Çocuk Eğitiminde Zaaflar ve Vahye Uygun Çözüm Arayışı
Zehra Çomaklı TÜRKMENEğitimci, araştırmacı, yazar
Bizler tevhid ve adaleti hayatlaştıracak olan İslami ümmet yapısından uzaklaşmış bir neslin çocuklarıyız. Coğrafyamız yapay ulusal sınırlarla bölünmüş. Birbirimize ulaşan yollarımız kesilmiş. Ve farklılaşan ülkeler içinde kalmışız. Sorunlarımız diz boyu. En önemli sorunumuz ise, sanayi toplumunun kuşatmasını ve problemlerini vahiy ekseninde cevaplama yetersizliğimiz. Bu yetersizliğimizin bir çok boyutu var. Bunlardan birisi de çocuk eğitimi.
Yaşadığımız ülkede ne yazık ki evlilik öncesi gençlere de, rüşd yaşına gelene kadar çocukların eğitimi ile iligili anne-babalara da sunulacak sahih, sağlıklı ve çağdaş sorunların üstesinden gelebilecek yeterlilikte bir eğitim müfredatına veya bu konuda yaygın ideal modellere sahibi olmak ihtiyacımız oldukça fazla. Bu konularda yeni yeni yeşeren çabalar söz konusu, dar çevrelerde veya sınırlı kazanımlarımız var; ama sosyalleşme açısından fıtrat-vahiy eksenini modelleştirebilmiş ve yeteri kadar kuşatıcı olmuş değiliz. Söz konusu eksikliğimiz, henüz Kur'an merkezli diri ve yeterli bir toplumsal yapıya sahip olmadığımız gerçeğini de ortaya koymaktadır.
Yeni evli çiftlerin çocuk sahibi olma arzuları fıtridir. Ancak doğumu sevinçle karşılanan çocuklar nasıl yetiştirilecektir? Genelde insanlar çocuk yetiştirirken kendi anne babalarını örnek alıp, onların yetiştirdiği gibi çocuklarını yetiştirmeye çalışırlar. Ya da tam tersi bir şekilde eğer iyi bir eğitim alınmamışsa, "ben yapamadım, ben öğrenemedim" gibi söylemlerle kontrolsüz bir eğitim şekli uygulanır. Ya aşırı baskı ve otoriter tutum sergileyen geleneksel formlar kullanılır; ya bir boşvermişlik hali söz konusudur ki o zaman çocuğu sokak veya moda ve egemen kültür biçimlendirir; ya da modern eğitim adı altında aşırı veya abartılmış hoşgörüye dayanan bir tutum izlenir.
Oysa çocuk eğitimi bu uçların birine, yahut diğerine kaymadan gerçekleştirilmesi gereken; bunun için de bilgi, tutarlılık ve disiplin isteyen bir konudur. Her şeyden önce anne babalar çocuklarından bekledikleri davranış modeline uygun tutum içinde olmalıdırlar. Ürünün yetişmesi, mahsülün iyi olması, ekilen tohumun içinde yetiştiği toprağa, bulunduğu çevre koşullarına bağlıdır. Her bilinçli Müslüman, tabii ki çocuğunun her başağında yüz tane olmak üzere yedi başak olarak filizlenecek bir tohum (1) olarak yetişmesini ve var olmasını ister. Ancak Rabbimize kulluk ve adanmışlık bilinicini şahitleştirecek olan o nitelikli tohum olma haline, bilinçli ebeveynlerin çabalarıyla yol alınabilinir.
İstisnalar hariç çocuğun yetiştiği ilk toprak evidir ve çevresi de ailesidir. Dolayısıyla gözlerini dünyaya yeni açan bir çocuk için, anne-babanın tutumu, kişilik yapıları, ilişki kuruş tarzları, aidiyet besledikleri ilkeler ve gurup, onun nasıl bir insan olacağını büyük oranda şekillendirir.
Rabbimiz insanın annesinin karnından hiç bir şey bilmeden doğduğuna işaret eder. (2) Buhari ve Müslimin aktardıkları bir rivayete göre de Rasulullah (s) çocuğun fıtrat üzere –yani Rabbimizi birleme potansiyeli ile (3)- doğduğunu; ama onu anne ve babasının Yahudi, Nasrani veya Mecusi yaptığını söyler. Bu hal doğaldır; çünkü her çocuğun ilk yakın çevresi anne ve babasıdır. Rabbimiz bu yakınlığı ve ölçüyü belirtmek için de her annenin çocuğunu iki yıl emzirme ve babanın da çocuğunun diğer ihtiyaçlarını karşılama sorumluluğundan bahseder. Kur'an'da istişare sorumluluğuna değinen üçüncü kullanım da yine aynı âyette çocuğu sütten kesme konusunda anne ve babanın verecekleri kararla ilgili kullanılır. Üstelik anne de baba da çocuk nedeniyle zarara uğramamalıdır.(4) Bakara Sûresi’nin 233. âyeti, anne ve babaya çocuklarıyla ilgilenmede sorumluluk ve denge ölçülerini gösteren mükemmel bir ölçüdür.
Müslüman anne ve baba için çocuklarının ilk eğitiminin kendi sorumluluklarında olduğu Kur'an'a göre açık bir durumdur. Rabbimiz, Tahrim Sûresi’nde de hem kendimizi hem çoluk çocuğumuzu cehennem ateşinden korumamızı istemektedir.(5) Hayat iyiler ile kötüler arasındaki bir sınav ise, kötülere ve kötü akibetlere karşı iyinin ölçüsü de ilk defa bilinçli ebeveynler tarafından çocuklarına safha safha verilmelidir. Ancak hikmet ve güzel öğüt önemlidir. Bu konuda Kur'an bizler için mükemmel bir baba örneğini sergiler. Hz. Lokman çocuğunu şu güzel üslup ve hikmetle eğitir : "Yavrucuğum hiç bir şeyi Allah'a ortak koşma ; çünkü Allah'a ortak -yani şirk- koşmak çok büyük bir zulümdür."(6) Ayrıca Lokman Sûresi çocuk eğitimi için hayati bir rehberlik sunmaktadır. Rabbimiz yaşlanan anne ve babamıza merhametle davranmamızı da, bizi "küçüklüğümüzde nasıl merhametli davranıp yetiştirdilerse" ifadesiyle mukayese eder.(7)
Müslümanlar olarak ait olduğumuz çevre ve guruplar, tarihi süreç içinde parçalanmış ümmet yapısının mirasları. Genelde Müslümanlar olarak Kur'an nimetinden uzaklaşmış bir kuraklık iklimini yaşıyoruz; ancak ıslah çabalarımız dinin öz kaynağı ile yeniden buluşma ve vahyi doğruları şahitleştirme azmini taşıyor. Kuraklık, içinde bulunduğumuz çevre ve cemaatlerin sorunu olduğu gibi, bireylerin ve ailelerin de sorunu. Kendi mahallemizle ilgili yapılan araştırmalara göre anne babaların çocuk eğitirken, genelde çocuk fıtratını değil de, geleneksel alışkanlıkları veya batılı paradigmaya ait modern ölçüleri gözettikleri gerçeği karşımıza çıkıyor. Bu zaaflı yaklaşımları altı ayrı tutum ve davranış biçimi içinde değerlendirebiliriz:
1- Baskıcı ve otoriter tutum:
Aşırı baskıya dayanan bir tutumdur. Bu tutumda katı bir disiplin uygulanır. Disiplin denince de genelde dayak ve ceza akla gelir. Çocuk hemen hemen her kurala uymak zorundadır. Mekanik, simetrik bir hayat algılayışı söz konusudur. Cezanın ve dayağın bol kullanıldığı bu tutumda amaç; söz dinleyen, kurallara uyan, verilen görevleri yerine getiren, terbiyeli, sessiz, uslu, nazik, dürüst bir çocuk yetiştirmektir. Ancak sonuç hiç de böyle olmamaktadır. Yanlış yapmaktan korkan, kendisine güveni olmayan, kolayca başkalarının etkisinde kalan, aşağılık duygusuyla ya içine kapanık ya da saldırgan bir kişilik kazanan çocuklar ortaya çıkmaktadır.
Disiplin ve cezada yerine gelemeyecek sözleri de kullanmaktan kaçınmak gerekir. Mesela, "bir kez daha elini sürersen elini keserim" gibi söylemler, çocuğun duyarsızlaşmasına neden olur.
2- Aşırı serbestliğe dayanan / gevşek tutum:
Buna çocuk merkezci aile de denebilir. Bu tutum genellikle tek çocuklu aileler veya orta yaşın üzerinde çocuk sahibi olan anne babalar tarafından uygulanan bir disiplin şeklidir. Bu tür ailelerde çocuğun egemenliği söz konusudur. Böyle bir ortamda çocuk tek güçtür. Aileyi yöneten çocuktur. Çocuğun her isteği yerine getirilir. Çocuk, anne-baba üzerinde baskı hatta güç uygulamaktadır. Anne baba çocuğun egemenliğine boyun eğmiş bir durumdadırlar.
Aileye egemen olmuş bu çocuk bir kral edasıyla hareket eder, aile büyüklerine saygı duymaz. Bu çocukları sadece aileye egemen olmakla kalmaz aile dışında da egemenliklerini sürdürmek isterler. Ayrıca bu tür çocuklar ileri yaşlarda da kurallara uymakta, ders çalışmakta ve arkadaş edinmekte başarısızlığa uğrar, hayal kırıklığı yaşarlar. Ayrıca aileden her türlü serbestliğe alışan bu tür çocuklar ileride doyumsuz olacak ve aile dışında kendi sosyal yaşamı içinde de aileden gördüğü, alıştığı şeyleri bekleyecek, bulamadığında hayal kırıklığı yaşayacak, isteklerini almak içinde çoğu zaman baskı ve güç kullanacaktır.
3- Dengesiz, tutarsız, kararsız ve sorumsuz tutum:
Anne baba ve aile büyükleri arasında ortak bir eğitim şekli olmayan, herkesin çocuğa farklı yaklaştığı ailelerde çocukların neyin yanlış, neyin doğru olduğunu kavrayamaz. Bu tür ailelerde annenin yanlış bir davranıştan ceza verdiği bir olay karşısında baba çocuğu ödüllendirebilmektedir.
Anne-babanın çocuğun yanında, çocuk konusunda birbirlerini eleştirmeleri, araya girme, kayırma gibi sık rastlanan hatalı tutumlarıdır söz konusu olan.
Yine ebeveynlerin birinin ya da ikisinin de bazen kızdığı davranışları bazen kabul etmesi, ya da bazı büyük hataları görmezden gelirken küçük hataları aşırı tepkiler vermeleri tutarsızlık yaratacaktır. Böyle bir durumda çocuk neyin doğru neyin yanlış olduğunu, neyi yapıp neyi yapmaması gerektiğini öğrenmekte zorluk çekmektedir.
4- Aşırı koruyucu ve kollayıcı tutum:
Çocuğa tıpkı bir altın kafeste yetiştirilir gibi bakılır. Ya da saksıda bir çiçek yetiştirilmiş gibi korunur. Aşırı koruyucu tutumda, anne babaların çocuklarını sevgi ve şefkatle örülü bir kafeste yetiştirdiği görülür. Çocuk adına bütün sorumluluğu anne baba düşünür. Çocuk için neyin doğru neyin yanlış olduğuna tamamen anne baba karar verir. Anne babası böyle bir tutuma sahip olan çocuklar aşırı bağımlı ve beceriksiz hale gelirler, çünkü onların yerine her sorun anne baba tarafından çözülmüştür. Çocuğa bunları yaşama ve öğrenme fırsatı verilmediğinden kendini ve hayatı tanıyamaz, neyi yapıp neyi yapamadığını bilmez, pasif, beceriksiz ve kendine güvensiz kalır.
Bu tarz çocuklar hayattan kopuk bir tavra yönelirler; hayatın içerisinde yetişmedikleri, deneme ve yanılma yollarını bilmedikleri için hayata karşı tedirgindirler.
Daha çok, anne çocuk ilişkisinde görülen bu aşırı koruyuculuk ömür boyu devam eder. Çocuk çatal kaşık kullanacak yaşa geldiği halde anne onu kendi eliyle beslemeyi tercih eder. (Tuvalet, giysi, ayakkabı giyimi, okul çağına geldiği halde aynı yatağı paylaşma, mikrop kapmasın diye suyu kaynatıp vermek…)
Bu tarz çocuklar deneme ve yanılmalarına fırsat verilmediği için kendi yeteneklerinin farkına da varamazlar. Sokağa, açık havaya ve güneşe çıkmalarına izin verilmediği için bağışıklık sistemleri gelişmemiştir. Bu yüzden çok fazla korunmalarına rağmen çok sık hasta olurlar.
Çocuklar konuşmaya ve yürümeye başladıktan sonra hızlı bir öğrenme sürecine girerler. Elinin ulaştığı her şeye dokunmak, incelemek, denemek isterler. Sıcak bir sobaya yaklaşırken defalarca ‘cızzz’ demeniz bir anlam taşımaz. Ancak elini sobaya dokunup canı yandığında, yani deneyip yanıldığında sıcaklık hakkında gerçek bilgiye ulaşmış olur. Hayati bir tehlike olmadığı müddetçe bu tarz deneme yanılma yollarına çocuklarımızın gelişimi için izin verilmelidir.
Yani çocuklarımız aileye bağlı yetişmeli, ama bağımlı olarak yetiştirilmemelidirler. Eğer kendine güvenen, ayakları üzerinde duran şahsiyetler yetiştirmek istiyorsak çocuklarımıza suflör kullanmadan hayatı öğretmenin yollarını bulmamız gerekmektedir.
5- İlgisiz tutum:
Anne babanın çocuğu yalnız bırakması, fiziksel veya duygusal ihtiyaçlarını fark etmemesi ve karşılamaması durumunda çocuk yine psikososyal gelişiminde sorun yaşayacaktır. Anne, baba ve çocuk arasında ciddi bir iletişim kopukluğu yaşanacaktır. Araştırmalar ilgisiz ailelerin çocuklarında saldırganlık ve davranış sorunları ortaya çıktığını gösteriyor.
6- Katılımcı Tutum:
Güven verici, destekleyici, hoşgörülü yaklaşıma katılımcı tutum diyebiliriz. Katılımcı yaklaşımda çocuk her hal ve şartta kabul edilmek ve onaylanmak eğilimine girebilir. Bu davranış biçimi çok dengeli olmalıdır. Çünkü ailede tam bir demokrasi havası yaratılarak çocuğun anne babasıyla eşit olduğu izlenimini güçlendirmek, doğru bir yaklaşım değildir. Bu tür ortamlarda çocuğun söz hakkı vardır. Ancak duygularına ve görüşlerine saygı duyulmakla beraber kurallar belirlenmelidir. Katılımcılık, çocuğun kendi kendine karar verip sorumluluk taşıyabilecek düzeye gelmesini sağlar. Böyle bir yaklaşımda aile içinde anne–baba–çocuk üçgeninde çıkabilecek problemler en aza inecektir.
Ne yazık ki günümüz aileleri, bilhassa İslami duyarlığa sahip bazı aileler bu tarz tutumu genellikle yanlış anlamakta ve yanlış değerlendirmektedirler. Çocuğu özgüven adına saygısızlığa ve sınır tanımaz bir davranış biçimine yönlendirmektedirler. Böylece anne-baba, katılımcı yaklaşımı yanlış değerlendirerek "geçmişte ben yaşayamadım, ben yapamadım, çocuğum yapsın" gibi geç kalmış ve ölçüsüz tatminlerini çocuk üzerinden gidermeye çalışması, çocuğun kişilik gelişimini zedeler.
Gözlemleyebildiğimiz kadarıyla ailelerin çocuklarının eğitimi üzerinde yaptıkları bazı hatalı davranışlar da şunlardır.
1- Ebeveynlerde her şeyi kurumlardan beklemek gibi ciddi bir zaaf gözlemliyoruz. Aileler çocuklarını gönderdikleri kurumlara aslında kendi sorumluluklarını yüklemeye çalışıyorlar. Oysa ki söz konusu kurumlar çocuğun ailede aldığı eğitimi pekiştiricidir. Yani asıl eğitim ailede verilir.
2- Diğer bir hata ise çocuk eğitimi konusunda karşılaştığımız sorunlar karşısında pedegog veya çocuk eğitimcilerinden acil reçeteler beklemektir. Oysa insan yapısı tek boyutlu değildir. Bu nedenle de her çocuk kendi içinde değerlendirilmeye tabi tutulmalıdır.
3- Din eğitimi konusundaki çabaların dengeli olması önemlidir. Dindar aileler Kur'an eğitimini, Kur'an ezberini çok önemsemektedirler. Bu ihtiyacı öncelediklerinde bazı gereklilikler gözlerinden kaçmaktadır. Oysa asıl olan, çocuğun sosyalleşeceği, özdeşim kuracağı ve değer yargılarını kazanacağı ortamlarda bu tür eğitime ve öğrenime muhatap olunmasıdır.
4- Din eğitimi adına yapılan önemli yanlışlardan biri de çocuğun fıtratına aykırı tutum ve davranışlarda bulunmak. Mesela, solak bir çocuğa zorla sağ elle yemek yedirmek ve "eğer şu elinle yemezsen Allah seni yakar, Allah seni sevmez" tarzında yanlış söylemlerle fıtrat zorlanmaktadır. Bu hali düzeltme veya eğitme gayreti başka, zorlama olayı başka bir durumdur.
5- Çocuklara yaklaşımda adalet ve eşitlik kavramını da birbirinden ayırmak gerekir. Yani adalet bir elmayı ikiye bölmek değildir. Herkese hak ettiği kadarını vermektir.
Yine eşitlik konusunda büyük çocuklara karşı kardeşlerine davranışlarında haksız tutumlar istenmesi de adalet sınırlarını zorlamaktadır. Buna örnek olarak Rasulun kızı Fatıma ile geçen şu diyaloğu verilebiliriz:
Bir gece kızı Fatıma'nın evinde misafir kaldığı sırada, torunu Hasan uyanarak su ister. Hz. Muhammed, kızından önce davranarak bardağı uzatır. Bu arada Hüseyin de uyanmış ve o da su istemektedir. Ama Hz. Muhammed özellikle suyu önce Hasan'a verir. Duruma dikkat eden Hz. Fatıma sorar: "Babacığım, Hasanı daha mı çok seviyorsunuz?" Rasulullah "Hayır" der, "fakat suyu önce o istemişti."(8)
Bu rivayette, taleplerde hatırı ve yaşı değil öncelikli olarak talebi dikkate almak gerektiğini ve çocuklar arasındaki yanlış rekabette de bu tavrın son derece eğitici olduğunu görmekteyiz.
6- Çocukla kaliteli ve dengeli zaman geçirmek çok önemlidir. Anne, baba çalışsa da, çalışmasa da çocuğuyla geçirdiği zamanın kaliteli olmasına dikkat etmelidir. Yani az veya çok; ama nitelikli beraberlikler oluşturulmalıdır. Ev hanımı statüsündeki annelerin çocuklarıyla daha iyi vakit geçirdiği sanılır. Aslında çocukla zamanı fazla geçirmek iyi bir iletişim oluşturmak anlamına gelmez.
Çocuklarla katılımcılık ruhunu pekiştirmek ve onların kavrayacağı şekilde aile toplantıları yapmak; eğitim, denetleme ve sorunları zamanında çözümleme açısından önemlidir. Ayrıca ailece birlikte zaman geçirme konusuna güzel bir örnektir.
7- Ödül ve ceza konusu da önemli bir konudur ve bu konuda denge gözetilmelidir. Çoğu aile çocuklarına büyük ödüller veya cezalar uygular. Başarı konusunda cep teflonu alma vaadi gibi veya başarısızlık halinde dayak tehdidi gibi. Oysa dövme yerine bir şeylerden mahrum bırakma korkusu aşılamak ve bunu gerektiğinde bir bakışla, mimikle ifade edebilmek çok daha önemlidir.
Yine Rasul'ün uygulamalarına baktığımızda çocukları mükafatlandırma noktasında rasulün maddi ödülden çok manevi ödülü öncelediğini görmekteyiz. Hz. Peygamber, yaptıkları iyi davranışlar karşısında çocukları beğenen ifadelerde bulunduğu, onları övüp, zaman zaman onlara dua etteğini ve Peygamber'in bu tutumunun çocukların çok hoşuna gittiğini çeşitli rivayetlerde raslamaktayız. Özellikle sözlü mükâfatın çocuklar üzerinde daha çok etki yaptığnı düşündüğümüzde Rasulün bu tutumunun ne kadar isabetle olduğunu söyleyebiliriz.
Yine mükafatla beraber Rasul'ün çocukların yanlış davranışları karşısında da tutumunun net olduğunu iki rivayetle örneklendirebiliriz.
Bir gün camiide zekat ve sadaka olarak toplanmış bulunan hurmadan Hasan veya Hüseyin yemek için ağzına alınca Hz. Peygamber görmüş ve yememesini işaret etmiştir.(9)
Peygamberimiz yedi yaşına geldiğinde çocuklara namazı öğretin, on yaşına geldiklerinde eğer yerine getirmeyecek olurlarsa o zaman yaptırım uygulayın.(10)
Bu konudaki yaptırım uygulamaya davet, aynı zamanda kontrollü bir disiplinin gerekliliğine işarettir.
8- Çocuğun başkalarıyla çok sık kıyaslanması yıpratıcıdır. Model önemlidir; ama sunduğumuz modelin kim olduğu daha önemlidir. Aileler çocuklarını belli bir hedefe doğru harekete geçirmek, istenen doğrultuda çaba göstermelerini sağlayabilmek için ve onları gayrete getirmek için herhangi biriyle kıyaslarlar. "Bak kardeşin, ablan veya falanca çocuk ne kadar başarılı, ya da uslu, komşunun çocuğu kadar olamadın" gibi… Çocuk kıyaslanan kişilere karşı olumsuz bir tavır sergiler. Bu nedenle hayatı daha da boş vermeye başlayabilir. Üstelik kıskançlık, kin ve nefret duygusu daha da yoğunlaşabilir. Oysa kıyas yerine örnek gösterme yöntemine baş vurulabilir. Kur'an'da İsmail, Yusuf gibi iyi çocuklar; Hz. Nuh'un boğulan isyankar çocuğu gibi kötü modeller, Hz. Adem'in iyi ve kötü iki oğlu üzerinden örneklendirilebilir.
Peki ne yapmalıyız?
Öncelikle her çocuğun özel olduğunu ve kendi içinde kıyaslanması gerektiğini bilmeliyiz. Ve her çocuk kendi başarası oranında değerlendirilmeli, yönlendirmelidir.
Eğer çocuklarımıza örnek arıyorsak öncelikle o örnek kişi kendimiz olmalıyız; ya da model alabileceği, daha ciddi kişiler olmalıdır. Örneğin bizim çocuğumuz yaş itibariyle 1 metre 30 cm, başkasının çocuğu da aynı yaşta fakat 1 metre 50 cm ise çocuğumuzu bu çocukla kıyaslamamız doğru değildir.
Kıyas konusunda diğer bir hata ise aile bireyleri arasındadır. Mesela çocuğa sorulur: "Anneni mi çok seviyorsun yoksa babanı mı?" Pek çok soruya hemen cevap veren çocuklarda bu soru karşısında ilkin bir duraklama yaşanır. Akıllarında bir kıyaslama yaparlar ve çoğu zaman işin içinden çıkamayınca da "ikisini de seviyorum" gibi bir cevap verirler. Ancak soruyu soran ısrarla yeni bir soru yöneltir: "Tamam biliyorum ikisini de seviyorsun da ama birini daha çok sevmen lazım." Böyle bir soru karşısında çocuğun aklından soruyu soran kişinin maksadını ne olduğu geçmeye başlar. Eğer kişi annesinin yakını biriyse annesini söylemesi gerektiğini düşünür.
Bu tür sorulardan çocuklarımızı uzak tutmamız lazım gelir. Buna karşılık olarak bir çocuğu yapan hem anne hem de babadır söylemini onların zihnine kazımak lazım. Her zaman bir şeyi diğer bir şeye tercih etmemek gerektiğini, çünkü o iki şey olmadan üçüncü bir şeyin olmayacağını da hissettirmek lazım. Yani "hem annemi hem de babamı çok seviyorum" bilincini güçlendirmek gerekir.
Aslında şunu iyi bilmek gerekir ki, mesleki başarı da da, okul başarısında da sadece yetenekler yeterli olmamaktadır. Başarının formülü sudur: Yetenek + Çevre = Başarı. Çocuk ancak temel güven duygusu olduktan sonra kendisini çalışmaya verebilir.
Anne-babalar, elbette çocuklarını iyi yerlerde görmek isterler, ancak hedefler konulurken çocuğun kişisel imkanlarını ve çocuğa sağlanacak imkanları da göz ardı etmemek lazım. Aile çocuğa malzemeyi vermeli ancak seçimi çocuğa bırakmalıdır.
Okula giden çocuk, temyiz yaşına adım atan insan demektir. Çocuğa, "yap" veya "yapma" komutları yerine, yapılması veya yapılmaması gereken davranışların nedenleri sıcak, sevecen ve ciddi bir üslupla anlatılmalıdır. Nedenleri ve ölçüleri anlatılmış konuların komutları yerine hatırlatılmaları daha kazandırıcı olur. Yaşanan zaaflar, ihmaller ve tembellikler karşısında ceza-ödül ikilemi dengeli bir şekilde işletilmelidir. Bu çerçevede çocuğa hayatını programlama alışkanlığı kazandırılmalıdır.
Her türlü temel ve sürekliliği olan sosyal-fıtri sorun ve ihtiyaçlarımızı cevaplayacak kurumların ve modellerin bulunması arzu edilen bir durumdur. Ancak bu tür ihtiyaçlarımızı bütünsel anlamda, vahiy eksenli bir hayatı taşıyan Kur'an nüvelerinde ve giderek Kur'ani bir ümmet hayatında karşılama sevincine ulaşacağımızı bilmemiz gerekir. Fakat yine de Kur'an toplumuna ulaşıncaya kadar bu ihtiyaçlarımız yakıcı bir şekilde gündemimizde olacaktır. Bu konuda ancak bilenlerimizle istişari zeminlerde yetersiz de olsa özel veya genel çözümler üretmeli, yaşanan az sayıdaki sosyal örneklikleri teşvik edici olarak değerlendirebilmeliyiz. Ümmet diriliği ve gücü olmadan bu tür ihtiyaçlarımızı örgün eğitimle değil, yaygın eğitimle kazanabileceğimizin bilincinde olmalıyız. Yaygın eğitim ise vahyi ölçüler konusunda samimi olarak arayış içinde olan ve istişari paylaşıma açık olan insanların varlığı sayesinde, sahih ve sosyal bir değer üretebilir.
Kur'an ümmetini oluşturma mücadelesinin ilk döneminde Rasulullah ve Mekkeli müslümanlar evlerinin ve imkân sahibi genç bir sahabenin binası, yani Daru'l-Erkam dışında, dağ başlarında veya muhasara altındayken vadilerde düzenli bir mekâna sahip olmadan irtibat kurma, eğitim-öğrenimi birlikte gerçekleştirme, toplu namaz kılma ve istişare etme imkanı oluşturabiliyorlardı. Hicret inkılabından sonra Medine'de özgür mekân imkânlarına kavuşan müminlerin Mescid-i Nebevi dışında 8 adet daha mescidleri olmuş, muhtelif mahallelerde mektepler kurulmuş ve Mehremet İbn Nevfel'in evi Kur'an mektebi haline getirilmişti.(11) Medine'de Müslümanlar eğitim-öğretim konusunda o zamanki imkânlarla kurumsal bir yapıya kavuşmuşlardı.
Medine modelini ve daha sonraki sahih toplumsal modelleri yitiren bizlere düşen ise, talep edenler olarak kendi eğitimimiz kadar çocuklarımızın eğitimi için de, içinde bulunduğumuz safha ve gerçekliğimiz çerçevesinde açılımlar yapmaktır. Batılı paradigmanın küresel egemenlik kurduğu bir süreçte, yaşadığımız topraklar da bu kuşatmadan azade değil. Kuşatmaları aşabilmek için, önce fıtrat ve vahiyle bütünleşen bir bilinç düzeyi yakalayabilmeliyiz. Bu konuda modelleşen vahyi izleri kendi tarihsel şartları içinde doğru çözümlemeliyiz. Ve Mekke Dönemi kuşatması karşısında insanları bilinçlendirmekten çocuk eğitimine kadar, Kur'an vahyi ölçüleriyle medeni bir örneklik gösteren Rasullulah'ın uygulamalarını kavramalı ve günümüz şartlarında bu güzellikleri nasıl hayatlaştırabileceğimiz konusunda kafa yormalı ve ulaştığımız doğruları amelleştirmeye çalışmalıyız. İnancımızın özgür olmadığı şartlar altında elde ettiğimiz çözüm ve kazanımları paylaşmayı da, bir dayanışma sorumluluğu olarak algılamalıyız.
Kaynaklar
1- Bakara, 2/261.
2- Nahl, 16/78.
3- A'râf, 7/172.
4- Bakara, 2/233.
5- Tahrim, 66/6.
6- Lokman, 31/13.
7- İsra, 17/24.
8- Said Alpsoy, Bir İnsan Olarak Hz. Muhammed, s. 65, Ayraç 2004 - İstanbul
9- Buhari, Zekat, 58; Müslim, Zekat, 161
10- Tirmizi, Salat, 299; Ebu Davud, Salat, 26
11- Prof. Dr. Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi II, s.77, İrfan Yay. 1969 – İstanbul.
http://www.kuranihayat.com/content/%C3% ... C3%BCrkmen