, katl, zarar verme ile direnme arasında çok fark var. Teymiyye önemli bir alim. O dönem için söylenenler o dönem için söylenmiştir. Bu fetvayı, gerçekliğin hükümranlığı altında doğru yorumlamamız gerekir. Gerçekler ile yüzleşip kendi kendimizle barışmamız lazım." şeklinde konuştu.

Dünyadaki Müslüman Azınlıkların Başkanı Dr. Ali al-Karadaği ise ilmi ne olursa olsun, bir insanın her söylediği sözün sonsuza kadar doğru olmayabileceğine dikkat çekti. Karadaği şunları söyledi: "Fetvalar bazen yanlış yerlerde yanlış şekilde kullanılıyor. Bugün şiddet yolu ile bir şeyler yapmak isteyen insanlar eylemlerini bu fetvaya dayandırıyor. İbn-i Teymiyye doğru bir fetva vermiştir. Ama bugün insanlar bu fetvadan yanlış sonuçlar çıkarmıştır. Müslüman'ın kanı ve malları saldırıya maruz bırakılmaz. Müslümanların, gayrimüslimleri de koruması gerekiyor. Eğer bunu başaramıyorsak işbirliği yapmamız lazım."

http://www.zaman.com.tr/haber.do?habern ... tartisiyor

***

"Barış Diyarı Mardin" Sonuç Bildirgesi

"Terörist grupların eylemlerinin cihat değil, keyfi cinayetlerdir" Din adamları, İslam adına yapılan teröre karşı birlikte durma kararı aldı

28 Mart 2010

Moğol istilası altındaki Mardinlilerin isteği üzerine, İslam dünyasının önde gelen âlimlerinden İbn-i Teymiyye tarafından 1300'lü yılların başında verilen ve Müslümanları, işgalcilere karşı savaşmaya çağıran 'Cihat Fetvası' 700 yıl sonra ortaya çıktığı Mardin'de, barışçıl bir dile çevrildi.

Dünyanın dört bir yanından tanınmış din âlimlerinin katılımıyla İngiltere merkezli Küresel Yenilik ve Rehberlik Merkezi (GCRG) ile Canopus Consulting düşünce kuruluşlarının Mardin'de düzenlediği "Barış Diyarı Mardin" konferansında terörist grupların eylemlerinin cihat değil, keyfi cinayetler olduğu fikri benimsendi.

Global Centre for Renewal and Guidance (GCRG) ile Canopus düşünce kuruluşunun 27-28 Mart tarihlerinde Mardin'deki Artuklu Üniversitesi'nde düzenlediği zirve sona erdi. Zirvede, İslam dünyasından dünya çapında tanınmış bir grup âlimi, ilahiyatçılar ve akademisyenler, terör eylemlerinin dini gerekçelere dayandırılmasını reddetmek ve kınamak için bir araya geldi.

Moğol istilası altındaki Mardinlilerin isteği üzerine, İslam dünyasının önde gelen âlimlerinden İbn-i Teymiyye tarafından 1300'lü yılların başında verilen ve Müslümanları, işgalcilere karşı savaşmaya çağıran 'Cihat Fetvası' 700 yıl sonra ortaya çıktığı Mardin'de, barışçıl bir dile çevrildi.

Mardin Artuklu Üniversitesi'nin ev sahipliğini yaptığı Küresel Yenilik ve Rehberlik Merkezi (GCRG) ile Canopus Consulting düşünce kuruluşlarının organize ettiği 2 günlük 'Barış Diyarı Mardin' başlığını taşıyan konferansı sonuç bildirgesi ile sona erdi.

Sonuç bildirgesinde teröre karşı birlikte durma kararı alındı.

GCRG editörü Şeyh Abdullah Bin Beyyeh'in okuduğu sonuç bildirgesinde şu ifadelere yer verildi;
"Suudi Arabistan, Türkiye, Yemen, Hindistan, Senegal, Kuveyt, Bosna, İran, Fas, Moritanya ve Endonezya'nın da dahil olduğu ülkelerden ve geniş bir yelpazedeki İslami düşünce okullarından gelen alim ve ilahiyatçının tecrübe ve uzlaşısına dayanmaktadır.

Terörist grupların eylemlerinin cihat değil, keyfi cinayetler olduğunu öne sürmektedir. Mardin fetvasının yanlış yorumlandığını ve terörizm veya şiddeti haklı çıkarmak için hiçbir şekilde kullanılamayacağını öne sürmektedir. Bütün Müslümanlara, İslamiyet'in getirdiği en yüksek hukuki ve etik standartlara uygun yaşamaları çağrısında bulunmaktadır.

İslamiyet'in ayrım gözetmeksizin adam öldürme ve cinayeti kati biçimde yasakladığı açıktır. Teröristlerin, yanlış eylemleriyle İslamiyet adına kendi inançlarını yok ettikleri ve İslamiyet'in ve Müslümanların itibarını dünyanın nezrinde sarstıkları açıktır."

Beyyah, "Bu tarihi ve önemli zirve bize şunu göstermiştir: 'İbn Teymiyye ve özellikle de Mardin fetvası terörizme gerekçe olarak kullanılamaz. Bu zirve, İbn Teymiyye'nin böyle bir tutum sergilemeyeceğini ve de ana akım İslami yaklaşımlarının buna izin veremeyeceğini ortaya koymuştur. Bu zirve, İslamiyet içinde farklı kanaatlerden gelen ilahiyatçı ve âlimleri bir araya getirerek şu görüşte birleşmesini sağlamıştır: İslamiyet terörizmi ve ayrım gözetmeksizin cinayet işlenmesini kınamaktadır."

CİHAN

http://www.haberturk.com/yasam/haber/50 ... e-cevrildi

***

Küresel Yenilik ve Rehberlik Merkezi (GCRG) ile Canopus Danışmanlık tarafından organize edilen "Barış Yurdu Mardin Konferansı" ile ilgili sonuç bildirgesi yayımlandı.

The Global Centre for Renewal and Guidance (GCRG) ile Canopus Danışmanlık tarafından 27-28 Mart'ta Mardin'deki Artuklu Üniversitesi'nde düzenlenen konferans sona erdi.

Konferanstan sonra sonuç bildirgesini, Raportör Prof. Dr. Ahmet Senduni, Arapça olarak okudu.

Basın mensuplarına Türkçe olarak dağıtılan bildirgede, terör eylemlerinin dini gerekçelere dayandırılmasını reddetmek ve kınamak için İslam dünyasından dünya çapında tanınmış bir grup alimin, ilahiyatçının ve akademisyenin bir araya geldiği tarihi bir zirve düzenlendiği belirtildi.

Özellikle de 14. yüzyıl alimi İbn Teymiyye tarafından çıkarılan ünlü Mardin fetvasının incelenmesi için bir araya gelindiği bildirilen sonuç bildirgesinde, şöyle denildi:

"Ünlü Mardin fetvası, El Kaide gibi sayısız şiddet yanlısı aşırıcı grup tarafından, İslam adına işlenen cinayetleri ve terörizmi haklı çıkarmak için kullanılmıştır. Bu yetkin grup tarafından hazırlanan bildiri aşağıdaki nedenlerden dolayı önem taşımaktadır: Suudi Arabistan, Türkiye, Yemen, Hindistan, Senegal, Kuveyt, Bosna, İran, Fas, Moritanya ve Endonezya'nın da dahil olduğu ülkelerden ve geniş bir yelpazedeki İslami düşünce okullarından gelen alim ve ilahiyatçının tecrübe ve uzlaşısına dayanmaktadır. Terörist grupların eylemlerinin cihad değil, keyfi cinayetler olduğunu öne sürmektedir."

Bildirgede Mardin Fetvasının yanlış yorumlandığı, terörizm veya şiddeti haklı çıkarmak için hiçbir şekilde kullanılamayacağı vurgulanarak, şu ifadelere yer verildi: "'Bütün Müslümanlara, İslamiyetin getirdiği en yüksek hukuki ve etik standartlara uygun yaşamaları çağrısında bulunmaktadır. İslamiyetin ayrım gözetmeksizin adam öldürme ve cinayeti kati biçimde yasakladığı açıktır.

Teröristlerin, yanlış eylemleriyle İslamiyet adına kendi inançlarını yok ettikleri, İslamiyetin ve Müslümanların itibarını dünya nezdinde sarstıkları açıktır. Konferansın sözcülerinden birinin söylediğine göre; 'Bu tarihi ve önemli zirve bize şunu göstermiştir; 'İbn Teymiyye ve özellikle de Mardin Fetvası, terörizme gerekçe olarak kullanılamaz.

Bu zirve, İbn Teymiyye'nin böyle bir tutum sergilemeyeceğini ve de ana akım İslami yaklaşımlarının buna izin veremeyeceğini ortaya koymuştur. Bu zirve, İslamiyet içinde farklı kanaatlerden gelen ilahiyatçı ve alimleri bir araya getirerek şu görüşte birleşmesini sağlamıştır. İslamiyet terörizmi ve ayrım gözetmeksizin cinayet işlenmesini kınamaktadır."

http://www.cnnturk.com/2010/turkiye/03/ ... /569849.0/

***

Mardin'de teröre karşı ortak tavır

Taraf

29.03.2010

İbn Teymiyye’nin radikal İslamcı grupların eylemlerine dayanak yaptığı Mardin Fetvası’nı düzeltmek için Mardin’de toplanan din adamları, “İslam’la terör yanyana gelemez” dedi.

Mardin Artuklu Üniversitesi’nde Global Centre for Renewal and Guidance (GCRG) ile Canopus Danışmanlık tarafından düzenlenen ve dünya çapında tanınmış ilahiyatçı ve akademisyenlerin katılımıyla gerçekleşen Barış Yurdu Mardin Konferansı’nın sonuç bildirgesi açıklandı.

Terör eylemlerinin dinî gerekçelere dayandırılmasını reddetmek ve kınamak için düzenlenen tarihi zirvenin sonuç bildirgesinde, 14. yüzyıl İslam âlimi İbn Teymiyye tarafından çıkarılan ünlü Mardin Fetvası’nın, El Kaide gibi şiddet yanlısı aşırıcı gruplar tarafından İslam adına işlenen cinayetleri ve terörizmi haklı çıkarmak için kullanıldığı belirtildi.

Terörü haklı çıkarmaz

Sonuç bildirisinde şu ifadeler yer aldı.

» Suudi Arabistan, Türkiye, Yemen, Hindistan, Senegal, Kuveyt, Bosna, İran, Fas, Moritanya ve Endonezya’nın da dahil olduğu ülkelerden ve geniş bir yelpazedeki İslamî düşünce okullarından gelen âlim ve ilahiyatçının tecrübe ve uzlaşısına dayanılmaktadır.

» Terörist grupların eylemlerinin cihad değil, keyfi cinayetler olduğu belirtilmektedir.

» Mardin Fetvası yanlış yorumlanmakta. Terörizm veya şiddeti haklı çıkarmak için hiçbir şekilde kullanılamaz.

» Fetva bütün Müslümanlara, İslamiyetin getirdiği en yüksek hukuki ve etik standartlara uygun yaşamaları çağrısında bulunmaktadır.

» İslamiyet cinayeti kati biçimde yasaklamıştır.

» Teröristlerin, yanlış eylemleriyle İslamiyet adına kendi inançlarını yok ettikleri, Müslümanların itibarını dünyanın nezrinde sarstıkları açıkça ortadadır.

İslam cinayete karşıdır

Konferansın sözcüsü Dr. Ahmed Senduni Arapça olarak okuduğu sonuç bildirgesinde şunları söyledi: “Bu tarihi ve önemli zirve bize şunu göstermiştir: ‘İbn Teymiyye ve özellikle de Mardin Fetvası terörizme gerekçe olarak kullanılamaz.

Bu zirve, ana akım İslamî yaklaşımlarının buna izin veremeyeceğini ortaya koymuştur. Bu zirve, İslamiyet içinde farklı kanaatlerden gelen ilahiyatçı ve âlimleri biraraya getirerek şu görüşte birleşmesini sağlamıştır: İslamiyet terörizmi ve ayrım gözetmeksizin cinayet işlenmesini kınamaktadır.”


İsrail’e ‘Başkent Kudüs’ tepkisi

Konferansta İsrail tarafından Kudüs’ün başkent olarak gösterilmesi büyük tepki topladı. Irak’ın önemli din âlimlerinden biri olan Dr. Ali Karadaği, İsrail’in bu kararından dolayı çok üzgün olduklarını belirterek, kararın hiçbir şey ifade etmeyeceğini söyledi. Suudi Arabistanlı din adamı Nasıri El-Suud ise, Yahudilerin hırsları ve tamahkârlıklarının hiçbir zaman bitmeyeceğini belirtti.

Yeni Salâhaddin Eyyûbiler

Mardin Artuklu Üniversitesi Rektörü Prof Dr. Serdar Bedii Omay ise şunları söyledi: Aslında bu meseleyi kaderimizi belirleyen bir kilometre taşı olarak mütaala etmemiz gerekir. Çok ibret almamız gereken bir hadisedir. Bundan sonra sanırım başka Selahaddin Eyyübi’lerin çıkmaması için sebep yoktur. İsrail’in bu kararını kınıyorum.”

http://www.taraf.com.tr/haber/48110.htm


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: "Mardin Fetvası" Tartışmaları
MesajGönderilme zamanı: 01.04.10, 11:56 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 31.12.08, 16:59
Mesajlar: 308
Mardin fetvası

Mustafa Özcan


Vakit
2010-03-26

Kayserili bir işadamı (N.Ö.) umre yolculuğunda İstanbul Atatürk Hava Alanından bir viski şişesi almış ve Medine'de yakayı ele vermiş, Çok garip değil mi? Tam da ahirzamana uygun bir davranış. Zira insanlar kıyamet öncesinde Hicaz'a ve Haremeyn'e turist gibi gidecekler. Bu da o manzaranın ayne'l yakin ve hakka'l yakin yaşanması ve fiiliyata dökülmesidir. Son karede de öyle değil midir? Beyefendi Medine'ye Paris'e gider gibi gidiyor. Önemli olan ise şu: Bu küçük fotoğraf sizi büyük fotoğrafa ve Türkiye'nin bugün nasıl yönetildiğinin fotoğrafına götürebiliyor mu? Küçük fotoğraftan karinelerle büyüğünü ulaşabiliyorsanız ne mutlu size! Hâlâ imanınızın hazzını tadıyorsunuz demektir. Demek ki hâlâ cevherinizi kaybetmediniz. Bu küçük fotoğraf karesinden bir de Mardin fotoğrafına geçelim.

Bilindiği gibi İbniTeymiyye 700 yıl önce Mardinlilerin isteği üzerine bir fetva neşretmiş ve fetvada Moğollara karşı mücadelenin gerekli olduğunu ifade etmiş. Fetva ile alakalı olarak geniş tartışma bazı gazetelerde var. Bu durumda fetvada mı bir sorun var, yoksa fetvaya karşı çıkanlarda mı?

Öteden beri İbni Teymiyye cihad meselesindeki fetvalarından ötürü günah keçisi yapılmıştır. Bazıları o dönemlerde Moğollarda bir kırılma yaşandığını ve Müslüman olmanın eşiğine geldiklerini söylemekte ve dolayısıyla İbni Teymiyye'nin Müslümanlığını eksik gördüklerine karşı karalama yaptığını ve fetva neşrettiğini ileri sürmektedirler.

Halbuki, Cengiz Han'ın İslam'a yönelik dessas yaklaşımları ve politikaları oğullarına ve daha sonraki yönetimlere de sirayet etmiştir. Bununla birlikte derin bir kültürü olmayan Moğollar zamanla İslam'ın içinde erimişlerdir.

Bu doğru olmakla birlikte yine de İbni Teymiyye şek ile yakin zail olmayacağı için Moğollara karşı ihtiyatlı bir dil kullanmış ve ihtiyati yaklaşımı benimsemiştir. O dönem bir geçiş dönemidir ve İbni Teymiyye de sorumlu bir alim olarak bu yönde fetva vermiştir. Fetvasına zahiri olarak söylenebilecek bir söz yoktur.

***

Moğollardan sonra benzeri bir politikayı Mısır'da Napolyon yürürlüğe koymuş ve ulemayı idari rüşvetlerle yanına çekmeye çalışmıştır. Lakin İbni Teymiyye gibi Frenklerin de aldatma siyasetiyle iş gördüğünü gören Nakibu'l Eşraf Ömer Mekrem, Napolyon ve avenesine karşı sancağı şerifi çıkartır ve halkı arkasına toplar ve Fransızları püskürtür. Ömer Mekrem Napolyon'un selamını rüşvet-i kelam diye reddeder ve sütçü imam gibi onlara silahla selam verir.

İbni Teymiyye'nin 700 yıl önceki fetvasını kaldırmak aslında dün ve bugün bütün benzeri fetvaları geçersiz kılmakla eşdeğerdir. İslam'ın köküne kibrit suyu dökmektir. Bu kime hizmettir anlamak mümkün değildir. Yabancı işgalcilere karşı meşru bir otorite dahilinde cihat meşrudur. Hatta işgal fiili hale gelirse seferberlik hükmü kendiliğinden yani otomatik olarak taayyün ve tahakkuk eder.

Onun dışında İslam'da cihat proaktif ve bütün boyutlarıyla müspet bir harekettir. İnsanlığın hayrı ve selameti için çalışmaktır. Dolayısıyla cihadın birden fazla boyutu vardır.

İnsanın kendi nefsiyle mücadelesi, mücahade veya nefsi ile enfüsi dairede bir cihattır. Toplumdaki bozulmaya karşı emri bi'lmüru ve nehyi ani'l münker yapmakta dahili veya içtimai ve sosyal bir cihattır. Küffara ve işgalcilere karşı çıkmak ve onlarla savaşmak da harici bir cihattır.

27-28 Mart tarihlerinde Mardin'de İbni Teymiyye'nin tarihi fetvasını iptal edecek olan toplantının sponsorluğunu İngiltere'den bir kurumun yapması da manidardır. Zira, İngiltere Hayri Kırbaşoğlu gibilerin de hatırlatmasıyla halen Afganistan ve Irak gibi İslam ülkelerinde fiili işgalci pozisyonundadır ve fetvanın iptalini de bu ülkede faaliyet gösteren kurumlar istemektedir.

Dolayısıyla mesele şaibelidir. Zaten faraza İbni Teymiyye 'müçtehit sıfatıyla' fetva verdiyse onun fetvasını başkaları bozamaz. Belki de aynı bağlamda, 30 yıldan beri İngiltere'de Minhacü'l Kur'an adıyla İslami hizmetler yürüten Pakistan asıllı Muhammed Tahir el Kadiri, istişhad veya intihar eylemcilerinin cennete giremeyeceklerini ve kokusunu bile hissedemeyeceklerini öngörmektedir. Bu da tefritin ifratıdır. Onlarca sayfadan mürekkep gerekçeli bir fetva yayınlamış ve Kaide ve benzerlerinin ve mensuplarının mürted olduklarına hükmetmiştir.

Gerçekten de zaman zaman cihat adına maksadı aşan eylemler yapılmaktadır. Bunlar cihadı sulandırarak karşıtlarının itirazlarına zemin hazırlıyorlar. Bu bağlamda, geçtiğimiz yıllarda Pakistan'daki Diyobendilerden daha farklı ve ılımlı olan merkez yani Hindistan Diyobendi uleması bu bağlamda yani direniş meselesiyle alakalı bir fetva yayınlamıştı.

Bir dereceye kadar bunların haklı yönleri olmakla birlikte yine de Bernard Lewis'le birlikte Pentagon himayesi altında benzeri fetvalar veren ve görüşler serdeden Hişam Kabbani ve tavırlarını nereye koyacağız?

Burada ifrat tefrit uçlar birbirini beslemektedir. Suudlu Abdurrahman Berrak karma yaşamdan ve ihtilattan yana olan liberalleri tekfir ederken Hişam Kabbani ve Kadiri gibileri de ters yöndekileri veya diğer uçtakileri tekfir etmektedir.

http://www.habervaktim.com/yazar/22753/ ... tvasi.html


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: "Mardin Fetvası" Tartışmaları
MesajGönderilme zamanı: 01.04.10, 12:01 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 31.12.08, 16:59
Mesajlar: 308
Mardin Konsili

Ahmet Varol


Vakit

2010-04-01


Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurur: “Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur. Din de daima O’na aittir. Artık Allah’tan başkasından mı korkuyorsunuz?” (Nahl, 16/52) Yani göklerde ve yerde ne varsa hepsinin gerçek sahibi olan Allah aynı zamanda insanların tabi olmaları gereken dini de belirlemiştir. Yöneticilerin, kralların, yeryüzünde hâkimiyet sahibi olduklarını düşünenlerin kafalarına göre din belirleme yetkileri yoktur. Eğer belirlerlerse onun Allah katında bir geçerliliği olmaz. Çünkü Allah insanları kendi dinine göre sorgulayacaktır.

Bir başka âyeti kerimede şöyle buyrulur: “İyi bil ki hâlis din yalnız Allah’ındır.” (Zümer, 3/39) Yani Allah katında geçerli olan din yine Allah’ın koyduğu hükümlere göre şekillenir. Birilerinin dünyada sahip oldukları baskı ve yaptırım güçlerini kullanarak koydukları hükümleri din şekline sokmaları durumunda o hâlis din olamaz. Sahte para gibi geçersiz hayat nizamı hükmündedir.

Allah insanı kulluk göreviyle mükellef kıldığından bu görevi nasıl yerine getireceğini de vahiyle bildirmiş, bu yüzden ilk insan aynı zamanda vahye muhatap olmuştur. Sonraki dönemlerde her bir ferde ayrı ayrı değil sadece seçilen belli kişilere vahiy yoluyla din bildirilmiş, diğerlerinden de işte bu dine tâbi olmaları istenmiştir. Bunu yapanlar Allah katında geçerli dine uymuş, kafalarına göre din uyduranlar veya Allah’ın dininde kafalarına göre değişiklik yapanlar ise kısmen veya tamamen sahih istikametten çıkmışlardır.

Hal böyle olmakla birlikte tarih boyunca özellikle beşeri güç ve hâkimiyete sahip olanların bazen, Allah’ın kendine has kıldığı din belirleme sahasına girmeye çalıştıklarını yahut vahiyle bildirilmiş nizamda kendi hesaplarına göre değişiklikler yapmaya kalkıştıklarını görürüz.

M.S. 325’te toplanan İznik Konsili öncelikle Mesihiler yani Hıristiyanlar arasında çıkan ihtilafları çözme amacına yönelik olmakla birlikte aynı zamanda hâkim sistemin onayından geçecek bir din anlayışını şekillendirmeyi amaçlıyordu. Roma İmparatorluğu artık Hıristiyanlığı benimsemişti, ama onun hesaplarıyla, devlet nizamıyla çakışmayan, hâkimiyet planlarının önünde barikat oluşturmayan, imparatorun yetkilerini sınırlandırmayan kısacası kiliselere kapatılmış bir ruhani hayattan ibaret din anlayışına ihtiyacı vardı. İşte bu konuda bir ittifak sağlanması, buna muhalif kitapların, yazımların imha edilmesi ve bir “resmî din” anlayışının şekillendirilmesi için İmparator Konstantin’in çağrısıyla din adamları İznik’te toplandı. Hıristiyanlığın tarihinde bir dönüm noktası sayılabilecek bu ünlü toplantı İznik Konsili adıyla tarihe geçti. Gerçi Hıristiyanlıkta sapmalar, yanlış yönlendirmelerin etkisiyle ortaya çıkan ihtilaflar ve İsa Mesih (a.s.) hakkında gerçeğe aykırı iddialardan kaynaklanan tartışmalar daha önce başlamıştı. Ama İznik Konsili’nin yaptığı da ihtilaflardan kurtulmak için Allah’ın sahih dininin, İsa Mesih (a.s.)’a vahy edilen hayat nizamının ne olduğunu değil İmparatorun dininin nasıl olması gerektiğini tartışmaktı.

Bazı şiddet eylemlerinde gerekçe olarak kullanıldığı iddiasıyla, Şeyhulislam İbnu Teymiyye (rh. a.)’nin cihatla ilgili fetvasını iptal etmek amacıyla Mardin’de düzenlenen toplantıyla ilgili gelişmeleri takip ederken İznik Konsili aklıma geldi. Bu toplantıyı organize eden kadronun girişimlerinde ABD’nin yönlendirmelerinin önemli rolü olduğu biliniyor. Toplantının da Allah’ın dini olan Müslümanlık yerine Amerika’nın razı olacağı Müslümanlığın nasıl şekillendirileceği telaşıyla yürütülen çalışmaların bir parçası olduğunu söylersek sanıyorum insafsızlık etmiş olmayız.

Şeyhulislam İbnu Teymiyye (rh. a.), o fetvayı hazırlarken Moğol işgaline karşı cihadın vücubu ve bu konuda Müslümanların sorumluluğu hakkında Allah’ın dinine başvurmuştu. Bu konudaki deliller gayet açıktır ve kimsenin o delilleri iptal etmeye yetkisi de yoktur, gücü de yetmez. O fetva olsa da olmasa da bu deliller günümüzde Filistin topraklarındaki vahşi siyonist işgale, Çeçenistan’daki Rus işgaline, Afganistan’daki ABD – NATO işgaline karşı yürütülen cihad için de geçerlidir. Birileri eğer fetvayı yanlış yorumluyor ve meşruiyeti olmayan şiddete dayanak olarak gösteriyorlarsa bunun suçlusu fetva değil yanlış yorumlayanlardır.

İşgalci Moğolların siyasi hesaplarına göre törpülenmiş bir Müslümanlık tarzını hâkim kılmak için o zaman da çok uğraşanlar oldu ama başarılı olamadılar. Çünkü karşılarında “Düşmanlarım bana ne yapabilirler? Ben cennetimi kalbimde, bahçemi göğsümde taşıyorum. Nereye götürülsem onlar benimle beraberdir. Hapsedilmem halvet, öldürülmem şehâdet ve memleketimden sürülmem ise seyahattir.” diyen âlimler vardı.

http://www.habervaktim.com/yazar/22892/ ... nsili.html


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: "Mardin Fetvası" Tartışmaları
MesajGönderilme zamanı: 03.04.10, 07:30 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 31.12.08, 16:59
Mesajlar: 308
Ulusalcı, küreselci ve darulislamcı

Mustafa Özcan


Vakit
2010-04-03

Bir Arap deyiminde 'duymak, görmek gibi değildir' denilir. Zira birisi ilme'l yakin diğeri de ayne'l yakin makamını ve boyutlarını temsil etmektedir. Bununla birlikte Mustafa Akyol'un Mardin fetvasıyla ilgili yazılarında iddia ettiği gibi, doğruyu görmek için-en azından ilme'l yakin boyutta- Mardin'e gitmeye lüzum yoktur. Bizim gibi yazarların afaki bağlamda ahkam kestiklerini ileri sürüyor. Gidilse ve mesele yerinde tetkik ve takip edilse elbette daha iyi olur. Bununla birlikte, İstanbul'dan Mardin'i görmemek için kör olmak gerekir. Dolayısıyla işin doğrusunu öğrenmek için Mardin'e kadar zahmet çekmeye lüzum yoktur. Aksi takdirde, yerinde olmadan bir şey yazılayamayacaksa o zaman bütün kalemlerin susması gerekir. O zaman da kalem kesata uğrar ve yazarlık mesleğinin de sonu gelir.

Mustafa Akyol, meselenin fetvanın kaldırılması olmadığını ve zaten katılımcılardan birçoğunun İbni Teymiyye'yi övdüklerini ve bazılarının da yeni bir Salahaddin Eyyübi'nin zuhurunu ve çıkışını dört gözle beklediklerini hatırlatmıştır. Elbette bunlar doğru. Lakin İbni Teymiyye'nin fetvasının kaldırılması meselesini ortaya atanlar münekkitlerin olmayıp bilakis Mardin buluşmasını duyuran haber kaynakları olmuştur. Dolayısıyla maksat budur ve buluşmada veya toplantıda maksadı aşan boyutların olması da hem tabiidir hem de ayrı bir husustur. Bu da tertipçilerin su-i talihidir.

Birincisi, bir fetvanın başkaları tarafından ortadan kaldırılması diye bir şey yoktur. Farklı müftüler delil ve karinelere bakarak farklı fetva verebilirler. Lakin başkalarının fetvasını iptal edemezler. İbni Teymiyye'nin övülmesi meselesine gelince: Mesele onu övmek veya yermek değil onu yeniden okuyarak ve yorumlayarak başkalaştırmaktır.

Bazıları, 'mesele fetvanın kendisi değil, konjonktürel akisleri ve suistimalidir' dese de netice itibarıyla İbni Teymiyye'nin fetvası tartışılmıştır. Tartışılmasına ve tahlililine diyeceğimiz bir şey olmamakla birlikte maksat iki benzer konjonktür arasındaki bağlantıyı ve ilintiyi kesmek ve reddetmektir. İbni Teymiyye'nin benzeri haller için referansını iptaldir. Keşke, onu yanlış yorumlayanların yanlışını ortaya sermek ve düzeltmek olsa idi. Benzer konjonktürlerde İbni Teymiyye'nin görüşlerini gevşetmek ve esnetmektir. İbni Teymiyye'nin yeniden okunmasından maksat kuşkusuz darulislamcı çizgiyi küreselci çizgi içinde eritmek ve kaynaştırmaktır.

İbni Teymiyye'nin maksadı, Mardin'e tanım ve teşhis koymaktan ziyade onu yeniden darulislam'ın kanatları altına almak ve önündeki engelleri bertaraf etmektir. Mardin'i eski Mardin yapmak ve tekrar darulislam haziresine katmak ve geçici statüyü yeniden kalıcı eski statüye döndürmektir. No man's land/ tarafsız ülke statüsünü ya da tanımsız evi eski niteliğine büründürmektir.

Bugünkü anlayış ise İbni Teymiyye'yi manipüle ederek geçici statüyü dokunulmaz kılmak ve kalıcı hale getirmektir. Körfez'den katılan küreselci zihniyet, darulislam çizgilerini ve sınırlarını küresel çizgi ve sınırlar içinde eritmek istiyor. Mardin buluşmasının asıl ekseni cihat tekfir ve darulislam ve daru'l harp meselesinin tartışılması bunlara dair yeni anlayışlar geliştirilmesidir. Bu anlamda, geleneksel İslam hukukundaki ülke tanımını ifade eden 'dareyn/iki ev, iki ülke' anlayışına çizgi çekmektir. Dine dayalı geleneksel dar/İslamevi anlayışını ve sınırlarını kaldırmak; teoriyi yaşanılana veya pratiğe uydurmak veya kurban etmektir.

Katılımcılardan Arif Ali Nahid geçmişte kalan İslam imparatorluklarının dar kavramının ve anlayışının günümüzdeki küreselci anlayış nezdinde yer bulamayacağını ve gerileyeceğini ifade etmiştir. Dolayısıyla dar ayrımını İslam'a değil geleneksel İslam imparatorluklarının anlayışına bağlamaktadır. Ona göre, İbni Teymiyye'nin anlayışı da şüphesiz bu bağlamdadır ve küresel zamanlar ve mekanlar bu anlayışı geçersiz kılmaktadır. Günümüzde sınırların giderek anlam kaybına uğradığını ifade etmektedir. Doğru, gerçekten de günümüzde erkekler ve kadınlar arasında da sınırlar kalkmaktadır, biz buna da razı olacak mıyız?

Mardin tartışmalarının ekseninde sınırların esnekliği ve anlamını kaybetmesi meselesi vardır. Bugün birçok düşünür darulislam/İslamevi ile darulharp arasındaki eski sınırların inceldiğini ve tanınmaz hale geldiğini savunuyor. Bu yorum fiili olarak büyük ölçüde doğrudur. İşte şimdi teoriyi de fiili duruma uydurmak istiyorlar. Mardin bunun sınanması ve denenmesi olmuştur. Evet, darulislam batılılaşarak büyük ölçüde kendi vasıflarını ve karakterini kaybediyor. Peki, bu kabullenilmeli ve içselleştirilmeli midir? Ve bu yeni gerçeğe hep birlikte teslim mi olmalıyız? Yoksa İbni Teymiyye gibi direnmeli miyiz? Halbuki, küreselciler yeni Mardin yorumuyla İbni Teymiyye'yi yeniden üretiyorlar ve kendilerine uyduruyorlar.

Bunu başardıkları oranda Filistin, Aganistan ve Irak'ta onlara göre sorun kalmayacaktır. Oralarda Mardin referansına atıf yapılamayacaktır. Bununla birlikte, İbni Teymiyye'yi referans alanlar maksadı aşmıyorlar mı? Olabilir. Lakin yanlışlar, bir hükmün doğruluğunu ortadan kaldırmaz. Eski yazılarından birisinde Mustafa Akyol anti kapitalist dindarlara komünist meşrep muhafazakarlar olarak hitap etmişti. Şimdi de klasik dar/ev yorumunda ısrar edenleri ve küreselci eğilimlere kulaç açmayanları ulusalcı İslamcılar olarak yaftalıyor. Elbette yaftalamalarla gerçek değişmez. Anti kapitalist olmak komünist olmak anlamına da gelmez. Yine küreselci olmamak ve darulislam tanımında sebat ve ısrar ulusalcılık anlamında değildir.

Darulislam'ın sınırlarını ve tanımını kaldırarak onun küreselleştirilmesine ve karakterine kaybetmesine karşı çıkmak birisini ulusalcı İslamcı yapmaz. Bu noktada ulusalcı, küreselci ve darulislamcı sınırların taayyününde ve belirlenmesinde kafa karışıklığı var. Ulusalcılık vatanperverlik ise hepimiz ulusalcıyız. Onu bir ideolojiye hapsetmek ise şüphesiz dışındayız. İslamcıların sınırların aşındığı dünyada küreselleşmeye bakışları ne olmalıdır? Küreselleşmeye kendi değerlerimizi katarsak yani taarruzi bir pozisyondaysak yani bu anlamda darulislam karakteriyle çatışmazsa bir mani hal yoktur. Tedafüi bir pozisyonda isek karşı pozisyona intikal edinceye kadar darulislam sınırlarını savunmak kaçınılmaz bir görevdir.

Değerlerimiz geçişken olduğu müddetçe küreselleşmekte bir beis yoktur ve bu bağlamda Müslümanların konumu Mesih'in ve ardından günümüzde Hasan el Benna'nın dediği gibi milletlere ve dünyaya üstadiyet makamıdır ve bu makama yükselmektir. Niye olmasın? Buna en layık ve uygun değerler de İslami değerlerdir.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 10 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 1 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye