Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 1 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: 'Muhammed Esed ve Düşünce Dünyası'
MesajGönderilme zamanı: 13.12.11, 15:44 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 08.11.09, 20:20
Mesajlar: 58
‘Muhammed Esed 20. yüzyıl Müslüman düşüncesinin farklı versiyonudur’

Asım Öz, 'Muhammed Esed ve Düşünce Dünyası' kitabının yazarı İsmail Çalışkan'la Esed'in düşünce sini ve İslam Düşüncesine katkılarını konuştu.

Alıntı:
Muhammed Esed'i anlamak, İslâm dünyasının yakın tarihini, geçirdiği değişimleri ve 20. yüzyılda Müslümanların gündemindeki konuları bilmek; İslâm düşüncesinin son iki yüzyılda aldığı mesafeye bir nebze de olsa muttali olmak; Batı-İslâm ilişkilerini, gayrimüslim birisinin din değiştirme olgusunu, "mühtedî ve Batılı" bir entelektüelin sergilediği fikrî ve fiilî mücâdelesini, Müslümanların ona yaklaşımlarını somut olarak görmek demektir.O, İslâm düşüncesinde şu ya da bu şekilde yerini almış, aynı zamanda bir asra yakın ömründe Müslüman dünyadaki büyük oluşum ve değişimlerin bizzat içinde bulunmuştur. Telif ettiği kitaplar, sayısız makale ve konuşmalar, fikirleri ve olaylara bakışı bakımından Muhammed Esed'in eseridir; ama aynı zamanda 20. yüzyıl da yaşayan Müslümanların evreni, insanı, dünyayı algılamasına, din ve dünya tasavvuruna, yeni bir medeniyet kurma, düşünce ve hayatta yenilenme girişimine dair belge niteliğindedir. Muhammed Esed hakkında önemli çalışmaları bulıunan İsmail Çalışkan'la Muhammed Esed ve Düşünce Dünyası adlı kitabını konuştuk.


Asım Öz: "Muhammed Esed'in hikayesi bir çok açıdan yirminci yüzyılın hikayesidir" sözü ne anlam ifade ediyor?
İsmail Çalışkan: Ben, 20. yüzyılın Müslümanların egemen olduğu topraklarda ve onların üzerinden olup bittiğine inanıyorum. Elbette onların dışındaki topraklarda ve toplumlarda olup bitenleri unutmuş veya görmezden gelmiş değiliz. İki dünya savaşı görmüş bir dünya var karşımızda. Her ikisi de hem savaşın olduğu esnada ve hem de ondan sonraki sonuçları itibariyle müslüman dünyaya ağıra mal olmuştur. Müslümanların dışında olduğunu zannettiğimiz ikinci dünya savaşında sadece Sovyet ordusu içinde yer alan müslüman sayısını kim biliyor? Yine bu savaş dolayısıyla savaşın cereyan ettiği ve savaş dışında kalmış topraklarda Müslümanların batılılar marifetiyle maruz kaldığı zulümleri ne kadar araştırdık. Birinci dünya savaşını anlatmaya gerek bile yoktur. Bunları geçiyoruz. Fakat Osmanlı'nın zayıflaması ve sömürgeci güçlerin güç kazanması ile müslüman memleketlerinde tezahür etmiş siyasi, ekonomik ve askeri olaylar, baskı(n)lar, ihtilaller, işgaller, savaşlar, hatta katliamlar, devlet(cik)lere bölünmeler, toprak kavgaları, iç savaşlar ve sinsi oyunların vs. çetelesini çıkartacak olursak, neden geçtiğimiz yüzyılın müslüman dünyada olup bittiğini daha iyi anlarız. Sadece şu kadarını söyleyeyim: Bu dünyadaki esaret ve işgaller, 1950'lerden önce bitmiş değildir. 1990'larda Sovyetler Birliği'nin dağılması ile toprak bakımından İslam Dünyasının %20'sinden fazlasına tekabül eden coğrafya ve yine %10'una tekabül eden nüfus, bağımsızlığına kavuşmuştur. Hala bağımsızlığına kavuşmayanlar da olayın devam eden yönüdür. Tabi bütün bu hadiselerde dış güçleri suçlama ya da olanları onların hesabına yazmak gibi bir niyetim yok, Müslümanların kendi elleriyle ve iradeleriyle gerçekleştirdikleri de bu saydıklarımızın içindedir. Belki şöyle diyebiliriz: İnsanlık 20. yüzyılın ilk yarısında dünyanın altını üstüne getirmek için, ikinci yarısında da kırılıp-dökülenleri tamir etmek için adeta işbirliği yapmıştır. Her iki durumda da Müslümanlar ziyana uğramıştır.
Biraz uzun bir giriş oldu belki, ama işaret ettiğimiz gelişmelerin özellikle Müslümanları ilgilendirenlerin hemen hepsinden Muhammed Esed haberdardır. Bir kısmının doğrudan içinde, bir kısmının haberini yapmakta, bir kısmını da uzaktan izlemektedir. Bu bakımdan Esed'in hikayesini okursak, İslam Dünyası'nın ve Müslümanların bu yüzyılda görüp geçirdikleri olayların içinde buluruz kendimizi. Dikkat ediniz! O, 1900 yılında doğmuş, 1992'de vefat etmiştir, yani bahse konu olayların tarihinde yaşamıştır. Siyasi gelişmeleri izlemiş, fikri oluşumların yer yer içinde olmuş, dış güçlerin kavgalarını ve emellerini görmüş veya sezmiş, iç mücadeleleri yakından görmüş, hem Osmanlı'nın yıkılışını hem de onun görüp gözettiği müslüman dünyanın acziyet içine düşerek nasıl dağıldığını gözlemiş, bağımsızlık mücadelesi verenleri yakından takip etmiş, yeni bir Müslüman toplumu kurma çalışmalarının yer yer içinde olmuş, nihayet dünyanın dört bir yanında serpilmekte olan yeni İslam düşüncesinin hem tarafı hem de fikri ürünlerle destek veren savunucusu olmuştur.

Muhammed Esed'in hayatının son yıllarında hayat hikayesini usta bir biyografi yazarının kaleme almamasından dolayı yakındığını belirtiyorsunuz. Esed hakkında yazdığınız biyografiyi Esed görüp okusaydı ne düşünürdü?
Memnun olurdu herhalde... Esed'in böyle bir yakınması var. O, hem fikri ve inanç bakımından geçirdiği dönüşümleri, hem de bizatihi yaşadıklarıyla ilginç bir hayat hikayesine sahip. Ben bunu araştırmaya ve yazmaya değer bulduğum için onunla ilgili ulaşabildiğim bütün (İngilizce, Arapça, Almanca, Fransızca, Türkçe) dökümanları topladım. Urduca ve Almanca arşiv belgeleri gibi ulaşamadıklarım da oldu. Sonuçta Lowell J. Thomas (ö. 1981) kadar başarılı bir biyografi çıkarabildim mi bilmiyorum! Fakat aldığım tepkilerden başarılı bir çalışma olduğu anlaşılıyor. Esasında bizim amacımız, edebi bir biyografi ortaya koymaktan ziyade Esed'in hem hayat hikayesini hem de düşünce yapısını tanıtmaya yönelik bir araştırma yapmaktı. Şüphesiz daha güzel de yazılabilirdi, ama benden bu kadar.

Muhammed Esed'in doğduğu aile ortamı nasıl bir ortam? Eğitim ve kültürlenme sürecinde dikkat çekici isimler ve olaylar denildiğinde neler akla gelir?
Esed'in doğduğu sırada Lemberg/Lvov, ticaret ve kültür bakımından canlı, nüfusun hatırı sayılır bir kısmı Yahudi idi. Yahudi akımı olan ve mistik yönü ağır basan Hasidilik'in orada yaygın olmasına bakılırsa, M. Esed'in (o zamanki adıyla Leopold Weiss) ailesinde de bu akımın etkili olması muhtemeldir. Ailede güçlü bir dindarlık var, aynı zamanda aile fertlerinin hemen hepsi iyi eğitimli. Dede (Benjamin Arje Weiss, ö. 1912)) haham ve cemaatin ileri gelenlerinden birisi. Gerek gelenek gereği gerekse dedenin isteği doğrultusunda diğer çocuklar gibi Leopold da evde iyi bir din eğitimi alıyor. Bu eğitim, oldukça ağır metinler olan Tevrat, Talmut ve İncil'i orijinal dillerinde okuyacak kadar da devam ediyor. Avukat ama çok dindar olmayan babası (Kiwa ya da Karl, ö. 1944), torununun din adamı olmasını isteyen dedesi ile aynı düşünmüyor, oğlunun çağın favori bilim dallarında yetişmesini istiyordu. I. Dünya savaşı nedeniyle aile Viyana'ya göçünce lise eğitimine orada devam etti, fakat erken yaş bunalımı nedeniyle okulu bıraktı. Böylece hem dedesi hem de babasının teşviklerini tutmamış, edebiyata merak sarmıştı. Bu arada dinine karşı kuşkular duyarak inanç boşluğu yaşamaya başlıyordu. Savaş sonrası Viyana Üniversitesi'nde sanat eğitimi ile Viyana'nın entelektüel ortamları hem fikri hem de inanç yapısının alt üst olmasına neden oldu, sonunda dönemin hakim inançsızlık akımı içinde kendini buldu. Öyle ki bir ara dinden tamamen uzaklaştı. Zira içindeki fırtınalara Yahudilikten ve Hıristiyanlıktan bir çare bulamamıştı.

Siyonizm muhalifliği Yahudi çevrelerde nasıl karşılanıyor?
Kendisi, Yahudiliğe/dine karşı duyduğu hoşnutsuzluğun Siyonizm düşmanlığına yansıyıp yansımadığından bahsetmez, ama bunun, en azından Filistin'e bir gazeteci olarak ilk gittiğinde gerçekleri daha tarafsız görmesine zemin hazırladığını söyleyebiliriz. Siyonizm muhalifliği başta ailesi olmak üzere bütün Yahudi çevrelerde hiç iyi karşılanmamış, hatta öfkeyle bakılmış, hakkında kuşkulu bir tutum sergilenmiştir. 1950-52 arasında BM'de Pakistan temsilcisi olarak bulunduğu sırada Mossad, hala devam ettirdiği Siyonist muhalifliğinden vazgeçmesi için ona para teklifi bile yapmaya kalkışmıştır. Günümüzde bile hakkındaki yazılarda ona karşı kuşkulu ve hoşnutsuz tutumun sergilendiğini görüyoruz. Elbette karizmatik lider Weizman (ö. 1952) ve İsrail'in ilk cumhurbaşkanı Ussishkin (ö. 1941) ile siyonizmi tartışmak ve fikirlerini şiddetli bir şekilde reddetmek, hakkında iyi düşünmeye neden olmayacaktır. Aslında o, Filistin'de olan bitenlerden dolayı sadece Siyonistlere muhalif değildir, bu olayın içinde olup Yahudi olmayan tarafların da büyük bir haksızlık yaptıklarını ve iki yüzlü politika yürüttüklerini yazmıştır.

Müslüman olmadan önceki doğu izlenimlerinde öne çıkan hususlar nelerdir?
Bireysel olarak, önce bir şaşkınlık ve hayranlık. Müslümanların inançları, ahlakı, günlük yaşayışlarındaki fark, onu adeta çarpmıştır. Bunları o günlerde yazdığı hatıratında açıkça dile getirir. O, Orta Doğu'ya geldiğinde Avrupa'nın dışında da bir dünyanın olduğunu görmüştür. Yaşadığı içsel boşluk, ilk defa orada memnuniyete ve arayışa dönüşmeye başlamıştır. Müslümanları doğrudan tanıdı, birinci gezisinin sonlarında ilk defa Kur'an'la doğrudan tanışma fırsatını buldu.
Dışa dönük olarak da, Orta Doğu ve Arap dünyasında özellikle Filistin'de yeni bir dünyanın kuruluşuna şahitlik etmiş, olayları düzenli bir şekilde Alman gazetelerinde haber veya haber-yorum yapmıştır. Kahire'ye vardığında daha farklı bir heyecanla karşılaşmıştır. Zira o sıralarda, Anadolu'daki kurtuluş hareketi başarıyla sonuçlanmış, bundan cesaret alan Mısır halkı da kendi geleceklerini kendileri belirleme heyecanı sarmıştır. O günlerde Kahire'deki coşku ve heyecanı, günlüğün de uzun uzadıya anlatmıştır. Nihayet Esed, Orta Doğu'ya ikinci defa daha farklı bir insan olarak geldi, Müslümanları, onların din ve kültürlerini daha yakından tanıma imkanına kavuştu.
Gazeteci olmasıyla Müslüman dünyayı tanıması ve Müslüman oluşu arasında bir bağ kurulabilir mi?
Kesinlikle bir ilişki vardır. Yukarıda da belirttiğimiz gibi, gazeteci olması o dünyayı tanımasına çok büyük bir imkan sağlamıştır. Belki gazeteci olmasaydı, bir turist olarak oraları görecekti, bilemiyoruz, ama bu kadar derinden tanıma ve aynı oranda etkilenme süreçleri yaşayamazdı. Gazeteci ve biraz da merak sahibi olduğu için bir çok yeri gezmiş, bir çok insanla tanışmış, çeşitli hal ve ortamlarıyla İslam kültürünü tanımıştır. Bu dünyaya ilk ayak bastığı andan itibaren an be an değişim sürecini ve sonunda müslüman oluşunu görüyoruz. Bu değişim ve oluş hikayesi, din değiştirme olgusunu inceleyenler için de güzel bir örnektir.

Arabistan'da kaldığı yıllarda hangi faaliyetler içinde bulundu?
Mayıs 1927'de Arabistan'a daha doğrusu bölgeye üçüncü gelişinde artık müslümandı. Arabistan'da öncelikle gazeteciliğini devam ettirdi. İlk yıllarda yalnız kaldı, Mekke'de İslam'ı öğrenmeye, kitaplar okumaya devam etti. Kabe yakınlarındaki bir kütüphanede tanıştığı kral Faysal (ö. 1975)'ın onu saraya devam etmesiyle farklı bir ortama dahil oldu. Zamanla kralın yakın çevresine girdi, ona danışmanlık yaptı. Necid bölgesini baştan sona gezdi, Arapça'nın asli halini ve badiye yaşamını yerinde tespit etti. Arap Yarımadası'nda süren iç kavgalar ve iç savaşları içerden gözledi. Mekke'deki iki yıllık ikametinden sonra Medine'ye yerleşti, yaklaşık beş yıl kaldığı bu süre, onun ilmi ve fikri oluşumunun en ciddi aşamasını oluşturur. Evine büyük kütüphane kurdu, çeşitli hocalardan dersler okudu, Sahih-i Buhari'yi İngilizce'ye çevirecek kadar Arapça'yı ve İslam kültürünü öğrendi, İslam dünyasının çeşitli yerlerinden gelen fikir ve siyaset önderleriyle müzakereler yaptı. Artık Müslümanların çeşitli sorunları ve İslami yenilenme meselesiyle ciddi ciddi uğraşmaya başlamıştı. 1931'de bir ara şeyh Şeyh Ahmed Senusi'nin isteği üzerine İtalyanlar'a karşı bağımsızlık mücadelesi veren özgürlük savaşçılarına yardım götürmek amacıyla Libya'ya gitti.

Sahih'i İngilizceye çevirmek istemesinin sebebi nedir?
Kendi ifadelerine bakacak olursak, Sahih-i Buhari'yi İngilizce'ye çevirme sebebini, 'İslam'ın özgün ruhuyla dolaysız temas kurmak' olarak özetleyebiliriz. Ona göre en acil ihtiyaç, yeni bir anlayış ve İslam'ın gerçek öğretilerinin doğrudan değerlendirilmesidir. Bunu başarmanın yolu, Hz. Peygamber'in sesinin gerçekleştirilmesi, yani onun doğrudan bizimle ve doğrudan bize söylüyormuşçasına gerçekleştirmekten geçer. Onun sesi, en berrak şekilde ancak hadiste işitilebileceği için, bu kitabın tercümesine girişmiştir. Buna ilave olarak benim yorumum ise, bölgedeki hakim inanç ve İslam anlayışının hadise itibar etmesi ve ona dayanmasından Esed'in de etkilenmiş olma ihtimalidir.

Arabistan'dan sonra Hindistan'a gittiği görülüyor. Muhammed İkbal ile tanışması Esed'i etkiliyor mu? Esed bu yıllarda Pakistan'ın kurulması için yapılan çalışmalara katkı sunuyor. Peki Ebul Kelam Azad ve Muhammed Hamidullah gibi isimlerle tanışıyor mu?
Muhammed İkbal (ö. 1938), Esed'i etkileyen ender şahsiyetlerden birisidir. İkbal, onu Pakistan'da kalması ve İslam Devleti kurma çalışmalarına katılması için ikna ediyor. O da bilfiil çalışmalara katılıyor, daha sonra da bu devlette resmi görev alıyor.
Esed'in Mevlana Ebu'l-Kelam Azad (ö. 1958) ve Muhammed Hamidullah (ö. 2002) ile tanıştığına, doğrudan muhavere ve müzakerelerde bulunduğuna dair bir bilgiye rastlamadım. Ancak onları kesin tanıyordu, zira yayınladığı dergide onların yazılarına yer vermiştir. Fakat Mevdudi (ö. 1979) ile beraber çalışmıştır.

Esed'in Müslümanları eleştirmesinde hangi hususlar öne çıkmaktadır?
İlk eleştiriler, dış güçlerin Orta Doğu ve Arap Yarımadası'nda bir takıp tertip ve teşkilatlarla birçok şeye müdahale edip değişiklikler yaparken Müslümanların 'güzellik uykuları'ndan uyanmamaları üzerindedir. İkinci eleştirisi düşünce bakımındandır. Sırf bunun için Arafat adlı dergiyi çıkarmış ve orada yazdığı makalelerde sık sık bu mevzuyu gündemine almıştır. Ona göre Müslümanlar, fikri donukluk yaşamakta ve eskiyi tekrar etmektir. Özellikle hukuki ve siyasi yeni bir sistem geliştirme isteklerinin olmamasıdır. Ömrünün son yıllarında da daha özele inerek, Kur'an anlayışı ve onun tefsirinde yüzyıllarca aynı şeyleri tekrar etmelerine dair ileri sürdüğü eleştirilerini görüyoruz.

Muhammed Esed'in hilafet sonrası dönemdeki Müslüman siyasi düşünce bakımından önemi nedir? İslami bir devletin anayasal esaslarını liberal ve çoğulcu olarak tanımlamasını nasıl yorumluyorsunuz?
Esed'in en önemli tarafı, kendi çapında bir hukuk ve siyasi düşünce sistematiği oluşturmaya girişmesidir. Bu yönü pek az değerlendirilmiştir. Hukuk ve siyasi düşüncesinin ilk adımını, Pakistan'da İslami Anayasa yapma komisyonunda görev alması ve o komisyona bir anayasa taslağı sunması oluşturur. O taslağı daha sonra geliştirmiş, içeriğini genişleterek bir kitap haline getirmiştir: The Principles of State and Government in Islam. Bu eser, sahasında yazılmış en ciddi çağdaş tekliflerden birisidir. Eserde yer verilmeyen bazı konular, This Law of Ours and Other Essays kitabında yer almıştır. Onun siyaset ve hukuk önerisinde eksikler ve hatalar elbette vardır, önemli olan böyle bir irade ortaya koymuş olmasıdır. O dönemlerde bu alanda telif edilen bu ve bunun gibi eserleri aşacak çalışmalar ortada yoktur. Aslında çağdaş İslam düşüncesi, siyaset alanına o gün de çok ilgi göstermemiş bugün de. Pakistan'daki süreç birkaç siyasi düşünce ürünü ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır, ancak yaklaşık elli yıldır o günlerde yazılan İslam'da Devlet İdaresi, İslam'da Yönetim Biçimi gibi eserler tartışılıyor. Bu eserler son altmış yılın İslam-siyaset tartışmalarının temel kaynakları olmuştur.
Esed'in çoğulcu bir sistemi önermesine katılıyoruz. Zira o, temel İslami telakkilerle desteklenebilir. Anayasal esaslardan birini, liberal olarak tanımlamasını kendisi çok geniş izah etmese de hangi çerçevede liberal yapıyı esas aldığını anayasa teklifinin geneline bakarak çıkarabiliriz. Buna göre onun liberal anlayışı, İslam'ın genel özgürlük telakkisi sınırları içerisindeki bir liberalliktir. Buna evet dememek mümkün değildir.
Çalışmanızdan Esed'in aynı zamanda bir dergici olduğunu da öğreniyoruz. Esed'in editörlüğünü üstlendiği ve çıkardığı dergiler nelerdir?
İki önemli dergi vardır. Birisi Islamic Culture, diğeri de Arafat. Islamic Culture, 1927'den itibaren Haydarabad'da ve üç ayda bir yayınlanıyordu. Onun editörü, müslüman olmuş bir İngiliz olup Kur'an meali de yazmış olan Muhammed Marmaduke Pickthall (ö. 1936)'du. Pickthall'un ölümü üzerine editörlüğü Esed üstlendi ve iki yıl bu görevi sürdürdü. Dergi, dönemin en prestijli ilmi dergisiydi. İkinci dergiyi ise 2. Dünya Savaşı'ndan sonra özgürlüğüne kavuşunca kendi başına çıkarmaya başladı. Dergide daha çok İslam düşüncesini gözden geçirmeyi ve eleştiriye tabi tutmayı hedeflemiştir. Zaten adı da bu amacı açıkça vurgulamaktadır: Arafat: A Monthly Critique of Muslim Thought (Arafat: Aylık İslam Düşüncesini Eleştiri Dergisi). Fakat, ekonomik yetersizlik nedeniyle dergiyi fazla devam ettirememiştir. Her iki dergideki yazılarının hemen hemen tamamı daha sonra geliştirilmiş hali ile kitap olarak yayınlanmıştır.

Altmışlı yıllara kadar keskin bir Batı muhalifi olan Esed'in bu bakışından uzaklaştığını belirtiyorsunuz. Bunu biraz açar mısınız?
Esed, 1922'de Avrupa'dan ayrıldıktan ve Müslümanlar arasına karıştıktan sonra, Orta Doğu'da şahit oldukları, onun Batı'ya, bilhassa İngiltere'ye karşı eleştirel bakmasına zamanla onların politik hedeflerine muhalif olmasına neden olmuştur. Müslüman olduktan sonra da dini cepheden Hıristiyan dünyanın din, toplum, kültür, medeniyet, aile, iktisat vs. anlayışlarını çok sert eleştirmeye başlamıştır. Islam at the Crossroads (Yolların Ayrılış Noktasında İslam) adlı eseri adeta bu konulara odaklanmıştır. Fakat 1950'lerde ABD ve daha sonra Avrupa'da kalmasından sonra tutumunda biraz yumuşama olmuştur. Bunun bazı sebepleri vardır. Her şeyden önce batılı kamuoyuna İslam'ı anlatma, özellikle Kur'an mesajını ulaştırma gayesi vardır. Fırsat bulduğu her ortamda konuşma, konferans ve yazıları ile bu gayretini sürdürür. Keskin muhalefet, hedefine ulaşmaya engel olabilirdi. İkincisi, dünyayı kasıp kavuran materyalist, ateist ve çeşitli sapkın akımlar karşısında İbrahimi geleneğe sahip dinlerin, bilhassa İslam ve Hıristiyanlığın, işbirliği yaparak onlara karşı mücadele etmesi düşüncesini sayabiliriz. Üçüncü etken, Müslümanların ona karşı tutumudur diye düşünüyorum. Burası, biraz nazik bir meseledir. Zira Pakistan'da özgün fikirlerini dile getirmeye başlayınca, bazı kesimlerin ciddi muhalefeti ve yer yer karalama faaliyeti ile karşılaşmıştır. Bunlar mealinin Suudi Arabistan'da yasaklanmasına ve maddi desteğin kesilmesine neden olacak kadar da etkili olmuştur. Hasılı, önceleri Batı'yı dışlayıcı olarak eleştirirken şimdi Müslümanların dışlayıcılığı ile karşılaşmıştı. Sonuçta biraz hayal kırıklığı yaşamış, biraz da ümitsizliğe kapılmıştı.

Onun diyalogcu yaklaşımını özgün kılan yönler denildiğinde akla neler gelir? Bu konuda Roger Garaudy ile benzerlikleri var mı?
Yukarıda söylenenler burayla da ilgilidir. Diyalogcu yönünün üç dinamiği vardır. Din anlayışına göre, daha kucaklayıcı, vahye muhatap olmuşlara (Ehl-i Kitap) karşı daha yakın bakışı var. İkincisi Kur'an'ın umumi yaklaşımından hareketle hem insana bakışı hem de Allah'a inananlara bakışı kapsayıcıdır. Üçüncüsü de tecrübeleridir. Bu kadar gezip görmüş, badireleri atlatmış, dini ve fikri tecrübeler yaşamış, müslüman ülkelerin hepsinin çokdinli, çokkültürlü ve çokdilli yapısının olduğunu bizzat müşahede etmiş birisi olarak, Müslümanların birileri ile mutlaka iyi ilişkiler kurması gerektiği kanaati hasıl olmuştur. Zaten yeryüzünde bunun zorunlu bir ilişki olduğu, inkar edilemez bir olgudur.
Garaudy'nin yaklaşımı ile elbette benzerlikler vardır, ancak Garaudy'nin diğer meselelerde olduğu gibi bu meselede de derin felsefi temelleri Esed'de yoktur.

Muhammed Esed'in Malik Bin Nebi ve Sezai Karakoç gibi medeniyet meselesiyle de ilgilendiğini biliyoruz. Onun medeniyet anlayışı nasıldır?
Medeniyet meselesini ilk defa Islam at the Crossroads adlı eserinde dile getirmiştir. Ona göre, İslam'ın kendi sahih kaynakları ve ilk yüzyıldaki tecrübesi gösterir ki, İslam, bir medeniyet için yeterli dinamikleri kendi içinde taşımaktadır. Kur'an'ın ve Hz. Muhammed'in ortaya koyduğu anlayış, İslam medeniyetinin yeniden ve güçlü bir şekilde ihyasına yeterlidir. Bu yaklaşımı, elbette meseleyle ilgilenen diğer düşünürlerde de görmek mümkündür.

Son olarak Muhammed Esed'in çağdaş Müslüman düşüncedeki yeri hakkında ne düşünüyorsunuz?
Eğer Esed, Viyana'da bulunduğu sıralarda ilgilendiği ama daha sonra terk ettiği felsefeyi devam ettirseydi E. From gibi bir düşünce adamı olarak tarihte yerini alabilirdi. Fakat sonuç malum. Onun teknik anlamda derin bir felsefesi yoktur.
Olan, basitçe anlatacak olursak, şudur: Müslüman olmadan önceki aklını (düşünme biçimi) müslüman olduktan sonra edindiği akıl ve bilgi ile beslemiş, ilerleyen yıllarda İslami bir düşünce oluşturmaya, nassları anlama ve yorumlama anlayışı geliştirmeye çalışmıştır. O, çağdaş İslam düşüncesinin bütün problemleri ile yüzleşmiş, onları makalelerine, kitaplarına, konferanslarına ve mülakatlarına taşımış, onlara dair kendi bakış açısını özgün bir şekilde dile getirmiştir. İlk çıkışı fırtınalar estiren Yolların Ayrılış Noktasında İslam, fıkıh anlayışı ve siyaset felsefesini ortaya koyan İslam'da Yönetim Biçimi (The Principles of State and Government in Islam) ve muhteşem bir edebiyat ürünü olan Mekke'ye Giden Yol (The Road to Mecca) yayınlandıkları andan itibaren bir çok dile çevrilmiş, yarım asırdan fazla bir zaman diliminde okuyucunun elinden düşmemiştir, hala daha okunmaktadır. Meryem Cemile'den Malik b. Nebi ve Seyyid Kutub'a, İsmail Manjra önderliğindeki Güney Afrika'daki İslamî hareketten Aliya İzzetbegoviç önderliğindeki harekete, Pakistan'daki ve ülkemizdeki bir çok okuyucusuna kadar ondan etkilenenler sayısızdır. Bu eserlerin en önemli yanının bazı mevzuları cesurca tartışmaya açması, okuyucuya bir ufuk vermesi, yeni eleştiri zihniyeti sergilemesi ve daha da önemlisi genç kuşaklara bir umut aşılaması olduğunu düşünüyorum.

En son yayınlanan Kur'an Mesajı adlı meal-tefsiri haklı olarak revaçta olmuştur. Onun tartışmaları, yanlış te'villeri ve tercihleri ile eleştiri odağı olmakla birlikte mealcilikte ve ayetlerin yorumunda yeni ufuklar açtığı inkar edilemez. Türkiye'de son yıllarda yayınlanan bazı mealler onu örnek almış veya ondan istifade etmiştir. Başka dillerdeki meallerde de benzer durumlara rastlıyoruz. İsveçli Kur'an mütercimi Muhammad Knut Bernström'den önemli Rusça meal yazarlarından birisi olan Dağistanlı Osmanov'a kadar farklı dillerdeki meal yazarlarında da bu etkiyi gözlüyoruz.
Meal-tefsirin yayınlanmasından sonra, daha önemli olmasına rağmen, diğer fikirlerinin geri planda kaldığını, henüz Türkçe'ye tercüme edilmemiş eserlerindekiler dahil fıkıh, siyaset, kelam ve ahlaka dair ortaya koyduğu görüşlerin ihmal edildiğini veya sönük kaldığını, buna karşın Kur'an yorumunun ve ayetleri anlamlandırmasının ön plana çıktığını düşünüyorum. Batılı ilmi ve kültürel çevrelerde son yıllardaki İslami hareketler ve fikri oluşumlar hakkındaki çalışmalarda Esed'in bahse konu fikirlerinin ihmal edilmediğini söyleyebiliriz.

Esasında Esed'in ortaya koyduğu düşünme biçimi ve bu düşünme biçiminden neşet etmiş ürünler olan fikirler, 20. yüzyıldaki kolektif müslüman düşüncesinin bir parçası veya farklı bir versiyonudur. Hataları ve sevapları, eksikleri ve fazlalıkları ile birlikte özellikle müslüman olmuş Batılı şahsiyetlerin bakış açısının bir örneğidir. İslam dünyasında en sert muhalifleri de en sadık takipçileri de, Batı'da yere göğe sığdıramayanlar da onu radikal İslami hareketlerin kaynaklarından birisi gösterenler de onun ve eserlerinin İslam düşüncesinin bir parçası olduğu bir gerçeğini teslim etmektedir.

(*)İsmail Çalışkan, Muhammed Esed ve Düşünce Dünyası, İnsan Yayınları, 2009

http://www.dunyabulteni.net/index.php?a ... eID=186453

Alıntı:
İsmail Çalışkan kimdir?
Prof. Dr. İsmail Çalışkan: 1965'te Erzurum (Oltu)'da doğdu. İlköğrenimini köyünde, orta ve lise tahsilini Hasankale ve Erzurum'da devam ettirdi, 1984 yılında Ankara Merkez (Tevfik İleri) İmam Hatip Lisesi'nden mezun oldu. 1989 yılında Ankara Ü. İlahiyat Fakültesi'nden mezun oldu. 1990-1994 yılları arasında Diyanet İşleri Başkanlığı taşra teşkilatında (Kırıkkale/Delice) çalıştı. 1994'de Cumhuriyet Ünv. İlahiyat Fakültesi'nde Tefsir Anabilim Dalı Araştırma Görevlisi olarak atandı. 1998 yılında Kur'an'da Din Kavramı başlıklı teziyle doktorasını tamamladı. 2004'de doçent, 2009'da profesör oldu. Şubat 2009-Haziran 2011 tarihleri arasında Kazakistan'ın Türkistan şehrindeki Hoca Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesi'nde bulundu. Halen Cumhuriyet Ü.İlahiyat Fakültesi'nde öğretim üyesi olarak çal‎‏ışmaktadır. Kur'an'da Din Kavramı, Şah Veliyyullah Dehlevi'nin Din Anlayışı ve Düşünce Yapısı (İngilizce'den çeviri), Siyasal Tefsirin Oluşum Süreci; Muhammed Esed'in Kur'an Mesajı Adlı Eseri'nin Tahlil ve Tenkidi ve Muhammed Esed Ve Düşünce Dünyası, Müslüman Hayatında Görevler, İlkeler, Modeller -100 Emir, 100 Sünnet, 100 Edep- (Türkçe, Kazakça ve Rusça); Tefsir Tarihi (Kazakça); Tefsir Usulü (Kazakça), Tecvid (Kazakça) kitapları yayınlandı.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 1 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 3 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye